Arama

Türkiye'nin Enerji Güvenliği

Güncelleme: 31 Mayıs 2007 Gösterim: 14.093 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
31 Mayıs 2007       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye’nin Enerji Güvenliği
Ad:  AtaturkBaraji.jpg
Gösterim: 553
Boyut:  27.3 KB
Atatürk Barajı
Sponsorlu Bağlantılar
Türkiye’yi ‘petrol okyanusları ile çevrili bir ada’ olarak tanımlamak mümkündür. Dünya petrollerinin % 65-75’i Türkiye’nin sınırlarının bitiminde başlar. Bu haliyle Ortadoğu dünyanın rakipsiz en büyük doğalgaz ve petrol rezervlerine sahiptir. Kuzeyde ise Rusya 2005 yılı verilerine göre dünyanın en büyük 2. petrol üreticisidir. Doğalgaz konusunda da Rusya onlarca yıldır Avrupa’nın en büyük tedarikçisidir. Doğu’da ise Hazar Havzası yeni gelişiyor olmakla birlikte dünyanın en çok ümit veren petrol ve doğalgaz yataklarına sahiptir. Orta Asya ve Kafkasya bölgelerinin kanıtlanmış petrol rezervleri çeşitli hesaplara göre 15-40 milyar varil arasında değişmektedir. Aynı kaynaklar 70-150 milyar varillik ek bir rezervin de yakın bir zamanda ortaya çıkabileceğini savunmaktadırlar. Doğalgazda ise 6.7 ile 9.7 trilyon metre küplük bir rezervden bahsedilmektedir. Yine 8 trilyon metre küplük ek bir rezerv de söz konusu olabilir. Bu rakamlar dikkate alındığında Kafkasya ve Orta Asya, dünya petrollerinin % 1.5-4 kadarına, dünya gaz rezervlerinin ise % 6’sına sahiptir. Bazı kaynaklar, örneğin The Observer, sadece Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’ın dünya petrollerinin % 10’una sahip olduğunu tahmin etmektedir. Bu durumda Azerbaycan’ın yeni Kuveyt olması işten bile değildir. Rusya, Ortadoğu ve Hazar Havzası’na Kuzey Afrika da eklendiğinde Türkiye’nin gaz ve petrol deryasında yüzdüğü rahatça görülebilir. Ayrıca ülke akarsular, rüzgâr ve diğer kaynaklar açısından da oldukça şanslıdır. Türkiye’nin en ucuz enerji kaynağı olarak bilinen hidroelektrik potansiyelini dahi yeterince kullanabildiğini söyleyebilmek zordur. Yılın her mevsimi Türkiye’nin önemli bir kısmı güneş almaktadır ve çok sayıda bölge rüzgâr enerjisi için çok uygun bulunmaktadır.
Bu ümit verici tabloya karşın Türkiye’nin enerji sorunu hiçbir dönemde çözülememiş ve her dönemde elektrik kesintileri sıradan sayılmıştır. Düzenli elektrik kesintilerinin bittiği şu günlerde dahi bazı şehirlerde hemen her gün elektrikler kesilmekte, konutlar, ticarethaneler ve sanayi tesisleri büyük sıkıntı yaşamaktadır. Bu çerçevede bireylerin kullandığı jeneratörler ve diğer güç üreticileri açısından Türkiye üst sıralarda yer almaktadır. En son yaşanan Ukrayna Krizi ve ardından gelen İran doğalgaz krizi ile birlikte ise Türkiye’de bazı sanayi tesislerine düzenli olarak doğalgaz verilmemeye başlandı. Bursa, Ankara, Manisa ve İzmit’teki uygulama tüm Türkiye’de paniğe yol açtı. Gazın kesilmesi birçok sanayi tesisinde işleri durdururken son yıllarda elektrik üretiminde gaza dönülmüş olması nedeniyle kesintinin ekonomi üzerindeki etkisi çok daha büyük oldu. Daha önemlisi gaza güvenerek yatırım yapacak olan firmalar bu kesinti ile daha fazla tedirgin oldular. Sadece Manisa OSB’nde günlük zararın 24.000 YTL’yi aştığı öğrenildi.Ancak zararı sadece günlük üretim durması olarak değerlendirmemek gerekir. Bursa Ticaret ve Sanayi Odası başkan Vekili Mahmut Yılmaz “bir saatlik kesintinin dahi 10 güne mal olduğunu” açıklamıştır ki bazı sektörlerde bir saatlik kesinti bağlantıların tamamen kopmasına ve pazar kaybedilmesine de yol açabilmektedir. Süt gibi bazı ürünlerde ise enerji kesilmesi üretimin durmasının dışında tamamen kaybedilmesine de neden olabilmektedir.
Birazdan mevcut tablonun detaylarına eğileceğiz. Ancak bundan önce Türkiye’deki enerji sorunlarının temelinde enerji eksikliğinden ziyade işletme-yönetim eksikliği bulunduğunu belirtmeliyiz. Türkiye’nin enerji alanındaki bürokrasisi, yasaları ve siyasetçilerin enerji konusundaki vizyon eksiklikleri Türkiye’ye bir anlamda varlık içinde yokluk yaşatmaktadır. Türkiye’nin mevcut bürokrasisi ve yasaları daha çok 1980 öncesi tarım toplumu olan Türkiye’ye göre düzenlenmiştir. O dönemlerde Türkiye’nin toplam ticaret hacmi 1 milyar doları dahi aşmıyordu. Oysa günümüzde Türkiye’nin dış ticaret hacmi 200 milyar dolar civarında ve Türkiye ekonomisi dünyanın en büyük 17. ekonomisi. Bazı reformlar yapıldı, ancak bu reformlar daha çok kâğıt üzerinde kaldı. Türkiye’nin enerji ihtiyacı öylesine hızlı büyüyor ki, yönetim ve işletmede devrimsel adımlar atılmaması halinde ihtiyaca yetecek yatırımları yapabilmek mümkün değil. İlk olarak devletin bu konudaki liberalleşmeye hız vermesi ve özellikle özel sektörün yatırım yapmasını kolaylaştırması gerekiyor. Şu ana kadar devletin attığı hemen hemen tüm enerji ihaleleri sorunlu oldu ve özellikle doğalgaz ihalelerinde milyar dolarları bulan kayıplar yaşandı. Oysa risk özel sektöre bırakılsaydı çok daha karlı anlaşmalar yapılmış olabilirdi.
Türkiye’nin enerji konusundaki önemli bir diğer sorunu da plansız yatırımlar. Gelecek projeksiyonları yapılmadığından veya isabetli tahminlerde bulunulamadığından Türkiye kronik bir enerji krizi yaşıyor.
Bir başka sorun ise dışa bağımlılığın tehlikeli boyutlarda oluşu. Enerjide dışa bağımlılık tek başına tehlikeli olmayabilir. Ancak bu bağımlılığın Rusya ve bir ölçüde İran’a oluşu riskleri arttırıyor.

Doğalgaz
Türkiye 1990’lardaki anlaşma ve yatırımların da etkisiyle hızla doğalgaz enerjisine yönelmiştir. Sadece ısıtmada değil elektrik üretiminde de gaz kömür santralleri ve hidroelektriğin yerini almaya başlamıştır. Doğalgazla çalışan termik santrallerin Türkiye elektrik üretimindeki payı % 50’ye yaklaşmıştır ve eğilim artış yönündedir. Türkiye yıllık toplam 180 milyar kilovat saat elektrik üretiyor.
Doğalgaz’da Türkiye neredeyse tamamen dışarıya bağımlı. En önemli alım yapılan ülkeler Rusya ve İran. Türkiye’nin yıllık gaz alımı 31.5 milyar metreküp. Bunun 19 milyar metreküpü Rusya’dan gelirken, 8 milyar metreküp de İran’dan geliyor. Geri kalan kısım ise Cezayir ve Nijerya gibi ülkelerden deniz yoluyla geliyor. Rusya’dan alınan gazın bin metreküpüne 243 dolar ödenirken İran’a 236 dolar ödeniyor. Oysa aynı gaza Gürcistan 217 dolar, Gürcistan ise 110 dolar ödüyor.
Rusya, Ukrayna’nın kullandığı gazı 50 dolardan 230 dolara çıkaracağını açıklayınca, Ukrayna artışı kabul etmediğini belirterek, toprakları üzerinden Avrupa ve Türkiye’ye geçen gazı kesmeye başlamıştı. Almanya, Fransa gibi ülkelerde dahi gaz kesintisi hissedilirken, krizin sona ermesi korkuları gidermedi. Rusya’nın gazı bir tür siyasi silaha çevirmesi ihtimali daha çok gündeme geldi ve AB ülkeleri alternatif enerji kaynakları üzerinde durmaya başladılar.
Krizin çözülmesi ile Ankara rahat bir nefes aldı, ancak bu kez de Sibirya soğukları ile birlikte bir yandan iç talepte patlama yaşandı, diğer taraftan ise Rusya’dan gelen gazda azalma oldu. Rusya Mavi Akım üzerinden gelen gazda artırıma giderek bu açığı kapattıysa da İran’ın da ‘teknik arıza’ gerekçesiyle gönderdiği gazda büyük oranda indirime gitmesi Türkiye’nin ihtiyacının altında gaz almasına yol açtı. BOTAŞ elektrik üretimi yapan bazı özel firmalar ile bazı sanayi tesislerinde kesintiye gitti, birçok tesiste üretim durdu. İran’dan kesintinin nedeni sorulduğunda ‘Allah’ın işi işte’ yanıtının alınması Türkiye’nin en stratejik alanda ne kadar güvenilir ortaklarının olduğunu göz önüne sermektedir. Ayrıca Türkiye Rusya ve İran ile öylesine kötü anlaşmalar yapmıştır ki belli bir rakamın altında gaz harcasa da ödemediği gazın parasını vermek zorundadır. Buna karşın Türkiye’ye gaz gönderimindeki kesintilerde karşı tarafa cezai müeyyideler son derece belirsizdir. Bu durumda gazı keyfi olarak kesebilecek olan Rusya ve İran bunun yaptırımı ile karşılaşmayacaklardır. Bu da uluslar arası siyasi ve askeri kriz dönemlerinde gazı siyasi ve askeri bir silaha kolayca dönüştürebilecektir.
Aralık 2005-Ocak 2006 krizlerinden ders alan AB ülkeleri Hazar gaz ve petrolleri ve Kuzey Afrika üzerinde önemle durmaya başladılar. Rusya’ya karşı kendilerini yasal garantiler ile güçlendirmeye çalıştılar. Depolama kapasitelerini gözden geçirdiler ve elektrik üretiminde gazın payını azaltma yönünde kararlar aldılar. En önemlisi tasarruf ve alternatifler üzerinde duruldu. Buna karşın Türkiye’nin aldığı derslerin bu kadar çok olmadığı söylenebilir. her şeyden önce depolama konusunda Türkiye’nin ne kadar yetersiz olduğu, daha doğrusu depolama imkanının olmadığı anlaşıldı. Şubat ayının hemen başında Dünya Bankası ile depolamada kullanılacak 325 milyon dolarlık bir kredi sağlandı. Ancak bu kaynağın depolamaya gidip gitmeyeceği şüpheli. Çünkü petrolde kriz anlarında kullanılacak stokları oluşturmak için petrolden alınan ton başına 10 dolar ile toplanan 30 milyon doların Ulusal Stok Komisyonu tarafından bu amaçla kullanılmadığı ve Türkiye’nin şu anda petrol depolama imkânına sahip olmadığı, herhangi bir kriz anında bir günlük dahi petrolümüzün olmadığı biliniyor. Üstelik sadece ulusal yasa ve düzenlemeler değil, Uluslararası Enerji Ajansı ve Avrupa Birliği de üyelerinden olağanüstü durumlar için aynı miktarda petrol depolamasını istiyor. Yılda 30 milyon ton petrol tüketen Türkiye’nin 5 milyon ton petrol stoklaması gerekiyor ve boru hatları ve rafinerilerde sadece 2 milyon ton stok tutulabiliyor. Irak hattının sağlıklı çalışması ve Bakü-Tiflis-Ceyhan’ın bitmesinin ilave kapasite oluşturacağı ifade edilse de gelişmiş ülkeler günlerce, hatta haftalarca yetecek stoklar tutuyorlar.
Doğalgaz krizinin Türkiye’de bıraktığı belki de en önemli etki nükleer enerji alternatifinin tekrar ve daha güçlü olarak gündeme gelmesi oldu. Kimi çevrelere göre ise doğalgaz krizi Türkiye’yi nükleer enerjiye mahkûm etmek için çıkarıldı. Bu iddianın sahipleri tezleri için herhangi bir kanıt getirmiyorlar ve biz de iddiayı sıradan bir komplo teorisi olarak değerlendirebiliriz. Buna rağmen geçmişte ‘ölümü gösterip sıtmaya razı etme’ yönteminin sıklıkla kullanıldığını da hatırlatmak isteriz. Mavi Akım Projesi üzerinde tartışmalar yoğunlaşırken Türkiye’de elektrik kesintilerinin başlaması ve Enerji Bakanlığı’nın Türkiye’nin büyük bir enerji krizi içinde olduğunu söylemesi, ancak anlaşma imzalandıktan sonra durumun bir kriz boyutuna ulaşmadığının anlaşılması hatırdadır.

Doğalgaz’da Dışa Bağımlılık Azalabilir mi?
Doğalgaza alternatif enerjilerin payı arttırılarak, tasarruf ve enerjide yeniden yeniden yapılandırmalarla dışa bağımlılığı azaltmak mümkündür. Ancak orta ve uzun vadede hızla büyüyen Türkiye ekonomisi doğalgaz da dahil olmak üzere her türlü enerji kaynağımızı tüketecek ve yeni kaynaklar isteyecektir. Türkiye’de doğalgaz bulunmaması durumunda dışa bağımlılığın gelecekte daha da artacağını tahmin etmek zor değildir. Dışa bağımlılıkta önemli olan dışarıdan ne kadar gaz alındığından çok bunun hangi şartlarda ve hangi çeşitlilikte alındığındır. Çok sayıda gaz sağlayıcıdan avantajlı anlaşmalar ile sağlanacak gaz Türkiye’yi sıkıntıya sokmak. Ancak şu anki tablo hiç de iç açıcı değildir. Yıllık 31.5 milyar metreküp gazın 19 milyar metreküpünü Rusya’dan aldığı sürece Türkiye’nin Rusya karşısında isteklerini kabul ettirebilmesi olanaksızdır. Ayrıca Rusya gibi güvenilirliği nispeten az olan bir ülkeye % 50’den fazla bağımlı olmak stratejik yan etkileri olan da bir durumdur. Aynı şekilde doğalgaz ihtiyacının 8 milyar metreküpü İran’dan gelmektedir ki, İran, Rusya’dan çok daha az güven veren bir ülkedir. Uluslar arası toplum içindeki riskli durumu ile İran her an bir savaş içine girebilir ve Irak’ta olduğu gibi enerji hatları kesilebilir. Dahası İran da ideolojik nedenler ile Türkiye’ye güven vermemektedir. İran’da belli bir kesim Türkiye’yi tehlike olarak görmektedir. En kötüsü İran’ın alt yapısı ve teknik kadroları Türkiye’nin ihtiyaçlarını kesintisiz sağlayabilecek mükemmeliyette değildir. Nitekim bugüne kadar çok defa gaz akışı yarı yarı yarıyadan daha düşük seviyelere inmiştir ve İran bu zararı yeterince tazmin etmemiştir. İran ve Rusya’nın Türkiye gaz ihtiyacındaki payları % 90’ı bulmaktadır. Bu da Türkiye’nin enerji ihtiyacında ne kadar riskli bir durumda olduğunun açık göstergesidir.
Mevcut tablonun kırılmasında Türkiye’nin acilen diğer gaz sağlayıcılar ile bağlantılar kurması gerektiği açıktır. Bunun için 3 bölge bulunmaktadır: Hazar havzası (Orta Asya ve Kafkasya), Ortadoğu ve Kuzey Afrika.
Hazar Havzası’nda Azeri, Kazak ve Türkmen gazlarının Türkiye’ye yönlendirilmesi dengeleyici bir unsur olarak hayati bir öneme sahiptir. Zaten şu anda da Rusya ve İran Türkmen gazını alarak Türkiye’ye fiyat arttırıp satmaktadırlar. Her üç kaynağı da BTC’ye paralel Güney Kafkasya Doğalgaz Hattı (SCP) üzerinden Türkiye’ye taşımak sadece Türkiye’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmez, aynı zamanda İran ve Rusya karşısında elini güçlendirir. Yine bölgedeki Türk cumhuriyetlerinin her iki ülkeye karşı güçlenmesini de sağlar. SCP’de Türkiye’de TPAO’nın da % 9’luk bir hissesi bulunmaktadır. SOCAR’ın verdiği bilgilere göre Aralık 2005 itibariyle SCP’nin Azerbaycan ayağında 442 km’lik inşaat tamamlanmıştır. Aynı kaynağa göre Türkiye ayağında boru hatlarının % 90’ı, Gürcistan’da ise % 81’i tamamlanmıştır. SOCAR’a göre açılış 2006’da yapılacaktır.Gürcistan sınırına gelecek olan gaz hattı Erzurum’a bağlanarak Türkiye doğalgaz şebekesine ulaşmış olacaktır. Bu alandaki inşaat sorumluluğu BOTAŞ’a aittir. Türkiye Enerji Bakanlığı kaynaklarına göre ilk gaz teslimi Ekim 2006’da gerçekleşecektir. Elbette en büyük başarı bu hatta Hazar’ın diğer ülkelerin gaz hatlarını da eklemektir. Bu ülkelerin petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye’ye bağlama konusunda hızlı davranılmaması halinde geç olabilir. Çünkü şu anda Çin ve Hindistan Hazar havzası’nı kendi ülkelerine bağlayabilmek için hummalı bir çalışma içindedirler. Ve bu hatların devreye girmesi halinde Türkiye en önemli alternatiflerinden birini kaybetmiş olacaktır.
Doğalgaz konusunda Türkiye Irak, Suudi Arabistan ve Basra Körfezi olasılıklarını da ciddi olarak düşünmelidir. Coğrafi uzaklık gibi ilk başta göz korkutabilecek unsurlar bu tür projelere engel olmamalıdır. Çünkü enerji ekonominin en önemli ihtiyacıdır ve kendi fiyatını ödeyecek kaynakları bulur.
Üçüncü önemli kaynak ise Afrika ve özellikle Kuzey Afrika’dır. Bu kıtadan deniz taşımacılığıyla veya boru hatlarıyla gaz taşımak mümkündür. Libya ile deniz altından sağlanacak bir hat da dikkate alınmalıdır.
Söz konusu kaynakların dışında Türkiye’nin Doğu-Batı, hatta Kuzey-Güney hattında enerji geçiş koridoru haline gelmesi de enerji sorununun hallinde önemli bir rol oynayacaktır. Özellikle Hazar havzası’ndan ve Ortadoğu’dan AB’ye petrol ve gaz hatlarının kurulması ve bunların Türkiye üzerinden geçmesi hem enerji kaynaklarını daha güvenilir bir hale getirecektir, hem de Türkiye’nin dar bir çevreye bağımlı olmasını engelleyecektir.
Tüm bunlara ek olarak Türkiye’nin Libya, Irak, Körfez vb. yerlerde petrol ve doğalgaz arama ve işletme çalışmalarına aktif olarak katılması gerekmektedir. Sanılanın aksine çevremizde keşfedilmemiş çok sayıda saha bulunmaktadır ve Uzak Doğu ve Latin Amerika’dan gelen şirketler komşularımızda arama geliştirme faaliyetlerinde bulunmaktadırlar. Devletin Türk şirketlerini teşviki bu konuda hareketlenmenin ilk ateşleyicisi olabilir. Ayrıca enerjide liberalleşmeye verilecek hız da Türkiye’nin içeride ve dışarıda dinamiklerini harekete geçirecektir. Türk şirketlerinin enerji alanında büyümeleri Türkiye’nin Rusya, İran veya Gazprom gibi birkaç ülke veya şirkete mahkûm olmasını engelleyecektir.

Petrol
Türkiye’nin petrole olan bağımlılığı ve petrol fiyatlarındaki artış bazı iktisatçılara göre paniğe neden olacak düzeyde ve Türkiye ekonomisini tehdit ediyor. Fiyatlardaki artış böyle giderse Türkiye’nin cari açığının iki katına çıkabileceği dahi iddia ediliyor. Türkiye 2005’de 23.5 (172.25 milyon varil) milyon ton ham petrol ithal etti. Bunun yaklaşık 7 milyon tonu İran’dan geldi. Petrolde de dışa bağımlılık % 100’e yakın bir düzeyde ve uluslararası petrol üretim sahalarındaki ve çevremizdeki gerilim nedeniyle petrolde fiyat istikrarı bulunmuyor. Bu da ekonomi üzerinde ani değişikliklere neden olabiliyor. Ancak sorun aynı zamanda fırsatlar da sunuyor. Petrol fiyatlarındaki artış Türkiye’de faturayı arttırırken, Türkiye’nin çevresinde yüklü miktarda petro-dolarlara neden oluyor. Son birkaç yılda Rusya ve Ortadoğu’da petrol üreticisi ülkeler hızla dış borçlarını azaltıyorlar veya kapatıyorlar ve bölgede yatırım yapacak yeni alanlar arıyorlar. Aynı şekilde Azerbaycan ve Orta Asya’da da petrol ve gaz ekonomilere oldukça olumlu katkılarda bulunuyor. Özellikle Arap ve Rus sermayesinin önümüzdeki yıllarda Türkiye’de daha aktif hale geleceği tahmin edilebilir. Yine Türkiye için doğal Pazar sayılan bu ülkelere olan ihracat da petroldeki artış sayesinde yükselişini sürdürebilir. Tüm bunlara ek olarak petrol fiyatlarındaki artışın Türkiye ekonomisine belli bir yük getirdiği doğrudur, ancak hala petrol fiyatları üzerinde yüklü bir vergi bulunmaktadır. Bu da petrol fiyatlarının hala kabul edilebilir bir düzeyde olduğunu göstermektedir.
Petrol konusunda alternatif arayışları tıpkı doğalgaz alanında olduğu gibi devam etmelidir. Ancak bundan önce Türkiye’nin kaçak petrol ve israf üzerinde durması gerekmektedir. Stratejik depolama ve diğer altyapı eksiklikleri de kabul edilemez bir düzeydedir. Petrol ve gaz konusunda Türkiye gibi dünyanın en büyük 17. ekonomisinin bu kadar plansız-programsız oluşu doğrusu şaşırtıcıdır.

Nükleer Enerji
Son dönemdeki doğalgaz krizi ve petrol fiyatlarındaki artış nükleer enerjiye geri dönüşü hızlandırdı. Sadece Türkiye’de değil, İngiltere ve Fransa gibi Batı Avrupa ülkelerinde de bu yönde bir canlanma var. Hindistan, Çin vb. ülkeler de nükleer enerjiden vazgeçilemeyeceğini anlamış durumdalar ve yeni yatırımlar planlıyorlar. Çevreci bir lobi nükleer enerjinin artık demode olduğunu savunsa da bu doğru değildir. Dünyada şu anda 32 ülkede faal en az 454 nükleer güç santrali var. 30 tanesi de inşa ediliyor. En az 100 tanesi ise planlama aşamasında. Rusya'nın her biri 2 reaktör taşıyan 460 nükleer denizaltısı denizlerde dolaşıyor. Bir o kadar da ABD'nin var. Dünya üzerinde yerin altına gömülmemiş 715 araştırma reaktörü var. Kısacası nükleer olmadık çok az sayıda ülke kaldı desek yeridir.
Şu ana kadar iki ihaleyi iptal eden Türkiye’nin en az 5 nükleer santral yapacağı belirtiliyor. Her bir santral 3 milyar dolara mal oluyor. Maliyeti ve riskleri nedeniyle bu tür çalışmalar daha çok devletler eliyle yapılıyor.
Mevcut tabloda Türkiye’nin hızla nükleer enerjiye girmesi gerektiği açık. Çünkü diğer alanlarda ne kadar tasarruf sağlanırsa sağlansın Türkiye’nin hızlı büyüyen ekonomisinin enerji açlığını kapatmak ve dışa bağımlılığı kabul edilebilir bir düzeye çekebilmek için nükleer enerji gerekmektedir. Türkiye’nin nükleer enerji planları şimdiden Fransız, Kanadalı, Alman ve Amerikan firmaların ilgisini çekmiş ve ihale için rekabet süreci başlamıştır.

Yenilenebilir Kaynaklar
Türkiye’nin ciddi bir şekilde ihmal ettiği enerji yatırım alanlarının başında yenilenebilir kaynaklar geliyor. Rüzgâr ve güneş enerjisi yatırımlarında Türkiye potansiyelinin çok azını kullanıyor. Örneğin rüzgâr enerjisinde Türkiye komşusu Yunanistan’ın 28’de biri kadarlık bir güç durumuna dahi ulaşamamıştır. Yunanistan’ın 2005 yılı sonu itibariyle 573 MW’lık güçlük tesislerine karşılık Türkiye’nin rüzgâr enerjisi üretimi 20 MW düzeyindedir. Kuzey Afrika ülkelerinden Mısır’da bu güç 300 MW’ı, Fas’ta ise 54 MW’ı bulmaktadır. Lüksemburg gibi Türkiye’de bir mahalle kadar dahi büyüklüğü olmayan AB ülkelerinde ise üretim Türkiye’nin kapasitesinin 1,5 katına ulaşmaktadır. Uzmanlara göre eğer yeterli yatırım yapılabilirse Türkiye rüzgâr enerjisinde en az 10.000 MW’lık bir güce kısa zamanda ulaşabilir. Özel sektörün önündeki bürokratik ve yasal engellerin kalkmasıyla birlikte Türkiye’de rüzgar enerjisinin 3 yıl gibi kısa bir dönemde 350-500 MW düzeylerine ulaşacağı tahmin ediliyor.Tıpkı ABD’de olduğu gibi rüzgar enerjisine vergi indirimi sağlanması da bu konuda yararlı olabilir.

Türkiye ve AB Ülkelerinde Rüzgâr Enerjisi Kullanımı
Kurulu Güç – MW, 2006
  1. Almanya - 18.428
  2. İspanya - 10.027
  3. Danimarka - 3.122
  4. İtalya - 1.717
  5. İngiltere - 1.353
  6. Hollanda - 1.219
  7. Portekiz - 1.022
  8. Avusturya - 819
  9. Fransa - 757
  10. Yunanistan - 573
  11. İsveç - 500
  12. Belçika - 167
  13. Lüksemburg - 35
  14. Türkiye - 20
  15. Litvanya - 7
  16. Slovakya - 5
  17. Hırvatistan - 6
Güneş enerjisinden yararlanma konusunda Türkiye rüzgâra göre biraz daha iyi durumdadır. Örneğin 1000 eve düşen güneş enerjisi kullanan hane sayısı itibariyle Türkiye dünyanın ilk 10 ülkesi arasındadır.
  1. İsrail - 740
  2. Kıbrıs R.K. - 620
  3. Yunanistan - 260
  4. Avusturya - 260
  5. Türkiye - 140
  6. Japonya - 100
  7. Avustralya - 70
  8. Almanya - 70
  9. Danimarka - 60
  10. Çin - 50
Dikkat edilirse Türkiye’ye iklim olarak en çok benzeyen İsrail ve Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki oranlar Türkiye ile kıyaslanamayacak düzeyde yüksektir. Güneş alımı açısından Türkiye Avusturya’dan daha iyi bir konumda olmasına rağmen Türkiye Avusturya’nın dahi neredeyse yarısı oranında bir başarı yakalayabilmiştir. Buna rağmen rüzgâr enerjisi ile kıyaslandığında güneş enerjisinde ümit verici bir durum vardır ve bunun temel nedeni yatırımların neredeyse tamamen özel sektör tarafından yapılıyor olmasıdır. Bu da enerji yatırımlarında diğer alanlarda da örnek olabilecek bir başarıdır.
Bir diğer yenilenebilir enerji de jeotermal. Uzmanlara göre ilk etapta aylık 40-50 YTL harcanarak bir milyon evi jeotermal enerji ile ısıtmak mümkün. Bunun ekonomiye ilk etaptaki katkısı ise yıllık 2 milyar doları bulabilir. Jeotermal Enerji kaynaklarını Araştırma ve Değerlendirme Vakfı’na göre jeotermal enerji potansiyeli açısından Türkiye Avrupa’da 1., dünyada ise 7. sırada yer alıyor. MTA’nın hesaplamalarına göre bu potansiyel 30 milyar metreküp doğalgazın vereceği 31.500 MW’lık bir enerjiye denk düşüyor. Potansiyel tam olarak kullanılabilse 5 milyon kadar evi bu şekilde ısıtmak mümkün olabilecek. Halen Türkiye’de 100.000 kadar konut jeotermal enerji ile ısınıyor. Jeotermal enerjinin faydalarının başında çevreci olması ve dışa bağımlılık oluşturmaması geliyor. Ayrıca enerji çeşitliliği sayesinde enerji güvenliğine de katkı sağlıyor. Jeotermal enerjiyi savunanların en büyük şikâyeti ise bu açıdan zengin olan illerde dahi doğalgaz dışındaki enerji alternatiflerinin görmezden gelinmesi.
Elbette en önemli yenilenebilir enerji kaynağı sular. Tahminlere göre Türkiye su imkânının da sadece üçte birini kullanıyor. Diğer bir ifadeyle % 65-70 oranında bir miktar boşa akıyor, Türkiye’ye hiçbir fayda sağlamıyor. Burada da özel sektörü devreye sokma çalışmaları sürüyor, ancak yeterli hızda değil. 2006 başı itibariyle DSİ’ye hidroelektrik santrali (HES) kurmak için proje verenlerin sayısı 652’yi buldu.
AB’nin en son aldığı kararlara göre 2010 yılına kadar AB ülkeleri yenilenebilir enerjiyi en az % 12 seviyesine çıkarmayı hedefliyorlar. AB söz konusu hedefi aday ülkelerin de tutturmasını istiyor. Genelde iyi şeyleri AB talep ettiği için yapan Türkiye’nin yenilenebilir enerji konusunda da benzeri bir sürece girmesi şaşırtıcı olmayacaktır sanırız.

Tasarruf
Türkiye’nin enerji bağımlılığını azaltacak belki de en önemli girişim tasarruf olacaktır. Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği Türkiye Bölümü Başkanı Doç. Dr. Tanay Uyar’a göre gerekli tedbirlerin alınması ve etkin kullanım sonucunda Türkiye’nin enerji ihtiyacı dört misli azalabilir.Tasarruf konusu ülkemizde eski moda bir yöntem olarak görülür ve bu anlamda küçümsenir. Ancak ülkenin bazı bölgelerinde yüz binlerce evin kaçak elektrik kullandığı ve bunların da tasarrufa dikkat etmediği düşünülecek olursa sorunun boyutları kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bazı Doğu illerinde kaçak elektrik kullanan kişilerin somya vs. türünden çok büyük demir, saç parçalarına elektrik vererek ısındıkları biliniyor. Buna benzer etkisiz kullanımlar nedeniyle hem bölge insanı ısınma, aydınlanma vb. ihtiyaçlarını güvenli ve sağlıklı bir şekilde karşılayamıyor, hem de çok büyük miktarda israflar yaşanmaktadır. Bölgedeki sosyal sorunlar gözönünde bulundurularak sorunun fazlaca üzerine gidilmiyor olabilir, ancak her bir aileye belli miktarda elektriği ücretsiz kullandıracak kuponların dağıtılması sorunu hafifletebilir. Böylece hem israf azalır, hem de yangın vb. tehlikeleri azaltacak düzenlemeler gelebilir. Aynı zamanda aşırı kullanımlardan kaynaklanan elektrik kesintileri de azalır ve üretimdeki kayıplar en aza iner.

Sonuç
Türkiye’nin enerji ihtiyacı yakın bir dönemde doyum noktasına ulaşmayacaktır ve sadece Türkiye’nin olanaklarıyla doyması mümkün değildir. Bu arada dışa bağımlılık çevre ülkelerin istikrarsız tutumları nedeniyle çok çeşitli tehlikeler arz etmektedir. Türkiye’nin bu durumu aşmak için bir yandan içeride enerji kaynaklarını çeşitlendirmesi, diğer taraftan yeni kaynaklara yönelmesi gerekmektedir. Türkiye enerjide potansiyelinin ciddi bir kısmını kullanamamaktadır. Bunun da en önemli nedeni eşgüdüm eksikliği ve plansızlıktır. Diğer taraftan dışarıda da enerji kaynağı ülkeleri çeşitlendirmek acil bir ihtiyaçtır. İran ve Rusya dışındaki ülkelere ve bölgelere açılmak ve buna ek olarak Doğu-Batı koridorunda geçiş ülkesi haline gelmek sorunu önemli ölçüde hafifletecektir.
Enerjinin siyasi bir silah haline geldiği dünyamızda enerji alanında yapılacak ihmallerin telafisi yoktur. Ancak panik halinde atılacak adımların da telafisi yoktur. Türkiye’nin son dönemde imzaladığı anlaşmalar aceleciliğin de en az eylemsizlik kadar tehlikeli olduğunu göstermiştir.
Türkiye petrol ve doğalgaz okyanusları ile çevrili bir ülkedir. Yılın dört mevsimi üzerinde güneş vardır. Rüzgâr enerjisinden yararlanabilecek en önemli ülkeler arasında sayılmaktadır. Jeotermalde Avrupa’nın en büyük potansiyeline sahip ülkesidir. Hidroelektrik ve kömür de büyük bir potansiyele sahiptir. Diğer enerji kaynakları da eklendiğinde Türkiye’nin enerji kaynaklarını yeterli ve verimli bir şekilde kullanamadığı rahatlıkla söylenebilir. Buna bir de nükleer enerji gibi henüz yararlanmadığı alternatiflerini eklersek enerji konusunda planlı bir çalışmanın ne kadar gerekli olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.


Son düzenleyen Blue Blood; 31 Mayıs 2007 23:13
BARIŞ - avatarı
BARIŞ
Ziyaretçi
31 Mayıs 2007       Mesaj #2
BARIŞ - avatarı
Ziyaretçi
Enerji ve Doğal Kaynakların Sosyo-Ekonomik ve Stratejik Önemi, Türkiye'nin Konumu

Sponsorlu Bağlantılar
İnsanlık tarihi boyunca gücün önemi hep var olmuştur. Güçlü bir devlet olmak geçmişte; toprak genişliği, sömürge çokluğu, ordu ve ekonomik açıdan değerlendirilmiş, günümüz dünyasında ise dayanıklı bir ekonomi, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını verimli kullanma gibi ölçütler de önem kazanmıştır. Enerji bu açıdan ekonominin, bağımsızlığın ve gelecek garantisinin önemli bir temel taşı olmaktadır.
Enerji sektörü her ülke ekonomisinin temel sürücü gücü olmuştur. Enerji üretim ve kullanım teknolojilerine ilişkin alınacak yatırım kararları ileriye dönük değiştirilemez etkiler yaratmaktadır. Yani ülke ekonomisinin özellikle sanayisi bakımından randımanlı olabilmesi için enerjiyi; ucuz, kaliteli ve sürekli kaynaklardan sağlaması gerekmektedir.
Enerjinin elde edilmesinde kullanılan doğal kaynakların dünya üzerinde dağılımının özellikle Ortadoğu coğrafyası üzerinde toplanmış olması, Türkiye'nin devamlı olarak dış tehditlere açık olmasına sebep olmaktadır. Özellikle ABD'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında "Demokratikleştirme" adı altında güttüğü emperyalist politika Türkiye'yi de zamanla kapsamına alarak ulusal çıkarlarına tehdit konumuna gelmektedir.
Devlet elinde bulunan kimi önemli kuruluşlarsa yolsuzluklara sahne olmuş, çıkarılan yasalar ve yapılan kadrolaşmacı atamalar sonucunda içten çökertilerek zarar eder duruma getirilmiştir. Bu durum kimi zaman bahane edilerek kimi zaman da zarar bile etmeyen hatta Türkiye ekonomisine büyük katkılar sağlayan stratejik kuruluşlarımız özelleştirme adı altında gözden çıkarılmıştır.

1.2 Dünyada Enerjinin Durumu
Son yıllarda kaydedilen verilere göre, Dünya nüfusunun 6 milyarı aşmış olması enerji tüketimimin artmış olmasına ve nüfus oranının giderek artması da enerji kaynaklarının daha önemli bir hale gelmesine sebep olacaktır. Bu öngörü içerisinde dünyada kullanılan enerji kaynakları zamanla tükenme noktasına gelecek ve insanlığı yeni kaynaklar aramaya doğru yönlendirecektir. Günümüzde mevcut ve kullanılabilir kaynaklara göz attığımızda 1999 yılı verilerine göre petrolden üretilen enerji %39,4 doğalgazdan üretilen enerji %23 kömürden elde edilen enerji %22,4 hidrogüçten üretilen enerji %7,1 nükleer santrallerden üretilen enerji %6,6 ve diğer kaynaklardan üretilen enerji %0,7'lik paya sahiptir. Bu veriler bize fosil yakıtların halen önemli bir enerji kaynağı olduğunu göstermekte ve enerji kaynağı arayışında olan ülkelerin Ortadoğu bölgesine olan ilgilerinin sebebini özetlemektedir. Dolayısıyla ülkemizin de içinde bulunduğu bu bölge jeopolitik ve stratejik önemini korumaktadır. Aşağıdaki grafikten de görüleceği gibi fosil yakıtlar halen birincil enerji üretim kaynağı olarak kullanılmaktadır.

dunyaenerjiarzi

1.3 Türkiye'nin Durumu
Ülkemizde yeraltı kaynakları üzerine emperyalist ülkelerce oynanan oyunlar Osmanlı Devleti zamanında başlamış çeşitli madenlerimiz yurtdışına alçıtaşı olarak kaçırılmıştır. Cumhuriyetin ilanını izleyen dönemde sağlanan önemli ilerlemelere rağmen Türkiye madencilik ülkesi olarak tanımlanamamış ülke ekonomisinde madencilik sınırlı düzeylerde kalmıştır. Ülkemizin yeraltı kaynakları zengin olmasına rağmen devletin düzenli bir madencilik politikasına sahip olamaması enerji sektöründe zamanla dışa bağımlılığı getirmiş 2000 yılı verilerine göre tükettiği yaklaşık 76 milyon ton kömürün %90'ını kendi üretirken, 30 milyon ton ham petrolün %91'ini, 12,6 milyar metreküp doğal gazın %93'ünü ithal etmiştir. Keza, tükettiği 120 TWS (terawatt saat)'lik elektriğin 5 TWS' ini Bulgaristan ve Gürcistan gibi komşularından almıştır.
Bilinen son değerlere göre dünyanın kullanılabilir 80 yıllık petrol, 70-80 yıllık doğalgaz, 200 yıllık kömür rezervi kalmıştır. Birincil enerji kaynağı olarak geçen bu yakıtlar ülkemizin enerji ihtiyacının (Tablodan da görülebileceği gibi) yarısından fazlasını karşılamaktadırlar. Ülkemizde var olan enerji talebinde, üretiminde ve dış alımında artışlar gözlenirken, enerji talebinin yerli üretimle karşılanmasında azalış gözlenmektedir. Yerli üretimle karşılanan enerji ihtiyacı 1990 da %47,7 iken 2000 yılında %33 olmuş ve 2023 de %23,6 ya düşmesi beklenmektedir. Bu ne sürdürülebilir kalkınma ne de sürdürülebilir enerji politikasıdır.

turkiyegenelenerjiarzi

Türkiye'nin bilinen rezervleri incelendiğinde başta toplam dünya rezervini yaklaşık %64'ünü oluşturan bor tuzları geliyor. Ülke ayrıca; linyit, mermer, trona, barit, krom, manyetiz gibi madenler açısından da zengindir. Buna karşın; petrol, doğalgaz ve taşkömürü gibi rezervler açısından yetersiz olmaktadır. Ayrıca Türkiye'nin sahip olduğu rüzgâr, güneş, jeotermal ve hidrogüç enerji potansiyeli yadsınamayacak kadar büyük öneme sahiptir.
Türkiye'nin içinde bulunduğu bu durumda, iktidara gelen hükümetler devlet eliyle oluşturulan kuruluşları ya hantallaştırarak yararsız hale getirmekte ya da özelleştirerek ülkenin ipini çekmektedir. 1980'li yıllarda diğer temel kamu hizmetlerinde olduğu gibi, enerji sektöründe de özelleştirme uygulamalarına başlanmıştır.
Sonuç olarak, bütün bu uygulamaların sektörü son 20 yılda ciddi bir kargaşa ortamına ittiği görülmektedir. Sektörde özelleştirme gerekçesi olarak sunulanlar dikkate alındığında;
  • Kamu finansman sıkıntısı nedeniyle enerji sektöründe özelleştirmenin bir zorunluluk olduğu,
  • Özelleştirme sayesinde sektörde tekelleşme olgusunun önüne geçilerek sermayenin tabana yayılacağı,
  • Sektörde rekabet unsurunun oluşmasıyla elektrik fiyatlarının ucuzlayacağı,
  • Bu sayede sanayi üretiminin artacağı,
  • Yurttaşların elektriği ucuza satın alması nedeniyle ekonomik bir ferahlamanın sağlanacağı,
  • Netice olarak elektrik enerjisinin kesintisiz kaliteli ve ucuz olarak sunumunun yapılacağı iddia edilmiş, ancak bunların hiçbiri gerçekleşmemiştir.
Bugün tüm bu yapılanların sonucu olarak, iddia edildiği üzere ne nükleer santral kurulmadığı için karanlıkta kalınmış, ne TEK'in ikiye, ardından TEAŞ'ın üçe bölünmesiyle kamunun işleyişi ve verimi artmış, ne de bir dizi özelleştirme modelleri ve çıkartılan onlarca yasa ve yönetmelikle sektör daha işler kılınabilmiştir. Sektöre ilişkin olarak gündeme gelen yolsuzluk soruşturmaları ise bütün boyutları ile kamuoyunun uzun süre gündeminde yer almıştır.

2. TÜRKİYE'NİN ENERJİ SORUNLARI
Türkiye 2001 yılı itibariyle; dünya nüfusunda %1.1, ekonomisinde %0.68, enerji tüketiminde %0.86 paya sahiptir. Açıkça anlaşılıyor ki, kişi başına az üretebiliyor ve az enerji tüketiyor. Ekonomisini büyültmesi bunun içinde enerji tüketimini arttırması gerekiyor. Öte yandan Türkiye, ekonomik üretim açısından, enerjiyi ve elektriği verimli kullanamıyor.
Türkiye'nin enerji sorunları sıralanacak olursa;
  • Finansman yetersizliğine sahiptir; mevcut ekonomik koşullarda enerji alanına yatırım için gerekli kaynak bulunamamaktadır.
  • Bürokratik engeller ve hukuki altyapı eksikliği mevcuttur
  • Kaçak kullanım ve yolsuzluklar engellenememektedir
  • Kurumlar arasında işbirliği ve eşgüdüm eksikliği görülmektedir; Devlet Su İşleri, Elektrik İşleri Etüt idaresi, Türkiye Kömür İşletmeleri ile TEAŞ ve TEDAŞ arasında gerekli eşgüdüm sağlanamamaktadır.
  • Kararlı bir devlet politikası yoktur; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı; elektrik sektöründeki geleceğe dönük yatırımlarında hala Viyana Otomatik Sistem Planlaması (WASP) modelini kullanmaktadır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının üye ülkelerin enerji bakanlıklarına ücretsiz olarak dağıttığı bu model 20. yüzyılın son çeyreğinde nükleer güç santrallerini aday teknoloji olarak tanıtmayı başarmıştır. Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı bir ülkenin gelecekteki enerji sistemini planlamak için sadece geçmişin teknolojilerini dikkate almaktadır. Bunun sonucunda Bakanlığın yatırım çözümlerinde sadece nükleer, hidrogüç, akaryakıt ve kömür santralleri seçenekleri görülmektedir. Bu teknolojilerin kanıtlanmış sorunlarını aşmak için geliştirilen yeni enerji teknolojileri, karar verme sürecinde varlıkları tanınmadığından, seçenek olarak göz önüne alınmamaktadır. Bu yaklaşım, sanayileşmiş ülkelerde çok düşük pazar değeri olan, geçmişin kirli ve verimsiz teknolojilerinin gelişmekte olan ülkelere taşınması için uygun koşulları sağlamaktadır.
  • Ar-Ge çalışmalarıyla ilgili kaynak ve teşvikler yetersizdir, Ar-Ge kültürü zayıftır; Üniversitelerimiz ve sanayi arasında verimli çalışabilecek bir Ar-Ge kurumu henüz etkinleşmemiş, geleceğin teknolojik atılımları için gerekli projeler sadece kişisel çabalarla yürütülmek üzere tek başlarına bırakılmıştır.
  • Teknolojik ve bilimsel altyapı yetersizliği mevcuttur
  • Kamuoyu bilinci ve örgütlenme eksikliği vardır
  • Teknoloji üretimi ve uygulamaları için gerekli ara eleman eğitimi yetersizdir; mevcut teknik okullar ve üniversitelerde yetiştirilen ara elemanlar uygun pozisyonlara ya yeterli sayıda olmamakta veya teknolojiyi kullanabilecek yetiye sahip olmamaktadır. Kısacası eğitim sistemi aksaklıkları bütün konularda olduğu gibi enerji konusunda da kendini göstermektedir.
  • Tarafsız, uzman kurumlar ve denetleyici-planlayıcı kurumlar eksiktir
  • Petrol ve doğal gaz rezervleri azdır
  • Enerji üretiminde ve enerji alımında dışa bağımlılık ulusal çıkarları tehdit edecek boyuttadır. Özellikle doğalgazda yaşadığımız sorunlar bunun en somut örneğidir. İthal ettiğimiz doğalgazın %66'lık bir bölümünü elektrik enerjisi üretiminde kullanmamız ise bu soruna ayrı boyut katmaktadır.
  • Ülke sanayimiz yetersizdir; Özellikle madencilik ve enerji üretimi açısından yeterli yatırımın yapılamamakta ve bu alanda yeteri kadar Ar-Ge çalışmaları desteklenmemektedir. Ayrıca ülkemizde ihtiyacı karşılayacak derecede türbin ve jeneratör üretimi mevcut değildir.
  • Enerji kullanım verimi düşüktür; bölgesel üretim tesisleri kurmak yerine ülkenin doğusunda üretilen enerji batısına taşınmakta bundan dolayı iletimde büyük kayıplar verilmektedir. Batıda bulunan özellikle rüzgâr potansiyeli kullanılmamaktadır.
  • Ülke kaynaklarından enerji üretimi ihmal edilmiştir; buna bağlı olarak dışa bağımlılık oranı her geçen gün artmakta ve ulusal çıkarları tehdit eder duruma gelmektedir.
3. ENERJİ KAYNAKLARI VE ÜRETİM YOLLARI
Toplumların refahı açısından stratejik bir girdi olması itibariyle enerjinin; ihtiyaç duyulan miktarlarda ve ani artışlar göstermeyen ekonomik fiyatlarla sağlanması, temin açısından darboğazların yaşanmaması ve tüketimin, "sürdürülebilir kalkınma" kavramı çerçevesinde doğayla uyumlu biçimlerde başarılması gerekiyor. Dünyada bulunan enerji üretim tekniklerini bu mantıkla inceleyecek olursak, aşağıda maddeler halinde değinilen tekniklere bakıldığında Türkiye'nin enerji politikasını değerlendirmek daha sağlıklı olacaktır.

3.1 Fosil Yakıtlar
Dünyadaki fosil yakıt rezervlerinin şimdiki tüketim hızlarıyla; yaklaşık 200 yıl yetecek kadar 1 trilyon ton kömürünün, 80 yıl yetecek kadar 250-350 milyar ton (2-3 trilyon varil) petrolünün, 70-80 yıl yetecek kadar 150 trilyon metreküp doğalgazının olduğu tahmin ediliyor. Ayrıca aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi fosil yakıtların üretimi ve tüketimi açısından ülkeler arasında bir orantısızlık gözlenmektedir. Bu durum enerjiye bağımlılığı yanında getirmekte ve küresel anlamda enerji savaşlarının nedenini ortaya koymaktadır.
Diğer bir açıdan, fosil yakıtların kullanımından doğan çevresel etkiler de dünya iklimini olumsuz etkilemektedir. Bu etkilerin önüne geçilebilmesi için geliştirilen çeşitli formüllere ise (Özellikle Kyoto Protokolü) tüketimde çok büyük paylara sahip olan ABD karşı çıkmaktadır.

3.2 Nükleer Enerji
Son yıllarda özellikle ülkemizde nükleer santrallerin kullanımının büyük kâr getireceğinden bahsedilmekte ve en son teknolojik yeniliklere bağlı olarak güvenliğin sağlanabileceği vurgulanmaktadır, bu açıdan da geleceğe dönük projeler geliştirilmektedir. Fakat nükleer santraller bahsedildiği gibi kârlı bir yatırım değildir. Çünkü enerji üretiminde ilk kuruluş maliyetlerinin yanı sıra son birim maliyetleri önemlidir. Son birim maliyetiniz ne denli düşük olursa mal ve hizmet üretiminde rekabet gücünüz o denli artar. Bu yüzden üretimde verimliliği artırma ve olabildiğine ucuz elektrik enerjisi üretilmesi genel kabul gören bir ilkedir. ABD gibi çok yüksek teknolojiye sahip bir ülkede ortalama elektrik enerjisi maliyeti kWh başına 2,5 cent iken, ABD nükleer santrallerinde ortalama elektrik enerjisi maliyeti 7,5 centtir. Avrupa nükleer santrallerinde ise kWh başına ortalama maliyet 8 ile 12 cent arasında değişmektedir. Görüldüğü gibi nükleer santrallerden üretilen enerji hiçte ucuza mal olmamaktadır.
Ayrıca Nükleer santraller başta güvenlik ve atık sorununu çözememiş olması nedeniyle geleceğin değil geçmişin teknolojisidir. Daha önce nükleer silah teknolojisinde kullanılması nedeniyle göze batmayan atıklar, Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle ortalıkta kalmıştır. Ortalama gücü 1000 MW olan bir nükleer santral, yılda yaklaşık 27 ton yüksek düzeyli, 450 ton düşük düzeyli atık üretir. Bu atıklar ve tükenmiş yakıt çubukları, 20-30 yıl reaktörlerin içindeki ya da yanındaki havuzlarda tutularak radyasyon düzeyinin düşmesi beklenir. Yarılanma süreleri binlerce yılla ölçülen radyoaktif elementleri içeren bu atıkların insana ve çevreye zarar vermeden korunabilmesi ABD bütçesinin dahi kaldıramayacağı boyuttadır. Nükleer enerjinin en yaygın olarak kullanıldığı Amerika'da, radyoaktif atık sorunu had safhalara ulaşmıştır. Toplam 45 bin depolama sahasında üç milyon metreküpten fazla yer kaplayan bu radyoaktif maddelerin depolandığı sahaların temizlenmesi için ortalama 300 ila 500 milyar dolarlık bir bütçenin ayrılması gerekmektedir ki, bu da bugüne kadar nükleer enerji santralleri için yapılan harcamaya hemen hemen eşittir. Bu konu ile ilgili olarak 1990 yılına kadar ABD'de üç milyar dolar harcanmış ve 1983'ten beri %80 artan nükleer atık maliyeti ton başına 325.000 dolara çıkmıştır. 1987 yılında yüksek seviyeli radyoaktif atıkların depolanması için Yucca Dağları'nda çalışmalara başlanmıştır. Toplam inşaat maliyetinin 26 milyar dolar olduğu bu tesiste, sadece yer seçimi için 6 milyar dolar harcanmış ve 1998'de tamamlanması planlanan sahanın açılışı 2010 yılına ertelenmiştir. Ayrıca Almanya'da kuruluşunun 26. yılında kapatılan Maine Yankee reaktörü, nükleer güç santralleriyle üretilen gücün ne kadar pahalı olduğuna bir örnektir. Bu santralin sökülmesinin maliyeti çok yüksek olduğundan, bulunan çözüm bu güç santralinin kısımlarının veya tamamının nükleer santrallerin yeni müşterilerine satılmasıdır. Almanya tüm nükleer reaktörlerini kapatmaya karar vermiştir. Fakat önemli olan bu işlem için kaç yıl gerekeceğidir. Almanya teknik kapasitesi ve finansal kaynakları ile bu atıklardan 20-25 yıldan önce kurtulamamaktadır. Bu aynı duruma başka ülkelerin düşmemesi için yeterli bir uyarıdır.
Diğer bir yandan santralde gerçekleşebilecek en küçük bir sızıntı veya kaza insanlarda ve çevrede yıllar boyu telafi edilemeyecek hasarlar bırakmaktadır. Buna en güzel örneği Çernobil faciası ile verebiliriz, bu kaza sonucu halen ülkemizde insanlar radyasyondan etkilenmekte ve kanser olup hayatını kaybetmektedir.
Yukarıda özetlediğimiz çerçeve içerisinde halen Türkiye gündeminde Nükleer Santrallerin yapının bulunması ise ne ekonomik açıdan nede çevresel açıdan mantığa uygundur.

3.3 Rüzgâr Enerjisi
Yenilenebilir enerji kaynakları içerisinde rüzgâr enerjisi önemli mali kazanımlara ve avantajlara sahiptir. Rüzgâr türbinlerinin inşaat ve işletme maliyetleri daha şimdiden önemli ölçüde azalmıştır. Danimarka'da rüzgâr enerjisi maliyetleri 1981 ile 1995 yılları arasında 2/3 oranında düşmüştür. Rüzgârla üretilen elektrik maliyetleri kWh başına bugünkü 4,7 sent değerinden daha da azalacak ve 2020 yılında üretilen birim elektrik başına maliyetler 2,5 sente kadar gerileyecektir. Bu durum rüzgâr enerjisini, büyük ölçekli hidrolik dâhil olmak üzere, günümüzün tüm yeni üretim teknolojileri ile rekabet edebilir hale getirecektir. Aşağıdaki tablodan da görüleceği gibi dünya üzerinde rüzgâr ile elektrik üretimi gün geçtikçe artmaktadır.
Ortalama bir sahada modern bir rüzgâr türbini üç dört ay içerisinde imalatında kullanılan miktarda enerjiyi üretebilmektedir. Rüzgâr çiftlikleri kolayca sökülebilmekte ve arazi kolayca eski haline getirilebilmektedir. Rüzgâr türbinlerinin geri kazanılabilirlik oranı artmakta ve böylece hurda makinelerden daha çok enerji kurtarılabilmektedir. 20 türbinden oluşan tipik bir rüzgâr çiftliği yaklaşık 1 km 2 alan kaplar ama bu alanın sadece %1-1,5 ini kullanmaktadır. Geri kalan alanlar çiftlik için ya da doğal alan olarak kullanılabilmektedir. Bunun gibi bir proje 6500 ila 10000 arasında evin elektrik gereksinimini karşılayabilmektedir.
Türkiye'deki rüzgâr enerjisi potansiyeli, teorik olarak Türkiye'nin elektrik ihtiyacının tamamına yakınını karşılayabilmektedir. Türkiye'nin rüzgâr enerjisi teknik potansiyeli 83.000 MW düzeyindedir. Görüldüğü gibi ülkemizde boşa esen ve değerlendirilmeyi bekleyen yüksek bir rüzgâr potansiyeli mevcuttur.

3.4 Hidrolik Enerji
Hidrolik enerji özellikle ülkemizde elektrik enerjisi üretiminde en önemli kaynaklardan birisidir. Aşağıdaki grafikten de görüleceği gibi ülkenin enerji ihtiyacının %38,44'ünü karşılamaktadır. Türkiye'nin yağış rejiminin düzensiz oluşu birçok açıdan yapılabilirliği bulunan projelerin hayata geçirilememesine sebep olmaktadır. Buna rağmen özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerini kapsayan GAP projesi hem bölgede bulunan hidrogüç potansiyelini değerlendirmekte hem de bölge topraklarının sulamaya açılarak tarımsal açıdan da verimini arttırmaktadır. Fakat bu projenin de büyük kısmının henüz tamamlanamamış olması ülkemizin sularının boşuna akmasına sebep olmaktadır.

turkiyekuruluguc

Ülkemizin teknik ve ekonomik açıdan değerlendirilebilir hidrogüç potansiyeli 124,5 milyar kWh'tir. 1997 yılı başı itibari ile mevcut duruma bir göz attığımızda, Türkiye'de 124,5 milyar kWh olarak bulunan potansiyelinin, şimdiye kadar sadece 36.342 milyar kWh'lik bölümünün kullanıma sunulduğu görülmektedir. Yani gelişmiş olan ülkelerin hemen hemen tümünde bu potansiyelin büyük bir bölümünün değerlendirilmiş olmasına karşın, Türkiye'de ise sadece %29'luk bir kullanım söz konusudur. Aşağıdaki tabloda ise teknik ve ekonomik hidroelektrik potansiyelinin değerlendirilmesine ilişkin şimdiye kadar yapılmış olan çalışmaların bir özeti verilmiştir.

hidroprojeleri

3.5 Hidrojen Enerjisi
Yenilenebilir enerji kaynakları içinde hidrojenin önemi her geçen gün hızlı bir şekilde artmaktadır. Yıldız ve gezegenlerde serbest halde bulunan hidrojen dünyada ise serbest halde bulunmamaktadır. Bununla birlikte hidrojen birincil enerji kaynakları ile değişik hammaddelerden üretilebilmekte ve üretimde dönüştürme işlemleri kullanılmaktadır. İkincil bir yakıt olmasına karşın, özellikle rüzgâr veya güneş enerjisinden kolaylıkla ve masrafsız olarak elde edilebileceği için, rüzgâr-güneş-hidrojen sistemi olarak adlandırılan bu yöntem geleceğin yakıt üretim sistemi olarak kabul edilmekte olup konu üzerinde teknolojik çalışmalar dünya çapında devam etmektedir. Bu yöntemle elde edilen hidrojenin oksijenle birleşmesi sonucu büyük bir enerji elde edilmekte ve atık ürün ise su olmaktadır. Görüldüğü gibi böyle bir sistemin devamlı kullanılabilmesi güneşin var olmasına dayanmaktadır ve atık ürün olarak suyun çıkması ise dünyanın ekolojik dengesine hiçbir zarar vermemektedir.
Fakat hidrojen temininde kullanılabilecek her yenilenebilir ve temiz enerji kaynağının farklı çevresel etkilere ve sorunlara neden olmayacağı söylenemez. Bu noktada karşımıza hem sodyum bor hidrür (NaBH 4 ) bileşiği ile hidrojen kaynağı olabilen hem de kendinden enerji elde edilebilen elementler arasında birinci sırada yer alan Bor elementi çıkmaktadır. Bor bu özelliği ile şimdiden geleceğin petrolü unvanını kazanmıştır. Dünya üzerindeki toplam Bor rezervlerinin %63-70 civarının Türkiye de olduğu bilinmektedir bu açıdan ülkemiz geleceğin teknolojisini ayaklarının altında barındırmaktadır fakat Bor kullanılarak yapılacak enerji üretimine yok denecek kadar az yatırım ve araştırma yapmaktadır.
Hidrojeni günümüzde yakıt pillerinde kullanılmak suretiyle son derece verimli sessiz ve sürekli elektrik enerjisi üretmek mümkündür. Yakıt pilleri, cep telefonlarından dizüstü bilgisayarlara, otomobillerin ve denizaltıların çalıştırılmasından, şehirlerin ihtiyacı olan elektriğin üretilmesine kadar hemen hemen her yerde kullanılabilirler. Yakıt pilleri prensip olarak suyun; oksijen ve hidrojene ayrışması için kullanılan elektroliz cihazının tersi şeklinde çalışır. Yani bu sefer sisteme hidrojen ve oksijen verildiğinde, kimyasal olarak bunlar birleştiğinde enerji ve atık olarak da su açığa çıkar. Ayrıca hidrojen gazı, doğalgaz veya hava gazına benzer şekilde boru hatları vasıtasıyla her yere kolaylıkla ve güvenli olarak taşınabilmektedir. Doğalgaz için kurulan yeraltı boru dağıtım şebekesinin ileride çok az bir değişiklikle hidrojen için de kullanılması mümkündür. Hidrojenin diğer önemli bir özelliği ise depolanabilmesidir. Günümüzde üretilen enerjinin depolanabilmesi büyük bir sorun olurken hidrojeni depolayabilmek ve istenildiği zaman enerji vermesini sağlamak mümkündür.
Hidrojen enerjisi konusunda Türkiye'de çok önemli bir adım atılmış "Uluslararası Hidrojen Enerjisi Birliği" (IAHE) Başkanı ve Miami Üniversitesi Temiz Enerji Enstitüsü Direktörü, Türk bilim adamı Prof. Dr. T. Nejat Veziroğlu'nun yıllar süren çabaları nihayet sonuç vermiş ve Dünyada tek olan "Birleşmiş Milletler Uluslar arası Hidrojen Enerjisi Teknolojileri Merkezi"nin (UNIDO-ICHET) İstanbul'da kurulmasına başlanmıştır. Ayrıca yakıt pili teknolojisi konusunda İTÜ, ODTÜ ve YTÜ' de çalışmalar yapılmakta ve dünya çapında başarılara imza atılmaktadır.
Hidrojen enerjisi birçok açıdan geleceğin enerji kaynağı olmaya aday bir teknolojidir. Bu enerji kaynağına geçiş için dünyada pek çok ülke yoğun bilimsel çalışmalar yapmaktadır. Türkiye'de yaptığı çalışmalara hız vermeli ve enerji bağımsızlığının kilit teknolojisini uygulanabilirlik açısından geliştirmelidir.

3.6 Güneş Enerjisi
Güneş enerjisi güneşten gelen ve yeryüzünde 0-1100 W/m 2 değerlerinde bir ısı etkisi yaratan yenilenebilir bir enerjidir. Bu enerji ile ısıtmadan soğutmaya çok farklı ısı etkisinin kullanıldığı uygulamalar gerçekleştirilmektedir. Ayrıca değişik teknolojiler ile elektrik enerjisi üretimi de gerçekleştirilebilmektedir. Günümüzde güneş enerjisi ile çalışan otomobiller geliştirilmekte ve bunlar trafikte kullanım alanı bulabilmektedir. Bu tip teknolojilerin dışında güneş enerjisini kullanan hesap makinelerinden ev elektriğini karşılayan tekniklere veya üretim santrali olarak kullanılan tekniklere kadar güneşten her alanda faydalanılabilmektedir. Ülkemizde güneş enerjisi yaygın olarak evlerin sıcak su ihtiyacını karşılamada kullanılmaktadır.
Güneş enerjisinden elektrik santrallerinde elektrik üretilirken kullanılan teknik; güneşten gelen ısıl enerjinin önce mekanik ardından da elektrik enerjisine dönüştürülmesi yoluyla gerçekleştirilmektedir. Bu teknolojinin yanında Fotovoltaik hücreler yardımıyla da elektrik üretilebilmektedir, bu yolla üretilen enerjinin maliyeti 0,1 $/kWh düzeyindedir. Güneş pili olarak adlandırılan bu teknolojide üretilen enerji hemen kullanılması gerektiği ve güneş olmadığı zaman çalışmadığı için dezavantajlara sahiptir.
Ülkemiz güneş enerjisi bakımından oldukça zengin bir ülkedir. Elektrik İşleri Etüt İdaresi tarafından yapılan çalışmaya göre Türkiye'nin ortalama yıllık toplam güneşlenme süresi 2640 saat (günlük toplam 7,2 saat), ortalama toplam ışınım şiddeti 1311 kWh/m 2 -Yıl (günlük toplam 3,6 kWh/m 2 ) olduğu tespit edilmiştir.
Güneş enerjisi kullanımının ülke enerji politikalarında yer verilmesi; enerji dış alımlarını azaltabileceği gibi, fosil yakıtlardan kaynaklanan çevre kirliliğinin de azalmasını sağlayacaktır.
Yukarıda sayılan yenilenebilir enerji kaynaklarının dışında "Jeotermal Enerji", "Biokütle ve Biogaz Enerjisi" ve "Dalga ve Gel-Git Enerjisi" de önemli yer tutmaktadır. Bu enerji kaynakları da Fosil yakıtlar karşısında gelecekte alternatif olabilecek yapıdadırlar ve geliştirilip ülkemizde aktif olarak üretimde kullanılmayı beklemektedirler.

4. TÜRKİYE'NİN ENERJİ SORUNLARINA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ VE ENERJİ POLİTİKASI
Yukarıda anlattığımız enerji üretim teknolojilerinin ışığında Türkiye'nin enerji sorunlarına eğilecek olursak; Türkiye de bu sorunların çözümünde öncelikli olarak izlenmesi gereken politikaları şu şekilde özetleyebiliriz;
  • Türkiye enerji arzı maliyetlerini ekonomik gelişmeyi baskılamayacak veya enerji ihtiyaçlarını yoksulların erişimi dışına itmeyecek düzeylerde tutmalıdır.
  • Enerji politikalarında planlama ve karar vermede çok merkezli yapı terk edilerek ulusal düzeyde; uzman kişi ve kurumların katılımıyla oluşturulacak, siyasi iktidarların yağmalamasına maruz kalmayacak fakat denetlemeye açık bir yapıda şekillenecek "Ulusal Enerji Planlaması Kurumunu" hayata geçirilmelidir.
  • Bu kurum için özerk bir yapı benimsenmeli, planlama, araştırma, yatırım gibi faaliyetlerde gerekli kaynak sağlanmalıdır.
  • Devlet; planlama, denetleme ve özel teşebbüsler için yol gösterici olma özelliğini kullanarak özel sermayeye de ön ayak olmalıdır.
  • Ulusal ve uluslar arası içerikli Ar-Ge konularına daha fazla kaynak ayırmalıdır.
  • Yenilenebilir enerji teknolojilerinin Dünya'daki ve Türkiye'deki gelişimini takip edecek ulusal çapta uzman bilim adamlarından oluşan bir "Enerji Ar-Ge Kurumu" kurulmalıdır. Bu kurum gerekli teknolojik ve bilimsel yapıları bünyesinde bulundurmalı ve devamlı araştırma-geliştirme yapıp son teknolojiye önayak olarak Türkiye'nin enerji politikasını şekillendirmelidir.
  • Kısa vadede değil uzun vadede ekonomik kazanımlar getiren yatırımlara yönelmelidir.
  • Enerji güvenliği bakımından dışa bağımlılıktan kaçınmalı ve yerli kaynaklara öncelik vermelidir.
  • Buna paralel olarak enerji hammaddesi çıkarılmasına, yurt içinde işlenmesine ve üretilmesine yapılan yatırımlar arttırılmalıdır.
  • Enerji arzı döngüsündeki arama, çıkarma, üretim, taşıma ve tüketim faaliyetlerinde çevreyi korumalıdır.
  • Enerji üretimi iletimi ve dağıtımında verim ve etkinliği artırmalı, bölgesel üretim ve dağıtım politikasıyla iletim ve dağıtımda kaybolan enerjinin en aza inmesini sağlamalıdır.
  • Verimlilik ve tasarruf tekniklerini konut/hizmet, ulaşım ve sanayi sektörlerinde yaygın ve yoğun bir şekilde kullanmalıdır.
  • Ülkenin sahip olduğu enerji üretim tesislerini modernleştirilip daha ekonomik hale getirmelidir.
  • Özelleştirme adı altında stratejik öneme sahip olan devlet kuruluşlarını gözden çıkarmamalıdır.
  • Jeopolitik sorunlar, kartelleşme, enerji fiyatlarının aşırı derecede yükselmesi, doğal afetler ve çevresel baskılar gibi enerji güvenliğini tehdit eden risk konularını belirleyerek enerji senaryoları oluşturmak ve bu olası sorunlara yönelik planlarını hazırlamalı, kısacası risk yönetimini yapmalıdır.
  • Özellikle küçük hidroelektrik santral teknolojisinde yetkinlik kazanarak, ekonomik hidrolik potansiyelin tümünü devreye sokmalıdır.
  • Rüzgâr, güneş ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelik teknolojileri geliştirmeli ve enerji üretiminde bu kaynaklara yer vermelidir.
  • Ülkemizin sahip olduğu rüzgâr potansiyeli etkin bir şekilde kullanılmalı, en kısa zamanda rüzgâr haritası çıkartılarak rüzgâr santrali kurulması için uygun bölgeler tespit edilerek devlet tarafından yatırımlara başlanmalıdır. Üç tarafı denizlerle çevrili olan ve yaklaşık 3500 km kıyı şeridi olan Türkiye, özellikle Marmara kıyı şeridi ve Ege kıyı şeridi ile sürekli ve düzenli olarak rüzgâr alan bir ülkedir. Bu sebeple önceliği Ege ve Marmara bölgelerine vererek hızla rüzgâr enerjisi yatırımlarına başlanmalıdır.
  • Güneş enerjisinde en çok oranda yararlanma konusunda teşvik edici bir politika benimsenmelidir. Fotovoltaik pil teknolojisi henüz elektrik enerjisi üretimi için ekonomik değildir. Ancak özellikle güneyde su ısıtmada güneş enerjili sistemler teşvik edilmeli ve bu işler için harcanan elektrik enerjisinden tasarruf sağlanmalıdır.
  • Sadece yüzde 2.97'sinden yararlanılan ülkemizin 2450 MW'lık jeotermal potansiyelinin tümüyle kullanılması konusunda gerekli yatırımlara gidilmelidir.
  • Hidrojen, yakıt hücreleri, enerji depolama gibi ileri enerji teknolojilerindeki Ar-Ge etkinliğini arttırıp, ekonomiklik kazananları uygulamalıdır.
  • Sahip olduğu Bor rezervlerinin kullanımı konusunda bağlayıcı ve engelleyici anlaşmalara imza atmamalı, çıkarılan madenleri yurt dışına işlenmemiş halde satmak yerine Bor teknolojisini geliştirip her alanda kullanılabilen bu madeni ülke içinde değerlendirerek geleceğine sahip çıkmalıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye geleceğin petrolü olarak nitelendirilen Bor rezervlerinin %70'ine yakınına sahiptir ve bu rezervler tüm dünyaya 400 yıl yetebilmektedir.
5. SONUÇ
Türkiye içinde bulunduğu ekonomik sıkıntılardan ancak kendi öz kaynaklarını kullanarak sıyrılabilir ve geleceğini sağlam temeller üzerine kurar, bundan dolayı üzerinde oturduğu enerji potansiyelini görmeli ve geç kalmadan fosil yakıtlara bağımlılıktan kurtulmalıdır. Türkiye'nin enerji sorunlarını çözmeye tek bir mucize yöntem yoktur, her türlü teknik uygun olduğu alanlarda planlamalı bir şekilde uygulanmalıdır. Yatırımlara ve araştırmalara hız vererek; rüzgâr, güneş, hidrojen, jeotermal ve hidrogüç ile enerji üretimini aktif şekilde gerçekleştirilmelidir. Ayrıca Ar-Ge çalışmalarını ve sanayi-üniversite işbirliğini etkin şekilde kullanarak en son teknoloji yakalanmalıdır.

Benzer Konular

11 Mart 2016 / Misafir Fizik
1 Ocak 2018 / Misafir Türkiye Coğrafyası
15 Mayıs 2009 / ThinkerBeLL Türkiye Coğrafyası
9 Ağustos 2012 / vain Çevre Bilimleri