Arama

Medya Haber - Tek Mesaj #41

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
14 Nisan 2006       Mesaj #41
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Bugün bu sütunda uzun zamandır kafamı meşgul eden, itiraf edeyim yazıya da nasıl dökeceğimi bilemediğim bir konuyu nihayet yazmak istiyorum.

Türkiye son yirmi gündür yine Güneydoğu ya da Kürt meselesine kilitlenmiş durumda; zira bölgede maalesef yine kan akmaya başlamış bulunuyor. Bugüne dek soruna çeşitli açılardan yaklaşıldı, çeşitli öneriler ortaya atıldı, bu önerilerin önemli bir bölümü farklı düzlemlerde yerine getirildi; ama 1984 Eruh baskını ve sonrasında yaşanan o acı olaylara sanki yirmi iki sene sonra tekrar geri döndük. 1984 konjonktürü ve 2006 konjonktürü, bu farklı konjonktürlerin iç ve dış ilişkileri muhakkak ki çok değişik; ama bölgede değişmeyen şu ki yine ister güvenlik güçlerimiz olsun ister Kürt çocukları olsun bizim yurttaşlarımız ölüyor.
Sorunun çözümüne ilişkin en genel hatları ile iki farklı öneri kümesi ortaya atıldı; bunlardan birincisi, ekonomik dengesizliklere vurgu yapmak ile birlikte, meselenin özünün teröre ilişkin olduğuna dayalı görüş idi ve çözümün de güvenlik güçlerinin terörün kökünü kazımasına dayandığını ifade ediyor idi. İkinci görüş ise teröre karşı güvenlik güçlerinin rolünü ihmal etmemekle birlikte sorunun nihai çözümünün kimlik politikalarından ve demokratikleşmeden geçtiğini öne sürüyor idi. Yaşadığımız son seneler iyi hatırlanır ise aslında her iki önerinin de önemli ölçüde yaşama geçirildiğini görüyoruz. Özellikle 90 sonrası silahlı PKK militanları üzerine çok yaygın bir şekilde gidildi ve terör bir süre için önemli ölçüde geriletilebildi.
Demokratikleşme adımları önemli
1999 Helsinki Zirvesi sonrası ise Kürt yurttaşlarımıza yönelik kimlik politikaları ve demokratikleşme alanında azımsanmaması gereken adımlar atıldı; 80’li yıllarda “Kürt” sözcüğünün telaffuzu dahi zor iken bugün devlet kurumu olan TRT’den Kürtçe yayın yapılıyor ve daha da önemli olmak üzere özel kesim Kürtçe televizyon yayınına başladı, vs. Demokratikleşme sürecinin yeterli olduğunu kimse iddia edemez; ama gelinen noktanın da küçümsenmemesi gerekiyor. Ancak ne teröre karşı verilen önemli silahlı mücadele ne de demokratikleşme alanında yaşanan gelişmeler ülkemizin tekrar geçtiğimiz yirmi günü yaşamasına engel olamadı. Güvenlik önlemleri ve demokratikleşme adımları çözüme ciddi bir katkıda bulunamamış ise meselenin tekrar tekrar düşünülmesi ve özellikle de meselenin uluslararası konjonktür ile ilişkisinin yeniden ele alınması gerekiyor.
Bundan sonra yazacaklarıma yönelik elimde güçlü bir kanıt yok, yani yazdıklarım ağırlıklı olarak spekülatif olacak; ama bu tür egzersizlerin yapılmasının sorunun çözümüne katkıda bulunabileceğini düşünüyorum. Yavaş yavaş PKK meselesinin uluslararası politik dengeler ile ilişkisinin ve özellikle Irak, İran ve Suriye, belki de genel olarak Ortadoğu meselesi ile çok güçlü bağına daha fazla inanmaya başlıyorum; bugüne dek meselenin orta vadede kimlik politikalarındaki liberalleşme, demokratikleşme ve Türkiye’nin AB sürecinde kalıcı bir biçimde çözüleceğine güçlü bir inancım var idi.
Bugün yine daha liberal kimlik politikalarının ve demokratikleşme sürecinin sorunun çözümü için gerekli koşul olduğunu biliyorum; ama gerekli koşulun yanına yeterli koşulun da konabilmesi için uluslararası konjonktürün öneminin arttığını da gözlemliyoruz. PKK meselesi ve daha genel olmak üzere Güneydoğu meselesi üzerinden bir ya da birkaç süper gücün Türkiye’ye mesaj verdiğini ve bu mesajın iyi algılanmadığı sürece sorunun daha da ağırlaşabileceğini seziyorum. Süper güçlerin kim olduğu, ne mesaj vermek istedikleri önemli; ama bence meselenin özünü pek etkilemiyor; zira önemli olan mesajın içeriğinden çok bunun Ankara tarafından iyi algılanabilmesi.
Türkiye’nin söz konusu mesajın içeriği doğrultusunda uluslararası platformda bire bir pozisyon alması şart değil; ama ilk yapılması gereken, mesajı kimin verdiği ve ne istediği konusunda kafa yormak. Anlaşılan o ki söz konusu mesaj ya da mesajlar görmezlikten gelindiği sürece Kürt meselesi ve buna bağlı olarak da terör meselesi daha uzun seneler bizim başımızı ağrıtacak. İşte diplomasinin ve pazarlık yapabilme yeteneğinin tam da bu alanda devreye girmesi gerekiyor; bugüne dek bizlere daha güçlü pazarlık yapmamız gerektiği söylenen (içerideki şahinler tarafından) alanlar genellikle hukuk devletine geçişimizin koşulları idi ve kanımca hukuk devleti için pazarlık çok anlamlı ve yararlı değil ve terörün tekrar baş kaldırmasının altında demokratik reformların yattığını iddia etmek çok zekice değil.
Bize iletilen mesajları iyi değerlendirir ve bu mesajların ileticileri ile gerçekten iyi bir pazarlık yapıp vicdani olarak kabul edilemeyecek şeyler yapmaksızın mesaj sahipleri ile yan yana gelebilir isek kanımca ancak o zaman Kürt meselesi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan terör felaketi kalıcı olarak çözüm yoluna girebilecek. Şunu asla unutmayalım: Kopenhag siyasal kriterleri doğrultusunda gerçekleştirilen açılımlar, kimlik politikalarında atılan adımlar ciddi bir devletin zaten, ortada sorun olsa da olmasa da, yapması gereken, hatta çoktan yapmış olması gereken dönüşümler.
Olayların asıl çıkış nedeni farklı...
Bu alanda atılan adımlar ile Kürt meselesi arasında pozitif ya da negatif bir bağ kurmaya çalışmamak gerek; teröre karşı alınacak önlemleri de yine aynı ciddi ve etkin devlet kavramı kapsamında düşünmek gerekiyor. Meselenin uluslararası boyutu ve yavaş yavaş düzlemine girdiğimiz 2007 genel ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile olan biten arasındaki ilişki kanımca Kopenhag siyasal kriterleri ile olan ilişkiden çok daha fazla. Batı ve Orta Anadolu kent ve kasabalarına gelen her şehit cenazesinin malum bir partinin (bu düzenlemede malum partinin bir gönüllü katkısı olduğu kanısında değilim) ilk genel seçimde barajı aşma şansını nasıl güçlendirdiği, yani TBMM’nin ilk genel seçimde 2002’de olduğu gibi iki partili oluşmayacağı, sağdan en azından iki partinin Meclis’e gireceği ortada. Pazartesi günü Ümit Fırat’ın Neşe Düzel ile Radikal’de yaptığı röportajda söylenenler kanımca konuyu iyi özetliyor idi; Türkiye-AB ilişkilerini germek isteyenler Batı illerine daha çok cenaze gelmesi için ellerini ovuşturuyorlar. En önemli konu bu oyunlar karşısında AKP’nin nasıl bir tavır alabileceği...