Dört Bir Yanı Tırlarla

Arabasına (gezi ya da eğlence amaçlı olduğu zamanlar hariç) her zamanki monotonluğuyla binerken; birazdan gireceği sabah trafiğini -yüksek öngörüsüyle- kayalık bir dağa elinde elli kilo yükle tırmanmak zorunda kalacak aceleci birisi gibi görüyor, ve bir o kadar da abartılı bir şekilde hayıflanıyordu. İlk birkaç kilometre sorun değildi. Günün hangi saati olursa olsun büyük bir huzurla ilerlediği bir yoldu. Ne var ki dört beş kilometre sonra “dertleri” başlayacaktı. Üstelik bu sabah, akşamdan devreden “Sıkıntılı Düşünceler Büyük İkramiyesi”‘nin “tek talihlisi”ydi. Arabasını çalıştırdı ve harekete geçmeden önce bir an eli teybe uzandı. Çok geçmeden hiç de müzik dinleyecek ruh halinde olmadığını fark ederek bundan vazgeçti. Alışık olduğu gibi huzur dolu kilometreleri yavaş yavaş tüketirken, gözleri şimdiden yolun sonuna bakar olmuştu. Acaba bu sabah kaç dakikasına mal olacaktı sıkışıklık? Kaç kere dur-kalk yapması gerekecek, kaç kişiyle göz göze gelerek “yol hakkı savaşı” verecekti? Fakat sorulması gereken çok daha “hayati”, çok daha “derin” sorular varken; trafiği sadece gözleriyle de takip edebilir, zihniyle daha haşır neşir olma işine bir an önce geçebilirdi. Sıkışıklığın bir parçası olduğu anda da böyle yaptı…

Dün geceki sözüyle ne demek istemiş olabilirdi? (O an gelecek cevabı karşılayabilecek cesarete sahip olsaydı bunu kendisine de sorabilirdi) Gerçekten de bunu ima etmiş olabilir miydi? (Öyle olduğundan neredeyse emindi) Bunu düşünürken sanki dudakları oynuyordu:

-Ya öyleyse?

Sayfa: 1 2 3 4 5

Cevap Yaz