Arama


Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
21 Ekim 2005       Mesaj #7
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
GÜNÜMÜZDE BALKAN ÜLKELERİ VE SORUNLAR

Azınlık Sorunu- Batı Trakya Türkleri
Önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi, Balkan topraklarında gerçekleştirilen fetihler sonucunda, çok sayıda Türkmen bu bölgeye yerleşmiş, yerel halktan da din değiştiren kitleler büyük bir Müslüman-Türk nüfusu meydana getirmişlerdir. Yunan topraklarına da, başta Selanik olmak üzere çok sayıda Müslüman-Türk yerleşmiştir. Ancak Osmanlı'nın son döneminde yaşanan olumsuzluklar, özellikle de Balkan Savaşları neticesinde, bu Türkler'in büyük bir kısmı Anadolu'ya geri dönmek zorunda kalmıştır. 1911 tarihindeki Balkan Savaşı'ndan sonra, sadece Yunanistan'dan göç eden Türkler'in sayısı 125 bin civarındadır.
Bu göçler sonraki dönemlerde de devam etmiş, Kurtuluş Savaşı'nı takip eden dönemde, Lozan Antlaşması'nın ilgili kararına göre, büyük mübadeleler olmuştur. Bu dönemde yaklaşık 1 milyon Rum Yunanistan'a, 500 bin civarında Türk ise Türkiye'ye dönmüştür. Bu büyük mübadelenin istisnası olan Batı Trakya Türkleri ve İstanbul Rumları, diğer sorunlarla birlikte, 1960 yılından itibaren yeniden gündeme gelmiş ve iki ülke arasındaki temel sorunlardan biri olmuştur.
Türkiye'de yaşayan Rum vatandaşlarımızla ilgili olarak geçmişte bazı olumsuz olaylar meydana gelmiştir. Ancak, bu yanlış tutum ve uygulamalar geçmişte kalmıştır. Türkiye'de, farklı din ve etnik kökene sahip tüm vatandaşlarımızın hiçbir baskıya, ayrımcılığa maruz kalmadan, birarada huzur ve güvenlik içinde yaşayabildikleri engin bir hoşgörü hakimdir. Geçmişteki birtakım olumsuz uygulama ve olayların ise, bir daha asla tekrarlanmayacağını umuyoruz.
Batı Trakya'da ise, Türk tarafının kayıtlarına göre 150 bin kadar Türk yaşamaktadır. Yunanistan'daki İnsan Hakları İzleme Komitesi'nin rakamlarına göre 120 bin kişi olan bu sayı giderek azalmış ve 98 bine düşmüştür. Batı Trakya'da yaşayan Türk nüfusun azalmasının esas sebebi, burada yaşayan kardeşlerimizin uzun yıllardır büyük sıkıntılar içinde varlık mücadelesi vermeleridir. Batı Trakya'da yaşayan Türkler'in hakları; 1923 Lozan Antlaşması, Aralık 1968 Türk-Yunan Protokolü, İnsan Haklarının ve Temel Hürriyetlerinin Korunması İçin Avrupa Konvansiyonu, 1975 Helsinki Nihai Senedi, Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Konferansı, Viyana İzleme Toplantısı Sonuç Belgesi gibi kararlarla güvence altına alınmış olmasına rağmen uygulamalarda bu kararlara itibar edilmemiş, Müslüman-Türk topluma çeşitli baskılar uygulanmış, karşılarına çeşitli zorluklar çıkartılmıştır.
1955 İstanbul ve 1964 Kıbrıs olaylarının yaşandığı dönemde, Batı Trakya'da yaşayan Türk nüfus büyük bir tehdit altında kalmıştır. Bu dönemde Yunan hükümeti, Türk azınlığı ülkeden çıkartmanın yollarını aramıştır. 1998 yılına kadar yürürlükte kalan 1955 tarihli yurttaşlık yasasının, "Grek olmayan etnik kökenden bir kişi Yunanistan'dan ayrılırsa vatandaşlıktan çıkartılabileceği" hükmüyle , Türkler'in dolaşım hakları kısıtlanmıştır.
Yine aynı dönemde gerçekleştirilen kamulaştırma faaliyetleri sonucunda Türkler'in sahip oldukları toprak oranı %85'ten %20-40'lık bir orana düşmüştür. Gelirinin büyük bir kısmı tarıma dayanan Türk azınlık, bu kamulaştırma faaliyetinden büyük zarar görmüştür. 1967-74 döneminde iktidarda olan cunta, Türkler'e yönelik baskıları daha da yoğunlaştırmıştır. 1994 yılına kadar sistemli olarak devam eden bu politikalar, AB'nin baskısı sonucu, bu tarihten itibaren yumuşamaya başlamıştır. Yunanistan, 5 Mayıs 1999 tarihli Birleşmiş Milletler Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi'ni imzalamış ve bu sözleşmenin getirdiği yükümlülükleri kabul etmiştir. Ancak bütün gelişmelere rağmen Yunanistan'daki Uluslararası İnsan Hakları İzleme Komitesi'nin 7 Ocak 2000 tarihli raporu, Yunanistan'ı azınlık haklarını ihlal ettiği gerekçesiyle suçlu bulmuştur.
Ülkedeki Türkler, siyasal haklarla ilgili sorunlarla da karşılaşmaktadır. Özellikle Dr. Sadık Ahmet'in yaşadıkları bu konunun en önemli bir delilidir. Dr. Sadık Ahmet, azınlık haklarını savunduğu için 1987 yılında 2.5 yıl hapse mahkum olmuştur. Ancak bu haksız karara karşı uluslararası baskı oluşmuş ve cezanın infazı süresiz olarak ertelenmiştir. Bu kararın ardından serbest kalan Sadık Ahmet, bağımsız aday olarak parlamentoya girmeyi başarmıştır. 1989 yılından itibaren seçim kanunlarında yapılan değişiklikle, Türkler'in seçilme imkanlarının ortadan kaldırılmasına çalışılmıştır. Örnek olarak, bağımsız adaylara %3 ülke barajı şartı getirilmiştir. Bu orana ulaşması imkansız olan Türk adaylar, başka partilerden aday olmak zorunda kalmışlardır. Son seçimlerde sadece bir Türk, Galip Galip, PASOK'tan aday olarak meclise girebilmiştir.
Türkler'e uygulanan baskının bir diğer yönü de vatandaşlık hakkının keyfi olarak geri alınmasıdır. 1998 yılına ait Yunan resmi kayıtlarına göre, kısa bir süre önce sona eren bu uygulamayla yaklaşık 60 bin kişinin vatandaşlığı uluslararası antlaşmalara aykırı olarak kaybettirilmiştir.
Türkler, müftülük konusunda da büyük sıkıntılar yaşamaktadır. 1920 tarih ve 2345 sayılı kanunla kabul edilen ve müftülerin karma usulle seçilmesini öngören uygulama, pratikte hiç uygulanmamış, müftü seçimleri Yunan yönetiminin yetkisi ve denetim baskısıyla gerçekleşmiştir. 1991 yılında kabul edilen ve eski kanunun yerini alan yeni kanunla, müftü seçiminde Müslümanlar söz sahibi olarak kabul edilmiştir, ancak bu kanun da uygulamalara yansımamıştır. Bu uygulama çerçevesinde, 1967 yılında Müslüman olmayan bir kişi İskeçe müftüsü olabilmiştir. 1985'te de müftü Yunan makamlarınca atanmıştır. 1995 yılında seçilmiş İskeçe Müftüsü Mehmet Emin Aga'nın "görev gaspı gibi" tamamen haksız ve hiçbir gerçeklik payı olmayan bir suçlamayla suçsuz yere mahkum edilmesi, iki ülke arasında gerginliğe yol açmıştır. Gümülcine Müftüsü İbrahim Şerif de aynı suçlama ve baskılara maruz kalmıştır. İbrahim Şerif'in İnsan Hakları Mahkemesi'nde 2000 yılında açtığı dava, Yunanistan aleyhinde sonuçlanmıştır. En nihayetinde uluslararası baskıya dayanamayan yerel mahkemeler, iki müftü için de beraat kararı vermiştir. Ancak bu konudaki sorunlar günümüzde de devam etmektedir.
Yunanistan'daki Türkler'in yaşadıkları sıkıntılar bununla sınırlı değildir. Son dönemlere kadar devam eden baskıların en çarpıcı örneklerinden biri de, ilkokul öğretmeni Rasim Hint'in başına gelenlerdir. İskeçe Azınlık Okulu'na Türk Okulu dediği için bir yıl görevden uzaklaştırılan Hint, daha sonra da bir dağ köyüne sürülmüştür. Eğitim alanında karşılaşılan sıkıntılar ise azınlık okullarına Türkiye'den gelen öğretmenlere izin verilmemesiyle başlamıştır. Daha sonra Türk öğrencilere getirilen Yunanca yeterlilik şartı, Türkçe eğitim yapan okullar açısından ciddi sıkıntılara neden olmuştur.
Bu tablodan da anlaşılacağı gibi, Türk-Yunan ilişkilerindeki dalgalanma, Batı Trakya Türkleri'ne de yansımış, uzun gerginlik dönemlerinde Müslüman-Türk azınlık yoğun baskılara maruz kalmıştır. AB üyesi olduktan sonra, Yunan yönetiminin politikalarında zorunlu bir yumuşama ve esneme görülmüştür. Ancak bu yumuşamanın yeterli seviyeye ulaştığını ya da bugüne kadar yaşanan kayıpları telafi ettiğini söylemek mümkün değildir. Bugün Batı Trakya sadece Yunanistan'ın değil, Avrupa'nın da en geri kalmış bölgesi halindedir.
Türkiye'nin Yunanistan ile olan ilişkilerini geliştirmesi, sorunlarını çözmesi, Batı Trakya'daki Türkler'in huzur ve güveni açısından da son derece gereklidir. İki ülke arasında yaşanan herhangi bir gerginlik, ister istemez, Batı Trakya'daki Türkleri zor durumda bırakmaktadır. Bu nedenle -ve ekonomik, siyasi ve askeri nedenle tüm Balkan ülkeleriyle olduğu gibi, Yunanistan'la da iyi ilişkiler içinde olmak, Türkiye için son derece önemlidir.
Son düzenleyen Blue Blood; 21 Ekim 2005 13:43