Arama

Montesquieu

Güncelleme: 29 Temmuz 2016 Gösterim: 25.496 Cevap: 4
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Montesquieu


Sponsorlu Bağlantılar
Bir siyaset sosyolojisi geliştiren Montesquieu, esas ününü toplum, hukuk ve yönetim tarzı konusunda gerçekleştirdiği karşılaştırmalı araştırmadan almıştır. Siyaset ve hukuk konusunda tümevarımsal ve deneysel bir yaklaşımı benimseyen filozofun olguları kaydetmek yerine anlamayı seçmesi, onu fenomenleri konu alan karşılaştırmalı bir soruşturmayı, tarihsel gelişmenin ilkelerine ilişkin sistematik bir araştırmanın temeli yapmaya itmiştir. Siyaset konusuna, şu halde bir tarif filozofu olarak yaklaşan Montesquieu, farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli faktörlere, örneğin, halkın karakterine, ekonomik koşullarla iklime, vs. göreli olduğunu söylemiştir. O, işte bütün bu temel koşullara, “yasaların ruhu” adını vermiştir.


Montesquieu, bu bağlamda, üç tür yönetim tarzını birbirinden ayırmış ve bu devletlere uygun düşen yönetici ilke, iklim ve topraktan söz etmiştir. Buna göre, despotizm büyük devletlere, sıcak iklimlere uygun düşer ve korkuya dayanır. Britanya örneğinde olduğu gibi, ne soğuk ne de sıcak olan bir iklimin hüküm sürdüğü, orta büyüklükteki devletlere uygun düşen yönetim biçimi, monarşidir; söz konusu yönetim biçimi, şan ve şerefe dayanır. Buna karşın, soğuk iklimlere ve küçük devletlere uygun düşen rejim, demokrasidir; demokrasinin yönetici ilkesinin erdem olduğunu öne süren Montesquieu, tüm insanlar için geçerli olan tek bir doğa yasası ve evrensel bir insan doğası olduğunu kabul eden akılcılığa şiddetle karşı çıkmış ve kuvvetler ayrılığı prensibini ortaya atmıştır.
Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 22:28
Biyografi Konusu: Montesquieu nereli hayatı kimdir.
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
3 Ağustos 2007       Mesaj #2
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
Montesquieu, sosyolog ya da filozof?
Cathrine Larrére
Sponsorlu Bağlantılar
Çeviri: İsmail Yerguz.
Montesquieu yasaların ve geleneklerin “sonsuz çeşitliliği”ni dikkate alırken, genellikleri içinde değerlendirmek amacıyla tiplere ayırırken, bunları birbirlerine bağlayan gerekli ilişkileri araştırırken büyük olasılıkla felsefi idealiteyi ve soyutlamayı bırakarak olgular gerçekliğinin sağlam zeminine basmıştır ayağını.

Sosyolog Montesquieu düşüncesi kabul edilmiştir genellikle. Tartışma büyük olasılıkla Montesquieu’nün hangi tip sosyolojiye angaje olduğu konusunda yoğunlaşmaktadır. Bir yanda E. Cassirer ya da R. Aron gibi Montesqieu’yü kapsamlı bir sosyolojinin öncüsü gibi görenler vardır ki bu kategori içinde yer alanlar yönetim tipolojisini (üç yönetim biçiminin-cumhuriyet, monarşi, despotizm- her birini anlamlı bir birlik haline getiren doğal/ilke ikiliği) Webervari bir ideal tip anlayışına indirgerler.

Öte yanda Auguste Comte ve Durkheim’la birlikte Montesquieu’yü nedensel ilişkiler arayışı içinde olan açıklamalı bir sosyolojinin öncüsü gibi görenler vardır: ama bu onu iklim teorisiyle birlikte indirgeyici ve doğalcı bir determinizme teslim olmakla suçlamaktır. Althusser, Hegel’den sonra, Montesquieu’nün sosyal bütünlüğü (iklimden dine kadar, bir toplumda etkin plan tüm faktörleri globalleştirici genel anlayış kavramı sayesinde) keşfetmesinin ve bunun sağladığı tarih felsefesinin üstünde durarak yeni bir tartışma başlatmıştır. Bu dinamik vizyonu ideal tip yorumunun ön plana çıkardığı sosyal statikle karşıtlaştırıyordu. Bu durumda büyük olasılıkla bir karara varmak gerekiyordu: bu tarihsel dinamiği bütün faktörleri birbirine bağlayan anlamsal bir bütünlüğün dinamiği olarak mı anlamak gerekirdi yoksa bunlardan biri son tahlilde bile belirleyici olabilir miydi?: Althusser böylelikle yönetimin doğası ilkesini önceliğinde ekonominin siyaseti belirlemesinin bir öncelemesini görüyordu.

Tüm kalıcı yorumların kendi yeterli gerekçeleri vardır. Montesquieu’nün sosyal bütünlüğü ve bu alanda etkin olan çeşitli faktörleri dikkate alma biçimi sosyolojik girişimle bir yakınlaşmayı gerekli kılar. Hiç kuşkusuz onun soruşturma gereci sınırlıdır ve dolaylıdır, hiç kuşkusuz açıklamaları (çokeşlilik, zinanın yasaklanması ya da yemek yeme biçimleri) genellikle şematik ya da sınırlıdır ama bu bağlamda önemli olan amacın oluşumudur. Bilinçli bir tarafsızlıkla ampirik farklılığa önem vermesi, rasyonel açıklama araştırmaları gelenek göreneklerin göreliliği ve ilkelerin evrenselliği arasında kurduğu ilişki kendisini sosyologların ve antropologların vazgeçilmez bir başvuru kaynağı durumuna getirmiştir.

Bununla birlikte, toplumsal olguları nesneler gibi gören sosyolog bir Montesquieu’nün pozitivist katılığı içindeki yorumları onu varlık ve kendisine yabancı olan ödev olarak varlık arasında bir ayrıma götürmüştür. Montesquieu bir yandan betimlerken aynı zamanda yargılar, seçer, önerir. Despotizm ve köleliği mahkum eder, hoşgörü tavsiye eder. Burada Lanson ve Brunschwiğin öne sürmüş oldukları gibi sadece “reformcu bir idealizm”in “sosyolojik bir gerçeklik”le çakışması söz konusu değildir. J. Ehrard Montesquieu’yü toplumsal olguların bütünüyle nesnel bir yaklaşımıyla yorumlamanın ne kadar anakronik olduğunu göstermiştir çünkü ona göre onun döneminde akıl hem betimleyici hem kural getiricidir, bir başka deyişle hem olgu hem haktır.

Bu aynı zamanda R. Aron’un da vardığı sonuçtur: Montesquieu her ne kadar bir sosyologsa da aynı zamanda bir doğal hukuk kuramcısıdır; Montesquieu bu yapıtın (kendisinden) istediği şeylerin büyük bölümünü gene kendisinin ulaşamayacağı bir dehayla gerçekleştiren Grotius ve Pufendorf’a müteşekkirdir . Montesquieu siyaset felsefesinin klasik geleneği içinde yer alır. Çağdaşlarının “sadece fizik bilimlere önem vermesi” ve “siyasal iyilik ve kötülük”ün onlar için “bir bilgi konusunda çok bir duygu olması”na üzülürken “siyasal bilimlere ve ahlak bilimlerine hayranlığı bir tür kült haline getiren” Eskilerin projesini yeniden ele almak ister (Pens 1940, 198). Dolayısıyla bu siyasal iyilik ve kötülük bilimi, Aristoteles’teki gibi yasa koyucular oluşturması gereken kuralcı ve pratik amaçlan olan bir bilimdir: “Bunu söylüyorum ve öyle sanıyorum ki ben bu kitabı sadece bunu kanıtlamak için yazdım: kanun koyucunun anlayışı hoşgörü anlayışı olmalıdır; siyasal iyilik, ahlaksal iyilik gibi her zaman iki sınır arasında yer alır” (XXIX, 1) der Montesquieu

Siyaset Felsefesi Sözlüğü
İletişim Yayınları

KisukE UraharA - avatarı
KisukE UraharA
VIP !..............!
20 Ocak 2008       Mesaj #3
KisukE UraharA - avatarı
VIP !..............!
Montesquieu
Charles Montesquieu

Charles-Louis de Secondat, Baron de La Brède et de Montesquieu (18 Ocak, 168910 Şubat, 1755), daha çok bilinen adıyla Montesquieu, bir Fransız politik düşünürüdür.
Kuvvetler ayrımı esasını ortaya atmıştır. 20 yıl üzerinde çalıştığı De l'esprit des lois adlı kitabında yasama, yürütme ve yargı'yı birbirlerinden ayırmanın önemini vurgulamıştır.
Charles-Louis de Secondat Montesquieu. 1689-1755 yılları arasında yaşamış Fransız filozofu. Bir siyaset sosyolojisi geliştiren Montesquieu, esas ününü toplum, hukuk ve yönetim tarzı konusunda gerçekleştirdiği karşılaştırmalı araştırmadan almıştır. Siyaset ve hukuk konusunda tümevarımsal ve deneysel bir yaklaşımı benimseyen filozof, olguları kaydetmek yerine anlamayı, fenomenleri konu alan karşılaştırmalı bir soruşturmayı, tarihsel gelişmenin ilkelerine ilişkin sistematik bir araştırmanın temeli yapmayı itmiştir. Siyaset konusuna, şu halde bir tarih filozofu olarak yaklaşan Montesquieu, farklı politik toplumlardaki farklı pozitif hukuk sistemlerinin çok çeşitli faktörlere, örneğin, halkın karakterine, ekonomik koşullarla iklime, vs., göreli olduğunu söylemiştir. O, işte bütün bu temel koşullara, "yasaların ruhu" adını vermiştir. Montesquieu bu bağlamda, üç tür yönetim tarzını birbirinden ayırmış ve bu devletlere uygun düşen yönetici ilke, iklim ve topraktan söz etmiştir. Buna göre, despotizm büyük devletlere, sıcak iklimlere uygun düşer ve korkuya dayanır. Britanya örneğinde olduğu gibi, ne soğuk ve ne de sıcak olan bir iklimin hüküm sürdüğü, orta büyüklükteki devletlere uygun düşen yönetim biçimi, monarşidir; söz konusu yönetim biçimi, şan ve şerefe dayanır. Buna karşın, soğuk iklimlere ve küçük devletlere uygun düşen rejim, demokrasidir;demokrasinin yönetici ilkesinin erdem olduğunu öne süren Montesquieu, tüm insanlar için geçerli olan tek bir doğa yasası ve evrensel bir insan doğası olduğunu kabul eden akılcılığa şiddetle karşı çıkmış ve kuvvetler ayrılığı prensibini ortaya atmıştır.
Gerçekçi ol imkansızı iste...
JuNe - avatarı
JuNe
VIP WaMPiR
11 Şubat 2010       Mesaj #4
JuNe - avatarı
VIP WaMPiR
Montesquieu (1689-1755)

Montesquieu’nun doğumu, İnsan Hakları Bildirisinin İngiliz Parlamentosunca onaylandığı yıla, yani büyük Fransız devriminden tam yüz yıl önceye rastlar. Ailesi Bordeaux’nun eşrafındandı. Daha çocukluğunda büyükleri gibi onun da Parlementoya girmesi kararlaştırılmış, eğitimi ona göre düzenlenmiştir. Bu yüzden, Fen Bilimlerine karşı duyduğu eğilimi körletmek zorunda kalmıştır. 1716 yılında da, amcasının ölümü üzerine Bordeaux Parlamentosuna başkan seçilmiştir.

1721 yılında yayımladığı ilk eseri “Acem Mektupları” (Lettres Persanes), büyük ilgiyle karşılanmıştır. Paris’i görmeye gelen iki İranlı’nın, kurulu düzeni, görenekleri, gelenekleri, yeni bir gözle incelemeleri, en olağan durumlar karşısında şaşkınlığa düşmeleri, birçok doğruyu sarsmak, yerleşmiş kanıların sakatlığını belirtmek bakımından verimli bir yol olmuştur. Fransız ulusu belki de ilk defa olarak, kendisine doğru diye belletilenlerin bir yabancı açısından bakılınca ne denli eğri görünebileceklerini anlıyor, XIV. Louis krallığının, zorbalığa kayarak nasıl soysuzlaştığını, şaşmaz sanılan bir çok değerin kofluğunu iki Acemin ağzından dinliyordu. Gerçi Montesquieu, çağının Doğuya karşı beslediği ilgiden yararlanmış, İranlı’ları konuşturmuştu ama, bir göstermelikten başka bir şe değildi bu; aslında, bu yergilerin, bu alayların tümü, daha sonraları kaleme alacağı “Yasaların ruhu” (De l’esprit des lois) adlı incelemesindeki ana fikirlere dayanıyordu.

Acem Mektupları Montesquieu’yu pek çekemeyen Voltaire’in “böyle hafif uslupla yazılmış bir eseri herkes kaleme alabilirdi” hükmüne rağmen; daha ilk yılında dört baskı yapmış ve yazarının 1725 yılında Fransız akademisine seçilmesine neden olmuştur. Fakat Monsetquieu’yu sevmeyenler, akademi üyeliği için, sözde Paris’te devamlı ikamet şart koşan bir hükmün mevcudiyetini ileri sürerek, bu seçimi iptal ettirmişlerdir. Bunun üzerine Montesquieu, 1726’da Bordoeux bürosunu satarak başkente yerleşmiş, bu sayede nihayet 1728 yılında yeniden akademiye girebilmiştir.
“Hayatımda hemen hemen hiç üzülmedim, sıkıntı da çekmedim” diyebilen Montesquieu’nun en büyük merakı gezmek, dünyayı görmekti. Gençliğinde, “Binbir Gece Masalları”nı, Jean Chardin’in “İran ve Doğu Hindistan” adlı yolculuk notlarını okurdu. 1728’den 1731 yılına kadar çeşitli ülkeleri dolaştı, kendine malzeme topladı ama, Doğu’ya kadar bir türlü uzanamadığı için, bu konuda Chardin’in verdiği bilgiyle yetinmek zorunda kaldı. Fransa’ya dönünce, babadan kalma Brede şatosuna yerleşti, geceli gündüzlü bir çalışma dönemine girdi. Acem Mektupları’nın sağladığı ünle, bu başarı sayesinde elde ettiği Fransız akademyası üyeliğiyle yetinmek istemiyor, ilk eserinde ortaya koyduğu gözlemleri bilimsel bir yönteme vurmayı tasarlıyordu, “Romalıların büyüklüğü ve düşüşü” adlı incelemesi bu alanda giriştiği ilk deneme oldu. Tarih çalışmalarının bu kadar ilerlediği günümüzde bile Romanın neden büyüdüğünü, neden düştüğünü anlamak, altından kalkılamayacak kadar zor bir iş iken, Montesquieu’nun bunu kendi çağının imkansızlıkları içinde başarabilmesi zekasının üstünlüğüne en büyük kanıttır.

Nihayet devlet ve siyasi teorisi bakımından haklı olarak en büyük ve önemli eseri sayılan “De L’esprit Des Lois” (Kanunların ruhu) nu, yirmi yıla yakın bir çalışmadan sonra, 1743’te tamamlamış, 1748’de Cenevre’de bastırmıştır. Montesqueiu, bu eserini basılmadan önce yakın arkadaşlarına okumuş. Onlar da, bu kitabın on sekizinci yüzyılın en önemli eseri olduğunu belirterek, yayınlamasından doğacak tehlikelere işaretle basılmamasını tavsiye etmişlerdi.

Otuz bir kitaptan oluşan eser, altı kısma ayrılmıştır. İlk sekiz kitap hukuk ve hükumete tahsis olunmuştu; Onu takip eden beş kitapta da askeri ve mali meselelerden bahsedilmektedir. Üçüncü kısmı teşkil eden altı kitapta örf, adet ve iklim şartlarının tesiri incelenmiştir. Dördüncü kısmın dört kitabı, iktisadi meselelere ayrılmıştır. Beşinci kısımdaki üç kitap dinden, son beş kitapta Roma, Fransız hukukları ile feodal hukuktan bahsetmektedir.

Papa tarafından okunması yasak listeye geçirilen bu büyük eserin değeri çok geçmeden anlaşılmış ve dünyanın dört bucağından övgüler yağmaya başlamıştır. Esasında Montesquieu’yu düşman olan Voltaire bile 5 Ocak 1759’da bir Hollandalıya yazdığı mektupta “Kanunların ruhu” hakkında şunları yazıyordu : “Kabul ediyorum ki, Montesqueiu’nun zaafları vardır. O, bazen bir tarif yerine bir epigram bir yeni fikir yerine bir antitez sunmaktadır. Buna rağmen o, her zaman için düşünen ve okuyanı düşündüren başarılı ve derin bir bilgin olarak kalacaktır. Kanunlar hakkındaki kitabı, başkalarına hükmedenler için imtihan verip, diploma almaları gereken bir ibret hazinesi olmalıdır. O baki kalacak, broşür yazarları ise faniliğe karışacaktır” Son yıllarını daha çok la Brede şatosunda istirahatle geçiren Montesquieu 1755’te ölmüş ve St. Sulpice kilisesine gömülmüştür.

Montesquieu’nun XVIII nci yüzyıl aydınlık çağı düşünürlerinden olduğu ve eserinin metodu ile olduğu kadar savunduğu siyasal ve hukuki görüşleri ile de modern bir düşünür olduğu bugün kabul edilmektedir. Ancak Montesquieu XVIII nci yüzyılın ilk yarısının gelenekçi, tutucu ortamında yaşamıştır. Bu nedenle Montesquieu geleneklere bağlı bir kişi olmaktan da kurtulamayacaktır. Soylu bir kişi olan düşünür bu sosyal sınıfın yüceliğine inanmıştır, hukukçu ve hakim olması nedeniyle bazı ayrıcalıklara sahiptir ve bunları da korumak istemektedir ve Fransa krallarının mutlakiyet tutkularının bu “ara organlara” gereken önemi vermemelerinden yakınmaktadır. O dönemde İngiltere ve Hollanda da gelişen görüşler karşısında Montesquieu tutucu ve çekingen, bir düşünür olarak görülür.
Ne MUTLU TÜRKÜM Diyen !Türkiyem
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
29 Temmuz 2016       Mesaj #5
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  montesquieu.jpg
Gösterim: 1942
Boyut:  52.0 KB

MONTESQUIEU

, Charles Louis De Secondat (1689-1755) Fransız düşünür ve siyaset kuramcısı. Yönetim biçimlerini sınıflandırması ve güçler ayrılığı kuramıyla siyaset biliminin ve çağdaş anayasa hukukunun öncülerindendir.

Charles Louis De Secondat, Baron de La Brede et de Montesquieu 18 Ocak 1689’da Bordeaux yakınlarında La Brede şatosunda doğdu, 10 Şubat 1755’te Paris’te öldü. Babası Jacques de Secondat, 16.yy boyunca Fransa Krallığı’na hizmet etmiş ve çeşitli soyluluk unvanları almış bir asker ailesindendi. Yedi yaşındayken annesinin ölümü üzerine, ailenin en büyük çocuğu olarak, miras yoluyla La Brede baronu unvanını alan Charles Louis, 1700’de Paris yakınlarındaki Juilly’de bir koleje gönderildi. 1705’te bu okulu bitirerek Bordeaux Üniversitesi’nde hukuk öğrenimine başladı. 1708’de avukat oldu ve mesleğinde deneyim kazanmak için Paris’e gitti. 1713’te babasının ölümü üzerine Bordeaux’ya döndü, ertesi yıl da Bordeaux Parlamentosu’na üye oldu. O dönemde Fransa’da parlamento üyeleri ya kral tarafından seçiliyor ya da üyelik babadan oğula geçiyordu. Parlamentonun başlıca görevi yargılama, kralın emirnamelerini ilan etme ve zaman zaman krala uyarıda bulunmaktı. 1715’te kendisine yüklü bir çeyiz getiren Jeanne de Lartigue ile evlenen, ertesi yıl, Montesquieu baronu olan amcasının ölümüyle onun tüm servetini, baronluk unvanını ve Bordeaux Parlamentosu’ndaki başkanlık görevini devralan Montesquieu, aynı yıl Bordeaux Akademisi’ne girdi. Bir yandan parlamentodaki görevini sürdürürken, bir yandan da bilimsel çalışmalarına ağırlık verdi ve 1717-1720 arasında akademiye birçok bilimsel inceleme sundu.

İran Mektupları


1721’de, ilk önemli edebi çalışması olan Lettres persanes’ı (Iran Mektupları) imzasız olarak yayımladı. Fransa’nın, özellikle Paris’in yaşamını ve kuramlarını iki Iranlı’ nın ağzından alaylı bir dille yeren, Avrupa uygarlığını çeşitli açılardan eleştiren bu yapıtın yazarı olduğu anlaşıldıktan sonra bir yandan büyük bir ün kazanırken, bir yandan da, din kuramlarını, özellikle Roma Katolik Kilisesi’ni küçük düşürdüğü gerekçesiyle kardinalin ve muhafazakâr çevrelerin tepkisiyle karşılaştı. Düşünsel etkinliğinde parlamentodaki çalışmasından daha başarılı olduğunu anlayan Montesquieu, 1726’da parlamentodaki başkanlık görevini bir başkasına satarak Paris’e yerleşti. 1728’de de Fransız Akademisi’ne üye seçildi.

Aynı yıl bilgisini ve görgüsünü artırmak amacıyla Avrupa’da bir geziye çıkarak Avusturya’yı, kuzeyden güneye İtalya’nın bütün büyük kentlerini, Almanya ve Hollanda’yı dolaştı, bu ülkelerin siyasal yapısını ve iktisadi durumunu inceledi. 1729’da gittiği ve iki yıl yaşadığı Ingiltere’de anayasal kuramları inceledi, sık sık Lordlar Kamarası’nın ve Avam Kamarası’nın oturumlarını izledi, Locke’un yapıtları üzerinde çalıştı ve Londra’daki Royal Society’ye üye seçildi.

Yönetim biçimlerini sınıflandırması ve Kanunların Ruhu


1731’de Fransa’ya döndükten sonra, Roma tarihi üzerinde çalışmaya başlayan ve 1734’te ilk büyük yapıtı olan Considerations sur les causes de la grandeur des Romains et de Leur decadence’ı (Romalılar’ın Büyüklüğü ve Çöküş Nedenleri Üstüne Düşünceler) yazan Montesquieu, 1748’de, gezi notlarını ve gözlemlerini değerlendirdiği on dört yıllık bir araştırma ve çalışma sonunda, başyapıtı olan De l’esprit des lois’yı (Kanunların Ruhu Üzerine) yayımladı. Büyük yankı uyandıran bu yapıttan sonra Aydınlanmacı düşünürler Montesquieu’yü kendilerinden biri olarak benimserken, kimi çevreler de onu dine karşı olmakla ve Maddecilik’e yönelmekle suçladılar. Sorbonne Üniversitesi’nin iki kez sansür etme girişiminde bulunduğu kitap, Fransız konsolosunun ve liberal düşünceli din adamlarının karşı çıkmasına rağmen, Papalık tarafından “yasak kitaplar” listesine alındı. Bunun üzerine, kitabını savunmak için 1750’de De-fense de l’esprit des lois’yı (“Kanunların Ruhunun Savunması”) yayımlayan Montesquieu, yaşamının son yıllarında da, Lettrespersanes’dadin kuramlarına yönelik bölümleri üzerinde düzeltmeler yapmasını isteyen kilisenin bu isteğini geri çevirdi.

Montesquieu’nün, böcekler, asalak bitkiler, yankı, gelgit olayı, cisimlerin saydamlığı, hareket, böbrek hastalıkları gibi, bilimin çok geniş bir kesitini kapsayan doğabilim çalışmaları, düşünsel gelişimini de derinden etkilemiştir. Descartes ve Newton’a büyük bir hayranlık besleyen Montesquieu, okuduğu kolejde öğretmenlik yapan Malebranche’ın görüşlerinden ve İngiltere’de bulunduğu yıllarda incelediği Locke’ un deneyciliğinden büyük ölçüde etkilenmiştir. Descartes ve Malebranche’ın etkisiyle olaylara hep aklın ışığı altında yaklaşmış, ancak hareket noktası hep somut olaylar olmuş ve doğabilimlerinden sosyal olguların incelenmesine değin tüm bilgi alanlarında, olaylar arasındaki bağlantıları her zaman gözlem ve deneye dayanarak bulmaya çalışmıştır. Akıl yürütme ve deney, onun yönteminin temel dayanak noktalarıdır.

Roma tarihi üzerinde yaptığı araştırmada, tarihin ahlaki ve dini açıdan yorumunu reddederek, tarihsel olayların ardındaki somut, gerçek nedenleri bulmaya çalışmıştır. Tarihsel olaylarda zaman zaman rastlantılar rol oynasa bile, tarihin akılcı bir biçimde incelenebileceğini ve ardındaki genel nedenlerin bulunabileceğini ileri sürmüştür. Bu çerçevede, tarihte bireylerin rolü ve tarihsel olguların zorunluluğu arasında bir orta yol bulmaya çalışmıştır. Dini ise, doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmadan toplumsal bir olgu olarak ele almıştır. Ona göre, dinin toplumsal ve siyasal yararları vardır. Dinsel inancın güçlü olduğu ülkelerde yasaların uygulanması daha kolay olacak, böylece devletin çok sıkı bir denetim uygulamasına gerek kalmayacaktır. Ne var ki, dinin işlevini yadsımamakla birlikte, dini hoşgörüsüzlüğe ve bağnazlığa karşıdır. Lettres persanes’da kilisenin bağnazlığını alaylı bir dille eleştirmiştir.

Gene da Montesquieu’nün gerçek değeri De l’esprit des lois adlı yapıtında yer alan, hukuk ve siyasete ilişkin düşüncelerinden kaynaklanır. Bu yapıtında, yasa koyucunun niyet ve amaçlarının ötesinde, yasaların gerçek nedenlerini araştıran Montesquieu’ye göre yasalar, insan aklının bir ürünüdür ve her toplumun, her ulusun siyasal ve medeni yasaları bu aklın uygulandığı özel durumlardır. Montesquieu, yasaları ve toplumsal kurumlan doğal haklara, toplumsal sözleşmeden doğan kurumlara dayandıran ve toplumsal kuramlara akıl yoluyla en iyi biçimin verilebileceğini savunan çoğu Aydmlanmacı düşünürden bu noktada ayrılarak, çevresel etkiler üzerinde durur. Her ülkenin, her ulusun belli yasaları, kendine özgü toplumsal ve siyasal bir yapısı olmasını, fiziksel ve manevi etkenler diye iki ayrı grupta topladığı birtakım etkilere bağlar. Ülkenin yüzey biçimleri, topraklarının genişliği, nüfusun yapısı ve dağılımı gibi fiziksel etkenler arasında da, insanların kişiliğini, ruh ve düşünce yapısını etkilediği için “iklim”i ön plana çıkarır. Aristoteles’den başlayarak süregelen bu varsayımı, bazı değişikliklerle ve kendi görüşlerini destekleyecek biçimde yeniden ortaya koyan Montesquieu’ ye göre, sıcak iklim insanları çekingen, duygusal ve tembel olurlar, köleliği de kolayca kabul ederler. Bu nedenle, sıcak iklimli Asya ülkelerinde köleciliğe dayalı yönetim biçimleri, soğuk iklimli Avrupa ülkelerinde ise özgürlük üstüne kurulmuş rejimler geçerli-dir. Ancak, coğrafya ve iklim koşullan gibi fiziksel etkenlerin, ne denli önemli olursa olsun, bir toplumun yaşam biçimini doğrudan doğruya ve tek başına etkileyecek kadar güçlü olmadığını vurgulayan Mon-tesquieu’ye göre, iyi bir yönetici ve yasa koyucu, iklim koşullarının etkisini bile hafifletip üstesinden gelebilir ve o ülkenin fiziksel koşullarına en uygun yönetim biçimini belirleyebilir. Çünkü, din, yasalar, gelenek, görenek ve töreler, iktisat ve ticaret, düşünce yapısı, edebiyat ve sanat yapıtları gibi manevi etkenler, her zaman fiziksel etkenlerden daha güçlüdür. Bu manevi ve fiziksel etkenlerin bütünü, bir ulusun “genel ruhu”nu oluşturur, bu genel ruh da her yönetim biçimine özgü temel ilkeyi belirler. Örneğin, cumhuriyet yönetiminin temelinde yatan ilke erdem, monarşinin temel ilkesi onur, despot yönetiminki korkudur.

Montesquieu, bütün bu düşüncelerin ışığında şu sonuca varır: Tüm ülkeler için geçerli olan en iyi yönetim biçiminden söz edilemez, ancak bir ülkeye en uygun yönetim biçiminden söz edilebilir. Değişik yapıdaki uluslara ve ülkelere, değişik yönetim biçimleri uygun düşebilir. Bir ülkeye uygun olan yönetim biçiminin bir başka ülkeye de uygun düşmesi ancak büyük bir rastlantı olabilir. En iyi diye nitelendirilebilecek evrensel bir yönetim biçimini yadsıyan Montesquieu, yönetim biçimlerini üçe ayırır: Cumhuriyet, monarşi ve despotluk. Cumhuriyet yönetimini de demokrasi ve aristokrasi diye ikiye ayırır. Egemen güç bir azınlığın elindeyse aristokrasi, halkın elindeyse demokrasi söz konusudur. Demokraside egemen gücün sahibi olan halk, bir kurul tarafından yönetilmelidir. Halk ya doğrudan doğruya bu kurulu, ya da kurul üyelerini seçecek kişileri seçer. Her siyasal sistemin bir ilke üzerinde ayakta durduğunu ve bu ilke bozulunca sistemin de yozlaştığını söyleyen Montesquieu’ye göre, demokrasinin ve aristokrasinin temel ilkesi erdemdir. Erdem ise fedakârlık, yasalara saygı ve yurt sevgisidir. Demokrasi buna ek olarak eşitlik ilkesi üzerinde kurulmuştur. Bunun korunması için de zenginliklerin eşit olarak paylaştırılması gerekir. Bu nedenle yasalar, aşırı zenginliği engelleyici nitelikte olmalıdır. Aristokraside siyasal erdeme ek olarak, yönetici azınlığın çoğunluğu ezmemesi için ölçülü hareket ilkesi de gereklidir ve demokrasideki eşitlik ilkesinin yerini tutar. Bu nedenle aristokraside yasalar insanları ölçülü davranmaya zorlamalıdır. Aldığı Eski Çağ kültürünün de etkisiyle Eski Roma ve Yunan cumhuriyetlerine hayran olan, bu cumhuriyetlerde var olduğuna inandığı “siyasal erdem”i ve “kamu ruhu”nu yücelterek en iyi demokrasi uygulamasına örnek olarak bu cumhuriyetleri gösteren Montesquieu, aristokrasi yönetiminin yaşayan en iyi örneği olarak da Venedik Cumhuriyeti’ni belirtir.

Monarşi, tek kişinin yasalar çerçevesinde uyguladığı yönetim biçimidir. Bu yönetimde tüm siyasal
iktidarın kaynağı kraldır, kral ile halk arasında ara güçler, yani soylular yer alır. Kral, ülkeyi ancak soylulardan güç alarak yönetebilir. Montesquieu’ye göre soylular kral ile halk arasında aracı konumdadırlar, halkın kral tarafından ezilmesini önlerler, bu anlamda da özgürlüklerin savunucusudurlar. Yalnızca ayrıcalıkları olan küçük bir azınlık üzerine kurulu toplumlarda geçerli olan “onur”u temel ilke olarak benimseyen monarşide, senyörlerin, kilisenin, soyluların ve kentlerin ayrıcalıkları kaldırılırsa, o yönetim despotluk olur. Bu nedenle monarşide yasalar soyluların ayrıcalıklarını korumalıdır. Montesquieu, Fransa’daki özgürlük bunalımının nedeni olarak monarşinin ara yönetici kurumlan kaldırarak geleneksel Fransız Anayasası’nı bozmasını gösterir. Buna bir çözüm olarak da, soyluların ayrıcalıklarının parlamentodaki Lordlar Kamarası aracılığıyla korunup sürdürüldüğü İngiliz siyasal düzenini önerir. Despotluk yönetiminde ise yasalara gerek yoktur, tek kişi keyfince toplumu yönetir. Despotluğun dayandığı temel ilke korkudur. Montesquieu yaşamı boyunca üç şeyi kesinlikle reddetmiştir: Despotluk, kölelik ve dini hoşgörüsüzlük. Montesquieu özgürlüğe değer verir, ancak ona göre özgürlük kadar değişik ve çok anlamlı bir sözcük yoktur. Özgürlük ancak yasaların izin verdiği şeyleri yapabilmektir, bu da kimsenin diğerinden korkmadığı bir ortamda, yani ılımlı yönetimlerde gerçekleşebilir. Bu anlamda özgürlüklerin güvence altına alınabilmesi için, iktidarın kötüye kullanılması önlenmelidir. Montesquieu bunun çözümünü iktidarı iktidarla durdurmak olarak görür ve buradan güçler ayrılığı kuramına geçer. Bu kuramı ilk ortaya atan o değildir, daha önce Locke da bundan söz etmiştir, ancak Locke’un görüşlerinde yargı gücü ayrı ve bağımsız bir güç olarak yer almamıştır.

Kuvvetler ayrılığı


Montesquieu’ye göre her devlette yasaları yapan ve bunların uygulanmasını denetleyen yasama, bu yasaları uygulayan yürütme ve yasalara uymayanları cezalandıran yargı güçleri vardır. Yasama, yürütme ve yargı güçlerinin bir tek elde toplandığı bir ülkede özgürlük olamaz. Montesquieu’nün savunduğu, hukuksal anlamda bir güçler ayrılığı değil, toplumsal ve siyasal güçlerin ayrılığıdır. O dönemde, yürütme gücünü elinde bulunduran kral, çeşitli ara kurumlarda konumunu korumaya çalışan soylular ve güçlenen burjuvazinin öncülük ettiği halk arasında çetin bir iktidar mücadelesi sürüp gitmekteydi. Montesquieu bu kuramıyla, bu toplumsal güçler arasında bir denge kurma çabasındadır ve güçler ayrılığı ilkesi, günümüze değin, yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki dengenin nasıl sağlanacağına ilişkin tartışmaların kaynağı olmuştur.

Yasama gücü halkın bütününde olmalıdır, ancak büyük ülkelerde halk bu gücü seçtiği temsilciler aracılığıyla kullanır. Montesquieu, halkın seçilmiş temsilcilerinden oluşan meclisin yanında, soyluların temsilcilerinden oluşan ikinci bir meclis öngörür. Doğuştan, zenginlik ya da onur yönünden ayrıcalıklı olan soylular, ayrıcalıklarına bağlı olarak yasama organında pay sahibi olmalıdırlar. Bu ikinci meclisin bazı konularda veto yetkisi olacağını öngören Montesquieu, bu görüşünde, İngiltere’deki Lordlar Kamarası ile Avam Kamarası ayrımından esinlenmiştir. Yürütme gücü kralın elinde olmalıdır. Yasama organını toplantıya çağırma yetkisi de krala tanınmıştır, ancak kral yasama organını yılda en az bir kez toplantıya çağırmak zorundadır. Yürütmenin, yasamanın işlemlerini veto ederek durdurma hakkı vardır, ancak yasamanın yürütmeyi durdurma yetkisi olmayacaktır. Montesquieu bu görüşleriyle yasamaya üstünlük tanıyan parlamenter sisteme karşı çıkmaktadır. Örnek aldığı o dönem Ingiltere’sinde, yürütme organının üyeleri olan bakanlar kral adına hareket etmektedirler.

Montesquieu’nün 18.yy Aydınlanma dönemi düşünürlerinden olduğu kabul edilir. Ancak, yaşadığı koşulların ve içinde bulunduğu dönemin etkisiyle gelenekçi ve muhafazakâr düşünceleri savunmaktan da geri kalmamıştır. Mutlak monarşiye karşı çıkarak, soyluların ayrıcalıklarının korunmasını istemiş, böylelikle, İngiltere’den gelen liberalizm akımını Fransa’ nın koşullarıyla birleştirmeye çalışmıştır. Gene de, mutlakiyetçiliğe karşı mücadelesi ve düşünceleriyle Montesquieu, Fransız Devrimi’ne yol açan hareketin esin kaynağıdır. Yönetim biçimlerini sınıflandırması ve güçler ayrılığı kuramıyla siyaset biliminin kurucusu ve çağdaş anayasa hukukunun babası sayılır. Ayrıca, Comte ve Durkheim tarafından sosyolojinin ilk habercileri arasında anılan Montesquieu’yü bazı tarihçiler de modern tarih biliminin öncülerinden biri olarak gösterirler.

Yapıtları


  • Dissertation sur la politique des Romains, 1716
  • (“Romalılar’ın Siyaseti Üstüne İnceleme”); Les dettes de l’etat, 1718
  • (“Devlet Borçları”); Observations sur l’histoire naturelle, 1721
  • (“Doğa Tarihi Üzerine Gözlemler”); Lettres persanes, 1721
  • (İran Mektupları, 1963); De la monarchie üniverselle en Europe, 1734
  • (“Avrupa’daki Evrensel Monarşi Üzerine”); Consi-derations sur les causes de la grandeur des Romains et de leur decadence, 1734
  • (Romalılar’ın Azamet ve İnhitatları Hakkında Mülahazat, 2 cilt, 1919-1921); De l’esprit des lois, 1748
  • (Kanunların Ruhu Üzerine, 1963); Defense de l’esprit des lois, 1750, (“Kanunların Ruhunun Savunması”).
Montesquieu doğumu, İnsan Hakları Bildirisinin İngiliz Parlamentosunca onaylandığı yıla, yani büyük Fransız devriminden tam yüz yıl önceye rastlar. Ailesi Bordeaux'nun eşrafındandı. Daha çocukluğunda büyükleri gibi onun da Parlementoya girmesi kararlaştırılmış, eğitimi ona göre düzenlenmiştir. Bu yüzden, Fen Bilimlerine karşı duyduğu eğilimi körletmek zorunda kalmıştır. 1716 yılında da, amcasının ölümü üzerine Bordeaux Parlamentosuna başkan seçilmiştir. 1721 yılında yayımladığı ilk eseri Acem Mektupları (Lettres Persanes), büyük ilgiyle karşılanmıştır. Paris'i görmeye gelen iki İranlı'nın, kurulu düzeni, görenekleri, gelenekleri, yeni bir gözle incelemeleri, en olağan durumlar karşısında şaşkınlığa düşmeleri, birçok doğruyu sarsmak, yerleşmiş kanıların sakatlığını belirtmek bakımından verimli bir yol olmuştur. Fransız ulusu belki de ilk defa olarak, kendisine doğru diye belletilenlerin bir yabancı açısından bakılınca ne denli eğri görünebileceklerini anlıyor, XIV. Louis krallığının, zorbalığa kayarak nasıl soysuzlaştığını, şaşmaz sanılan bir çok değerin kofluğunu iki Acemin ağzından dinliyordu. Gerçi Montesquieu, çağının Doğuya karşı beslediği ilgiden yararlanmış, İranlıları konuşturmuştu ama, bir göstermelikten başka bir şe değildi bu; aslında, bu yergilerin, bu alayların tümü, daha sonraları kaleme alacağı (De lesprit des lois) adlı incelemesindeki ana fikirlere dayanıyordu.

Derleme...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
🌘 🚀

Benzer Konular

17 Temmuz 2012 / buz perisi Edebiyat