Arama

Atatürk'ün yaptığı yenilikler nelerdir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 10 Kasım 2013 Gösterim: 21.744 Cevap: 21
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Aralık 2009       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ya delircem 1.5 satten beri arıom cevaplıın ya bıktım eeeee
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Ya delircem 1.5 satten beri arıom cevaplıın ya bıktım eeeee

ATATÜRK VE MATEMATİK (2)

Sponsorlu Bağlantılar
Atatürkün yaşamında (1881-1938) ilk olağanüstü başarısı, 1893 yılında, çocukluk çağında, orta öğrenimi döneminde matematik dersinde
olmuş ve bunun sonucu olarak dersin öğretmeni Onun adına Kemal ismini eklemiştir. Atatürk, Selanik Askeri Rüştiyesinde geçen bu
olayla ilgili anısını şöyle anlatıyor:
… Rüştiyede en çok matematiğe merak sardım. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar belki de daha fazla bilgi edindim.
Derslerin üstündeki sorularla uğraşıyordum, yazılı sorular düzenliyordum. Matematik öğretmeni de yazılı olarak cevap veriyordu.
Öğretmenimin ismi Mustafa idi, bir gün bana dedi ki:
-Oğlum senin de ismin Mustafa benim de. Bu, böyle olmayacak, arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun.
O zamandan beri ismim gerçekten Mustafa Kemal oldu.
Öğretmen sert bir adamdı. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize:
Aramızda kendine kimler güveniyor kalksınlar, onları müzakereci (çalıştırıcı) yapacağım dedi.
Önce duraksadım. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı tercih ettim.Bunlardan birinin çalıştırıcılığı altına girdim, çalışmanın ortasında
daha fazla dayanamadım. Ayağa kalkarak:
- Ben bundan daha iyi yaparım dedim, bunun üzerine öğretmen beni çalıştırıcı yaptı. Eski çalıştırıcıyı benim müzakerem altına verdi.
Askeri Rüştiyeyi bitirdiğimde matematik merakım epeyce ilerlemişti.Manastır Askeri İdadisinde matematik pek kolay değildi. Bununla
uğraşımı sürdürdüm… İdadide iken bıkmaksızın çalışıyorduk. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı.
Sonunda idadiyi bitirdim. Harbiyeye geçtim, burada da matematik merakı sürüyordu… (1)
Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesindeyken, matematik öğretmeni yüzbaşı Mustafa efendi sınıfa gelmediğinde, onun yerine birçok kez bu
dersi vermiştir(2).
Atatürk, yaşamının askeri öğrenim sonrası dönemlerini, ulusal ve uluslar arası büyük savaş ve devrim olayları içinde, aklın ve bilimin
kılavuzluğunu izleyen Büyük Asker, Ulusal ve Çağdaş Devlet kurucusu, Yirminci Yüzyılın Gerçek Önderi olarak geçirdi. O nun bu dönemlerde,
ölümünden yaklaşık birbuçuk yıl öncesine değin matematikle ne ölçüde uğraştığını bilmiyoruz. Bu konuda, Türk Dil Kurum Başuzmanı
A.Dilaçar ın 10.11.1971 tarihli bir yazısı(1) çok ilginç bilgiler vermektedir. Bu yazıdan öğrendiğimize göre, Atatürk ölümünden birbuçuk yıl kadar önce, üçüncü Türk Dil Kurultayından (24-31 Ağustos 1936) hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında kendi eliyle Geometri adlı bir kitap yazmıştır .
Atatürk, bunu, birtakım Fransızca geometri kitaplarını okuduktan sonra hazırlamış ve yapıt ilk kez 1937 yılında Geometri öğretenlerle, bu
konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır (3).
Bu 44 sayfalık yapıttaki boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap,kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters
açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen,dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal,
yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev,alan, varsayı, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir(3).
Yapıttaki tanımların tümünü Atatürk yazmıştır. Her tanım, ilgi kavramıtüm öğeleriyle eksiksiz ve açık biçimde anlatmakta, özel ve temelli
nitelikleri içermektedir. Gerekli ve yeterli örnekler de verilmiştir.Tanınmış bilim tarihçisi Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, tam bir
yetkiyle, bu Geometri kitabını, küçük fakat anıtsal bir yapıt diye nitelendirmiştir(4).
Atatürk, yaşamının önemli bir kesimini tarihin en büyük savaşlarından mbirinin içinde, ulusal ve evrensel sorumluluklar yüklenerek
geçirdikten yıllarca sonra, düzenli bir mantık ve bilgi disiplini kesinlikle gerektiren matematik alanında, yeni türettiği terimlerle
böylesine özlü bir yapıtı yazmakla, dil ve matematikteki üstün yeteneğini kanıtlamıştır. Atatürk ün yaşamında çok belirgin bir
örneğini izlediğimiz gibi, aslında dil ile matematiksel kültür arasında sıkı bağıntı vardır. Atatürk ün dehasında, dil ve matematik
gibi aklın değişik disiplinleri birbirini karşılıklı olarak hep olumlu yönde etkilemiş ve geliştirmiştir. Atatürk, Fen terimleri o suretle
yapılmalı ki anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin (5) demiş ve bunu, Osmanlıca çok sayıda terimin yerine öz Türkçe karşılıklarını
türetirken üstün bir başarıyla gerçekleştirmiştir.
Atatürk ü, Geometri adlı yapıtını yazmaya zorlayan nedenleri, O nun dil çalışmalarını yakından izlemek olanağını bulabilen tanınmış dil
uzmanı A. Dilaçar şöyle açıklıyor:
” … Atatürk hep matematikle uğraşırdı. Eski geometri terimleri çok ağdalı idi. Gen bile, uzun uzun bu terimleri okuduğum halde,
şimdikiler Imışısında güçlüğünü daha iyi anlıyorum. Pedagojide bir gerçek var: Fıkır yolunun açık olması, bir ip ucunun bulunması
lazımdır. Yoksa bir külçe gibi çöker. Müselles kelimesini ele alalım.Arapça okullarımızdan kaldırılmıştır. Sülüs’ten müştak (türetilmiş)
bir kelime olduğunu öğrenin nasıl bilsin Arapça soğurucu bir dildir.Örneğin “müsteşrik” “şark” kelimesinden gelmiş bir kelimedir. Önüne,
ortasına, arkasına birtakım heceler eklenmiş. Bunun aslını bulmak bir Arapça gramer meselesidir, Okullarımızdan Arapça, Farsça kaldırılmış
olduğundan, öğren id “müselles”i küde kelime olarak karşısında görecektir. “Uç” aklına gelmeyecektir. Ama müselles yerine “üçgen”
dersek, hır üç var. “Gen”. Atatürk’e göre “genişlikten” alınmıştır.Bir ipucu var. “Dörtgen” dörtten gelmiştir. Bir ipucu vardır. “Eşit”,
denk anlamında olan “eş”ten gelmiştir. Ama müsavi Arapça bir kelimedir. Bu sebeple Atatürk’ün prensipleri burada da doğru idi. On
im için bu en ağdalı olan bu bilim dalını ele aldı ve kitabı örnek olarak bıraktı…
Atatürk’ün matematik terimlerini türetme ve bunları öğretimeyerleştirme çalışmaları konusunda Prof. Dr. Vecibe Latıpoğlu, şu bilgilen veriyor:
” … Atatürk, matematiği iyi bildiği ve sevdiği için, terim devrimine matematikten başlamıştır, denilebilir. Çünkü Türk Dili (Belleten)’in
Şubat 1937 tarihli yayınından bir ay sonra, Atatürk, ceyb (sinüs) ve tece^b (koşmuş)’m Türkçe karşılıklarının bulunması için 29 Mart 1937
tarihli Ulus Gazetesine ilan verdirerek bir yarışma açtırmıştır…
Sonunda hazırlanan bütün terimler, Türk Dili (Belleten) dergisinin Ekim 1937 tarihli sayısında yer almıştır. Terimler, Türkçe-Osmanlıca,
Osmanlıca-Türkçe, Fransızca-Türkçe olmak üzere sıralanmış ve ön sırayı matematik terimleri almıştır…
Atatürk terim çalışmalarının ülkedeki etkisini öğrenmek için, 1937 yılı sonbaharında, Sivas’a giderek, vaktiyle Sivas Kongresini
topladığı lise binasında, dokuzuncu sınıfın geometri dersine girmiştir’”1′. Bu derste eski terimlerle öğrenimin zorluğunu birkez
daha saptayan Atatürk, “Bu anlaşılmaz terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez” diyerek kitabı atmış ve sonra tahta başına geçip “dili”
yerine “kenar”, “müselles” yerine “üçgen”, “müselles mütesaviyül adla” yerine “eşkenar üçgen”, “zaviye” yerine “açı” terimlerini kullanarak
ünlü Pısagor teoremini öğrencilere anlatmıştır”‘. Atatürk, bu inceleme gezisinde yanında bulunan Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a tüm okul
kitaplarının yeni terimlerle, hemen yarılması emrini vermiş ve Türkçeleştirilmiş terimlerle iki ayda hazırlanan kitaplar bütün okullara Kültür Bakanlığınca gönderilmiştir’ .
Atatürk’ün türettiği matematik terimleri ve yaptığı geometri tanımlarının hemen hemen tümü bugüne değin değişmeksizin kullanıla
gelmiştir. O’nun türettiklerinden sadece birkaç terim sonradan küçük ölçüde değiştirilmiştir. Örneğin Fransızca “hypothese’in karşılığı
olan Osmanlıcıdaki” faraziye’nin yerine Atatürk, Türkçe “varsayı” terimini türetmiş ve sonradan bu terim varsayım” biçimini almıştır.
Aynı şekilde O’nun “tümey açı”, “bütey açı” terimlerinin yerini “tümler açı”, “bütünler açı” terimleri almıştır. Çok az sayıda ve
sınırlı olan bu terim değişikliklerini, Atatürk’ün dildeki temel ilkesinin doğruluğunun birer kanıtı saymak gerekir.
Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk’ün çalışmalarını yıllarca yakından izleyebilmiş insanlardan biri olarak, O’nun bilime ve matematiğe
verdiği önemi şöyle belirtiyor:
” … Atatürk, kendi yetiştiği devrin müspet ilimlerini mesleki uzmanlığı bakımından bellediği vakit, berrak ve müspet bir görüşe
sahip olabileceğini ve her hangi bir meseleyi matematiksel bir kesinlikle çözümlemeyi hedef tuttuğunu söylerdi.”
Prof. Dr. A. İnan, 25.1.1982 tarihli özel bir yazısında bu konuyla ilgili olarak şöyle diyor:
” Bilindiği gibi ilim konusu iki büyük bölümde işlenir ve bunlardan faydalanılır: Müspet ilimler, Sosyal ilimler.
Atatürk gerek öğrencilik devirlerinde gerekse ömrü boyunca bu her iki ilimden çok faydalanmıştır. Mesela tarih onun için bir geçmişin
hikayesi değil, günümüzde bu olanlardan ders almanın önemli olduğuna inanmıştır.Diğer taraftan asıl müspet ilimlerin başında gelen matematik bilgisi Atatürk için başlıca bir konudur. Çünkü matematik insan topluluklarına müspet yol gösteren re uygulamasında yarar sağlayan müspet bir ılımdalıdır. İşte Atatürk bu ilime çok değer verdiği için hem nazarı kısımları çok iyi bellemiş, hem de bunların uygulamasına her bakımdan
önem vermiştir. Hatta matematik terimlerinin bugün kullandığımı;deyimleri tamamen kendi buluşları ile saptamıştır.
Atatürk bu konuda konuşurken özellikle söylediklerinden şunları anımsıyorum: “Ben öğrenim devrimde matematik konusuna çok önem ı’ermiş
ini dır ve bundan hayatımın çeşitli safhalarında başarı elde etmek için faydalanmış olduğumu söyleyebilirim. Onun için herkes matematik
bilgisinin çok gerekli olduğuna inanmalıdır.”
Matematiksel kühüre böylesine önem veren Atatürk’ün bu konudaki çalışmaları, tarihte çok az sayıda örneklerine rastlayabildiğimiz
Büyük Eğitimci niteliği de olan devlet adamlarından bin olarak kendisine seçkin bir yer sağutmada etken olmuştu. O’nun olağanüstü
başarılı yaşamı, akademisinin girişine “Matematik bilmeyen buruya girmesin” diye yazan, antik çağın ünlü filazofu Platon (Eflatun) (M.Ö.
427-347.)’ün bu dileğinin yararını modern çağda kanıtlamıştır,denilebilir.

M.KEMAL ATATÜRK’ÜN TÜRKÇEMİZE KAZANDIRDIĞI MATEMATİKSEL TERİMLER

ESKİ İSMİ
YENİ İSMİ
Maksumunaleyh BÖLEN
Taksim BÖLME
Haric-i Kısmet BÖLÜM
Kabiliyet-i Taksim BÖLÜNEBİLME
Zarb ÇARPI
Mazrup ÇARPAN
Mazrubata Tefrik ÇARPANLARA AYIRMA
Muhit-i daire ÇEMBER
Tarh ÇIKARMA
Amudi DİKEY
Gaye
LİMİT
Aşa’ri ONDALIK
Kat’ı Mükafti PARABOL
EHRAM PİRAMİD
Menşur PRİZMA
İhtisar SADELEŞTİRME
Suret PAY
Mahrec PAYDA
Hatt-ı Mümas TEĞET

vs…Atatürk’ün bulduğu terimlerin hemen hemen çoğu bugüne dek hiç değiştirilmeden kullanılmıştır. O’nun sadece birkaç terimi sonradan biraz değişikliğe uğramıştır.Mesela varsayı-varsayım, tümey açı-tümler açı, bütey açı-bütünler açı haline gelmiştir.Atatürk ayrıca bu kitabı eğitim sisteminde uygulanmasını sağlamış ve 13 Kasım 1937 tarihinde Sivas’ta geometri dersine girmiş,kendisi ders anlatmıştır.*
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
22 Aralık 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Ya delircem 1.5 satten beri arıom cevaplıın ya bıktım eeeee

ATATÜRK VE MATEMATİK (2)

Sponsorlu Bağlantılar
Atatürkün yaşamında (1881-1938) ilk olağanüstü başarısı, 1893 yılında, çocukluk çağında, orta öğrenimi döneminde matematik dersinde
olmuş ve bunun sonucu olarak dersin öğretmeni Onun adına Kemal ismini eklemiştir. Atatürk, Selanik Askeri Rüştiyesinde geçen bu
olayla ilgili anısını şöyle anlatıyor:
… Rüştiyede en çok matematiğe merak sardım. Az zamanda bize bu dersi veren öğretmen kadar belki de daha fazla bilgi edindim.
Derslerin üstündeki sorularla uğraşıyordum, yazılı sorular düzenliyordum. Matematik öğretmeni de yazılı olarak cevap veriyordu.
Öğretmenimin ismi Mustafa idi, bir gün bana dedi ki:
-Oğlum senin de ismin Mustafa benim de. Bu, böyle olmayacak, arada bir fark bulunmalı. Bundan sonra adın Mustafa Kemal olsun.
O zamandan beri ismim gerçekten Mustafa Kemal oldu.
Öğretmen sert bir adamdı. Sınıfta birinci, ikinci tanımıyordu. Bir gün bize:
Aramızda kendine kimler güveniyor kalksınlar, onları müzakereci (çalıştırıcı) yapacağım dedi.
Önce duraksadım. Ayağa öyleleri kalktı ki ben kalkmamayı tercih ettim.Bunlardan birinin çalıştırıcılığı altına girdim, çalışmanın ortasında
daha fazla dayanamadım. Ayağa kalkarak:
- Ben bundan daha iyi yaparım dedim, bunun üzerine öğretmen beni çalıştırıcı yaptı. Eski çalıştırıcıyı benim müzakerem altına verdi.
Askeri Rüştiyeyi bitirdiğimde matematik merakım epeyce ilerlemişti.Manastır Askeri İdadisinde matematik pek kolay değildi. Bununla
uğraşımı sürdürdüm… İdadide iken bıkmaksızın çalışıyorduk. Sınıfta birinci, ikinci olmak için hepimizde şiddetli bir gayret vardı.
Sonunda idadiyi bitirdim. Harbiyeye geçtim, burada da matematik merakı sürüyordu… (1)
Mustafa Kemal, Selanik Askeri Rüştiyesindeyken, matematik öğretmeni yüzbaşı Mustafa efendi sınıfa gelmediğinde, onun yerine birçok kez bu
dersi vermiştir(2).
Atatürk, yaşamının askeri öğrenim sonrası dönemlerini, ulusal ve uluslar arası büyük savaş ve devrim olayları içinde, aklın ve bilimin
kılavuzluğunu izleyen Büyük Asker, Ulusal ve Çağdaş Devlet kurucusu, Yirminci Yüzyılın Gerçek Önderi olarak geçirdi. O nun bu dönemlerde,
ölümünden yaklaşık birbuçuk yıl öncesine değin matematikle ne ölçüde uğraştığını bilmiyoruz. Bu konuda, Türk Dil Kurum Başuzmanı
A.Dilaçar ın 10.11.1971 tarihli bir yazısı(1) çok ilginç bilgiler vermektedir. Bu yazıdan öğrendiğimize göre, Atatürk ölümünden birbuçuk yıl kadar önce, üçüncü Türk Dil Kurultayından (24-31 Ağustos 1936) hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında kendi eliyle Geometri adlı bir kitap yazmıştır .
Atatürk, bunu, birtakım Fransızca geometri kitaplarını okuduktan sonra hazırlamış ve yapıt ilk kez 1937 yılında Geometri öğretenlerle, bu
konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır (3).
Bu 44 sayfalık yapıttaki boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap,kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters
açı, taban, eğik, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen,dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal,
yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev,alan, varsayı, gerekçe gibi terimler Atatürk tarafından türetilmiştir(3).
Yapıttaki tanımların tümünü Atatürk yazmıştır. Her tanım, ilgi kavramıtüm öğeleriyle eksiksiz ve açık biçimde anlatmakta, özel ve temelli
nitelikleri içermektedir. Gerekli ve yeterli örnekler de verilmiştir.Tanınmış bilim tarihçisi Ord. Prof. Dr. Aydın Sayılı, tam bir
yetkiyle, bu Geometri kitabını, küçük fakat anıtsal bir yapıt diye nitelendirmiştir(4).
Atatürk, yaşamının önemli bir kesimini tarihin en büyük savaşlarından mbirinin içinde, ulusal ve evrensel sorumluluklar yüklenerek
geçirdikten yıllarca sonra, düzenli bir mantık ve bilgi disiplini kesinlikle gerektiren matematik alanında, yeni türettiği terimlerle
böylesine özlü bir yapıtı yazmakla, dil ve matematikteki üstün yeteneğini kanıtlamıştır. Atatürk ün yaşamında çok belirgin bir
örneğini izlediğimiz gibi, aslında dil ile matematiksel kültür arasında sıkı bağıntı vardır. Atatürk ün dehasında, dil ve matematik
gibi aklın değişik disiplinleri birbirini karşılıklı olarak hep olumlu yönde etkilemiş ve geliştirmiştir. Atatürk, Fen terimleri o suretle
yapılmalı ki anlamları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin (5) demiş ve bunu, Osmanlıca çok sayıda terimin yerine öz Türkçe karşılıklarını
türetirken üstün bir başarıyla gerçekleştirmiştir.
Atatürk ü, Geometri adlı yapıtını yazmaya zorlayan nedenleri, O nun dil çalışmalarını yakından izlemek olanağını bulabilen tanınmış dil
uzmanı A. Dilaçar şöyle açıklıyor:
” … Atatürk hep matematikle uğraşırdı. Eski geometri terimleri çok ağdalı idi. Gen bile, uzun uzun bu terimleri okuduğum halde,
şimdikiler Imışısında güçlüğünü daha iyi anlıyorum. Pedagojide bir gerçek var: Fıkır yolunun açık olması, bir ip ucunun bulunması
lazımdır. Yoksa bir külçe gibi çöker. Müselles kelimesini ele alalım.Arapça okullarımızdan kaldırılmıştır. Sülüs’ten müştak (türetilmiş)
bir kelime olduğunu öğrenin nasıl bilsin Arapça soğurucu bir dildir.Örneğin “müsteşrik” “şark” kelimesinden gelmiş bir kelimedir. Önüne,
ortasına, arkasına birtakım heceler eklenmiş. Bunun aslını bulmak bir Arapça gramer meselesidir, Okullarımızdan Arapça, Farsça kaldırılmış
olduğundan, öğren id “müselles”i küde kelime olarak karşısında görecektir. “Uç” aklına gelmeyecektir. Ama müselles yerine “üçgen”
dersek, hır üç var. “Gen”. Atatürk’e göre “genişlikten” alınmıştır.Bir ipucu var. “Dörtgen” dörtten gelmiştir. Bir ipucu vardır. “Eşit”,
denk anlamında olan “eş”ten gelmiştir. Ama müsavi Arapça bir kelimedir. Bu sebeple Atatürk’ün prensipleri burada da doğru idi. On
im için bu en ağdalı olan bu bilim dalını ele aldı ve kitabı örnek olarak bıraktı…
Atatürk’ün matematik terimlerini türetme ve bunları öğretimeyerleştirme çalışmaları konusunda Prof. Dr. Vecibe Latıpoğlu, şu bilgilen veriyor:
” … Atatürk, matematiği iyi bildiği ve sevdiği için, terim devrimine matematikten başlamıştır, denilebilir. Çünkü Türk Dili (Belleten)’in
Şubat 1937 tarihli yayınından bir ay sonra, Atatürk, ceyb (sinüs) ve tece^b (koşmuş)’m Türkçe karşılıklarının bulunması için 29 Mart 1937
tarihli Ulus Gazetesine ilan verdirerek bir yarışma açtırmıştır…
Sonunda hazırlanan bütün terimler, Türk Dili (Belleten) dergisinin Ekim 1937 tarihli sayısında yer almıştır. Terimler, Türkçe-Osmanlıca,
Osmanlıca-Türkçe, Fransızca-Türkçe olmak üzere sıralanmış ve ön sırayı matematik terimleri almıştır…
Atatürk terim çalışmalarının ülkedeki etkisini öğrenmek için, 1937 yılı sonbaharında, Sivas’a giderek, vaktiyle Sivas Kongresini
topladığı lise binasında, dokuzuncu sınıfın geometri dersine girmiştir’”1′. Bu derste eski terimlerle öğrenimin zorluğunu birkez
daha saptayan Atatürk, “Bu anlaşılmaz terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez” diyerek kitabı atmış ve sonra tahta başına geçip “dili”
yerine “kenar”, “müselles” yerine “üçgen”, “müselles mütesaviyül adla” yerine “eşkenar üçgen”, “zaviye” yerine “açı” terimlerini kullanarak
ünlü Pısagor teoremini öğrencilere anlatmıştır”‘. Atatürk, bu inceleme gezisinde yanında bulunan Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a tüm okul
kitaplarının yeni terimlerle, hemen yarılması emrini vermiş ve Türkçeleştirilmiş terimlerle iki ayda hazırlanan kitaplar bütün okullara Kültür Bakanlığınca gönderilmiştir’ .
Atatürk’ün türettiği matematik terimleri ve yaptığı geometri tanımlarının hemen hemen tümü bugüne değin değişmeksizin kullanıla
gelmiştir. O’nun türettiklerinden sadece birkaç terim sonradan küçük ölçüde değiştirilmiştir. Örneğin Fransızca “hypothese’in karşılığı
olan Osmanlıcıdaki” faraziye’nin yerine Atatürk, Türkçe “varsayı” terimini türetmiş ve sonradan bu terim varsayım” biçimini almıştır.
Aynı şekilde O’nun “tümey açı”, “bütey açı” terimlerinin yerini “tümler açı”, “bütünler açı” terimleri almıştır. Çok az sayıda ve
sınırlı olan bu terim değişikliklerini, Atatürk’ün dildeki temel ilkesinin doğruluğunun birer kanıtı saymak gerekir.
Prof. Dr. Afet İnan, Atatürk’ün çalışmalarını yıllarca yakından izleyebilmiş insanlardan biri olarak, O’nun bilime ve matematiğe
verdiği önemi şöyle belirtiyor:
” … Atatürk, kendi yetiştiği devrin müspet ilimlerini mesleki uzmanlığı bakımından bellediği vakit, berrak ve müspet bir görüşe
sahip olabileceğini ve her hangi bir meseleyi matematiksel bir kesinlikle çözümlemeyi hedef tuttuğunu söylerdi.”
Prof. Dr. A. İnan, 25.1.1982 tarihli özel bir yazısında bu konuyla ilgili olarak şöyle diyor:
” Bilindiği gibi ilim konusu iki büyük bölümde işlenir ve bunlardan faydalanılır: Müspet ilimler, Sosyal ilimler.
Atatürk gerek öğrencilik devirlerinde gerekse ömrü boyunca bu her iki ilimden çok faydalanmıştır. Mesela tarih onun için bir geçmişin
hikayesi değil, günümüzde bu olanlardan ders almanın önemli olduğuna inanmıştır.Diğer taraftan asıl müspet ilimlerin başında gelen matematik bilgisi Atatürk için başlıca bir konudur. Çünkü matematik insan topluluklarına müspet yol gösteren re uygulamasında yarar sağlayan müspet bir ılımdalıdır. İşte Atatürk bu ilime çok değer verdiği için hem nazarı kısımları çok iyi bellemiş, hem de bunların uygulamasına her bakımdan
önem vermiştir. Hatta matematik terimlerinin bugün kullandığımı;deyimleri tamamen kendi buluşları ile saptamıştır.
Atatürk bu konuda konuşurken özellikle söylediklerinden şunları anımsıyorum: “Ben öğrenim devrimde matematik konusuna çok önem ı’ermiş
ini dır ve bundan hayatımın çeşitli safhalarında başarı elde etmek için faydalanmış olduğumu söyleyebilirim. Onun için herkes matematik
bilgisinin çok gerekli olduğuna inanmalıdır.”
Matematiksel kühüre böylesine önem veren Atatürk’ün bu konudaki çalışmaları, tarihte çok az sayıda örneklerine rastlayabildiğimiz
Büyük Eğitimci niteliği de olan devlet adamlarından bin olarak kendisine seçkin bir yer sağutmada etken olmuştu. O’nun olağanüstü
başarılı yaşamı, akademisinin girişine “Matematik bilmeyen buruya girmesin” diye yazan, antik çağın ünlü filazofu Platon (Eflatun) (M.Ö.
427-347.)’ün bu dileğinin yararını modern çağda kanıtlamıştır,denilebilir.

M.KEMAL ATATÜRK’ÜN TÜRKÇEMİZE KAZANDIRDIĞI MATEMATİKSEL TERİMLER

ESKİ İSMİ
YENİ İSMİ
Maksumunaleyh BÖLEN
Taksim BÖLME
Haric-i Kısmet BÖLÜM
Kabiliyet-i Taksim BÖLÜNEBİLME
Zarb ÇARPI
Mazrup ÇARPAN
Mazrubata Tefrik ÇARPANLARA AYIRMA
Muhit-i daire ÇEMBER
Tarh ÇIKARMA
Amudi DİKEY
Gaye
LİMİT
Aşa’ri ONDALIK
Kat’ı Mükafti PARABOL
EHRAM PİRAMİD
Menşur PRİZMA
İhtisar SADELEŞTİRME
Suret PAY
Mahrec PAYDA
Hatt-ı Mümas TEĞET

vs…Atatürk’ün bulduğu terimlerin hemen hemen çoğu bugüne dek hiç değiştirilmeden kullanılmıştır. O’nun sadece birkaç terimi sonradan biraz değişikliğe uğramıştır.Mesela varsayı-varsayım, tümey açı-tümler açı, bütey açı-bütünler açı haline gelmiştir.Atatürk ayrıca bu kitabı eğitim sisteminde uygulanmasını sağlamış ve 13 Kasım 1937 tarihinde Sivas’ta geometri dersine girmiş,kendisi ders anlatmıştır.*
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
22 Aralık 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Atatürkün eğitim alanında yaptığı çalışmalar

Atatürk ün eğitim politikası kendi zamanının diğer devlet politikalarından farklıydı. O tarihlerde ülkeler kendi eğitim politikalarını yani eğitim felsefelerini oluştururken mensubu oldukları unsurları eğitim sisteminin içine koyuyorlardı. Örneğin faşist İtalya kendi eğitim politikasını kendi devlet yapısına göre şekillendiriyordu. Aynı şekilde totaliter devletlerde eğitim politikalarını oluştururken din faktörünü temel esas olarak almışlardır. Yani bütün eğitim politikalarını tek bir unsur üzerine inşa ediyorlardı. Bunun örneğini Osmanlı İmparatorluğunda görmekteyiz. Atatürk bütün bunları görmüş ve eğitimin felsefi manada monist yani tekçi olmamasının gerektiğini belirterek yeni Türk eğitiminin temelini atarken eğitimin birden fazla unsuru kapsamasına özen göstermiş ve Türk eğitim felsefesinin temeline bilimi, akılı ve fenni koymuştur.
Atatürkçü düşünce sistemi eğitimde yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu esas alır.
Atatürk eğitim için yön belirlerken Osmanlıdan devraldığı mirası göz önünde bulundurmuştur. Yeni eğitim sisteminin bu miras üzerine kurulamayacağını çok iyi biliyordu ve yapmış olduğu devrimlerle eğitime yön vermiştir. Çünkü Osmanlı imparatorluğunun eğitim sistemi geleneksel dediğimiz totaliter bir biçimdeydi. Son zamanlarda yenileşme hareketlerinin etkisiyle de eğitim alanında yenilikler olmuştur. Yeni okulların kurulması ile beraber geleneksel eğitim ile yenilikçi okullar beraber eğitim vermeye başlamış ancak buda eğitimde ikiliklerin olmasına sebep olmuştur. Osmanlı imparatorluğundaki eğitim sisteminin aksayan bir diğer yanı da eğitimde karma sistemin olmaması idi yani erkekler okuma yazma öğrenirken kızlara bu hak pek fazla verilmemekteydi. Osmanlı imparatorluğu yıkılırken hakkın %90 ı okuma yazma bilmiyordu.

Atatürk eğitim politikasını oluştururken akıl ve bilimi esas almıştır. Bunu yaparken de batılılaşmayı hedef olarak görmüştür. Asıl hedef ise muasır medeniyetler seviyesine çıkmaktır.

Maarifimizin böyle kötü şartlar içinde bulunduğu bir sırada Yunanlılarla harp devam etmekte. Sakarya da savunma hazırlıkları sürdürülmektedir. Maarifin Milli Mücadele kadar önemli olduğunu belirten Mustafa Kemal Paşa 15 Temmuz 1921 de Ankara da Maarif Kongresi nin toplanmasını istedi ve kongrede yaptığı konuşmada; Bizi yaşatmak istemeyenlere karşı, yaşamak hakkımızı savunmak üzere toplanan TBMM burada, Ankara da kuruldu. Bugün Ankara Millî Türkiye nin Millî Maarifini kuracak kongrenin açılmasına da sahne olmakla bir daha şereflenecektir. Şimdiye kadar takip edilen talim ve tahsil ve terbiye usullerinin milletimizi tarihi tedenniyatında (gerilemesinde) en mühim bir âmil olduğu kanaatindeyim. Onun için bir millî terbiye programından bahsederken, eski devrin hurafatından ve evsafı fıtriyemize (milli bünyemize) hiçte münasebeti olmayan yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelebilen bilcümle tesirlerden uzak, seciye-i milliye ve tarihiyemizle mütenasip bir kültür kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam olarak gelişmesi böyle bir kültür ile temin olunabilir.

Bu görüşü ile Atatürk geleneksel eğitimin yenilenen Türk toplumunun ihtiyaçlarını gidermekte yetersiz kaldığını belirtmiştir.

Atatürk ulusal eğitimin yaygınlaşması için; eğitime ve öğretmenlere çok işin düştüğünü belirterek 24 Mart 1923 günü Kütahya lisesinde yaptığı konuşmada şunları söylemiştir: Toplumumuzu gerçeğe ve mutluluğa eriştirmek için iki orduya gerek vardır. Biri, vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri ulusun geleceğini yoğuran irfan ordusu.

Eğitimin temel görevinin devletin varlığını sürdürmek olduğunu bilen Atatürk, 27 Ekim 1922 günü yaptığı konuşmada “çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsun onlara temel olarak şunları öğreteceğiz: 1) Ulusuna 2) Türkiye devletine 3) Türkiye büyük millet meclisine düşman olanlarla savaşma gereği.

Büyük eğitimci ve devlet adamı olan Atatürk ün eğitim ve eğitimciye verdiği önemden sonra Türk eğitim modelinin geliştirilmesinde dikkate alınması gereken temel ilkeler vardır. Bu ilkeler incelendiğinde görülecektir ki Atatürk ün eğitimle ilgili düşünce ve görüşleri bu günden daha moderndir. Eğitimde bize yol gösteren ilkeler şunlardır:

1. Eğitimimiz ulusal olmalıdır.

2. Eğitimimiz bilimsel olmalıdır.

3. Eğitimimiz uygulamalı olmalıdır.

4. Eğitimimiz karma olmalıdır.

5. Eğitimimiz laik olmalıdır

Tabi bu ilkeler günümüzde uygulananım derecesi nedir o tartışılır. Ancak Türk eğitim sistemimizin daha ileri olması için bu ilkelerin uygulanması gerektiği söylenebilir.

Atatürk ün eğitim felsefesini inceledikten sonra günümüzde eğitim cumhuriyetten sonra değişimlere uğramıştır. Cumhuriyetten sonra gelen hükümetler hep kendi zihniyetlerine uygun eğitim politikalarını oluşturmuştur. Bu da Türkiye cumhuriyetinde bir eğitim karmaşasına sebep olmuştur. Yani her gelen ya bir şey almış veya bir şey koymuştur. Türk eğitim felsefesinin yukarıda saydığımız eğitim ilkelerine uygun olması gerektiğine inanıyorum çünkü bu ilkeler bizi muasır medeniyetler seviyesine çıkaracaktır. Ancak günümüzde yeni hükümet AKP hükümeti birazda olsa eğitimin kalitesini artırmak için bir şeyler yapmaya çalışmaktadır ancak bunlar yeterli değildir. Son dönemlerde eğitime ayrılan bütçenin savunma bütçesinden fazla olması gibi bir uygulama önemli ve olumlu bir uygulamadır. Son dönem Osmanlı imparatorluğunda olduğu gibi hala kızların okullu olmaması gibi bir uygulama az da olsa kırsal kesim dediğimiz bölgelerde hala devam etmektedir. Bunu aşmak için devletin haydi kızlar okula kampanyası dikkate şayan bir uygulamadır. Bundan başka devletin halen uygulamakta olduğu eğitime %100 destek kampanyası da eğitim için çok önemli bir uygulamadır. Bu konuda biz halk, aydın, ve işçi, memur, v.b. herkese düşen görevlerin olduğunun daima bilincinde olmamız gerektiğine inanmaktayım. Onun için; devletimizin eğitim için yaptıklarını sonuna kadar desteklemeliyiz ve elimizden gelen her şeyi ortaya koymalıyız. Çünkü; çocuklar bizim çocuklarımız, okullar bizim okullarımız, kısacası devlet bizim devletimizdir. Özellikle ülkemizde hala devam etmekte olan kızların okula gönderilmemesi gibi çağdışı uygulamaların önüne geçmek için hep beraber el ele vererek çalışmalıyız.

Eğitim ve Kültür Alanındaki Devrimler: Yozlaşmış kurumlardan biri olan medreseler kapatılmış, öğretim birleştirilmiş(tevhid-i tedrisat kanunu), yeni Türk harfleri kabul edilmiş, yüksek öğretimler kurumları düzenlenmiştir. Atatürk Osmanlıdaki eğitim sistemini toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyeceği görüşündedir. Bu nedenle modern eğitim sisteminin oluşturulmasına karar vermiştir. Bu konuda Arap alfabesinin kaldırılması ile eğitimde modernleşme hareketleri hız kazanmıştır.

__________________
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
22 Aralık 2009       Mesaj #4
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
A.YENİ MÜZİK KURUMLARIMIZIN AÇILMASINDA ATATÜRK’ÜN ÖNDERLİĞİ
Atatürk, her türlü yenilik ve ilerlemede öncü olma görevini üstlenen bir liderdi.Atatürk, yeni müzik kurumlarımızın açılmasında da öncülük etmeyi sürdürmüştür. Onun sayesinde Osmanlı zamanından kalma mevcut müzik aletlerini iyileştirmiş,modernleştirmiş ve gelişmiştir. Bunların yanı sıra, kapatılan kurumların yerine çağdaş uygarlık seviyesine uygun ve ulusal müzik anlayışımıza yakışır yeni müzik kurumları açılmıştır.
Atatürk’ün önderliğinde,müzik alanında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır;
* Ankara’da ‘’Musiki Muallim Mektebi ‘’kuruldu (1924).
* ’’Mızıka-i Hümayun’’Ankara’ya taşınarak ‘’Riyaset –i Musiki heyeti ‘’adını aldı(1924)
* İstanbul Belediye Konservatuvarı kuruldu(1926).
* Ankara Devlet Konsevatuvarı kuruldu(1936).
* Gazi Terbiye Enstitüsü Müzik Bölümü kuruldu(1937)
* Ankara’da Askeri Müzik Okulu öğretime açıldı(1938)
Bu kurumlar, Atatürk’ün düşünceleri ve direktifleri doğrultusunda günümüze kadar gelişerek gelmiştir.’ün düşünceleri ve direktifleri doğrultusunda günümüze kadar gelişerek gelmiştir.Günümüzde çağdaş Türk müziğinin temeli olan bu kuruma, çeşitli senfoni orkestraları konservatuvarlar, üniversitelerin bünyesinde açılan müzik bölümleri, operalar, güzel sanatlar fakülteleri ve liseleri eklenmiştir.
B.MÜZİK SANATCILARININ ATATÜRK’ÜN MÜZİK GÖRÜŞLERİ
DOĞRULTUSUNDA YETİŞTİRİLMESİ
Atatürk döneminde, çağdaş Türk müziğinin geliştirilmesi için; ‘’Türk beşleri’’ diye adlandırılan kişilerden oluşan ve müziğimizin bugünkü çağdaş seviyeye ulaşmasında büyük emeği geçen sanatçılardan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Necil kazım Akses Devlet bursu ile müzik eğitimi için yurt dışına gönderilmişlerdir.
Ankara’da Musiki Muallim Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka öğrenciler de gönderilmeye başlandı.Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka öğrenciler de gönderilmeye başlandı.Mektebinin kurulmasından sonra Avrupa’ya başka öğrenciler de gönderilmeye başlandı. Avrupa’daki eğitimini tamamlayan genç sanatçılar, yurda döndükten sonra hem çağdaş anlamda müzik eserleri bestelemiş hem de çeşitli müzik okullarında öğretmenlik yapmışlardır.
1934 yılın da’’ Milli Musiki ve Temsil Akademisi Kuruluş Kanunu’’ çıkarıldı. ‘’Müzik İnkılabı’’nın pıroğramını yapmak için bir kurul oluştuldu. Bu konu için Avrupa’dan getiri,len uzmanlar çalıçmalara abşladılar. Ankara devlet konservatuvarından çağdaş bbesteci ve yorumcular yetiştirildi. Ayrıca Paul Hindemith (Paul Hindemit) ve Bela Bartok gibi büyük müzik adamları da Türkiye’de araştırma ve incelemeler yapmış ve müzik alanında kendilerinden yararlanılmıştır.
Atatürk’ün sağlığıbda başlatılan müziğimizin geliştirilmesine yönelik çalışmalara ölümünden sonra da devam edilmiştir.
1948 yılında, üstün yetenekli çocukların yurt dışına öğrenim görmeleri için özel bir yasa çıkarıldı. Bu yasa doğrultusunda yurt dışına ilk gönderilen sanatçılar, Piyanist İdil Biret ve Kemancı Suna kandır.
C.ATATÜRK’ÜN MÜZİK GÖRÜŞMELERİNİ ÇÖZÜMLEYİŞ VE YORUMLAYIŞ

Toplumlardaki değişiklikler ve yenilikler, kendini önce müzikte göstermektir. Bunu fark eden Atatürk, müziğe gereken önemi vermiş ve bu alanda büyük atılımlaer gerçekleştirilmiştir. Atatürk, güzel sanatlar içinden müziğe verdiği önemi, konuşmalarında da dile gelmiştir. Bu konuşmalarının birinde ‘’ bir ulusun musiki eğitiminde önem verilmezse, o ulusu ilerletmenin mümkün olmayacağını ‘’görüşünü belirtmiştir. ‘’diyerek rmüzik konusun da biliçli olarak hareket ettiğini vurgulamıştır.
Atatürk, müzikle ilgili düşüncelerini ‘’müzik hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.’’sözü ile belirtmiştir. O, müziğin toplum hayatında çok önemli bir yeri olduğunu ise
‘’Hayatta müziklazım değildir. Çünkü hayat müziktir. Müzikileilgiliolmayan varlık insan değildir. Eğer söz konusu olan hayat insan hayatı ise, müzik mutlaka vardır. Müziksiz hayat saten mevcut olmaz.’’ Sözleri ilebelirtmiştir.
Atatürk; ‘’Her milletin kendisine özgü gelenek ,kendine göre ,milliği özellikleri vardır. Hiçbir millet aynen giğerbirmilletin taklitçisi olmamalıdır... Milliği müziğimizi, modern teknik içinde yükseltme çalışmalarına,daha çok emek verilecektir. Dünyanın her türlü ilminden,buluşundan,gelişmesinden istifade edelim,lakin unutmayalım, asıl temeli kendi çizdiğimizden çıkarmak mecburiyetindeğiz’’sözleriile ulusal müziğin özünü koruyarak geliştirilmesini vurgulamıştır.
Atatürk’ün yaptığı türkmüzik inkilabını kısaca; ‘’Türk müziğini kendisine özgü geleneksel yapısı içinde,uslüp ve biçim özelliği değiştirilmeden geliştirilmesi ve çağdaş bir yapıya kavuşturulması’’ sözleri ile ulusal müziğin özünü koruyarak geliştirilmesini vurgulamıştır.
Atatürk’ün yaptığı Türk müzik inkilabınınn kısaca; ‘’türk müziğinin kendisine özgü geleneksel yapısı içinde, uslüp ve biçim özelliği değiştirilmeden geliştirilmesi ve çağdaş bir yapıya kavuşturulması’’ diye özetleyebiliriz.
Türkiye’miz müzik alanında dünyadaki saygın ülkeler arasında yer almaktadır. Ülkemizin müzikalanında bu kadar ilerlemesinin en büyük nedeni, Atatük’ün belirlediği müzik ilkeleri doğrultusunda Cumhuriyet Döneminde başlatılan çalışmaların günümüze kadar aynı hızla devam etmesidir.


Ç.ATATÜRK’ÜN BELİRLEDİĞİ MÜZİK İLKELERİ DOĞRULTUSUNDA YAPILAN ÇALIŞMALAR VE SAĞLANAN GELİŞMELER
Atatürk’ün müzikle ilgili görüşlerini hayata geçirmesinde uyulması gereken temel düşünceler, onun belirlediği müzik ilkelerine dayanmaktadır.
Türk müziği, türk müzik inkılabından sonra her yönüyle bir atılım içine girmiştirn. Ulusallıktan çağdaşlığa çağdaşlıktan evrenselliğe ilkesiyle yapılan çalışmalar sonucu, müziğimizde büyük gelişmeler sağlanmıştır. Müzikile ilgili gelişmeler doğrultusunda amaçları gerçekleştirmek için çeşitli müzik kurum ve kuruşları açılmış,burada eğitim gören nöğrenciler, Atatürk’ün belirlediği ilkeler doğrultusunda yetiştirilmiştir. Bu çalışmalar, devam ederek günümüze kadar gelmiştir.

Atatürk’ün belirlediği müzik ilkeleri doğrultusunda yapılan çalışmaları ve sağlanan gelişmeleri şöyle sıralayabiliriz.

• Türk halk ezgileri derlenmiş, notaya alınmış ve yayımlanmıştır.
• Bu eserleri seslendirmek ve yorumlamak için orkestıralar ve korolar kurulmuştur.
• Müziğimizde yeni bir kavram olan çok seslilik kullanılmaya başlanmıştır.
• Halk ezgilerinin, batı tekniği ile çok seslendirme çalışmaları yapılmıştır.
• Aynı ezgilerimiz, çağdaş tekniklerle işlenerek özgün eserler bestelenmiştir.
• İlk türk operası olan “Özsoy Operası “Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenip sahneye koyulmuştur.
• Türkçe operalar sahneye konulmuştur.
• Geleneksel Türk halk müziği,geleneksel Türk sanat müziği ve çağdaş çok sesli Türk müziği alanlarında değerli sanatçılar ve öğretmenler yetiştirilmiştir.
• Çeşitli üniverstelere bağlı fakültelerde müzik bölümleri açılmıştır.
• Çeşitli müzik guruplarımız yurt dışında düzenlenen festivallere katılarak büyük başarılar elde etmişlerdir.
• Ülkemizde, uluslar arası özelliğe sahip bir çok müzik festivali düzenlenmektedir
alıntı
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
22 Aralık 2009       Mesaj #5
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Saltanatın Kaldırılışı

Milli kurtuluş hareketinin bütün cephelerde başarıya ulaşması sonrasında, düşman ülkeler barış görüşmeleri için teklifte bulunmuşlardır. Barış görüşmelerine Ankara Hükümeti'nin yanı sıra İstanbul Hükümeti de davet edilmiş, böylece Milli Meclis'e bir tezgah kurulmaya, tuzak hazırlanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda, İstanbul Hükümeti'nin sadrazamı Tevfik Paşa, Ankara'ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal'e bir telgraf çekerek ortak hareket etmeyi teklif etmiştir.
Neticede TBMM, İstanbul'daki işgal kuvvetlerine bir yazı göndermiş, barış konferansına katılabileceklerini, fakat İstanbul Hükümeti'yle ortak hareket etmelerinin mümkün olmadığını bildirmiştir. Çünkü, Tevfik Paşa'nın teklifini kabul etmek, Anadolu'da gerçekleştirilen Kuva-yi Milliye hareketine, İstanbul Hükümetini de ortak etmek olacaktı. Konunun hemen akabinde Mustafa Kemal, 30 Ekim 1922'de TBMM'yi toplayarak saltanatın kaldırılması yönünde çalışmaları başlatmıştır. Fakat meclis içindeki bazı üyeler "saltanatsız iktidar ve hilafet olamayacağı" görüşünü savunarak bu girişimi engellemeye kalkışmışlardır. Bu engellemelere karşın, Mustafa Kemal'in konunun önemini ve hassasiyetini bildiren konuşmasından sonra "hakimiyetin kayıtsız ve şartsız millete" ait olduğu kabul edilmiş, 3 Kasım 1922 günü, saltanat kaldırılmıştır.

Cumhuriyet'in Kuruluşu

İstanbul Hükümeti'nin, işgal kuvvetlerinin 'kukla yönetimi' durumunda olması ve bu hükümet tarafından Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından Anadolu'da kurulan milli hükümete karşı alınan cephe, bir süre sonra, kimin yönetimde olacağı sorusunu gündeme getirmiştir. Aynı problem TBMM içinde de kendini göstermiş, bazı üyelerin saltanat ve hilafeti yaşatma düşüncesinde oldukları görülmüştür. Yeniden saltanat ve hilafete dönülürse, verilen mücadele boşa gitmiş, milletin hakimiyeti tekrar sorumsuz yönetime geçmiş ve geriye dönülmüş olacaktı. Oysa yenilikçi ve inkılapçı düşünceyi kendine şiar edinen Mustafa Kemal'in bu fikirlerinden taviz vermesi beklenemezdi:
"... 25 Nisan 1920 tarihinde TBMM, Mustafa Kemal, Celaleddin Arif, Cami Bey, Fevzi Paşa, İsmet Buey, Hamdullah Suphi ve Hakkı Behiç tarafından oluşan bir yürütme komitesi seçerek 1 Mayıs 1920'de kabul edilen 5 maddelik bir kanunla seçilecek olan hükümetin seçiliş ilkeleri belirlenir. Kısa bir süre sonra da yapılan bir değişiklikle bakanların Millet Meclisi Başkanı tarafından gösterilecek adaylar arasından seçimi kabul edilir. Bu uygulama ile artık 'milletin hakimiyetine' dayanan bir hükümet yapısı kabul edilmiş olacaktır."
Meclis'in yenilenmesi için yapılan seçimler sonucu I. dönem milletvekillerinin çoğu değişmiş, hakimiyetin millette olduğuna inanan milletvekilleri, II. dönem çoğunluk olmuşlardı. Dolayısıyla artık Cumhuriyet'in kurulmasına müsait bir zemin vardı. Hem Meclis'teki durum, ve hem de Fethi Bey kabinesinin 27 Ekim 1923'te istifa etmesi sonucu ortaya çıkan hükümet boşluğu, Mustafa Kemal'i harekete geçirmiş ve Türk Milletinin karakterine uygun olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 günü ilan edilmiştir.
Mustafa Kemal, bu gelişmenin ardından Türkiye Cumhuriyeti'nin başkanlığına getirilmiş, İsmet (İnönü) Bey'i de başbakanlığa atayarak kabineyi kurdurmuştur. Atatürk aşağıdaki sözleriyle de yönetim şeklini açıklamıştır:

"...Bugünkü hükümetimiz doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilatı ve hükümetidir ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümetle millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet, millet hükümettir."
"...Türk Milletinin yaratılış ve şiarına en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. Türk Milleti hakimiyetini şümullü bir surette gösteren yeni idareye kavuşuncaya kadar daima mevcut kurumların siyasetlerine yabancı kalmıştır."

Hilafetin Kaldırılışı

Halifelik makamı, Mısır hükümdarı Kansu Gavri'de, işlerliğini kaybetmiş bir şekilde, göstermelik olarak duruyordu. Yavuz Sultan Selim'in 1517 tarihindeki Ridaniye Seferinden sonra Türkler'e geçen halifelik bu tarihten sonra yeniden güç kazanmıştır. Hilafet makamı, Osmanlı İmparatorluğu'nun güçlü olduğu dönemlerde dünya Müslümanları üzerinde etkili olmuştur. Fakat, zayıflama döneminde, devlet bu gücü kullanamaz hale gelmiştir.
Milli Meclis tarafından saltanatın kaldırılmasıyla hilafet makamına getirilen Abdülmecit Efendi'nin, kendine kanunla verilmiş olan sıfatlarının dışında "han", "peygamber halifesi" gibi sıfatları da kullanması, padişah gibi davranması ve cuma selamlıklarında gövde gösterisi yapması, yurtdışından kışkırtıldığı açıkça belli olan bu tartışmalara Mustafa Kemal'in yakın arkadaşlarının da katılması, ortalığı karıştırmaya başlamıştı. Bu durum genç Cumhuriyet'i tehlikeye sokmaya başladığından, 3 Mart 1924 tarihinde, TBMM'de verilen bir kanun teklifi ile hilafet makamı ortadan kaldırılmış, Osmanoğulları soyu yurt dışına gönderilmiştir. Bu ciddi durumu Atatürk şu sözleriyle açıklar:

"Efendiler; açık ve kesin söylemeliyim ki, İslamları, bir halife heyulasıyla işgal ve iğfal gayretinde bulunanlar, yalnız ve ancak İslamların ve özellikle de Türkiye'nin düşmanlarıdır. Böyle bir oyuna hayal bağlamak yalnız ve ancak cehalet ve gaflet eseri olabilir."

Hukuk Alanındaki İnkılaplar

Hilafetin kaldırılmasıyla beraber, 3 Mart 1924 günü Şeriye ve Evkaf Bakanlığı'nın ve Şeriye Mahkemeleri'nin kaldırılmasıyla, hukuk konusunda yeni düzenlemeler yapılacağının işaretleri verilmiş oldu.
Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, kurumlardaki yozlaşma adalet sistemini de etkilemiş, kadılardaki başıbozukluk, adaleti güçlünün lehine kullanır hale getirmiştir. Mahkemeler, "Mecelle" adı verilen ve Hanefi fıkhına göre hazırlanmış kanunlara göre işlerdi. Mecelle, yarı teokratik ve yarı laik bir özellik taşımasına rağmen, günün gelişen şartlarına uyum gösteremiyor ve bazı hükümleri de uygulanamıyordu.
Yeni Türkiye devletinin kurulmasıyla eski yönetimin işlerliğini kaybetmiş bütün kurum ve kuruluşlarının da yeni bir yapıya oturtulması gerekmişti. Çünkü Osmanlı devletindeki bazı uygulamalar, geçmiş yıllarda sorunsuz işlemiş olsalar da, değişen ve gelişen koşullar karşısında aksaklıklar meydana gelmiştir. Bu bozulan kurumlardan biri de adalet kurumudur. Atatürk, bu başıbozukluğu ve çözüm yolunu şöyle açıklamıştır:
"Önemli olan nokta , adalet anlayışımızı, kanunlarımızı, adalet teşkilatımızı, şimdiye kadar bizi şuurlu, şuursuz tesir altında bulunduran, asrın gereklerine uygun olmayan bağlardan bir an evvel kurtarmaktır. Millet, her medeni memlekette olan adalet işlerindeki ilerlemenin, memleketin ihtiyaçlarına uyan esaslarını istiyor. Millet hızlı ve kesin adaleti temin eden medeni usulleri istiyor. Milletin arzu ve ihtiyacına tabi olarak adalet işlerimizde her türlü tesirlerden cesaretle silkinmek ve hızlı ilerlemelere atılmakla asla tereddüt olunmamak lazımdır. Medeni hukukta, aile hukukunda takip edeceğimiz yol ancak medeniyet yolu olacaktır. Hukukta idare-i maslahat ve hurafelere bağlılık, milletleri uyanmaktan men eden en ağır bir kabustur. Türk Milleti, üzerinde böyle bir ağırlık bulunduramaz."
"...Milletin ateşli inkılap hamleleri esnasında sinmeye mecbur kalan eski kanun hükümleri, eski hukukçular gayret ve çalışma gösterenlerin etki ve ateşi yavaşlamaya başlar başlamaz derhal canlanarak inkılap esaslarını ve onun samimi takipçilerini ve onların aziz ülkülerini mahkum etmek için fırsat beklerler..."
"Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yabancı uyrukluların yargılanmasının kendi konsolosluklarına bırakılması bağımsızlık hakkıyla uyum göstermiyordu. Bu durum, Osmanlı adalet sisteminde onarılması güç yaralar açmıştı. Her ne kadar Lozan hükümleri uyarınca bu adli kapitülasyonlar kaldırılıyorsa da; yine de merkezden yönetilen adalet düzeni oluşturulması mümkün olamıyordu."
Bu olumsuz şartları ortadan kaldırmak için, 1923'te kurulan medeni kanun komisyonları, "Mecelle"nin ıslahı çalışmalarına başlamışsa da, bir netice alamadan faaliyetlerine son verilmiştir. Bu tıkanıklığı çözmek için harekete geçen Mustafa Kemal, hukuk sisteminde köklü, değişikliklere girişmiştir. Benzerlerine göre daha sade ve yeni olan İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu, 17 Şubat 1926 'da Prof. Dr. Mahmut Esat Bozkurt'un Adalet Bakanlığı sırasında kabul edilmiştir. Bu kanunla, azınlık cemaatleri de Medeni Kanun hükümlerini kabul etmiş oldular. Bu kanun çerçevesince ayrıca, 4 yıl içinde, Borçlar Kanunu, Ceza Kanunu, Kara Ticaret Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Hukuk ve Ceza Muhakemeleri Kanunu, İcra İflas Kanunu gibi kanunlar yürürlüğe girmiştir. Bu girişimlerden önce de, 5 Kasım 1925'de, Ankara Hukuk Fakültesi açılmıştır.
Medeni Kanun'la, Türkiye'de laik hukuk sistemine geçilmiş, kadın erkek eşitliği kabul edilmiş, medeni nikah ilkesiyle çok eşlilik kaldırılmış, kadının her alanda faaliyette bulunmasına imkan sağlanmıştır.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Ocak 2010       Mesaj #6
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
atatürkün ölçülerde yaptığı değişikler
Misafir çaresiz - avatarı
Misafir çaresiz
Ziyaretçi
3 Ocak 2010       Mesaj #7
Misafir çaresiz - avatarı
Ziyaretçi
atatürk ün yaptığı önderlikler . mümkünse kısa başlıklar. tşkler.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2010       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
atatürk ün cumhuriyetin sonra yaptıkları yenilikler
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ekim 2010       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
atatürk uzunluk ve kütle ölçülerinde yenilikler yaptı mı?
musti - avatarı
musti
Ziyaretçi
17 Nisan 2011       Mesaj #10
musti - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

Ya delircem 1.5 satten beri arıom cevaplıın ya bıktım eeeee

vallaha yaaaaaaa
cevaplayın

Benzer Konular

26 Ekim 2014 / Misafir Soru-Cevap
16 Kasım 2012 / Misafir Soru-Cevap
6 Şubat 2011 / meleimmxx Mustafa Kemal ATATÜRK
21 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap
14 Ocak 2017 / Misafir Cevaplanmış