Arama

Türk Resim ve Heykel Sanatı

Güncelleme: 21 Mayıs 2009 Gösterim: 8.993 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Mayıs 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Türk Resim ve Heykel Sanatı
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Resim
Resim sanatı, ikiboyutlu bir yüzey üstüne uygulanan çizgi ve boyalarla estetik değerlerin yaratıl­ması, bu yolla da duygu ve düşüncelerin iletilmesi demektir. Düz­lem üstünde yaratılan bu düzenleme soyut ya da somut olguları canlandırıyor olabilir, betimleyici ya da süsleyici nitelik taşıyabilir. İnsanların en eskiçağlardan beri kullandıkları bu anlatım aracı Türkler tarafından da kulla­nılmıştır. Orta Asya'nın bozkırlarında yaşa­yan Türk boylarının, ele aldığı konulardan dolayı "hayvan üslubu" olarak adlandırılan resimler yaptığı bilinmektedir. İslamlık benimsendikten sonra dinsel yasaklar nedeniyle betimleyici resim daha az kullanılmış, onun yerine süsleyici resim sanatları gelişmiştir. Bu nedenle Türk resim sanatı denince daha çok batı etkisi altında gelişen ve betimleyici yanı da olan çağdaş resim sanatı anlaşılır.
Gene de daha önceki dönemlerden kalan bazı yapıtların resim sanatı içinde sayılabile­ceği unutulmamalıdır. Az sayıda da olsa Anadolu Sel­çuklularından bazı yapıtlar kalmıştır. Bunlar kabartmalar, çini üstüne yapılan çizimler biçi­mindedir. Osmanlı döneminde de yoğun bir minyatür çalışması gözlenir. Fatih Sultan Mehmed döneminde batıdan ressamların ge­tirtilerek padişahın ve ailesinden kişilerin resimlerinin yaptırıldığı bilinmektedir. Os­manlı sanatçılar da İtalya'ya gönderilmiş, oradaki çalışmaları öğrenmeleri istenmiştir. Bu tür girişimler daha sonraki dönemlerde yinelenmemiş, kendine özgü kuralları olan minyatür sanatı sürdürülmüştür. Elyazması kitapların resimlendirilmesinde kullanılan minyatürlerin betimlemeci yanı da vardır. Bu sanatta gerçekçi olmaktan çok simgesel anla­tımlar önemlidir.
Minyatür 18. yüzyılda Levni ile anlatım olanaklarının sınırına ulaşmıştır. Bundan son­ra yerini, giderek yaygınlaşmaya başlayan batı etkisi altındaki resim sanatlarına bırak­mıştır. Bu arada "çarşı ressamları" adıyla anılan sanatçılardan da söz etmek gerekir. Bunlar kahvehanelerin, dükkânların duvarla­rı ya da taşbaskı kitaplar (mâniler, destanlar) için resimler yapan halk sanatçılarıdır. Batılı gezginler arasında bu sanatçılara o çağdaki günlük yaşamı betimleyen resimler yaptırıp ülkelerine götürenler olmuştur.
18. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin Avrupa ülkeleri karşısında gerilemeye başlamasını önlemek amacıyla bu ülkelerin bazı kurum ve uygulamalarının benimsenmesi yoluna gidil­di. Adına "batılılaşma" denen bu sürecin etkisi sanat alanında da duyuldu. Padişahların batı sanatlarına önem vermesi, bu sanatların ülkemizde ilerlemesine yol açtı. Türkiye'de batılı anlamdaki ilk resim denemeleri yeni kurulan Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ile Mekteb-i Harbiye (bugünkü Kara Harp Okulu) gibi mühendis­lik ve askerlik okullarında gerçekleştirildi. Önce haritacılık, teknik resim gibi konularda başlayan eğitim kısa süre içinde serbest resmi de kapsadı, bu amaçla batıdan öğretmenler geldi, Türk öğrenciler de yetiştirilmek üzere batı ülkelerine, özellikle Fransa'ya gönde­rildi.
Yenilikçi padişahlar 19. yüzyılda da batılı­laşma çalışmalarını destekliyordu. II. Mahmud kendi resmini yaptırarak devlet dairele­rine astırmış, Abdülaziz de resimle uğraşmış­tır. Genellikle asker kökenli olan ilk Türk ressamların yapıtları da bu yüzyıldan kalma­dır. Resimlerindeki donuk, acemice hava nedeniyle "19. yüzyıl Türk primitifleri" diye de adlandırılan bu ressamlar bazen fotoğraf­tan yararlanarak saray ve köşk bahçelerinden ya da İstanbul'dan görünümler yapmışlardır. Bunlar arasında Hüseyin Giritli, Hilmi Kasımpaşalı, Süleyman Sami, Ahmed Bedri, Salih Molla Aşki, Osman Nuri Paşa, Ahmed Şekür, Selahattin Bey, Şefik Bey, Necip Bey, Münip Bey, Ahmed Ziya Şam, ibrahim Bey, Mustafa Bey, Şevki Bey gibi adlar vardır.
Abdülaziz zamanındaki asker ressamlar arasında İbrahim (Ferik) Paşa, Tevfik (Ferik) Paşa, Hüsnü Yusuf Bey gibi adlar vardır. Resim eğitimi için Paris'e gönderilen öğrenci­ler arasında Süleyman Seyyid Bey ile Şeker Ahmed Paşa önemlidir. Bu ressamlar aldıkla­rı eğitim nedeniyle manzara ve durağan doğa resimlerinde başanlı olmuşlardır. Aynı ku­şaktan Osman Hamdi Bey ise güncel yaşamı "Oryantalist" (Doğucu, resimde doğu dünyası ile ilgili resim yapan sanatçı anlamına gelir) bir yaklaşımla ele almasıyla tanınır. Tablola­rında kendini model olarak kullanmış olması onu aynı zamanda ilk portre ressamlarından biri yapmaktadır.
Bu dönemdeki gelişmelerden biri ilk resim sergileridir. Belgelerden Oreker adlı bir man­zara ressamının 1845'te sarayda bir resim sergisi açtığı anlaşılmaktadır. 1860'larda dü­zenlenen çeşitli sergilerde resimler de yer almıştır. Türkiye'de yalnız resim çalışmaları­nın yer aldığı ilk resim sergisi ise ressam Şeker Ahmed Paşa tarafından düzenlendi. 27 Nisan 1873'te açılan sergiye hem Türk, hem yabancı ressamların katıldığı, ayrıca Sanayi Mektebi, Askeri Tıbbiye ve Mekteb-i Sultani (Galata­saray Lisesi) öğrencilerinin de sergiye resim verdikleri anlaşılmaktadır. Şeker Ahmed Pa­şa ikinci sergisini 1 Temmuz 1875'te açmış, bunu başka sergiler izlemiştir.
Halil Paşa, Hüseyin Zekâi Paşa ve Hoca Ali Rıza bir sonraki kuşağın ressamlarıdır. Re­simlerinde İzlenimci bir hava olan Halil Paşa yaptığı İstanbul görünümleriyle tanınır. Çok sayıda küçük taslak çalışmasıyla bilinen Hoca Ali Rıza'nın ise gerçekçi bir tekniği vardır.
19. yüzyılda bir de gemileri, deniz savaşları­nı konu edinen deniz ressamları vardı. Ayrı bir küme oluşturan bu sanatçılar arasında Osman Nuri Paşa, Fahri Kaptan, Kâtip Hüse­yin Hüsnü (Tengüz), Tahsin Bey, Şamlı Ali Cemal, Bahriyeli İsmail Hakkı Bey gibi ad­lar sayılabilir. İstanbul'daki Deniz Müzesi'nde bu ressamların birçok yapıtı bulunmak­tadır.
Bu yüzyılın sonlarına doğru resim sanatı açısından en önemli gelişme bir devlet sanat okulunun kurulmasıdır. 1874'te ressam Guillemet tarafından İstanbul'da Resim Akade­misi adlı bir özel okulun açılmış olduğu bilinmektedir. Bu okulun öğrencileri çalışma­larını 1876'da düzenledikleri bir sergiyle tanıt­mışlardır. Ama Türkiye'de çağdaş resim da­lında eğitim veren ilk kuruluş 1 Mart 1883'te açılan Sanayi-i Nefise Mektebi (daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi, bugün Mimar Sinan Üniversitesi) oldu. Ressam ve müzeci Osman Hamdi Bey'in 1882'de müdürlüğüne getirildiği bu kuruluşun ilk yönetmeliğinde okulun "resim, oymacılık, mimarlık (fenn-i mimari) ve hakkâklık ile ilgili bilgi ve hünerlerin sanata tatbiki usulünün okutulup öğretileceği yazılıdır. Resim eğitiminin ağırlığı bundan sonra askeri okullardan bu okula kaymıştır.
Türk ressamlar 20. yüzyılda ilk kez bir örgüt çevresinde birleşmişlerdir. İlk Türk ressamlar derneği 1908'de kurulan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'dir. Derneğin adı 1921'de Türk Ressamlar Birliği'ne, 1926'da da Türk Sanayi-i Nefise Birliği'ne, 1929'da da Güzel Sanatlar Birliği'ne dönüştürülmüştür. Sanatçılar arasında belli bir dayanışma sağlayan, düşünce alışverişine olanak veren bu tür örgütler daha ileride belli akımların savunucusu olarak da ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyetin kurulmasından sonra da resim alanındaki çalışmalar desteklendi. Sanayi-i Nefise Mektebi 1928'de Güzel Sanatlar Akademisi'ne dönüştürüldü. Batı ülkelerinden öğretmenlerin getirtilmesi, Türk öğrencilerinin Avrupa'ya gönderilmeleri bu dönemde de sürdü. Cumhuriyetin ilk yıllarında Güzel Sanatlar Akademisi'ni bitiren ressamlar arasında da Şeref Akdik, Refik Epikman, Mahmut Fehmi Cûda, Ali Avni Çelebi, Zeki Kocamemi, Turgut Zaim gibi sanatçılar bulunmaktadır. Öğretmen açığını gidermek için kurulan Gazi Eğitim Enstitüsü'nün (bugün Ankara'daki Gazi Üniversitesi) Resim-İş Bölümü yetiştirdiği çok sayıdaki sanatçıyla ikinci bir resim eğitimi kuruluşu görevi görmüştür. Günümüzde bazı üniversitelerin güzel sanatlar fakültelerinde resim eğitimi verilmektedir.
Resim sanatında 1950'den sonra çok çeşitli eğilimlerin, akımların, düşüncelerin yan yana yer aldığı gözlenmektedir. Farklı yaklaşımları benimseyen sanatçılar birbirlerine üstünlük sağlamadan yapıt vermişlerdir. Malik Aksel halkbilim alanındaki araştırmalarıyla tanınmıştır. Turgut Zaim kırsal kesim izlenimlerini kendine özgü bir üslupla anlatmıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu Anadolu el sanatlarından esinlenen yapıtlar vermiştir. Sabri Berkel soyut çalışmalarıyla öne çıkar. İbrahim Balaban şair Nâzım Hikmet'in özendirmesi üzerine kendi kendini yetiştirmiş bir sanatçıdır. Çalışmalarını Paris'te sürdüren Fikret Muallâ kendini yurtdışında da kanıtlayan bir sanatçı olmuştur. Neşet Günal kırsal kesim insanlarını anlatan gerçekçi resimleriyle tanınır. Mimar olan Cihat Burak kendine özgü bir duyarlığa ulaşmıştır. Adnan Çoker soyut düzenlemelere yönelmiş, Salih Acar doğal yaşamdan esinlenen çalışmalar yapmıştır.
Son dönemde Mehmet Pesen, Kayıhan Keskinok, Nedim Günsür, Fahir Aksoy, Şadan Bezeyiş, Nuri Abaç, Mustafa Aslıer, Turan Erol, Orhan Peker, Ruzin Gerçin, Ömer Uluç, Özdemir Altan, Dinçer Erimez, Mehmet Güleryüz, Devrim Erbil, Altan Gürman gibi ustaların yanı sıra, Neşe Erdok, Oya Katoğlu, Mustafa Pilevneli, Süleyman Saim Tekcan, Burhan Uygur, Ergin İnan, takma adı "Komet" olan Gürkan Coşkun, Gülsüm Karamustafa, Balkan Naci İslimyeli gibi genç kuşak sanatçıları da adlarını duyurmuşlardır. Öncü nitelikteki çalışmalarıyla yurtdışında da tanınmış bir başka sanatçı olan Bedri Baykam ise bir sonraki kuşaktandır.

Heykel
Heykel ya da yontu, çeşitli gereçler kullanarak üçboyutlu düzenlemeler yapma, bu yolla yaratılan estetik değerler aracılığıyla da duygu ve düşünceleri iletme sanatıdır. Oluşturulan üçboyutlu yapıt soyut ya da somut olguları canlandırıyor olabilir, betimleyici ya da süsleyici nitelik taşıyabilir. Heykel çok eskiçağlardan beri herhangi bir kişi ya da olayın anısını yaşatmak amacıyla da kullanılmıştır.
Türkler çok eskiçağlardan beri taş işçiliğinde başarılı yapıtlar ortaya koymuşlardır. En eski örneklerine Orta Asya sanatında rastlanır. Orhun Anıtları anıtsal heykeller olarak da düşünülebilir. İnsan figürünün simgesi olarak taştan yontulmuş balballar, babalar da ilkel heykel örnekleridir. İslam dininin benimsenmesinden sonra dinsel kurallar gereği, öteki sanatlarda olduğu gibi heykelde de betimlemecilik bırakılmış, bunun yerine süslemeci yanı ağır basan kabartmacılık, oymacılık, kakmacılık gibi sanatlar öne çıkmıştır. Gene de Anadolu Selçukluları'nın yaptığı yapılarda insan ve hayvan figürlerini kullanan kabartmalara rastlanır. Mezar taşları, nişan taşları Osmanlı Devleti döneminde de en ince biçimde işlenen, en güzel süslemelerle donatılmış yapıtlar olmuşlardır. Bazen çeşme, şadırvan, havuz, fıskıye gibi yararlı amaçlarla üretilmiş yapıtları da bunlarla birlikte düşünme olanağı vardır. Günümüzde Türk heykel sanatından söz edilirken batı etkisi altında gelişen, çağdaş üçboyutlu düzenlemeler oluşturma sanatı akla gelmektedir.
Sanayi-i Nefise Mektebi Türkiye'de çağdaş heykel sanatı dalında eğitim veren ilk kuruluştur. Oskan Yervant Efendi, bu kuruluşta öğretmenlik yapan Osmanlı yurttaşı ilk heykeltıraşlardandır. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar bu okuldan yetişen sanatçılar İhsan Özsoy, İsa Behzat, Mahir Tomruk ve Nejat Sirel olmuştur. İsa Behzat dışındakiler Cumhuriyet döneminde de yapıt vermişler, ayrıca içinden yetiştikleri okulun geleneği uyarınca yurtdışına gönderilmişler ve onlardan öğretmen olarak da yararlanılmıştır.
Çağdaş Türk heykel sanatçıları arasında Ali Hadi Bara, Zühtü Müridoğlu, Nusret Suman, Ahmet Kenan Yontunç, Hüseyin Anka adıyla tanınan Hüseyin Özkan, yurtdışında da çalışmalarını sürdüren İlhan Koman, Hüseyin Gezer, Mehmet Şadi Çalık, Kuzgun Acar, Saim Bugay gibi adlar vardır. Bu heykelcilerin yanı sıra Sabiha Bengütaş, Nermin Faruki, Lerzan Bengisu, Günseli Aru gibi kadın sanatçılar da yetişmiştir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

12 Haziran 2012 / EsTeSiA Sanat
18 Ocak 2011 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
23 Haziran 2009 / ThinkerBeLL Türkiye Cumhuriyeti
24 Ekim 2011 / Ziyaretçi Soru-Cevap