Arama

Helal ve Haram

Güncelleme: 22 Kasım 2010 Gösterim: 7.980 Cevap: 2
kompetankedi - avatarı
kompetankedi
VIP Bir Dünyalı
24 Ağustos 2007       Mesaj #1
kompetankedi - avatarı
VIP Bir Dünyalı
Helal ve Haram

Sponsorlu Bağlantılar
Hayır ve şer, güzel ve çirkin Arapça lafızlardır. Araplar bu lafızları muayyen bir manaya delâlet etmeleri için kullanmışlardır. Şâri, Kurân-ı Kerim’de bu lafızları kullanmıştır. Bu lafızlar hem lügat manaya hem de Şer-î manaya delâlet ederler. Bu lafızlar, karinesiz kullanılırlarsa, Şer-î manaya delâlet ederler. Bunlardan lügat mana kastedilip kastedilmediğine dair karineye ihtiyaç vardır. Haram ve helal ise; lügâtî manalarından Şer-î manaya nakledilerek lügâtî manaları iptal olunmuştur. Bunlar her nerede varit olurlarsa olsunlar Şer-î manalarında hakikattir, yani diğer manada kullanılmazlar. Allah-u Teâla şöyle buyurdu:


“Allah alış-verişi helal faizi haram kılmıştır.”(Bakara 275)


Resulullah (sav) de şöyle buyurmuştur:

“Helal, Allah'ın Kitabında helal kıldığı şeyler; haram da Allah'ın Kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah'ın, Kitabında bildirmediği şeyler affettiklerindendir " (Et-Tirmizî)

Yine Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak helal belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, çok kimse bunları bilemez. Şüpheli şeylerden sakınan, dinini ve namusunu korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan kişi ise, harama düşer. Nitekim (içine girmek yasak olan) koru etrafında (davarlarını) otlatan çobanın hayvanları da her an bu yasak sahaya girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın (kendisine mahsus) bir korusu olur. Dikkat edin, Allah'ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. Uyanık olunuz! Bedenin içinde bir lokmacık et vardır ki, o iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa da bütün vücut bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir." (Muttefikün aleyh)

Helâl

Allah’ın müsamaha gösterdiği şeydir. İşlenmesi durumunda cezası yoktur. Haram; Allah’ın sakındırdığı şeydir, işlenmesi durumda cezası vardır. Helâl şunlara şamildir: Vacib, mendub, mubah ve mekruh. Haram ise, yalnızca harama şamildir. Teklifî hükümler, yukarıda zikrettiklerimizinden birinin dışına çıkmaz. Teklifî hükümlere bağlı vaz’î hükümler de beştir: Sebep, şart, mani, ruhsat ve azimet, sıhhat, batıl ve fesattır. Helâl ve haram ölçüleri her şeyi kapsadıkları gibi aynı zamanda da birer Şer-î ölçüdürler. İnsanın dünya hayatında fiillerine ve eşyalara lazım olan ölçüdürler. İstikra yoluyla Şer-î delillerden bütün eşyaları müteallik bir hüküm istinbat edilmiştir: Tahrim (haram kılma) delili varit olmadığı müddetince eşyada asıl olan ibahâttır. Fiillerde asıl olan, şer’î hükümlere bağlanmaktır. Dünyada Allah-u Teâla’nın haklarında hükümlerini beyan etmediği hiç bir şey yoktur. Allah onlar için ya helal ya da haram hükmünü beyan etmiştir. Eğer Müslümanlar bir fiil ya da eşyanın hükmünü bulamazlarsa, bu Şer-î delillerin eksikliğinden değil, aksine içtihad ve naslardan istinbat etme kusurlarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Allah-u Teâla, açıkça kıyamet gününe kadar şeriâtın her şeyi içerdiğini bildirmiştir.


....Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…” (Maide 3)


Ve

“Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)


Herhangi bir Müslüman’ın, Şer-î delil olmaksızın bir fiili veya bir eşyayı helal veya haramla nitelemesi haramdır.


“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl 116)


ÖLÇÜLER ARASINDAKİ BAZI FARKLILIKLAR

Fiilleri, hayır ve şer olarak vasıflandırmakla güzel ve çirkin olarak vasıflandırmak arasında fark vardır. Fiilleri hayır ve şer olarak vasıflandırmak, fiillerin eserinden ve onlara yönelme veya onlardan kaçınmadan gelmektedir. Müslüman’da asıl olan, hayır olarak vasıflandırıldığı bir fiil, eğer Allah’ın razı olduğu bir fiil ise yönelmesi, şer olarak vasıflandırıldığı bir fiil eğer Allah’ın öfkesini gerektiren bir fiil ise kaçınması gerekir. Çünkü Allah-u Teâla, emrettiği hayır fiilini işleyenlerden razı olup onlara cenneti vadetti. Nehyettiği fiillerden kaçınmayanlara gazab edip onlara cehennemi vadetti. Bir Müslüman’ın bir fiili güzel olarak vasıflandırması ancak Şâri’nin o fiili methetmesi ve ona sevab vermesi ile mümkündür. Bir fiili de çirkin olarak vasıflandırması ancak Şâri’nin o fiili zemmetmesi ve ona ceza vermesi ile mümkündür. Dolayısıyla bir fiili yapıp yapmaması ona güzel ve çirkin olarak bakışıyla ilgilidir.

Helal ve haram ölçülerine gelince:

Bunlar biraz daha detay içerir. Zira beş çeşit Şer-î hükmü, ve bu Şer-î hükümlere bağlı vaz-i hükümleri içermektedirler. Fakihler, Şer-î ölçüleri şöyle tarif ettiler:Şer’î hüküm; Şâri’nin, iktiza, tahyir ve vaz-i yoluyla kulların fiillerine müteallik hitabıdır. İktiza; taleptir. Eğer fiilin talebi kesin ise, vaciptir, eğer kesin değilse mendubtur. Eğer fiilinin talebi, kesin terkine ilişkin ise haramdır, eğer talebinin terki kesin değilse mekruhtur. Fiili işleyip işlememede serbestiyet ise mubahtır. Vaz-í hüküm; bir şeyi sebep, şart, mani, ruhsat ve azimet, sıhhat, butlan ve fasit kılmaktır. Müslüman’ın, her hangi bir ameli işlemeden önce o amelin Şer-î hükmünü bilmesi vaciptir. Çünkü fiillerde asıl olan Şer-i hükümlere bağlanmaktır. Bu nedenle fiilleri sevap ve ceza yönünden hayır ve şer, güzel ve çirkin, helal ve haram olarak vasıflandırmak aklın veya insanların kendi kafalarından uydurdukları kanunların değil, Şâr-i’nin işidir. Bir fiili, helal ve haram, güzel ve çirkin olarak vasıflandırmak hayır ve şer olarak vasıflandırmaktan daha geneldir. Zîra hayır ve şer sadece fiillere hastır. Fakat güzel ve çirkin, helal ve haram ölçüleri fiiller ve eşyalara şamildir.


*
Son düzenleyen asla_asla_deme; 30 Temmuz 2009 16:47
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
30 Temmuz 2009       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İçeceklerde Helal ve Haram

Sponsorlu Bağlantılar
İnsanlık tarihi kadar uzun bir geçmişi bulunan ve he-men hemen bütün dönem ve toplumlarda görülen içki alış-kanlığı ve bağımlılığı, Kur’an’ın nâzil olduğu dönem Hicaz-Arap toplumunda da büyük ölçüde yaygındı. İslâm dini, insanlığa yol göstermeyi, onları zulüm, sapma ve kötülüklerden uzaklaştırıp huzur ve düzene kavuşturmayı amaçlayan bir rahmet dini olduğundan sarhoşluk veren içkileri açık ve kesin bir dille yasaklamış, insanı bu kötü alışkanlık ve bağımlılığa karşı aklı ve iradesi ile vereceği mücadelede yalnız bırakmayıp ona destek ve dayanak olmuştur.

Kur’an’da insan yeryüzündeki en değerli varlık türü olarak nitelendirilmiş ve ona diğer varlıklar arasında ayrı bir kabiliyet ve yetkinlik verildiği belirtilmiş, insanın beden ve ruh sağlığının korunması, onun dünyevî ve uhrevî mutluluğu İslâm’ın en başta gelen hedefi olmuştur. Bu yüzden dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması İslâm’ın beş aslî ilkesi sayılmış, bunu sağlamaya yönelik olarak Kur’an ve Sünnet’te birtakım emir ve yasaklar getirilmiştir. İslâm’ın, sarhoşluk veren, aklî ve ruhî dengeyi bozan, sinir sistemini uyuşturan maddelerin kullanımını haram kılması ve bu alanda birtakım cezaî müeyyideler koyarak insanları bunlardan uzak tutmaya çalışması böyle yüce bir anlam taşır.

Kur’an’da bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurulur: “Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar (putlar), fal ve şans okları birer şeytan işi pisliktir. Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz. Şeytan şarap ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi?” (el-Mâide 5/90-91). Bu âyet içki konusunda nâzil olan en son âyettir. İçki kullanımı o dönem Arap toplumunda çok yaygın olduğu için, Kur’an bu konudaki yasaklamayı insanları buna hazırlayarak tedrîcî bir surette getirmiştir. Hz. Âişe’nin değerlendirmesine göre, içki yasağının birden bire değil de tedrîcî olarak hükme bağlanmış olması, kökleşmiş bir âdet olan bir hususa ilişkin olan bu yasağın herhangi bir hoşnutsuzluk, bir direnç ve itiraz görmeden kolayca kabul edilip yerleşmesi-ni sağlamıştır. Daha önce inen âyetlerde (el-Bakara 2/219; en-Nisâ 4/43) açık ve kesin bir yasaklama üslûbunun kullanılmayıp sadece büyük günah olduğunun belirtilmesi ve sarhoşken namaz kılınmamasının istenmesi bu sebepledir. Toplumda Allah’a iman, İslâm’ın daima her şeyin en iyi ve doğrusunu isteyeceğine, kötü ve çirkin şeyi de yasaklayacağına güven tam olarak yerleşince bu konuda yukarıdaki kesin yasak nâzil olmuştur. Hz. Peygamber de, “Her sarhoşluk veren şey hamrdır (şarap), her hamr da haramdır” (Buhârî, “Edeb”, 80; Müslim, “Eşribe”, 73), “Çoğu sarhoş eden şeyin azı da haramdır” (Tirmizî, “Eşribe”, 3; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5) sözleriyle bu yasağın özü ve kapsamı konusuna açıklık getirmiştir.

Kur’an’ın temel ilke ve yasaklarını, Hz. Peygamber’in açıklama ve uygulamalarını kavrayıp içinde yaşadıkları topluma aktaran İslâm bilginleri içki yasağının mahiyeti, kapsamı ve amacı üzerinde ayrıntılı bir biçimde durmuş, böylece İslâm kültür tarihi içinde bu konuda zengin bir bilgi birikimi ve literatür oluşmuştur. İslâm huku-kunda, gerek şarabın gerekse diğer sarhoş edici alkollü içkilerin adlandırılması, yapımı, içilmesi, başka alanlarda kullanımı, dinen pis (necis) olup olmadığının tartışılması da bu zengin birikimin bir yönünü teşkil eder.

İslâm hukukçularının “hamr” (şarap) kelimesinin sözlükteki anlam çerçevesiyle ilgili dil tartışmaları, sonuç itibariyle Kur’an’daki hamr yasağının kapsamını ve içki yasağının dayandığı delili belirlemeyi hedef alan metodolojik bir tartışma hüviyetindedir. Fakihlerin önemli bir kısmı, yukarıda zikredilen hadisten de hareketle, azı ve çoğu sarhoş eden her türlü içkiye, hangi maddeden üretilirse üretilsin, hamr deneceği, âyetteki hamr yasağının bu tür içkilerin hepsini kapsadığı görüşündedir. Şâfiîler’in çoğunluğu ile Hanefîler’den Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ve bazı Mâlikîler sadece üzümden elde edilen sarhoş edici içkiye hamr denmesinin doğru olacağını söylerler. Ebû Hanîfe’nin görüşü de bu merkezdedir. Ancak adlandırmayla ilgili bu görüş ayrılığı, üzümden elde edilen şarapla diğer içkilerin haramlığının hangi delile ve metoda dayandığına açıklama getirmesi yönüyle önemlidir. Birinci gruba göre bütün sarhoş edici içkiler Kur’an’ın açık ve kesin hükmüyle yasaklanmışken, ikinci grup Kur’an’da sadece şarabın haram kılındığı, diğerlerinin ise Hz. Peygamber’in açıklamasıyla ve şaraba kıyas edilerek haram olduğu görüşüne sahiptir.

Yukarıda özetlenen görüş ayrılığı şarapla diğer içkilerin haramlığı arasında amelî yönden olmasa da inanç yönüyle bir derece farklılığı meydana getirmektedir. Zira İslâm bilginleri “hamr”ın haram olduğu ve bu hükmü inkâr edenin küfre düşeceği hususunda fikir birliği içinde olmakla birlikte, hamr olarak nitelendirilemeyecek içkilerin haramlığını inkârın müeyyidesi (Ehl-i sünnet’e göre) sadece günahkâr olmaktır. Buna göre, birinci grubun görüşü esas alındığında, sarhoş edici herhangi bir içkinin haramlığını inkâr eden kişi, ikinci grubun görüşü esas alındığında ise sadece üzümden yapılmış şarabın haramlığını inkâr eden kişi küfre düşmüş olur.

Hanefî ekolü de dahil bütün fıkıh mezheplerinde hâkim ve ağırlıklı görüş sarhoş edici özelliği bulunan bütün içki türlerinin haram olduğudur. Çünkü sarhoşluk veren içkiler zamanla alışkanlık meydana getirip bağışıklığa yol açmakta, azı içen giderek çoğa yönelmekte, alışkanlık arttıkça aynı miktar etkili olmadığı için de kişi giderek miktarı arttırmaktadır. Gerçekte az içmek, kişiyi sonuçta kronik alkolikliğe götüren tehlikeli yolun başlangıcı niteliğindedir. Bu sebeple, içkiyi önlemenin en etkili yolu, azının da çoğu gibi yasaklanması olmuştur. Nitekim fıkıh usulünde içkinin haramlığı, “sarhoş etme-si” gibi kişiden kişiye değişebilen sübjektif bir etki ve sonuca değil “sarhoş edici olması” gibi objektif bir ölçüye bağlanmıştır. Bu sebeple de kişinin, sarhoş olma-sa bile sarhoş edici özelliği bulunan alkollü içkiyi ne miktar olursa olsun içmesi haram kabul edilmiştir.

Fıkıh kültüründe, içkiyle mücadelede etkili olunup sonuç alınabilmesi için içki kullanım ve alışkanlığına yol açabilen veya destek veren dolaylı ve yardımcı fiillerin de, çoğu zaman içki yasağı kapsamında mütalaa edildiği ve aradaki bağın kuvvetine göre mekruh haram çizgisinde bir nokaya yerleştirildiği görülür. Nitekim şarabın hukuken muteber olmayan bir mal ve necis bir madde sayılması, sarhoşluğun ağır bir suç kabul edilip cezalandırılması, içki ticaretinin yasaklanması, içki ile tedavinin kabul edilmemesi, hatta içki meclisinde bulunmanın bile kınanması İslâm’ın insanlığı içki tutkunluğundan kurtarma ve toplumda içkinin kökünü kazıma çabasının uzantılarıdır. Hz. Peygamber bir hadislerinde içkiyi üretenin, ürettirenin, içenin, taşıyan ve taşıtanın, dağıtanın, satanın, bundan gelir elde edenin, satın alanın, ikram edenin ve parasını yiyenin lânetlendiğini bildirerek bu grup insanları ağır bir şekilde kınamıştır (Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 2; Tirmizî, “Büyû‘”, 58; İbn Mâce, “Eşribe”, 6). İslâm âlimlerinin çoğunluğu da, bu hadisten ve masiyeti işlemekte kimseye yardımcı olunmaması ilkesinden (el-Mâide 5/2) hareketle, şarap üreten kimseye üzüm satma da dahil, içki üretim ve tüketimine yardımcı olmayı doğru bulmazlar. Hanefî hukukçular ise masiyet ve günah olan şeyin içki üretme ve içme fiili olduğunu, buna doğrudan yol açmayan fiillerin, arada kuvvetli bir sebepsonuç ilişkisi kurulamadığı sürece, ayrı bir zeminde değerlendirilmesi gerektiği görüşündedirler. Ancak Hanefî fakihlerinin tamamıyla hukuk mantığı ve tekniğiyle alâkalı bu yaklaşımları, onların içkiyle mücadele konusunda diğer fakihler ölçüsünde bir hassasiyete sahip olmadıkları anlamına gelmez. Nitekim bütün fakihler, Hz. Peygamber’in üzerinde içki bulunan sofraya oturulmasını yasaklayan hadisinden de (Ebû Dâvûd, “Et’ime”, 18; Tirmizî, “Edeb”, 43) hareketle, müslümanın içki meclisinde bulunmaması, her durum ve şart altında içkiye karşı tavır alması, bulunduğu mecliste içki içilmesini önlemeye çalışması, buna gücü yetmiyorsa o tür toplantıları terketmesi gereğinden söz ederler. Bu da, toplumda içkiyi önleme, yeni yetişen nesillerin kötü örneklerle karşılaşmasını en aza indirme yönünde alınmış etkili bir tedbirdir.
İçkinin tedavi amacıya kullanımında da benzeri bir yaklaşım sergilenir. Hz. Peygamber, şarabın ilâç ve tedavi olarak kullanımı sorulduğunda “O ilâç değil derttir” (Müslim, “Eşribe”, 3; Ebû Dâvûd, “Tıb”, 11) buyurmuş, bundan hareketle İslâm bilginleri de sarhoşluk veren içki-lerin tedavi amacıyla içilmesini câiz görmemişlerdir. Ancak bu hüküm normal durumlara göredir. Alkollü maddelerin ilâç yapımında kullanılması ise ayrı bir konudur ve kural olarak câizdir. Burada söz konusu olan içkinin tedavi amacıyla içilmesidir. Bununla birlikte başka türlü bir ilâç bulunamadığı, içkinin de ilâç olarak tedavi edici olacağı tıbben kesinlik kazandığı durumlarda, tedavi için ilaç olarak kullanılması zaruret hükmünü alır; belirtilen amaçla sınırlı olmak üzere ve geçici bir süre için câiz görülebilir. Fakat insanın bu konuda birtakım bahanelere tutunmaya ve kendine gerekçe üretmeye eğilimli olduğunu, bu konuda gerçekçi ve samimi davranmasının da çok zor olduğunu gözden uzak tutmamak, bunun için de uzmanlığına ve dinî inançlara saygılı olduğuna güvenilen tıp doktorlarının bilimsel kanaatlerini esas almak gerekir.
İslâm’ın içkiyle mücadele kararlılığının tabii bir sonucu olarak, şarap ve diğer içkiler İslâm fıkhında hukuken korunmaya değer (mütekavvim) mal sayılmamış, dolayısıyla bunların alınıp satılması, akde ve mülkiyete konu olması hukuken tanınmamıştır. Alkollü maddelerin ilâç yapımında, temizlik, yakıt vb. amacıyla kullanımı halinde ise hükmünün farklı olacağı açıktır. Yine belirtmek gerekir ki, şarabın ve içkinin hukuken mal sayılmaması müslümana göre olup, gayri müslimlerin içki içme ve içki ticareti yapma hakkı İslâm hukuk doktrininde ve uygulamada öteden beri tanınmış, bu konuda onlara engel olunamayacağı belirtilmiş, gayri müslimin içkisini telef eden müslümanın bunu tazmin etmesi gerekeceğine hükmedilmiştir. Buna karşılık müslümanların içki içmesi ve sarhoşluğu ise dinî bir ilkenin çiğnenmesi, toplum ve hukuk düzeninin açıkça ihlâli sayıldığından had cezası ile cezalandırılmıştır.
İçkinin dinen necis olup olmadığı tartışması, İs-lâm’ın şarabı ve sarhoş edici içkileri yasaklamış olma-sının fıkıh dokrinindeki uzantılarından biridir. Fakihlerin büyük çoğunluğu, ilgili âyetin şarabı “rics” (pislik) olarak nitelendirmesinden de hareketle şarabı kan ve idrar gibi necâset-i galîza grubunda mütalaa et-miş, yani çok az miktarının dahi vücutta, elbisede ve namaz kılınan yerde bulunması namazın geçerliliğine engel kabul edilmiştir. Diğer içkiler de, İslâm bilginlerinin çoğunluğuna göre, şarap gibi necistir. Onların, insanlara şarabın haram oluşunu ve ondan uzak durmanın gereğini daha iyi anlatabilme gayretinin de bu görüşlerinde etkili olduğu anlaşılmaktadır. Ancak Hanefîler, dinen necis olup olmadığı açısıdan şarapla diğer içkiler arasında bir ayırım yapmaya çalışır, çoğu yerde de şarap dışındaki içkilerin necisliğini kerahet derecesinde görürler. Bazı fakihler bu necis oluşu sadece şaraba mahsus bir özellik olarak görürken bazı fakihler, âyette diğer sayılanlar gibi şarabın da mânevî kirliliğinin kastedildiğini, aksine bir delil bulununcaya kadar eşyada temiz oluşun asıl olduğunu, bir şeyin haram kılınışının onun necis olması anlamına gelmeyeceğini, bu itibarla şarabın haram olduğunu, fakat necis olmadığını ileri sürerler.

Fakihler, şarabın kendiliğinden sirkeye dönüşmesi ha-linde, hem bu sirkenin hem de kabının kullanımının câiz olacağı görüşündedir. Hanefî ve Mâlikî mezheplerinde şarabın dışarıdan müdahale ile sirke yapılmasını da bu grupta mütalaa etme temayülü ağır basar.

Fıkıh kültüründe şarap ve içkiyle ilgili olarak ele alınan ve tartışılan konular, özü itibariyle bu tutku ve alışkanlıktan müslümanları uzak tutmak, korumak ve kurtarmak, kişinin akıl, ruh ve beden sağlığını korumasına yardımcı olmak, bunun için gerekli ferdî ve toplumsal önlemleri almaktır. Aklı koruma İslâm’ın beş temel amacından biri sayılmış ve içki yasağı da bu amacı gerçekleştiren en önemli tedbirler arasında yer almıştır.

Esasen içkinin akıl, beden ve ruh sağlığına zararlı olduğu, aile ve toplumda derin yaralar açtığı hususunda tıp doktorları, psikologlar ve toplum bilimciler de dahil bütün insanlık görüş birliği içindedir. Kur’an da içki yasağının hikmetini ve gerekçesini özlü bir şekilde ifade etmiştir: “İnsanlar arasında kin ve düşmanlığı arttırması, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoyması” (el-Mâide 5/90-91). Ancak insan, Kur’an’ın da ifade ettiği gibi, bir yönüyle en üstün (el-İsrâ 17/70), bir yönüyle de zayıf, bilgisiz ve kötülüğe eğilimli (el-Meâric 70/19; el-Ahzâb 33/72) bir varlıktır. İnsan diğer dünyevî ve nefsânî arzu ve eğilimlerinde olduğu gibi içki konusunda da, akıl ve iradesini beden ve duygularına egemen kılmadığı takdirde, nefsine ve tutkularına yenik düşmekte ve giderek kendi kendini kontrol edemez olmaktadır. İşte aklı ile duygularının, irade ile zaaflarının çatıştığı bu alanda din de içkinin haram ve günah olduğunu bildirerek insana yardımcı olmakta, onu koruyup kollamaktadır. İnsan aynı insan olduğu halde dindar toplum ve kesimlerde içki kullanımının çok aza inmesinin, buna karşılık bilimsel ve tıbbî açıklamalara rağmen modern ve eğitilmiş fakat dinî hassasiyetlerini yitirmiş toplum ve kesimlerde ise içki tüketiminin çok yüksek oluşunun en geçerli açıklaması budur. Bu itibarla, insanın ruh ve beden sağlığını koruma, toplumsal düzen ve barışı gerçekleştirme, insanı daha mutlu, huzurlu ve güvenli bir yaşantıya kavuşturma çabasında, İslâm’ın ferdî ve sosyal hayatla ilgili ilkelerinden yararlanma vazgeçilemez derecede büyük bir önem taşımaktadır.

İslâm dini insana yaratanını tanıtmış, ferdî ve sosyal hayatı bütünüyle kucaklamış, insanın dünyada karşılaşabileceği sıkıntılara ve aklına gelen sorulara mâkul açıklamalar getirmiş, dünyaya gelmesine, yaşamasına ve ölüm sonrasına anlam kazandırmış olduğu için, müslüman yüzyüze geleceği sıkıntı ve problemler karşısında içki-nin ve sarhoşluğun arkasına sığınmayacak ölçüde sağlam bir ruh yapısına ve iradeye sahiptir. Bu sebeple modern toplumlarda kişiyi içki kullanımına sürükleyen ferdî, ruhî, ailevî, ekonomik ve sosyal problemler, İslâm toplumlarında daha kolay ve sarsıntısız şekilde atlatılır. Alkolün ferdin ruhî ve bedenî çöküşüne, giderek toplumdan uzaklaşıp içine kapalı, hastalıklı ve problemli bir kişi oluşuna, ileri yaşlarda bunaklığa ve düşkünlüğe yol açtığı, başta ailenin dağılması, cinayetler, trafik kazaları olmak üzere birçok toplumsal problemin de önemli sebepleri arasında yer aldığı herkes tarafından bilinmekle birlikte, bunu salt hukuk kuralları ve yaptırımlarıyla önlemenin imkânsızlığı ortadadır. Nitekim, insanlığın içkiyi önleme yönündeki çabaları özellikle Batı ülkelerinde son yüzyıllarda uluslararası bilimsel toplantılar tertip etme, özel örgütler kurma ve yasal düzenlemeler yapma şeklinde teori planında ciddi ve somut ürünler vermiş olmakla birlikte, bu girişimlerin pratik sonuçları yüz güldürücü olmamıştır. Böyle olunca, İslâm’ın içkiyle mücadelede öncelikli olarak fertlere, fertlerin birbirlerine ve Allah’a karşı sorumluluk bi-linci aşılayıp sağlam bir dinî ve ahlâkî zemin kurmasının, yasaklamayı ve diğer hukukî önlemleri de bu zeminde gündeme getirmesinin önem ve etkisi daha iyi anlaşılmaktadır.


Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
22 Kasım 2010       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Yapılması, işlenmesi Allah tara­fından açık ve kesin şekilde yasaklan­mış iş ve davranış. İçki içmek, kumar oynamak, zina etmek, adam öldür­mek, hırsızlık etmek, anaya babaya isyan etmek gibi.

Bir haramı, haram olduğunu bi­lerek ve haram olduğuna inanarak iş­leyen günahkâr olur, dinden çıkmaz. Kâfir olmaz. Böyle mümine fâsık mü'min denir. Günahlarının cezasını çekeceklerine dair açık âyetler vardır.


İslam Ansiklopedisi

Benzer Konular

21 Nisan 2016 / ThinkerBeLL X-Sözlük
13 Ekim 2009 / esmerim Soru-Cevap