Arama

Kültür Nedir? - Tek Mesaj #7

mustakar - avatarı
mustakar
VIP VIP Üye
11 Mart 2010       Mesaj #7
mustakar - avatarı
VIP VIP Üye

KÜLTÜR VE ÖTESİ


Cemil MERİÇ, HİSAR Dergisi Sayı 93, Eylül 1971

Kelime de maskelidir, insan gibi; ülkeden ülkeye değişir kimliği, çağdan çağa değişir. Kaynağında yakalayacaksın kelimeyi, akışını izleyeceksin; tanıyamazsın yoksa. Ömrün yetecek mi bu yolculuğa, sabrın yetecek mi?
Kültür yabancı bir kelime; yabancı, karanlık, ama sevimli. Cazibesi biraz da müphemiyetinden geliyor. Adını nasıl türkçeleştirsek: irfan desek olmaz, hars desek değil.

“Toplumsal ilimlerin en kaypak ve anlaşılması en zor kavramlarından biri kültürdür, diyor Şerif Mardin. Teknik anlamda kullanılmadığı zaman beraberinde getirdiği çağrışımlar Picasso, Mozart, Beethoven, tiyatro, edebiyat ve sanatla ilgilidir.” (Din ve İdeoloji S.38) Neden Picasso, Mozart ve Beethoven de Farabî, Itrî veya Tagor değil? Bu garip takdimde şuurlu bir Türk aydını yerine bir amerikan misyoneri konuşuyor. Asya'yı, Afrika'yı kültür mabedinden koğan hasta bir Batı hayranlığı.
Ad:  kultur-nedir.jpg
Gösterim: 2216
Boyut:  104.9 KB
Oysa, Ziya Gökalp'e göre “Medeniyet, müteaddit milletlerin müşterek malıdır... yani beynelmileldir. Kültür, bir medeniyetin her millette aldığı hususi şekildir... yani millîdir... Garp medeniyeti, fakat fransız kültürü, ingiliz kültürü. Medeniyet sunidir, kültür tabi.” (Türkçülüğün Esasları).

Kültür, tamamlayıcı bir isimle veya fiil olarak XVI. asırda kullanılmağa başlamış; tek başına XVIII. asrın sonlarında fethetmiş batı dillerini. Lalande anlamlarını şöyle sıralıyor:

A- En dar ve en maddî manada, uygun temrinlerle bazı beden ve zihin melekelerinin geliştirilmesi (veya gelişmiş olması): “Kültür fizik, matematik kültürü.”

B- Daha genel olarak ve gündelik dilde:
1) Okumuş ve bu sayede zevkini, tenkit kabiliyetini, muhakemesini geliştirmiş insanın özelliği.
2) Bu özelliği sağlayan eğitim.

“Bilgi, kültürün vazgeçilmez şartıdır, fakat yeter şartı değildir. Kültür denince daha çok zekânın, muhakemenin ve duyarlığın niteliği akla gelir” (D. Roustan) (Bu manada daha çok “genel kültür” tabiri kullanılır.)

C- Medeniyet. (Vocabulaire technique et critique de la Philosophie, S. 199, 200.)

Foulqué ise, almanca kultur civilisation karşılığıdır, fransızcadaki kültürün almancası bildung diyor. (Dictionnaire de la langue philosophique.)

Ne kadar çabuk eskiyor sözlükler. Şimdi de bir mütercimi dinleyelim: “Darwin'in şakirdi olan ilk evrimciler, toplumun adeta üst-yapısını meydana getiren davranışların, moral değerlerin, alışkanlıkların topuna birden “kültür” adını verdiler. Bu tanımın fransızcadaki “kültür” ile pek münasebeti yok ama anglo-sakson antropolog ve sosyologların çoğunca benimsenmiş bir tarif bu. Hatta bu sosyologlar, kelimenin manasını öyle genişlettiler ki, kültür, bu eserde olduğu gibi, zaman zaman toplum yerine kullanılmaktadır.” (Kardiner-Preble, Introduction a l'ethnologie, S.9)

Vuzuha kavuştunuz mu? Araştırmalarımıza devam edelim: Krober'le Kluckhohn koca bir kitap yazmışlar bu kelime için: Culture, a critical review of concept and definitions. Çeşitli yazarları taramışlar, 160 tarifini bulmuşlar kültürün. Bu tariflerin kimi tasvirî, kimi tarihî, kimi normatif, kimi psikolojik, kimi “yapısal”, kimi jenetik veya yetersiz.

Kültür fikri, başlangıçta insanlığın umumî gelişmesine bağlı; insanlığın topyekûn ilerleyişinde bir merhale. Aşağı yukarı medeniyetin kendisi, medeniyet ise barbarlığın zıddı. Kültür ileri bir toplum durumu, daha doğrusu kuşaktan kuşağa aktarılan sosyal miras.

Bazı yazarlara göre, kültürle doğa iki zıt kavram. “İnsanı hayvandan ayıran şey kültür olduğuna göre, insanın bu amaca varmak için yarattığı araçlara kültür araçları veya daha genel olarak kültür değerleri diyebiliriz,” diyor Fisher. Albert Schweitzer de aynı fikirde: “kültür, -ferdin ruhî olgunlaşmasına hizmet ettikleri ölçüde- insanın ve insanlığın, her alanda ve her bakımdan kaydettiği gelişmelerin bütünü”.

Bunlar ahlakçı veya filozof görüşleri. Antropologlar bu arka-plandan kopmamakla beraber, kültürden çok, kültürlerden söz ediyorlar. Franz Boas kültür alanlarıyla, yani her birinin kendine özgü bir kültürü olan bölgelerle, kültürler arasındaki alışverişlerle uğraşan ilk antropolog. Kültürlerin özellikleri ve tarihleri Boas'dan sonra incelenmeğe başlanır.

Antropologları birbirne düşüren bir anlaşmazlık da şu: daha çok toplum yapıları -yani bir grubun içindeki ilişkiler- üzerinde mi durmalı, kültürler üzerinde mi? Bu tartışma iki okula ayırdı antropologları: Malinowski'den ilham alan yapısalcı yahut yapısalcı-görevci eğilim. (Malinowski'nin fikirleri için bak: Culture in Encyclopedia of the social sicences, cilt IV, S. 621-645) Her kültürün, müesseseleri, eğitim sistemleri, teklif ettiği veya zorla kabul ettirdiği modellerle, fert kişiliğini, şuurlu veya şuursuz olarak, nasıl biçimlendirdiğini araştıran kültüralist mektep.

Konusu arkaik toplumlar olan bu tartışmaları bir yana bırakalım. Sosyologlar teknik ilerlemelerin sebeb olduğu büyük değişiklikleri değerlendirmekte de birleşemiyorlar.

Yığın haberleşmeleriyle (mass media) uğraşanlar bu meseleye yeni bir boyut kazandırmakta; doğrudan doğruya mass media'nın, bilhassa televizyonun, radyonun, sinemanın, magazinlerin, reklâmın eseri olduğunu iddia ettikleri halk kültürü, yığın kültürü gibi bir takım kavramlar üzerinde durmaktadırlar. Yığın kültürü, yayın organ ve araçlarıyla genelleşen mitler, kavramlar, tasavvurlar, yani oldukça ilkel bir kültür modelleri bütünüdür. Bazı sosyologlara göre, tüketim toplumunun işine yaramaktadır bu kültür, konformizm yaratmakta, halka birşeyler bildiğini vehmettirmekte, mutluluk hakkında maddeci ve çocuksu imajlar telkin etmektedir. Bazı yazarlara göreyse, yığın kültürü halk sınıfının yaşayış ve düşünüş alışkanlıklarını yükseltmektedir. (Kısa bir özet için bak. La Sociologie, Caseneuve et victoroff, 1970).

Bu ele avuca sığmayan kavramın kimliğini, daha doğrusu kimliklerini belirtebildik mi? Hayır. Kültür, her gün yeni bir macera ile sevgililerini hayretten hayrete sürükleyen bir nazenin. "Çağdaş uygarlık" garip bir Sysiphos. Zirveye tırmandıktan sonra, hasretle bakıyor ovaya ve kendini uçurumların cazibesine bırakıyor. Kültürün en yüksek merhaleye ulaştığı ülkede,kültür yok artık: karşı-kültür, anti-kültür, hip-kültür, kültür-sonrası, devrimci-kültür var. Bunlar, can çekişen bir medeniyetin ölüm hırıltıları mı? Bâkir ve dilber bir dünyanın müjdeleri mi? Bilemiyoruz. Avrupalı sosyologlar, nazenini son kostümü, son hüviyeti içinde yakalamak ümidi ile, yeni dünyaya koşuyorlar. Bir de bakıyorlar ki, bitnik'ler hipi olmuş, "free jazz" "rock"la "pop"u tahtından indirmek üzere. Hareketin akıl hocaları bir yıl geçmeden unutuluveriyor, MacLuhan'ın yerini "teknoloji peygamberi" Fuller alıyor, uyuşturucu maddeler havarisi Tim Leary, Zen yayıcısı Suzuki'yi itibardan düşürüyor.

Amerika'dan gelen bu moda, Avrupa'nın resmi veya gizli festivallerinde baş tacı. Kendini herkese kabul ettirmek iddiasında. Belli geleneklere değil, bütün geleneklere düşman, bütün üslûplara asî. Hayata birşey eklemek istemiyor, hayatı değiştirmek amacında. Maziden gelen tüm sınırları, tüm yapıları, tüm değerleri yok etmek: kültür kavramını çatlatan bir davranış bu. Artık kazanılmış bir bilgiler bütünü veya herşeyi okuyup, herşeyi unuttuktan sonra kalan" değil kültür, bir oluşum, bir tutum, "bir hayatı anlama ve yaşama tarzı." (Arthaud)

Hayalin akıl, tecrübenin bilgi üzerindeki zaferi. İdrâkin tepe taklak edilişi. Keşfedilmesi, yaratılması gereken başka bir realite özlemi; eski yasaların ve ölçülerin yıkılışı. İyiyi kötüden, sürekliyi geçiciden nasıl ayıracağız? Eserin kendisi yok ki ortada, şu eser daha önemli, öteki daha değersiz diyebilelim. Ama kimse anlamıyor bu yeni kültürü, havariler şikayetçi. "Kelime hazinemizde, düşüncemiz gibi, daha önce var olan bir dünyadan geldiği için kalleşlik ediyor bize." (MacLuhan) "İnsanlığın korosu" olan istikbal, henüz bir curcuna. Bu devler veya cüceler ülkesinin bir çok Gulliver'leri var, en tanınmışı Edgar Morin'le, Jean Jacques Lebel.

İdeoloji ile teknik bu yeni kuşaklara güvensizlik veriyor sadece. Ütopyalar istiyorlar, sıcak, tabiî ütopyalar. Gençler için istikbâl yaşanan andır. Gelenek paramparça ama yerine geçecek bir değer de yok. Çağdaş medeniyet kendini inkâr eden bu isyan hamlelerini de bünyesine katabilecek mi?

Bazı yazarlar hareketi Reform'a benzetiyorlar. Onaltıncı asırda da bütün bir nesil, kurulu düzene karşı ayaklanmış, babalarla çocuklar arasında uçurum açılmıştı. Luther tezlerini haykırdığı zaman otuz yaşındaydı, Melanchton yirmi. Elebaşılar, genç üniversitelilerdi diyor Goodman.

Evet, kültürün kendi kendine savaş açışı bu. Eski bir şarkının akordsuz tekrarı: dadaizm, sürrealizm. Hem aynı, hem bambaşka. (Karşılaştırmak için bak Nadaud, Historie du surréalizme) Medeniyetin şımarttığı bu Amerikan veletleri için "kültür, bir uyutma endüstrisi, arzuyu susturuş. Oysa tabandan gelen devrim, Dionysos'tur, bayramdır, yığın arzularının vahşice doyuruluşudur" (Lebel).

Dürüst ve erkekçe bir kavgadan kaçan bu hayal hastalarını biolojileri ile başbaşa bırakalım. (Konunun iyi bir özeti için bak Le Monde, 11 Eylül 1970 L'autre culture)
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen perlina; 9 Mart 2017 17:15