Arama

Genetik kopyalama nasıl bulunmuştur?

Güncelleme: 22 Kasım 2012 Gösterim: 3.160 Cevap: 4
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
3 Mart 2011       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
genetik kopyalama nasıl bulundu
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2012       Mesaj #2
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Burada yazıyor: Genetik Kopyalama
Sponsorlu Bağlantılar
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Kasım 2012       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
1_GENETİK KOPYALAMA NE DEMEKTİR?



Bir canlının bütün özellikleri o canlının her hücresinin çekirdeğindeki genlerinde bulunur. Genlerde canlının özellikleri DNA denilen maddelerle temsil edilir.Her canlının DNA yapısı farklı dolayısıyla özellkileride farklıdır . Genetik kopyalama bir canlı ile aynı genetik bilgiye yani aynı DNA yapısına dolayıs ile aynı özellkilere sahip başka bir canlı üretmektir.



2_GENETİK KOPYALAMAYI KİM BAŞARDI?



İskoçyanın Edinburg şehrindeki Rosslin enstitütüsünden doktor LAN WİLMUT ve ekibi genetik kopyalamayı doli adlı kuzuyu dünyaya getirmekle başarmış gibi görünüyor.



3_DR. WİLMUT GENETİK KOPYALAMAYI NASIL BAŞARDI?



Dr. Wilmut yetişkin bir koyundan alınan bedene ait bir hucrenin (meme bezi hucresi) cekirdegi baksa bir koyuna ait cekirdegi alınmıs bir yumurtaya (dişi ureme hucresi) elektrik soku ile yerlestirip yumurtayı dolledi. Dollenmıs bu yumurtayı herhangi bir koyunun rahmine yerleştirip yeni bir canlının olumsa evrelerini başlattı.



4_Bitkilerde küçük bir yaprak , kök veya dal parcasından yeni bir bitki üretilmektedir.Yani yüzlerce yıldır bitkilerde genetik kopyalama yapılmaktadır.Hayvanların farkı nedir?



Bitkilerde hucreler ozellestiklerinde (mesela kok hucresi yaprak hucresi gibi) tekrar hiç ozellesmemis gibi yani bir zigot gibi davranabilmektedirler.Diger bir ifade ile bitki hucrelerinin genetik programları kilitlenmemektedir.Hayvanlarda ise ozellesen hucrelerin tekrar zigot gibi olamadıkları zannediliyordu .



5_İNSAN KOPYALAMASI YAPILABİLİNİR Mİ?



Aynı yontemle insan kopyalamasının onunde tek engel bazı uzmanların dile getirdikleri koyunda hucresel ozellesmenin zigot ancak 8-16 hucreye bolundukten sonra baslaması , insanda ise ozellesme zigotun 2. bolunmesinden sonra olmasının aynı deneyin insanda basarılı olamaması olasılığı .Ayrıca bir genetik ikizin eşine en fazla eş yumurta ikizlerinin benzedikleri kadar benzeyebileceklerini ifade ediyorlar.



DOLLY




Adından cok bahsedilen ve hayatımızın ne yonde etkıleyecegı merakla beklenen bir bilimsel gelişme :klonlama .

Son gelişmelere imzasını atan ekip, gelerin laboratuar kosulların da biçimlendirilmesinin ardından gen transferı yontemı ıle koyun bedeninde , istenilen ozellklerdei genlerin (DNA molekulu ) uretılebilmesine olagan bir hale getirdi. Söz konusu deneyde , ihtiyaç duyulan molekullerin koyunun tum hücrelerinde değil sadece sut bezlerinde sentezlenmesini hedef alıyordu. Bu nedenle koyunun “ilaç fabrikası” olarak değerlendirilmesini beraberinde getirdi. Doğrusunu isterseniz DOLLY başarışının en önemli noktası bu gerekçeye dayanmaktadır . Gen transfer yöntemi , ıslah çalışmaları sonucu elde edilen verimli urunun niteliği degısmeksızın serı olarak üretilmesi amacındadır.

Adını unlu sarkıcı Dolly PARTONdan alan kuzu Dolly , isim annesını dedgilsede , DNA annesinin genetik ikizi Dolly , sevimli görünüşü ile kamuoyu nun sempatisini kazanmış ve tüm bu süreç ilginç bir bilimsel bir oyun olarak sunulmşsada , gerçektedeney oldukça iyi belirlenmiş bilimsel ve maddi hedefleri olan sabırlı bir çalışmanın urunu . ekibin başarışı ve önceki sayısız benzeri deneylerin başarısızlıkları WIMUT un verici koyundan hucre cekırdegıde, kullanılan embriyonik hucrenin frekanslarını cok hassa bıcımde cakıstırabılmesıne dayanıyor. Bu yontemle arattırmacılar yetıskın cekirdegin saatini sıfırlamayı ve tum gelısım surecini basa almayı becerebilmişlerdi.

Koyun ve insan hücrelerinin de dahil olduğu gelişmiş hücreler ( çekirdeği olan hücreler=ökaryotik hücreler) , farklı gelişim evreleri ihtiva eden döngüyü takip etmektedirler. Bu döngüyü , interfaz evresi (bölünmenin olmadığı hazırlık evresi ) ve belirgin biçimde bölünmenin gerçekleştiği mitos evrelerine ayırmak mümkün. Hücre , yaşam döngüsünün %90 ı kadarını interfaz evresinde geçiriyor. Aslında , bu duraklama evresi göründüğü kadar sakin değil. Hücre , tüm bileşenlerini bölünmeye hazırlar. Hücrenin yaşam döngüsünü 3 ana evreye ayırabiliriz





G1 Evresi , hücrenin DNA dışındaki tüm komponetlerinin (organel) çoğaldığı bir dinlenme dönemi ,

S Evresi , hücredeki birim DNA nın miktarını ikiye katlandığı (replikasyon) evre ,

G2 Evresi, Hücre içi gelişmenin tamamlanıp , hücrenin bir zar yardımıyla , iki eşit miktardaki hücreleri oluşturduğu evredir. Bu evre mitos olarak da isimlendirilebilir.

Burada bir parantez açarak G1 , S ,G2 ve M evrelerinin denetim altına alınması , hücrenin yaşam döngüsünü olduğu kadar , özelleşmesini de dizginlemiştir. Farklılaşma evresine giren hücreler gelişim evrelerinde , genetik programı gereğince beyin kas gibi hücrelere dönüşürler.Wilmut ve ekibi DOLLY i klonlayıncaya kadar bu sürenin irrefersible (geriye dönüşümsüz) olduğu, bir başka deyişle , bir defa kas hücresi olmaya karar vermiş bir hücrenin yeniden programlanamayacağını düşünüyorlardı. İşte bu deneyi başarılı kılan unsur, genetik saati sıfırlamak , yani farklılaşmanın önüne geçebilmektir

Embriyolog Jonathan Slack , çok daha temel şüpheleri öne sürüyor:”ARAŞTIRMACILAR, YUMURTA HÜCRESİNDEKİ DNA LARI TÜMÜ İLE TEMİZLEYEMEMİŞ OLABİLİRLER.DOLAYISIYLA DOLLY , SIRADAN BİR KOYUN OLABİLİR.”SLACK , alınan meme hücresinin henüz tamamen özelleşmemiş olabileceğini , böyle vakalara meme hücrelerinde , bedenin diğer kısımlarına göre daha sık rastlanılabildiğini de ekliyor . Zaten Wilmut da, bedenin diğer kısımlarından alınan hücrelerin aynı sonucu verebileceğinden bizzat şüpheli.Örneğin, büyük olasılıkla kas veya beyin hücrelerinin asla bu amaçla kullanılamayacaklarını belirtiyor.Üstüne üstlük, koyun bu deneylerde kullanılabilecek canlılar arsında” Ayrıcalıklı “ bir örnek.Koyun embriyolarında hücresel farklılaşma süreci zigot ancak 8-16 hücreye bölündükten sonra başlıyor.Geleneksel laboratuar canlısı farelerde aynı süreç ilk bölünmeden itibaren gözlenebiliyor.İnsanlarda ise ikinci bölünmeden itibaren… Bu durum , aynı deneyin fare ve insanlarda başarılı olamaması olasılığını beraberinde getiriyor…..
themis41 - avatarı
themis41
Ziyaretçi
22 Kasım 2012       Mesaj #4
themis41 - avatarı
Ziyaretçi
7. y.y.lıda bulundu
sedanur123 - avatarı
sedanur123
Ziyaretçi
22 Kasım 2012       Mesaj #5
sedanur123 - avatarı
Ziyaretçi
Alıntı
Misafir adlı kullanıcıdan alıntı

genetik kopyalama nasıl bulundu

Canlıların cansızlardan en önemli farkı üreme özelliği, yani kendi benzerlerini meydana getirmeleridir. Üreme hadisesinin temelinde yatan esas gaye, erkek ve dişide ayrı ayrı bulunan türe ait özelliklerin, yavruya geçmesidir. Böylece hem türün neslinin bozulmadan devamı sağlanmakta, hem de her nesilde aynı türe ait yeni çeşitler yaratılmaktadır. Bu mekanizmanın esası, her ferdin türüne ait özelliklerin, moleküler harfler şeklinde kodlandığı iki iplikten yapılmış DNA zincirinin taşıdığı bilginin kopyalanmasına dayanır. Cinsi olarak (eşeyli) üreyen her canlının bütün vücuduna ait genetik bilgi onun hücrelerinde, biri annesinden biri de babasından gelmiş olan iki takım olarak mevcuttur. Yumurta ve sperm hücrelerine nakledilmesinden sonra bunlar birleşince döllenme sonucu meydana gelen tek hücre (zigot) yeni bir canlının başlangıcı olarak programına yazılmış rolünü oynamaya başlar. Bu tam teşekküllü hücre, yani döllenmiş yumurta, devamlı olarak bölünüp çoğalarak, her defasında kendisinin yeni kopyalarını yaparak milyarlarca ve trilyonlarca hücreden ibaret bir canlıyı meydana getirir. Bir hücreden trilyonlarca hücreye doğru ilerleyen gelişmenin belli dönemlerinde bazı hücreler kopyalanırken belli yol ayrımlarında farklılaşmalar görülür. Mesela: henüz embriyo döneminde, kan pıhtısı veya bir çiğnem et görünümündeki kitleyi teşkil eden hücreler, çok potansiyellidir. Böyle herşey olmaya kabiliyetli bir hücre bölünüp aynen kendi kopyasını meydana getirecek yerde, kopyalanırken daha farklı özelliklere sahip yeni bir hücre, mesela; bir kas hücresi veya kemik hücresi yahutta kan hücresi meydana getirebilir. Böylece bir insan embriyosunda, gelişme sırasında yaklaşık 200 civarında farklı hücre meydana gelerek yeni dokuları meydana getirir. Mesela; gözümüzdeki bir grup hücre ışığa hassasiyet kazanarak farklılaşırken, iç kulağımızdaki bir grup hücre seslere hassasiyet kazanır, karaciğerimizdeki bazı hücreler safra salgısı üretmek üzere çok farklı bir yapı kazanırken, pankreasımızdaki bazı hücreler insülin, bazıları da özel sindirim enzimleri üretmek üzere farklılaşırlar. Böylece bir kimya laboratuarı gibi olan vücudumuzda ihtisas sahibi hususi bölümler halinde, herbirinin vazifesi ve yapısı farklı doku ve organlar meydana gelir. Bu şekilde farklılaşmasını tamamlayıp, hususiyet kazanarak ihtisas sahibi olan hücreler artık farklılaşmaz, ancak bölünerek belli ölçülerde kendi kopyasını yapma devam eder, çünkü zaman içinde yaşlanan, yıpranıp eskiyen veya herhangi bir şekilde yaralanan hücrelerin yerine yenilerinin yapılarak tamir edilmesi ve eksikliğin giderilmesi gerekir. Bundan sonraki kopyalanmalar artık hep aynı doku içindeki hücrelerin tam benzerlerini yapması şeklindedir. Karaciğer hücresi karaciğer, barsak hücresi barsak, deri hücresi deri olarak aynen kopyalanır.

Böyle bir girişten kastımız “kopyalama” dediğimiz hadisenin aslında her saniye bütün canlıların vücudunda, sonsuz bir ilim ve kudretin mükemmel programı çerçevesinde, milyonlarca yıldır devam ettiğini hatırlatmak içindir. Medyanın genetik bir tekniği veriş üslubuna bakarak sanki şimdiye kadar hiç yapılmayan bir şeyi ilk defa bilim “yaratmış” (!) havasına girilmesi çok büyük bir aldatmacadır. Genetik bilimindeki gelişmeleri takdir etmemek mümkün değildir. Ancak hadiseyi “insanoğlunun yarattığı mucize (!)“ şeklinde takdim etmek çok yanlıştır. Gerçek bilim adamları ve özellikle de bu konuda çalışanlar, yaptıkları işin sadece Allah’ın yazdığı tabiat kitabındaki bazı kelimelerin okunup, oradaki prensibe uyarak, aynı kelimelerle tekrarlanmasından ibaret olduğunu söylemektedirler. Ancak maalesef hücredeki ve canlıdaki yaratılış mükemmelliğini göremeyip Allah’ın kudretini inkâra şartlanmışlar genetik bir teknolojiyi ateizm adına kullanmak gibi bir yanlışlık yapmışlardır.

Burada insanımızı şaşırtan husus, zihinlerimizde farazi olarak kurduğumuz bir sınır çizgisinin tashih edilmesi olmuştur. Biraz açacak olursak; Yaratma ile Kesb (cüzî irade kullanılarak yapılan fiiller) ve ibda (yoktan yaratma) ile inşa (mevcut olanlardan yaratma) arasındaki farkı bilemediğimizden, insanın cüzî iradesindeki tasarruf etme yetkisini, asıl fail (işi yapan) olarak görenlerin kafalarındaki yanlış anlayışa göre “şu çizgiye kadar benim gücüm yeter, ben buraya kadar yaparım; bundan ötesi Allah’a aittir, bundan sonrasını Allah yapar” şeklindeki yanlış bir sınırlama ile kendilerini şartlandırmış olmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla böyle bir biyolojik gelişme karşısında sanki insan kendi sınırını geçmiş de “Allah’ın sınırına girmiş, artık bu sınır rahatlıkla geçilebilir, Allah’a gerek yok (hâşâ)” gibi bazı insanlar kendilerini korkunç bir düşünce boşluğunun kenarında bulmuşlardır. Hâlbuki zaten zihnimizde kendimizi şartlandırdığımız, “insanın iş gördüğü” ve “Allah’ın iş gördüğü” gibi bir sınırlandırma yanlıştır. Çünkü zaten herşey Allah’ın iradesi ve dilemesiyle olmaktadır. Bizim kendi yaptığımızı söylediğimiz işlerde, cüzi irademizle dileyen ve kesb için çalışan biz olsak bile, hadiseyi asıl yaratan Allah’dır. İnsan sadece kendine verilen cüzi ilimle ve iradeyle Allah’ın tabiata koymuş olduğu kanunları araştırmış, sebepler zincirindeki halkaların bir kısmını ortaya çıkarmış ve daha sonra aynı malzemeyi, aynı sebeplere riayet ederek, aynı silsile içinde sıraya koyduğunda ve ancak Allah dilerse netice almıştır. Fakat sebepler dünyasında yaşadığımızdan genellikle fizik ve kimya konularında Allah’ın dilemesi de sebeplere uygun şekilde cereyan ettiğinden, insanoğlu sebeplere riayetle meydana getirip, yapıp ettiklerine kendi eseriymiş gibi yaklaşmıştır (mucizeler dışında). Hayat ve canlılık gibi olaylarda ise müdahalesi çok küçük kaldığından (sadece evlenmek gibi) yaratılışın Allah’a ait olduğunu daha kolay anlamış ve buradan itibaren bir sınır çizmiştir. Hâlbuki böyle bir sınır çizmesi baştan yanlıştı, zaten bütün herşeyi Allah yarattığı halde kendisinin sebeplere riayetle ortaya koyduğu şeylere “yaratma” olarak bakması yanlıştı. Dolayısıyla bazı ilmi gelişmelerin, canlılık olaylarındaki sebepler zincirini biraz daha fazla çözmelerini ve buna riayetle yaptıkları kısmi tasarrufun hikmetini anlayamayanlar, Allah’ın sahasına girilmiş gibi gördüler. Şayet vahdetin gereği, baştan bütün herşeyi Allah’a verirsek ve icraat sahasını düalist bir anlayışla ikiye bölmezsek, hiçbir ilmi gelişmeyi Allah’ın varlığına ve birliğine ters görmeyiz, tam aksine inancımız artar, hayret ufkunda yaratılışın mükemmelliğini temâşâ ederiz.

İleride bazı irsi hastalıkların tedavisinde kullanılabilecek veya bazı sahih hadislerde müjdelendiği gibi insanlığın hizmetine sunulabilecek yeni bir gelişmeye bakarken, ne Yaratıcıyı inkâra gidecek şekilde abartmalara gitmeye, ne de bilimi küçültüp bu gelişmeyi hiçbir şey değilmiş gibi görmeye gerek yoktur. Herşeyi yerli yerine koyup doğru şekilde yorumlamamız gerekir. Fakat bu hususta bir taraf ifrat derecede hadiseyi büyütüp, inkâr adına çarpıtırken, bazı insanlarımız da imanlarına zarar vereceği endişesiyle bu gelişmeyi kabul etmemeyi veya böyle bir keşfe karşı soğuk durmayı tercih ettiler. Hâlbuki bilim ve teknolojideki her yenilik ve gelişme, inanan ilim adamlarının sahip çıkması gereken hadiselerdir. Böylece kasıtlı çarpıtmalardan uzak, doğruları yanlışlarından ayrılmış, gerçek değerine uygun yorumlar kamuoyuna sunulmuş olur. Biyoteknoloji sahasındaki bu gelişme aslında Peygamber Efendimizin (s.a.v.) çok açık bir mucizesini göstermesi bakımından da enteresandır. Sahih-i Müslim’in Kitâbu-l’ Fiten bahsinde geçen çok uzun bir hadis-i şerifin bir kısmındaki “....o gün cemaat nar yiyecekler ve onun kabuğu altında gölgeleneceklerdir. Süte bereket verilecek; hatta yeni doğurmuş bir deve sürülerce insana yetecek; yeni doğurmuş bir sığır insanlardan bir kabileye yetecek. Yeni doğurmuş bir koyun akrabadan bir oymağa kâfi gelecektir...” (Sahîh-i Müslim, cilt 11, s. 389) müjdesinde, ileride biyoteknolojik sahada olacaklar çok açık olarak bildirilmektedir. Bu mübarek beyanda bildirilen nar meyvasının, kabuğunun altında insanların gölgeleneceği kadar büyük olması ve hayvanların sütlerinin artırılması hususundaki işaretler, biyoteknolojik çalışmaları göstermektedir. Aşağıda göreceğimiz gibi enteresan olan husus, genetik kopyalama için çalışan I. Wilmut’un da çalışma sahası olarak koyunu seçmesi ve asıl hedefinin de koyun sütüne bazı özellikler kazandırmak olmasıdır,

Bugün laboratuarda yapılan kuzu ve maymun doğumu arasında büyük bir farklılık vardır. Kuzunun doğumu ve “genetik kopyalanma” çalışması gerçekten ileri bir çalışma olduğu halde, maymunun kopyalanması çalışması daha basit bir teknik olup biraz “tüp bebek” tekniğine benzemektedir. Allah’ın sonsuz kudretiyle hergün dünyaya gelen yüzlerce tek yumurta ikizi veya dördüzü gibi doğumların temelinde de benzer bir mekanizma mevcuttur. Meseleyi “yoktan yaratma” veya “bilimin ilahlaştırılması” boyutuna getirenlerin gözardı ettikleri birçok nokta mevcuttur. Bir kere hücredeki 100.000 genin bilgisinin maddi görüntüsünü meydana getiren 5–6 milyar harf veya genetik birim dediğimiz nükleotidlerin mükemmel dizilişine herhangi bir müdahale yoktur. Canlının hangi doku ve organlarının nasıl gelişeceği ve nasıl fonksiyonel hale geleceği üzerinde Allah’ın yaptığından daha ileri ve yeni bir düzenlenme söz konusu değildir.

Barsak hücrelerimizden, derimize ve beynimize kadar her hücremize Allah’ın yerleştirmiş olduğu genetik program zaten potansiyel olarak her hücremizde aynıdır. Döllenmiş tek hücreden (zigot) her seferinde kopyalanarak çoğalan milyarlarca hücremizin herbirinin içine kendini ve yeni bir canlıyı kopyalayacak genetik bilgi başlıbaşına bir yaratılış mucizesi olarak Allah tarafından yerleştirilmiştir. Fakat bu bilginin okunmasında ayrı bir mucizeyi yön vardır. Her hücremizde bütün vücudumuza ait genetik bilgi olduğu halde bu bilginin ne kadarının hangi hücrede ve ne zaman okunarak fiiliyata geçirileceği de mevcuttur. Meselâ; hücredeki bütün genetik bilgiyi bir kitap farzedersek, bu kitabın hangi sayfalarının ne zaman okunacağı ve okumanın nerede durdurulacağının bilgisi çok önem arzetmektedir, buradaki küçük bir hata çok büyük gelişme bozukluklarına sebep olur. Bu kitaptaki bilgi, henüz ilk birkaç sayfa okunduktan sonra, meselâ bir bağ dokusu hücresi haline geldikten sonra kilitlenebilir veya 40–50 sayfa okunup bir kemik hücresi meydana geldikten sonra kilitlenebilir veya 700 sayfa okunduktan sonra bir sinir hücresi haline gelince kilitlenebilir ve kilitlendikten sonra bir daha geri döndürülemez. Bütün vücut hücrelerimizde bir canlıyı meydana getirebilecek, ana ve babadan gelmiş iki takım halinde tam program olduğu halde, üreme organlarımızdaki hücrelerin meydana gelişi farklı bir bölünme seyri izler. Mayoz bölünme adı verilen bu bölünme sadece üreme organlarında görülür ve üreme organlarında iki takım halinde genetik bilgi taşıyan orijinal gamet hücreleri, hiç kilitlenmeden sadece bir kopya halinde, genetik programın yarısını taşıyan hücreler (sperm ve yumurtalar) üretir. Ancak döllenme ile bunlar tam bir program haline dönüşmektedirler. Fakat döllenmiş hücredeki bu yeni program hem erkekten hem de dişiden kısmen farklı bir programdır. Çünkü bu yeni programın bilgisinin yarısı anneden yarısı da babadan gelmiş ve bu sırada küçük bazı değişikliklerle (krossing-over) ve iki tarafın genlerindeki bilginin birbirini örtmesi veya birinin diğerine baskın olmasına göre yeni bir program ortaya çıkmıştır. Böylece yavrular hem kısmen ana ve babalarına benzer hem de kendilerine ait özel bilgi ve genetik programa sahip olurlar, yani genetik çeşitlilik dediğimiz Allah’ın kudretinin zengin bir şekilde sergilenmesi ortaya çıkar.

Döllenerek tam bir program haline gelen yumurta hücresinin çekirdeğinde yeni bir yavruya ait bölünerek çoğalmanın bilgisi kodlanmış olduğu halde, şayet çekirdeğin içine yerleştiği hücre sitoplazması olmazsa, bölünme ve çoğalma meydana gelmemektedir. Bu durumda sırların büyük bir kısmı yumurta hücresinin sitoplazmasında gizlidir denilebilir.

Genetik kopyalamanın birinci kademesinde özel bir teknikle, döllenmemiş yumurta hücresinin içinden çekirdek (dolayısıyla içindeki genetik bilgi) çıkarıldığında sadece bilgisi olmayan, ama uygun bir bilgiyi bulduğunda kabul edebilecek sitoplazma ortamı hazır olarak kalmaktadır. İkinci kademede çok fazla farklılaşmamış bazı vücut hücrelerinden (mesela; meme bezi hücreleri) alınarak bunların çekirdekleri çıkarılmaktadır, çünkü bu çekirdekte bir canlıyı meydana getirecek iki takımdan ibaret tam bir program vardır. Fakat başta belirttiğimiz gibi bu programın az bir kısmı okunup kilitlenmiştir ve sadece meme bezine ait özellikleri gösterecek kadar bilgi okunmuştur. Bu hücreler alınıp hücre kültürlerinde özel olarak beslenip çoğaltılırken, bölünmeler arasındaki hücrenin dinlenme safhasında çekirdekleri çıkarılıp, bölünme ve program okunma ortamı hazır olan dişi yumurtasının sitoplazması içine konulur. Dişi yumurtasının tek takımdan ibaret kendi yarım programlı (döllenmemiş) çekirdeği daha önceden çıkarıldığı için sitoplazmanın içindeki bugün için, bilemediğimiz bazı uyarıcı tesirlerle meme hücresinden alınan çekirdekteki iki takımdan ibaret tam bilgi, baştan itibaren yeniden okunmaya başlamaktadır. Tam bu safhada tekrar dişi hayvanın rahmine aşılanan yumurtadan normal olarak bir canlı gelişmekte ve tabii ki bu canlının programı dişi hayvanın memesinden alındığı için her şeyiyle aynen dişi hayvanın kopyası meydana gelmiş olmaktadır. Bu hadisenin enteresanlığı, tıpkı Hz. Meryem’in hiçbir erkek hücresi bulaşmadan kendi yumurtasından Hz. İsa (a.s.)’ı dünyaya getirmesine çok benzemesidir. Ancak şu fark önemlidir, Hz. Meryem kadın olduğu için normalde böyle bir olayla yine aynen kendisi gibi bir kız çocuğu dünyaya getirmesi gerekirdi, fakat Hz. İsa gibi bir erkek çocuğun dünyaya gelişi bilemediğimiz daha pekçok mucizenin bulunduğunu göstermektedir.

Daha enteresan olan bir husus Kur’an-ı Kerimde Acb-üz Zeneb olarak bildirilen ve insanın öldükten sonra bozulmadan kalabilecek bir parçasından (belki birtek DNA zincirinden) aynen yaratılması hadisesidir. Her insanın kendi genetik programından aynen kopyalanarak tekrar diriltilmesi mucizesine bir pencere olması bakımından da bu çalışma önemli bir gelişme sayılabilir.

Maymunların kopyalanması hadisesi ise daha basit bir tekniktir. Birinci kademede normal olarak spermle döllenmiş dişi maymunun yumurtası (yani zigot) normal gelişme safhalarına hazırlık için önce iki, sonra dört ve daha sonra sekize bölünüp (mitoz bölünme ile) çoğalırken sekiz hücreli başlangıç döneminde her bir hücre birbirinden ayrılarak ayrı ayrı kültür ortamında çoğaltılmakta ve daha sonra bunların içindeki erkek ve dişi maymuna ait ortak bilgi paketi şeklindeki tam genetik program taşıyan çekirdek çıkarılmaktadır. İkinci kademede ise aynı türe ait dişi maymunun yumurta hücrelerinin içinde yarım bilgi taşıyan (yani döllenmemiş) çekirdekler çıkarılarak, bunların yerine önceden çıkarılmış tam genetik bilgi taşıyan (döllenmiş) çekirdekler yerleştirilmekte, bu yumurtalar yine gelişmek üzere dişi hayvanların rahmine yerleştirilmektedir. Burada da yine bölünmeyi uyarıcı hazır potansiyel, dişi yumurtasının sitoplazması olmaktadır. Dolayısıyla meydana gelen sekiz yavrunun teorik olarak birbirinin tam aynısı olması beklenmektedir, fakat her yumurta hücresindeki sitoplazmik ortamın aynı olup olmadığı veya işlemler sırasında genetik programların naklinde bazı değişmeler olup olmadığı henüz meçhuldür. Çünkü henüz sekiz yavrunun birden geliştirilmesi mümkün olamamıştır.

En son bazı gazetelerde çıkan insanın kopyalandığına dair haberler ise tamamen abartma ve çarpıtmadır. Normal olarak tüp bebek için döllenmiş yumurtayı rahime yerleştirirken mekanik olarak uyarılma neticesinde yumurtanın ikiye bölünmesiyle gelişen ve her gün normal olarak binlercesini gördüğümüz tek yumurta ikizlerinin meydana gelmesinden ibarettir. Aynı hadise ana rahminde döllenmiş yumurtaların tam bilemediğimiz birçok sebepler neticesinde ikiye veya dörde bölünmüşken herbirinin ayrı ayrı gelişmesiyle ortaya çıkan ikiz veya dördüzlerde de görülmektedir.

Asıl çalışmayı yapanların Allahı inkâr etme gibi bir gayret ve hedefleri olmadığı halde bazı işgüzarların hadiseyi ne kadar çarpıttıkları her halde ülkemize has garabet örneği olsa gerek.

Allah’ın yarattığı sisteme ancak onun müsaade ettiği nisbette yine O’nun verdiği akıl ve ilimle müdahale etmek zaten İslâm dininin kabul ve hatta teşvik ettiği bir şeydir Gerek her hastalığın çaresinin bulunacağına dair, gerekse de biyoteknolojinin sınırlarını gösteren hadisler, aslında ilim adamlarını teşvik etmektedir. Ancak meselenin ahlâki ve psikolojik boyutu üzerindeki tartışmalar devam etmektedir. Genetik hastalıkların teşhisi ve tedavisi veya hayvan ıslahı gibi konularda, hücreye veya embriyoya müdahale etme fikri ilk anda cazip gelse bile, sonunda ortaya ne çıkacağı belli olmadığından birçok tehlikeler taşıyor. Bununla beraber evlenmeden önce eşlerin çok ucuza DNA analizleri yapılabildiğinden gizli bir irsi hastalık olup olmadığının anlaşılması çocuk sahibi olmada bazı tedbirler almaya sebep olabilir. Fakat bu konularda hüküm vermek için tıpcı, biyolog, sosyolog, psikolog, pedagog ve ilahiyatçılardan uzman insanların bir arada tartışması gerekmektedir. Özellikle türün asliyetine müdahale ve henüz yapılmasa bile, insan kopyalama gibi riskli ve hiç arzu edilemeyecek neticeler doğuracak çalışmalara izin verilmemesi gerekir.

İnsanın hayat mertebesi ve ruh bakımından herkesçe kabul edilen bir farklılığı vardır. Bitkilerdeki nebati ruh veya “can’ ile hayvanlardaki hayvani ruh ve insani ruh hem mahiyet hem de derece bakımından farklıdır. Meselâ; genetik kopyalama bitkilerde yüzlerce yıldır yapılmakta olup, birçok bitki küçük bir yaprak, kök veya dal parçasından üretilmekteydi. Zira bunlarda genetik program kilitlenmemiş olduğundan uygun şartları bulunca açılabilmektedir. Hayvanlarda ise bu durumun olamayacağı, vücut hücrelerinin doku teşkil ettikten sonra kilitlendiği ve döllenme olmadan bu kilidin açılamayacağı zannedilmekteydi. Ancak süngerler ve yassı solucanlar gibi bazı hayvanların vücut parçalarının kendini yenileyerek yeni bir canlı meydana getirmesi bilindiğinden, bugünkü biyoteknolojiyle bu kilidin de kısmen açılabileceği gösterildi. Zaten arılar, karıncalar, termitler ve bazı kertenkele türlerinde zaman zaman döllenme olmadan dişinin yumurtalarından canlı gelişmesi bilinen bir hadiseydi (partenogenetik üreme).

İnsan ise mahiyetçe çok farklı olduğundan sadece genetik bir determinizmaya bağlanması mümkün değildir. Şartlı bir determinizm açısından bakarsak, bir koyuna ait bütün genetik program aksamadan tam olarak çalışırsa gelişen embriyoya ancak bir hayvani ruh gelebilir. Bizim gayretimize ve çalışmamıza ve imtihan sırrına bağlı olarak Allah, biyolojik kanunlara uygun davranma neticesinde hayvana ruh verebilir. Ancak insan sadece biyolojik bir varlık değildir. Buna rağmen şartlar hâsıl olduğunda bir şartlı determinizmaya bağlı olarak tüp bebeklere Allah ruh vermektedir. Ancak bu mutlak bir determinizma olmadığından yüzlerce sperm ve yumurta üzerinde yapılan birçok döllenme neticesinde aşılanan yumurtaların rahimde tutunamadığını, gelişmediğini ve düşük olduğunu görüyoruz, bu durumda muhakkak döllendiririz ve yaşatırız ve ruhun gelmesini de mecbur kılarız gibi bir iddia çok büyük bir hata olur.

Karakteri sadece genlerin belirlemediği, dişi yumurtasının sitoplazmasından da bazı faktörlerin de yavruya tesiri olduğu bilinmektedir. Ayrıca bir dişinin meydana getirdiği yumurta hücrelerinin ve sitoplazmasının her zaman aynı olup olmadığı bilinmemektedir. Aynı genetik program, aynı dişinin farklı zamanda ürettiği bir yumurta hücresinde farklı netice verebilir. Ayrıca hiç kimsenin de kendisinin kopyalanmasını ve kendi benzerinin üretilmesine razı olacağı da düşünülmemektedir. Şu anda çok uzak görünmesine rağmen, böyle bir durumda ortaya çıkacak hilkat garibelerinin veya sadece hayvani ruha sahip insansı mahlûkların hukuki durumları ve içler acısı hâlinin vebâli de buna sebep olan bilim adamlarının üzerinde olacaktır.

...............

Msn Wink Banana Muz Msn Rainbow

Benzer Konular

25 Aralık 2014 / JGFJHFKGFVH Soru-Cevap
15 Mayıs 2011 / Misafir Soru-Cevap
1 Ekim 2010 / SUNU Biyoloji
30 Temmuz 2012 / Misafir. Cevaplanmış