Arama

Sokrates'in Varlık Felsefesi hakkında bilgi verebilir misiniz?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 10 Mayıs 2009 Gösterim: 29.984 Cevap: 2
Murat Murat - avatarı
Murat Murat
Ziyaretçi
10 Mayıs 2009       Mesaj #1
Murat Murat - avatarı
Ziyaretçi
Sokratesin varlık felsefesi hakkında bilgi alabilirmiyim.Forumunuzda bununla ilgili konu var ancak hiçbiri varlık felsefesiyle ilgili bilgi içermiyor.Sadecce sokratesi tanıtıyorlar.teşekkürler.
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
SOCRATES (Atina; 469-399) Socrates’e göre insanlara yeni bir sey öğretmek mümkün olmamaktadır. Böyle bir işe kalkışmak da saygın bir davranış değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır. Daha sonra bu bilgiden etkilenen, psikologlar çevresel öğrenme kuramlarını inşa etmişlerdir. Özellikle öğrenmenin alışkanlık (habitual) olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre latent (gizil) öğrenme bağları zaten organizmada doğuşta vardır. Tek yapılabilecek şey, tekrar, egzersiz yoluyla bu bağları açığa çıkararak kalıcı hale getirmektir. Bu kuramcılara göre, öğrenmede alışkanlık ve tekrar esastır.Yapılması gereken şey bilgileri ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmaktır. Bunun yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur. Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur. Sokrates diyalog konusunda kendine özgü ince-alaylı bir konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmistir. “ Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim.” diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama serüveninde; konunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren konular üzerinde söyleşir. Bir yandan bilgiyi ararken diger yandan da bilgiye sahip olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder. Bu tavrının bedelini “Atina’nın Tanrılarına inanmamak ve gençleri baştan çıkarmak”la suçlandığı mahkemeden aldığı ölüm cezası ile ödemiştir. Mahkemede yaptıkları nedeniyle ceza değil ödül alması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslında ceza değil ödül olduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku veya bir başka dünyaya göç olduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatmıştır.

Sponsorlu Bağlantılar
Korkunun bilgisizlikten kaynaklandığını, sonuçlarını bildiğimiz durumlardan korkulmayacağını söyler. Ölüm cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve ögrencilerinin önünde ölür. Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ancak trajik bir örnektir. Kendisini izleyen düşünürler üzerinde özellikle de ethik (ahlak felsefesi) yönünden oldukça etkili olmuştur. Ancak izleyenleri onun haz teorisini (Hedonizm) farklı biçimlerde yorumlayarak farklı dünya görüşlerine ulaşmışlardır. Sokrates’i en iyi anlayan ve en dogru yorumlayan, giderek de görüşlerini sistemli bir biçime sokan Platon’dur.
Varlık Felsefesi

Felsefe, varlığın var olup olmadığını; varsa eğer nasıl var olduğunu sorgular. Reel (gerçek) ve ideal (düşüncel) varlık alanları, töz (cevher) ve öz ile oluş nedir gibi sorular ontolojinin (varlık öğretisinin) temel sorunlarıdır. Bu konudaki açıklama ve varsayımlar ilkçağa dayanır. Ancak ontolojinin bir felsefe dalı olması ve bu adı alması 17. yüzyılda Wolf'a dayanmaktadır. 18. ve 19. yüzyılda Immanuel Kant ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in bu alandaki çalışmalarını, 20. yüzyılda Hartmann izlemiştir. Ancak doğaldır ki varlık sorunu ilk günden bu yana felsefeyi meşgul etmiştir.
Başlangıçta doğa filozoflarının ilgilendiği varlık sorunu onların hemen ardından Atina idealistlerinin metafizik anlayışında temel sorun olmuştur. Varoluşu idealist bir anlayışla ele anmak orta çağında karakteristiği olarak karşımıza çıkar.
Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım:
İlkçağ Maddecileri
İlkçağ Maddecileri (Doğa Filozofları) Thales'ten Demokritos'a kadar uzanan ve coğrafya olarak Anadolu'da yaşayan düşünürlere verilen addır. Maddeci düşünürler; evrenin bir yaratıcısı olmadığı ve ezeli bir var oluş içinde olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre "Hiçten bir şey olmaz."Evrenin de bir ilk biçimi, ilkolanı, arkhé'si vardır. Her şey arkhénin dönüşümü sonucu bugünkü halini almıştır.
Thales'e (625-545) göre ilk olan sudur. Her şey sudan gelir ve yine suya dönecektir. Dünya da sonsuz su (okeanos) içinde yüzer.
Arkhenin ne olduğu konusunda çok farklı isimlendirmelere rastlanır. İlkolan kimi zaman toprak, hava, su veya ateş ya da bunların kombinasyonunu şeklinde karşımıza çıkmaktadır; kimi zaman ise sayı, apeiron (sınırsızlık-sonsuzluk) sperma (tohum) ya da atom olarak.
(540-480) gelir. İlkolan'ı ateş olarak kabul eden İlk çağ maddecileri içinde öne çıkan düşünürlerin başında Efesli HerakleitosEfesli Herakleitos; evreni karşıtların zıtlığı ve birlikteliği ile açıklar. Tanrı da ihtiyarlık ile gençlik, gece ile gündüz gibi zıtlıkların arkasında bir olan noustur, akıldır. Ona göre evrende değişmeyen tek şey değişimdir. Bu nedenle de " Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. Çünkü hem ırmak değişmiştir; hem de biz."
Maddeci görüşü son noktasına taşıyan da Teos'lu Demokritos'tur. (460-370) Ona göre evrenin temel yapı taşı bölünemeyen madde yani atomdur. Canlı-cansız, bitki-hayvan, insan-ruh her şeyin temelinde atom vardır. Atomlar yapısal olarak aynı oldukları halde hareket alanları, hareket hızları, ağırlıkları, dizilişleri farklılık gösterdiği için dünyadaki farklı maddeler oluşmaktadır. İnsan duyu organları ile ancak maddenin dış görünüşü hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama maddenin temelini oluşturan atomlar hakkında bilgi edilemez. Bu nedenle de maddelere ait bilgilerimiz doğruluktan yoksundur ve karanlıktır.
Sofistler: İlkçağ Şüphecileri
"Bilen" anlamına gelen sofist sözcüğü ilkçağda genellikle gezgin öğretmenlik yaparak yaşamlarını çok farklı mekanlarda geçiren düşünürlere verilen bir addır. Sofistler genelde kuşkucu bir yaklaşım içindedirler. İnsan sorununa geniş yer verdikleri düşünceleri; görelilikten bilinemezciliğe kadar uzanır.
Protagoras'a (482-411) göre "İnsan her şeyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da; varolmayanların varolmadıklarının da." Buna göre her şey için tam karşıt iki tez ileri sürülebilir.
Gorgias (483-375) biraz daha ileri giderek; genel olarak varlık hakkında bilginin olanaksızlığını ileri sürer. Ona göre hiçbir şeyin varlığı kesin değildir. Varlık olsaydı bile onu bilmek olanaksızdır. Bir şekilde varlığı bilseydik bile bunu başkalarına bildiremezdik.
İlkçağ İdealistleri
Atina'da felsefe diğer şehirlerden çok farklı bir yol izler. Sokrates'le başlayan, Platon'la devam eden ve Aristoteles'le noktalanan idealist yaklaşımlar yalnızca kendi dönemlerinde değil, çok sonraları da etkili olmuştur. Bu düşünürlerin kurdukları ruhçu ve idealist yaklaşım özellikle de iki büyük dinin resmi görüşlerinin temelini oluşturmuştur. Hıristiyanların yanı sıra İslam dünyası da bu düşünürlere büyük önem vermiştir. Platon'u Eflatun olarak tanıyan İslam dünyası, Aristoteles için de başöğretmen sıfatını kullanmıştır.
Varlık hakkındaki düşünceleri idealist olan üçlünün bilginin kaynağı konusundaki yaklaşımları da akılcıdır.
Akılcı öğreti bilginin kaynağının öznel ve aldatıcı olan duyu verileri olamayacağı görüşündedir. Akılcı öğreti herkes için geçerli olan gerçek bilgilere ancak akıl yolu ile ulaşabileceğimiz savındadır. Ancak kendi aralarında da iki farklı yaklaşım sergilerler. Birinci görüş (Sokrates ve Platon) bilgilerin doğuştan insan aklında hazır olduğunu; ikinci görüş (Aristoteles) ise doğuştan bilgilerin değil, bilgiyi elde etmede kullanılan akıl ilkelerinin doğuştan var olduğunu ileri sürer.
Sokrates (Atina; 469-399)

attachmentphp?attachmentid8716&ampd1161539100

Sokrates'e göre insanlara yeni bir şey öğretmek mümkün olmadığı gibi, böyle bir işe kalkışmak da saygın bir şey değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır. Yapılması gereken şey bilgileri ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmak, doğurtmaktır. (Maieutike) Bunu yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur. Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur.
Sokrates diyalog konusunda kendine özgü ince-alaylı bir konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmiştir.
"Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim." diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama serüveninde; konunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren konular üzerinde söyleşir. Bir yandan bilgiyi ararken diğer yandan da bilgiye sahip olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder.
Bu tavrının bedelini "Atina'nın tanrılarına inanmamak ve gençleri baştan çıkarmak"la suçlandığı mahkemeden aldığı ölüm cezası ile öder.
Mahkemede yaptıkları nedeniyle ceza değil ödül alması gerektiğini ileri sürer. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslında ceza değil ödül olduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku veya bir başka dünyaya göç olduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatır. Korkunun bilgisizlikten kaynaklandığını, sonuçlarını bildiğimiz durumlardan korkulmayacağını söyler. Ölüm cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve öğrencilerinin önünde ölür.
Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ancak trajik bir örnek oluşturur. Kendisini izleyen düşünürler üzerinde özellikle de ethik (ahlak felsefesi) açısında oldukça etkili olur. Ancak izleyenleri onun haz teorisini farklı biçimlerde yorumlayarak farklı dünya görüşlerine ulaşırlar.
Sokrates'i en iyi anlayan ve en doğru yorumlayan, giderek de görüşlerini sistemli bir biçime sokan Platon'dur.
Platon (427-347 Atina)

attachmentphp?attachmentid8717&ampd1161539100

Sokrates'in diyaloglarını yazıya geçirdi. O öldükten sonra da yapıtlarında Sokrates'i konuşturmaya devam etti. Platon düşüncelerini Akademia adını verdiği okulunda yaydı. Sokrates'te dağınık olan idealist anlayışları sistemli bir dünya görüşü haline getirdi.
Platon'a göre iki ayrı dünya vardır. Bunlardan birincisi "idea"ların evrenidir. İdea'lar düşünsel varlıklardır, nesnellik taşımazlar. Ancak gerçektirler. Her İdea'dan bir tane vardır. Hem tek hem de gerçek olan ideaların bilgisi de tek ve gerçektir. Ancak ideaları duyu organlarıyla kavramak olanaksızdır. Onları bilgisine ancak akıl yolu ile ulaşabiliriz. Platon bu bilgilere "episteme", "sophia" (gerçek bilgi) adını verir.Bu bilginin peşine düşen insan da gerçek bilginin dostu olan filo-sophia yani filozoftur.
İkinci evren ise şu an içinde yaşadığımız "fenomen"ler evrenidir. Fenomenler ideaların gölgeleridir. Fenomenler evreni nesneldir ancak gerçeklikten yoksundur. O bir yanılsamadır. Sanal bir evrendir. İdeaların fenomenler evreninde birden çok gölgesi yani yansımaları vardır. Gölgelerin hiç biri tam olarak ideaları yansıtmazlar. Bir fenomen (gölge) ideasına ne kadar benzer se o kadar o "şey" olur. Fenomenler duyu organları ile kavranırlar. Biz onlar hakkında bu yolla bilgi sahibi olabiliriz. Ancak bu bilgiler fenomenler evreni gibi "tek"likten ve "gerçek"likten yoksundurlar. Doxa (sanı bilgisi) adını verdiği bu bilgilerin peşinde koşan ve ideaların farkında olmayan kişilere sanı dostu anlamına gelen filo-dox adını verir.
Platon'a göre insan ruh olarak idealar evreninde yaşar. Bu nedenle de ideaların bilgilere ruh olarak sahiptir. Ancak insan zaman zaman bir beden içinde fenomenler evrenine gelir. Fenomenler dünyasında yaşarken ideaları unutur. Fenomenlerin aldatıcı bilgileri peşine düşer. Filodox olur. İçlerinden bazıları ise ideaların bilgisini akılları aracılığı ile anımsarlar ve gerçek bilgilerin peşine giderler. Filozof olurlar.
Aristoteles (384-322 Atina)

attachmentphp?attachmentid8718&ampd1161539100

Öğretmeni Platon'un düşüncelerine katılmadığı için, yetiştiği okula yani Akademia'ya yönetici olmayı kabul etmeyip, kendi okulunu, Lyceum'u (lise) açmıştır.
Pek çok kitabının yanı sıra O; doğru düşünmenin yollarını açıkladığı Organon (Alet) adlı kitabı ile de kendi adıyla anılan Klasik Mantık'ın kurucusu olmuştur. Felsefe alanında olduğu kadar bilimsel çalışmalarıyla da önemli olan Aristoteles, ontolojik anlayışını Fizik kitabının ardından yazığı ve adını Fizikten Sonra olarak koyduğu Metafizik kitabında ortaya koymuştur. O günden bu yana da metafizik kavramı doğaüstü anlamında kullanılmaktadır.
Ona göre iki ayrı evren yoktur. Tek evren vardır ve nesnel olanla gerçek olan ayrı şeyler değil bir ve aynı şeydir. Ancak var oluş, iki farklı özün değişik oranlarda birleşmesiyle gerçekleşir. Var oluş form (salt biçim) ile hyle'in (salt madde) birleşmesidir. Saf madde biçim almaksızın var olamaz. O ancak bir olanaktır, var değildir. Var olabilmesi için mutlaka form alması gerekir.
Varlığın en basit biçimi cansız maddedir. Form Hyle'ye şekil, renk, koku gibi temel, basit özellikler vererek onu var eder. Varlığın ikinci aşaması bitkilerdir. Bitkiler kendinden önceki varlık tabakasının -cansız maddelerin- tüm özelliklerini taşımanın yanı sıra, özümseme yapma ve benzerini yaratarak çoğalma gibi özelliklere sahiptirler. Bitkiler daha fazla form alarak bu fazla özelliklere sahip olmuşlardır.
Varlık tabakalarının üçüncüsü hayvanlardır. Hayvanlar bitkilerden daha fazla form sahibi oldukları için onlardan daha mükemmeldirler ve onlarda bulunmayan duyumsama ve yer değiştirme özellikleri vardır.
Hayvanlar üstünde yer alan son varlık tabakası, insanlardır. İnsan akıl sahibi olma özelliği ile diğer varlıklardan ayrılır. İnsan aklı doğuştan sahip olduğu akıl ilkeleri ile algı sürecinden edindiği malzemeleri işleyerek, duyum süreçlerini bilgi haline getirir. Bu işlemi yaparken de mantık kuralları ile davrandığı oranda doğru bilgilere ulaşabilir.
Ancak Aristoteles tüm insanların bu yeteneklere sahip olmadığını söyler. Çünkü insanlar da tıpkı kendinden önceki tabakalar gibi kendi içinde farklı tabakalara sahiptir. İnsanların en alt basamağını kadınlar oluştururlar ve onlar aklın ilkelerine sahip değildirler. Onların üstünde yer alan köylü ve köle erkekler de tıpkı kadınlar gibi akıl ilkelerinden yoksun olarak dünyaya gelirler. Bu nedenle onlar da kadınlar gibi doğru düşünme yeteneğinden yoksundurlar.
Varlık tabakalarının dışında form tek başına vardır ve en yetkin durumundadır. Salt biçim Tanrıdır.


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
10 Mayıs 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
SOCRATES (Atina; 469-399) Socrates’e göre insanlara yeni bir sey öğretmek mümkün olmamaktadır. Böyle bir işe kalkışmak da saygın bir davranış değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır. Daha sonra bu bilgiden etkilenen, psikologlar çevresel öğrenme kuramlarını inşa etmişlerdir. Özellikle öğrenmenin alışkanlık (habitual) olduğunu söylemişlerdir. Onlara göre latent (gizil) öğrenme bağları zaten organizmada doğuşta vardır. Tek yapılabilecek şey, tekrar, egzersiz yoluyla bu bağları açığa çıkararak kalıcı hale getirmektir. Bu kuramcılara göre, öğrenmede alışkanlık ve tekrar esastır.Yapılması gereken şey bilgileri ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmaktır. Bunun yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur. Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur. Sokrates diyalog konusunda kendine özgü ince-alaylı bir konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmistir. “ Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim.” diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama serüveninde; konunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren konular üzerinde söyleşir. Bir yandan bilgiyi ararken diger yandan da bilgiye sahip olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder. Bu tavrının bedelini “Atina’nın Tanrılarına inanmamak ve gençleri baştan çıkarmak”la suçlandığı mahkemeden aldığı ölüm cezası ile ödemiştir. Mahkemede yaptıkları nedeniyle ceza değil ödül alması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslında ceza değil ödül olduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku veya bir başka dünyaya göç olduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatmıştır.

Sponsorlu Bağlantılar
Korkunun bilgisizlikten kaynaklandığını, sonuçlarını bildiğimiz durumlardan korkulmayacağını söyler. Ölüm cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve ögrencilerinin önünde ölür. Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ancak trajik bir örnektir. Kendisini izleyen düşünürler üzerinde özellikle de ethik (ahlak felsefesi) yönünden oldukça etkili olmuştur. Ancak izleyenleri onun haz teorisini (Hedonizm) farklı biçimlerde yorumlayarak farklı dünya görüşlerine ulaşmışlardır. Sokrates’i en iyi anlayan ve en dogru yorumlayan, giderek de görüşlerini sistemli bir biçime sokan Platon’dur.
Varlık Felsefesi

Felsefe, varlığın var olup olmadığını; varsa eğer nasıl var olduğunu sorgular. Reel (gerçek) ve ideal (düşüncel) varlık alanları, töz (cevher) ve öz ile oluş nedir gibi sorular ontolojinin (varlık öğretisinin) temel sorunlarıdır. Bu konudaki açıklama ve varsayımlar ilkçağa dayanır. Ancak ontolojinin bir felsefe dalı olması ve bu adı alması 17. yüzyılda Wolf'a dayanmaktadır. 18. ve 19. yüzyılda Immanuel Kant ve Georg Wilhelm Friedrich Hegel'in bu alandaki çalışmalarını, 20. yüzyılda Hartmann izlemiştir. Ancak doğaldır ki varlık sorunu ilk günden bu yana felsefeyi meşgul etmiştir.
Başlangıçta doğa filozoflarının ilgilendiği varlık sorunu onların hemen ardından Atina idealistlerinin metafizik anlayışında temel sorun olmuştur. Varoluşu idealist bir anlayışla ele anmak orta çağında karakteristiği olarak karşımıza çıkar.
Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım:
İlkçağ Maddecileri
İlkçağ Maddecileri (Doğa Filozofları) Thales'ten Demokritos'a kadar uzanan ve coğrafya olarak Anadolu'da yaşayan düşünürlere verilen addır. Maddeci düşünürler; evrenin bir yaratıcısı olmadığı ve ezeli bir var oluş içinde olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre "Hiçten bir şey olmaz."Evrenin de bir ilk biçimi, ilkolanı, arkhé'si vardır. Her şey arkhénin dönüşümü sonucu bugünkü halini almıştır.
Thales'e (625-545) göre ilk olan sudur. Her şey sudan gelir ve yine suya dönecektir. Dünya da sonsuz su (okeanos) içinde yüzer.
Arkhenin ne olduğu konusunda çok farklı isimlendirmelere rastlanır. İlkolan kimi zaman toprak, hava, su veya ateş ya da bunların kombinasyonunu şeklinde karşımıza çıkmaktadır; kimi zaman ise sayı, apeiron (sınırsızlık-sonsuzluk) sperma (tohum) ya da atom olarak.
(540-480) gelir. İlkolan'ı ateş olarak kabul eden İlk çağ maddecileri içinde öne çıkan düşünürlerin başında Efesli HerakleitosEfesli Herakleitos; evreni karşıtların zıtlığı ve birlikteliği ile açıklar. Tanrı da ihtiyarlık ile gençlik, gece ile gündüz gibi zıtlıkların arkasında bir olan noustur, akıldır. Ona göre evrende değişmeyen tek şey değişimdir. Bu nedenle de " Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. Çünkü hem ırmak değişmiştir; hem de biz."
Maddeci görüşü son noktasına taşıyan da Teos'lu Demokritos'tur. (460-370) Ona göre evrenin temel yapı taşı bölünemeyen madde yani atomdur. Canlı-cansız, bitki-hayvan, insan-ruh her şeyin temelinde atom vardır. Atomlar yapısal olarak aynı oldukları halde hareket alanları, hareket hızları, ağırlıkları, dizilişleri farklılık gösterdiği için dünyadaki farklı maddeler oluşmaktadır. İnsan duyu organları ile ancak maddenin dış görünüşü hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama maddenin temelini oluşturan atomlar hakkında bilgi edilemez. Bu nedenle de maddelere ait bilgilerimiz doğruluktan yoksundur ve karanlıktır.
Sofistler: İlkçağ Şüphecileri
"Bilen" anlamına gelen sofist sözcüğü ilkçağda genellikle gezgin öğretmenlik yaparak yaşamlarını çok farklı mekanlarda geçiren düşünürlere verilen bir addır. Sofistler genelde kuşkucu bir yaklaşım içindedirler. İnsan sorununa geniş yer verdikleri düşünceleri; görelilikten bilinemezciliğe kadar uzanır.
Protagoras'a (482-411) göre "İnsan her şeyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da; varolmayanların varolmadıklarının da." Buna göre her şey için tam karşıt iki tez ileri sürülebilir.
Gorgias (483-375) biraz daha ileri giderek; genel olarak varlık hakkında bilginin olanaksızlığını ileri sürer. Ona göre hiçbir şeyin varlığı kesin değildir. Varlık olsaydı bile onu bilmek olanaksızdır. Bir şekilde varlığı bilseydik bile bunu başkalarına bildiremezdik.
İlkçağ İdealistleri
Atina'da felsefe diğer şehirlerden çok farklı bir yol izler. Sokrates'le başlayan, Platon'la devam eden ve Aristoteles'le noktalanan idealist yaklaşımlar yalnızca kendi dönemlerinde değil, çok sonraları da etkili olmuştur. Bu düşünürlerin kurdukları ruhçu ve idealist yaklaşım özellikle de iki büyük dinin resmi görüşlerinin temelini oluşturmuştur. Hıristiyanların yanı sıra İslam dünyası da bu düşünürlere büyük önem vermiştir. Platon'u Eflatun olarak tanıyan İslam dünyası, Aristoteles için de başöğretmen sıfatını kullanmıştır.
Varlık hakkındaki düşünceleri idealist olan üçlünün bilginin kaynağı konusundaki yaklaşımları da akılcıdır.
Akılcı öğreti bilginin kaynağının öznel ve aldatıcı olan duyu verileri olamayacağı görüşündedir. Akılcı öğreti herkes için geçerli olan gerçek bilgilere ancak akıl yolu ile ulaşabileceğimiz savındadır. Ancak kendi aralarında da iki farklı yaklaşım sergilerler. Birinci görüş (Sokrates ve Platon) bilgilerin doğuştan insan aklında hazır olduğunu; ikinci görüş (Aristoteles) ise doğuştan bilgilerin değil, bilgiyi elde etmede kullanılan akıl ilkelerinin doğuştan var olduğunu ileri sürer.
Sokrates (Atina; 469-399)

attachmentphp?attachmentid8716&ampd1161539100

Sokrates'e göre insanlara yeni bir şey öğretmek mümkün olmadığı gibi, böyle bir işe kalkışmak da saygın bir şey değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır. Yapılması gereken şey bilgileri ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmak, doğurtmaktır. (Maieutike) Bunu yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur. Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur.
Sokrates diyalog konusunda kendine özgü ince-alaylı bir konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmiştir.
"Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim." diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama serüveninde; konunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren konular üzerinde söyleşir. Bir yandan bilgiyi ararken diğer yandan da bilgiye sahip olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder.
Bu tavrının bedelini "Atina'nın tanrılarına inanmamak ve gençleri baştan çıkarmak"la suçlandığı mahkemeden aldığı ölüm cezası ile öder.
Mahkemede yaptıkları nedeniyle ceza değil ödül alması gerektiğini ileri sürer. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslında ceza değil ödül olduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku veya bir başka dünyaya göç olduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatır. Korkunun bilgisizlikten kaynaklandığını, sonuçlarını bildiğimiz durumlardan korkulmayacağını söyler. Ölüm cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve öğrencilerinin önünde ölür.
Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ancak trajik bir örnek oluşturur. Kendisini izleyen düşünürler üzerinde özellikle de ethik (ahlak felsefesi) açısında oldukça etkili olur. Ancak izleyenleri onun haz teorisini farklı biçimlerde yorumlayarak farklı dünya görüşlerine ulaşırlar.
Sokrates'i en iyi anlayan ve en doğru yorumlayan, giderek de görüşlerini sistemli bir biçime sokan Platon'dur.
Platon (427-347 Atina)

attachmentphp?attachmentid8717&ampd1161539100

Sokrates'in diyaloglarını yazıya geçirdi. O öldükten sonra da yapıtlarında Sokrates'i konuşturmaya devam etti. Platon düşüncelerini Akademia adını verdiği okulunda yaydı. Sokrates'te dağınık olan idealist anlayışları sistemli bir dünya görüşü haline getirdi.
Platon'a göre iki ayrı dünya vardır. Bunlardan birincisi "idea"ların evrenidir. İdea'lar düşünsel varlıklardır, nesnellik taşımazlar. Ancak gerçektirler. Her İdea'dan bir tane vardır. Hem tek hem de gerçek olan ideaların bilgisi de tek ve gerçektir. Ancak ideaları duyu organlarıyla kavramak olanaksızdır. Onları bilgisine ancak akıl yolu ile ulaşabiliriz. Platon bu bilgilere "episteme", "sophia" (gerçek bilgi) adını verir.Bu bilginin peşine düşen insan da gerçek bilginin dostu olan filo-sophia yani filozoftur.
İkinci evren ise şu an içinde yaşadığımız "fenomen"ler evrenidir. Fenomenler ideaların gölgeleridir. Fenomenler evreni nesneldir ancak gerçeklikten yoksundur. O bir yanılsamadır. Sanal bir evrendir. İdeaların fenomenler evreninde birden çok gölgesi yani yansımaları vardır. Gölgelerin hiç biri tam olarak ideaları yansıtmazlar. Bir fenomen (gölge) ideasına ne kadar benzer se o kadar o "şey" olur. Fenomenler duyu organları ile kavranırlar. Biz onlar hakkında bu yolla bilgi sahibi olabiliriz. Ancak bu bilgiler fenomenler evreni gibi "tek"likten ve "gerçek"likten yoksundurlar. Doxa (sanı bilgisi) adını verdiği bu bilgilerin peşinde koşan ve ideaların farkında olmayan kişilere sanı dostu anlamına gelen filo-dox adını verir.
Platon'a göre insan ruh olarak idealar evreninde yaşar. Bu nedenle de ideaların bilgilere ruh olarak sahiptir. Ancak insan zaman zaman bir beden içinde fenomenler evrenine gelir. Fenomenler dünyasında yaşarken ideaları unutur. Fenomenlerin aldatıcı bilgileri peşine düşer. Filodox olur. İçlerinden bazıları ise ideaların bilgisini akılları aracılığı ile anımsarlar ve gerçek bilgilerin peşine giderler. Filozof olurlar.
Aristoteles (384-322 Atina)

attachmentphp?attachmentid8718&ampd1161539100

Öğretmeni Platon'un düşüncelerine katılmadığı için, yetiştiği okula yani Akademia'ya yönetici olmayı kabul etmeyip, kendi okulunu, Lyceum'u (lise) açmıştır.
Pek çok kitabının yanı sıra O; doğru düşünmenin yollarını açıkladığı Organon (Alet) adlı kitabı ile de kendi adıyla anılan Klasik Mantık'ın kurucusu olmuştur. Felsefe alanında olduğu kadar bilimsel çalışmalarıyla da önemli olan Aristoteles, ontolojik anlayışını Fizik kitabının ardından yazığı ve adını Fizikten Sonra olarak koyduğu Metafizik kitabında ortaya koymuştur. O günden bu yana da metafizik kavramı doğaüstü anlamında kullanılmaktadır.
Ona göre iki ayrı evren yoktur. Tek evren vardır ve nesnel olanla gerçek olan ayrı şeyler değil bir ve aynı şeydir. Ancak var oluş, iki farklı özün değişik oranlarda birleşmesiyle gerçekleşir. Var oluş form (salt biçim) ile hyle'in (salt madde) birleşmesidir. Saf madde biçim almaksızın var olamaz. O ancak bir olanaktır, var değildir. Var olabilmesi için mutlaka form alması gerekir.
Varlığın en basit biçimi cansız maddedir. Form Hyle'ye şekil, renk, koku gibi temel, basit özellikler vererek onu var eder. Varlığın ikinci aşaması bitkilerdir. Bitkiler kendinden önceki varlık tabakasının -cansız maddelerin- tüm özelliklerini taşımanın yanı sıra, özümseme yapma ve benzerini yaratarak çoğalma gibi özelliklere sahiptirler. Bitkiler daha fazla form alarak bu fazla özelliklere sahip olmuşlardır.
Varlık tabakalarının üçüncüsü hayvanlardır. Hayvanlar bitkilerden daha fazla form sahibi oldukları için onlardan daha mükemmeldirler ve onlarda bulunmayan duyumsama ve yer değiştirme özellikleri vardır.
Hayvanlar üstünde yer alan son varlık tabakası, insanlardır. İnsan akıl sahibi olma özelliği ile diğer varlıklardan ayrılır. İnsan aklı doğuştan sahip olduğu akıl ilkeleri ile algı sürecinden edindiği malzemeleri işleyerek, duyum süreçlerini bilgi haline getirir. Bu işlemi yaparken de mantık kuralları ile davrandığı oranda doğru bilgilere ulaşabilir.
Ancak Aristoteles tüm insanların bu yeteneklere sahip olmadığını söyler. Çünkü insanlar da tıpkı kendinden önceki tabakalar gibi kendi içinde farklı tabakalara sahiptir. İnsanların en alt basamağını kadınlar oluştururlar ve onlar aklın ilkelerine sahip değildirler. Onların üstünde yer alan köylü ve köle erkekler de tıpkı kadınlar gibi akıl ilkelerinden yoksun olarak dünyaya gelirler. Bu nedenle onlar da kadınlar gibi doğru düşünme yeteneğinden yoksundurlar.
Varlık tabakalarının dışında form tek başına vardır ve en yetkin durumundadır. Salt biçim Tanrıdır.


fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
10 Mayıs 2009       Mesaj #3
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
A. Varlık Felsefesinin Konusu

Varlık felsefesinin konusu varlığın kendisidir. Varlık gerçek varlık ve düşüncel varlık olarak ikiye ayrılır. Gerçek varlık, gerçekliğini nesnelerden, olaylardan, kişilerden alan varlıktır. Uzayda yer kaplar, zaman içinde değişir ya da yok olur. Düşüncel varlık ise, duyularla algılanamayan, uzay ve zaman dışı olan ve gerçekliği bulunmayan varlıktır. İşte varlık felsefesi de bu varlıkların ne olduğunu, nasıl olduğunu, neden olduğunu araştıran felsefenin bir alanıdır.

1. Bilime Göre Varlık

Bilimler varlığı incelerken, nesneleri ve onlarla ilişkili olan olayları gözler, anlamaya çalışırlar. Elde ettiklerinin de doğru olup olmadığını deneylerle denetlerler. Böylece olaylar ve nesneler arasında değişmeyen, genel olan ve kanıtlanmış olan ilişkileri, yani yasaları bulmaya çalışırlar.


2. Felsefe Açısından Varlık

a) Metafizik – Ontoloji

Tarihsel açıdan bakıldığında, felsefe varlık problemiyle başlamıştır. İlk defa Thales evrendeki her şeyin aslını yani ana varlığın ne olduğunu aramış ve bunu mitolojiden farklı olarak "Ana varlık sudur" şeklinde cevaplamıştır. Bu şekilde varlık sorunu doğanın soruşturulmasıyla başlamıştır. Metafizik ve ontoloji aynı alanı ifade eden iki ayrı terimdir. Aristo'ya göre ontoloji varlığın ilk temellerini ve ilkelerini araştıran bilgidir. Metafizik terimini ilk kullanan Rodoslu Andronikos'tur. Aristo'nun eserlerini düzenlerken ilk felsefe ile ilgili olan yazıları da fizikten sonra gelen anlamında metafizik adını vermiştir. Buna göre metafizik doğa ötesi sorunlarla ilgili akılsal açıklamaları içeren bir felsefe disiplinidir. Varlık, Tanrı, ruh, ölümsüzlük, kader gibi felsefenin ilk ve son sorunlarıyla uğraşır. Var olan asıl varlığı, ilk nedenleri, ilkeleri araştırır.

b) Geçmişten Günümüze Ontoloji

Ontoloji, görünüşlerin arkasında kalan "kendinde varlığı" bir başka deyişle "mutlak olanı" arayan bir felsefe disiplinidir. Varlığı yalnızca varolması açısından yani başka belirtilerini göz önüne almadan kavramaya çalışır.

Varlığın bu anlamda araştırılması Aristoteles'e kadar uzanır. Ancak ontolojiyi bir felsefe disiplini haline getiren Christian Wolff (1679–1754) olmuştur. Wolff'un ontolojisi 18. yüzyılda deneysel bilime dayanan ampirizm ile materyalizmin eleştirileri karşısında tutunamaz duruma gelince Kant, Hegel vr başka bazı 19. yüzyıl filozofları daha kusursuz bir ontoloji geliştirmeye yöneldiler. 20. yüzyılda Yeni Ontoloji akımının kurucusu Nicolai Hartmann bunu devam ettirdi. Nicolai Hartmann öznelciliğe, akıl dışıcılığa, gizemciliğe karşı çıktı. Ontolojiyi deneysel temellere dayandırmaya ve bilimsel bilgilerle bağdaştırmaya çalıştı.

Metafizik-Ontoloji varlığın arkasında daima bir şeyler aramıştır. Görünüşteki varlığın arkasındaki "kendinde varlığı", "mutlak olan"ı ortaya koymaya çalışmıştır. Örneğin Aristoteles'te varlığın arkasındaki bu son şey "salt form"dur; Spinoza'da "Tanrı"dır, Kant'ta "temel varlık", Hegel'de "mutlak ruh"tur. Günümüz ontolojisi ise varlığı "en son şey " olarak görmekte ve "görünüş" ile "kendi başına varlığın" bir "birlik" oluşturduğunu kabul etmektedir.

c) Metafiziğin Varlıkla İlgili Temel Soruları

Metafiziğin varlıkla ilgili temel soruları şunlardır : - Varlık var mıdır? — Varlık değişken midir? Bir midir? Çok mudur? — Varlık nasıl var olmuştur? — Evren nasıl oluşmuştur? — Varlık neden böyledir, başka şekilde değildir? — Varlığın ana maddesi nedir? Evrende özgürlük var mıdır? — Evren sonlu mu, sonsuz mudur? — Evrende amaçlılık var mıdır?

B. Ontoloji Açısından Varlık

1. Varlığın Var Olup Olmadığı Problemi

Varlığın var olup olmadığı ontolojinin temel problemlerinden biridir. Bu probleme ilişkin görüşler iki ana başlık altında toplanır: Varlığın var olmadığını ve varlığın var olduğunu kabul eden görüşler.

* Nihilizm: Kendisinden kuşku duyulamayan hiçbir şeyin olmadığını öne süren ve maddesel gerçekliğin varlığını reddeden bir görüştür. En önemli temsilcileri Gorgias ve Friedrich Nietzsche'dir.

* Taoculuk: Dış dünyadaki varlıklar var olmasalar bile gerçekten var olan bir varlıktan söz edilebilir. Bu Tao'dur. Tao, evrenin düzenidir; bütün olayların kendisinden çıktığı "sonsuz öz" dür. Gerçek tüm çeşitliliğine rağmen tektir. Olaylar dış görünüşlerden başka bir şey değildir, her şey görecelidir, aldatıcı dünya varlıktan yoksundur. Taoculuğun kurucusu Lao Tse'dir.

* Realizm: Dış dünyanın gerçekten var olduğunu ileri süren öğretidir. Bu öğretiye göre dış dünya bizden bağımsız ve nesnel olarak vardır.

2. Varlığın Ne Olduğu Problemi

Varlığı var olarak kabul eden görüşler, varlığın ne olarak var olduğu problemi üzerinde faklı görüşlere ayrılmışlardır.

a) Varlığı oluş olarak kabul edenler

İlkçağ felsefesinde evrenin sürekli bir değişim, akış ve oluş halinde olduğunu ileri süren ilk düşünür Herakleitos (M.Ö. 540–480)'tur. Ona göre evrenin ana maddesi ateştir. Ateşten oluşan her şey yine ateşe dönecek, ama ateş yeniden her şeyi yaratacaktır. Evrende durağan hiçbir şey yoktur. Her şey sürekli bir değişim, oluş içindedir. Doğa gibi insanın kendisi de bedeni ve ruhuyla sürekli bir değişim halindedir. Herakleitos'a göre evren, boyuna akan, durmadan değişen dönüşümlü olarak yok olup yeniden ortaya çıkan bir süreç bir oluştur.

Varlığı oluş olarak kabul eden filozoflardan biri de Alfred N. Whitehead (1861–1947)'dir. Ona göre evrende mekanik bir düzenin olduğu görüşü yanlıştır. Evren sürekli bir oluş içindedir. Bu oluşta her şey birbirine bağımlıdır. Her varlık, var olmak için başka bir varlığa muhtaçtır. Whitehead, evrende birbirini tamamlayan karşıt iki güç olduğu görüşündedir. Bu güçlerden biri evrene "yaratıcılık" diğeri "süreklilik olanağı verir. Böylece evren, canlı bir oluş olarak varlığını sürdürür. Whitehead bu görüşünü şöyle dile getirir: "Evrenin akıp geçmekte oluşundan başka bir temel doğru yoktur."

b) Varlığı idea olarak kabul edenler

Varlığın ilk ve en önemli ögesinin idea olduğunu öne felsefi öğretiye idealizm denir. Varlığı idea kabul eden filozoflardan Platon, Aristoteles, Farabi ve Hegel'dir.

* Platon (M.Ö. 427–347) : İdealizm kurucusudur. Platon, varlık sorununu gerçek varlığın bir ve değişmez olduğunu ileri süren Parmenides'in görüşleriyle Herakleitos'un oluş felsefesini birleştirerek çözmeye çalışmıştır.

Platon'a göre birbirinden tamamen farklı iki dünya (evren) vardır. Biri nesneler dünyası, diğeri idealar dünyasıdır. Nesneler dünyası sürekli olarak oluşan, değişen ve yok olan objelerin dünyasıdır. İdealar dünyası öncesiz ve sonrasız (ezeli ve ebedi) olan evrendir.

Platon'a göre günlük yaşamda görülen her şeyin (iyi, güzel, insan, at, ağaç vb.) bir ideası vardır. Tüm ideaların üstünde yer alan "İyi ideası"dır.

* Aristoteles ( M.Ö. 384–322) : Aristoteles de varlığın ilk ve en önemli öğesinin idea olduğu görüşündedir.

c) Varlığı Madde Olarak kabul edenler

Varlığın özünü madde olarak kabul eder. İdea cinsinden özlerin ise ancak maddeye bağlı olarak varlığını sürdürdüğünü öne sürer.En Önemli temsilcileri ilk çağ’da Naiv Materyalizmi temsil eden doğa filozofları (Thales,Aneximenes,Aneximandros,Demokritos vb.),Yeni Çağ’da Mekanik materyalizmi temsil eden La Metrie ve günümüzde diyalektik materyalizmi temsil eden K.Marx’tır.

d) Varlığı hem madde hem de idea olarak kabul edenler

Descartes tarafından temsil edilen bu yaklaşım idealizmle materyalizmi sentezlemeyi denemiştir. Ona göre varlığın özünde bir değil iki cevher bulunmaktadır: madde ve idea.Bu ikisini birbirinden ayırmak olanaksızdır.Bu yaklaşım iki cevher saptamasında bulunduğu için dualizm(ikicilik) adını alırken diğer yaklaşımlar varlığın özünü tek cevherle açıkladıklarından tekçilik(monizm) adını almışlardır.

e) Varlığı fenomen olarak kabul edenler

Varlığı Fenomen kabul etme. Edmund Husserl tarafından temsil edilen bu yaklaşıma öre insan varlığa değerler yükleyerek yaklaştığından onun özüne hiç yaklaşamamaktadır.Varlığın özü değerlerden arındırılmış(ayraç içine alınmış) salt varlığın kendisidir.Buna Husserl “fenomen” adını vermiştir.Kısacası “fenomen” insanın varlığa yüklediği tüm değerliklerin arındırılmasından sonra artakalan özüdür

Benzer Konular

3 Şubat 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
25 Aralık 2012 / ThinkerBeLL Felsefe
2 Nisan 2010 / Misafir Soru-Cevap
2 Mayıs 2014 / Misafir Cevaplanmış