Sokrates öncesi düşünürler
Bu maddedeki bilgilerin eksik ve/veya yetersiz olduğu düşünülmektedir. Konuyla ilgili tartışma için maddenin tartışma sayfasına bakabilirsiniz. Maddeyi geliştirerek veya konuyla ilgili tartışmaya katılarak yardım edebilirsiniz.
Batı felsefesi M.Ö 6. yy'da Antik Yunan'da başladı. Sokrates öncesi düşünürler çoğunlukla Yunan dünyasının batı veya doğu çevrelerindendiler. Felsefi projeleri asıl, nihai ilkeyi bulmaya ve dış dünyanın doğasını çözmeye yönelikti. Şeylerin maddi ilkesini, kökenlerini ve yok oluşlarını algılamaya çalıştılar. İlk düşünürler olarak şeylerin ussal briliğini vurgulayarak dış dünyanın mitolojik açıklamalarını reddettiler. Cevap aradıkları başlıca meseleler şunlardır: Her şey nereden geliyor? Her şeyin yaratılış kaynağı nedir? Doğada bulunan şeylerin çoğul oluşlarını nasıl açıklarız? Matematiksel olarak doğayı nasıl tanımlarız? Sokrates öncesi düşünürlerin çalışmalarından sadece çok azı günümüze gelebilmiştir. Onlar hakkında bildiklerimiz sonraki düşünürlerin ve bazı dinbilimcileri n yazdıklarından ibarettir.
Milet Okulu
İlk Sokrates öncesi düşünürler Anadolu'nun batısında yer alan Miletttendiler. Thales (M.Ö. 624-546) Yunan felefesinin babası sayılır; suyu her şeyin temeli olarak göstermişti. Sonraki Miletli düşünür, ilk kez felsefi yapıtlar veren filozof
Anaksimandarostur. (M.Ö.610-546)
Anaksimandros ilk maddeyi tanımlanamaz, sınırsız olarak düşündü; bu düşüncesine göre bu ilk maddenin bir özelliği yoktu, ve sıcak-soğuk, nemli-kuru gibi karşıtlar farklılaşarak bu maddeden çıkıyorlardı. Kendisinden genç çağdaşı Anaksimenes (M.Ö 585-525), her şeyin başlangıcını oluşturan esas maddeyi, kalınlaşıp incelerek ateşe, rüzgara, bulutlara ve toprağa dönüştüğünü varsaydığı hava olarak kabul etti.
Pisagorizm
Felsefeyi pratik yönden inceleyen ilk düşünür İyonyalı Pisagor(M.Ö. 582-496)'dur. Dünyada sayılar üzerine kurulmuş mükemmel bir uyum gören Pisagor, insan ırkını aynı şekilde kendi içinde uyumu yakalamış bir hayat sürdürmeye şevk etmeyi amaç edinmişti. Öğretisi, İtalya'nın güneyinde yer alan Kroton'da yer alan okulunda etrafına toplamış olduğu Pisagorcular tarafından geliştirildi. Takipçileri arasında Filolaos(M.Ö.470-380), Krotonlu Alkamion, ve Archytas(M.Ö. 428-347)bulunur.
Efes Okulu
Efes'li Heraklit(M.Ö. 535-475) doğada bulunan her şeyin aralıksız bir değişim içinde bulunduğunu ve Logos adını verdiği dinamik, sonsuz bir yapı tarafından bir arada tutulduğunu öne sürdü. Heraklit, bu sonsuz yapıyı temsil etmesi için ateşi kullandı. Her şeyin kökeninin ateşten geldiğini, ve asla bitmeyen bir süreç ile ona döndüğünü varsaydı.
Elea Okulu
Adını Güney İtalya'da bulunan-şu ankiadıyla Velia- Elea şehrinden alan Elea okulu Birlik öğretisini savundu. Kolofon'lu (şu anki İzmir)Ksenofanes(M.Ö.570-470), sonsuz birlik olarak Tanrı'yı gösterdi ve onun evrenin içine işlemiş ve onu düşüncesiyle yöenten bir varlık olduğu düşüncesini savundu. Elea'lı Parmenides (M.Ö.510-440), değişmeyen bir varlığın olduğunu ve bu varlığın tek gerçek olan ve kavranabilir olduğu görüşündeydi. Bu öğreti kendisinden daha genç hemşerisi Elea'lı Zeno(M.Ö. 490-430) tarafından şeylerde sürekli değişim ve dönüşüm olduğunda dair olan ortak görüşe karşı bir polemikte de savunuldu. Zeno sonraki düşünürler tarafından çok tartışılan ve bir değişim ve çeşitlilik olduğunu varsaymanın çelişkilere götürdüğünü göstermeye çalışan birçok ünlü paradoks öne sürdü. Sisam'lı Melissus da (d. yaklaşık M.Ö. 470) bu okulun belli başlı üyelerindendi.
Çoğulcu Okul
Agrigentum'lu Empedokles (M.Ö. 490-430) günümüzde Sisilya'da bulunan, eski Yunan'da Akragas olan Agrigento'luydu. Düşüncesi Elea okuluna kısmen ters, kısmen de katılıyor gibi görünür. Bir yandan ilk maddenin değişmezliğini savundu; öte yandan bu ilk maddenin, yani cevherin çoğul olduğu görüşündeydi: 4 klasik element, toprak, su, ateş ve hava. Bunlardan oluşmuş dünyada iki yöenltici güç, itki olduğu görüşündeydi-birleştiren sevgi ve ayıran çekişme. Klazomenai'li(günümzde Urla sınırları içerisindedir)Anaksagor(M.Ö. 500-428) da ilk maddenin değişmezliğini vurgularken, bozulmaz ilk elementlerin sonsuzluğunu savundu; tanrısal neden veya Akıl(nous)'ı bu maddeleri yöneten olarak gördü.
Atomcu Okul
İlk kesin materyalist system Leukippos(M.Ö. 5. yy.)ve öğrencisi Abdera'lı Demokritos(M.Ö. 460-370) tarafından oluşturuldu. Bu, atomlar öğretisiydi. Atomları, sayısız sayıdaki, bölünmez, niteliksel olarak benzeyen fakat biçimleriyle birbirinden ayrılan temel maddeler olarak tanımladılar. Bu öğretiye göre atomlar,sonsuz boşlukta hareket ederek, çarpışarak ve birleşerek, atomların çeşitlerine, sayılarına, biçimlerine ve dizilişlerine göre farklılıklar gösteren cisimleri oluşturuyorlardı.
Diğerleri
Sokrates öncesi doğa düşünürlerin sonuncusu Sinop'lu Diyojen'dir. Diyojen, Milet okulunun başta havayı ilk madde olarak tanımlayan ilkesi olmak üzere bir çok ilkesini kabul eden eklektik bir düşünürdü. Doğal süreçleri bu ilk maddenin seyrelmesi ve yoğunlaşmasıyla açıkladı. Ayrıca Anaksagor'un kozmik düşüncesini de benimsemiştir.
Sofizm
Bilgicilik veya sofizm, antikçağ Yunan felsefesinde önemli bir düşünce akımı. Eski Yunan’da İ.Ö 5. yüzyılın ikinci yarısından İ.Ö 4. yüzyılın başlarına değin para karşılığı felsefe öğreten gezgin felsefecilerin (sofistler) oluşturdukları akıma bilgicilik denir.
Sofist deyimi, bilgeliği yeğleyen öğreti, bilgi öğretmeni, siyasada yararlı olma sanatı, söz söyleme sanatı anlamlarında kullanılmıştır. İ.Ö 5. yüzyıl, antik çağ Yunan felsefesinde bilgicilik akımının egemen olduğu çağdır. İlk düşünür sayılan Thales'den beri ortaya atılan sayısız varsayımlar, sonunda insan zekasını şahlandırmış ve bütün olup bitenleri yeniden gözden geçirerek kıyasıya eleştirmeye yöneltmişti.Doğa bilimlerinin denetiminden yoksun insan düşüncesi, varlığın temeli konusunda daldığı hayal aleminden kendisine dönüyordu. Bilgicilik akımının inceleme amacı, insanın kendisiydi. Protagoras'a göre , “İnsan her şeyin ölçüsü”ydü. Bilgi, teorik bir merak değil, pratik bir yarar olmalıydı.
Bilgiciler , özdekçi düşünceleri sürmekle beraber, ürünü oldukları idealist çizgiyi sürdürmüşler ve dünyayı tanıma olanağını yadsımışlardır. İşte bu idealist çizgidir ki, bir yandan bilgicilik akımını yozlaştırarak felsefeyi güzel söz söyleme sanatına dönüştürürken diğer yandan idealist ilkelerin gelişmesi sürecini doğurmuştur.
Platon'dan ve özellikle Aristoteles'den sonra küçümsenmeye başlanmış ve isim olarak yanıltmak amacıyla yapılan yanlış usavurma anlamına kaydırılmıştır. Mantıkta bu yanıltmacaların çeşitli biçimleri saptanmıştır. Genellikle bu yanıltmacalar uslamlamanın biçimsel kurallarına uygundur, karşısındakini kandırmaz ama kolaylıkla yadsıyamayacağı biçimde şaşırtır. Örneğin söz konusu olan sorundan büsbütün başka bir sorunu tanıtlamak, tanıtlanması gerekeni kendisiyle tanıtlamak, eksik tümevarım yapmak bu gibi yanıltmacalardandır.
Bu kısma kadar wikipedia kaynaklıdır.
Doğa Filozofları
Felsefe'nin doğuşunu, "Doğa filozofları" olarak isimlendirilen düşünürlere bağlamak, genel kabul görmüş bir prensiptir.
Ben de, felsefe tarihinin bu başlangıç noktası üzerinde kısaca durmak istiyorum:
Doğa filozofları, güney batı Anadolu kıyılarında, İonia'da, kadim Yunanistan'da ya da güney İtalya'da, İ.Ö. 6. ve 5. yüzyıllarda yaşamış Yunan düşünürleridir. Gerçeği, tabiat üstü güçler yerine, doğal olguların yardımı ile izâha çalışan ilk beyinler olarak, batı felsefesinin kurucuları sayılırlar.
Sistematik bir düşünce ekolüne sahip olmayan bu düşünürlerin, “Sokrates öncesi filozoflar” şeklinde isimlendirilmesi, İ.Ö. 5. yüzyılın sonlarında öğretisini geliştirmiş ve hakkında ayrıntılı sayılabilecek bilgilere sahibi olduğumuz ilk önemli filozof Sokrates'ten önce yaşamış olmalarındandır. Doğa filozofları hakkında bildiklerimiz, Platon, Aristoteles ve sonraları bu konuya eğilmiş bir kaç yazardan yapılmış alıntılarla sınırlıdır.
Bu dönem öncesi, Orta Doğu medeniyetlerinde, Hint uygarlığında ya da Kadim Yunan kültüründe karşılaştığımız düşünsel yapıtlar, hemen tamamı itibariyle dinî ve özellikle mitolojik unsurlar içermekte, her olayın kökenindeki gerçekler ve doğal hâdiselerin sebepleri, tanrıların işlevleri ile izah edilmektedir.
Aristoteles'in anlattığına göre, "Doğa filozofları" felsefî düşünceye ilk adımı, bir ilk neden (ilk temel töz, ilk temel madde, temel ilke, yunanca arkhe) aramak maksadiyle atmışlardır.
Onları bu düşünceye iten söylem, "Hiçten, hiç bir şey çıkmaz” (Ex nihilo, nihil fit) prensibidir. Kendisi meydana gelmemiş, yok olmayacak bir varlığın mevcudiyetini kabul etmek, sistematik düşünce açısından bir zorunluluk olarak belirmiş ve ilk düşünürlerin tüm beyinsel çabalarını odakladıkları ana merkez hâline dönüşmüştür.
Miletos Üçlüsü :
İlk filozoflar, İonia'nın Ege denizine açılan, yakın doğu'nun eski, köklü ve uygar ülkeleri ile yapılan ticaretin merkezi, hareketli bir liman kentinden, Miletos'dan çıkmıştır. Miletos'luların kadim Mısır ve Bâbil öğretilerine nüfûz edebilme imkânları yanında, şehirdeki fikir hürriyeti, felsefenin bu kentte doğmuş olmasını kolayca izâh edebilmektedir.
Miletos Okulu olarak da isimlendirilen, Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, varoluşun sistematiği ile değişim üzerinde düşünerek, çeşitli, ama benzer teoriler geliştirmişlerdir. Miletos Okulu, başardığı işlerle olmasa bile, giriştikleri açısından ve özellikle daha sonraki felsefî çalışmalara ışık tutan, yerinde sualleri ile büyük önem kazanmıştır.
Prensip itibariyle, Doğa'da mevcut her şeyin bir tek öz maddeden oluştuğu görüşündedirler. Bu inanca dayanarak, önce "doğa"nın (Physis) varlık bulduğunu öne sürmüşlerdir.
Thales :
Yalnız bir filozof değil, aynı zamanda çok önemli bir bilim adamı olan Thales'in yaşadığı dönemi, (# İ.Ö. 625 - 545) İ.Ö. 585 yılında olduğu bilinen bir güneş tutulmasını, önceden haber verdiği bilgisinden hareketle tahmin edebiliyoruz. Yunan mitolojisinin etkilerini üzerinden atamamış bir düşünür olmasına rağmen, felsefenin babası olarak nitelendirilmesi, doğa görüşünü ilk defa deneylere ve bunları da düşünsel prensiplere bağlama başarısı yüzündendir.
Thales felsefesinde önem taşıyan husus, “neyin var olduğu”, “neyin gerçek olduğu” ya da “neyin gerçekten var olduğu” sorusu üzerinde düşünmüş olmasından kaynaklanır. Doğada var olan şeylerin tahdidî bir listesini yapmaya değil, nenlerin varlığa dönüşmeleri ve sonra da yok olup gitmeleri olgusunu irdelemeye çabalamıştır. Onun gözünde, “Neyin var olduğu” sorusunu yanıtlamanın geçerli yolu, birlik ile çokluk ya da görünüş ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi doyurucu bir biçimde ifâde edebilmektir. Gözle görünebilir ya da algılanabilir varlıkların ve bunların geçirdiği değişimlerin oluşturduğu kaotik düzenin gerisinde, akılla anlaşılabilir, kalıcı ve sürekli bir gerçekliğin var olduğuna inanmıştır. Thales bu gerçekliğin, “su” olduğunu öne sürmüştür. Bir başka deyişle Thales için temel töz, ya’ni "arkhe" sudur. Her şey sudan türemiştir ve yine suya dönecektir. Düz bir tepsi gibi olan yeryüzü, su üstünde, sonsuz Okeanos'da yüzmektedir. Kendisinden sonra gelen düşünürlerce en çok üzerinde durulacak konulardan biri olan, "Bu temel tözden, nasıl ve niçin bir takım nenler meydana geldi ?" sorusu üzerinde, hemen hiç durmamıştır.
Kadim felsefenin bir anlamda tarihini yazmış olan Aristoteles, Thales’i bu sonuca, herşeyin sıvı bir varlıktan beslendiği, sıcağın da sudan türeyip, suyla beslendiği, herşeyin tohumunun nemli bir yapıda olduğu gözleminin götürdüğünü söyler. Buharlaşma, suyun buhar ya da hava olabilmesini, donma ise suyun toprağa dönüşümünü akla getirmiştir. Onu arkhenin su olduğu sonucuna götüren nedenler ne olursa olsun, onu felsefe tarihinde önemli kılan unsur, verdiği yanıttan çok, sorduğu “Temel töz nedir?” sorusudur.