Arama

Ramazan ve Oruç - Tek Mesaj #26

Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
15 Nisan 2006       Mesaj #26
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Arapçada “Savm” diye ifade edilen orucun kelime anlamı her hangi bir şeyden kendini tutmak demektir. Islamdaki anlamı müslüman olan birisinin Allah’a yaklaşmak niyetiyle, fecr-i sadıktan ( imsaktan) güneşin batmasına kadarki zaman süresince yemekten, içmekten ve cinsel ilişkiden kendini alıkoymasıdır. Ramazanda oruç ibadeti muhkem farzlardandır. Inkar eden kafir olur, tutmayan ise fasık olur.

Ramazan orucunun farz olduğu kitap, sünnet ve icma'ı ümmetle sabittir. Yani oruç tutmayı Allah (c.c) emretmiştir. Bu emir Kur'an-ı Kerimde açık bir şekilde vardır. Peygamber (s.a.v) hadisleriyle Ramazanın farz olduğunu haber vermiştir. Bir kısmına aşağıda yervereceğimiz bu hadisler bütün hadis ve fıkıh kaynaklarında vardır. Ayrıca, Peygamber (s.a.v) den günümüze kadar gelmiş geçmiş bütün islam alimleri ve bütün mezhep imamları Ramazan ayın-da, şartları tutan herkesin oruç tut-masının farz olduğu görüşünde ittifak etmişlerdir.

Bundan dolayıdır ki bütün islam alimleri, Ramazan ayında oruç tutmanın farz olduğunu inkar edenin islam dininden çıktığını söylemişlerdir. Yani bir insan, oruç diye bir ibadet yoktur dese veya oruç ibadeti vardır ama Ramazan ayında değil de Recep ayındadır, Şaban ayındadır, Muharrem ayındadır, Aşure günündedir gibi saptırmalarla orucun zamanının Ramazan-dan başka aylarda olduğunu iddia etse veya orucu hayvansal gıda almamak şeklinde yorumluyarak bir nevi perhizden ibaret olduğunu söylese islam inançlarına göre kafir sayılır. Çünkü orucun nezaman, nekadar ve nasıl tutulacağı hem Kur'an-ı Kerimle hem Hadislerle hemde islam ümmetinin icma'ı ile (ittifak ile) sabittir.

Konunun ayrıntılarına geçmeden önce oruçla ilgili bir kaç noktaya, okuyucularımızın dikkatini çekmek istiyoruz.

Ramazan orucu, Resulullah (s.a.v)'ın hicretinden bir sene sonra yani hicretin 2. Senesinin Şaban ayında ve zekattan sonra farz kılınmıştır. Ancak Ramazan orucu farz kılınmadan önce hem Mekke toplumunda hemde Medine toplumunda orucun varolduğunu görüyoruz.

Hz. Aişe (r.anha) den dediki: “cahiliye döneminde Kureyş halkı Aşure gününde oruç tutarlardı. Resulullah (s.a.v) da o günde oruç tutardı. Resulullah (s.av) Medineye geldiğinde hem kendisi aşure günü oruç tuttu hemde başkalarına, o günde oruç tutmalarını emretti. Ramazan orucu ile ilgili ayetler nazil olunca, Ramazan orucu farz oldu, aşure orucu ise terk edildi. Artık isteyen aşure orucunu tuttu isten tutmadı.”(1)

Ramazan orucu farz olmadan öncede oruç tutulduğuna dair sahih hadis kaynaklarında onlarca hadis olmakla birlikte, hem Mekke hemde Medine toplumundaki oruç ibadetini anlat-ması itibariyle Hz. Aişe (r.anha)nin rivayetini buraya almayı tercih ettik. Bu rivayetten de anlaşıldığı gibi Mekke-liler, islamdan önce oruç ibadetini yapıyorlardı. Ayrıca kendilerine göre namaz da kılıyorlardı, hac da yapıyor-lardı. Kâbeye hürmet ve saygı gösteriyorlardı. Kâbenin yakı-nındaki bir meclise gelenler, önce tavaf eder sonra gider meclise otururlardı. Mekke içinde ve yaklaşık 20 kilometrelik çevresinde suç işlemenin Kâbeye saygısızlık olacağı gerekcesiyle bundan kaçını-yorlardı. Kur'an-ı Kerimde haram aylar diye adlandırılan Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarına da hürmet ederlerdi. Bu aylarda kendilerini daha çok ibadete verirlerdi.

Bütün bu yaptıklarıyla birlikte Lât, Uzzâ, Menât ve Hubel adındaki putları da severlerdi. Onların huzurlarına çıkar, saygı ve hürmetlerini arzederlerdi. Uhud savaşında, Peygamber (s.a.v) e karşı elde ettikleri kısmî zafer sonrası, Mekke ordusunun komutanı olan zat "Şanın yüce olsun ey Hubel" diyerek bu saygısını yüksek sesle ifade ediyordu. Işte bu davranışları, yukarıda adı geçen ibadetlerini ve iyiliklerini hiçe indiriyordu. Çünkü ibadet katkısız Allah için olması gerekir. Öyle olmadığı takdirde o ibadetin değeri de olmaz. Mekkenin fethinden sonra inen ve hicretin dokuzuncu yılı haccında Arafatta vakfe esnasında okumak üzere Resulullah (s.a.v) tarafında görevlendirilen Hz. Ali (r.a) nin okuduğu "Ey iman edenler! müşrikler, ancak bir pisliktirler, artık bu yıllarından sonra Mescid-i Harama yaklaşmasınlar..." (2) ayeti kerime, tevhid yani herşeyde Allah'ın birliği, tekliği ve eşsizliği inancı üzerine oturtul-mayan hiçbir ibadetin, Allah'ın nezdinde zerre kadar değeri olmadığını net bir biçimde açıklamaktadır.

Bedir savaşında müşrik ordusundan esir alınan Mekkelilerle, Resulullah (s.a.v) in yanında cihad edenler arasındaki karşılıklı konuşmada, Mekkelilerin "Siz Allah'ın bir olduğuna, öldükten sonra dirilmenin hak olduğuna ve Allah yolunda cihad etmenin farz olduğuna inanıyorsanız biz de Mekkeye gelen hacılara su dağıtıyoruz, Mescid-i Haramı imar edip bakımını yapıyoruz." demeleri üzerine inen "Siz hacılara su dağıtma işi ile Mescid-i Haramın imarını, Allah'a ve ahiret gününe iman edipte Allah yolunda cihad eden kimselerin işi gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında bir olamazlar. Allah, zalimler topluluğuna hidayet ihsan etmez." (3) ayeti yukardaki görüşü teyid etmektedir.

Işte görüldüğü gibi hiç bir iyi iş tevhid ölçeğindeki imanın dengi olamaz ve tevhid inancı üzerine inşa edilmeyen hiç bir amelin de Allah'ın nezdinde değeri yoktur. Öyleyse önce şek ve şüphe taşımayan katkısız imana sahip olmak, sonra salih amel yapmak Allah'ın nezdinde kıymet ifade eder. (4) Salih amelin yapılış şekli ve detayları Kur'anda, Sünnette ve fıkıh kitaplarında açıklanmıştır. Allah'ın rızasını kazanmak için yapılan her iş buna dahildir. Farz ibadetlerden nafile ibadetlere kadar, insanlara iyilik etmekten bakıma muhtaç canlıları yedirip içirmeye kadar.

Medineye gelince orada yaşayan: yahudiler ve hristiyanlar, Tevrat ve Incil gibi birer semavî kitaba sahip olmaları nedeniyle kendilerini Allah'a daha yakın sayıyorlardı. Kendilerine göre ibadet vakitleri, günleri ve ayları vardı. Kur'an-ı Kerimin ifadesine göre onlara da oruç tutmak farz kılınmıştı. (5) Özellikle Aşure günü oruç tuttukları sahih kaynaklara göre kesindi, fakat Kur'an-ı Kerime ve Hz. Peygambere iman etmedikleri için yaptıkları ibadetlerin hiç bir değeri olmadığını gine Kur'an-ı Kerimden anlıyoruz. "Ey kendilerine kitap verilenler! Biz bir takım yüzleri silip arkalarına çevirmeden, yahut cumartesi ashabını lanetlediğimiz gibi onlarıda lanetlemeden önce, beraberinizde olan Tevratı (tevhid hususunda) tasdikleyici olarak bulunan Kur'an-ı Kerime iman edin. Allah'ın (azab) emri olagelmiştir." Ayeti bu konuda açıktır.

Daha önce yaşayan bazı toplulukları, yaptıkları günahlardan dolayı Allah (c.c) yüzlerini ters çevirdiğini ön görüntülerini silip yok ettiğini, cumartesi günleri için koyduğu av yasağını dinlemeyip balık avlayanları lanetlediğini hatırlatarak, o günkü yahudilere: eğer iman etmezseniz sizin de yüz simanızı değiştiririz, yahut sizi de lanetleriz diyerek uyarıyor. Zira din Allah'ındır, dilediğini emreder dilediğini yasaklar ve dilediği gibi hüküm koyar hiç kimsenin Allah'a: "Ben sana inanır ve ibadet ederim ama benim istediğim gibi" demeye hakkı yoktur. Yahudi ve hiristiyanlar Allah'ın emrettiği gibi değil de kendi işlerine geldiği gibi inanıp ibadet ettikleri için lanetlenip dalâlette yani hidayetin dışında sayılmışlardır.
Son düzenleyen Safi; 5 Temmuz 2016 02:17