Arama

İlluminati Nedir? - Sayfa 2

Güncelleme: 12 Temmuz 2017 Gösterim: 451.898 Cevap: 14
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Ağustos 2007       Mesaj #11
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
TAPINAK ŞÖVALYELERİ 2. BÖLÜM
Tapınak Şövalyeleri'nin Yahudilik'ten aldıkları tek etki, Kabala gibi mistik öğretiler değildir. Gerçek dinde makbul görülmeyen, ancak bazı dejenere Yahudiler'in benimsediği mal biriktirme ve tefecilik gibi faaliyetler, Tapınak Şövalyeleri tarafından aynen uygulanmıştır.

Allah Kuran'da "altın ve gümüşü biriktiren" haris kişiler hakkında şöyle buyurur:
"Ey iman edenler, gerçek şu ki, (yahudi) bilginlerinden ve (hristiyan) rahiplerinden çoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altını ve gümüşü biriktirip de Allah yolunda harcamayanlar... Onlara acı bir azabı müjdele. Bunların üzerlerinin cehennem ateşinde kızdırılacağı gün, onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak (ve "İşte bu, kendiniz için yığıp-sakladıklarınızdır; yığıp-sakladıklarınızı tadın" (denilecek)." (Tevbe Suresi, 34-35)

Seyahat etmek 12. yüzyılda oldukça tehlikeli bir işlemdi. Herhangi bir yolculuk sırasında hemen her an haydutlarla karşılaşma olasılığı söz konusuydu. Ticaret için gerekli olan para ve değerli madenlerin transferi de bu yüzden tehdit altındaydı. Tapınakçılar işte bu konjoktürden faydalanarak büyük paralar kazandılar. Keşfettikleri sistem şöyle işliyordu: Londra'dan Paris'e gitmek isteyen bir tüccar, öncelikle bu örgütün Londra'daki merkezine başvuruyor, parasını yatırıyor, karşılığında da şifreli bir not alıyordu. Paris'e vardığında ise, Tapınakçılar'ın buradaki merkezine gidiyor ve belirli bir faiz bedeli ödedikten sonra parasını çekiyordu.

Tüccarların yanı sıra bu sistemi en çok kullananlar Hıristiyan hacılardı. Filistin’e gitmek için yola çıkan zengin hacıların değerli eşyalarını Avrupa’da devralıp karşılığında çekler veriyorlardı. Filistin’e ulaşan yolcular orada bu çekleri paraya çevirebiliyorlardı ama Tapınakçılar’a yüklü bir faiz geliri bırakarak. Çek hesabını, Floransalı bankerlerden önce onlar icad etmişlerdi. Bağışlarla, silahlı fetihlerle, parasal işlemlerden elde ettikleri yüzdelerle adeta bir çok-uluslu şirket haline geldiler. İlk önemli kapitalizm uygulamalarının Amsterdamlı yahudilerce uygulandığını biliyoruz. Ama görülen o ki, Tapınakçılar da faiz kullanarak bankerlik yapıp bir tür Ortaçağ kapitalizmi yaratmışlardı. Para yatırıp çekiyorlar, faizi işletiyorlar, büyük bir özel banka gibi işlem yapıyorlardı.

Tapınakçıların ekonomik boyutu, Michael Baigent ve Richard Leigh’in birlikte yazdıkları The Temple and the Lodge (Tapınak ve Loca) adlı kitapta da vurgulanıyor. Yazarlar, "modern bankacılığın kökeninin Tapınakçılar olduğunu", % 60'a varan faiz oranlarıyla borç veren örgütün "Avrupa'daki servetin büyük bir bölümünü elinde bulundurduğunu", Fransız ve İngiliz saraylarının örgüte büyük miktarlarda borçlandıklarını bildiriyorlar.27 Kitapta örgütün ekonomik rolü ile ilgili olarak şöyle deniyor: "Hiçbir Ortaçağ kurumu kapitalizmin yükselişine Tapınakçılar kadar katkıda bulunmamıştır."

Böylelikle o derece zenginleştiler ki Avrupa’nın kralları borç para bulmak umuduyla kapılarını çalıyordu. Bunun neticesinde de krallıklar büyük oranlarda borçlu duruma düştüler. Diğer bir ifadeyle Avrupa ekonomisi bu örgüte bağımlı hale gelmişti. Bir dönem, İngiliz Krallığının mali işleri Tapınakçılar’ın Londra’daki merkezinden, Fransız Krallığı’nın mali işleri ise yine bu örgütün Paris’teki merkezinden yönetiliyordu. Söz konusu durum, onlara krallar ve alınan kararlar üzerinde söz sahibi olma, hatta istedikleri gibi kralları yönlendirme imkanı verdi.

Tapınakçılar'ın Gizemi ve Gotik Mimari
Adaylığı St. Bernard tarafından desteklenmiş olan, II. Innocent, Papa seçilince, Tampliyelere verdiği ilk ayrıcalık kendi kiliselerini inşa etme hakkıydı. Böyle bir ayrıcalık Kilise’nin tarihinde ilk defa görülüyordu. Bu ayrıcalık, bugün için çok fazla bir anlamı olmasa da, Kilise’nin hüküm sürdüğü ve en yetkin güç olduğu o dönemde çok fazla anlam içeriyordu. Tapınak şövalyeleri sadece Papa’ya karşı sorumlu olduklarından, diğer yetkililerin -ki bunların arasında krallar da vardı- kontrolünden kurtuluyorlardı. Elde ettikleri bu hakla Papa’ya olan sorumluluklarını da asgariye indirmiş oluyorlardı. Kendi kiliselerini inşa etmek demek; aynı zamanda kendi vergilerini toplamak ve kendi mahkemelerini oluşturmaları demekti. En önemlisi de kendilerine has dünya görüşlerini de kilisenin hiçbir baskısı olmadan buralarda gerçekleştirebileceklerdi.

Bu amaçla kendilerine özgü bir mimari anlayış oluşturdular. Bu mimari anlayışa “Gotik” adı verildi. Graham Hancock, The Sign and the Seal (İşaret ve Mühür) adlı kitabında gotik mimarinin 1134 yılında Chartres Katedrali’nin kuzey kulesinin yapım çalışmaları sırasında doğduğunu belirtiyordu. Bu çalışmaların arkasındaki kişi de gene Tapınakçılar’ın ruhani lideri St. Bernard’dı. St. Bernard kabalistik anlayış ve Tapınakçıların çok önem verdiği gizemlerin bu mimari şeklinde bulunmasına çok önem veriyordu. Aynı eser bu konuyu şöyle anlatıyordu:
“Tampliyelerin dinsel önderi St. Bernard, gotik mimarinin erken döneminde, bu stilin yaygınlaşması ve gelişmesinde yapıcı bir rol oynamıştır. 1134 yılında, Chartres Katedrali’nin kuzey kulesinin inşası sırasında St. Bernard gücünün doruklarındadır ve bu harika yapının inşasında, ama özellikle kuzey kulesinin yapımında kullanılan kutsal geometri ilkelerini sürekli olarak eserlerinde vurgulamıştır.”

Tüm Chartres Katedrali, büyük bir dikkatle, derin dinsel gizemlerin bir anahtarı olarak, özellikle dizayn edilmiştir. Örnek olarak; mimarlar ve duvarcı ustaları, yapının birçok farklı yerinde, taşlar üzerine karanlık anlamlar taşıyan törensel sözleri kazırken “gematria” (alfabedeki harfler yerine sayıların kullanıldığı eski bir ibrani şifre sistemi) kullanmışlardır. Aynı şekilde, süslemeciler ve heykeltraşlar da, yarattıkları binlerce farklı bezeme ve figürlerde, insan doğası, geçmiş olaylar ve İncil’in anlamı hakkında karmaşık mesajları dikkatlice gizlemişlerdir. Bir diğer örnek, kuzey kapısı üzerinde yeralan bir sahnede, bir öküz arabasına yerleştirilmiş olan Ahit Sandığı’nın bilinmeyen bir yöne doğru taşınması temsil edilmektedir. Silinmiş ve yıpranmış yazıtta “Hic Amicitur Archa Cederis” (Ahit Sandığı burada gizlidir) sözleri bulunmaktadır.”

“Tampliyelerin mimari ustalıkları neredeyse doğaüstü bir gelişmişlikte olup, özellikle kavisler ve sivri çatılarla dikkat çekmektedir... Sivri çatılar ve kavisler, aynı zamanda gotik mimari düzeninin ayırt edici özelliği olup, 12. yüzyılda inşa edilen Chartres ve diğer fransız katedrallerinde belirgindir. Bu yapıları, bilimsel anlamda, o dönemin mimari bilgilerinin izin verdiğinden çok daha üstün olarak değerlendiren uzmanlar vardır."

Hıttin Savaşı
1186 yılında Filistin’deki Latin Kralı Baldwin’in ölümüyle yerine Tapınakçılara olan yakınlığıyla tanınan Lusignan’lı Guy geçmişti. Yeni kralın en büyük yardımcısı ise Fransa kralı Louis’nin arkasından ikinci Haçlı savaşına katılan Antioch (Antakya) prensi Reynald de Chatillon’du. Haçlılar yurtlarına döndükleri zaman, Reynald geride kalmış, Tapınakçılarla sıkı bir dostluk bağı kurmuştu. Aynı zamanda Reynald’ın zalimliği kutsal topraklarda oldukça iyi biliniyordu. 4 Temmuz 1187 tarihinde haçlıların yaptığı en kanlı savaş olan Hıttin Savaşı gerçekleşti. Haçlı donanması 20.000 piyade ve yalnızca 1000 şövalyeden (atlı) oluşuyordu. Bu gücün toplanması ve oluşturulması çevredeki sınırı oluşturan şehirlerin gücünün tükenmesine, bununla birlikte ordusuz ve saldırıya açık şehirlerin oluşmasına neden olmuştu. Savaşın sonu Haçlı ordusu için tam anlamıyla bir hezimet olmuştu. Ordunun büyük kısmı hayatını kaybetmiş, sağ kalanların tamamı esir olarak alınmıştı. Kral da dahil olmak üzere ordunun önde gelenleri de ele geçirilenler arasındaydı. Haçlı orduları Filistin’de bulundukları 100 sene boyunca bölgedeki Müslümanlara çok eziyet etmiş olmalarına rağmen, bu savaşın mağlubu olarak kendilerine hiçbir kötü davranışta bulunulmamıştı.

Özellikle Tapınak şövalyelerinin kendi kaynaklarından elde edilen bilgilere göre, Müslüman ordusunun sultanı Selahaddin hiçbirinin arasında ayrılık gözetmemişti. Tapınak şövalyelerinin Büyük Üstadı ve Reynald de Chatillon hariç. Bu ikili o zamana kadar yaptıkları zalimliklerin karşılığında idam edildiler. Kral Guy ise bir yıl sonra Nablus’ ta tutulduğu hapishaneden bırakıldı. Tapınakçılar o döneme kadar Müslümanlara karşı yürütülen Haçlı saldırılarının ve katliamlarının da baş sorumlularındandı. Nitekim bu nedenle, Selahaddin Eyyübi, Hıristiyanların büyük bölümünü bağışlamasına rağmen, Tapınakçılar’ı işledikleri katliamlara bir karşılık olmak üzere idam ettirmişti.

Büyük İslam kumandanı Selahaddin Eyyubi, Haçlı Orduları’nı yendiği Hıttin Savaşı’nın ardından Filistin içindeki ilerlemesine devam etmiş ve ardından Kudüs’ü kurtarmıştı. Kudüs’ü kaybetmelerine ve pek çok kayıp vermelerine rağmen Tapınakçılar varlıklarını sürdürdüler. Filistin’deki Hıristiyan varlığının giderek küçülmesine rağmen, Avrupa’daki güçlerini artırarak başta Fransa olmak üzere pek çok Avrupa ülkesinde “devlet içinde devlet” oldular.

1291 tarihinde Haçlıların son kalesi olan Akka Müslümanlarca ele geçirildi. Kutsal Topraklar’ın tamamen yitirilmesiyle Tapınakçıların göstermelik var olma sebepleri de ortadan kalkmış oluyordu. Artık tüm dikkatlerini Avrupa’ya verebilirlerdi. Ama kısa bir geçiş süresine ihtiyaçları vardı. Bunun için Avrupa hanedanları içindeki dostlarından faydalandılar. Bunların arasında en ünlülerden birisi de Aslan Yürekli lakabıyla tanınan, dönemin İngiltere kralı Richard idi.
“Gerçekten Richard, Tampliyelerle o kadar iyi ilişkiler içindeydi ki, kendisi genellikle bir tür Onursal Tampliye sayılıyordu."30
Dahası Richard, tarikata Kıbrıs adasını satmış, ve ada Tampliyelerin merkezlerinden biri olmuştu.

Bir yandan Avrupa’daki durumlarını sağlamlaştırırken, öte yandan da Filistin’deki durumun kötüye gitmesiyle geçici olarak kullanabilecekleri bir yer arıyorlardı. Bu yer Kıbrıs adası olacaktı.

Tapınakçıların Geçici Üssü Kıbrıs
Tapınakçılar ve Kıbrıs adası arasındaki bağlantıyı anlayabilmek için 3. Haçlı seferini başlatan olayları gözden geçirmek gerekir. 4 Temmuz 1187’de Guy Lusignan yakalanmış ve Kudüs Selahaddin tarafından ele geçirilmişti. Sonra Guy bir daha saldırıda bulunmayacağına yemin ederek serbest bırakıldı.

Kudüs’e tekrar girilme kararı Almanya, Fransa ve İngiltere tarafından verilmiş ve Hıristiyan Dünyası için ilk önce liman şehri olan bir alanın ele geçirilmesi gerektiği düşünülmüştü. Bu alan Akka olacaktı. Bu amaçla Fransa Kralı Philip ve İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard denizden yol almaya başladılar. Richard, donanmasına Kıbrıs’ın alınması emrini verdi.

Richard’ın Kıbrıs’ı ele geçirmesinin ardından Tapınakçıların Üstadı olan Robert de Sable sahneye girdi ve Richard’a adayı kendisinden satın almayı önerdi. Richard adayı 100.000 bezant (Bizans’ın altın para birimi) gibi büyük bir bedele satmayı hemen kabul etti. Tapınakçıların Üstadı De Sable’ın Hıttin kaybından sonra çok hızlı bir şekilde 40.000 bezant gibi bir parayı peşin ödemesi ne kadar büyük bir servetleri olduğunu göstermektedir.

1291' de Akka’nın düşmesi ve Filistin’deki Hıristiyan varlığının tamamen bitmesiyle, Akka’dan ayrılan tapınak şövalyelerinin bir kısmı Kıbrıs adasına yerleşti. Kıbrıs Adası Tapınakçılar için bir merkez haline geldi. Ne var ki, Kıbrıs sadece geçici bir üstü. Tapınakçıların uzun süredir Töton şövalyelerinin Avrupa’nın yukarı kısımlarında sahip olduklarının benzeri bir prenslik istediklerini herkes biliyordu. Onların istediği bu yer ise tam Avrupa’nın ortasında, muhtemelen Fransa toprakları içindeydi.

Tapınakçıların geri kalan bölümü Fransa’daki Üstadları’nın başkanlığında Avrupa’da faaliyet göstermeye devam ettiler. Sınırsız bir serbestliğe sahiptiler. Büyük Üstadları krala yakın haklara sahipti. Sınırlarının en geniş döneminde kuzeyde Danimarka’dan güneyde İtalya’ya kadar her bölgede toprakları vardı. Çok büyük ve savaşçı bir orduları vardı. Bu büyük askeri ve siyasi güç, kuşkusuz Avrupa’daki kralları rahatsız ediyor ve gelecekleri açısından bir tehlike olarak görülüyordu. Dahası ekonomik olarak o kadar güçlüydüler ki; Avrupa’daki hanedanlıklar arasında Tapınakçılara borçlu olmayan yoktu.
“Gerçekte İngiliz tahtı müzmin bir şekilde Tampliyelere borçluydu. Kral John ve 1260-1266 yılları arasındaki askeri seferlerde hazinesi tükenen 3. Henry sürekli olarak Tapınakçılardan borç almıştı.”

“...Fransa’daki Paris binası aynı zamanda hem devletin hem de tarikatın zenginliğini barındıran en önemli kraliyet hazinesiydi ve şövalyelerin haznedarı aynı zamanda kralında haznedarıydı. Fransa krallığının tüm finansmanı böylece Tampliyelerin boyunduruğu altına girmiş ve Tampliyelere bağlıydı..."

Ahlaki Dejenerasyonun Açığa Çıkması
Hızla artan, yalnızca Tapınakçılar’ın maddi imkanları ve sayıları değildi. Bunlara parelel olarak ihtirasları, açgözlülükleri, kibirleri ve zalimlikleri de arttı. Tapınak Şövalyeleri, Katolik Kilisesi’nin inanç esasları, uygulamaları ve öğretilerinden tamamen uzaklaşmışlardı. Öyle ki haklarında tek bir iyi şey dahi söylenmez oldu. Avrupalılar'ın genel düşüncesi bu doğrultudaydı. Örneğin, halk arasında “Tapınakçı gibi içmek” yaygın olarak kullanılan bir deyimdi. Almanya’da “Tempelhaus” kelimesi, genelev ile eş anlamlı olarak söyleniyordu. Büyüklenen bir kişi için “bir Tapınakçı kadar kibirli” deniyordu.
16 Haziran 1291 yılında, kutsal topraklardaki Hıristiyan varlığı sona erince, buralarda yerleşmiş olan Tapınakçılar da Avrupa’ya dönmek zorunda kalmış, başta Fransa olmak üzere çeşitli merkezlere yerleşmişlerdi. Asıl görevleri sona ermiş olmasına rağmen siyasi güçlerini korumakla kalmamış servetlerini ve üyelerini arttırmaya devam etmişlerdi.

Ancak bu tarihten itibaren, olaylar Tapınakçıların aleyhine dönmeye başladı; giriştikleri politik oyunlar ve karanlık amaçlar, başta Fransa olmak üzere ilgili krallıkların öfkesine sebep oldu. Halk ise, bu garip tarikatı yakından tanıma fırsatı bulmuş ve Tapınakçıların hiç de zannettikleri gibi samimi dindar şövalyelerden kurulmadığını anlamaya başlamıştı.

Sonunda 1307 yılında, Fransa Kralı Philip ya da diğer ünlü adıyla “Adaletli Philip”34Tapınakçılar’ın Hıristiyan Avrupa’nın siyasi ve dini yapısını kökünden değiştirmeye çalıştığını fark etti. Ve Papa V. Clement ile birlikte, 1307 yılının Ekim ayında bu sapkın ve kokuşmuş teşkilatı tamamıyla ortadan kaldırmak için harekete geçti.

Tapınakçıların Gerçek Yüzü
Tapınakçılar, misyoner bir Hıristiyan tarikatı görünümünde, cahil halkın gözünü boyayarak büyük ve haksız bir üne kavuşmuşlardır. Halk için onlar, Hıristiyanlığın koruyucusu, fakirlerin yardımcısı, üstün ahlaki değerlere sahip birer aziz ve bir tür destan kahramanıdırlar. Bu sahte imaj o kadar güçlüdür ki, Tapınakçılar, hiç rahatsız edilmeden, Hıristiyanlıkla taban tabana zıt bir hayatı sürdürmeyi başarmışlar, ticaret, yağma, bankerlik gibi faaliyetlerle elde ettikleri fahiş kazançların yanı sıra, yapılan bağışlarla da, servetlerine servet katmışlardır. Bu durumu az çok fark eden kişiler ise, bu güçlü örgüte karşı gelmeye cesaret edememişlerdir. Fransa Kralı IV. Philippe ise doğru yoldan çıkmış Tapınakçıların elde ettikleri maddi gücün ortaya çıkarabileceği tehlikelerden korkmaktadır.

Tapınakçıların gerçek yüzünü ortaya çıkartmanın vakti gelmiştir. 18. yüzyıldan kalma, masonik bir belgede şu yorum yapılmaktadır:
“Birçok savaşçının yorgunluğa, kayıplara ve de felaketlere rağmen inançlarını ispatladığı bu savaş, tapınakçılar için ganimet elde etme ve ün kazanmak için bir fırsat oldu. Birkaç göz alıcı eylemle kendilerini gösterdiyseler de, müttefikleri bile yağmalayarak elde ettikleri ganimetlerle kendilerini zenginleştirmeleriyle, ihtişam ve azamet konusunda saltanat sahibi bir prensle rekabet edecek kadar kibirli olmalarıyla..., son olarak, Dağların Yaşlı Adamı Haşhaşilerin kralı adındaki, korkunç ve kan dökücü kralla işbirliği yapmalarıyla birlikte, amaçları şüphe olmaktan çıktı.”

Tapınakçılar, kitleler üzerinde yarattıkları sahte olumlu imaja güvenerek, gizli öğretilerini yaymak ve uygulamak konusunda gitgide daha rahat ve pervasız davranmaya başlamışlar; bu da sapkınlıklarına şahit olan ve dile getiren kişilerin sayısını arttırmıştır.

Tapınakçıların, gizli törenler için kapandıkları özel şatolarda yaşananlar, hem yerel halkın hem üst düzey Kilise yöneticilerinin hem de krallığın merakına sebep olmuştur. Papalık, özel izniyle hareket eden, ancak üzerinde hiçbir kontrol kuramadığı bu grubun, din dışı bir hayat yaşadığından neredeyse emindir.

Tapınakçılar hakkında çok sayıda şikayet ve söylenti yayılmaya başlamıştır. Dindar bir tarikatın büyük bir gizlilik içinde hareket etmesi, yanlış ve yasak bir şey yaptıkları iddiasını güçlendirmiştir. Şövalyelerin açgözlülüğü, vicdansızlığı, servet tutkuları ve hırsları yaygın olarak bilinmektedir. Ayrıca şatolarda düzenlenen gizli törenler, şeytana tapma ayinleri, ahlak dışı ilişkiler halkın diline düşmüştür.

Bütün bu gerçekler, şatolarda hizmet eden ya da şatolara yakın yerlerde yaşayan halkın korkunç gözlemleriyle birleşince Papalık çok zor bir durumda kalmış, ne yapacağını şaşırmıştır. Özellikle 1305 yılında Papa olan ve konuyla birinci dereceden ilgilenen V. Clement, Tapınakçılar yüzünden Hıristiyanlığın, dolayısıyla Vatikan’in uğrayacağı zararı hesap etmekte ve bu olayı en hafif şekilde atlatmanın yollarını aramaktadır. Fransa Kralı ve yerel dini teşkilatlardan gelen baskıları da durdurmak zorundadır. Aynı yıl, Tapınakçıların lideri olan Jacques de Molay, Kıbrıs’ta savaş hazırlıkları içinde olmasına rağmen Fransa’ya geri çağrılmış ve Papa tarafından, bu suçlamaları araştırması için görevlendirilmiştir.

Fransa Kralı için bu kabul edilebilecek bir durum değildir, bu yüzden hemen harekete geçmiş ve bir kanun çıkartarak 13 Ekim 1309 yılında, ülkesindeki bütün Tapınakçıları tutuklatmıştır. Fransa’da Tapınakçıları yargılayan mahkemede, yöneltilen suçlamalar şunlardır:
1. Tarikata giriş töreninde, adaylardan Hz.İsa’yı, Allah’ı ve kutsal şeyleri inkar etmesi istenmektedir.
2. Tarikat üyeleri törenler sırasında Hıristiyanlıkça kutsal sayılan haç, kutsal figürler gibi şeylere tükürmek, idrarını yapmak gibi iğrenç yöntemlere baş vurmuşlardır.
3. Vücudun çeşitli bölgelerine uygulanan ve “The Oscolum Infame” ya da “Utanç Öpücüğü” adı verilen tören uygulanmaktadır.
4.Kutsama töreni yapılmamakta ve buna inanılmamaktadır.
5. Biraderler bir kedi veya kafa figürüne tapınmaktadırlar.
6. Tarikat üyeleri homoseksüelliği teşvik etmekte ve uygulamaktadırlar.
7. Büyük Üstad tarikat üyelerinin günahlarını affetmekte, onları sözde günahtan kurtarmaktadır.
8. Tarikat üyeleri kabul törenlerini ve sapkın uygulamalarını geceleri, gizlice yapmaktadırlar.
9. Tapınakçılar, varlık elde etmek ve zenginliklerini arttırmak için kanun dışı yollara başvurmuş ve Kilise kurallarının dışına çıkmışlardır.

Tapınakçıların Sapkın İnanç ve Uygulamaları
Eldeki belgeler ve yapılan suçlamalar Tapınakçılığın sıradan bir şövalye tarikati olmadığını ortaya koymaktaydı. Bu iddialar birleştirildiğinde ortaya kimsenin beklemediği karanlık bir tablo çıktı. Karşımızda farklı sapkın inançlarıyla, korkunç yöntemleriyle, kurnaz stratejileriyle, geniş çaplı ve ileriye dönük planlarıyla, büyük bir hazırlık içinde olan, o güne kadar eşine rastlanmamış tehlikeli bir örgüt vardı.

Tapınakçıların, Ortadoğu’da bulundukları dönemde çeşitli inançlara bağlı akımlarla, mistik tarikatlarla, gizemciler ve büyücülerle bağlantı kurdukları bilinmektedir. Örneğin Tapınakçılar o dönemde Ortadoğu’da fazlasıyla etkin olan ve Müslümanlar tarafından da sapkın olarak bilinen Haşhaşilerle yakın bağlantı içinde olmuş, onlardan bazı mistik öğretileri, tarikat örgütlenmesini, vahşi yöntemleri öğrenmişlerdir. Ayrıca sonraki bölümlerde de göreceğimiz gibi Yahudi Kabalasına bağlı mistik öğretiler, Bogomillerin etkisi, Satanizm gibi sapkın eğilimler, Tapınakçıların inanç ve yöntemlerine temel oluşturmuştur. Bu çerçevede tarikatın özellikle üst kademesi Hıristiyanlığı terk etmiş, Satanizmi ve Kabala mistisizmini temel alan bir anlayışa yönelmiştir. Tapınakçılara göre Hz. İsa başka bir dünyada hüküm süren ve bu dünyada fazla gücü olmayan bir tanrıdır, bu yüzden onun yerini, maddi dünyanın efendisi olan Şeytan almalıdır.

Tarikata kabul töreni sırasında yeni adayların kurallara göre Allah’ı, Hz. İsa’yı ve azizleri reddetmeleri, Hz. İsa ve kutsal değerler üzerine birçok saygısızlık yapmaları, haça tükürmeleri ve idrarlarını yapmaları, daha eski olan Tapınak şövalyeleri tarafından ağızlarından, göbeklerinden ve kalçalarından, “Oscolum Infame” ya da “Utanç öpücüğü” adı verilen yöntemle öpülmeleri, homoseksüelliğin ve cinsel sapıklıkların serbest bırakılması, büyük üstadın her türlü yetkiye sahip olması, Kabala sembolizmine ve büyü törenlerine baş vurmaları tarikatın, Hıristiyanlıktan çıkarak, bütünüyle sapkın bir tarikata dönüşmüş olduğunun açık delilleriydi.

Cinsel sapkınlıklarının yanı sıra tapınakçıların diğer gizli bir yönü daha ortaya çıkmıştır. Sorgudan geçirilen bazı tapınakçılar kendi aralarında yaptıkları törenler sırasında bir tür idole tapındıklarını itiraf etmişler, bunun ne olduğu ilk başta anlaşılmamış olsa da, sorgulamalar devam ettikçe tapınak şövalyelerinin açık açık şeytana taptıkları ortaya çıkmıştır. Tapınakçıların taptıkları put, daha sonra Şeytan Kilisesi’nin de sembolü olacak olan Baphomet adlı keçi başlı şeytanın sembolik figürüdür. Peter Underwood tarafından yazılan “Ökült ve Doğaüstü” sözlüğünde Baphomet terimi şu şekilde açıklanmaktadır:
“Baphomet, tapınak şövalyelerinin tapındığı tanrıydı ve kara büyüde kötülüklerin kaynağı ve yaratıcısıydı; Sabbath cadılarının satanik keçisiydi...”

Tapınakçıların hemen hepsi, sorgu sırasında Baphomet’ten bahsetmiş ve ona taptıklarını itiraf etmişlerdir. Bu putu, uzun bir sakal ve parlak gözlere sahip korkutucu bir insan başı olarak tarif etmişler, bunun yanı sıra kedi ve kurukafa putlarından da bahsetmişlerdir. Ortak görüş ise bu putların genel olarak şeytan ve şeytana tapınmayı temsil ettiği yönündedir. Tapınak şövalyelerinin taptıkları Baphomet isimli şeytan, o tarihten bugüne kadar şeytana tapmanın sembolü haline gelmiştir. Günümüze Baphomet ile ilgili en ayrıntılı bilgi ise 19. yüzyılın önemli okülist ve kabbalistlerinden olan Eliphas Levi’ den gelmiştir. Levi, Baphomet ile ilgili yaptığı çizim ve tasvirlerde onu genelde iki suratlı, insan vücudunun üstünde bir keçi kafasıyla ve kanatlarla göstermiştir. Baphomet’in insan vücudunun üst kısmı bir kadına, altı ise bir erkeğe aittir.
Bütün bu itiraflar ve ortaya çıkan gerçekler sonucunda Tapınakçıların çoğu hapse mahkum edilmiş, Tapınakçıların gerçek yüzü de daha açık bir şekilde ortaya çıkmaya başlamıştır.

Mahkemeye yapılan itiraflarda tarikat üyelerinin Hz. İsa’ya inanmayıp onu ‘sahte peygamber’ olarak gördükleri, örgüte giriş töreni sırasında ve daha sonraki aşamalarda homoseksüel uygulamalar yaptıkları, belirli bir puta taptıkları, satanizm yöntemlerini uyguladıkları kayıtlara geçmiştir. Tapınakçıların homoseksüel ilişkileri hakkında çok şey söylenmiş, tarikatın armasında, bir atın üzerinde oturmuş iki savaşçı resminin de bunun göstergesi olduğu belirtilmiştir. Umberto Eco, Foucault Sarkacı adlı romanında, tarikatın bu yönünü vurgulamıştır.

Bu ciddi itiraflar sonucunda Papa 72 Tapınakçıyı kendi huzurunda yeniden sorgulamıştır. Bu sorguda doğruyu söylemek için yemin eden Tapınakçılar, önceki itiraflarının doğru olduğunu tasdik etmişlerdir. Yani Tapınakçılar Hz. İsa’yı reddettiklerini, tarikata kabul edilirken haça tükürdüklerini, ve diğer Kilise kayıtlarındaki ifadeye göre ‘korkunç ve iğrenç’ şeyleri yaptıklarını itiraf edip onaylamışlardır. Daha sonra da diz çöküp, ağlayarak af dilemişlerdir.

Sorgular sonucunda ortaya çıkan gerçekler, bu sapkın tarikatın yasaklanmasına ve büyük üstad Jacques de Molay’ın 1314’de haç üzerinde yakılarak idam edilmesine yol açmış, farklı ülkelere kaçmayı başarmış olan Tapınakçılar dahi takibata uğramışlardır. Fransa dışında, İtalya, Almanya, İngiltere gibi ülkelerde de Tapınakçılar sorgulanmış, bazı ülkeler ise çeşitli sebeplerle onları korumaktan vazgeçmemişlerdir. Özellikle İngiltere’de kral II. Edward 10 Kasım 1307de Papa’ya yazdığı mektupla, Tapınakçıları korumuş ve onlara karşı bir şey yapmayacağını belirtmiştir. Ancak iki yıl sonra, V. Clement’in yaptığı sorgu ve papalık beyannamesinde geçen ifadeler sonucunda Tapınakçıları yargılamayı kabul etmiştir. Papalık tarafından yayınlanan belgeye göre Tapınakçılar ‘bilinen sapkınlığa ait söylenemeyecek günahlar ve nefret uyandırıcı suçlar’ işlemişlerdir ve bu durum, herkes tarafından bilinmektedir.

Sonuçta, 1312’de toplanan Viyana Konsülü’nün kararıyla Tapınakçılık tüm Avrupa’da yasaklanmış, yakalanan üyeleri cezalandırılmıştır. Papa V. Clement’in 22 Mart 1312’de yayınladığı ve tarihe “Vox in excelso” adıyla geçen fermanıyla tarikat dağıtılmış ve -kağıt üzerinde- resmi olarak tarihten silindiği kabul edilmiştir:
“... Dinle! Hiddetlenmeye zorlanmış peygamber: Şehrin halkından bir ses! Tapınaktaki bir ses! Değersizlikleri kötülüklerinden dolayı görülmektedir. Onları evinden dışarı at, köklerinin kurumasına izin ver, onların meyva vermelerine izin verme ve bu evin, acının tökezleyen sütunları olmasına, ya da can yakan bir diken olmasına izin verme.
Yakın geçmişte, başpiskopos seçimleri zamanında, Lyon’daki taç giydirme töreninden önce ve sonra Tapınak şövalyelerinin öğretmenleri, yönetimi ve kardeşleri tarafından gizli tehditler aldık.

Roman kilisesi bu adamları onurlandırdı, Tapınak Şövalyelerini Hıristiyanların düşmanlarına karşı silahlandırdı ve onları özel bir şekilde destekledi. Bunlara en yüksek düzeyde vergiler verildi. Ancak Hıristiyanların düşmanlarına karşı oldukları zannedilen bu grubun karşısında aslında Hz İsa bulunmaktadır. İnançlarını değiştiren bu kafirler (Tapınak şövalyeleri) günahın içine düşmüştü, çok kötü bir alışkanlıkları olan putperestlikleri, ölümcül sonuçlara yol açan homoseksüellikleri ve diğerleri...”

Tapınakçılar Yeraltında
Tapınakçıları ortadan kaldırmak o kadar kolay değildi. Büyük Üstad De Molay ve bir kısım şövalye ortadan kaldırılmış olsa bile, bütün Avrupa’yı ve Ortadoğu’yu sarmış olan Tapınakçılar gizli de olsa varlıklarını devam ettirmişlerdir. Sadece Fransa’da şövalyelere ait 9000 temsilcilik ve çeşitli ülkelere yayılmış binlerce şato ve Tapınakçı merkezi vardır. Bu merkezler, hem Tapınakçıların organize oldukları, tören yaptıkları evler hem de o dönemin para trafiğini kontrol ettikleri yerler haline gelmişlerdir.

Dönemin kaynaklarına göre Fransa’da yaklaşık 2000 şövalyeden sadece 620 tanesi engizisyon tarafından cezalandırılmıştır. Tahminlere göre, o dönemde en az 20 bin şövalye ve şövalye başına 7-8 kişilik kadro faaliyet halindedir. Yaklaşık 8 kişilik olan bu kadrolar, denizcilikten, ticarete kadar, tarikat mensuplarının her türlü işlerini organize etmekteydiler. Yani basit bir hesap yapıldığında, Tapınakçılar takibata uğradıkları dönemde en az 160 bin kişilik bir güce sahiptirler. Bir ağ gibi bütün Avrupa’yı ve Akdeniz kıyılarını ören bu kadro, aynı zamanda dönemin en büyük lojistik gücünü de meydana getirmekteydi. Bütün bu merkezlere dağılmış mal varlığını ele geçirmek, ne Fransa Kralı ne de Papa için mümkün olmamıştır. Krallarla yarışan bu mal varlığı, Tapınakçılara her türlü korumayı ve güvenceyi sağlamaya yetmiştir. Yani Kilise’nin resmen ortadan kalktığını öne sürdüğü tarikatçılar, bütün Avrupa’da, özellikle de İngiltere gibi Kuzey ülkelerinde yeraltında faaliyetlerine devam etmiştir:
“Kutsal Toprakların kaybını izleyen yıllarda, Tapınakçılar, kendi devletlerini kurma konusunda gittikçe artan bir arzu göstermişlerdir. Bu, ne Yeni Dünya’da (Amerika) bir Eldorado (Altın Ükesi), ne de karanlık Afrika’da, Prester John benzeri gizli bir krallıktır. Nitekim Tapınakçılar kesinlikle Avrupa’da olup biten her şeyin merkezinde oldular, ve dahası bugünkü bildiğimiz şekliyle Batı Dünyası’nın oluşumunda kısmen aracı oldular. Tapınakçıların devleti İsviçre idi, halen de öyledir."

Üstteki kaynakta da belirtildiği gibi, Fransa’dan kaçan Tapınak şövalyelerinin yeniden yapılanmak ve faaliyetlerini güvenli bir şekilde devam ettirebilmek için seçtiği yerlerden biri bugün İsviçre olarak bilinen bölgedir. İsviçre’nin geleneksel yapısının oluşmasındaki Tapınakçı etkisi bugün bile kolaylıkla görülebilmektedir. Kendisi de mason olan ve Tapınak şövalyeleri konusunda uzman olan The Warriors And The Bankers (Savaşçılar ve Bankacılar) kitabının yazarı Alan Butler, 1999 yılında yaptığı bir şöyleşide bu konuyu şöyle delillendirmektedir:

"Bu konunun önemli birkaç nedeni var, örneğin;
1. İsviçre'nin kuruluşu Tapınakçıların Fransa'da zulme uğratıldığı ana denk geliyordu.
2. İsviçre, Fransa'nın sadece doğusunda olduğundan, Tapınakçı kardeşlerin tüm bölgeden topluca kaçması daha kolaydı.
3. İlk İsviçre kantonları tarihinde bazı dedikodular vardı bunlar da beyaz giysili şövalyelerin gizlice ortaya çıktıkları ve yerli halkın yabancıların egemenliğine karşı özgürlüklerini kazanmalarına yardım ettikleri idi.
4. Tapınakçılar bankacılıkta, tarımda ve mühendislikte gelişmişlerdi. Bu benzer bakış açısı düşmanlarında da görülüyordu ve bu bölgelerin birbirinden ayrılmasının, nihayet İsviçre'ye geçilmesinin ilk basamağıydı.
5. Ünlü tapınak haçı, çoğu İsviçre kantonunun bayrağında bulunuyor ve tapınak şövalyeleri için önemli olan diğer amblemlerde, anahtarlar ve lambalar gibi..."

Kaçak Tapınakçıların önemli bir bölümü de, 14. yüzyıl Avrupası’nda Katolik Kilisesi’nin otoritesini tanımayan yegane Krallığa, yani İskoçya’ya sığındılar. İskoç KralI Robert Bruce’un himayesi altında yeniden örgütlendiler. Bir süre sonra da, varlıklarını sürdürmek için iyi bir kamuflaj yöntemi buldular: Ortaçağ’da Britanya Adası’ndaki en önemli “sivil toplum örgütü” olan duvarcı loncalarına sızdılar ve bir süre sonra da bu loncaları tamamen ele geçirdiler. Birer mesleki örgüt olan loncalar böylece felsefi ve siyasi bir amaç kazandı ve mason localarına dönüştü. (Masonların “operatif masonluktan spekülatif masonluğa geçiş” dedikleri süreç de budur.)

Fransa’daki takibattan kurtulan yaklaşık 30-40 bin kadar Tapınakçının yeraltında devam eden faaliyetleri masonik bir kaynakta şu şekilde anlatılmaktadır:
“Bazı Tampliye şövalyeleri mason kılığına girer ve masonların arasına karışarak hayatlarını kurtarır. Bazıları, ülke dışına kaçabilmek için masonlara verdikleri Laissez Passer’leri kullanır. Bir kısım Tampliye, İspanya’ya geçerek, Caltrava, Alcantara, Saint Jacques de I’Epee tarikatlarına katılır, diğer bir kısmı da, Portekiz’e geçip Ordre du Christ örgütüne dönüşür. Başka bir grup Roma-Germen İmparatorluğuna geçip Toton şövalyelerine katılır. Oldukça büyük bir grup Hospitaliyeler’e iltihak eder. İngiltere’deki Tampliye’ler bu olay sırasında önce tutuklanarak sorguya çekilir. Ancak hemen serbest bırakılır. Hattâ bazı ülkelerde haklarında hiçbir işlem yapılmaz.

Tampliye’ler, 1804 yılına kadar, yani Bernard-Raymond Fabre Palabrat de Spolete bu tarikatın yeniden Büyük Üstadı oluncaya kadar, tarih sahnesinden çekilmiş görünür. Bu kişinin 1814’de yaptığı tesadüfi keşif çok ilginçtir. Spolete, 1814 yılında Paris’te Seine nehri kıyısındaki sahafların tezgâhlarında bir elyazmasına rastlar. Grekçe elyazmasında Yuhanna İncili’nin bir tefsiri yer almaktadır. İncil’in son iki kısmı yoktur. Onun yerine üçgenlerle ayrılmış bazı açıklamalar bulunmaktadır. Bu kısımları dikkatle tetkik ettiğinde, bunun Tampliye’lerin 5. Büyük Üstadı Bertrand de Blanchefort (1154)’den başlamak üzere 22. Büyük Üstadı Jacques de Molay’a ve devamla 23.Büyük Üstâd Larmenius de Jerusalem (1314)’den Claude-Mathieu Radix de Chevillon (1792)’a kadar uzanan bütün Tampliye Büyük Üstâdlarını kapsayan bir liste olduğunu anlar. Bu belgeden, Jacques de Molay’ın Büyük Üstâdlık görevini Larmenius de Jerusalem’e vasiyet ettiği varsayılır. Bu da Tampliyeler’in hiçbir zaman ortadan kalkmamış olduğunun kanıtı sayılır. Nitekim, günümüzdeki Tampliyeler aynı zamanda birer Hürmason’dur.”

Umberto Eco’nun kitabında aktarılan bir bilgi de bu açıdan ilginçtir:
“Beaujeu’den sonra, tarikat, varlığını bir an bile ara vermeksizin sürdürdü. Aumont’dan günümüze dek, tarikatın kesintisiz bir dizi Büyük Üstadı’nı biliyoruz. Bugün tarikatı yöneten, ünün yüce görevlerini yürüten gerçek Büyük Üstadın ve gerçek Üstlerin adları ve oturdukları yer bir giz, yalnızca gerçek aydınlanmışlarca bilinen erişilmez bir giz olarak kalmışsa, bunun nedeni, tarikatın saatinin henüz gelmemesi, vaktin henüz dolmamasıdır...”

Konuyla ilgili çoğu kaynak tarafından, Büyük Üstad Jacques de Molay’ın ölümüyle birlikte, hayatta kalan Tapınakçılar tarafından bir komplo tasarlandığı öne sürülür. Buna göre, Tapınakçılar’ın amacı, kendilerini yasaklayıp Üstad’larını öldüren Papalığın ve bazı Avrupa krallıklarının yıkılmasıdır. Bu amacın nesiller boyunca aktarıldığını ve Tapınakçılık’ın devamı olan İllüminati ve masonluk gibi örgütlerce sürdürüldüğü söylenir. Masonluğun etkisiyle gelişen ve Fransız tahtının yokolmasını sağlayan Fransız Devrimi de bunun bir sonucu olarak yorumlanır...
Hatta, yaygın bir söylentiye göre, Fransız Devrimi sırasında Kral XVI. Louis’nin giyotinle kafasının kesildiği gün, bilinmeyen biri sekiye çıkar ve ‘Jacques de Molay, öcün alındı!’ diye bağırır.
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:44
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
9 Eylül 2007       Mesaj #12
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
SKULLS AND BONES SOCIETY
Baba ve oğul George Bush'un üyesi olduğu Skulls and Bones Society (SBS), merkezi Connecticut Yale Üniversitesinde olan çok gizli bir cemiyettir. Her yıl sadece bu örgüte yaklaşık 15 kişi (erkek) girebilir, ama bu 15 kişi daha sonra ABD'de en kilit noktalara getirilir, ayrıca bu kişilerin akrabaları ve dostları da bu elitizmden paylarını alırlar. Bir rivayete göre, 1832'de ABD'ye İlluminati'nin bir uzantısı olarak William Russell ve Alphonso Taft tarafından getirilmiştir. Alphonso Taft, daha sonra ABD başkanı ve SBS üyesi olan William Howard Taft'ın babasıdır. SBS'nin son 150 yılda 2500'den fazla üyesi olmuştur. SBS Yeni Dünya Düzeni'nin temel ideologlarından biridir (Bohemian Grove ve CFR ile birlikte). SBS'ye ilişkin elimizdeki ilk kayıtlar Haziran 1882'ye aittir.

Bu gizli cemiyete girebilmek ancak davetle mümkündür ve inisiasyon töreni masonlarınkine çok benzer. Fakat tüm törenler ve yapılanlar gizlidir, kimse dışarıya bilgi sızdıramaz. İnisiasyon törenlerinde denekler çırılçıplak soyunup bir tabuta girerler, bu tabuttan çıktıklarında yeniden doğmuş sayılırlar. Birbirlerini özel tanıma yöntemleri vardır. Son yüzyılda SBS üyeleri ABD'de en kilit noktalara gelmişlerdir ve özellikle belirli ailelerden seçilen kişiler özenle bu gruba alınır. Bu cemiyete girebilmek için temel özellik; WASP olmaktır (White: Beyaz; Anglo Sakson ve Protestan). Başka ırka veya geçmişe mensup başka dinden olanlar bu yapıya giremez.

Cemiyete girenlerin 6-7 kuşak öncesinden Anglo Sakson ve Protestan olmasına çok dikkat edilir. ABD'ye yerleşen ve pek çok tüketim aracını kontrol altından tutan ve etkin ailelerden SBS'ye üye verenlerden bazıları şunlardır: Whitney, Perkins,Stimson, Taft, Wasdworth, Gilman, Payne, Davison, Pillsburry, Sloane, Weyerhauser, Harriman, Rockefeller, Lord, Bundy, Phelps, Bush aileleri.

SBS, toplumdaki hemen her yapıya girmiştir bunların içinde Beyaz Saray, Yüce Divan, medya, iş ve endüstri, Federal Banka sistemi, kanun yapıcı kurullar, mahkemeler vb. SBS'nin temel ideolojisi; Anglo Sakson ve protestan beyazların dünyadaki hâkimiyetini sağlamaktır, ideolojisi faşistir ve her iki Dünya Savaşında da bu cemiyet çok önemli roller oynamıştır (Sutton 1986). Bohemian Grove ve CFR ile birlikte Skulls and Bones Society Yeni Dünya Düzeni'nin yaratıcısıdır.

BOHEMIAN GROVE (BOHEMIAN KLÜBÜ)
Bohemian Grove (BG), aynı Skulls and Bones Society gibi gizli amaçlar ve yöntemler için 1880'lerde California'da kurulmuş bir cemiyettir. Üyeleri, törenleri ve ne yaptıkları çok gizli tutulur. Merkezdeki çiftlik aynı anda yüzlerce kişinin hafta sonu toplantılarına katılabileceği niteliktedir. Her şehirde tapınakları vardır. Sembolleri Baykuş'tur. Kissenger ve Ronald Reagan'ın üyeleri olduğu bilinmektedir. Ama SBS, Pilgrem Society, Rotary Club gibi masonik cemiyetlerle iç içedirler. Bir söylentiye göre, BG'dan icazet alamayan bir istihbarat örgütünün başına getirilemez, başkan seçilemez. Üyeleri en kilit noktalardaki kişilerden oluşur; örneğin 1991'de BG'da olup da aynı zamanda önemli şirketlerde yönetici olanların sayısı şöyleydi: Bank of America 7 direktör, Pacific Gas and Electric 5 direktör, AT-T 4 direktör, First Interstate Bank 4 direktör, McKesson Corporation 4 direktör, Ford Motors 4 direktör, General Motors 3 direktör, Pacific Bell Telephone 3 direktör. Ayrıca pek çok istihbarat örgütünün başkanları veya üst düzey yöneticileri de BG veya SBS üyesidir. BG, SBS ile birlikte 1880'lerden beri Yeni Dünya Düzeninin ideologudur ve bu cemiyetlerdeki kişilerin çoğu ise Bilderberg, Trilateral Komisyon ve CFR'da yer alırlar (detaylı bilgi için Domhoff, 2000).

CFR (COUNCIL ON FOREIGN RELATIONS-DIŞ İLİŞKİLER KONSEYİ)
Bill Clinton, Antony Lake, Al Gore, George Bush, Warren Christopher, Colin Powell, Les Aspin, James Woolsey (eski CIA direktörü) gibi isimlerin CFR isimli bir komisyona kayıtlı olmaları herhalde sizleri bunca bilgiden sonra şaşırtmaz. Elimizdeki listeler burada yayınlanamayacak kadar fazladır. Ama dünyadaki en ciddi karar mercilerine gelenlerin bağlı oldukları bir örgüt olması herhalde doğal karşılanabilir, üstelik bunların bazıları Bilderberg veya Skulls and Bones Society üyesidirler. Yani hiç kimse hak ettiği ve olması gerektiği için bir pozisyonda değildir bu Yeni Dünya Düzeni'nde. İplerin altında ne kadar iyi oynayabildiği, ne kadar sır tuttuğu ve bu örgütlere ne kadar bağlı olduğu önemlidir onlar için.

CFR, 21 Temmuz 1921'de New York'ta kurulmuştur (Marrs 2000; Ross 2000). Daha ziyade New York ve Washington DC'de yaşayan elitlerden oluşan CFR'nin bugün finans, iletişim, akademi, istihbarat, teknoloji alanlarda en etkin konumlarda bulunan 3 bin 300 üyesi mevcuttur. Bu sayı bir zamanlar bin 600 ile sınırlıydı. Özellikle tüm FBI, CIA, DIA, DEA ve başka istihbarat şefleri bu örgütün de elemanıdır ve CFR'nin ilkelerinden dışarı çıkamazlar. CFR, 2. Dünya Savaşı'nda çok önemli bir rol oynadığı gibi, yayınladığı Foreign Affairs isimli dergi ile de çalışmalarını tüm dünyaya duyurur. CFR her ne kadar gizli olmayan bir görünüme sahip olsa da, bu gerçek değildir. CFR, SBS, Bilderberg gibi çok gizli bir örgüttür.

BİLDERBERG
Bilderberg, CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayağını ve etkinliğini teşkil etmek için Hollanda'da Oosterbeek şehrinde Bilderberg Oteli'nde 1954'te kurulmuştur. Dünyanın yönetimi ve küreselleşme konusunda her yıl farklı ülkelerde toplantılar yapar (Ross 2000, Marrs 2000). Toplantılar son derece gizli koşullarda ve özel ortamlarda yapılır. Katılanlar bu konuda hiçbir bilgi vermezler. "Spotlight" isimli bir dergileri de vardır.

Bilderberg'in kurucuları arasında Hollanda prensi Bernhard ve Polonyalı sosyolog Dr. Joseph Hieronim Retinger de vardır. Retinger, Bilderberg'in babası olarak bilinir. Bilderberg'in kuruluşunda, ABD istihbarat örgütlerinin, özellikle CIA'nın rolü olduğu çok iyi bilinmektedir. Prens Bernhard ise eski bir NAZİ SS üyesidir, 1937'de Hollanda prensesi ile evlenmiştir, ama Nazilerle olan yakın bağları çok iyi bilinmektedir (Marrs 2000). ABD'li gizli örgüt ve CFR üyelerinin bazıları da Bilderberg üyesidir.

Aslında Bilderberg, CFR'nin çok daha gizli bir biçimde uluslararası boyuta yayılmış halidir. Hedefi; Yeni Dünya Düzeni'ni ve ABD-İngiltere hâkimiyetini ve emperyalizmini tüm dünyaya yaymaktır. Her yıl yapılan çok gizli ortamdaki toplantıları; hem CIA, hem de o ülkenin istihbarat örgütü kontrol eder. Türkiye'de son 50 yıldır başa geçen ünlü politikacıların çoğunluğu Bilderberg üyesidir, halen bu gizli Bilderberg üyeleri Türkiye'nin etkin yönetiminde rol almaktadırlar. Türkiyedeki toplantılar şu ana dek 18-20 Eylül 1959'da Yeşilköy-İstanbul'da, 25-27 Nisan 1975'te (Çeşme'de Hotel Altın Yunus'ta) yapılmıştır. 2001'deki toplantı ise İsveç'te gerçekleşmiştir.

TRİLATERAL KOMİSYON
Trilateral Komisyon (TR); 1973'te David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski tarafından kurulmuş gizli bir örgüttür (Sklar 1980, Ross 2000, Marrs 2000). Her ne kadar adresi, yeri, üyeleri belli ise de yaptığı aktivitelerin ardında gizli amaçlar ABD'li istihbarat örgütleri ve NATO'nun gizli özel savaş örgütleri vardır. ABD başkanlarının ve Avrupa, Amerika ve Japonya'daki yönetici kadroların çoğu TR üyesidir. Tüm dünyada TR, Bilderberg ve CFR birbirinin içine girmişlerdir ve her üçünün de üyesi olan 48 kişi vardır. Örneğin Bill Clinton, Brent Scowcroft ( Ulusal Güvenlik Konseyi), John Mark Deutsch (eski CIA direktörü), Robert Strange McNamara (Savunma Bakanlığı Sekreteri), Henry Kissenger, Walter Fritz Mondale ( Japonya Büyükelçisi) Benjamin Nye (Hazine Sekreteri) gibi dokunulmazlığı olan isimler her üç teşkilatın da üyesidirler. Tabii ki son saldırıda hangi örgüte ait kaç kişinin Pentagon ve ikiz kulelerde öldüğü bilinmemektedir.
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:45
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
sudeniz - avatarı
sudeniz
Ziyaretçi
11 Eylül 2007       Mesaj #13
sudeniz - avatarı
Ziyaretçi
İslâm ile Paralellik
Sufî tarihçi İdris Şah, İlluminati (Nurlananlar, Aydınlananlar) adını, Kur'an'da yer alan ve ışıldayan bir yıldızdan söz eden bir sûreye kadar geriye götürür."

Robert Anton Wilson, Cosmic Trigger

İlluminati" terimi ilk kez 1492 yılında Menendez Pelayo isimli bir ispanyol yazar tarafından kullanılmıştır. Pelayo, bu terimden İspanya'da "Alumbrados" adıyla bilinen bir örgütü belirtemek için yararlanmıştır. "Alumbrados"ların, bilinmeyen bir kaynaktan gizli bilgiler elde ettikleri ve böylece üstün bir zekâ düzeyine ulaştıkları ileri sürülmüştür. Bu örgüt, 1623 yılında Engizisyonun fermanı ile mahkûm edilmiştir." "Kimi yazarlar, onbirinci yüzyılda Joachim de Floris tarafından kurulan "Illuminated Ones" (Aydınlanmışlar) isimli bir örgütün Hıristiyanlığın yoksulluk ve eşitlik öğretisini yaymaya çabaladığını ileri sürerler."
William T. Still, New

Onaltıncı yüzyılda Afganistan dağlarında, "Rûşenî" (aydınlık, parlaklık) adında pek güçlü bir gizli tarîkat doğdu."
Arkon Daraul, Secret Societies

"Bayezid Ensarî Pîr Rûşen" (1525-1580) Afganistan'da, "Vahdet-i Vücûd" (Varlık Birliği) felsefesini benimseyen Rûşenî tarikatını kurmuştur."
Meydan Larousse

"Bayazıd Ansarî Pîr Roşan, gençliğinde ehl-i sünnet mezhebine sıkı bir surette bağlı olduğu halde, gittikçe vahdet-i vücûd mesleğine kayarak, nihayet Allah'tan başka hiçbir şeyin bulunmadığı ikrarına vardı ve şeriatın ahkâmına ehemmiyet vermez oldu. Kendisinin "Pîr-i Kâmil" olduğunu ilan ederek, gösterdiği yolda gidecek olanların necata ereceklerini söyledi."
İslâm Ansiklopedisi

"Tarîkatin tarihinde sözü edilen ilk kişi Afganistan'lı Bayezıd Ansarî'dir. Bayezıd'ın soyunun doğrudan, Muhammed'in Mekke'den hicretine yardım eden Ensarîler'den (yardımcılar) geldiği ileri sürülmektedir. Kendi savunusuna göre, ataları bu hizmetleri sayesinde, dinsel gizemleri ve İbrahim'in Kâbe'yi inşa ettiği dönemden kalan ezoterik eğitimi edinme hakkına kavuşmuşlardır." "Kuzeybatı Pakistan'da bulunan Peşaver yakınlarında, Bayezıd küçük bir okul açarak, bildiği doğaüstü bilgileri özenle seçilen müritlerine aktarmaya başladı. Her aday, adına "halvet" (yalnızlık) denilen ve meditasyonla dolu bir deneme süresi geçiriyordu. Başarılı adaylar, bu sürenin sonunda, Yüce Varlık'tan yayılan "Aydınlığa" kavuşuyorlardı." "Tüccarlar ve askerler şeyhlerinin geçimine, giderleri yüksek askeri ve siyasi casusluk örgütüne cömertçe katkıda bulunuyorlardı. Bu başarılı dönemde, Bayezıd artık "genellikle inanılan tarzda bir ölümden sonrasının bulunmadığını, yaşam sona erince ne ceza ne de ödül olmayacağını, yalnızca dünya yaşamına hiç benzemeyen bir ruh durumuna girileceğini" vaaz etmeye başladı. Eğer, müritler ruhlarını tarîkate teslim ederlerse, dünyasal zevkleri tatmayı hep sürdürecekler, yiyip içip keyif süreceklerdi..."Tarîkat dışında hiç bir bağlılığa gerek yoktur. Gizli işaretimizle kendini tanıtamayan herkesi öldürmek hakkımızdır."

"Afganistan'da Rûşenî tarikatının son dini-askeri liderinin ölümünden kırk yıl sonra, aynı isimde bir örgüt (İlluminati'ler) Ingolstadt Üniversitesinde kilise yasası profesörü olan Adam Weishaupt tarafından Almanya'da kuruldu. Tarihlerin yakınlığı ve öğretilerin benzerliği, Bavyera'lı İlluminati'leri Afganistan'dakilere bağlamaktadır."
Arkon Daraul, Secret Societies
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:45
sudeniz - avatarı
sudeniz
Ziyaretçi
19 Eylül 2007       Mesaj #14
sudeniz - avatarı
Ziyaretçi
"Gerçeğin baskılarına boyun eğip, kendini sınırlarına hapsetmektense, onsekizinci yüzyıl insanı hayaletlere sığınmayı yeğledi. Özlemlerini, sahtekârlar ve büyücülerin sunduğu mucizelerle tatmin etmeye kalkıştı. Maddeden kaçarak, kendi varoluşunu inkâr etti...Tüm bir kültür yerle bir oldu."
A. Viatte, Les Sources Occultes du Romantisme: Illuminisme - Theosophie

"Adam Weishaupt, Jean Jacques Rousseau gibi radikal fransız filozoflarının düşünceleri ile Hıristiyan karşıtı Maniciler'in öğretilerini birleştirdi. Weisthaupt, tüm Avrupa'yı dolaşıp kendine müritler arayan Kolmer adında kökeni belirsiz bir tüccar tarafından 1771 yılında Mısır okültizmi alanında eğitildi."
William T. Still, New World Order

"Parlak zekâ sahibi ve Cizvitlerce iktidarı ele geçirmek için gerekli komplo yöntemleri konusunda iyi eğitilmiş olan genç Weishaupt, dünyayı Roma'nın baskısından kurtacak bir örgüt kurmaya karar verdi. Bu örgüt, insanlığı Hermes'çi şehitlerin saf Hıristiyan imanına geri götürecekti. Weishaupt'un, yıllarca Mısır'da yaşamış ve Maniciliğin gizli sırlarını öğrenmiş olan Kolmer adında bir alman tüccar tarafından aydınlatıldığı bilinmektedir. 1771 Yılında, Weishaupt adına "İlluminati (Aydınlananlar)" dediği kendi "Perfectibilis (Yetkinler)" örgütünü beş kişi ile oluşturdu. Kendilerini reformcu özgürlükçüler ve mutlak eşitliğin savaşçıları olarak nitelendiriyorlardı."
Peter Tompkins, The Magic of the Obelisks

"Ingolstadt Universitesi profesörü Adam Weishaupt, karşılıklı yardımlaşma, öğütler ve felsefi tartışmalar sayesinde erdemleri ve ahlâkı yükseltecek, dünyanın düzelmesi için gereken temeli atacak ve kötülüğün egemenliğine engel olacak bir örgüt tasarladı. Bu amaçlar örgütün adından anlaşılıyordu: "Perfectibilis (Yetkinler)". Daha sonra bu adın yerine, tam karşılığı "entellektüel olarak esinlenmiş kişiler" olan "Illuminati" adı kullanılmaya başlandı. Pek az aerodinamik bilgisine sahip olmasına karşın uçmaya kalkışan ilk kişilerden biri olan Weishaupt'un karakterinde alçakgönüllülüğe hiç yer yoktu. Diğer bir çok girişimciler gibi, Weishaupt da hareketine ilk itici gücü verebilmek için Masonluğun yardımına gerek duydu ve gençlik yıllarında Cizvitlere bağlı olmasına rağmen, 1777 yılında bir Mason locasına girmeyi başardı...Ancak, Illuminati hareketine pek yarar sağlamayan bu atılım, Masonluğu oldukça kötü etkiledi..."

"Weishaupt'un Baron Von Knigge ile nasıl ilişki kurabildiği konusunda bilgimiz yok. Kuzey Almanya'da yaşayan bir soylu olan Von Knigge, 1773 yılında aydınlandıktan sonra Masonluğa pek ilgi göstermemişti...Weishaupt, 1780 yılında Marki de Costanzo'yu İlluminati örgütünü yaymak için kuzeye gönderdi. Belki de, Von Knigge örgüt ile ilk ilişkisini bu şekilde kurmuştur."

"İlluminati projelerini öğrendikçe Von Knigge'nin hevesi artıyordu. Nihayet 1781'de Bavyera'ya gidip tüm bilgileri doğrudan öğrenmek için Weishaupt'un çağrısını kabul etti...Von Knigge, yalnızca tüm aydınlanma derecelerini tamamlamakla yetinmedi, aynı zamanda örgüte tutku ile bağlanarak yaygınlaşmasına çabaladı. Önde gelen masonlardan J. C. Bode'yi kendi yardımcısı olarak örgüte soktu. İlluminati'ler kısa zamanda pek popüler oldu ve Almanya'nın en iyi, ama bazan da en kötü kişilerini bünyesinde toplamaya başladı. Üye sayısı iki bine ulaştığında, örgüt Fransa, Belçika, Danimarka, Polonya, Macaristan ve İtalya'ya yayılmıştı."
Henry Wilson Coil, Coil's Masonic Encyclopedia

"İlluminati, 1779 yılında, çoğu genç soylulardan ve din adamlarından oluşan 54 kişilik bir örgüttü ve dört Bavyera kentinde kolları vardı. Ancak, Katolik Bavyera'da ütopik amaçlarına doğrudan ulaşma olanağını bulamayacağını anlayan Weishaupt, önceden kurulmuş bir örgütü, Masonluğu perde olarak kullanmaya karar verdi... Bundan sonra, Johann Bode adında bir masonun da yardımı ile örgüt hızla gelişti ve Güney Almanya ve Avusturya'dan sonra Fransa ve Kuzey İtalya'ya yayıldı. Goethe, Mozart, Schiller ve Herder gibi entellektüelleri saflarına çekti."
Peter Tompkins, The Magic of Obelisks

"İlluminati, gizliliğe aşırı önem veren bir örgüttü. Üyeleri ve toplantı yerlerini klâsik adlardan oluşan kodlarla belirlemişlerdi; örneğin, Weisthaupt'un kod adı Spartakus, Von Knigge'ninki Philo idi, Eleusis şifresi merkez olan Ingolstadt'ı, Mısır ise Avusturya'yı belirtmekteydi. Tarihler de bir tür şifreleme ile belirleniyordu."
Henry Wilson Coil, Coil's Masonic Encyclopedia

"Thomas Jefferson, İlluminati'leri gayretle savunuyor ve Weishaupt'u hevesli bir hayırsever olarak tanıtıyordu."

William T. Still, New World Order

"Weishupt, devlet ve kilise baskısı altında yaşadığı için, hem saf ahlâkın ilkelerini, hem de iletişimde gizliliğin gereğini iyi biliyordu. Tüm bunlar onun düşüncelerine gizemli bir hava vermekteydi... Eğer Weishaupt burada olsaydı ve insanları daha akıllı ve erdemli kılma çabalarının egemen olduğu bu ortamda yazsaydı, amaçlarına ulaşmak için herhangi bir gizli düzene gerek duymayacaktı."
Thomas Jefferson

"Sonunda İlluminati'ler iç ve dış huzursuzluklar ile kuşatıldılar. Weishaput, Von Knigge'nin hazırladığı ritüellerde yalnışlıklar buldu ve düzeltilmesini buyurdu. Bunun üzerine, canı sıkılan Von Knigge 1784 yılında örgütten istifa etti. Cizvitler başından beri örgütle mücadele ediyorlardı, neredeyse tüm din adamları İlluminati'lerin düşmanıydı ve öylesine yoğun bir çaba gösterdiler ki, Bavyera Elektörü 22 Haziran 1784 tarihli bir ferman ile örgütü kapattı. Üyelerin büyük kısmı tutuklandı ve Weishaupt dahil diğer bir kısmı da ülkeyi terk etmek zorunda kaldı...Aynı ferman 1785 Ağustos'unda da yinelendi... Yalnızca İlluminati örgütü değil, Masonluk da Bavyera'da böylelikle silindi ve bir daha asla eski durumlarına kavuşamadılar. 18. Yüz yılın sonunda, İlluminati'ler tümüyle yok olmuşlardı."
Henry Wilson Coil, Coil's Masonic Encyclopedia

"1785 Yılında Bavyera'da İlluminati örgütünün kapatılması, etkileri New England'a kadar ulaşan, öylesine büyük bir velvele yarattı ki, George Washington kuşku içinde kalan Amerikalı masonlara teselli verme gereğini hissetti."
"Gerçekten de İlluminati'ler, istemeden de olsa, çağdaş komplo kuramlarının doğması için bir fırsat yaratmış oldular. Toplum için oluşturdukları ileri sürülen tehlike aşırı abartıldı ve İlluminati'lere karşı bir yayın salgını başladı. Gizliliğe verdikleri önem, önemli kamu görevlilerini üye yapmak için gösterdikleri ısrarlı çabalar, bir kaç yüksek dereceli üyenin dışında gerçek toplumsal amaçlarını saklamaları İlluminatileri yalnızca Alman muhafazakârları için değil, tüm Avrupa kamuoyu gözünde umacı durumuna getirdi. Dört yıl sonra Fransız Devrimi başladığında, Bavyera'lı İlluminati'ler hakkındaki mitler, merkezinde Tampliyeler'in bulunduğu daha kapsamlı ve geniş bir komplo kuramına dönüştü."
Peter Partner, The Murdered Magicians

"Günümüzde "komplo kuramı" adı verilen yaklaşım, İlluminatiler'i suçlayan ve pek uzun bir komplocular listesi ile bağlantıda olduklarını iddia eden makaleler, broşürler ve kitaplar dalgasının bir ürünüdür. İlluminatilere yöneltilen suçlamaların boyutu, aleyhlerinde yazılmış bir kitabın adından kolaylıkla anlaşılabilir: "Avrupa'nın Tüm Hükümetlerine ve Dinlerine Karşı Komplonun Kanıtları: Masonların, İlluminatiler'in ve Okuma Derneklerinin Toplantıları"... İlk olarak 1800'lerde çıkan bu kitap, 1967 yılında John Birch Yayınevi tarafından bir kez daha yayınlandı ve İlluminatiler bugün için de açık ve güncel bir tehlike olarak nitelendiler."
Ancient Wisdom and Secret Sects
İlluminati Örgüt Yapısı
"İlluminatilerin kesinlikle karşıt oldukları Gül-Haç localarında sürdürülen anlaşılmaz aristokratik törenler Alman soylularının muhafazakâr akıllarını iyice karıştırıyordu. Oysa din karşıtı, radikal ve bilinçli bir biçimde kentsoylu olan Bavyera'lı İlluminati örgütü Alman ruhunun yalın bir yansımasıydı
Peter Partner, The Murdered Magicians
"İlluminati örgütü üç ana grupta aşağıda sıralanan derecelere ayrılmıştı:
I-Çocuk Yuvası
1-Hazırlık Deneme
2-Novitiate (Yamaklar)
3-Minerva
4-Minor Illuminatus (Küçük Aydınlanmış)
5-Magistratus (Usta)

II-Simgesel Masonluk
1-Çıraklar
2-Kalfalar
3-Üstadlar
a-Major Illuminatus (Büyük Aydınlanmış)
b-Illuminatus Dirigens (Yönetici Aydınlanmış)

III-Gizemler
1-Küçük Gizemler
a-Rahip
b-Prens
2-Büyük Gizemler
a-Magus (Büyücü)
b-Rex (Kral)

Henry Wilson Coil, Coil's Masonic Encyclopedia

"İlluminati örgütüne üye olabilmek için mason olmak zorunluğu yoktu, zira Weishaupt ve Von Knigge'nin oluşturdukları sistemde, 4., 5. ve 6. dereceler zaten simgesel Masonluğun ilk üç derecesini içermekteydi. Von Knigge on dereceden oluşan bir sistem oluşturduklarını belirtmiştir ancak, son iki dereceye, küçük ve büyük gizemler derecelerine ulaşan hiçbir üye olmamamıştır."

"Açıkça politika yapan ve kraliyet karşıtı olan İlluminati örgütü, Mavi Dereceleri tamamlayan masonlara, yüksek derecelere ulaşma olanağı tanımaktaydı. İlluminati örgütünün gizli Büyük Üstadı "Eski Üstün İskoç" unvanına sahipti."

William Bramley, The Gods od Eden

"Alt derecelerdeki üyeler, örgütün nasıl yönetildiği ve dünyayı ne yolla özgürleştirecekleri konularında tamamen bilgisizdiler. Yükseldikçe, örgüte hizmet etmek için, mali ve siyasigüç kazanmak ve elde edilen bu gücü örgütün emrine vermek gereği ortaya çıkıyordu. Üyelerin gayretli bir mason olmaları ve Masonluğun mali kaynaklarını da kontrol altına almaları isteniyordu. Ancak, onuncu dereceye ulaşan ve "rahip" unvanını kazanan üyelere bir takım kesin bilgiler verilmekteydi. Bu bilgiler arasında, İlluminati örgütünün tüm dünyadaki kralları ve din adamlarını yok etmek istediği ve ancak böylelikle insanların zihinlerinden milliyet düşüncesinin silinebileceği aktarılıyordu. Bu amaçlara ulaşmanın yolu ise basın, eğitim ve hükümette yüksek mevkileri ele geçirmekti."

"Üst dereceler, örgütü kuran ve geliştiren materyalist kişilerin asıl amaçlarının dinsel inançları yok etmek olduğunu açıkça ortaya çıkarmaktaydı. Üyelere, Tanrı ve dinsel inançların insanlarca uyduruldukları ve gerçekte değersiz oldukları öğretiliyordu. Sonuçta örgüt içinde en üst dereceye (kral derecesi) ulaşan üye, kendini bir krala eşit buluyor, tüm insanların bu dereceye yükselebileceklerini ve bu nedenle de insanları yönetmek için krallara gerek duyulmasının bir safsata olduğu sonucuna varıyordu."
Arkon Daraul, Secret Societies
Tampliyeler'in Öcü
(1) Komplo Tehditleri
"Bavyera'da başlarına gelenlerden sonra, İlluminati örgütü, değişik isimlerde etkinlik göstererek yer altına çekildi. "Fransız Devrim Klübü" bu durumun bir örneğidir. Bu örgüte radikallerin hızla katılması sonucunda daha geniş bir toplantı salonuna gerek duyuldu ve "Jacobin Birliği" salonu kiralandı. Artık, örgüt "Jacobin Klübü" olarak bilinecektir."

"Gizli toplantılar düzenleyen Jacobin Klübü hızla gelişti ve sayıları 1300'e ulaşan üyeleri arasına Fransa'nın en iyi eğitim görmüş ve en etkin kişileri katıldı. Jacobin'lerin ülküsü, tüm kurumları ve krallığı ortadan kaldırarak, adına "Yeni Dünya Düzeni" ya da "Evrensel Cumhuriyet" dedikleri bir düzen kurmaktı." "...Ünlü büyücü ve okült uzmanı Cagliostro, 1783 yılında İlluminati'lere katılmıştı. Yıllar sonra, kendi katılma törenini katolik rahiplere anlattığında, törenin Frankfurt yakınlarında bir yeraltı sığınağında yapıldığını söyledi."
William T. Still, New World Order

"İçi evrak dolu demir bir sandık açıldı. Töreni yöneten kişi sandıktan el yazması bir kitap aldı ve ilk sayfasını okudu: "Bizler, Tampliyeler'in Büyük Üstadları..." sözlerini kanla yazılmış bir and izliyordu. Söz konusu bu kitap "İlluminizm"in aslında tüm monarşilere ve kiliseye karşı bir nifak olduğunu, ilk saldırının Fransa tahtına yöneleceğini ve Fransa'da krallığın çökertilmesinden sonra sıranın Roma'ya geleceğini belirtmekteydi." Gerçekten de, 1789 yılı Mart ayında, Fransa Büyük Doğusu'na bağlı 266 locanın tümü İlluminati denetimi altına girmişti bile. Aslında masonların hepsi kendilerini gizlice yöneten bu örgütün farkında değildi; yalnızca pek az sayıda mason bu sırrı bilmekteydi...Ertesi ay ihtilâl başladı."
Nesta H. Webster, Secret Societies and Subversive Movements

"Cagliostro bir Tampliye ajanıydı. Yazdığı bir mektupta, Londra'daki masonlara "ezelî mabed"in yeniden yapımına başlama zamanının geldiğini bildirmişti. Cagliostro, Masonluğa "Memphis ve Misraim" adı altında yeni bir rit getirmiş ve böylece İsis'e gizemli tapınma törenlerini canlandırmaya kalkışmıştı. Cagliostro'nun armasında bulunan LPD harfleri "Lilia Pedibus Destrue" (Zambağın Ayakları Altındaki Tehdit) sözlerini ifade etmekteydi (bilindiği gibi zambak Fransa Krallığının simgesidir). Ayrıca, Cagliostro'ya ait 16. yüz yıldan kalma bir madalyonun üzerinde bir zambak demetini kesen bir kılıç kabartması ve bunun altında "Talem Dabit Ultio Messem" (Böyle bir Hasat Öç Alır) sözleri kazılıdır."
General Albert Pike, Morals and Dogma

"1797-1798 Yılları arasında üç cilt halinde yayınlanan "Mémoires Pour Servir l'Histoire du Jacobinisme" (Jakoben Tarihine Hizmet için Anılar) adlı eserinde, bir cizvit olan Barruel, tüm kötülüklerin Mani ve Manicilik'ten türediğini yazar ve tarih boyunca süren gizli bir komplonun varolduğunu savunur."
Edward Burman, The Assassins - Holy Killers of Islam

"Barruel ile birlikte "Le Tombeau de Jacques de Molay" (Jacques de Molay'ın Mezarı) adlı bir kitabın yazarı olan Cadet de Gassincourt'un düşünceleri sürekli bir komplo inancına saplanmıştır. Onlara göre Manicilik'ten kaynaklanan ve doğudaki Haşhaşîler ile batıdaki sapkın mazheplerden Tampliyeler'e aktarılan bu yıkıcı nifak, de Molay'ın 1314 yılındaki ölümünden sonra varlığını sürdürmeyi başarabilen dört Tampliye locası sayesinde 18. yüz yıla kadar ulaşabilmiştir."
Peter Partner, The Murdered Magic

"O günden beri, en başta Cromwell ve Fransa Kralı IV. Henri'nin katili olmak üzere, Portekiz, Brezilya ve İsveç'teki tüm komplocular ve elbette Robespierre ve Danton dahil tüm caniler ve devrimciler aynı Tampliye locasının üyesidirler."

Edward Burman, The Assassins - Holy Killers of Islam

"Eliphas Levi, Fransız Devrimi'nin Tampliyeler'in 14. yüz yılda çektikleri acıların intikamı olduğunu ileri sürmüştür."
David Conway, Ritual Magic

"Rousseau'nun da desteği ile kurulan bir mason locası, o dönemde Fransa'daki devrim hareketinin merkezi oldu ve ne gariptir ki, bu locanın üstadı olan ve kraliyet kanı taşıyan Orleans Dükü, Jacques de Molay'ın mezarı üstüne, IV. Philip ve ardıllarından Tampliyeler'in öcünü almak için and içti." "...Tampliyeler'in tahta ve tiara'ya (Papa'nın tacı) karşı giriştikleri entrikaları herkese açıklamaları olanaksızdı. Bunu yapmak, İsis'in peçesini kaldırmak ve üstadların gizlerini kalabalıklara yaymak anlamını taşıyacaktı." "...XVI. Louis giyotinde can verince işin yarısı tamamlanmış oldu. Artık Tapınak Ordusu tüm gücünü Papa'ya karşı yöneltebilecekti."
General Albert Pike, Morals and Dogma
(2)Terörün Egemenliği
ilkbahar ve yaz aylarında İlluminatilerin tahıl piyasasında gerçekleştirdikleri manipulasyonlar sonucunda yapay bir buğday darlığı yaratıldı. Bu durum o denli geniş bir açlığa yol açtı ki, tüm ülke kısa zamanda ayaklandı. Olayların başını çeken kişi, Fransa Büyük Doğusu'nun Büyük Üstadı Orleans Dükü idi. İlluminatiler, halkın çektiği acıları bir araç olarak kullanarak yarattıkları huzursuz ortamın devrimci eylemlerine yararlı olacağını planlamışlardı. Gerçekten de, besin stoklarını bloke ederek ve Ulusal Meclis'te tüm reform girşimlerini engelleyerek, durumu iyice kötüleştirdiler ve halkı tam anlamıyla açlığa mahkum ettiler."

"...14 Temmuz günü Bastille yağmalandı. Özgür bırakılan tutuklu sayısı yalnızca yedi idi. Fransız tarihçiler bugün, eylemin asıl amacının Bastille'i yıkmak ve tutukluları kurtarmak olmadığını belirtiyorlar; asıl amaç Bastille'de saklanan barut ve silâhları ele geçirmekti. Böylece silâhlanan Jakobenler, 22 Temmuz günündenbaşlayarak o güne dek eşi görülmemiş ve titizlikle planlanmış bir ihtilâl girişimini sahneye koydular. Bu dönem tarihte "Büyük Korku" diye adlandırılacaktır."
"...Öncelikle tüm ülkede eşzamanlı bir panik duygusu yaratıldı. Köyden köye, kentten kente giden atlılar, yurttaşlara "haydutların !" yaklaşmakta olduğunu ve kendilerini korumak istiyorlarsa silâha sarılmaları gerektiğini bildirdiler. Ayrıca, tüm bu olayların sorumlularının malikânelerde ve şatolarda gizlendikleri, bizzat Kralın buraları ateşe vermelerini buyurduğu yurttaşlara söylendi. Fransa Kralına bağlı olan halk bu emirlere uydu. Artık alevlerin denetlenmesi olanaksızdı, yağma ve yıkım sürerken, anarşi gittikçe yaygınlaşıyordu."
William T. Still, New World Order

"1789 Yılında Krallığın yıkılması ile birlikte, 10 Ağustos gününden başlayarak üç renkli Fransız bayrağı devrimin kızıl bayrağı ile değiştirildi. "Yaşasın Kral Orleans" çığlıkları ile masonların "Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik" seslenişi sokakları kapladı."
Nesta H. Webster, Secret Societies and Subversive Movements

"Paris sokakları teröre teslim olmuştu...1793 Kasım'ında tüm Fransa'da rahiplerin öldürülmeye başlanması, dine karşı bir kampanyanın yürürlüğe girdiğini ortaya koyuyordu. Tüm mezarlıklara, İlluminatilerin ünlü sloganı olan "Ölüm Sonsuz bir Uykudur" sözlerini içeren yazılar asılmaya başlandı. Paris'teki kiliselerde "Akıl Bayramları" adı altında eğlentiler düzenleniyor, ******ler tanrıça gibi tahta çıkarılıyorlardı. Bu törenlerin bir adı da "Exoterion"du ve Weishaupt'un kaleme aldığı "Aşk Tanrıçasının Kutsanması" adlı bir şiiri örnek alıyorlardı."

"...Thomas Jefferson, 1791 yılında üç yıl süren Fransa elçiliğinden Amerika'ya geri dönüşünde, tüm bu kıyımı "ne güzel bir devrim" diye tanımlamış ve tüm dünyaya yayılmasını umut ettiğini yazmıştır. Jefferson, neredeyse tüm Fransa halkının Jakoben olduğuna inandığını açıklamıştır. Ona göre, bu büyük çoğunluk, ulusal iradeyi açıkça ortaya koymaktadır."

"1793 Yılının sonlarına doğru, yeni devrim yönetimi sayıları yüzbinlere ulaşan işsizlerle yüz yüze kaldı. Devrimin önderleri, sonradan bütün diktatörlerin taklit edeceği yeni bir "terör" projesini uygulamaya geçirdiler: "nüfus azaltılması". "Amaç Fransa'nın yirmibeş milyona ulaşan nüfusunu onaltı milyona indirmekti. Robespierre, nüfusun azaltılmasını kaçınılmaz buluyordu".
William T. Still, New World Order

"Ticaret hayatının yok olması ile genişleyen işsizlik sorununa çözüm, sistemli bir terör uygulaması ile bulundu."
Nesta H. Webster, Secret Societies and Subversive Movements

"Nüfusun azaltılması ile görevli devrim komitesi üyeleri, gece gündüz harita başında her kentte kaç kellenin kopartılması gerektiğini hesaplıyorlardı. Devrim mahkemeleri kimlerin ölmesi gerektiğine karar veriyor ve sonu gelmez bir kurban sürüsü giyotinin yolunu tutuyordu. Yalnızca Nantes'de, bir gece içinde 500 kimsesiz çocuk kent mezbahasında öldürülüyor, 144 yoksul kadın nehre fırlatılıyordu."
Son düzenleyen Safi; 12 Temmuz 2017 20:49
Kratos - avatarı
Kratos
Ziyaretçi
16 Kasım 2011       Mesaj #15
Kratos - avatarı
Ziyaretçi
İlluminati diğer masonik gruplar gibi etnik ve dini temelleri hedef alan gizli bir örgüt olarak görülüyor ama isminin ve işleyişin deşifre olması ne kadar gizli olmak niyetinde olduklarının bir göstergesi. Çok güçlü yandaşlarının olduğu söyleniyor ellerinde çok değerli el yazmalarının olduğu da söyleniyor tabi. Ama işin ilginç yanı kendilerini mason olarakj görmemeleri. Gül-Haç kardeşliğinin de bir numaralı düşmanı olmaları bunun kanıtıdır bence. Bir çok ünlü kişi bu cemaate üyeymiş bildiğim kadarıyla. Basbaya bir dini ritüel haline gelmiş. Ama içlerinde tanrı inancı var mı yahudiler gibi kendilerini seçkinler olarak mı görüyorlar orası biraz işin magazin boyutu. Resmi sitelerinde ctrl+a yaptığınız zaman geriye doğru bir sayım var şu an iti bari ile 20 küsür gün var. Bu süre sonunda ne olacak neyin peşinde oldukları veya neye inandıkları ise bir sır.

Benzer Konular

1 Ocak 2011 / Misafir Cevaplanmış
3 Aralık 2011 / Misafir Cevaplanmış
27 Eylül 2011 / Misafir Cevaplanmış
29 Nisan 2012 / Misafir Cevaplanmış
9 Mayıs 2013 / Esmanur Demir Cevaplanmış