Arama

Çelişki Üzerine Materyalist Bakış Açısı

Güncelleme: 9 Kasım 2006 Gösterim: 6.084 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Kasım 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
I. SÜREÇLERİN ZİNCİRLEME SIRALANIŞI

Sponsorlu Bağlantılar

DİYALEKTİĞİN, şeylere, aralıksız değişmekte olan, sürekli gelişen, kısacası, diyalektik bir harekete uğrayan şeyler olarak baktığını gördük (birinci yasa).
Bu diyalektik hareket, her şey, biz onu incelediğimiz anda, ancak, bir süreçler zincirinin, yani birbirinden çıkan bir aşamalar zincirinin sonucu olduğu için olanaklıdır. Ve incelememizi daha ileri götürerek, bu süreçler zincirinin, zaman içinde, "anlık geri dönüşlere karşın" ilerleyici bir hareketle, zorunlu olarak geliştiğini gördük.
Bu harekete, "tarihsel gelişme" ya da "sarmal gelişme" (sayfa 167) dedik, ve biliyoruz ki, bu gelişme otodinamizmle (özgüçle) kendi kendini yaratır.
Peki otodinamizmin yasaları nelerdir? Aşamaların birbirlerinden çıkmalarına yol veren yasalar nelerdir? Buna, "diyalektik hareketin yasaları" denir.
Diyalektik, bize, şeylerin sonsuz olmadıklarını, şeylerin, bir son ile, bir ölümle tamamlanan bir başlangıçları, bir olgunlukları, bir yaşlılıkları olduğunu öğretiyor.
Bütün şeyler şu aşamalardan geçerler: doğuş, olgunluk, yaşlılık, son. Bu, niçin böyledir? Niçin şeyler sonsuz değildir?
Bu, insanlığın, her zaman ilgisini uyandırmış olan eski bir sorudur. Neden ölmek gerekir? İnsanlar bu zorunluluğu anlamak istemişler ve tarih boyunca sonsuz yaşamın düşünü kurmuşlardır; örneğin ortaçağda, (gençlik iksiri, yaşam iksiri gibi) büyülü içkiler türeterek ölümlülükten kurtulmayı düşlemişlerdir.
Peki, doğan bir şey, niçin ölmek zorundadır? İyice anlamamız için, metafizikle karşılaştırmamız gereken diyalektiğin büyük bir yasasıdır bu.



I. YAŞAM ve ÖLÜM


Metafizik bakış açısından şeyler, diğer şeylerden ayrılarak, kendi başlarına, ayrı ayrı ele alınırlar ve metafizik, şeyleri böyle incelediği için, onları tek yanlı, yani bir tek yandan görür. Onun içindir ki, şeylere bir tek yanından bakanlara, metafizikçi denebilir. Kısaca, bir metafizikçi yaşam denilen olayı incelerken, bu olayı, bir başka olaya bağlamaz. Yaşamı, kendisi için ve kendinde, tek yanlı olarak görür. Ona bir tek yandan bakar. Ölümü inceleyecek olsa, gene aynı şeyi yapacaktır; kendi tek yanlı görüş açısını uygulayacak ve şu sonuca varacaktır: yaşam yaşamdır, ve ölüm ölümdür. İkisi arasında ortak hiçbir şey yoktur, çünkü bunlar birbirlerine (sayfa 168) karşı olan, birbirinin tam karşıtı iki ayrı şeydir.
Şeylere böyle bakmak, onlara, yüzeysel bir biçimde bakmaktır. Eğer onları biraz daha yakından inceleyecek olursak, ilkin, birinin diğerine karşıt konulamayacağını, ve hatta onların, birbirinden bu kadar kabaca ayrılamayacağını göreceğiz; çünkü, deney, gerçek, bize gösterir ki, ölüm yaşamı sürdürür, ölüm canlıdan gelir.
Ya yaşam, ölümden çıkabilir mi? Evet. Çünkü ölü bedenin öğeleri, başka yaşamları doğurmak için dönüşecektir, örneğin toprak için gübre olacaklardır ve toprak daha verimli olacaktır. Ölüm, pek çok durumda, yaşama yardım edecek, ölüm yaşamın doğmasına izin verecek, ve canlı bedende yaşam, ancak, ölen hücrelerin yerini sürekli olarak doğan başka hücrelerin almasıyla olanaklı olacaktır.[57]
Demek ki, yaşam ve ölüm sürekli olarak birbirine dönüşür; ve şu büyük yasanın her şeye bağlı olduğunu gözlemliyoruz: Her yerde, şeyler, kendi karşıtlarına dönüşür.



II. ŞEYLER KENDİ KARŞITLARINA DÖNÜŞÜR


Metafizikçi, karşıtları, birbirinin karşısına koyar, ama gerçek bize gösteriyor ki, karşıtlar birbirine dönüşür; şeyler, kendileri olarak kalmaz, ama karşıtlarına dönüşür.
Eğer doğru ile yanlışı incelersek, şöyle düşünürüz: bunlar arasında ortak hiçbir şey yoktur. Doğru doğrudur ve yanlış yanlıştır. Bu, tek yanlı bakış açısı, iki karşıtı, (sayfa 169) kabaca birbirinin karşısına koyar, tıpkı ölüm ile yaşamı karşı karşıya koyduğu gibi.
Gene de, "Bakın yağmur yağıyor!" desek, bazen öyle olabilir ki, biz daha sözümüzü bitirmeden, artık yağmur yağmayabilir. Bu tümceye başladığımız zaman sözümüz doğru idi, ama yanlışa dönüştü. (Yunanlılar da daha önce bu durumu saptamışlardı ve yanılmamak için hiçbir şey söylememek gerekir diyorlardı!)
Gene, yeniden elma örneğini alalım. Yere düşmüş olgun bir elma görülür, ve "İşte olgun bir elma" denir. Bununla birlikte, o, belirli bir zamandan beri yerdedir ve çürümeye başlamıştır bile; böylece doğru, yanlış olur.
Bilimler de, bize uzun yıllar boyunca "doğru" sayılmış, ama, bilimsel ilerlemeler sonucu, belirli bir anda, "yanlış" oldukları meydana çıkmış sayısız yasa örnekleri verirler.
Şu halde görüyoruz ki, doğru yanlışa dönüşür. Acaba yanlış da doğruya dönüşür mü?
Uygarlığın başlangıcında, özellikle Mısır'da, insanlar, güneşin doğmasını ve batmasını açıklamak için tanrılar arasında kavga yapıldığını tasarlıyorlardı; bu, tanrıların, güneşi hareket ettirmek için itildiğinin ya da çekildiğinin söylenmesi ölçüsünde yanlıştı. Ama bilim, gerçekten güneşi hareket ettiren güçler (salt fizik güçler, başka nedenler) olduğunu söyleyerek, bu düşünüş biçimine kısmen hak verir. Öyleyse görüyoruz ki, yanlış, açıkça doğruyla karşı karşıya değildir.
Şeyler kendi karşıtlarına dönüşüyorsa, bu, nasıl olanaklı olur? Yaşam ölüme nasıl dönüşür?
Yalnızca yaşam olsaydı, yaşam yüzde-yüz yaşam olsaydı, o, hiçbir zaman ölüm olmazdı; ve eğer ölüm, tüm olarak kendi kendisi, yüzde-yüz ölüm olsaydı, birinin ötekine dönüşmesi olanaklı olmazdı. Ama yaşam içinde ölüm, ve dolayısıyla ölüm içinde yaşam, daha önce de vardır.
Yakından bakarken göreceğiz ki, bir canlı varlık hücrelerden oluşur; hücreler, kaybolarak ve aynı yerde yeniden (sayfa 170) görünerek yenilenirler. Hücreler, canlı bir varlığın içinde durmadan yaşarlar ve ölürler, öyleyse orada hem yaşam, hem ölüm vardır.
Gene biz biliyoruz ki, bir ölünün sakalı uzamaya devam eder. Tırnakları ve saçları da uzar. İşte açıkça, yaşamın, ölümün içinde devam ettiğini, kesin olarak kanıtlayan olaylar.
Sovyetler Birliği'nde, bir ölünün kanı, özel koşullar içinde saklanıyor ve kan aktarımı için kullanılıyor; böylece, bir ölünün kanıyla, bir canlı iyileştirilir. Dolayısıyla, diyebiliriz ki, ölümün bağrında yaşam vardır.
"Öyleyse yaşam da şeylerin ve süreçlerin kendinde var olan, ara vermeden ortaya çıkan ve çözülen bir çelişkidir. Ve çelişki biter bitmez, yaşam da biter, ölüm baş gösterir."[58]
Öyleyse, şeyler yalnız birbirine dönüşmekle kalmaz, hatta bir şey yalnız kendi kendisi değildir, aynı zamanda kendisinin karşıtı olan başka bir şeydir de, çünkü her şey kendi karşıtını da içinde taşır.
Her şey, aynı zamanda, hem kendini, hem de karşıtını içerir.
Bir şey, bir çemberle gösterilirse, burada, merkezden dışa doğru itiş örneğinde olduğu gibi, bu şeyi yaşama doğru iten bir güç bulacağız (dışa doğru baskı), ama aynı zamanda, bu şeyi, tam karşı doğrultuda, dıştan merkeze doğru iten ölüm güçlerini de bulacağız (içe doğru baskı).
Böylece her şeyin içersinde, birbirine karşı güçler, uzlaşmaz güçler bir arada bulunurlar.
Bu güçler arasında ne olur? Birbirlerine karşı savaşım verirler. Öyleyse, bir şey, değişikliğe, yalnızca bir yönde etki yapan bir güç tarafından uğramaz; her şey, gerçekte, birbirine karşı doğrultuda iki güç tarafından değişikliğe uğrar. Şeylerin olumlanmasına (affirmation, tasdik) ve yadsınmasına doğru, yaşama doğru ve ölüme doğru. Şeylerin (sayfa 171) olumlanması ve yadsınması ne demektir?
Yaşamın içinde, yaşamı koruyan ve sürdüren, yaşamın olumlanmasına yönelik güçler vardır. Ayrıca canlı organizmalarda, yadsımaya doğru yönelen güçler de vardır. Her şeyde, güçlerden bazıları olumlamaya eğilimlidir ve diğer bazıları yadsımaya eğilimlidir, ve olumlama ile yadsıma arasında çelişki vardır.
Demek ki, diyalektik, değişmeyi ortaya çıkarır, peki ama neden şeyler değişirler? Çünkü şeyler, kendi kendileriyle uyum halinde değildirler, çünkü güçler arasında, uzlaşmaz iç karşıtlıklar arasında savaşım vardır, çünkü çelişki vardır. İşte diyalektiğin üçüncü yasası: Şeyler değişir, çünkü kendi kendilerinde çelişkiyi içerirler, kendi içlerinde çelişki taşırlar.
(Biz, zaman zaman (diyalektik gibi, otodinamizm gibi) az çok karmaşık sözcükler ya da geleneksel mantığa aykırı gibi görünen ve anlaması güç terimler kullanmak zorunda kalıyorsak, bunu, burjuvaziyi örnek aldığımız ve şeyleri yerli yersiz, herhangi bir neden yokken karmaşıklaştırmayı sevdiğimiz için yapmıyoruz.[59] Ama, başlangıç niteliğinde olsa da, bu incelemenin olabildiğince eksiksiz olmasını ve sonra bu terimleri kullanan Marx, Engels ve Lenin'in felsefe yapıtlarının daha kolay anlaşılmasını sağlamak istiyoruz. Demek ki, alışılmamış bir dil kullanmamız gerekiyor, bu dili, bu inceleme sınırı içinde, onu herkesçe anlaşılabilir bir hale getirmeye çok önem veriyoruz.)

OLUMLAMA, YADSIMA ve YADSIMANIN YADSINMASI


Şimdi, burada, size "evet" denildiği ve sizin de "hayır" diye yanıtladığınız bir durumu anlatan, sözdeki çelişki ile, şimdi görmüş olduğumuz diyalektik çelişki denilen, yani (sayfa 172) olgulardaki, şeylerdeki çelişki arasında bir ayrım yapmamız gerekiyor.
Kapitalist toplumun bağrında var olan çelişkiden söz ettiğimiz zaman, bu, bazı teoriler hakkında bazılarının evet, bazılarının hayır dediği anlamda bir çelişki değildir; bu, olgularda bir çelişki var demektir, birbiriyle çatışan savaşım veren gerçek güçler var demektir: burada önce kendini olumlamaya yönelik güç, kendini korumayı sürdürmeye yönelik güç vardır, bu, burjuva sınıfıdır; sonra burjuva sınıfının yadsınmasına yönelik ikinci bir toplumsal güç vardır, bu da, proletaryadır. Öyleyse çelişki olgulardadır, çünkü burjuvazi kendi karşıtını, yani proletaryayı yaratmaksızın var olamaz. Marx'ın dediği gibi, "burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır".[60]
Buna engel olmak için, burjuvazinin, kendi kendisi olmaktan vazgeçmesi gerekirdi ki, bu da, saçma bir şey olurdu. Öyleyse kendi kendini olumlarken, kendi yadsımasını yaratır.
Bir tavuğun yumurtladığı ve üzerinde kuluçkaya yattığı bir yumurta örneğini alalım: görürüz ki, yumurtanın içinde, belirli bir ısıda ve belirli bazı koşullar altında gelişen bir tohum (germe) bulunur. Bu tohum, gelişerek, bir civciv verecektir. Bu tohum, daha şimdiden yumurtanın yadsınmasıdır. Böylece, çok iyi görüyoruz ki, yumurtanın içinde iki güç var: onu yumurta kalmaya doğru çeken güç ve civciv olmaya doğru çeken güç. Öyleyse yumurta, kendi kendisi ile uyumsuzluk içindedir ve her şey, kendi kendisi ile uyumsuzluk içindedir.
Bu, insana, kavranması güç bir şey gibi gelir, çünkü biz metafizik düşünüş tarzına alışmışızdır ve bunun içindir ki, şeyleri kendi gerçeklikleri içinde görmeye yeni baştan alışmak için bir çaba harcamalıyız. (sayfa 173)
Bir şey, yadsımadan çıkan bir olumlama olarak başlar. Civciv, yumurtanın yadsınmasından çıkmış bir olumlamadır. Bu, sürecin bir evresidir. Ama tavuğun kendisi de, civcivin değişmesi, başka bir hale dönüşmesi olacaktır ve bu dönüşmenin ortasında, civcivin tavuk olması için savaşım veren güçler ile civcivin civciv kalması için savaşım veren güçler arasında bir çelişki olacaktır. Demek ki, tavuk civcivin yadsınması olacaktır; civciv ise, yumurtanın yadsınmasından gelmektedir.
Öyleyse, tavuk, yadsımanın yadsınması olacaktır. Ve bu diyalektik evrelerin genel gidişi işte böyledir.
1. Olumlama ya da Tez.
2. Yadsıma ya da Karşı-tez.
3. Yadsımanın yadsınması ya da Sentez.
Bu üç sözcük, diyalektik gelişimi özetler. Bunlar, evrelerin art arda zincirlenişini betimlemek ve bir evre'nin, kendinden önceki evre'nin yıkımı olduğunu göstermek için kullanılırlar.
Yıkım, bir yadsımadır. Civciv meydana gelirken yumurtayı kırdığına göre, civciv, yumurtanın yadsınmasıdır. Buğday başağı, gene aynı şekilde, buğday tanesinin yadsınmasıdır. Tane, toprakta filizlenecektir. Bu filizlenme buğday tanesinin yadsınmasıdır; buğday bitki verecek ve bu bitki çiçek açacak ve buğday başağını verecektir; bu başak ise bitkinin yadsınması ya da yadsımanın yadsınması olacaktır. Böylece, görüyoruz ki, diyalektiğin sözünü ettiği yadsıma, yıkımdan söz etmenin özetlenmiş bir biçimidir. Yok olanın, yıkılmış olanın yadsınması vardır.
1. Feodalizm, köleciliğin yadsınması oldu.
2. Kapitalizm, feodalizmin yadsınmasıdır.
3. Sosyalizm, kapitalizmin yadsınmasıdır.
Çelişki yönünden, sözdeki, çelişki ile mantık çelişkisi arasında bir ayrım yaptığımız gibi, "hayır" denen sözdeki (sayfa 174) yadsıma ile "yıkım" demek olan diyalektik yadsıma arasında bir ayrım olduğunu çok iyi bilmeliyiz.
Ama, yadsıma, yıkım demekse de, burada herhangi sıradan bir yıkım değil, ama diyalektik bir yıkım söz konusudur. Bunun gibi, bir pireyi parmaklarımız arasında ezdiğimiz zaman, o, bir iç yıkımla, diyalektik bir yadsıma ile ölmez. Onun ölümü, otodinamik aşamaların bir sonucu değildir; salt mekanik bir değişikliğin sonucudur.
Yıkım, ancak bir olumlama ürünü ise, bir olumlamadan çıkıyorsa, bir yadsıma demektir. Bunun gibi, kuluçkaya yatırılmış yumurta, yumurta olan şeyin olumlaması olarak, kendi yadsımasını doğurur: civciv olur; ve civciv, yumurtanın kabuğunu kırarak, onu yıkarak, yumurtanın yıkımını ya da yadsınmasını simgelerle ifade eder.
Civcivde birbirine düşman iki güç görüyoruz: "civciv" ve "tavuk"; sürecin bu gelişmesi sırasında tavuk yumurtalar yumurtlayacaktır, bu da yadsımanın yadsınmasıdır. Öyleyse, bu yeni yumurtalardan; yeni bir süreçler zinciri başlayacaktır.
Buğdayda da, aynı şekilde, bir olumlama, sonra bir yadsıma ve bir yadsımanın yadsınmasını görürüz.
Bir başka örnek olarak, materyalist felsefe örneğini vereceğiz.
Başlangıçta, bilisiz olduğu için kendi öz yadsımasını, yani idealizmi yaratan ilkel, kendiliğinden bir materyalizm buluyoruz. Ama eski materyalizmi yadsıyan idealizm, kendisi de çağdaş ya da diyalektik materyalizm tarafından yadsınacaktır, çünkü felsefe gelişmektedir ve bilimlerle birlikte idealizmin yıkımına yol açmaktadır. Demek ki, burada da, olumlama, yadsıma ve yadsımanın yadsınmasını buluyoruz.
Bu çevrimi (cycle), toplumun evriminde de saptıyoruz.
Tarihin başlangıcında, bir ilkel komünist toplumun, sınıfsız, toprağın ortak mülkiyetine dayanan bir toplumun varlığını görüyoruz. Ama bu mülkiyet biçimi, üretimin gelişmesi (sayfa 175) için bir engel oluyor ve kendisi tarafından kendisinin yadsınmasını, yani sınıflı, özel mülkiyete ve insanın insan tarafından sömürülmesine dayanan toplumu yaratıyor. Ama bu toplum da, kendi öz yadsımasını kendi içinde taşıyor, çünkü üretim araçlarının üstün bir gelişmesi, toplumun sınıflara bölünmesini yadsımaya, özel mülkiyeti yadsıma zorunluluğuna götürüyor ve böylece çıkış noktasına geri geliyoruz: komünist toplumun zorunluluğu, ama başka bir düzeyde; başlangıçta, bir ürün eksikliğimiz vardı; bugün, çok yükselmiş bir üretim yeteneğimiz var.
Bu konuda, verdiğimiz bütün örneklerle, hep çıkış noktasına geri geldiğimize; ama başka bir düzey üzerinde, en yüksek bir düzey üzerinde (sarmal gelişme) geri geldiğimize dikkat edelim.
Böylece görüyoruz ki, çelişki, diyalektiğin büyük bir yasasıdır. Evrim uzlaşmaz karşıt güçlerin savaşımıdır. Şeyler, yalnız birbirlerine dönüşmekle kalmazlar, ama her şey kendi karşıtına dönüşür. Şeyler kendi kendileriyle uyum içinde değildir, çünkü şeylerde, birbirine karşı güçler arasında savaşım vardır, çünkü şeylerde bir iç çelişki vardır.
Not: Şuna çok dikkat etmemiz gerekir ki, olumlama, yadsıma, yadsımanın yadsınması, ancak diyalektik evriminin uğraklarının özetlenmiş ifadeleridir, ve her yerde bu üç aşamayı bulmak için dünyayı dolanmak gerekmez. Çünkü, onların hepsini her zaman bulamayacağız; ama bazen yalnızca birinciyi, bazen yalnızca ikinciyi bulacağız, çünkü evrim bitmiş değildir. Öyleyse, her şeyde, bu değişmeleri, böylesine mekanik biçimde aramamak gerekir. Ancak, özellikle şunu aklımızda tutalım ki, çelişki, diyalektiğin büyük yasasıdır. İşin özü budur.

IV. DURUMU GÖZDEN GEÇİRELİM


Daha önceden de biliyoruz ki, diyalektik, iyi gözlemler ve iyi inceleme yapmamızı sağlayan bir düşünüş, uslamlama, (sayfa 176) çözümleme yöntemidir; çünkü diyalektik, her şeyin kaynağını araştırmaya ve onun tarihini anlatmaya bizi zorlar.
Kuşkusuz, eski düşünüş yöntemi; gördüğümüz gibi, kendi zamanında zorunlu idi. Ama, diyalektik yöntemle incelemek, öğrenmeye çalışmak, yineleyelim, görünüşte hareketsiz olan her şeyin bir başlangıcı ve bir sonu olduğunu, her şeyde, "son olarak bütün görünüşteki rastlantılara ve geçici geriye dönüşlere karşın, ilerleyici bir gelişmenin eninde sonunda belirmeye başladığı bir süreçler"[61] zincirinden başka bir şey olmadığını meydana çıkarmak demektir.
Yalnızca diyalektik, bizim, şeylerin gelişmesini ve evrimini anlamamıza izin verir; yalnızca o, eski şeylerin yıkımını ve yenilerinin doğuşunu anlamamızı sağlar. Yalnızca diyalektik, şeylerin karşıtlardan oluşmuş bütünler olduklarını bize öğreterek, onların gelişmesini, dönüşümleri içinde anlamamızı sağlar. Çünkü, diyalektik anlayışa göre, şeylerin doğal gelişmesi, yani evrim, birbirine karşı güçlerin ve ilkelerin sürekli savaşımıdır.
Öyleyse, diyalektiğe göre, birinci yasa, hareketin ve değişmenin "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz, hiçbir şey olduğu yerde kalmaz." kuralının saptanması, ortaya konulması ise de, şimdi biliyoruz ki, bu yasa, şeylerin yalnız birbirine dönüşerek değil, ama kendi karşıtlarına dönüşerek değişmesiyle açıklanır. Demek ki, çelişki, diyalektiğin büyük bir yasasıdır.
Diyalektik görüş açısından çelişkinin ne olduğunu inceledik; ama bazı açıklıklar getirmek ve sakınılması gereken bazı yanlışları belirtmek için, çelişki üzerinde tekrar durmalıyız.
Besbelli ki, her şeyden önce, gerçekle uyuşan şu olumlamaya, yani şeylerin kendi karşıtlarına dönüşmeleri olumlamasına kendimizi iyice alıştırmalıyız. Kuşkusuz bu, (sayfa 177) sağduyuya ters düşer, bizi şaşırtır, çünkü biz, eski metafizik yöntemle düşünmeye alışmışızdır. Ama bunun niçin böyle olduğunu gördük; örnekler yardımıyla, bunun gerçekte böyle olduğunu, ve şeylerin niçin kendi karşıtlarına dönüştüğünü ayrıntılı bir biçimde gördük.
Onun için, şöyle denebilir ve iddia edilebilir: Eğer şeyler dönüşüyor, değişiyor ve evrim gösteriyorlarsa, bu, kendi kendileriyle çelişki halinde olmalarındandır, kendi içlerinde kendi karşıtlarını taşımalarındandır, kendi içlerinde karşıtların birliğini içermelerindendir.



V. KARŞITLARIN BİRLİĞİ


Her şey, bir karşıtlar birliğidir.
Böyle bir şeyi iddia etmek, ilk bakışta, bir saçmalık gibi görünür. "Bir şey ile onun karşıtının ortak herhangi bir yanı yoktur.", genellikle böyle düşünülür. Ama, diyalektiğe göre, her şey, aynı zamanda, hem kendi kendisi, hem de karşıtıdır; her şey bir karşıtlar birliğidir, ve bunu iyice açıklamamız gerekir.
Karşıtların birliği, bir metafizikçi için, olanaksız bir şeydir. Ona göre şeyler, bir tek parçalı ve kendi kendileriyle uyumlu olarak yapılmışlardır, oysa şimdi biz, tersini iddia ediyoruz, yani şeyler iki parçadan -kendi kendileri ile kendi karşıtlarından- yapılmışlardır, şeylerde birbiriyle çatışan iki güç vardır, çünkü şeyler kendi kendileriyle uyumlu değildir; kendi kendileriyle çelişki halindedir, diyoruz.
Bilgisizlik ve bilim örneğini, yani bilgi örneğini alırsak, biliyoruz ki, bunlar metafizik görüş açısından tümüyle birbirine karşı ve birbirinin karşıtı olan iki şeydir. Bilgisiz bir kişi, bilgin değildir; bilgin bir kişi ise, bilgisiz değildir.
Bununla birlikte, eğer olgulara bakarsak, bu iki şeyin böylesine katı bir karşıtlığa yer vermediğini görürüz. Görürüz ki, önce bilgisizlik egemendi, sonra bilim geldi; burda da, (sayfa 178) bir şeyin kendi karşıtına, bilgisizliğin bilime dönüştüğünü saptıyoruz.
Bilimsiz bilgisizlik, yüzde-yüz bilgisizlik yoktur. Bir birey, ne kadar bilgisiz olursa olsun, en azından nesneleri, yiyeceğini tanımasını bilir; hiçbir zaman mutlak bir bilgisizlik yoktur; bilgisizlik içinde her zaman bir bilim payı vardır. Bilim, daha tohum halinde bilgisizliğin içinde vardır; öyleyse, bir şeyin karşıtının, o şeyin kendi içinde olduğunu iddia etmek doğrudur.
Şimdi de bilimi görelim. Yüzde-yüz bir bilim olabilir mi? Hayır. Her zaman bilinmeyen bir şey vardır. Lenin "Bilginin konusu tükenmez". der; bu demektir ki, her zaman öğrenilecek bir şey vardır. Mutlak bilim yoktur. Her bilgi, her bilim, bir bilgisizlik payı içerir.[62]
Gerçekte var olan bilim ile bilgisizliğin bir karışımı, göreli bir bilgisizlik ve göreli bir bilimdir.
Öyleyse, burada, bu örnekte saptadığımız, şeylerin kendi karşıtlarına dönüşmeleri değil, ama aynı şeyde karşıtlarının ya da karşıtların birliğinin varlığıdır.
Daha önce gördüğümüz örnekleri yeniden alabiliriz: Yaşam ve ölüm, gerçek olan ve yanlış olan örneklerinde, birinde ve ötekinde; her şey olduğu gibi bir karşıtların birliğinin var olduğunu, yani her şeyin aynı zamanda hem kendi kendini, hem de karşıtını içinde taşıdığını gördük. Bunun için Engels diyecektir ki:
"Oysa araştırmada hiç şaşmadan daima bu görüş açısından yola çıkılırsa, artık bir daha kesin çözümler ve sonsuz gerçekler istemekten kesin olarak vazgeçilir; her zaman edinilen her bilginin zorunlu olarak sınırlı olma niteliğinin ve bu bilginin, içinde kazanılmış olduğu koşullara bağımlılığının bilincinde olunur; hala geçerli olan eski metafiziğin, (sayfa 179) doğru ve yanlış, iyi ve kötü, özdeş ve değişik, zorunlu ve olumsal gibi giderilemez karşıtlıklarının zorunlu etkisinden de kaçınılabilir artık; bilinir ki bu karşıtlıkların ancak göreli bir değerleri vardır, şimdi doğru olarak tanınan şeyin gizli bir yanlış yanı da vardır ve bu, daha sonra ortaya çıkacaktır, tıpkı şimdilik yanlış tanınanın da doğru bir yanı olduğu ve bu doğru yanı yüzünden daha önce doğru sayılır olduğu gibi."[63]
Engels'in bu metni, diyalektiği ve karşıtların birliğinin gerçek anlamını nasıl anlatmak gerektiğini, bize çok iyi göstermektedir.



VI. SAKINILACAK YANLIŞLAR


Yanlış anlamalara meydan vermemek için, diyalektiğin büyük yasası çelişkiyi, çok iyi açıklamak gerekir.
Her şeyden önce, onu, mekanik bir biçimde anlamamalıdır. Her bilgide, gerçeklik artı yanılgı ya da doğru artı yanlış bulunduğunu düşünmemek gerekir.
Bu yasa, böyle uygulansaydı, her düşüncede, her kanıda bir doğru yan artı bir yanlış yan vardır, "yanlış olanı çıkaralım, geriye doğru olan kalır, bu da iyidir diyenlere" hak verilirdi. Bu, sözde-marksist bazı çevrelerce söylenir; bu çevreler şöyle düşünür: Marksizm, kapitalizmde ekonomik yaşamı ellerinde tutan fabrikalar, tröstler, bankalar bulunduğunu göstermekte haklıdır; marksizm, bu ekonomik yaşamın kötü gittiğini söylemekte haklıdır; ama marksizmde yanlış olan, ekleyelim ki, sınıf savaşımıdır; sınıf savaşımı teorisini bir yana bırakalım, bakın nasıl iyi bir öğretimiz olacak. Gene denir ki, toplumun incelenmesine uygulanan marksizm haklıdır, doğrudur. "Ama ne diye diyalektiği karıştırmalı buna? İşte bu yanlış yanı, diyalektiği kaldıralım, marksizmin geri kalanını doğru olarak saklayalım!" (sayfa 180)
Bunlar, karşıtların birliğinin, mekanik yorumlarıdır.
İşte başka bir örnek daha: Proudhon, bu karşıtlar teorisini öğrendikten sonra, her şeyde, bir iyi, bir de kötü yan olduğunu düşünüyordu. Bunun için, toplumda, burjuvazinin ve proletaryanın bulunduğunu belirterek, kötü olanı, yani proletaryayı kaldıralım, diyordu. Böylece, parçalı (parcellaire) mülkiyeti yaratacak, yani proleterlere mülk sahibi olma olanağını verecek olan krediler sistemini kurdu; artık, böylelikle, yalnız burjuvalar olacaktı ve toplum da iyi olacaktı.
Bununla birlikte, biz çok iyi biliyoruz ki, burjuvasız proletarya yoktur ve burjuvazi, ancak proletarya ile vardır: bunlar, birbirinden ayrılamayan iki karşıttırlar. Bu karşıtların birliği, içte olan, gerçek bir birliktir, ayrılmaz bir birliktir. Öyleyse, karşıtları ortadan kaldırmak, onları birbirinden kesip ayırmak yeterli değildir. İnsanın insan tarafından sömürüsüne dayanan bir toplumda, zorunlu olarak birbiriyle uzlaşmaz iki sınıf vardır: antikçağda, efendiler ve köleler, ortaçağda senyörler ve serfler, bugün de burjuvazi ve proletarya.
Kapitalist toplumu kaldırmak için sınıfsız toplumu kurmak için, hem burjuvaziyi, hem de proletaryayı kaldırmak gerekir - özgür insanlara, maddi bakımdan ve kafa bakımından daha gelişmiş bir toplum yaratma olanağını sağlamak ve hasımlarının ileri sürdükleri gibi "yoksullukta eşitlikçi" bir komünizm yaratmak için değil, üstün toplum biçimine doğru yol almak için.
Demek ki, karşıtların birliğini açıkladığımız ya da onu bir örneğe, bir incelemeye uyguladığımız zaman, çok dikkat etmek zorundayız. Her yerde ve her zaman, örneğin, yadsımanın yadsınmasını bulmak ve mekanik bir biçimde uygulamak istemekten her yerde ve her zaman karşıtların birliğini görmek istemekten kaçınmalıdır; çünkü bizim bilgilerimiz, genellikle çok sınırlıdır ve bizi çıkmaza sürükleyebilir. (sayfa 181)
Önemli olan ilke şudur : Diyalektik ve diyalektiğin yasaları, şeylerin evrimini ve bu evrimi belirleyen güçleri, yani karşıtları bulup ortaya çıkarmak için, bizi, şeyleri incelemeye zorlar. Demek ki, şeylerin içinde saklı bulunan karşıtların birliğini incelememiz gerekir ve bu karşıtların birliği, bir olumlama, hiçbir zaman mutlak bir olumlama değildir, çünkü o kendi içinde bir yadsıma payını içerir, demeye gelir. İşte işin özü budur: Şeyler, kendi öz karşıtlarını içlerinde taşıdıkları içindir ki, değişir, başka şeye dönüşürler. Yadsıma "çözücü"dür (dissolvant), o olmasaydı, şeyler değişmeyeceklerdi. Ve gerçekte şeyler, dönüştüklerine göre, kendi içlerinde çözücü bir ilke taşıyor olmaları gerekir. Şeylerin değiştiğini gördüğümüze göre, böyle çözücü bir ilkenin varlığını önceden kabul edebiliriz, ama şeyin kendisini inceden inceye incelemeden bu ilkeyi bulup çıkaramayız, çünkü bu ilke, her şeyde aynı görünüme sahip değildir.



VII. DİYALEKTİĞİN PRATİK SONUÇLARI


O halde, diyalektik, pratikte, bizi şeyleri yalnızca bir tek yanıyla değil, ama her iki yanıyla dikkate almaya, yanlışsız doğruyu; bilgisiz bilimi asla düşünmemeye zorlar. Metafiziğin büyük yanılgısı, şeyleri yalnızca bir yanıyla düşünmek tek yanlı yargılamaktır. Ve biz, şeyleri, tek yanından gördüğümüz ölçüde yanlışlar yaparız, ve çok sık yanlış yapıyorsak, bu, tek yanlı düşünüş tarzını tutmamızdandır.
İdealist felsefe, dünyanın yalnızca insanların fikirlerinde olduğunu ileri sürerse, gerçekten de, yalnızca bizim düşüncemizde bulunan şeylerin var olduğunu kabul etmek gerekir. Doğrudur bu. Ama idealizm tek yanlıdır, (sorunun) yalnız bu yanını görür. O, yalnızca, gerçekte olmayan şeyleri türeten insanı görür ve bundan, bizim fikirlerimizin dışında hiçbir şeyin var olmadığı sonucuna varır. İdealizm, insanın bu yetisini belirtmekte haklıdır, ama pratiğin ölçütünü (sayfa 182) uygulamadığından, yalnızca bunu görür.
Metafizik materyalizm de yanılır, çünkü o da, yalnızca sorunların tek yanını görür. Evreni bir mekanik gibi görür. Mekanik bilimi var mıdır? Evet! Büyük bir rol oynar mı? Evet! Şu halde metafizik materyalizm bunu söylemekte haklıdır, ama yalnız mekanik hareketi görmek, bir yanılgıdır.
Biz, doğal olarak şeylerin ve insanların yalnız bir tek yanlarını görmeye sürüklenmişizdir. Bir arkadaşımıza değer biçerken, hemen hemen her zaman onun yalnız iyi ya da kötü yanını görürüz. Birini de, ötekini de görmek gerekir, yoksa örgütler içinde kadrolar oluşturmak olanaklı olmazdı. Siyasal pratikte, tek yanlı yargılama yöntemi sekterlikle sonuçlanır. Gerici bir örgütten bir hasımla karşılaştığımızda, onun hakkında liderlerine göre karar veririz. Ama bununla birlikte, o, dertli, kırgın, saf, küçük bir memur olabilir, ve biz, onu, büyük bir faşist patron gibi düşünmemeliyiz. Bu düşünme yöntemi, patronların kendilerine de uygulanabilir; onlar bize kötü görünüyorlarsa da, kendileri de toplum yapısının baskısı altındadırlar, başka toplumsal koşullarda başka türlü olabilirlerdi.
Eğer karşıtların birliğini düşünürsek, şeyleri çeşitli yönleriyle ele alırız. Öyleyse görürüz ki, bu, gerici, bir yanıyla gericidir; ama öteki yanıyla bir emekçidir ve onda bir çelişki vardır. Bu durumda, o örgüte neden katıldığı aranır ve bulunur ve gene, o örgüte neden katılmaması gerektiği araştırılır. Ve böylece, daha az sekter olan bir biçimde değerlendirir ve tartışırız.
Öyleyse diyalektiğe uygun olarak, şeyleri, görülebilen bütün açılardan dikkate almalıyız.
Teorik sonuç olarak ve özetlemek için diyeceğiz ki: Şeyler değişirler, çünkü bir iç çelişkiyi (kendi kendilerini ve kendi karşıtlarını) içlerinde bulundururlar. Karşıtlar çatışma halindedirler ve değişmeler bu çatışmalardan doğar; böylece değişme, çatışmanın çözümüdür. (sayfa 183)
Kapitalizm de, proletarya ile burjuvazi arasındaki bu iç çelişkiyi, bu çatışmayı içinde taşır; değişme, çatışma ile açıklanır ve kapitalist toplumun sosyalist topluma dönüşmesi çatışmanın ortadan kaldırılmasıdır.
Çelişki olan her yerde değişme vardır, hareket vardır. Çelişki olumlamanın yadsınmasıdır, ve üçüncü basamak yadsımanın yadsınması elde edildiğinde, çözüm ortaya çıkar, çünkü, bu anda çelişkinin nedeni elenmiş, aşılmıştır.
Öyleyse denilebilir ki, bilimler yani kimya, fizik, biyoloji, vb. kendi özel değişme yasalarını inceliyorlarsa, diyalektik de daha genel değişme yasalarını inceler. Engels diyor ki:
"Gerçekte diyalektik, doğanın, insan toplumunun ve düşüncenin genel hareket ve gelişme yasaları biliminden başka bir şey değildir."

BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
9 Kasım 2006       Mesaj #2
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
SoruMsn Confusedevgi, yukarıda gizlediğini söylediğim paradoksu yaratmış da olamaz mı?Sevgi kadın-erkek arasındaki ilişkide paradoks yaratıp,gizlemiş olamaz mı?
Metafiziğin güzelliği bu.Msn Happy Paradoksun varlığına inanırsan var olur, inanmazsan olmaz. Sorunun yanıtı hem evet hem hayır.
Sponsorlu Bağlantılar
Ya da şöyle açıklayayım:
Kadınla erkek arasındaki ilişki de paradoksaldır.Oysa sevgi bu paradoksu gizler.Ve tarafları ‘mutlu son’ ya da ‘pembe’ tablolara inandırarak kafalarda paradoksun aşılabileceği yanılgısı yaratır.
Onların kafasında bu olmadığı için paradoksları yok. Sevgi birşeyi gizlemiyor.Ya da şu olabilir: mutlu-pembe sonun bir gün geleceğine çok inadıklarından, tüm enerjilerini ve düşünsel faaliyetlerini de buna ayırdıklarından yanılgı falan yok.Bu "fantazma" zaten yaşama bağlayarak ya da umut etmeyi sağlayarak falan işlevini yerine getiriyor. Belki ihtiyacımız olan şey, umutların gerçekleşmesi değil, umut edebilecek birşeyler bulmak. Umut edilen şeye paradoks katılması, onun "fantazması" na aykırı olmaz mı?
Bir de şu var: Sevgi fantazmasına başka bir fantazmayla karşı çıkılmıyor mu?
Yani:
‘Boşluk’ ile ‘şey’ arasındaki ilişki hem antagonik hem de paradoksaldır...Antagonizma ile paradoks arasındaki ayrım kavramsaldır...İlkin boşluk fikri imgeseldir.Daha önce de belirttiğim gibi imgeselde her şey kusursuzdur...Oysa ‘şey’in boşluğa fırlatılmasıyla paradoksal döngü tetiklenmiştir.Zizek’in ‘hata’ yada ‘dengesizlik’ten kastının bu olduğunu düşünüyorum.Tanrı’nın hatası boşlukla birlikte kendi zıttı olan ‘şey’i de yaratmış olmasıdır.
Şimdi burada da bir köprü varsa, bir ayak yerde bir ayak bulutlarda. Sevgi de tam bu alanda eleştirilmiyor mu? Hala döngü içinde değil miyiz? Ki aslında bir adım geriyiz, çünkü kusursuz fantazimizi kaybettik. Yerinde boşluk var.
Amerikancı ‘mutlu son’ da,Marksist ‘komünizm’ de bu paradoksu görmezden gelir.
Bu anlamda, paradoksu görmedikleri için güçlü olma ihtimalleri yok mu?
Metne geri dönersek;
Bir şeye "temelde" üç çeşit tepki gösterebiliriz: Ona yaklaşarak, ondan uzaklaşarak ve ona kayıtsız kalarak.
Aslında ilk 2si yaklaşmanın pozitif ve negatif uçları: Severek yanında olma ve savaşmada, "Şey" e yaklaşırız, şeyin bizi etkilediğini kabul ederiz, gücünü kabul ederiz ve ona karşı konumlanırız. Diğerinde onu görmezden geliriz, yok sayarız.
İlk ikisinde bir seçim vardır: onu sevme seçimi ve ondan nefret etme seçimi. Şimdi bu ikisi birbirini dışlar mı? konuma göre değişir. Zaten yazında sevgi ne nefretin dönüşümü üzerine yazmışsın. Ama bu dönüşüm olmayadabilir. Kayıtsız kalmayı da seçim olarak alabiliriz. Burdan bakınca, "Sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var.", sevgiden bağımsız olarak, şeye karşı tepkimiz olmaz mı? Yani "Bir şeye tepki vermeyi ya da vermemeyi seçtiğimizde, seçimimizden dolayı dengesizlik yapısı oluşur."-?
Sevgi tam da bu türden bir kozmik dengesizlik değil mi? “Dünyayı seviyorum” veya “Evrensel sevgi” gibisinden kavramlardan oldum olası iğrenmişimdir. Ben dünyayı sevmiyorum. Ben daha çok “Dünyadan nefret ediyorum” ile “Dünyayı takmıyorum” arasında bir yerlerdeyim. Ama gerçekliğin tamamı bundan ibaret. Çok aptalca. Bu var ve ben onu umursamıyorum. Benim için sevgi aşırı derecede şiddet içeren bir eylem. Sevgi ”Hepinizi seviyorum” demek değil. Sevgi, bir şeyi seçiyorum anlamına geliyor ki burada yine o dengesizlik yapısı var. Bu şey küçük bir ayrıntıdan, kırılgan bir bireyden ibaret dahi olsa, diyorum ki “Seni her şeyden çok seviyorum”. Bu gayet resmî manada, sevgi fenalıktır

MARLON - avatarı
MARLON
Ziyaretçi
9 Kasım 2006       Mesaj #3
MARLON - avatarı
Ziyaretçi
SÜREÇLERİN ZİNCİRLEME SIRALANIŞI


DİYALEKTİĞİN, şeylere, aralıksız değişmekte olan, sürekli gelişen, kısacası, diyalektik bir harekete uğrayan şeyler olarak baktığını gördük (birinci yasa).
Bu diyalektik hareket, her şey, biz onu incelediğimiz anda, ancak, bir süreçler zincirinin, yani birbirinden çıkan bir aşamalar zincirinin sonucu olduğu için olanaklıdır. Ve incelememizi daha ileri götürerek, bu süreçler zincirinin, zaman içinde, "anlık geri dönüşlere karşın" ilerleyici bir hareketle, zorunlu olarak geliştiğini gördük.
Bu harekete, "tarihsel gelişme" ya da "sarmal gelişme" (sayfa 167) dedik, ve biliyoruz ki, bu gelişme otodinamizmle (özgüçle) kendi kendini yaratır.
Peki otodinamizmin yasaları nelerdir? Aşamaların birbirlerinden çıkmalarına yol veren yasalar nelerdir? Buna, "diyalektik hareketin yasaları" denir.
Diyalektik, bize, şeylerin sonsuz olmadıklarını, şeylerin, bir son ile, bir ölümle tamamlanan bir başlangıçları, bir olgunlukları, bir yaşlılıkları olduğunu öğretiyor.
Bütün şeyler şu aşamalardan geçerler: doğuş, olgunluk, yaşlılık, son. Bu, niçin böyledir? Niçin şeyler sonsuz değildir?
Bu, insanlığın, her zaman ilgisini uyandırmış olan eski bir sorudur. Neden ölmek gerekir? İnsanlar bu zorunluluğu anlamak istemişler ve tarih boyunca sonsuz yaşamın düşünü kurmuşlardır; örneğin ortaçağda, (gençlik iksiri, yaşam iksiri gibi) büyülü içkiler türeterek ölümlülükten kurtulmayı düşlemişlerdir.
Peki, doğan bir şey, niçin ölmek zorundadır? İyice anlamamız için, metafizikle karşılaştırmamız gereken diyalektiğin büyük bir yasasıdır bu.



I. YAŞAM ve ÖLÜM


Metafizik bakış açısından şeyler, diğer şeylerden ayrılarak, kendi başlarına, ayrı ayrı ele alınırlar ve metafizik, şeyleri böyle incelediği için, onları tek yanlı, yani bir tek yandan görür. Onun içindir ki, şeylere bir tek yanından bakanlara, metafizikçi denebilir. Kısaca, bir metafizikçi yaşam denilen olayı incelerken, bu olayı, bir başka olaya bağlamaz. Yaşamı, kendisi için ve kendinde, tek yanlı olarak görür. Ona bir tek yandan bakar. Ölümü inceleyecek olsa, gene aynı şeyi yapacaktır; kendi tek yanlı görüş açısını uygulayacak ve şu sonuca varacaktır: yaşam yaşamdır, ve ölüm ölümdür. İkisi arasında ortak hiçbir şey yoktur, çünkü bunlar birbirlerine (sayfa 168) karşı olan, birbirinin tam karşıtı iki ayrı şeydir.
Şeylere böyle bakmak, onlara, yüzeysel bir biçimde bakmaktır. Eğer onları biraz daha yakından inceleyecek olursak, ilkin, birinin diğerine karşıt konulamayacağını, ve hatta onların, birbirinden bu kadar kabaca ayrılamayacağını göreceğiz; çünkü, deney, gerçek, bize gösterir ki, ölüm yaşamı sürdürür, ölüm canlıdan gelir.
Ya yaşam, ölümden çıkabilir mi? Evet. Çünkü ölü bedenin öğeleri, başka yaşamları doğurmak için dönüşecektir, örneğin toprak için gübre olacaklardır ve toprak daha verimli olacaktır. Ölüm, pek çok durumda, yaşama yardım edecek, ölüm yaşamın doğmasına izin verecek, ve canlı bedende yaşam, ancak, ölen hücrelerin yerini sürekli olarak doğan başka hücrelerin almasıyla olanaklı olacaktır.[57]
Demek ki, yaşam ve ölüm sürekli olarak birbirine dönüşür; ve şu büyük yasanın her şeye bağlı olduğunu gözlemliyoruz: Her yerde, şeyler, kendi karşıtlarına dönüşür.



II. ŞEYLER KENDİ KARŞITLARINA DÖNÜŞÜR


Metafizikçi, karşıtları, birbirinin karşısına koyar, ama gerçek bize gösteriyor ki, karşıtlar birbirine dönüşür; şeyler, kendileri olarak kalmaz, ama karşıtlarına dönüşür.
Eğer doğru ile yanlışı incelersek, şöyle düşünürüz: bunlar arasında ortak hiçbir şey yoktur. Doğru doğrudur ve yanlış yanlıştır. Bu, tek yanlı bakış açısı, iki karşıtı, (sayfa 169) kabaca birbirinin karşısına koyar, tıpkı ölüm ile yaşamı karşı karşıya koyduğu gibi.
Gene de, "Bakın yağmur yağıyor!" desek, bazen öyle olabilir ki, biz daha sözümüzü bitirmeden, artık yağmur yağmayabilir. Bu tümceye başladığımız zaman sözümüz doğru idi, ama yanlışa dönüştü. (Yunanlılar da daha önce bu durumu saptamışlardı ve yanılmamak için hiçbir şey söylememek gerekir diyorlardı!)
Gene, yeniden elma örneğini alalım. Yere düşmüş olgun bir elma görülür, ve "İşte olgun bir elma" denir. Bununla birlikte, o, belirli bir zamandan beri yerdedir ve çürümeye başlamıştır bile; böylece doğru, yanlış olur.
Bilimler de, bize uzun yıllar boyunca "doğru" sayılmış, ama, bilimsel ilerlemeler sonucu, belirli bir anda, "yanlış" oldukları meydana çıkmış sayısız yasa örnekleri verirler.
Şu halde görüyoruz ki, doğru yanlışa dönüşür. Acaba yanlış da doğruya dönüşür mü?
Uygarlığın başlangıcında, özellikle Mısır'da, insanlar, güneşin doğmasını ve batmasını açıklamak için tanrılar arasında kavga yapıldığını tasarlıyorlardı; bu, tanrıların, güneşi hareket ettirmek için itildiğinin ya da çekildiğinin söylenmesi ölçüsünde yanlıştı. Ama bilim, gerçekten güneşi hareket ettiren güçler (salt fizik güçler, başka nedenler) olduğunu söyleyerek, bu düşünüş biçimine kısmen hak verir. Öyleyse görüyoruz ki, yanlış, açıkça doğruyla karşı karşıya değildir.
Şeyler kendi karşıtlarına dönüşüyorsa, bu, nasıl olanaklı olur? Yaşam ölüme nasıl dönüşür?
Yalnızca yaşam olsaydı, yaşam yüzde-yüz yaşam olsaydı, o, hiçbir zaman ölüm olmazdı; ve eğer ölüm, tüm olarak kendi kendisi, yüzde-yüz ölüm olsaydı, birinin ötekine dönüşmesi olanaklı olmazdı. Ama yaşam içinde ölüm, ve dolayısıyla ölüm içinde yaşam, daha önce de vardır.
Yakından bakarken göreceğiz ki, bir canlı varlık hücrelerden oluşur; hücreler, kaybolarak ve aynı yerde yeniden (sayfa 170) görünerek yenilenirler. Hücreler, canlı bir varlığın içinde durmadan yaşarlar ve ölürler, öyleyse orada hem yaşam, hem ölüm vardır.
Gene biz biliyoruz ki, bir ölünün sakalı uzamaya devam eder. Tırnakları ve saçları da uzar. İşte açıkça, yaşamın, ölümün içinde devam ettiğini, kesin olarak kanıtlayan olaylar.
Sovyetler Birliği'nde, bir ölünün kanı, özel koşullar içinde saklanıyor ve kan aktarımı için kullanılıyor; böylece, bir ölünün kanıyla, bir canlı iyileştirilir. Dolayısıyla, diyebiliriz ki, ölümün bağrında yaşam vardır.
"Öyleyse yaşam da şeylerin ve süreçlerin kendinde var olan, ara vermeden ortaya çıkan ve çözülen bir çelişkidir. Ve çelişki biter bitmez, yaşam da biter, ölüm baş gösterir."[58]
Öyleyse, şeyler yalnız birbirine dönüşmekle kalmaz, hatta bir şey yalnız kendi kendisi değildir, aynı zamanda kendisinin karşıtı olan başka bir şeydir de, çünkü her şey kendi karşıtını da içinde taşır.
Her şey, aynı zamanda, hem kendini, hem de karşıtını içerir.
Bir şey, bir çemberle gösterilirse, burada, merkezden dışa doğru itiş örneğinde olduğu gibi, bu şeyi yaşama doğru iten bir güç bulacağız (dışa doğru baskı), ama aynı zamanda, bu şeyi, tam karşı doğrultuda, dıştan merkeze doğru iten ölüm güçlerini de bulacağız (içe doğru baskı).
Böylece her şeyin içersinde, birbirine karşı güçler, uzlaşmaz güçler bir arada bulunurlar.
Bu güçler arasında ne olur? Birbirlerine karşı savaşım verirler. Öyleyse, bir şey, değişikliğe, yalnızca bir yönde etki yapan bir güç tarafından uğramaz; her şey, gerçekte, birbirine karşı doğrultuda iki güç tarafından değişikliğe uğrar. Şeylerin olumlanmasına (affirmation, tasdik) ve yadsınmasına doğru, yaşama doğru ve ölüme doğru. Şeylerin (sayfa 171) olumlanması ve yadsınması ne demektir?
Yaşamın içinde, yaşamı koruyan ve sürdüren, yaşamın olumlanmasına yönelik güçler vardır. Ayrıca canlı organizmalarda, yadsımaya doğru yönelen güçler de vardır. Her şeyde, güçlerden bazıları olumlamaya eğilimlidir ve diğer bazıları yadsımaya eğilimlidir, ve olumlama ile yadsıma arasında çelişki vardır.
Demek ki, diyalektik, değişmeyi ortaya çıkarır, peki ama neden şeyler değişirler? Çünkü şeyler, kendi kendileriyle uyum halinde değildirler, çünkü güçler arasında, uzlaşmaz iç karşıtlıklar arasında savaşım vardır, çünkü çelişki vardır. İşte diyalektiğin üçüncü yasası: Şeyler değişir, çünkü kendi kendilerinde çelişkiyi içerirler, kendi içlerinde çelişki taşırlar.
(Biz, zaman zaman (diyalektik gibi, otodinamizm gibi) az çok karmaşık sözcükler ya da geleneksel mantığa aykırı gibi görünen ve anlaması güç terimler kullanmak zorunda kalıyorsak, bunu, burjuvaziyi örnek aldığımız ve şeyleri yerli yersiz, herhangi bir neden yokken karmaşıklaştırmayı sevdiğimiz için yapmıyoruz.[59] Ama, başlangıç niteliğinde olsa da, bu incelemenin olabildiğince eksiksiz olmasını ve sonra bu terimleri kullanan Marx, Engels ve Lenin'in felsefe yapıtlarının daha kolay anlaşılmasını sağlamak istiyoruz. Demek ki, alışılmamış bir dil kullanmamız gerekiyor, bu dili, bu inceleme sınırı içinde, onu herkesçe anlaşılabilir bir hale getirmeye çok önem veriyoruz
Son düzenleyen asla_asla_deme; 2 Kasım 2011 14:14 Sebep: Sayfa Düzeni

Benzer Konular

1 Mart 2012 / Misafir Cevaplanmış
2 Aralık 2009 / Misafir Soru-Cevap
24 Eylül 2011 / Misafir Soru-Cevap