Öyle Bir Dünya Yok!

Hazzetmediğimi bilmelerine rağmen; “5 liralık şey şurada 1 liraymış!” ya da “Şöyle şöyle yaparsan, böyle oluyormuş, gerçekten!” veya “Aslında o öyle değilmiş, biliyor musun!” gibisinden heyecanlı ve ikna etmeye zorlayan tavırlarla bana gelmemeleri gerektiği konusunda yeterince net bir tavır sergilediğimi sanıyordum, yanılmışım. Hayır, bunu sadece “yakın” diye adlandırmadığım “arkadaş”larım yapsa yine iyi; hepsi, özellikle de yakın arkadaşlarım yapıyor. Benim “iddialı” olan her duygu ve düşünceye karşı “cüretkar” bir muhalif olduğumu ne zaman anlayacaklar? Görünen o ki hiçbir zaman! Evet, hiçbir zaman anlamayacaklar ya da anladıkları zaman artık yakın veya “uzak” (örnekleri mevcut) arkadaşım olmaktan çıkmış olacaklar. Gereksiz hırslarla dolu sohbetlerine yaverlik edecek insanlardan geçilmeyen hayatlarında bu paylaşımları sanki özellikle benimle, inadıma inadıma yapıyorlar. İnadıma yapıyorlar, biliyorum. Ölçülü ve “renk vermeyen” (kendimi onların tanımlamasına bırakamam) tabiatımı tahrik etmek, kontrolden çıktığımı görmek ve beni “bayağılaştırmak” için yapıyorlar. Başka bir nedeni olamaz!

Bu konuyu bu derinlikte onlarla konuşamayacak olmamı belirtmeme de gerek yok sanırım. Bu gibi durumlarda bana kalansa; kalıplaşmış cümleler kullanmayı marifet sanan insanların baştan savma söylemlerine başvurmak oluyor. İnanın bana, seçenekleri gözden geçirmek istemeyecek kadar yılmış oluyorum. Dudaklarımın arasından “dozunda” bir alaycılıkla,  “Öyle bir dünya yok!” sözü dökülüveriyor; ve ucuz bir ilizyonun, bayağı bir idraktaki etkisi sayesinde (ve karşılıklı sırıtmaların ardından) bu işkenceden kendimi soyutlamayı başarabiliyorum. En azından bir sonraki tahrik seansına kadar…

Bahsi geçince aklıma geldi; bana karşı da çeşitli zamanlarda çeşitli dudaklar sarf etmişti bu sözü. Bembeyaz bir duvarın ortasındaki kocaman bir kara lekenin tartışmasız netliğinde hatırladığım, “adice” tuzağa düşürüldüğüm anlardan birisiydi. “Daha açık ol, benimle her şeyi konuşabilirsin; ne düşünüyorsan, ne hissediyorsan söyle lütfen, çekinmene hiç gerek yok…” diyerek kırmıştı direncimi. Tabii ki kuru sözlere teslim olmayacak kadar “kontrollü” olduğumu biliyorduk, ikimiz de. Bu yüzden “insafsızça” dans ettiriyordu kapkara gözbebeklerini, her kımıldayışlarında kalbimin mengenede sıkıştığını hissettiren upuzun kirpikleri arasında. İşte buna karşı koyamayacağımı da biliyorduk, ikimiz de. Nasıl direnebilirdim ki? Direnemedim…

Bana ilham veren bu yüksek tesirli manzara sayesinde o anki ve o ana kadarki tüm duygu ve düşüncelerimi adeta resmederek sunmuştum ona. En azından bir müddet sessiz kalıp da söylemesini beklerdim. Bu kadar ani olamazdı! O yüzden hiçbir şey diyemedim.

Sayfa: 1 2

Cevap Yaz