Arama

Münafık Nedir? Dinde Hükmü Nedir?

Güncelleme: 30 Aralık 2010 Gösterim: 9.524 Cevap: 2
Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
3 Eylül 2008       Mesaj #1
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur. İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz şeytanın fırkası, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. (Mücadele, 19)
Yeryüzünde iki topluluk vardır: Allah'ın fırkası ve şeytanın fırkası.
Sponsorlu Bağlantılar
Şeytanın fırkası, kendilerini yaratan Allah'ı unutan ve yoldan saparak şeytanın 'adımlarını izleyen' bir topluluktur. Bu topluluğu kendi içinde müşrikler, kafirler, münafıklar diye çeşitli gruplara ayırabiliriz. Ancak bu gruplar içinde, Allah'ın ahirette en aşağılık azap ile cezalandırılacaklarını haber verdiği, MÜNAFIKLARDIR. Münafıklar, şeytana ait tüm özellikleri üzerlerinde barındıran bir topluluktur. Bunu incelemeden önce, şeytanın bu garip mantıklarına göz atmakta fayda vardır:
İlk olarak şeytanın en anlaşılmaz tavrı, yani 'esrarengiz isyanı' üzerinde durmak gerekir. Araf Suresi'nde şöyle haber verilmektedir:
Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." (Araf Suresi, 16-17)
Şeytanın en büyük amacı, ayetlerde görüldüğü gibi insanların Allah'a karşı isyan etmelerini sağlamaktır. Bu amacına ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapar, sürekli bir çaba harcar. Fakat bu yoğun çabasının yanında anlaşılmaz bir mantığı daha vardır. Bu mantığı haber veren ayet şöyledir:
Ancak şeytanın durumu gibi; çünkü insana "İnkar et" dedi, inkar edince de: "Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım" dedi. (Haşr Suresi, 16)
Yukarıdaki ayette görüldüğü gibi şeytan, insanlara isyan etmelerini emrettiği halde, kendisi Allah'tan korktuğunu söyler. Bu ifadeleri, taşıdığı 'çarpık mantığı' gözler önüne serer. Hem Allah'a karşı isyan etmekte ve insanları da isyana teşvik etmekte, hem de Allah'tan korktuğunu iddia etmektedir. Elbette bu ifadeler şeytanın akli yönden dengesiz bir varlık olduğunu göstermektedir.
İşte münafıkların da şeytan ile benzerlik gösteren en belirgin vasıfları bu 'esrarengiz isyan'dır. Münafıklar, bir yandan Allah'a karşı büyüklenmekte ve fitne çıkarmakta çaba harcarken, bir yandan da Allah'a, ahirete iman ettiklerini, Allah'ın dinine ve elçisine itaat gösterdiklerini iddia ederler. Nitekim Allah münafıkların bu tavırları hakkında müminleri çeşitli ayetlerle uyarmıştır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Sana indirilene ve senden önce indirilene gerçekten inandıklarını öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağut'un önünde muhakeme olmayı istemektedirler; oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister. (Nisa Suresi, 60)
Kuran'da, şeytanla münafıklar arasındaki bu en belirgin ortak yönün dışında da çeşitli benzerliklerden ve ilişkilerden bahsedilir. Şimdi bunları inceleyelim.

MÜNAFIKLAR ŞEYTANI DOST EDİNİRLER
Allah'a inananlar, "Sizin dostunuz (veliniz), ancak Allah, O'nun elçisi, rüku ediciler olarak namaz kılan ve zekatı veren mü'minlerdir." (Maide Suresi, 55) ayeti gereği, yalnızca Allah'ı ve kendileri gibi inananları dost edinerek önemli bir ibadeti yerine getirirler. Güçlerinin en önemli nedeni budur.
Müminler nasıl Allah'ı dost ediniyor ve her işlerinde O'na yöneliyorlarsa, münafıklar da şeytanı dost ve veli edinirler. Şeytanı veli edinenlerin durumu ayetlerde şöyle bildirilir:
... Çünkü o ve taraftarları, (kendilerinin göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık. (Araf Suresi, 27)
Kimine hidayet verdi, kimi de sapıklığı haketti. Çünkü bunlar, Allah'ı bırakıp şeytanları veli edinmişlerdi. Ve gerçekten onları doğru yolda saymaktadırlar. (Araf Suresi, 30)
Kim Rahman (olan Allah)ın zikrini görmezlikten gelirse, Biz bir şeytana onun 'üzerini kabukla bağlattırırız'; artık bu, onun bir yakın dostudur. (Zuhruf Suresi, 36)
Zuhruf Suresi'nde geçen bu ayette de bildirildiği gibi münafıkların en belirgin özelliklerinden biri de Allah'ı zikretmemeleri, manen Allah'tan uzak olmalarıdır. Bu durumda olmalarını teşvik eden ise yine şeytandır.

ŞEYTAN ONLARA ALLAH'I UNUTTURUR
Şeytan onları sarıp-kuşatmıştır; böylelikle onlara Allah'ın zikrini unutturmuştur... (Mücadele Suresi, 19)
Kişinin "münafık" olması için, öncelikle mümin topluluğunun içinde bulunması ve onlara gizli veya açık zarar vermeye çalışması gerekir.
Münafık, müminlerin içine kadar gelmiş, -bir süre de olsa onların yaşam tarzına uyum sağlamış olmasından da anlaşıldığı gibi- müminlerle birlikte Allah'ı anmış, O'nun ayetlerini okuyup öğrenmiştir. Bütün bunlara rağmen, imanından sonra inkara sapmıştır. Münafıkların bu durumları bir ayette şöyle bildirilir:
Bu, onların iman etmeleri sonra inkar etmeleri dolayısıyla böyledir. Böylece kalplerinin üzerini mühürlemiştir, artık onlar kavrayamazlar. (Münafıkun Suresi, 3)
Peki nasıl olur da, Allah'ın varlığını ve birliğini kabul edip, Kuran'a itaat eden imanlı bir insan 'bir anda' Allah'a isyan edip sapar?
Bu elbette ki bir anda olmaz. Münafıkların kalpleri, imandan ziyade inkara yatkındır. Bu zayıf imanlı kişileri ayartmak ise, tabii ki yine şeytanın işidir. Onları etkilemek, doğru yoldan alıkoyup kendi yoluna çekmek için çeşitli tuzaklar kurar. Bunların en büyüğü de Allah'ı unutturmaya yönelik olanıdır.
Allah'ı unutturmak isteyen şeytan, belli oyunlarla münafığa yaklaşır. Oysa münafık kastedilen oyunları Kuran ayetlerinden çok iyi bilmektedir. Dolayısıyla şeytanın tuzağına 'bile bile' düşer; bu da kalbinde -Kuran'da haber verildiği üzere- "hastalık" barındırması nedeniyledir. Bu hastalık 'isyankarlık'tır. Münafıkların bu durumları bir ayette şöyle haber verilir:
Kalplerinde hastalık vardır. Allah da hastalıklarını artırmıştır. Yalan söylemekte olduklarından dolayı, onlar için acı bir azap vardır. (Bakara Suresi, 10)
Yalnız bu noktada unutulmaması gereken şey, şeytanın ancak zayıf imanlılara etki edebileceği; gerçek, samimi müminleri ise hiçbir şekilde tuzağa düşüremeyeceğidir. Sapkın insanlarla hakiki müminler arasındaki fark bir ayette şöyle haber verilir:
Şüphesiz, kışkırtılıp-saptırılmışlardan sana uyanlar dışında, senin benim kullarım üzerinde zorlayıcı hiçbir gücün yoktur. (Hicr Suresi, 42)
Münafığı tevekkülsüzlüğe, büyüklenmeye ve samimiyetsizliğe sürüklemeye çalışan şeytan, kısa zamanda başarılı olur. Sahip olduğu zayıf inanç sebebiyle akıl almaz bir süratle ona ayak uyduran münafık, mümin tavrını taklit etmeyi artık bir kenara bırakıp, şeytani davranışlar sergilemeye başlar. Müminlere o güne kadar hiç göstermediği olumsuz tavırlarını göstermeye başlar. Örneğin aniden öfkelenir, paniğe kapılır, müminlere zarar vereceğini düşündüğü davranışlarda bulunur... Özellikle zorluk anlarında veya kendisine gelen bir zarar karşısında şeytanın etkisi iyice belirginleşir. Beklemediği şekilde zorlukla karşılaşan münafık bir anda başına gelen olayın Allah'ın kontrolünde gerçekleştiğini, tevekkül etmesi gerektiğini, Allah'ın duasına icabet edeceğini düşünemez ve bir müminin zorluk karşısında göstereceği tüm tavırların tersini göstermeye başlar. İmanının sınandığı bir zorluk anıyla karşılaşan münafık, o ana kadar görülmemiş bir yüzle ortaya çıkar. İşte Allah'ı unutmuş ve şeytana teslim olmuş bu yüz, münafığın gerçek yüzüdür.
Açıkça anlaşılıyor ki münafığı doğru yoldan çıkarmak, şeytan için hiç de zor olmamaktadır. Nitekim şeytan yalnızca kötü yola çağırır; onun peşinden sürüklenip giden, sonra da tevbe etmeyen ve bütün bunları tamamen kendi arzusuyla yapan, münafığın kendisidir:
Oysa onun, kendilerine karşı hiçbir zorlayıcı gücü yoktu; ancak Biz ahirete iman edeni, ondan kuşku içinde olandan ayırdetmek için (ona bu imkanı verdik). Senin Rabbin, herşeyin üzerinde gözetici-koruyucudur. (Sebe Suresi, 21)
Şeytan ahirette, peşinden sürüklediği kimselere itiraflarda bulunur ve onları zorlamadığını, ardından gelenlerin kendi arzularıyla onu izlediğini bir kez daha açıkça söyler:
İş hükme bağlanıp bitince Şeytan der ki: 'Doğrusu Allah, size gerçek olan va'di va'detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçekten şu ki, zalimlere acı bir azap vardır. (İbrahim Suresi, 22)

ŞEYTAN ONLARI KURUNTULARA DÜŞÜRÜR
Allah'a kesin bilgiyle inanan kişi imanında bir an bile kuşkuya kapılmaz; böyle bir suçtan Allah'a sığınır. Münafık ise iman konusunda şüphededir. Bu şüpheyi kalbine düşüren ise tabii ki yine dost edindiği, peşinden sürüklenip gittiği şeytandır.
Onları -ne olursa olsun- şaşırtıp-saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim.' Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır. (Nisa Suresi, 119)
Ayette belirtildiği gibi, şeytanın insanları düşürmeye çalıştığı kuruntular, hiç olmayacak tarzda boş ve saçmadır. Ancak zayıf imanlı kişiler, bunları olağanüstü önemli görmekte ve kolayca benimsemektedirler. Kuran'dan uzak oldukları için, "Eğer sana şeytandan yana bir kışkırtma (vesvese veya iğva) gelirse, hemen Allah'a sığın. Çünkü O, işitendir, bilendir" (Araf Suresi, 200) ayetiyle, Kuran'da böyle bir durumda uygulanması tavsiye edilen tavrı da sergilemezler.
Dolayısıyla müminler şeytana karşı başarı kazanırken münafıklar, kaçınılmaz olarak ona yenik düşerler.

ŞEYTAN ONLARI VAATLERİYLE ALDATIR
(Şeytan) Onlara vaatler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara aldanıştan başka bir şey va'detmez. (Nisa Suresi, 120)
Şeytan insana sadece boş vaatlerde bulunur. Bu vaatlerin hepsi, geçici dünya hayatına yöneliktir. Müminlere verilmiş bir nimet olan akla sahip olmamasına rağmen oldukça zeki olan şeytan, herkese zayıf yönlerinden ulaşmaya çalışır. Bu zayıf yönler, kişinin Allah'ın rızasının yerine tercih ettiği 'put'lardır.
'Put' denince, akla yalnızca insanların önlerinde secde ettikleri taşlar gelmemelidir. Put, dinin yerine tercih edilen herhangi bir kavram ya da bir insan olabilir. Hepsi de dünya hayatının geçici süsleri olan makam, mevki, zenginlik, şöhret, güzellik, gözde büyütülen bir insan veya insanlar da 'put' olabilirler. Şeytanın vaatleri daha da çeşitlendirilebilir fakat hepsi de boş bir aldatmacadan başkası değildir. Zira hepsi geçicidir ve insan toprak olup da yeniden diriltileceği gün, dünyada değer verip bel bağladığı hiçbir değeri veya hiçbir insanı yanında bulamayacaktır.
Ancak 'derin' bir kavrayıştan uzak olan münafıkların bu boş vaatlere aldanmaları hiç de zor olmaz. Dünyaya körü körüne bağlı olan münafıklar, şeytanın vaadlerinin mutlaka gerçekleşeceğini, ona uymakla kar elde edeceklerini zannederler. Oysa şeytanın vaatleri, yalnızca insanı cehenneme sürüklemek içindir. Dünyada ve özellikle de ahirette ona hiçbir fayda sağlamayacaktır. Haşr Suresi'nde şöyle buyrulur:
Şeytanın durumu gibi; çünkü insana 'İnkar et' dedi, inkar edince de: 'Gerçek şu ki, ben senden uzağım. Doğrusu ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım' dedi." Sonunda onların akibetleri, şüphesiz ateşin içinde ikisinin de süresiz olarak kalıcı olmalarıdır. İşte zalim olanların cezası budur. (Haşr Suresi, 16-17)
Şeytana uymayan, vaatlerine aldanmayan tek topluluk müminlerdir. Onlar, insanlara durmaksızın kötülüğü fısıldayan şeytanın aldatmacalarına, vermek istediği vesveselere açık değildirler. Her olayı 'akıl ve vicdan' çerçevesinde değerlendirdiklerinden, bu asılsız vaatlere hiçbir şekilde inanmazlar.

GERÇEK YÜZLERİNİ ŞEYTANA GÖSTERİRLER
Münafıklar, müminlere kendilerini 'samimi' tanıtmak için yoğun çaba harcarlar. -Amaçlarını daha sonra detaylarıyla ele alacağımız- bu samimiyetsizliklerini menfaatleri zarar görene kadar ısrarla sürdürürler.
Müminlerden ayrıldıkları süreye kadar kendilerini gizleyen münafıklar, bu süre zarfında gerçek yüzlerini de yalnızca şeytana gösterirler. Allah bir ayette münafıkların bu durumlarını şöyle haber vermektedir:
İman edenlerle karşılaştıkları zaman: 'İman ettik' derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: 'şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz. (Bakara Suresi, 14)
Burada önemli bir konuya dikkat etmek gerekir. Şeytan münafıkların karşısına elbette ki, cismen çıkmaz. Onun çeşitli kabiliyetleri vardır; insanların karşısına onlardan biri gibi, yani 'insan suretinde' çıkabilmesi de bunlardan biridir.
'İnsan suretinde' çıkmasını biraz daha açıklamakta fayda var. 'Şeytan gibi' sözü halk arasında da kullanılan bir benzetmedir. Peki nasıl 'şeytan gibi' olunur? Bir insan şeytanın özelliklerini üzerinde taşıyorsa o insana 'şeytan gibi' demek çok yerindedir.
Münafıklar da, daha önce bahsedildiği gibi şeytanın tüm özelliklerini üzerlerinde taşıdıkları için, tam yerinde bir benzetme ile 'şeytan gibi'dirler. Üstelik kendileri gibi olan insanları da rahatlıkla teşhis edebilme yeteneğine sahiptirler. Karşılarındaki kişide kendileri ile ortak bir yön görüyorlarsa bu kişiye karşı da gerçek yüzlerini gösterebilirler.
İşte bu noktada münafıklar, müminlerin yanından ayrılıp kendilerine benzer kişilerin yanına gittiklerinde, 'şeytanlarıyla başbaşa kalmış' olurlar. Ve kendi aralarında, ileride de bahsedileceği gibi, gizli toplantılar yaparak, gizli fısıldaşmalarda bulunarak peygambere düşmanlık, isyan gibi çeşitli sinsi planlar hazırlarlar.

Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
3 Eylül 2008       Mesaj #2
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
MÜNAFIK NEDEN İBADET EDER, NEDEN MÜMİNLERLE BİRLİKTE OLUR?
Münafıklar sana geldikleri zaman: "Biz gerçekten şehadet ederiz ki, sen kesin olarak Allah'ın elçisisin" dediler. Allah da bilir ki sen elbette O'nun elçisisin. Allah, şüphesiz münafıkların yalan söylediklerine şahidlik eder. (Münafikun Suresi, 1)
Sponsorlu Bağlantılar
Münafıkların şeytanla ortak özellik gösterdikleri 'esrarengiz isyan' konusunu önceki bölümde inceledik. Ayrıca münafıkların -dinsizlerden biraz daha farklı olarak- Allah'ın varlığını bilen ama O'nun emirlerine uymayan, üstelik bunu yaparken de kendilerini deşifre etmeyen ve inananlardan gerçek karakterlerini saklayıp, onlara kendilerini dindar olarak tanıtan 'garip' mantıklı kişiler olduklarını gördük.
Bu noktada şu soru akla gelmektedir. Gerçekte imanı kalplerinde yaşamadıkları halde neden iman etmiş gibi görünürler?
Çünkü münafıkların konumu diğer inkarcılardan farklıdır. Münafık Kuran'da anlatılanları yeterli derecede anlamıştır. Allah'a kulluk vazifesini yerine getirmek için, ayetlere tam olarak uyması gerektiğini öğrenmiştir. Bunu da kendi diliyle tasdik eder. Ancak kalbindeki, dilindekiyle bir değildir. Kalbinde inançsızlığı, isyanı, fıskı barındırdığı halde, dilinde Allah'ın adını taşıması münafıklığının en büyük göstergesidir.
Aslında inançlı bir insanın münafıkların bu karanlık ruh halini tam olarak kavraması pek mümkün değildir. Çünkü Allah korkusu olan bir insanın, söyledikleriyle yaptıkları her zaman birdir. Dolayısıyla münafıkların ikiyüzlülükleri, sahtekarlıkları inananları ancak şaşırtır. Fakat yine de Kuran'da müminlere bildirildiği kadarıyla münafıkların bu ruh halleri ile ilgili bazı sebepler sayılabilir.
1) Maddi menfaat sağlamak isterler
Münafığın müminlere dost görünmesinin en büyük nedenlerinden biri, kendisine maddi çıkar sağlama arzusudur. Müminler Allah'ın kendilerine verdiği lütuf sayesinde manevi olduğu gibi, maddi bir güç ve iktidara da sahiptirler. Bunun örneği tarihte çok görülmüştür. Kuran'daki birçok ayette Hz. Süleyman'ın, Hz. Muhammed (sav)'in, Hz. Davut'un, Hz. Zülkarneyn'in ve daha pek çok elçinin sahip oldukları maddi güç ve iktidardan bahsedilmektedir. Örneğin Hz. Süleyman'la ilgili olarak bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Ona dilediği şekilde kaleler, heykeller, havuz büyüklüğünde çanaklar ve yerinden sökülmeyen kazanlar yaparlardı. 'Ey Davut ailesi, şükrederek çalışın' kullarımdan şükredenler azdır. (Sebe Suresi, 13)
Hz. Süleyman'ın sahip olduğu kaleler, heykeller, büyük çanaklar ve kazanlar, hiç şüphesiz dönemin ihtişamını ve zenginliğini ifade etmektedir. Bir başka ayette de Hz. Süleyman'ın, ileri bir teknoloji kullanılarak zemini saydamlaştırılmış bir köşke sahip olduğundan ve büyük bir mülkün sahibi olan Sebe Melikesi Belkıs'ın bu köşkten son derece etkilendiğinden şöyle bahsedilmektedir:
Ona : 'Köşke gir' denildi. Onu görünce derin bir su sandı ve (eteğini çekerek) ayaklarını açtı. (Süleyman) Dedi ki: 'Gerçekte bu, saydam camdan olma düzeltilmiş bir köşk-zemindir. (Neml Suresi, 44)
Kehf Suresi'nde ise, ilim ve iktidar sahibi bir mümin olan Hz. Zülkarneyn'in sahip olduğu güç şöyle anlatılmaktadır:
Gerçekten, Biz ona yeryüzünde sapasağlam bir iktidar verdik ve ona herşeyden bir yol (sebep) verdik. (Kehf Suresi, 84)
Nisa Suresi'ndeki başka bir ayette de, Kuran'da güzel ahlakıyla çok övülen Hz. İbrahim'in ve ailesinin büyük bir mülkün sahibi olduklarından bahsedilmektedir. Bunlardan başka, Allah'ın iman edenlere, onları daha önce 'ayak basmadıkları' yerlere varisçi kılacağına dair vaadi vardır. Bunun şartı şu ayette bildirilir:
Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra küfre saparsa, işte onlar fasık olanlardır. (Nur Suresi, 55)
Allah vaadini her zaman gerçekleştirmiştir. Kuran'da şöyle buyrulmaktadır:
Ve onlardan sonra sizi o arza mutlaka yerleştireceğiz. İşte bu makamımdan korkana ve tehdidimden korkana ait (bir ayrıcalıktır.) (Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp yok oldu gitti. (İbrahim Suresi, 14-15)
Allah'ın müminleri her zaman desteklemesi münafıklara müminlerle birlikte olduklarında bir menfaat sağlayabileceklerini düşündürtür. İşte bu nedenle –din ahlakıyla gerçek anlamda alakaları olmadığı halde- müminlerle olmak hoşlarına gider.
Fakat müminler, sahip oldukları mal ve mülk zenginliğini, münafığın yapmak istediği gibi, asla kendi çıkarları doğrultusunda harcamazlar. Zira onlar bütün malın ve mülkün Allah'ın olduğunu ve ancak O'nun yolunda harcanması gerektiğini bilirler. Bunu er geç fark eden münafık, müminlerin zenginliğinden kendine bir pay elde edemeyeceğini iyice kavradığında, onlardan ayrılma kararını almıştır bile...
Ayrıca zenginlik sahibi olan müminlerin ticari imkanları da çok geniştir. Bu imkanları da münafıkları derinden etkiler. Hatta birçok münafık, bazı ibadetleri (namaz, oruç, zekat gibi) yalnızca Müslümanlar arasında güvenilir bilinmek ve bu sayede onlar arasında geniş ticaret imkanı bulabilmek için uygular. Allah Kuran'da münafıkların ticaret konusundaki hırslarını ve bunun, onların en önem verdikleri konuların başında geldiğini şöyle haber verir:
Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: 'Allah'ın katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır.' (Cuma Suresi, 11)
Elbette ki, bu riyakar davranışlarda bulunan münafıklar umduklarını bulamayacaklar, dünyada kazandıkları zararın yanı sıra, ahirette de hüsrana uğrayacaklardır.
2) Çevrelerini ve prestijlerini artırmak isterler
Ahlakları, kültürleri ve saygınlıkları dolayısıyla müminlerin çevresi geniştir. Aynı zamanda yaşadıkları toplumun ileri gelenlerine din ahlakını anlattıkları için onlarla yakın bağlantıları da vardır. Bunun yanında mücadele ettikleri belli bir zümre hariç, halkın arasında da destekleyicileri bulunur. Ve bu destek, inananların yeryüzü üzerindeki gücü ve hakimiyeti arttıkça çoğalır. Gittikçe artan destekle birlikte içinde yaşadıkları toplumda saygınlıkları, diğer insanlardan çok farklı bir 'kaliteye' sahip oldukları, çok üstün bir ahlakı yaşadıkları da açıkça anlaşılmaya başlar.
Müslümanlar güzel ahlakları ve görülmemiş kararlılıkları dolayısıyla haklı bir şöhrete de sahiptirler. Örneğin Kuran'da Hz. İbrahim'in kararlılığı ile genç yaşında halk arasında yayılan haklı ünü ve tanınmışlığı ayette şöyle bildirilir:
"Kendisine İbrahim denilen bir gencin bunları diline doladığını işittik" dediler. (Enbiya Suresi, 60)
Yine başka ayetlerde Allah'ın elçileri için şu şekilde buyrulmaktadır:
Ve derlerdi ki: "Biz, ünlenmiş bir şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?" (Saffat Suresi, 36)
Senin zikrini (şanını) yüceltmedik mi? (İnşirah Suresi, 4)
İşte tüm bu şan, şöhret ve tanınmışlıktan etkilenen zayıf karakterli münafıklar, müminlerle birlikte olarak bir şahsiyet kazanmaya çalışırlar. Onlarla beraber olurlarsa kendilerinin de çevrelerinde onlar kadar etkileyici ve şahsiyetli tanınacaklarını düşünürler.
Ancak elbette Allah onlara, inananlarla birlikte oldukları süre içinde çıkardıkları fitne ve bozgunculuk sebebiyle, umdukları şanı değil, hak ettikleri aşağılanmayı tattırır.

ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
30 Aralık 2010       Mesaj #3
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Münafık
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

Görünüşte Müslüman olduğu hal­de içinden kâfir olan kimseye denir. Umumî dilde iki yüzlü, içi dışına uymayan kimseleri niteler.
İslâm'da münafıklık üzerinde çok durulmuştur. Çünkü başlangıçtan iti­baren münafıklar İslâm'a ve Müslü­manlara önemli zararlar vermişler, zaman zaman kâfirlerden daha tehli­keli olmuşlardır. Bunun için Cenâb-ı Hak Kuran'da münafıkları cehenne­min dibine göndereceğini açıklamış­tır:
"Şüphe yok ki münafıklar cehen­nemin en alt katındadırlar. Artık on­lar için asla bir yardımcı bulamazsın."
(Kur'an-ı Kerim, Nisâ suresi, 145)
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

2 Nisan 2013 / reyan Müslümanlık/İslamiyet
14 Mart 2011 / reyan Müslümanlık/İslamiyet
28 Ocak 2016 / asla_asla_deme X-Sözlük