Sana çok muhtâcız Yâ Rasûlallah! Kapına dönüp de Sana “ Medet Sultânım! ” demeye bile mecâlimiz kalmadı. Buna yüzümüz yok Efendim! Sürüm sürüm bir hâldeyiz. Ama her şeye rağmen Efendim, Senin “ Kardeşlerim! ” dediğin kudsîler olduklarına cân-ı gönülden inandığımız birileri var. Onlara “ Garipler ” diyorlar. Duyduk ki Sen de, on dört asır ötesinden onlara bir selâm çakmış ve “ Tûbâ li'l-gurabâ-Gariplere ne mutlu! ” buyurmuşsun. Uğruna gurbeti seçmişler ve bu vesileyle, Sana kurbeti kazanabileceklerini ümit etmişler Efendim. Artık hiç şüphemiz kalmadı ki, (“ Ümmetler, milletler, insanların birbirlerini sofraya dâvet etmeleri gibi birbirlerini sizin üzerinize dâvet edecek ve üzerinize üşüşecekler. ” Birisi sordu: “ Bizim azlığımızdan mı? ” Allah Resûlü: “ Hayır, aksine siz o gün çok olacaksınız. Fakat selin sürüklediği çer çöp gibi.. Allah, düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize de ‘ vehn ' atacak ” dedi. Yine birisi sordu: “ Ey Allah'ın Resûlü vehn nedir? ” Cevap verdi: “ Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisi! ”) buyurduğun o tâlihsiz günlerdeyiz yâ Resûlallah! Aynen buyurduğun gibiyiz. Bir yığın âciz, perişân ve kimsesiz. Acınacak haldeyiz. Onulmaz dertlerle sarmaş dolaşız biz. İşte Efendim pür-perişân hâlimiz! Atalarımız gibi olamadık henüz. ‘Henüz' diyorum, zirâ ümitvârız olacak yâ Resûlallah. Çünkü Senin bir Şanlı Elçin bu müjdeyi bir asır önce sunmuş: “ Şu istikbâl inkilâbâtı içinde en müthiş ve gür sedâ İslâm'ın sedâsı olacak. ” demiş ve bu uğurda bir yığın cehdle çekip, gitmiş. Çekip gitmiş ama gelecek baharın da tohumlarını saçarak gitmiş. Buna imanımız tam Efendim. Tam olmasına tam da, ama ne zaman? Bunun cevâbını ararken kendime bakıyorum, ümidim tamamen buğulanıyor. Ama yine de ümitvârız. Fakat şimdilerde bir yönden pek ürkütücü halde olduğumuz da kesin Efendim. Ancak her şeye rağmen Efendim, her şeye rağmen, Bahar Çiçekleri bir bir açılışta. Bahara yolculuk var karakışta. Senin çelimsiz gibi görünen o üveyklerin, dağda bayırda yokuşta; Senin o bayıltan-çıldırtan güzelliğini muhtâç sînelere taşıyıştalar Efendim. Tekrâr Kutlu Doğum günün gelmiş Efendim! N'olur bir kez daha gönlümüze, günümüze, bize doğuver! Öğrendik ki, Sen sadece bir kez doğmazmışsın. “ Sen bizler gibi sâdece bir kere doğmadın/doğmazsın; zamanın her parçası Senin için bir tulû vakti, gönüllerimiz de mütevâzı matlaın.. ” Bunu, Asrımıza güneş gibi doğan ve kendisiyle Seni tanıma şerefine erdiğimiz ayrı bir Kutlu'dan öğrendik Efendim. Şereflendir Sana muhtâç gönüllerimizi ve kupkuru dünyâmızı. Yok fazla bir hediyemiz, farkındayız. Belki gözyaşımız da pek eksik. “ Hüve'l-habîbüllezî türcâ şefâatüh, li-külli hevlin mine'l-ehvâli muktehımi. Mevlâye salli ve sellim dâimen ebedâ. Alâ habîbike hayri'l-halki küllihimi .” okuyanlar var geceler boyu. Ama ihtimâl bütün bunlar, dertlerimiz yanında çok küçük çabalar. Ancak, işleri sadece vesilelik olan, ve kendilerini, aslında başka sevimsiz şeylerde de kullanılma ihtimâli de varken sadece güllerin dibine toprak atan birer kürek gibi gören ve bu şekilde envai türlü güllerin neşv-ü nemâ bulmasına vesilelik yapanlar sayesinde, evet Efendim işte onlar sayesinde, sağda solda çeşit çeşit, Sana hazırlanan taze gül buketleri var. Ama Efendim, bu güllerin çok farklı. Sadece Anadolu'nun bağlarından bahçelerinden derlenmiş değiller. Yeryüzünün muhtelif bölgelerinden bu goncaların. Duyduk ki gönüllerine Sen doğmuşsun onların. Rüyâlarını şereflendirmişsin, bir gece ansızın. Selâm çakmışsın mahzûn ve mütebessim çehrenle tâlihli yüzlerine. Bak bir bir seni heceliyorlar, küçücük kalplerinde sana güzel bir mekân hazırlamışlar, orada sevgini büyütüyorlar. Senin altın halkana diziliyorlar bir bir. Hangi birisine sorulsa, “ O Güzeller Güzeli buraya da geldi ” diyorlar, yüzleri gülüyor ve şevkten şevke uçuyorlar Efendim. Onlar, ebedî hicrândan kurtulmaya başladılar artık. İşte bu, bir yönüyle tâlihsiz ama bir yönüyle güzel doğuşların otağı olan şu günler, bizi garip bir duyguya itiyor. Bunlara bakıp seviniyor ve ümitle şahlanıyoruz. Ama diğer yöne yüzümüzü çevirince, liyâkatsizliğimize bakınca, genel mânâda ümmetinin durumunu düşününce… kan ağlamamız gerektiğinin farkına varıyoruz. Bizim en azından hızlı olmamız, kanatlanmamız gerektiği kesin. “ Bütün bunları sorarlar bize. Bu kadar rahat bir ortam, bu kadar önemli-kazançlı ve elzem bir iş; ama bu kadar da cılız bir performans, sorarlar bunun hesabını bizden .” diyen Hak Dostu, herhalde haklı Efendim.
ÂH EFENDİM!
Köhne gönlüme dönüp dönüp bakıyorum da, orada bir güneş gibi -inşallah- parıldayan tek Sensin. Birinin Seni hakkıyla sevdiğini iddiâ etmesi büyük bir iş. Ve herhalde yanlış olur. Gerçekten sevseydik daha farklı olacağımız kesin. Ancak sevginin yolunda olduğumuz, muhabbetini hecelediğimiz inşallah doğrudur. “ Göz açıp kapayıncaya kadar bile olsa, her türlü işinde Sevgiliye muvâfakat etmeyen, onu sevdiğini nasıl iddiâ edebilir ki! ” diyor bir sevgi kahramanı. Atâ b. Mübârek de diyor ki: Basra'da dâima kulluk yapan ve kendisine ‘Bürde' denen büyük bir kadın vardı. Geceleri kalkar, ortalıktan el etek çekilince hazîn bir sesle yalvarır yakarırdı: “ Gözler uyudu, yıldızlar parladı ve herkes sevgilisiyle baş başa kaldı. Ancak bense seninle baş başa kaldım ey Sevgili… ” Bir başkası şöyle der: “ Bana göre sevginin başı, Sevgili'nin yâdıyla dili ıslatmaktır. Hüzn-ü dâimîdir. Devâmlı aşk u şevk içinde bulunmadır. ” Yollar.. âh amansız ve çileli yollar. Sağında solunda ölümcül uçurumları barındıran yollar! Biliyorum, yüzünü, gülleşmiş yüzünü, rüyalarda bile olsa bir kez görebilmek büyük bir teveccühe bağlı. Ama fakirlere teveccüh cesâreti verecek olan da Senin o engin hoşgöründür, himmetindir Efendim. Çocukluklarımızı, basitliklerimizi, sıradanlıklarımızı ancak Senin o deryâlar kadar engin şefkatin sâyesinde aşabiliriz, inanıyorum. Bizim kayda değmeyen değersiz hâl ü etvârımızın yanında senin güzelliğin, affediciliğin çok daha büyüktür. Bunu da herhalde Sizden öğrenmiş olmalıyız. Bak şimdi, Senin o bütün dünyalara açık, hattâ zebânileri bile içine alacak, onları bile ümitlendirecek kadar geniş ve ihtişâmlı kapındayız Efendim. Sense hep aynısın, hep aynı güzellikte, hep aynı zümrüt zirvelerdesin. Yıllar evvel, küçücük gönlümde oluşturduğum muhteşem bir tablo, muazzam bir portresin. Ve orada, günden güne -inşallah- zirveleşiyorsun da. Çokları Sen'den bir berât beklediler Efendim. Çünkü o engin şefkatin, o bî-pâyân lütfundur ki çâresizlere çâre olur Efendim. Bu yüzden bizler de hayatımızın sonuna kadar onu bekleyecek ve hep bu ümitle yaşayacağız Efendim. Ellerde kelepçe, ayaklarda da pranga ve Sen'siz gibiyiz. Senin, gül kokulu atmosferini teneffüs edememek bende'lerinin gönlünü kasıp kavuruyor, kurutuyor Efendim. Bildiğim tek bir şey var. O da, Sana liyâkatsizliğim, Seninse engin şefkatin ve bir de o gül cemâlini özleyişim. Bu üç halden başka bir hâlim yok gibi. Bende liyâkatsizlik, Sende engin bir şefkat ve bir de yine bende'nde fakirce bir özlem. 14 asır evvel maddeten gurûb edip gittin. Sabah aydınlığı gibi o bütün güzelliğinle bir kez daha bizlere maddeten ve mânen ne zaman doğacaksın Efendim!
MEDİNE'NİN GÜLÜ'NÜN HUZURUNDA
Yine ben geldim. Yüzbinler, milyonlar gibi ben de şefkatine güvenip bir kez daha kapına dayandım Efendim. Biliyorum ki, o engin şefkatin beni de eritecek, gönlüme-ruhuma yeni bir bahar râyihası duyuracaktır. Çünkü Sen, benim gibi cirimlerle-cürümlerle bitmezsin. Çünkü Sen, Sonsuz Nur'sun. Doğru, günahım çoktur, ama Senin büyüklüğün, Senin şefkatin, Senin affın, Senin merhametin benim günahlarımdan daha engindir Efendim. Hani bir hak dostu, hayat boyu senin yolunda yaşamış. Sonunda ölüm gelip çatınca, gözleri tavana dikilmiş, can veremez olmuş. Sıkıntı, ter ve gözyaşı… Etrafındakiler dehşetle ürperiyorlar ve olup biteni seyrediyorlar. Ve bu mübarek zât, o yaşlı ve hastalıklı haliyle, bî-mecâl tavrıyla da olsa, sedyesinden doğruluyor “ Zahmet buyurdun Ya Rasûlallah! ” diyor. Evet Sen gelmişsin ve Senin ümmetinden olan bu zata, son anda bile olsa yardım elini -mânen- uzatmışsın Efendim. Bak işte, dertli sîneler, yüzler-binler senin müşfik kapında. Ağlıyorlar, yalvarıyorlar, yakarıyorlar ve dertlerini sana arzediyorlar bir bir. Kimi Malezyalı, kimi Sudanlı, kimi Türkiyeli, kimi Kızgızistanlı, kimi Tunuslu... Kısacası Dünya'lılar işte Efendim. Senin Dünya ve Ukba'yı kapsayan Rahmet kapındalar. Benim de diyeceklerim var Efendim. Ancak yüzüm yok. Mahcûbum. Hem de çok... Buna rağmen benimle gelen selâmlar var. Sana selâm söylediler Efendim. Elçiyim. Aracıyım. Sadece bir vesileyim. Busayrî'nin ifâdesiyle “ölmüş-ufalanmış kemiklere okunsa, onları diriltecek kadar tesirli o mübârek adının” senin huzurunda anılmasını isteyen karasevdalıların var Efendim. Binlerce kilometre uzaklıklardan sana selâm ve hürmetlerini gönderdiler Efendim. Efendim! İşte huzurundayım. İşte ben. Mücessem bir cürüm. Baştan ayağa yâre. Kalbi pâre pâre. Gönlünde bere üstüne bere. Ömür yarılanmış, günahlarla haşir neşir olmuş habire. İşte ben Efendim. Kalbim buruk. Gönlüm kırık. Ruhum dağınık mı dağınık... Yüzüm yoktu. Biliyorum. Ama dergâhın çok büyük. Köyün çok güzel. Medine'n çok tatlı. Yüzün çok müşfik. Adın çok ulu. Mübarek gönlün çok engin ve bitirim. Sen, Ebû Cehillere bile elini uzatırdın. Sen, Ebû Süfyan'ları bile affettin. Sen Vahşî'leri bile bağışladın ve onların kimisini insanlığın ayları, yıldızları yaptın. Sen, kimleri eritmedin, kimleri affetmedin ki âh Efendim. Kimleri sarıp sarmalamadın ki âh Sultanım. İşte bundan dolayı ümitliyim… Yıllar evvel gelmiştim bir kez daha huzuruna. Sene 96'ydı. Henüz toydum. Yollardaydım. Ama şimdi aradan geçen bunca zamanda yaralandım, berelendim. O dönemler hamdım. Sonraları pişeceğimi sandım. Ancak şimdi ne piştim, ne de yandım. Sadece kurudukça kurudum, pörsüdükçe pörsüdüm Efendim. N'olursun, kutlu doğumla bir kez daha doğ Efendim. Kalbimize, gönlümüze, günümüze, bütün bir dünyaya Efendim. Bizlere derman ol, yar ve yardımcı ol, şefâatini esirgeme gedâlardan Efendim. Kutlu Doğum'la bütün yeryüzünü tekrar şereflendirmen dileklerimle… (Sallallahü Aleyhi ve Sellem)