Arama

Atatürk'ün milli birlik ve beraberliğe verdiği önem hakkında bilgi verir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 19 Kasım 2012 Gösterim: 27.040 Cevap: 8
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
20 Kasım 2008       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Bana Atatürk'ün milli birlik ve beraberliğe verdiği önem hakkında ÖZET gerekiyor. Yardımcı olursanız çok sevinirimm
EN İYİ CEVABI Ziyaretçi verdi
“Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.”
Sponsorlu Bağlantılar

“Memleket, dayanışmaya bağlı bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”

Türk milleti, kendinin ve memeleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.”

Sözleri örnek olarak verilebilir.
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
20 Kasım 2008       Mesaj #2
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
“Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.”
Sponsorlu Bağlantılar

“Memleket, dayanışmaya bağlı bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”

Türk milleti, kendinin ve memeleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.”

Sözleri örnek olarak verilebilir.
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
20 Kasım 2008       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi

VATANIN BÖLÜNMEZLİĞİ

Vatan Anlayışı

Vatan, kültürel değerlerimizin bulunduğu bir coğrafyadır. Bu coğrafya ilk bakışta bir kara parçasıdır. Bu kara parçası tehlikeye girdiği zaman, uğrunda kanlar dökülür; canlar verilir. Nice analar yavrularını, nice gelinler yiğitlerini yitirir. O zaman bu coğrafyanın taşı, toprağı, dağı, ırmağı başka bir anlam taşır. Her biri düşmana aşılmaz bir engel ve bir uçurum olur. O toprak parçası hemen baş tacı edilir. Bu cansız coğrafya, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bir vatan olur. Bunun için Mithat Cemal, “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” diyor. Bunun için Orhan Şaik:
“Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.” diyor. Yine bunun için Mehmet Akif:
“Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyor.
Gerektiğinde vatanı savunmak için insanları severek ölüme götüren yüce duygulardan biri de din duygusudur. Özellikle İslamiyet’in verdiği şehitlik makamı hiçbir dinde yoktur. Hiçbir dinde İslamdaki şehit olmak şerefi kadar kuvvetli bir unsur bulunmamaktadır. Bu unsur, bizim tarihimizde, zaferlerin kazanılmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur. Analar oğullarını cephelere “Ya şehit ol, ya gazi” diyerek göndermişlerdir.
Şehitler ve gaziler sayesinde bugün biz vatanımızda hür yaşamaktayız. Yine onlar sayesinde üzerinde yaşadığımız toprak parçası vatan olmuştur. Diğer yandan, atalarımızın binlerce yıldır bıraktığı camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, okullar, külliyeler, köprüler, çeşmeler, saraylar, kışlalar, kütüphaneler, kapalı çarşılar ve çeşitli sanat eserleri, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı vatan yapan abidelerdir.
Birlik, bütünlük, ortak ideal ve hedefler gerçekleşince insan toplulukları millet haline gelir. Kitle, kalabalık olmaktan çıkar. Nesiller mensup olduğu bir millete ve üzerinde yaşamakta iftihar ettiği bir vatana sahip olur.
Kader birliği, tarih birliği ve şuuru böylece doğar. Artık böyle bir milletin mensupları, kaderde, tasada ve kıvançta bir olurlar; birbirlerini seven, sayan, kolayca anlaşabilen, birlikte hareket edip başarabilen insanlar haline gelirler.
O halde, vatanın meydana gelmesinde insan elinin ve emeğinin tabiata kattığı nice eserlerin de büyük rolü vardır. Vatan anlayışı kültür ve medeniyet eserleriyle gelişir; derinlik kazanır.

Vatanın Bölünmezliği

Bilindiği gibi dil, din, tarih, kültür ve ülkü birliği, ahlakta, terbiyede, örf ve adetlerde ortak duygu ve hedefler, ortak davranışlar milleti oluşturur. Millet ile vatan, ruhla vücut gibidir. Bu bakımdan anayasalarımızda “Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.” hükmü yer almıştır.
Millet, kendi vatanında birlik ve dirliği bozmadan, ayrılıp parçalanmadan yaşamalıdır. Ancak bu taktirde o milletin fertleri haysiyetli, huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilirler. Şu halde vatanımıza, dilimize, dinimize, kültürümüze, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmalıyız. Mehmet Akif bu görevi şöyle ifade etmiştir:
“Sahipsiz olan vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”
Milletimiz, uzun ve derin tarihi boyunca hep bu şuurla yaşamıştır. Kendisine daima birleşik ordular halinde saldıran düşmanlarla savaşmak zorunda kalmış; çetin muharebeler, sert mücadeleler sonunda, varlığını kabul ettirmiş, tarih boyunca hür yaşamıştır. Bundan sonra da böyle olacaktır. Çünkü Atatürk’ün dediği gibi: “Gerektiği zaman vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir istikbale layık ve aday olan bir millettir.”
Bu duygular ve düşünceler, bizi vatana bağlamalıdır. Vatan sevgisi olmazsa, ne vatanın ne milletin bütünlüğü korunabilir.
Aslında vatan sevgisi, vatan üzerinde yaşayan insanlara, tarihe ve tarihi kültüre beslenen sevgidir. Yoksa kupkuru bir toprak sevgisi değildir. Vatanı sevmek ve korumak, bize atalarımızın emanetidir; ona ihanet edemeyiz, bu dinimizin de emridir. Allah şöyle buyuruyor: “Sizinle savaşanlarla Alllah yolunda savaşın…” Görülüyor ki; inancımıza göre vatanımızda hür ve huzur içinde yaşamak için, gerektiğinde savaşmak da Allah’ın emridir. Bunun dinimizdeki adı cihattır. Vatan, millet, din ve namus yolunda nöbet tutup, savaşan kimseyi Peygamberimiz, bakın nasıl övüyor: “Hudut ve vatan muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (Allah rızası için farzın dışında) gündüz ve gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır.” Bir başka hadiste de Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyuruyor: “İki çeşit gözü cehennem ateşi yakmaz, biri Allah korkusundan ağlayan göz, öteki Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz.”
Görülüyor ki vatanı savunmak, onun bütünlüğünü korumak, kadın ve erkek her Müslümana, ilahi bir görev olarak farzdır. Aynı zamanda, yüce bir milli görevdir.


DEVLET VE BÖLÜNMEZLİĞİ

Devlet; toprak bütünlüğüne bağlı olarak, siyasi bakımdan teşkilatlanmış, millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Hukuki ve siyasi bir organ haline gelemeyen toplumlar, devlet olma özelliğine sahip olamazlar. Devletin içte ve dışta kendini koruyabilmesi için askeri, siyasi, hukuki ve sosyal birtakım kuruluşlara sahip olması gerekir. O, bu kuruluşlarla milleti yönetir.
Millet dil, din, tarih, kütür ve ülkü birliği içinde kendi varlığının şuurunda olan toplumdur. Milletin kendini idare edebilecek bir siyasi organı, yani devleti olmazsa, millet ayakta duramaz.
Toplumların en yüksek ve en gelişmiş olanı millettir. Millet, siyasi birliğe kavuşmadan tamamlanamaz. Millet bütünlüğünün kurulması ve korunması, devletin bütünlüğü ve bölünmezlği ile mümkündür.
Bizim tarihimizde çok köklü bir devlet geleneği vardır. Devlete bağlılık ve onun sürekli olması için her türlü fedakarlık esastır. Devletimizin bütünlüğü ve devamlılığı, milletler topluluğundaki varlığımızın temel unsurudur.


DEVLET VE MİLLET BÜTÜNLEŞMESİ

Devlet, milletin siyasi teşkilatlanmış şekli olmalı; yani milleti idare edenler, o milletin içinden çıkmalıdır. Böylece “Hakimiyet kayıtsız şartsız millettin” olmalıdır. Bu bakımdan milli birlik ve bütünlük daha kolay elde edilmiş olur. Zaten bu bizim ülkümüzdür. Nitekim Ulu Önderimiz Atatürk, “Seneler geçtikçe milli ideal verimleri, güvenle çalışmada, ilerleme hevesinde, milli birlik ve milli irade şeklinde daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir; çünkü biz, esasen milli mevcudiyetin temelini milli şuurda ve birlikte görmekteyiz.” diyerek bu ülküyü göstermiştir. Yine büyük Atatürk, milli hakimiyetin; eşitliğin, adaletin, hürrüyetin temeli ve milletin namusu olduğunu belirtmiştir.
Cumhuriyet yönetiminde ve demokratik bir hukuk devletinde, devlet ve milletin bütünleşmesi esastır.
Bu özelliklere sahip olan devletimizin de milletimizle tam bir bütünlük içinde olması gerekir. Böyle bir bütünlüğün sağlanması için devletin ve milletin birbirlerine karşı olan görevlerini gereği gibi yerine getirmesi zorunludur.
Devlet, milletin bütün fertlerine adaletle, eşit olarak muamele eder; eğitim, sağlık, yol, su, haberleşme, korunma, huzurla yaşama v.b. hususlarda halkın ihtiyaçlarını karşılar.
Yurdumuzu düşmandan korumak için her türlü savunma tedbirlerini alır. Irk, renk, inanç ayrılığına bakmadan bütün milletin birlik, beraberlik içerisinde huzurlu ve mutlu olarak yaşamasını sağlar.
Millet ise, devletinin daima sağlam ve güçlü olması için kendisine düşen her türlü görevi gerektiği gibi yapar. Devlete karşı olan görevlerinin başlıcaları vergi vermek, askerlik görevini yapmak, seçimlere katılmak, kanunlara ve devletin koyduğu diğer yönetmelik ve yönergelere, genel düzene ve güvenliğe uymaktır.
Milletin, devlete karşı olan görevlerini yerine getirdiği ölçüde, devlet de milletine daha iyi bakma, ülkeyi daha süratle geliştirme imkanını bulmuş olur.
Devletin de milletin huzuru ve refahı için gerekli çalışmaları yaptığı ölçüde, hem halkımız mutlu olur, hem de yurdumuz hızla gelişir. Devlet ve millet bütünlüğü de sağlanmış olur.
Devlet, fertlere karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiği için ona derin bir bağlılık duyulur. Bu sebeple Allah yolunda ölmek ile devlet uğrunda ölmek bir tutulmuştur. İşte bu büyük bağlılığın doğmasında, yerleşmesinde inancın rolü de büyüktür.
Allah’ın huzurunda duran her Müslüman, devletini sevmeyi, dinini sevmek gibi kutsal bilir. Hemen her fırsatta “Allah devlete ve millete yıkım (zeval) vermesin.” diye dua edilir. Böylece dinimiz yönünden de devlet ve millet bütünleşmesi, zorunlu bir temel ilkedir.


4. TARİHİMİZDE MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK

Milli Birliğin Doğurduğu Olumlu Sonuçlar

Türk tarihinde, milli birlik ve baraberliğin ortaya çıkardığı olumlu sonuçlar, tarihin zenginliği ve geçmişi kadar derindir. Kurulan her devlet, bu milli birlik ve baraberliğin en güzel örneklerindendir. Ancak bu konuda yakın tarihimizden bir örnek verecek olursak, hiç şüphesiz bu, Kurtuluş Savaşı olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra Türk milleti adına ortaya çıkan ağır sonuçlar karşısında bütün dünyanın “Türkler bitti” düşüncesine karşın, Atatürk’ün önderliğinde büyük bir milli birlik ve beraberlik örneği gösteren Anadolu insanı, Karslı, Diyarbakırlı, Erzurumlu, Sivaslı, Ankaralı, İzmirli, Edirneli olarak harekete geçerek vatanını düşman işgalinden kurtarmıştır. Ordusu terhis edilmiş, fabrikalarına, limanlarına, tersanelerine, kışlalarına el konulmuş ve yöneticilerinin kandırıldığı bir milletin kısa sürede neler başardığı, sadece bu vatanın insanları tarafından değil, tüm milletler tarafından çok iyi bilinmektedir. Milletimiz, Kurtuluş Savaşı sıkıntılarını birlik ve beraberlik içerisinde yenebildiğini gösterdikten sonra, aşamayacağı engelin de olmadığını kanıtlamıştır.
Bir ailenin karşılaştığı sorunlar karşısında tüm fertleriyle ortak olarak mücadele etmesi, sorunların aşılmasında nasıl birinci koşul ise; çekirdeği aileye dayanan milletlerin de aynı şekilde hareketi, aynı sonucu doğurur.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk insanını milli birlik ve beraberliğe iten güç, Atatürk’ün liderliği ve bağımsızlık aşkı olduğu kadar, milletimizin ortak çıkarının etrafında toplanması da önemli rol oynamıştır. O günlerde, “bağımsızlık” ortak çıkar olarak görülmüş ve bu çıkarı sağlamada milli birlik ve beraberlik bir metot olarak tespit edilmiştir. Burada önemli olan, millet olarak ortak çıkarımızın ne olduğunu tespit etmek ve o çıkar için milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmektir. Atatürk’ün de belirttiği gibi, “Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”
Günümüzde de ortak çıkarımız, bağımsızlık, laiklik ve demokrasidir. Milletimiz, bu çıkarlarını korumada, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket ettiği sürece ayakta kalmasını önleyebilecek hiçbir güç yoktur.

Milli Birliğe Önem Verilmeyişinin Olumsuz Sonuçları

Türk tarihi, milli birlik ve beraberliğe verilen önemin çok sayıda örnekleriyle dolu olduğu kadar aksi örneklerle de bilinir. Her şeyden önce kurulan çok sayıda Türk devleti, milli birlik ve beraberlik anlayışına ters davranışlar sebebiyle kısa sürede yıkılmıştır. Kısa sürede devlet kurmayı başaran ve bu nedenle de “teşkilatçılık” niteliğiyle ön plana çıkan Türkler, “milli çıkarlar” etrafında kenetlenmemek ve hatta “milli çıkarlar”ın neden olduğu konusundaki yanlışlarından dolayı kısa sürede devletlerini yıkan da olmuşlardır. Ölen hakan ya da sultanın çocukları arasında ülkenin paylaştırılması, fesat ve bozgunculuğun önüne geçilememesi, dış tahriklere çabuk kanılması ve duygusal hareket edimesi bu yıkımda etkili olmuştur. Göktürkler’i, Gazneliler’i, Anadolu Selçukluları’nı ve daha birçok Türk devletini bu yanlışlığa örnek olarak verebiliriz.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, devletlerin çıkarlarının ne olduğunun tespit edilmesi ve milletin de bu çıkarlar etrafında birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Çıkarın ne olduğunun bilinmediği toplumlarda, herkesin farklı tutum ve arayışlar içinde olması, devletin kısa sürede yıkılması ve dolayısıyla da toplumun büyük felaketlerle karşı karşıya kalması doğal sonuç olmaktadır.
Milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek, günümüz toplumlarının kültür seviyesini de göstermektedir. Şurası gayet açıktır ki; fesadın, kargaşanın ve iç çatışmaların yaşandığı ülkeler, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açılardan geri kalmış toplumlardır. Bir diğer ifadeyle, demokrasinin yaşandığı ülkelerde bu tür sorunlar son derece az görülmektedir.
Günümüzde batı toplumları, demokrasinin ve dolayısıyla da laikliğin ortak çıkarları olduğunu, bu çıkarın zedelenmesi durumunda toplumsal sarsıntıların yaşanacağını bilmekte ve ona göre davranmaktadırlar. Bu davranış biçimi de batıyı sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda başarıya ulaştırmıştır.

Atatürk’ün Milli Birlik ve Beraberlik Anlayışı

Atatürk, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in düşman işgalinden kurtulduğu gün, “Milli Mücadelemizin bu safhası kapanmıştır. Şimdi ikinci safhasını açmamız lazım geliyor.” diyerek işe başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Yüzyılların her alanda görülen geri kalmışlığını kısa sürede ortadan kaldırmayı düşünen Atatürk, bu amaçla çeşitli inkılaplar yapmıştır. Ancak, yapılanların sonuç vermesi ve korunması için en önemli koşullardan birisinin milli birlik ve beraberlik olduğunu da biliyordu. Birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmeyen bir toplumda olumlu bir gelişme sağlanamayacağı gibi toplumun varlığını sürdürmesinin imkansızlığını da kabul ediyordu. Bu nedenle de Atatürk, konuşmalarında ve faaliyetlerinde “milli birlik ve beraberlik” düşüncesine çok büyük ve özel bir önem vermiştir.
Kurtuluş Savaşı’ndaki başarıyı yorumlayan Atatürk, “Bilelim ki, kazandığımız başarı milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Eğer, aynı başarıları ve zaferleri ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım” demiştir.
Milli birlik ve beraberliğe büyük önem veren Atatürk, şunları söylemiştir:
“Memleket, dayanışmaya bağlı bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”
“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet varlığını korumak için bütün yurttaşların canlarını ve her şeylerini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmaları, bir milletin en yenilmez silahı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk milletinin idaresinde ve korunmasında, milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksek göz diktiğimiz idealdir.”
“Bir toplumun varlığı ve saadeti ancak emelde ve isteklerini elde etmede, tam birlik halinde bulunmasına bağlıdır.”
“Gerektiğinde vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbet büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.”
Atatürk Türkiye Cumhurieti’ni kurduğu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın neden olduğu birlik ve beraberlik yanında, başta mezep ayrımcılığı olmak üzere birçok konuda farklılaşmış ve beraberliği zedelenmiş bir toplum ile karşı karşıya kalmıştı. Atatürk, milliyetçilik anlayışının doğal bir sonucu olan milli birlik ve beraberliğin korunmasına çok önem vermiş ve aksi davrananları şu sözleriyle çok sert eleştirmiştir:
“Türk milleti, kendinin ve memeleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.”
Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.
Alıntı
tolga1236 - avatarı
tolga1236
Ziyaretçi
12 Mart 2009       Mesaj #4
tolga1236 - avatarı
Ziyaretçi
tşk.ler yararlı oldu=)
HARUN9045 - avatarı
HARUN9045
Ziyaretçi
2 Nisan 2009       Mesaj #5
HARUN9045 - avatarı
Ziyaretçi
emeğine sağlık teşekürler çok işime yaradı....
MeLiSSiA - avatarı
MeLiSSiA
Ziyaretçi
28 Aralık 2009       Mesaj #6
MeLiSSiA - avatarı
Ziyaretçi
VATANIN BÖLÜNMEZLİĞİ

Vatan Anlayışı

Vatan, kültürel değerlerimizin bulunduğu bir coğrafyadır. Bu coğrafya ilk bakışta bir kara parçasıdır. Bu kara parçası tehlikeye girdiği zaman, uğrunda kanlar dökülür; canlar verilir. Nice analar yavrularını, nice gelinler yiğitlerini yitirir. O zaman bu coğrafyanın taşı, toprağı, dağı, ırmağı başka bir anlam taşır. Her biri düşmana aşılmaz bir engel ve bir uçurum olur. O toprak parçası hemen baş tacı edilir. Bu cansız coğrafya, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bir vatan olur. Bunun için Mithat Cemal, “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” diyor. Bunun için Orhan Şaik:
“Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.” diyor. Yine bunun için Mehmet Akif:
“Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyor.
Gerektiğinde vatanı savunmak için insanları severek ölüme götüren yüce duygulardan biri de din duygusudur. Özellikle İslamiyet’in verdiği şehitlik makamı hiçbir dinde yoktur. Hiçbir dinde İslamdaki şehit olmak şerefi kadar kuvvetli bir unsur bulunmamaktadır. Bu unsur, bizim tarihimizde, zaferlerin kazanılmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur. Analar oğullarını cephelere “Ya şehit ol, ya gazi” diyerek göndermişlerdir.
Şehitler ve gaziler sayesinde bugün biz vatanımızda hür yaşamaktayız. Yine onlar sayesinde üzerinde yaşadığımız toprak parçası vatan olmuştur. Diğer yandan, atalarımızın binlerce yıldır bıraktığı camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, okullar, külliyeler, köprüler, çeşmeler, saraylar, kışlalar, kütüphaneler, kapalı çarşılar ve çeşitli sanat eserleri, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı vatan yapan abidelerdir.
Birlik, bütünlük, ortak ideal ve hedefler gerçekleşince insan toplulukları millet haline gelir. Kitle, kalabalık olmaktan çıkar. Nesiller mensup olduğu bir millete ve üzerinde yaşamakta iftihar ettiği bir vatana sahip olur.
Kader birliği, tarih birliği ve şuuru böylece doğar. Artık böyle bir milletin mensupları, kaderde, tasada ve kıvançta bir olurlar; birbirlerini seven, sayan, kolayca anlaşabilen, birlikte hareket edip başarabilen insanlar haline gelirler.
O halde, vatanın meydana gelmesinde insan elinin ve emeğinin tabiata kattığı nice eserlerin de büyük rolü vardır. Vatan anlayışı kültür ve medeniyet eserleriyle gelişir; derinlik kazanır.

Vatanın Bölünmezliği

Bilindiği gibi dil, din, tarih, kültür ve ülkü birliği, ahlakta, terbiyede, örf ve adetlerde ortak duygu ve hedefler, ortak davranışlar milleti oluşturur. Millet ile vatan, ruhla vücut gibidir. Bu bakımdan anayasalarımızda “Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.” hükmü yer almıştır.
Millet, kendi vatanında birlik ve dirliği bozmadan, ayrılıp parçalanmadan yaşamalıdır. Ancak bu taktirde o milletin fertleri haysiyetli, huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilirler. Şu halde vatanımıza, dilimize, dinimize, kültürümüze, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmalıyız. Mehmet Akif bu görevi şöyle ifade etmiştir:
“Sahipsiz olan vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”
Milletimiz, uzun ve derin tarihi boyunca hep bu şuurla yaşamıştır. Kendisine daima birleşik ordular halinde saldıran düşmanlarla savaşmak zorunda kalmış; çetin muharebeler, sert mücadeleler sonunda, varlığını kabul ettirmiş, tarih boyunca hür yaşamıştır. Bundan sonra da böyle olacaktır. Çünkü Atatürk’ün dediği gibi: “Gerektiği zaman vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir istikbale layık ve aday olan bir millettir.”
Bu duygular ve düşünceler, bizi vatana bağlamalıdır. Vatan sevgisi olmazsa, ne vatanın ne milletin bütünlüğü korunabilir.
Aslında vatan sevgisi, vatan üzerinde yaşayan insanlara, tarihe ve tarihi kültüre beslenen sevgidir. Yoksa kupkuru bir toprak sevgisi değildir. Vatanı sevmek ve korumak, bize atalarımızın emanetidir; ona ihanet edemeyiz, bu dinimizin de emridir. Allah şöyle buyuruyor: “Sizinle savaşanlarla Alllah yolunda savaşın…” Görülüyor ki; inancımıza göre vatanımızda hür ve huzur içinde yaşamak için, gerektiğinde savaşmak da Allah’ın emridir. Bunun dinimizdeki adı cihattır. Vatan, millet, din ve namus yolunda nöbet tutup, savaşan kimseyi Peygamberimiz, bakın nasıl övüyor: “Hudut ve vatan muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (Allah rızası için farzın dışında) gündüz ve gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır.” Bir başka hadiste de Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyuruyor: “İki çeşit gözü cehennem ateşi yakmaz, biri Allah korkusundan ağlayan göz, öteki Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz.”
Görülüyor ki vatanı savunmak, onun bütünlüğünü korumak, kadın ve erkek her Müslümana, ilahi bir görev olarak farzdır. Aynı zamanda, yüce bir milli görevdir.


DEVLET VE BÖLÜNMEZLİĞİ

Devlet; toprak bütünlüğüne bağlı olarak, siyasi bakımdan teşkilatlanmış, millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Hukuki ve siyasi bir organ haline gelemeyen toplumlar, devlet olma özelliğine sahip olamazlar. Devletin içte ve dışta kendini koruyabilmesi için askeri, siyasi, hukuki ve sosyal birtakım kuruluşlara sahip olması gerekir. O, bu kuruluşlarla milleti yönetir.
Millet dil, din, tarih, kütür ve ülkü birliği içinde kendi varlığının şuurunda olan toplumdur. Milletin kendini idare edebilecek bir siyasi organı, yani devleti olmazsa, millet ayakta duramaz.
Toplumların en yüksek ve en gelişmiş olanı millettir. Millet, siyasi birliğe kavuşmadan tamamlanamaz. Millet bütünlüğünün kurulması ve korunması, devletin bütünlüğü ve bölünmezlği ile mümkündür.
Bizim tarihimizde çok köklü bir devlet geleneği vardır. Devlete bağlılık ve onun sürekli olması için her türlü fedakarlık esastır. Devletimizin bütünlüğü ve devamlılığı, milletler topluluğundaki varlığımızın temel unsurudur.


DEVLET VE MİLLET BÜTÜNLEŞMESİ

Devlet, milletin siyasi teşkilatlanmış şekli olmalı; yani milleti idare edenler, o milletin içinden çıkmalıdır. Böylece “Hakimiyet kayıtsız şartsız millettin” olmalıdır. Bu bakımdan milli birlik ve bütünlük daha kolay elde edilmiş olur. Zaten bu bizim ülkümüzdür. Nitekim Ulu Önderimiz Atatürk, “Seneler geçtikçe milli ideal verimleri, güvenle çalışmada, ilerleme hevesinde, milli birlik ve milli irade şeklinde daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir; çünkü biz, esasen milli mevcudiyetin temelini milli şuurda ve birlikte görmekteyiz.” diyerek bu ülküyü göstermiştir. Yine büyük Atatürk, milli hakimiyetin; eşitliğin, adaletin, hürrüyetin temeli ve milletin namusu olduğunu belirtmiştir.
Cumhuriyet yönetiminde ve demokratik bir hukuk devletinde, devlet ve milletin bütünleşmesi esastır.
Bu özelliklere sahip olan devletimizin de milletimizle tam bir bütünlük içinde olması gerekir. Böyle bir bütünlüğün sağlanması için devletin ve milletin birbirlerine karşı olan görevlerini gereği gibi yerine getirmesi zorunludur.
Devlet, milletin bütün fertlerine adaletle, eşit olarak muamele eder; eğitim, sağlık, yol, su, haberleşme, korunma, huzurla yaşama v.b. hususlarda halkın ihtiyaçlarını karşılar.
Yurdumuzu düşmandan korumak için her türlü savunma tedbirlerini alır. Irk, renk, inanç ayrılığına bakmadan bütün milletin birlik, beraberlik içerisinde huzurlu ve mutlu olarak yaşamasını sağlar.
Millet ise, devletinin daima sağlam ve güçlü olması için kendisine düşen her türlü görevi gerektiği gibi yapar. Devlete karşı olan görevlerinin başlıcaları vergi vermek, askerlik görevini yapmak, seçimlere katılmak, kanunlara ve devletin koyduğu diğer yönetmelik ve yönergelere, genel düzene ve güvenliğe uymaktır.
Milletin, devlete karşı olan görevlerini yerine getirdiği ölçüde, devlet de milletine daha iyi bakma, ülkeyi daha süratle geliştirme imkanını bulmuş olur.
Devletin de milletin huzuru ve refahı için gerekli çalışmaları yaptığı ölçüde, hem halkımız mutlu olur, hem de yurdumuz hızla gelişir. Devlet ve millet bütünlüğü de sağlanmış olur.
Devlet, fertlere karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiği için ona derin bir bağlılık duyulur. Bu sebeple Allah yolunda ölmek ile devlet uğrunda ölmek bir tutulmuştur. İşte bu büyük bağlılığın doğmasında, yerleşmesinde inancın rolü de büyüktür.
Allah’ın huzurunda duran her Müslüman, devletini sevmeyi, dinini sevmek gibi kutsal bilir. Hemen her fırsatta “Allah devlete ve millete yıkım (zeval) vermesin.” diye dua edilir. Böylece dinimiz yönünden de devlet ve millet bütünleşmesi, zorunlu bir temel ilkedir.


4. TARİHİMİZDE MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK

Milli Birliğin Doğurduğu Olumlu Sonuçlar

Türk tarihinde, milli birlik ve baraberliğin ortaya çıkardığı olumlu sonuçlar, tarihin zenginliği ve geçmişi kadar derindir. Kurulan her devlet, bu milli birlik ve baraberliğin en güzel örneklerindendir. Ancak bu konuda yakın tarihimizden bir örnek verecek olursak, hiç şüphesiz bu, Kurtuluş Savaşı olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra Türk milleti adına ortaya çıkan ağır sonuçlar karşısında bütün dünyanın “Türkler bitti” düşüncesine karşın, Atatürk’ün önderliğinde büyük bir milli birlik ve beraberlik örneği gösteren Anadolu insanı, Karslı, Diyarbakırlı, Erzurumlu, Sivaslı, Ankaralı, İzmirli, Edirneli olarak harekete geçerek vatanını düşman işgalinden kurtarmıştır. Ordusu terhis edilmiş, fabrikalarına, limanlarına, tersanelerine, kışlalarına el konulmuş ve yöneticilerinin kandırıldığı bir milletin kısa sürede neler başardığı, sadece bu vatanın insanları tarafından değil, tüm milletler tarafından çok iyi bilinmektedir. Milletimiz, Kurtuluş Savaşı sıkıntılarını birlik ve beraberlik içerisinde yenebildiğini gösterdikten sonra, aşamayacağı engelin de olmadığını kanıtlamıştır.
Bir ailenin karşılaştığı sorunlar karşısında tüm fertleriyle ortak olarak mücadele etmesi, sorunların aşılmasında nasıl birinci koşul ise; çekirdeği aileye dayanan milletlerin de aynı şekilde hareketi, aynı sonucu doğurur.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk insanını milli birlik ve beraberliğe iten güç, Atatürk’ün liderliği ve bağımsızlık aşkı olduğu kadar, milletimizin ortak çıkarının etrafında toplanması da önemli rol oynamıştır. O günlerde, “bağımsızlık” ortak çıkar olarak görülmüş ve bu çıkarı sağlamada milli birlik ve beraberlik bir metot olarak tespit edilmiştir. Burada önemli olan, millet olarak ortak çıkarımızın ne olduğunu tespit etmek ve o çıkar için milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmektir. Atatürk’ün de belirttiği gibi, “Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”
Günümüzde de ortak çıkarımız, bağımsızlık, laiklik ve demokrasidir. Milletimiz, bu çıkarlarını korumada, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket ettiği sürece ayakta kalmasını önleyebilecek hiçbir güç yoktur.

Milli Birliğe Önem Verilmeyişinin Olumsuz Sonuçları

Türk tarihi, milli birlik ve beraberliğe verilen önemin çok sayıda örnekleriyle dolu olduğu kadar aksi örneklerle de bilinir. Her şeyden önce kurulan çok sayıda Türk devleti, milli birlik ve beraberlik anlayışına ters davranışlar sebebiyle kısa sürede yıkılmıştır. Kısa sürede devlet kurmayı başaran ve bu nedenle de “teşkilatçılık” niteliğiyle ön plana çıkan Türkler, “milli çıkarlar” etrafında kenetlenmemek ve hatta “milli çıkarlar”ın neden olduğu konusundaki yanlışlarından dolayı kısa sürede devletlerini yıkan da olmuşlardır. Ölen hakan ya da sultanın çocukları arasında ülkenin paylaştırılması, fesat ve bozgunculuğun önüne geçilememesi, dış tahriklere çabuk kanılması ve duygusal hareket edimesi bu yıkımda etkili olmuştur. Göktürkler’i, Gazneliler’i, Anadolu Selçukluları’nı ve daha birçok Türk devletini bu yanlışlığa örnek olarak verebiliriz.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, devletlerin çıkarlarının ne olduğunun tespit edilmesi ve milletin de bu çıkarlar etrafında birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Çıkarın ne olduğunun bilinmediği toplumlarda, herkesin farklı tutum ve arayışlar içinde olması, devletin kısa sürede yıkılması ve dolayısıyla da toplumun büyük felaketlerle karşı karşıya kalması doğal sonuç olmaktadır.
Milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek, günümüz toplumlarının kültür seviyesini de göstermektedir. Şurası gayet açıktır ki; fesadın, kargaşanın ve iç çatışmaların yaşandığı ülkeler, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açılardan geri kalmış toplumlardır. Bir diğer ifadeyle, demokrasinin yaşandığı ülkelerde bu tür sorunlar son derece az görülmektedir.
Günümüzde batı toplumları, demokrasinin ve dolayısıyla da laikliğin ortak çıkarları olduğunu, bu çıkarın zedelenmesi durumunda toplumsal sarsıntıların yaşanacağını bilmekte ve ona göre davranmaktadırlar. Bu davranış biçimi de batıyı sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda başarıya ulaştırmıştır.

Atatürk’ün Milli Birlik ve Beraberlik Anlayışı

Atatürk, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in düşman işgalinden kurtulduğu gün, “Milli Mücadelemizin bu safhası kapanmıştır. Şimdi ikinci safhasını açmamız lazım geliyor.” diyerek işe başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Yüzyılların her alanda görülen geri kalmışlığını kısa sürede ortadan kaldırmayı düşünen Atatürk, bu amaçla çeşitli inkılaplar yapmıştır. Ancak, yapılanların sonuç vermesi ve korunması için en önemli koşullardan birisinin milli birlik ve beraberlik olduğunu da biliyordu. Birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmeyen bir toplumda olumlu bir gelişme sağlanamayacağı gibi toplumun varlığını sürdürmesinin imkansızlığını da kabul ediyordu. Bu nedenle de Atatürk, konuşmalarında ve faaliyetlerinde “milli birlik ve beraberlik” düşüncesine çok büyük ve özel bir önem vermiştir.
Kurtuluş Savaşı’ndaki başarıyı yorumlayan Atatürk, “Bilelim ki, kazandığımız başarı milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Eğer, aynı başarıları ve zaferleri ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım” demiştir.
Milli birlik ve beraberliğe büyük önem veren Atatürk, şunları söylemiştir:
“Memleket, dayanışmaya bağlı bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”
“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet varlığını korumak için bütün yurttaşların canlarını ve her şeylerini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmaları, bir milletin en yenilmez silahı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk milletinin idaresinde ve korunmasında, milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksek göz diktiğimiz idealdir.”
“Bir toplumun varlığı ve saadeti ancak emelde ve isteklerini elde etmede, tam birlik halinde bulunmasına bağlıdır.”
“Gerektiğinde vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbet büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.”
Atatürk Türkiye Cumhurieti’ni kurduğu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın neden olduğu birlik ve beraberlik yanında, başta mezep ayrımcılığı olmak üzere birçok konuda farklılaşmış ve beraberliği zedelenmiş bir toplum ile karşı karşıya kalmıştı. Atatürk, milliyetçilik anlayışının doğal bir sonucu olan milli birlik ve beraberliğin korunmasına çok önem vermiş ve aksi davrananları şu sözleriyle çok sert eleştirmiştir:
“Türk milleti, kendinin ve memeleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.”
Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.


5. KONU İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER

Ayetler

“Ey insanlar! Doğrusu sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki, birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz Allah katında en değerliniz, ona karşı gelmekten en çok sakınanınızdır…” (Hucurat Suresi, 13. ayet)
“Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin çeşit çeşit olması, onun varlığının delillerindendir…” (Rum Suresi, 22. ayet)
“Bir millet kendisinde bulunan güzel meziyetleri değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği nimetini değiştirmez.” (Enfal Suresi, 53. ayet)
“Düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar - Allah’ın bilip sizin bilmediklerinizi yıldırmak üzere - kuvvet ve savaş atları hazırlayın, Allah yolunda sarfettiğiniz her şey size haksızlık yapılmadan tamamen ödenecektir.” (Enfal Suresi, 60. ayet)

Hadisler

“İlahi! Her kim milletin işinden bir vazifeye tayin olunur da onları sıkıntıya düşürürse, sen de onu sıkıntıya düşür; her kim milletin bir işine tayin olunur da onlara karşı yumuşak muamele ederse, sen de dünya ve ahirette ona yumuşaklık göster.” (Riyazüs Salihin Tercümesi, C. II, s. 75)
“Biz bir savaşta Hz. Muhammed (s.a.v.) ile beraberdik; su taşır, yaralıları tedavi eder, gerekenleri Medine’ye götürürdük.” (Ali Himmet Berki, 250 hadis, s. 142)
“Ben ahdimi bozmam ve elçileri hapsetmem.” (Ali Himmet Berki, 250 hadis, s. 106)
“Siz, insanları, mallarınızla tatmin edemezsiniz; ancak onları güler yüz ve güzel ahlak tatmin eder.” (Ali Himmet Berki, 250 hadis, s. 99)


6. KAYNAKLAR

a. Din Kültürü Ve Ahlak Bilgisi
b. Milli Güvenlik Bilgisi
heln35 - avatarı
heln35
Ziyaretçi
12 Kasım 2010       Mesaj #7
heln35 - avatarı
Ziyaretçi
mustafa kemal atatürk'ün milli birliğe verdiği önemi açıklayınız.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
2 Mayıs 2011       Mesaj #8
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
VATANIN BÖLÜNMEZLİĞİ

Vatan Anlayışı

Vatan, kültürel değerlerimizin bulunduğu bir coğrafyadır. Bu coğrafya ilk bakışta bir kara parçasıdır. Bu kara parçası tehlikeye girdiği zaman, uğrunda kanlar dökülür; canlar verilir. Nice analar yavrularını, nice gelinler yiğitlerini yitirir. O zaman bu coğrafyanın taşı, toprağı, dağı, ırmağı başka bir anlam taşır. Her biri düşmana aşılmaz bir engel ve bir uçurum olur. O toprak parçası hemen baş tacı edilir. Bu cansız coğrafya, her karış toprağı şehit kanlarıyla sulanmış bir vatan olur. Bunun için Mithat Cemal, “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.” diyor. Bunun için Orhan Şaik:
“Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.” diyor. Yine bunun için Mehmet Akif:
“Kim bu cennet vatan uğruna olmaz ki feda,
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda” diyor.
Gerektiğinde vatanı savunmak için insanları severek ölüme götüren yüce duygulardan biri de din duygusudur. Özellikle İslamiyet’in verdiği şehitlik makamı hiçbir dinde yoktur. Hiçbir dinde İslamdaki şehit olmak şerefi kadar kuvvetli bir unsur bulunmamaktadır. Bu unsur, bizim tarihimizde, zaferlerin kazanılmasında en büyük etkenlerden biri olmuştur. Analar oğullarını cephelere “Ya şehit ol, ya gazi” diyerek göndermişlerdir.
Şehitler ve gaziler sayesinde bugün biz vatanımızda hür yaşamaktayız. Yine onlar sayesinde üzerinde yaşadığımız toprak parçası vatan olmuştur. Diğer yandan, atalarımızın binlerce yıldır bıraktığı camiler, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, okullar, külliyeler, köprüler, çeşmeler, saraylar, kışlalar, kütüphaneler, kapalı çarşılar ve çeşitli sanat eserleri, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı vatan yapan abidelerdir.
Birlik, bütünlük, ortak ideal ve hedefler gerçekleşince insan toplulukları millet haline gelir. Kitle, kalabalık olmaktan çıkar. Nesiller mensup olduğu bir millete ve üzerinde yaşamakta iftihar ettiği bir vatana sahip olur.
Kader birliği, tarih birliği ve şuuru böylece doğar. Artık böyle bir milletin mensupları, kaderde, tasada ve kıvançta bir olurlar; birbirlerini seven, sayan, kolayca anlaşabilen, birlikte hareket edip başarabilen insanlar haline gelirler.
O halde, vatanın meydana gelmesinde insan elinin ve emeğinin tabiata kattığı nice eserlerin de büyük rolü vardır. Vatan anlayışı kültür ve medeniyet eserleriyle gelişir; derinlik kazanır.

Vatanın Bölünmezliği

Bilindiği gibi dil, din, tarih, kültür ve ülkü birliği, ahlakta, terbiyede, örf ve adetlerde ortak duygu ve hedefler, ortak davranışlar milleti oluşturur. Millet ile vatan, ruhla vücut gibidir. Bu bakımdan anayasalarımızda “Türkiye Devleti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür.” hükmü yer almıştır.
Millet, kendi vatanında birlik ve dirliği bozmadan, ayrılıp parçalanmadan yaşamalıdır. Ancak bu taktirde o milletin fertleri haysiyetli, huzurlu ve mutlu bir hayat sürebilirler. Şu halde vatanımıza, dilimize, dinimize, kültürümüze, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmalıyız. Mehmet Akif bu görevi şöyle ifade etmiştir:
“Sahipsiz olan vatanın batması haktır,
Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”
Milletimiz, uzun ve derin tarihi boyunca hep bu şuurla yaşamıştır. Kendisine daima birleşik ordular halinde saldıran düşmanlarla savaşmak zorunda kalmış; çetin muharebeler, sert mücadeleler sonunda, varlığını kabul ettirmiş, tarih boyunca hür yaşamıştır. Bundan sonra da böyle olacaktır. Çünkü Atatürk’ün dediği gibi: “Gerektiği zaman vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet elbette büyük bir istikbale layık ve aday olan bir millettir.”
Bu duygular ve düşünceler, bizi vatana bağlamalıdır. Vatan sevgisi olmazsa, ne vatanın ne milletin bütünlüğü korunabilir.
Aslında vatan sevgisi, vatan üzerinde yaşayan insanlara, tarihe ve tarihi kültüre beslenen sevgidir. Yoksa kupkuru bir toprak sevgisi değildir. Vatanı sevmek ve korumak, bize atalarımızın emanetidir; ona ihanet edemeyiz, bu dinimizin de emridir. Allah şöyle buyuruyor: “Sizinle savaşanlarla Alllah yolunda savaşın…” Görülüyor ki; inancımıza göre vatanımızda hür ve huzur içinde yaşamak için, gerektiğinde savaşmak da Allah’ın emridir. Bunun dinimizdeki adı cihattır. Vatan, millet, din ve namus yolunda nöbet tutup, savaşan kimseyi Peygamberimiz, bakın nasıl övüyor: “Hudut ve vatan muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (Allah rızası için farzın dışında) gündüz ve gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır.” Bir başka hadiste de Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyuruyor: “İki çeşit gözü cehennem ateşi yakmaz, biri Allah korkusundan ağlayan göz, öteki Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz.”
Görülüyor ki vatanı savunmak, onun bütünlüğünü korumak, kadın ve erkek her Müslümana, ilahi bir görev olarak farzdır. Aynı zamanda, yüce bir milli görevdir.


DEVLET VE BÖLÜNMEZLİĞİ

Devlet; toprak bütünlüğüne bağlı olarak, siyasi bakımdan teşkilatlanmış, millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır. Hukuki ve siyasi bir organ haline gelemeyen toplumlar, devlet olma özelliğine sahip olamazlar. Devletin içte ve dışta kendini koruyabilmesi için askeri, siyasi, hukuki ve sosyal birtakım kuruluşlara sahip olması gerekir. O, bu kuruluşlarla milleti yönetir.
Millet dil, din, tarih, kütür ve ülkü birliği içinde kendi varlığının şuurunda olan toplumdur. Milletin kendini idare edebilecek bir siyasi organı, yani devleti olmazsa, millet ayakta duramaz.
Toplumların en yüksek ve en gelişmiş olanı millettir. Millet, siyasi birliğe kavuşmadan tamamlanamaz. Millet bütünlüğünün kurulması ve korunması, devletin bütünlüğü ve bölünmezlği ile mümkündür.
Bizim tarihimizde çok köklü bir devlet geleneği vardır. Devlete bağlılık ve onun sürekli olması için her türlü fedakarlık esastır. Devletimizin bütünlüğü ve devamlılığı, milletler topluluğundaki varlığımızın temel unsurudur.


DEVLET VE MİLLET BÜTÜNLEŞMESİ

Devlet, milletin siyasi teşkilatlanmış şekli olmalı; yani milleti idare edenler, o milletin içinden çıkmalıdır. Böylece “Hakimiyet kayıtsız şartsız millettin” olmalıdır. Bu bakımdan milli birlik ve bütünlük daha kolay elde edilmiş olur. Zaten bu bizim ülkümüzdür. Nitekim Ulu Önderimiz Atatürk, “Seneler geçtikçe milli ideal verimleri, güvenle çalışmada, ilerleme hevesinde, milli birlik ve milli irade şeklinde daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir; çünkü biz, esasen milli mevcudiyetin temelini milli şuurda ve birlikte görmekteyiz.” diyerek bu ülküyü göstermiştir. Yine büyük Atatürk, milli hakimiyetin; eşitliğin, adaletin, hürrüyetin temeli ve milletin namusu olduğunu belirtmiştir.
Cumhuriyet yönetiminde ve demokratik bir hukuk devletinde, devlet ve milletin bütünleşmesi esastır.
Bu özelliklere sahip olan devletimizin de milletimizle tam bir bütünlük içinde olması gerekir. Böyle bir bütünlüğün sağlanması için devletin ve milletin birbirlerine karşı olan görevlerini gereği gibi yerine getirmesi zorunludur.
Devlet, milletin bütün fertlerine adaletle, eşit olarak muamele eder; eğitim, sağlık, yol, su, haberleşme, korunma, huzurla yaşama v.b. hususlarda halkın ihtiyaçlarını karşılar.
Yurdumuzu düşmandan korumak için her türlü savunma tedbirlerini alır. Irk, renk, inanç ayrılığına bakmadan bütün milletin birlik, beraberlik içerisinde huzurlu ve mutlu olarak yaşamasını sağlar.
Millet ise, devletinin daima sağlam ve güçlü olması için kendisine düşen her türlü görevi gerektiği gibi yapar. Devlete karşı olan görevlerinin başlıcaları vergi vermek, askerlik görevini yapmak, seçimlere katılmak, kanunlara ve devletin koyduğu diğer yönetmelik ve yönergelere, genel düzene ve güvenliğe uymaktır.
Milletin, devlete karşı olan görevlerini yerine getirdiği ölçüde, devlet de milletine daha iyi bakma, ülkeyi daha süratle geliştirme imkanını bulmuş olur.
Devletin de milletin huzuru ve refahı için gerekli çalışmaları yaptığı ölçüde, hem halkımız mutlu olur, hem de yurdumuz hızla gelişir. Devlet ve millet bütünlüğü de sağlanmış olur.
Devlet, fertlere karşı görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiği için ona derin bir bağlılık duyulur. Bu sebeple Allah yolunda ölmek ile devlet uğrunda ölmek bir tutulmuştur. İşte bu büyük bağlılığın doğmasında, yerleşmesinde inancın rolü de büyüktür.
Allah’ın huzurunda duran her Müslüman, devletini sevmeyi, dinini sevmek gibi kutsal bilir. Hemen her fırsatta “Allah devlete ve millete yıkım (zeval) vermesin.” diye dua edilir. Böylece dinimiz yönünden de devlet ve millet bütünleşmesi, zorunlu bir temel ilkedir.


4. TARİHİMİZDE MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK

Milli Birliğin Doğurduğu Olumlu Sonuçlar

Türk tarihinde, milli birlik ve baraberliğin ortaya çıkardığı olumlu sonuçlar, tarihin zenginliği ve geçmişi kadar derindir. Kurulan her devlet, bu milli birlik ve baraberliğin en güzel örneklerindendir. Ancak bu konuda yakın tarihimizden bir örnek verecek olursak, hiç şüphesiz bu, Kurtuluş Savaşı olacaktır.
Birinci Dünya Savaşı’nın kaybedilmesinden sonra Türk milleti adına ortaya çıkan ağır sonuçlar karşısında bütün dünyanın “Türkler bitti” düşüncesine karşın, Atatürk’ün önderliğinde büyük bir milli birlik ve beraberlik örneği gösteren Anadolu insanı, Karslı, Diyarbakırlı, Erzurumlu, Sivaslı, Ankaralı, İzmirli, Edirneli olarak harekete geçerek vatanını düşman işgalinden kurtarmıştır. Ordusu terhis edilmiş, fabrikalarına, limanlarına, tersanelerine, kışlalarına el konulmuş ve yöneticilerinin kandırıldığı bir milletin kısa sürede neler başardığı, sadece bu vatanın insanları tarafından değil, tüm milletler tarafından çok iyi bilinmektedir. Milletimiz, Kurtuluş Savaşı sıkıntılarını birlik ve beraberlik içerisinde yenebildiğini gösterdikten sonra, aşamayacağı engelin de olmadığını kanıtlamıştır.
Bir ailenin karşılaştığı sorunlar karşısında tüm fertleriyle ortak olarak mücadele etmesi, sorunların aşılmasında nasıl birinci koşul ise; çekirdeği aileye dayanan milletlerin de aynı şekilde hareketi, aynı sonucu doğurur.
Kurtuluş Savaşı’nda Türk insanını milli birlik ve beraberliğe iten güç, Atatürk’ün liderliği ve bağımsızlık aşkı olduğu kadar, milletimizin ortak çıkarının etrafında toplanması da önemli rol oynamıştır. O günlerde, “bağımsızlık” ortak çıkar olarak görülmüş ve bu çıkarı sağlamada milli birlik ve beraberlik bir metot olarak tespit edilmiştir. Burada önemli olan, millet olarak ortak çıkarımızın ne olduğunu tespit etmek ve o çıkar için milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmektir. Atatürk’ün de belirttiği gibi, “Türk milleti, milli birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.”
Günümüzde de ortak çıkarımız, bağımsızlık, laiklik ve demokrasidir. Milletimiz, bu çıkarlarını korumada, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket ettiği sürece ayakta kalmasını önleyebilecek hiçbir güç yoktur.

Milli Birliğe Önem Verilmeyişinin Olumsuz Sonuçları

Türk tarihi, milli birlik ve beraberliğe verilen önemin çok sayıda örnekleriyle dolu olduğu kadar aksi örneklerle de bilinir. Her şeyden önce kurulan çok sayıda Türk devleti, milli birlik ve beraberlik anlayışına ters davranışlar sebebiyle kısa sürede yıkılmıştır. Kısa sürede devlet kurmayı başaran ve bu nedenle de “teşkilatçılık” niteliğiyle ön plana çıkan Türkler, “milli çıkarlar” etrafında kenetlenmemek ve hatta “milli çıkarlar”ın neden olduğu konusundaki yanlışlarından dolayı kısa sürede devletlerini yıkan da olmuşlardır. Ölen hakan ya da sultanın çocukları arasında ülkenin paylaştırılması, fesat ve bozgunculuğun önüne geçilememesi, dış tahriklere çabuk kanılması ve duygusal hareket edimesi bu yıkımda etkili olmuştur. Göktürkler’i, Gazneliler’i, Anadolu Selçukluları’nı ve daha birçok Türk devletini bu yanlışlığa örnek olarak verebiliriz.
Yukarıda da ifade edildiği gibi, devletlerin çıkarlarının ne olduğunun tespit edilmesi ve milletin de bu çıkarlar etrafında birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesi gerekmektedir. Çıkarın ne olduğunun bilinmediği toplumlarda, herkesin farklı tutum ve arayışlar içinde olması, devletin kısa sürede yıkılması ve dolayısıyla da toplumun büyük felaketlerle karşı karşıya kalması doğal sonuç olmaktadır.
Milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmek, günümüz toplumlarının kültür seviyesini de göstermektedir. Şurası gayet açıktır ki; fesadın, kargaşanın ve iç çatışmaların yaşandığı ülkeler, sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik açılardan geri kalmış toplumlardır. Bir diğer ifadeyle, demokrasinin yaşandığı ülkelerde bu tür sorunlar son derece az görülmektedir.
Günümüzde batı toplumları, demokrasinin ve dolayısıyla da laikliğin ortak çıkarları olduğunu, bu çıkarın zedelenmesi durumunda toplumsal sarsıntıların yaşanacağını bilmekte ve ona göre davranmaktadırlar. Bu davranış biçimi de batıyı sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanlarda başarıya ulaştırmıştır.

Atatürk’ün Milli Birlik ve Beraberlik Anlayışı

Atatürk, 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’in düşman işgalinden kurtulduğu gün, “Milli Mücadelemizin bu safhası kapanmıştır. Şimdi ikinci safhasını açmamız lazım geliyor.” diyerek işe başlamış ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Yüzyılların her alanda görülen geri kalmışlığını kısa sürede ortadan kaldırmayı düşünen Atatürk, bu amaçla çeşitli inkılaplar yapmıştır. Ancak, yapılanların sonuç vermesi ve korunması için en önemli koşullardan birisinin milli birlik ve beraberlik olduğunu da biliyordu. Birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmeyen bir toplumda olumlu bir gelişme sağlanamayacağı gibi toplumun varlığını sürdürmesinin imkansızlığını da kabul ediyordu. Bu nedenle de Atatürk, konuşmalarında ve faaliyetlerinde “milli birlik ve beraberlik” düşüncesine çok büyük ve özel bir önem vermiştir.
Kurtuluş Savaşı’ndaki başarıyı yorumlayan Atatürk, “Bilelim ki, kazandığımız başarı milletin kuvvetlerini birleştirmesinden ileri gelmiştir. Eğer, aynı başarıları ve zaferleri ileride de kazanmak istiyorsak, aynı esasa dayanalım” demiştir.
Milli birlik ve beraberliğe büyük önem veren Atatürk, şunları söylemiştir:
“Memleket, dayanışmaya bağlı bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”
“Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Millet varlığını korumak için bütün yurttaşların canlarını ve her şeylerini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmaları, bir milletin en yenilmez silahı ve korunma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk milletinin idaresinde ve korunmasında, milli birlik, milli duygu, milli kültür en yüksek göz diktiğimiz idealdir.”
“Bir toplumun varlığı ve saadeti ancak emelde ve isteklerini elde etmede, tam birlik halinde bulunmasına bağlıdır.”
“Gerektiğinde vatan için tek bir fert gibi yekpare azim ve karar ile çalışmasını bilen bir millet, elbet büyük bir geleceğe layık ve aday olan bir millettir.”
Atatürk Türkiye Cumhurieti’ni kurduğu yıllarda Kurtuluş Savaşı’nın neden olduğu birlik ve beraberlik yanında, başta mezep ayrımcılığı olmak üzere birçok konuda farklılaşmış ve beraberliği zedelenmiş bir toplum ile karşı karşıya kalmıştı. Atatürk, milliyetçilik anlayışının doğal bir sonucu olan milli birlik ve beraberliğin korunmasına çok önem vermiş ve aksi davrananları şu sözleriyle çok sert eleştirmiştir:
“Türk milleti, kendinin ve memeleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.”
Toplumun içindeki farklı düşünceler, farklı inanışlar ne olursa olsun, milli birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmesini bilen bir milletin başaramayacağı iş, aşamayacağı engel yoktur.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
19 Kasım 2012       Mesaj #9
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
“Her taşı bir yakut olan bu vatan,
Can verme sırrına erenlerindir.”

“Memleket, dayanışmaya bağlı bir birliğe muhtaçtır. Alelade politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.”

Türk milleti, kendinin ve memeleketin yüksek menfaatlerinin aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlamayacak bir topluluk değildir.”

Sözleri örnek olarak verilebilir.

Benzer Konular

22 Kasım 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
15 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap
5 Ocak 2012 / İbRaHiMARSLAN Soru-Cevap
7 Ekim 2015 / Misafir Soru-Cevap
4 Şubat 2012 / Misafir Soru-Cevap