Arama

Kent Sosyolojisi (Kent Toplum Bilimi)

Güncelleme: 24 Kasım 2009 Gösterim: 17.804 Cevap: 2
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
20 Aralık 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Kent sosyolojisi, tanım olarak Batı'da 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkmış olan disiplinin adıdır. Sosyoloji disiplinleriyle aynı zemini paylaşmakla birlikte büyük ölçüde bu disiplinlerden ayrılan yönlere sahip olarak şekillendi. Kent sosyolojisinin ana sorunu ya da meselesi, modern kent toplumlarının yapısal özelliklerini ve sorunlarını anlamaya çalışmak olarak şekillenmiştir. Buna göre, kent sosyolojisi alanı içinde, belirli bir yöntemsel tercihle araştırmacılar, kenttte meydana gelen sosyal gruplaşmaları, bu grupların birbirleriyle olan ilişkilerini, etkileşim ve çatışmalarını, kentsel kurumlaşmaları ve örgütlenme biçimlerini, demografik dağılımın sosyal bağlantılarını ve sözkonusu grupların kent sosyal yaşamına uyum problemlerini vb. ele alıp irdeleyebilirler.
Sponsorlu Bağlantılar
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
22 Mayıs 2008       Mesaj #2
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Kent Sosyolojisi

Sponsorlu Bağlantılar
GİRİŞ

Sosyologlar, genellikle kent denilen sosyal grubu köy topluluğunun karşıtı olarak görmüşler bu anlamda tanımlamışlardır. Sosyoloji ve kent sosyoloji Batı orijinli olduğuna göre doğal olarak kent tanımlamalarının kaynağı da orası olacaktır. İlk sosyolojik şehir tanımını Rene Maunier isimli sosyolog yapmıştır. Ona göre kentin tek bir özelliğine göre yapılmış bu tanımları üç grupta toplamak mümkündür.

1. Morfolojik tanımlar:

Bu tanımda kentin köyden kütlesi yani gerek toprağın gerekse nüfusun çokluğu bakımından ayrıldığı surlar ve kalelerle çevrilmiş bir yerleşme grubu olduğu doğumların azlığı ya da evlenme oranını yüksekliği vurgulanır.

2. Fonksiyonel özelliklere göre tanımlar:

Zanaat fonksiyonu olan; endüstri ve ticaret merkezi; değişim, tüketim ve endüstri merkezi; kendine has hukuki fonksiyonu olan, belediye meclisi ve belediye hukuku olan sosyal grup.

3. Her iki özelliği ifade eden karma tanımlar:

İnsanlar, fonksiyonlar ve yerler olmak üzere üç unsurdan oluşan; kaleler ve surlar; kiliseler ve ticaret merkezleri; hem dini merkez hem de savaş zamanlarında sığınılacak bir yer, aynı zamanda ticaret fonksiyonu.

Türk Sosyologlarının Kent Tanımlamaları

Mübeccel Kıray’a göre tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha önemlisi hem tarımsal hem de tarım dışı üretiminin dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı belirli teknolojik seviyelere göre büyüklük, heterojenlik ve bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme biçimleri. Diğer bir sosyolog olan Yakut Sencer ise; Çoğunlukla tarım dışı kesimlerde yoğunlaşmış on binin üstünde bir nüfusu bulunan, farklılaşmış ve örgütlü bir fiziksel, toplumsal ve yönetimsel bütünlüğe sahip olan yerleşimlerdir. Ayrıca Yakut Sencer kent tanımlamalarında genellikle dört ölçüt kullanıldığına işaret eder.

1. Demografik ölçüt

Kent içi en az büyüklükteki nüfusun 10.000 olması yaygın olarak kabul görmektedir.

2. İşlevsel ya da ekonomik ölçüt

Nüfusun niteliği ve bileşimi dikkate alınmaktadır. Kent ile köy arasındaki temel ayırım sayısal farklılıktan önce nüfusun işlevidir. Köy nüfusu ağırlıklı olarak geçimini tarımdan sağlamasına karşılık kent nüfusu tarım dışı faaliyetlere yani sanayi, ticaret ve hizmet alanlarına kaymıştır.

3. Toplumsal ölçüt

Toplumsal bakımdan ayrı cinsten bireylerden oluşmuş, oldukça geniş, yoğun nüfuslu ve sürekli bir yerleşimdir.

1. Resim Veriler Ve Sayım Sonuçlarının Düzenlenmesinde Kullanılan Yönetimsel Ölçüt
Bu anlayışa göre nüfusu ne olursa olsun il ve ilçe merkezi konumunda olan yerleşmelerdir. 1930 sayılı Belediye Yasası, nüfusu 2.000’nin üzerinde olan yerleşimlerde belediye teşkilatı kurulacağını belirterek buraları kent saymıştır.

Kenti genel anlamda tanımlayacak olursak; Kent sanayi, ticaret gibi ekonomik etkinliği olan, tarımsal ürünlerde dahil olmak üzere her türlü ürünün dağıtıldığı, sınırları belirlenmiş bir alanda yoğunlaşmış nüfusun sosyal bakımdan tabakalaştığı, mesleksel rollerin artarak farklılaştığı dikey ve yatay hareketliliğin yaygın olduğu, çeşitli sosyal grupları barındıran, sivil toplum örgütlerinin etkinliğinin gittikçe arttığı, merkezi ve yerel yönetimi temsil eden yönetsel kurumların bulunduğu, yerel, bölgesel ya da uluslar arası ilişki ağlarına sahip heterojen bir toplumdur.

Kentin Genel Özellikleri

1. Şehir heterojen sosyal bir gruptur.
2. Büyük nüfusa rağmen yerleşim alanının sınırlılığı sonucu nüfus yoğunluğu vardır.
3. İnsanlar mekan bakımından yakın olmalarına rağmen sosyal mesafe bakımından birbirlerinden uzaktırlar.
4. Şehir şahsiyetinin, ferdiyetin ve hürlüğün gelişmiş olduğu bir çevredir.
5. Şehirde insan arasındaki ilişkiler geleneklerin hakim olduğu informel yollarla değil, formel ve rasyonel kanunlarla düzenlenir. (Aile, akraba ve hemşehri gibi gruplarda informel ilişkiler varlığını sürdürür.) Ancak genelde belirleyici olan hukuksal resmi (formel) düzenlemelerdir.
6. Uzmanlaşmaya dayalı farklılaşmış formel iş organizasyonları yaygınlaşmıştır.
7. Yol ve ulaşım imkanları ile sosyal unsurların mekansal hareketliliği ve sınıflar arasında sosyal hareketlilik ileri düzeydedir.
8. Şehir kültürü dinamik bir yapıya sahiptir. Şehirler sosyal ilişkilere açık sosyal – kültürel değişimin yoğun yaşandığı yerlerdir.
9. Şehir ekonomik imkanlar sağlık, eğitim, bilim, sanat vb. bakımdan gelişmiştir.
10. Diğer taraftan kazalar, suç işleme, alkol, uyuşturucu bağımlılığı, sefalet, anomi (kuralsızlık) yabancılaşma vb. sorunları da üretmektedir.

Kent Türleri

Kentler büyüklüklerine ve işlevlerine göre farklı isimlendirilirler. Burada metropolis, metropolitan alan megalopolis ve çevre kent kavramlarını inceleyeceğiz.

Metropolis (Büyük Kent): Belirli bir coğrafi, ekonomik, toplumsal, kültürel, yönetsel, siyasal organizasyon ve kontrol sisteminin mekanda odaklaşma noktasıdır. Metropolis, karar mekanizmaları aracılığıyla, çevrenin çeşitli alanlardaki gelişmesini denetleme fonksiyonunu yerine getirir. Büyük kent ülkenin dış dünya ile ilişkilerini kendi süzgecinden geçirerek çevresine yayma fonksiyonuna sahiptir.

Metropoliten (Büyük Şehir Alanı): En genel anlamıyla nüfusun yoğun olduğu ve ekonomik, sosyal ve yönetim açısından o bölgenin merkezi durumunda bulunan “Merkezi Şehir ve şehirlerin” çevre kentleriyle oluşturdukları birimdir. Metropolitan alan idari yönden çok ekonomik ve sosyal bakımdan merkezi bir konuma sahiptir. Metropoliten alan ve “Megalopolis” yalnızca barındırdıkları nüfusun, yoğunluğu dolayısıyla değil, aynı zamanda kamu ve özel sektör iş kollarının buralarda faaliyet göstermesi, eğitim ve sanat yönünden birer merkez olmaları yönünden dünyanın simgesi konumundadır. Megalopolis birden çok metropolutan alanı kapsar.

Çevre Kent: Şehrin beldiye sınırları dışında oluşan özellikle şehirde bir işte çalışanların yaşadıkları ve ihtiyaçlarını önemli bir kısmını şehrin alış – veriş merkezinden sağlayanların kaldıkları bölge Çevre Kentte yaşayanların çoğu kendi konutlarında oturur, burada genellikle yeni binalar vardır, burada yaşamak daha masraflıdır. Çevre kent orta ve üst düzeyde geliri olanların yaşadıkları alanları ifade etmekte olup gecekondu alanlardan farklı konumdadır.

Metropoliten kent kavramının yanında bugün “Megakent” kavramı gündemdedir. 2000’li yıllarda dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşayacağı artık kesinleşmiş durumdadır. Bu kentlerden en az 23 tanesi nüfusu on milyonu aşan mega-kent konumdadır. İstanbul’da Mega – kent olarak kabul edilmektedir. Diğerleri Kuzey Amerika: New York, Los Angeles, Mexio City, Güney Amerika, Rio De Jenerio, Sao Paolo, Buerios Aires, Avrupa: Londra, Asya: Moskova, Pekin, Tiencin, Songhay, Seul, Tokyo, Delhi, Kalküta, Dakka, Manila, Bangkok, Afrika: Kahire, Lagos

Kentlerin Tarihi

İlk çalışma Ergon Ernest Bergel “kentlerin Doğuşu” adlı makalesidir. Kentin doğuşuyla ilgili olarak bir “hipotez denemesi” yapar. Ona göre ilk kentler metal çağında ortaya çıkmıştır. Metalurjinin gelişmesi sonucu metal silah kullanan insanların taş silah kullananlara karşı asgari üstünlük sağlamalarına yol açtı. Neolitik çağın çiftçileri metal silahlara sahip olanlar karşısında boyun eğdiler ve onların adına üretim yapar hale geldiler. Böylece köleler ve efendiler şeklinde bir farklılaşma oldu. Efendiler egemenliklerini güvence altına almak için adalarda veya tepelerde yerleşmeye başladılar. Böylece tüm bölgeye hakim bir mevziden hem saldırı hem de savunma kolaymış oldu. Bu asgari kaygılarla oluşan bu yerleşmeler kentlerin kuruluşunun ilk örnekleridir.
Bergel bu hipotezin dışında bazı uzmanların ilk kentlerin ilkel birer köy olduğu ve yavaş yavaş kentsel merkeze dönüştükleri iddialarına sahip olduklarını belirtir. Ona göre sırf nüfus artışıyla kente dönüşmüş neolitik bir köy olduğuna dair kanıt yoktur. Oysa o dönemde bazı kentlerin kırsal yerleşimlerinden daha büyük olmadığı hatta askeri lider, rahip, onların aileleri ve maiyetleri, elit muhafızları ancak barındıklarına dair kanıtlar vardır.

Bergel’e göre, Antik çağda çok sayıda kent kurulmuştu. Mezopotamya’da, Mısır’da, Anadolu’da, Yunanistan’da, Roma döneminde vb. kentler vardır. İlk kentler beylerin boyun eğdikleri köyleri denetim altında tuttukları mÜstahkem yerlerdi. Antik kentler çoğunlukla beyin kendinden güçlü bir efendiye bağlılık gösterdiği hükümran birer siyasi varlık durumundaydı. Başlangıçta kent ile kent devleti terimleri hemen hemen özdeşti. Kentlerin kırsal hintarlandı vardı ve orada yaşayanlar tebaa durumundaydılar. Kentte yaşayanların ayrıcalıklı bir hukuki konumu söz konusuydu. Roma’da yönetici, sınıflar, tebaalarından o katı bir şekilde ayrı tutulmaktaydı ki bir Roma yurttaşının evlenmesinde geçerli olan prosedür yurttaş olmayanlardan farklı haklara sahipti.

Bergel’e göre Antik kentlerde siyasal hakimiyet kesin bir biçimde kurulduktan sonra işlevsel değişiklikler oldu. Ordu karargahları saraylara dönüşürken, kendilerini zafere ulaştıran tanrılar için büyük tapınaklar inşa edildi. Yeni doğan ihtiyaçları karşılamak üzere zanaatkarlar çoğaldı. Bunlar saraya ve tapınağa lazım olandan fazlasını üretmeye başlayınca kent pazara kentsel ürünlerin verildiği karşılığında kırsal ürünlerin alındığı bir merkeze sahip oldu. O dönemde de yerel, bölgesel ve “uluslar arası” düzeyde pazarlar oluşmuştu. Gemi taşımacılığının gelişmesi özellikle son Pazar türünün gelişmesini sağlamıştı.

Mesleki uzlaşma arttıkça kent nüfusunun katmanlaşmasıyla bir aristokrasi ile ona bağlı kadrolar, tüccar sınıfı, zanaatkarlar sınıfı ve düzenli bir geçimi olmayan yoksullar sınıfı ortaya çıktı. Bunların yanında kıt kanaat geçiren çiftçiler ve bütün katmanların altında ise köleler bulunuyordu.

Kentlerin iç egemenliklerini kurduktan sonra birbirleriyle savaşmalarına değinen Bergel, bu sürecin kent devletleri içinde güçlü olanların bölgesel devlet konumuna yükselmesini sağladığını belirtir. Bu olgu Yunanistan’ın aksine, Afrika – Asya’da çok erken dönemde ortaya çıktı. Bir kent devletinden imparatorluğa ulaşan Roma adını koyarak kent devleti üstünlüğünü ifade etmiştir.

Bergel’e göre Roma’nın ikiye bölünmesinden sonra Doğu Roma/Bizans imparatorluğunda kentler ileri düzeyde merkezileşmiş bir otokrasiye bağlı birer idari merkez durumuna geldiler, yurttaşlar tebaaya indirgenirken kentler derin bir uykuya daldı.

Batı Roma’nın parçalanması feodalizmin doğuşuna yol açmıştır. Kentlerin önemi azalırken kırsal alanında köylülerin kontrolü ve köylülerin çalıştırılmasını sağlamak için şatolar kurulmuştu. Bir zamanlar bir milyona yakın nüfusu olan Roma’nın nüfusu Karolenj döneminde 20 binin altına düşmüştü. Orta çağın sonuna doğru zanaat ve ticaret sayesinde kentler yeniden canlanmaya başladı. Krallar ve onlara bağlı feodaller arasındaki çekişmelere rağmen kentler gelişiyordu. İtalya’da kent devletleri – Antik Yunandaki gibi – yeniden ortaya çıktı. Bunlardan ticarette ileri olan Venedik bir dünya gücü haline geldi.

Ortaçağ kentlerinde yurttaşlar özgürdü, ne serf ne de köleydiler; Ancak özgürlükler, hatta hareket serbestliği bile hala sınırlıydı. Siyasi haklar kısıtlıydı ve bir çok ülkede kent nüfusları, her an ellerinden gidebilecek bir otoriteyle yetinmek durumundaydı. Ticaretin önemi giderek daha iyi kavrandı. Kentlerdeki sosyal katmanlar içinde birinci sırayı arazi sahibi kent aristokrasisi oluşturuyordu. İkinci sırada – ya da soyluların olmadığı yerde birinci sırada – tüccarlar bulunuyordu. Üçüncüsü lonca üyesi zanaatkarlar, dördüncü sırada statüsü daha düşük zanaat ustaları geliyordu. Sabit işi olmayan hizmetkarlar, gezici esnaf ve dilenciler ise sınıf sisteminin en altında yer alıyordu. En üstteki üç grup arasında sürekli iktidar mücadelesi olurken, son iki grubun hiçbir zaman siyasi hakları olmadı.

Berge’nin modern çağdaki değişmelerle ilgili açıklamalarını şöyle özetleyebiliriz. Feodalizminden sanayi devrimine geçilirken kasabalar ve kentler büyümeye devam etti. Meslekler, zanaatlar daha çok ayrıştı. İşsizler, vasıfsız, sefil insanlar kentleri doldurarak bir tehdit unsuru oldular. Kentli üst tabakalar aristokratların har vurup harman savurduğu, ülkedeki zenginliğin yaratılmasında kendi rollerinin önemli rolü olduğunu kavramaya başladılar.

Burjuvazi kendini beğenmiş soylulara göre çoğunlukla daha zeki ve eğitimli olduğu halde, bütün önemli siyasi makamlar aristokratların elindeydi ve üstelik onların çocukların askeri rütbe alma ayrıcalığına sahipti. 18. yy. sonlarına doğru devrimci değişmeler meydana geldi. Fransız devrimi, kral ile aristokrasinin siyasi tekelini kırdıysa da burjuva sinin tam bir hakimiyet kurması için yüzyıldan fazla bir zaman geçecekti. Yavaş yavaş sınıf bilinci gelişen gerçek sanayi proletaryasının ortaya çıkmasıyla “ayak takımı” ortadan kalktı.

Modern çağın kentine ait özellikler hakkında Bergel’in söyledikleri şöyle düzenleyebiliriz:

1. Bu çağın kenti 19. yüzyılın ürünü olan kentidir.
2. Tek başına korunan kentler yerine ülke savunması önem kazanmıştır.
3. Kentlerin siyasi ayrıcalıkları ve kentlere karşı siyasi ayrımcılık ortadan kalkmıştır. Kent içinde siyasi ayrıcalıklar da geçmişte kalmıştır. Evrensel oy hakkı ile üst sınıfların hegemonyası da sona ermiştir.
4. Siyasi olarak kentler artık sadece yerel özelliği olan birer idari merkez konumundadır.
5. Modern kentin sınıf yapısı artık hukuki ayrımlara dayanmaz. Hukuki eşitliğin yanında grup prestiji, statü ve ekonomik koşullar bakımından farklılıkların bulunması önceden bilinmeyen gerilimler yaratmaktadır. (Bergel,1996, s. 7-14)

Bilindiği kadarıyla ilk kentler neolitik dönemde kurulmuştur. İlk kentsel yerleşmeler Mezopotamya’dan M.Ö. 3500, Mısır’da M.Ö. 3000, Çin ve Hindistan’da M.Ö. 2500’de görüldü. Arkeolojik bulgular, ekolojik açıdan uygun yerlerde, büyük nehirlerin geçtiği verimli ovalarda kent niteliğinde yüksek nüfuslu yerleşimlerin varlığını göstermektedir. Bu dönemde insanlar hayvanları evcilleştirmişler, ziraatla uğraşmaya başlamışlardır. M.Ö. 4000 – 6000’li yıllara ait karasaban, tekerlekli kağnı, yelkenli gemi, sulama kanalları, tahıl ürünleri vb. bulunması bu dönemde kentsel yaşamın varlığına ilişkin işaretler olarak kabul edilmektedir. Tarihte ilk kentlerin uygun koşulların bulunduğu Mezopotamya’da Mısır’ın Nil Vadisinde, Hindistan’ın İndus vadisinde, Çin’de Sarı Nehir Kenarında kurulması şaşırtıcı değildir. (Benevolo, 1995: 19, Özkalp; 289) Verimli üretim sonunda tarım ürünlerinin biriktirilmesi ve fazlasının takas edilmesi için bir komuta merkezi işlevini gören kentler gelişmiştir. Tarihle mitolojiyi ayıran olayın getirdiği yenilik ilk yazılı kaynaklarda açıkça kaydedilmiştir. M.Ö. üçüncü binin sonunda en eski Sümer Krallarının listesinin başında şöyle denmektedir. “Göksel hükümdarlık yeryüzüne gelir gelmez Eridu’da gelişti.” Dünyayı iki farklı parçaya bölen çizgi, kent ile köy arasındaki sınır, zihinsel ve kurumsal örgütlenme kadar fiziksel ortama da uzun süre egemen oldu. Kent çevrelenmiş bir alan ya da bir dizi alandır. Kentte ev, saray ve tapınak, farklı kılınma derecelerine göre önem kazanan, çevreleri bir ölçüde kapalı alanlardır. (Benevolo, 1995: 20).

Uzmanlar M.Ö. 9000 – 7000 arasını Neolitik çağın başlangıç dönemi (Proto – Neolitik safha) olarak kabul ederler. M.Ö. 7000 – 5000 arası da Neolitik çağdır. Neolitik çağa gelindiği zaman çiftçilik ve hayvancılık bir hayli ilerlemiş ve ziraatçı köy topluluğun ilk örnekleri tamamlanmış bulunuyordu.

Neolitik çağdaki kent olarak nitelendirebileceğimiz yerleşimlerin çoğu az bir nüfusa sahiptir. Mezopotamya’da bulunan Ur kentinin 10.000 dolayında bir nüfusu vardı ve 90 hektarlık bir arazi üzerinde kurulmuştu. Bu dönemde kentleşme sürecini engelleyen bazı koşullar vardı;

1. Ekonomik üretim için temel kaynağın hayvan gücü olması
2. Tarım üretiminin kısıtlı olması
3. Taşımacılık ve stoklama da karşılaşılan güçlükler
4. Kentlere göçün zorluğu ve kentlerin güvenliğinin az oluşu KENT SOSYOLOJİSİ

1. ARAŞTIRMA ALANININ TANITIMI

1.1. Coğrafi Konum

Aydın, Doğu Avrupa, orta Asya ve orta Doğu üçgeninin tam ortasında yer alan, Türkiye’nin tarım, sanayi, iç ve dış ticaret ile turizm faaliyetlerinin bir arada bulunduğu, ekonomisi en gelişmiş bölge olan Ege Bölgesi’nin orta yerindedir.
Aydın ili Türkiye’nin güney batısında yer alır. 37. ve 38. kuzey enlemleri ile 27. ve 29. doğu boylamları arasında yerleşmiştir. Merkez ilçeyle beraber 17 ilçesi bulunmaktadır.
Batı Ege Denizi’ne açılan aydın ili, kuzeyinde İzmir ve Manisa, doğusunda Denizli, güneyinde ise Muğla illeri ile komşudur. İlin kuzeyi ve güneyi engebelidir. Kuzeyde doğu batı doğrultusunda uzanan başlıca Hacettepe Tepesi, Karlıdede Tepesi, ve Aydın Dağları yer alır. Güneyini Çine Çayı, Akçay, Dandalas Çayı ve kollarıyla yarılmış olan menteşe dağları kaplar. Bu iki dağlık bölüm arasında, iki yandan faylarla sınırlanmış ve sonradan alüvyonlarla örtülmüş genç bir çöküntü alanı olan Büyük Menderes ovası uzanır. İlin başlıca tarım alanı olan bu ova, zaman zaman özellikle batı yarısında daha çok olmak üzere, Büyük menderes ve kollarının taşkın sularıyla örtülür. Ovada yer yer kopmuş menderesler, terk edilmiş çığırlar, sazlık v ebataklıklar vardır. Antik çağlarda, taşkın tehlikesi nedeniyle önemli yerleşmeler, ovanın daha yüksek olan kenarlarında dağlardan inen derelerin çökelttiği birikinti konileri üzerinde kurulmuştur. Birinci derecede deprem alanı olan bölge birçok kez yıkıcı depremlere sahne olmuştur. Menderes ırmağı, taşıdığı alüvyonları çökelterek kendi oluşturduğu ovayı, tarih çağlarında da denize doğru ilerletmiştir. Bunun sonucunda Latmos Körfezi günümüzdeki Bafa Gölü’ne dönüşmüş, Milet liman kenti ve Lade adası da kara içinde kalmıştır. Verimli ovalar Akdeniz iklimi, kıyıdan Anadolu içlerine sokulmayı kolaylaştıran ve eskiden beri izlenen doğal yollar nedeniyle aydın ilinin yayıldığı alan, tarih boyunca gelişmiş zengin bir bölge olma özeliğini korumuştur. Akdeniz ikliminin görülmesiyle, yazlar sıcak ve kurak, kışlar serin ve yağışlı geçmektedir. Denize kıyısı olan ilçelerde yazın denizin serinletici etkisinden faydalanmaktadır. Dağların kıyıya dik uzanmasıyla, ılıman iklimin iç bölgelere kadar girmesi sağlanır. Soğuk ve karlı gün sayısı hemen hemen hiç görülmemektedir. Bu olumlu iklim özelliklerinin görülmesi, sebze ve meyve yetiştiriciliğinin kaliteli ve yaygın olarak yapılmasında önemli bir etkeni oluşturmaktadır. Bitki örtüsü olarak %39 ormanlar, %6 çayır ve meralardan oluşmaktadır.

1.2. Tarihi

Büyük Menderes Vadisi ile Aydın Dağları arasındaki eğimli yamaçta eski çağlarda kurulmuştur. Asya’dan gelen, Millet ve Efes limanına ulaşan ana yolun üzerinde bulunuşu nedeniyle kent, her dönemde önemli ve hareketli bir yerleşim olmuştur. Antik yerleşimi, bugünkü kent merkezinin 1 km. kuzey yamacında Topyatağı Mevkiindeki Tralleis’tir. Kenti önceleri tepe üstünde akropol şeklinde kurulmuştur. 11. yüzyılda Aydınoğulları döneminde, “Aşağı Kale” yada “Aydın Güzelhisar” olarak adlandırılan Ortaçağ yerleşimi, topografya koşullarının daha uygun olması, Büyük menderes ovasındaki verimli tarım toprakları ve Ege kıyılarını Orta Anadolu’ya bağlayan yolun buradan geçmesi nedeniyle ova yönünde yeniden kurulmuştur. 13. yüzyılın sonlarında Menteşe Beyi’nin Bizans’tan aldığı kent, daha sonra Aydınoğulları Beyliği’nin kurucusu Mehmet Beyin ve Türkmenlerin önderliğinde egemenlik altına alındı. Aydınoğulları’nın yükselişi Gazi Bahaüddin Umur Bey döneminde başlar. Aydınoğulları’nın denizlerde üstün olduğu dönemdir. İsa Bey döneminde (1360-1390) Aydınoğulları, Osmanlılarla dost ve müttefik olmuşlardır. I. Beyazıd 1390’da Aydın beyliğine egemen olur. 1402’de Anadolu’daki Timur tehlikesiyle Aydınoğulları da tam etki altına alındı. Fetret döneminden sonra 1413’de Çelebi Mehmet döneminde Osmanlı hakimiyetine girdi. Zaman zaman Osmanlılardan kopmalar olmakla birlikte II. Murat döneminde Aydın Eli Osmanlı birliğine katıldı ve Aydın Sancağı adı altında Anadolu Beylerbeyliği’ne bağlandı.
1308 yılından itibaren yaklaşık bir yüzyıl kadar bu beyliğin yönetiminde, 15. yüzyıl başlarından itibaren de, beş yüz yıl boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliğinde kaldı.
17. yüzyılda Aydın Güzelhisar’ında, büyüklü, küçüklü, kiremit damlı, bağlı bahçeli 6770 ev ve saraylar, hanlar, hamam ve çeşmelerle bezenmiş 26 mahallesi bulunmaktaydı.
I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı İmparatorluğu’nun itilâf devletlerine yenik düşmesi üzerine, 1919 yılında yunan ordusu tarafından iki defa işgal edilen Aydın, yangınlarla büyük ölçüde tahrip edildi. Deprem kuşağında olması ve yangınlar nedeniyle çoğunluğu ahşap bağdadi olarak yapılmış olan konutların büyük bir bölümü yok olmuştur. Eğimli yokuşlu mahalleler içine dağılmış cami, han, hamam ile çok sayıda mescit Aydın’ın 19. yüzyıl dönemini yansıtan tarihi özellikleridir. Kentin 20. yüzyıldaki gelişmesi, ırmak boyundaki bataklıklardan uzak, sert ve soğuk kuzey rüzgarlarına kapalı, Büyük Menderes ırmağının 10 km kuzeyinde Aydın sıradağlarının güney eteklerinde olmuştur. Kuzeyde yamaçlara yaslanmış bulunan kent, güney, doğu ve batıda bağ ve bahçe alanlarına açılmaktadır. Kent, cumhuriyet döneminde planlı olarak gelişmiş olmasına karşın, özellikle eski mahallelerin yer aldığı orta ve kuzey kesimleri 19. yüzyıldaki yerleşme planına ait sokak ve odalar geleneksel düzenini korumaktadır. Cumhuriyet döneminde çağdaş belediyecilik anlayışıyla yeniden imar edilerek düzenli hale getirilen Aydın, modern yapıları ve bulvarları ile çağdaş bir batı Anadolu kentidir.

2. DEMOGRAFİK – SOSYAL – EKONOMİK GÖSTERGELER

2.1. Nüfus Büyüklüğü

? Türkiye'nin toplam nüfusu 67 803 927, şehirlerin (il ve ilçe merkezleri) nüfusu 44 006 274, köylerin nüfusu ise 23 797 653'tür.

? 1927 yılında yaklaşık 13.000.600 olan nüfusumuz 73 yılda beş kat artmıştır.

? Nüfusumuz 1927-1935 döneminde yılda ortalama 314 bin kişi artarken 1990-2000 döneminde yılda ortalama 1 milyon 133 bin kişi artış göstermiştir.

2.2. Nüfus Artış Hızı

? Yıllık nüfus artış hızı 1940-1945 döneminde binde 10.6 ile en düşük seviyede iken 1955-1960 döneminde binde 28.5 ile en yüksek seviyeye ulaşmıştır.

? Nüfusumuzun yıllık artış hızı 1960-1985 döneminde önemli bir değişim göstermemiş ancak 1985 yılından sonra hızla azalma sürecine girmiştir.

? Yıllık nüfus artış hızı, 1980-1985 döneminde binde 24.9,1985-1990 döneminde binde 21.7 iken 1990-2000 döneminde binde 18.3'e düşmüştür.

? 1945 yılından sonra ilk kez 1990-2000 döneminde nüfus artış hızı binde 20'nin altına düşmüştür.

2.3. Şehir (İl ve İlçe Merkezleri) Nüfusu

? 1927-1950 döneminde şehirlerde bulunan nüfusun oranı önemli bir değişim göstermemiş, 1950 yılından sonra şehirlerde bulunan nüfusun oranı hızla artmıştır.

? Ülkemizde şehirlerde bulunan nüfus, köylerde bulunan nüfusa göre çok büyük bir hızla artmaktadır. 1990-2000 döneminde şehirlerde bulunan nüfusun yıllık artış hızı binde 26.8 iken köylerde bulunan nüfusun yıllık artış hızı binde 4.2'dir.

? 1927-2000 dönemi dikkate alındığında, ülkemizde 1985 yılından sonra şehirlerde bulunan nüfusun köylerde bulunan nüfustan daha fazla olduğu bir dönemin başladığı görülmektedir.

? Ülkemizde şehirlerde bulunan nüfusun oranı son on yılda önemli artış göstererek 1990 yılında yüzde 59 iken 2000 yılında yüzde 64.9'a yükselmiştir.

2.4. Bölgesel Dağılım

? 1990-2000 döneminde yedi coğrafi bölgenin tamamının nüfusu artmaktadır. Bölgeler arasında en yüksek artış hızı Marmara, en düşük artış hızı ise Karadeniz Bölgesinde gerçekleşmiştir. 1990-2000 döneminde Marmara’da yıllık nüfus artış hızı binde 26.7, Karadeniz Bölgesinin yıllık nüfus artış hızı binde 3.6'dır.

? Ülke genelindeki nüfusun &'sının bulunduğu Marmara en fazla nüfusa sahipken, nüfusun %9'unun bulunduğu Doğu Anadolu Bölgesi en az nüfusa sahiptir.

? Bölgeler arasında şehir nüfus oranı en fazla olan bölge Marmara Bölgesi iken en az olan bölge Karadeniz Bölgesidir. Marmara Bölgesindeki nüfusun yüzde 79'u, Karadeniz Bölgesindeki nüfusun ise yüzde 49'u şehirlerde bulunmaktadır.

2.5. İllerin Nüfus Büyüklüğü

? 81 ilden toplam nüfusu en fazla olan ilk üç il sırasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'dir. Bu illerden İstanbul ilinin toplam nüfusu 10.018.735, Ankara ilinin toplam nüfusu 4.007.860 ve İzmir ilinin toplam nüfusu 3 370 866'dır. Bu illerin il merkezlerinin nüfusu, İstanbul 468, Ankara'nın 3.203.362 ve İzmir'in 2.232.265'dir.

? İstanbul ilindeki nüfus, ülke toplamındaki nüfusun yüzde 15'ini kapsamaktadır. Bir başka ifadeyle, ülkemizdeki her yüz kişiden 15'i İstanbul ilinde bulunmaktadır.

? İstanbul, Ankara ve İzmir illerindeki nüfusun çoğunluğu il merkezinde bulunmaktadır. İstanbul ilindeki nüfusun yüzde 88'i il merkezinde bulunmakta iken bu oran Ankara ilinde yüzde 80, İzmir ilinde ise yüzde 66'dır.

? Nüfus büyüklüğü en az olan ilk üç il Tunceli, Bayburt ve Kilis illeridir. Tunceli ilinin toplam nüfusu 93 584, Bayburt ilinin toplam nüfusu 97.358 ve Kilis ilinin toplam nüfusu 114 724tür. Bu illerin il merkezlerinin nüfusu sırasıyla Tunceli'nin 25 041, Bayburt'un 32.285 ve Kilis'in 70.670'dir. Tunceli, Bayburt ve Kilis illeri toplam nüfus açısından son on yıl içinde nüfusları azalan iller arasında yer almaktadır.

2.6. İllerin Nüfus Artışı

? Son on yılda 81 ilden 66'sının nüfusu artarken 15'inin nüfusu azalmıştır. Nüfusu azalan iller Artvin, Çorum, Edime, Kars, Kastamonu, Kırşehir, Sinop, Sivas, Tunceli, Zonguldak, Bayburt, Bartın, Ardahan, Karabük ve Kilis'tir.

? 81 il içinde nüfus artış hızı en yüksek olan ilk üç il sırasıyla Antalya, Şanlıurfa ve İstanbul'dur. 1990-2000 döneminde Antalya'nın yıllık nüfus artış hızı binde 41 .8, Şanlıurfa'nın yıllık nüfus artış hızı binde 36.6 ve İstanbul'un yıllık nüfus artış hızı ise binde 33.1 olarak, gerçekleşmiştir.

? 81 il içinde nüfus artış hızı en düşük olan ilk üç il sırasıyla Tunceli, Ardahan ve Sinop'tur. 1990-2000 döneminde Tunceli'nin yıllık nüfus artış hızı binde -35.6, Ardahan'ın yıllık nüfus artış hızı binde -20.2 ve Sinop'un yıllık nüfus artış hızı binde -16.2 olarak gerçekleşmiştir.

2.7. İllerin Şehir Nüfus Oranı

? İllerin şehir nüfus oranlan arasında önemli farklılıklar bulunmaktadır. 81 ilin 55'inde nüfusun çoğunluğu şehirlerde bulunurken 26 ilde nüfusun çoğunluğu köylerde bulunmaktadır.

? Şehir nüfusu en yüksek olan ilk üç il sırasıyla İstanbul, Ankara ve İzmir'dir. Bu illerin şehirlerinde bulunan nüfusun oranı, İstanbul ilinde yüzde 91, Ankara ilinde yüzde 88, İzmir ilinde ise yüzde 81'dir.

? İstanbul, Ankara ve İzmir illerinde şehirde bulunan nüfusun oranı diğer illerden daha yüksek olmasına rağmen bu illerin köylerindeki nüfusun artış hızları ülke ortalamasından daha yüksektir. 1990-2000 döneminde köylerde bulunan nüfusun yıllık artış hızı İstanbul ilinde binde 81 , Ankara ilinde binde 16 iken İzmir ilinde binde olur.

? Köy nüfus oranı en yüksek olan ilk üç il Bartın, Ardahan ve Muş illeridir. Bu illerin köylerinde bulunan nüfus oranı, Bartın ilinde %74 Ardahan ilinde yüzde 70 ve Muş ilinde yüzde 65'tir.

? Nüfusunun büyük bir kısmı köylerde bulunan Bartın ve Ardahan illerinin köylerdeki nüfusu son on yıl içinde azalmaktadır. Bu illerin köylerindeki nüfusunun yıllık artış hızı Bartın ilinde binde 17, Ardahan ilinde ise binde 32'dir.

? Veri kalitesine yönelik olarak yapılan istatistiksel çalışmalar 2000 Genel Nüfus Sayımında, önceki sayımlara göre daha güvenilir bilgi derlendiğini göstermiştir.
Bugüne kadar yapılan nüfus sayımlarında sonu sıfır ve beş ile biten yaşlarda beyan hatası olduğu bilinmektedir. Yanlış yaş bildiriminin ölçülmesi amacıyla Whippte indeksi uygulanmaktadır. Bu indeks 100 ile 500 arasında değişim göstermekte ve 100'e yaklaştığı ölçüde veri güvenilir bulunmaktadır, il bazında ve cinsiyet ayrımında uygulanan bu indeks sonuçlarının göre 2000 Genel Nüfus Sayımında derlenen bilgi önceki sayım sonuçlarından daha güvenilirdir.

? Bugüne kadar il yayınları tamamlanan 72 il için yapılan analizlere göre;
(Whipple indeks)

........ ........... Erkek Kadın
1980 Sayımı 135.0 178.4
1985 Sayımı 133.7 165.3
1990 Sayımı 128.9 150.8
2000 Sayımı 123.9 129.0

? Birleşmiş Milletler tarafından veri kalitesinin ölçülmesi amacıyla önerilen bir diğer indeks de "Yaş ve Cinsiyet Tutarlılık indeksidir. Bu indeks yaş ve cinsiyet yapısındaki tutarlılığı ölçmekte ve sıfıra yaklaşması beklenmektedir, il yayınları tamamlanan 72 il üzerinden yapılan analizlere göre;

Yaş ve Cinsiyet Tutarlılık indeksi

1980 Sayımı 31.4
1985 Sayımı 20.8
1990 Sayımı 21.5
2000 Sayımı 18.2

2.8. Sayım Sonuçlarının Yayınlanması

2000 Genel Nüfus Sayımının sonuçlan her il için ayrı bir yayın halinde hazırlanarak kutlamaya sunulmaktadır. Bu yayınlar, farklı kullanıcı kesimlerine hitap edebilecek şekilde hazırlanmıştır. Yayında, 2000 Genel Nüfus Sayımında derlenen tüm değişkenlerin bilgileri ayrıntılı olarak verilmektedir. Bununla birlikte, nüfus sayımında derlenen bilgilere dayalı olarak nüfus artış hızı, şehir nüfus oranı, yaş ve cinsiyet yapısı, özürlülük, eğitim, doğurganlık, bebek ölümleri, işgücü, işsizlik, istihdamdaki nüfusun faaliyet kolu ve işteki durumu ile hane halkı büyüklüğü ve konutun niteliklerine ilişkin göstergelere de yer verilmiştir. Nüfus sayımı yayınlarında ilk kez her ilin tarihsel gelişimini yansıtacak şekilde tüm göstergeler yorumlanmış ve ilde zaman içinde oluşan önemli gelişimler kullanıcıya sunulmuştur. Böylece kullanıcı kitlesinin büyük bir kısmı nüfus sayımının bulgularına ek bir çalışma yapmadan ulaşabilmektedir.

Yayında yer alan bilgilerin dışında daha ayrıntılı bilgilere ihtiyaç duyulduğu takdirde Devlet istatistik Enstitüsü tarafından bu bilgiler hazırlanarak kullanıcıya verilmektedir.
2000 Genel Nüfus Sayımının ayrıntılı sonuçlarını içeren "2000 Genel Nüfus Sayımı Nüfusun Sosyal ve Ekonomik Nitelikleri" yayını 72 il için tamamlanmıştır. Diğer illerin yayın çalışması Eylül ayının sonuna kadar tamamlanacaktır.

2.9. Nüfusun İstatistiksel Gösterimi



3. EKONOMİ

Aydın ili, topografik yapı itibarıyla polikültür tarıma uygun illerimiz arasındadır. Tarımın hemen her dalında faaliyet gösterilen ilde, sanayi bitkileri, tarla, bağ ve bahçe ürünleri yetiştirilen işletmeler ağırlıkta olup, hayvancılık ikinci derecede gelir kaynağıdır.
Aydın’ın ana ürünleri pamuk, zeytin, incir ve kestanedir. Zeytin, incir, kestane üretiminde Türkiye genelinde 1. sırada, pamuk üretiminde Adana’dan sonra 2. sırada, mısır üretiminde 3. sırada yer almaktadır. Süt hayvancılığında sap ve melez sığır varlığı en fazla olan illerdendir.

4. TARIM

4.1. İncir

Aydın iline özgü bir meyve olan incir; ilin simgesi haline gelmiştir. Yerel olarak yemiş de denilen incirin antik ve egzotik bir yapısı vardır. Eski çağlardan eri incir ve incir yaprağı gücün ve barışın simgesi olmuş, incir kutsal niteliğini korumuştur. Noel zamanı ve öncesi batıdaki Hıristiyan ülkelere ihraç edilen incir, bahar aylarında da Müslüman ülkelere ihraç edilmektedir. Aydın’da yetiştirilen incirin özelliklerine başka bölgelerde rastlanmamaktadır. İl topraklarının verimli olması, havasının uygunluğu, rutubetin istenilen düzeyde oluşu ve rüzgarların, özellikle incirin olgunlaşmasındaki olumlu etkisi, Aydın incirinin yüksek nitelikli olmasını sağlamaktadır.

4.2. Zeytin

Aydın ilinde, 19.600.000 adet zeytin ağacı olup, Türkiye zeytin ağacı sayısının %23’ünü oluşturmaktadır. Bu ağaçlardan ülke üretiminin %47’sini oluşturan 356.670 ton zeytin üretilmiştir. Aynı zamanda Aydın’daki üretim tesislerinde pres ve kuru sistem metotlarıyla sıkılan zeytinden yüksek asitli zeytinyağı üretilmekte ve bu ürün kısa sürede bozulmaktadır. Bunun nedeni genelde zeytin toplama tekniğinin yeteri kadar bilinmemesi şeklinde değerlendirilmektedir.

4.3. Pamuk

Pamuk, elyafının yanısıra yağından ve küspesinden de yararlanılan bir sanayi bitkisidir. Bu nedenle, pamuk ekimine Aydın’da önem verilmiş ve üretimi yıllar ilerledikçe artmıştır.
Pamuğa verilen önemde, Aydın’ın pamuk bitkisinde aranılan tüm iklim ve toprak özelliklerine sahip olmasından ötürü, verimin çok yüksek olmasının etkisi büyüktür. Tekstil sanayiinin hammaddesi ve birinci derecede dışsatım ürünlerinden olan pamuk üretimi, 1950’de 35.000 tonu aşmış ve 1960’ların başında 60.000 ton, 1960-1970’lerin başları arasındaki hızlı artışla 1970’lerin ilk yıllarında 108.000 ton dolayına çıkmış ve 1970’lerin sonlarında 110.000 tonu aşmıştır. 1960’lardan sonraki bu gelişmede, pamuk ekiminde ıslah istasyonlarının etkisiyle yeni tohumların ekimine başlanmasının etkisi vardır.

4.4. Kestane

Aydın için büyük bir potansiyel üretim olan kestane, gittikçe önem kazanmıştır. İlde Türkiye yıllık üretiminin %42’si yani 35.000 ton kestane üretilmektedir. Bu üretimin yalnızca 111 tonu ihraç edilebilmiş, geri kalan miktarı iç tüketimde başka iller tarafından işlenmiştir.

4.5. Diğer Sanayi Bitkileri

Zeytin, incir, pamuk ve kestane dışında ekimi yapılan sanayi bitkileri tütün, ayçiçeği, mısır, susam, patates ve yerfıstığı sayılabilir. Ayçiçeği ekimine 1970’lerin ikinci yarısından sonra başlanmıştır.

4.6. Hayvancılık

Aydın ilinde tarımın ayrılmaz bir parçası olan hayvancılık da önemli bir geçim kaynağıdır. İlde hayvan varlığı sayısal olarak çok yoğun olmamakla birlikte, hayvan başına düşen verim Türkiye ortalamasının üzerindedir.
Ülkemizin polikültür tarım yapılan Ege Bölgesi’nde hayvancılık oldukça yaygındır.

Ege Bölgesi’nde büyükbaş hayvan varlığı açısından Aydın ili 3. durumdadır. Küçükbaş hayvan sayısı bakımından ise 8. konumda, bitkisel üretim ve hayvancılığı birlikte yürüten işletme sayısı bakımından Aydın ili 54.252 adet ile 6., sadece hayvancılık ile uğraşan işletmeler yönünden incelediğimizde ise 2.058 adet ile 4. durumdadır. Bunun başlıca nedeni, 1950’li yıllardan sonra tarıma açılan alanların genişletilmesi, meraların tarlaya dönüştürülmesi olmuştur.

İlin hayvan varlığı yoğunluk olarak az olmasına rağmen, verim yönüyle ortalamaların çok üzerindedir. İzmir gibi büyük bir tüketim merkezine yakınlık, çevre illerde kurulu et kombinaları, İzmir, Manisa, Burdur’da pınar ve Et Süt Fabrikaları; İzmir ve Yatağan’da Sek ve Pınar Süt, Dünya Bankası ve Ziraat Bankası kredileri ile kurulan modern hayvancılık işletmeleri, 1949 yılından beri sürdürülen suni tanımlama çalışmaları ve son yıllarda Bakanlıkça uygulamaya konulan dış kaynaklı hayvancılık projeleri, çiftçiyi, hayvancılık yatırımlarına yöneltmek amacıyla uygulanmakta olan Kaynak Kullanım Destekleme Fonu çalışmaları, hayvancılığın gelecek yıllarda daha çok gelişmesini sağlayacaktır.

4.7. Ormancılık

Aydın’a ait Orman İşletme Müdürlüğü’ne bağlı 8 adet orman İşletme Şefliği mevcuttur. Aydın’da merkez ilçe ve diğer ilçeler bakımından ormanlık alanları şu sıralamayı izlemektedir. Çine, Söke, Koçarlı, Merkez, Karpuzlu, Kuşadası ve Akçova.
Orman İşletme Müdürlüğü’nün ormanları asli olarak kızılçam ve karaçam türlerinden oluşmaktadır. Bu ormanların devamlılığını sağlamak, verimi artırmak, amenejman ve silvikültür planlarına göre gençleştirme çalışmaları yapılmaktadır.

4.8. Maden

İlde varolan, maden kaynaklarından işletilenlerin başlıcaları seramik sanayii hammaddeleri, kömür ve zımpara taşıdır. Zımpara taşı, öteden beri önemli bir ihraç malı olarak batı ülkelerine satılmaktadır. Gelişmiş ülkelerde duyarlı optik aletlerin merceklerinin parlatılmasında kullanılan zımpara taşı, ayrıca özel çimento yapımının da önemli bir maddesidir. Aydın, Türkiye zımpara taşı rezervleri içinde ise %20’lik bir paya sahiptir. İnşaat sektörünün gelişmesine paralel olarak yoğunlaşan seramik sanayiinin ihtiyacı olan kuvars, talk, kuvarsit gibi temel hammadde üretimi, Aydın’da gederek önemli bir madencilik dalını oluşturmuştur.

5. TURİZM

Aydın ili kültürel ve doğal değerlere sahip olmasının yanında turizm faaliyetlerinin en yoğun olduğu Batı Anadolu’nun ortasında yer almaktadır. Aydın’ın Ege Denizi’ne açılan batısında Kuşadası ve Yenihisar gibi önemli turizm merkezleri yer alır. Öyle ki bu konuda geleceğe dönük yatırımlar bu bölgede yoğunlaşmıştır.
Aydın ilinin İzmir gibi metropol bir şehre yakın olması ve bunun doğrudan etki alanı içinde olması önemini artırmaktadır. Aydın, İzmir’e otoyol bağlantısı ile 100 km. uzaklıktadır. Deniz ulaşımı Kuşadası Limanı’ndan sağlanmakta, demiryolunda ise Denizli-Aydın-İzmir hattının yanısıra Türkiye’nin ilk demiryolu hattı olan Söke uzantısı da il içerisinden geçmektedir. Aydın-İzmir otoyolu üzerinde bulunan menderes havaalanı İzmir ile birlikte Aydın ve dolayısıyla Kuşadası, Didim’e de hizmet etmektedir.
Aydın ilinde iklimin uygunluğu ve uzun bir turizm sezonuna olanak sağlanması turizm faaliyetleri açısından teşvik edici etmenlerden biridir. Sıcak ayların çoğunlukta olduğu Akdeniz iklimin hakim olduğu Aydın’da Mayıs-Ekim arasında deniz suyu sıcaklığı su sporları ve yüzme için olanak sağlamaktadır. Aydın ilinin doğu ve batısı turizm sektörü açısından oldukça farklıdır. Batıda iç ve dış turizme uygun olanakların ve potansiyelin bulunması burayı daha yoğun bir turizm yöresi haline getirmiştir. Doğuda ise daha çok iç turizme yönelik hizmetler vardır. Bunun yanında “Aphrodisias” ve “Pamukkale” yi kapsayan tur güzergahları nedeniyle dış turizm için doğu bölgesi de kullanılmaktadır.
Kıyı bölgesi dışında sağlık turizmi (termal), tarihi ve mimari eserler, ören yerleri, müzeler, geleneksel el sanatları, yöresel festivaller, deve güreşleri gibi kültür turizmi, doğa yürüyüşleri, atlı doğa gezileri, golf, dalma, deniz ve kara avcılığı, yüzme, yelken gibi sportif turizm ildeki geliştirilebilecek potansiyele sahip etkinliklerdir.

5.1. Kültürel Turizm

Aydın ili arkeolojik sit alanları yönünden Türkiye’nin en zengin yörelerinden biridir. M.Ö: 4000 yıllarından günümüze kadar Hitit, İon, Lidya, Roma, Bizans, Anadolu Selçukluları, Aydınoğulları, Menteşeoğulları ve Osmanlı İmparatorluğu gibi birçok medeniyetin parçası olan il bu birikimin sonucu olarak sahip olduğu antik kentler ve müzelerle iç ve özellikle dış turizm açısından büyük bir potansiyele sahiptir.
Batıda kıyı kesiminde yeralan antik yerleşimlerden Milet, Didyma, Priene; orta güneyde Alinda, Alabanda; kuzeyde Tralles, Nyssa ve doğuda Aphrodisias ve kuzey yakınında İzmir, Efes ve Meryemana evi, doğuda Denizli’de Hierapolis (Pamukkale), güneyde Muğla’da Labranda, İasos ve Halikarnassos antik kentleri, tarihi ve arkeolojik gezi alanları oldukça yoğun turizm talebi oluşturmaktadır. Ayrıca kent merkezlerindeki camiler, medreseler, türbeler ve kaleler gibi Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait olan yapıların restorasyonlarının yapılması, tanıtımlarına ağırlık verilmesi ve turistik ziyaretlere teşvik edilmesi il turizmine yeni bir perspektif kazandırabilecektir.
İlin kendine has kentsel dokuları, özellikler tarihi yöresel yapıları, festivalleri, otantik kırsal yerleşimleri de turizm talebi oluşturabilecek diğer dikkat çekici öğelerdir.
Kuşadası yakınındaki Kirazlı köyü mimari dokusu, halıcılık ve dokuma tezgahları, yakınında bulunan Aslan mağarası ile turist çekmektedir. Çine ve Bozdoğan gibi ilçelerde turizm faaliyetleri açısından ilgi çekici yöreler arasınadır.

6. EĞİTİM

19. yüzyıl sonlarında Aydın ilinde 50 kadar medrese bulunmaktaydı. Aydın ilinde ilk teknik okul olan Aydın Sanat Enstitüsü, Aydın İdadisi adı altında yine bu yıllarda açılmıştır. 20. yüzyılın başlarında Vali Hüsnü Bey zamanında Kenzul-İrfan, yeni ismiyle 7 Eylül, Teslihiye sonradan Güzelhisar, Rabia hanım ve Erbeyli Köyü ilkokulları açıldı.
Yeni Türkiye Cumhuriyeti sınırlı olanaklarına rağmen, özellikle, ilk ve orta öğretimde Osmanlı yönetiminin ilkel medreselerinin faaliyetlerine son vermiş, yerine modern eğitim ve öğretim seferberliğini başlatmıştır. Aydın ilinde geniş bir alana yayılan Milli Eğitim hizmetleri, klasik eğitimin yanısıra çok çeşitli meslek dallarında hizmet vererek büyük gelişmeler göstermiştir. İlde 168 adet okul öncesi sınıfı, 447 adet ilköğretim, 36 mesleki teknik lise, 2 adet özel eğitim okulu olmak üzere toplam 737 okulda eğitim hizmeti verilmektedir. Bunun yanında Adnan Menderes Üniversitesi, akademik personeli ve teknik donanımıyla nitelikli insan yetiştirme, kalite ve uluslar arası standartlara yükselme konusunda Aydın ilindeki potansiyelin gelişmesi yönünde öncülük yapacak bir eğitim kurumudur.

7. SAĞLIK

Cumhuriyet dönemi öncesinde Aydın’da sağlık hizmetleri, geleneksel halk hekimliği şeklinde yürütülüyordu. “Ocaklı” ve “Hoca” denilen eğitimsiz kişilerle bir kısım sıhhiye erleri, terhisten sonra edindikleri deneyimlerle sağlık hizmeti vermekteydiler. Bilimsel anlamda sağlık hizmetleri ise çok az sayıda ve merkezde bulunan çoğunluğu gayrimüslim hekimler tarafından yürütülmekteydi. Cumhuriyetten sonra sağlık örgütlenmesinin Aydın’a da ulaşmasıyla, geleneksel hekimli çözülmeye başladı. Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürlüğü Aydın’da 1924’de kuruldu. Yine aynı yıl içinde ilçelerde Hükümet Tabiblikleri kurulmuş, ancak doktor olmadığından buralara sağlık memurları atanamamıştır.

Daha sonra giderek gelişen sağlık alt yapısı ve hizmetleri, özellikle yakın bir geçmişte kalite ve kandite yönünden önemli gelişmeler göstererek, modern sağlık kuruluşları hizmete sunulmuştur.

7.1. Aydında Hizmet Veren Sağlık Kuruluşları

Devlet Hastanesi, Doğum Evi, AGS-AP Merkezi, Verem Savaş Dispanseri, Sağlık Ocağı, Köy Sağlık Evi, Mahalle Sağlıkevi, Sağlık Meslek Lisesi, Halk Sağlığı Laboratuarı, SSK Hastanesi ve Özel Hastane bulunmaktadır.

8. HAYATİ İSTATİSTİKLERLERİ

9. ADALET İSTATİSTİKLERİ

Alvarez Ocean - avatarı
Alvarez Ocean
Ziyaretçi
24 Kasım 2009       Mesaj #3
Alvarez Ocean - avatarı
Ziyaretçi
Kent Sosyolojisi Nedir?

Sosyologlar, genellikle kent denilen sosyal grubu köy topluluğunun karşıtı olarak görmüşler bu anlamda tanımlamışlardır.

Sosyoloji ve kent sosyoloji batı orijinli olduğuna göre doğal olarak kent tanımlamalarının kaynağı da orası olacaktır. İlk sosyolojik şehir tanımını Rene Maunier isimli sosyolog yapmıştır. Ona göre kentin tek bir özelliğine göre yapılmış bu tanımları üç grupta toplamak mümkündür.

1. Morfolojik tanımlar:

Bu tanımda kentin köyden kütlesi yani gerek toprağın gerekse nüfusun çokluğu bakımından ayrıldığı surlar ve kalelerle çevrilmiş bir yerleşme grubu olduğu doğumların azlığı ya da evlenme oranını yüksekliği vurgulanır.

2. Fonksiyonel özelliklere göre tanımlar:

Zanaat fonksiyonu olan; endüstri ve ticaret merkezi; değişim, tüketim ve endüstri merkezi; kendine has hukuki fonksiyonu olan, belediye meclisi ve belediye hukuku olan sosyal grup.

3. Her iki özelliği ifade eden karma tanımlar:

İnsanlar, fonksiyonlar ve yerler olmak üzere üç unsurdan oluşan; kaleler ve surlar; kiliseler ve ticaret merkezleri; hem dini merkez hem de savaş zamanlarında sığınılacak bir yer, aynı zamanda ticaret fonksiyonu.

Türk Sosyologlarının Kent Tanımlamaları

Mübeccel Kıray’a göre tarımsal olmayan üretimin yapıldığı ve daha önemlisi hem tarımsal hem de tarım dışı üretiminin dağıtımının kontrol fonksiyonlarının toplandığı belirli teknolojik seviyelere göre büyüklük, heterojenlik ve bütünleşme düzeylerine varmış yerleşme biçimleri. Diğer bir sosyolog olan Yakut Sencer ise; Çoğunlukla tarım dışı kesimlerde yoğunlaşmış on binin üstünde bir nüfusu bulunan, farklılaşmış ve örgütlü bir fiziksel, toplumsal ve yönetimsel bütünlüğe sahip olan yerleşimlerdir. Ayrıca Yakut Sencer kent tanımlamalarında genellikle dört ölçüt kullanıldığına işaret eder.

1. Demografik ölçüt

Kent içi en az büyüklükteki nüfusun 10.000 olması yaygın olarak kabul görmektedir.

2. İşlevsel ya da ekonomik ölçüt

Nüfusun niteliği ve bileşimi dikkate alınmaktadır. Kent ile köy arasındaki temel ayırım sayısal farklılıktan önce nüfusun işlevidir. Köy nüfusu ağırlıklı olarak geçimini tarımdan sağlamasına karşılık kent nüfusu tarım dışı faaliyetlere yani sanayi, ticaret ve hizmet alanlarına kaymıştır.

3. Toplumsal ölçüt

Toplumsal bakımdan ayrı cinsten bireylerden oluşmuş, oldukça geniş, yoğun nüfuslu ve sürekli bir yerleşimdir.

1. Resim Veriler Ve Sayım Sonuçlarının Düzenlenmesinde Kullanılan Yönetimsel Ölçüt

Bu anlayışa göre nüfusu ne olursa olsun il ve ilçe merkezi konumunda olan yerleşmelerdir. 1930 sayılı Belediye Yasası, nüfusu 2.000’nin üzerinde olan yerleşimlerde belediye teşkilatı kurulacağını belirterek buraları kent saymıştır.

Kenti genel anlamda tanımlayacak olursak; Kent sanayi, ticaret gibi ekonomik etkinliği olan, tarımsal ürünlerde dahil olmak üzere her türlü ürünün dağıtıldığı, sınırları belirlenmiş bir alanda yoğunlaşmış nüfusun sosyal bakımdan tabakalaştığı, mesleksel rollerin artarak farklılaştığı dikey ve yatay hareketliliğin yaygın olduğu, çeşitli sosyal grupları barındıran, sivil toplum örgütlerinin etkinliğinin gittikçe arttığı, merkezi ve yerel yönetimi temsil eden yönetsel kurumların bulunduğu, yerel, bölgesel ya da uluslar arası ilişki ağlarına sahip heterojen bir toplumdur.

Kentin Genel Özellikleri

1. Şehir heterojen sosyal bir gruptur.

2. Büyük nüfusa rağmen yerleşim alanının sınırlılığı sonucu nüfus yoğunluğu vardır.

3. İnsanlar mekan bakımından yakın olmalarına rağmen sosyal mesafe bakımından birbirlerinden uzaktırlar.

4. Şehir şahsiyetinin, ferdiyetin ve hürlüğün gelişmiş olduğu bir çevredir.

5. Şehirde insan arasındaki ilişkiler geleneklerin hakim olduğu informel yollarla değil, formel ve rasyonel kanunlarla düzenlenir. (Aile, akraba ve hemşehri gibi gruplarda informel ilişkiler varlığını sürdürür.) Ancak genelde belirleyici olan hukuksal resmi (formel) düzenlemelerdir.

6. Uzmanlaşmaya dayalı farklılaşmış formel iş organizasyonları yaygınlaşmıştır.

7. Yol ve ulaşım imkanları ile sosyal unsurların mekansal hareketliliği ve sınıflar arasında sosyal hareketlilik ileri düzeydedir.

8. Şehir kültürü dinamik bir yapıya sahiptir. Şehirler sosyal ilişkilere açık sosyal – kültürel değişimin yoğun yaşandığı yerlerdir.

9. Şehir ekonomik imkanlar sağlık, eğitim, bilim, sanat vb. bakımdan gelişmiştir.

10. Diğer taraftan kazalar, suç işleme, alkol, uyuşturucu bağımlılığı, sefalet, anomi (kuralsızlık) yabancılaşma vb. sorunları da üretmektedir.

Kent Türleri

Kentler büyüklüklerine ve işlevlerine göre farklı isimlendirilirler. Burada metropolis, metropolitan alan megalopolis ve çevre kent kavramlarını inceleyeceğiz.

Metropolis (Büyük Kent): Belirli bir coğrafi, ekonomik, toplumsal, kültürel, yönetsel, siyasal organizasyon ve kontrol sisteminin mekanda odaklaşma noktasıdır. Metropolis, karar mekanizmaları aracılığıyla, çevrenin çeşitli alanlardaki gelişmesini denetleme fonksiyonunu yerine getirir. Büyük kent ülkenin dış dünya ile ilişkilerini kendi süzgecinden geçirerek çevresine yayma fonksiyonuna sahiptir.

Metropoliten (Büyük Şehir Alanı): En genel anlamıyla nüfusun yoğun olduğu ve ekonomik, sosyal ve yönetim açısından o bölgenin merkezi durumunda bulunan “Merkezi Şehir ve şehirlerin” çevre kentleriyle oluşturdukları birimdir. Metropolitan alan idari yönden çok ekonomik ve sosyal bakımdan merkezi bir konuma sahiptir. Metropoliten alan ve “Megalopolis” yalnızca barındırdıkları nüfusun, yoğunluğu dolayısıyla değil, aynı zamanda kamu ve özel sektör iş kollarının buralarda faaliyet göstermesi, eğitim ve sanat yönünden birer merkez olmaları yönünden dünyanın simgesi konumundadır. Megalopolis birden çok metropolutan alanı kapsar.

Çevre Kent: Şehrin beldiye sınırları dışında oluşan özellikle şehirde bir işte çalışanların yaşadıkları ve ihtiyaçlarını önemli bir kısmını şehrin alış – veriş merkezinden sağlayanların kaldıkları bölge Çevre Kentte yaşayanların çoğu kendi konutlarında oturur, burada genellikle yeni binalar vardır, burada yaşamak daha masraflıdır. Çevre kent orta ve üst düzeyde geliri olanların yaşadıkları alanları ifade etmekte olup gecekondu alanlardan farklı konumdadır.

Metropoliten kent kavramının yanında bugün “Megakent” kavramı gündemdedir. 2000’li yıllarda dünya nüfusunun yarıdan fazlasının kentlerde yaşayacağı artık kesinleşmiş durumdadır. Bu kentlerden en az 23 tanesi nüfusu on milyonu aşan mega-kent konumdadır. İstanbul’da Mega – kent olarak kabul edilmektedir. Diğerleri Kuzey Amerika: New York, Los Angeles, Mexio City, Güney Amerika, Rio De Jenerio, Sao Paolo, Buerios Aires, Avrupa: Londra, Asya: Moskova, Pekin, Tiencin, Songhay, Seul, Tokyo, Delhi, Kalküta, Dakka, Manila, Bangkok, Afrika: Kahire, Lagos

Kentlerin Tarihi

İlk çalışma Ergon Ernest Bergel “kentlerin Doğuşu” adlı makalesidir. Kentin doğuşuyla ilgili olarak bir “hipotez denemesi” yapar. Ona göre ilk kentler metal çağında ortaya çıkmıştır. Metalurjinin gelişmesi sonucu metal silah kullanan insanların taş silah kullananlara karşı asgari üstünlük sağlamalarına yol açtı. Neolitik çağın çiftçileri metal silahlara sahip olanlar karşısında boyun eğdiler ve onların adına üretim yapar hale geldiler. Böylece köleler ve efendiler şeklinde bir farklılaşma oldu. Efendiler egemenliklerini güvence altına almak için adalarda veya tepelerde yerleşmeye başladılar. Böylece tüm bölgeye hakim bir mevziden hem saldırı hem de savunma kolaymış oldu. Bu asgari kaygılarla oluşan bu yerleşmeler kentlerin kuruluşunun ilk örnekleridir.

Bergel bu hipotezin dışında bazı uzmanların ilk kentlerin ilkel birer köy olduğu ve yavaş yavaş kentsel merkeze dönüştükleri iddialarına sahip olduklarını belirtir. Ona göre sırf nüfus artışıyla kente dönüşmüş neolitik bir köy olduğuna dair kanıt yoktur. Oysa o dönemde bazı kentlerin kırsal yerleşimlerinden daha büyük olmadığı hatta askeri lider, rahip, onların aileleri ve maiyetleri, elit muhafızları ancak barındıklarına dair kanıtlar vardır.

Bergel’e göre, Antik çağda çok sayıda kent kurulmuştu. Mezopotamya’da, Mısır’da, Anadolu’da, Yunanistan’da, Roma döneminde vb. kentler vardır. İlk kentler beylerin boyun eğdikleri köyleri denetim altında tuttukları mÜstahkem yerlerdi. Antik kentler çoğunlukla beyin kendinden güçlü bir efendiye bağlılık gösterdiği hükümran birer siyasi varlık durumundaydı. Başlangıçta kent ile kent devleti terimleri hemen hemen özdeşti. Kentlerin kırsal hintarlandı vardı ve orada yaşayanlar tebaa durumundaydılar. Kentte yaşayanların ayrıcalıklı bir hukuki konumu söz konusuydu. Roma’da yönetici, sınıflar, tebaalarından o katı bir şekilde ayrı tutulmaktaydı ki bir Roma yurttaşının evlenmesinde geçerli olan prosedür yurttaş olmayanlardan farklı haklara sahipti.

Bergel’e göre Antik kentlerde siyasal hakimiyet kesin bir biçimde kurulduktan sonra işlevsel değişiklikler oldu. Ordu karargahları saraylara dönüşürken, kendilerini zafere ulaştıran tanrılar için büyük tapınaklar inşa edildi. Yeni doğan ihtiyaçları karşılamak üzere zanaatkarlar çoğaldı. Bunlar saraya ve tapınağa lazım olandan fazlasını üretmeye başlayınca kent pazara kentsel ürünlerin verildiği karşılığında kırsal ürünlerin alındığı bir merkeze sahip oldu. O dönemde de yerel, bölgesel ve “uluslar arası” düzeyde pazarlar oluşmuştu. Gemi taşımacılığının gelişmesi özellikle son Pazar türünün gelişmesini sağlamıştı.

Mesleki uzlaşma arttıkça kent nüfusunun katmanlaşmasıyla bir aristokrasi ile ona bağlı kadrolar, tüccar sınıfı, zanaatkarlar sınıfı ve düzenli bir geçimi olmayan yoksullar sınıfı ortaya çıktı. Bunların yanında kıt kanaat geçiren çiftçiler ve bütün katmanların altında ise köleler bulunuyordu.

Kentlerin iç egemenliklerini kurduktan sonra birbirleriyle savaşmalarına değinen Bergel, bu sürecin kent devletleri içinde güçlü olanların bölgesel devlet konumuna yükselmesini sağladığını belirtir. Bu olgu Yunanistan’ın aksine, Afrika – Asya’da çok erken dönemde ortaya çıktı. Bir kent devletinden imparatorluğa ulaşan Roma adını koyarak kent devleti üstünlüğünü ifade etmiştir.

Bergel’e göre Roma’nın ikiye bölünmesinden sonra Doğu Roma/Bizans imparatorluğunda kentler ileri düzeyde merkezileşmiş bir otokrasiye bağlı birer idari merkez durumuna geldiler, yurttaşlar tebaaya indirgenirken kentler derin bir uykuya daldı.

Batı Roma’nın parçalanması feodalizmin doğuşuna yol açmıştır. Kentlerin önemi azalırken kırsal alanında köylülerin kontrolü ve köylülerin çalıştırılmasını sağlamak için şatolar kurulmuştu. Bir zamanlar bir milyona yakın nüfusu olan Roma’nın nüfusu Karolenj döneminde 20 binin altına düşmüştü. Orta çağın sonuna doğru zanaat ve ticaret sayesinde kentler yeniden canlanmaya başladı. Krallar ve onlara bağlı feodaller arasındaki çekişmelere rağmen kentler gelişiyordu. İtalya’da kent devletleri – Antik Yunandaki gibi – yeniden ortaya çıktı. Bunlardan ticarette ileri olan Venedik bir dünya gücü haline geldi.

Ortaçağ kentlerinde yurttaşlar özgürdü, ne serf ne de köleydiler; Ancak özgürlükler, hatta hareket serbestliği bile hala sınırlıydı. Siyasi haklar kısıtlıydı ve bir çok ülkede kent nüfusları, her an ellerinden gidebilecek bir otoriteyle yetinmek durumundaydı. Ticaretin önemi giderek daha iyi kavrandı. Kentlerdeki sosyal katmanlar içinde birinci sırayı arazi sahibi kent aristokrasisi oluşturuyordu. İkinci sırada – ya da soyluların olmadığı yerde birinci sırada – tüccarlar bulunuyordu. Üçüncüsü lonca üyesi zanaatkarlar, dördüncü sırada statüsü daha düşük zanaat ustaları geliyordu. Sabit işi olmayan hizmetkarlar, gezici esnaf ve dilenciler ise sınıf sisteminin en altında yer alıyordu. En üstteki üç grup arasında sürekli iktidar mücadelesi olurken, son iki grubun hiçbir zaman siyasi hakları olmadı.

Berge’nin modern çağdaki değişmelerle ilgili açıklamalarını şöyle özetleyebiliriz. Feodalizminden sanayi devrimine geçilirken kasabalar ve kentler büyümeye devam etti. Meslekler, zanaatlar daha çok ayrıştı. İşsizler, vasıfsız, sefil insanlar kentleri doldurarak bir tehdit unsuru oldular. Kentli üst tabakalar aristokratların har vurup harman savurduğu, ülkedeki zenginliğin yaratılmasında kendi rollerinin önemli rolü olduğunu kavramaya başladılar.

Burjuvazi kendini beğenmiş soylulara göre çoğunlukla daha zeki ve eğitimli olduğu halde, bütün önemli siyasi makamlar aristokratların elindeydi ve üstelik onların çocukların askeri rütbe alma ayrıcalığına sahipti. 18. yy. sonlarına doğru devrimci değişmeler meydana geldi. Fransız devrimi, kral ile aristokrasinin siyasi tekelini kırdıysa da burjuva sinin tam bir hakimiyet kurması için yüzyıldan fazla bir zaman geçecekti. Yavaş yavaş sınıf bilinci gelişen gerçek sanayi proletaryasının ortaya çıkmasıyla “ayak takımı” ortadan kalktı.

Modern çağın kentine ait özellikler hakkında Bergel’in söyledikleri şöyle düzenleyebiliriz:

1. Bu çağın kenti 19. yüzyılın ürünü olan kentidir.

2. Tek başına korunan kentler yerine ülke savunması önem kazanmıştır.

3. Kentlerin siyasi ayrıcalıkları ve kentlere karşı siyasi ayrımcılık ortadan kalkmıştır. Kent içinde siyasi ayrıcalıklar da geçmişte kalmıştır. Evrensel oy hakkı ile üst sınıfların hegemonyası da sona ermiştir.

4. Siyasi olarak kentler artık sadece yerel özelliği olan birer idari merkez konumundadır.

5. Modern kentin sınıf yapısı artık hukuki ayrımlara dayanmaz. Hukuki eşitliğin yanında grup prestiji, statü ve ekonomik koşullar bakımından farklılıkların bulunması önceden bilinmeyen gerilimler yaratmaktadır. (Bergel,1996, s. 7-14)

Bilindiği kadarıyla ilk kentler neolitik dönemde kurulmuştur. İlk kentsel yerleşmeler Mezopotamya’dan M.Ö. 3500, Mısır’da M.Ö. 3000, Çin ve Hindistan’da M.Ö. 2500’de görüldü. Arkeolojik bulgular, ekolojik açıdan uygun yerlerde, büyük nehirlerin geçtiği verimli ovalarda kent niteliğinde yüksek nüfuslu yerleşimlerin varlığını göstermektedir. Bu dönemde insanlar hayvanları evcilleştirmişler, ziraatla uğraşmaya başlamışlardır. M.Ö. 4000 – 6000’li yıllara ait karasaban, tekerlekli kağnı, yelkenli gemi, sulama kanalları, tahıl ürünleri vb. bulunması bu dönemde kentsel yaşamın varlığına ilişkin işaretler olarak kabul edilmektedir. Tarihte ilk kentlerin uygun koşulların bulunduğu Mezopotamya’da Mısır’ın Nil Vadisinde, Hindistan’ın İndus vadisinde, Çin’de Sarı Nehir Kenarında kurulması şaşırtıcı değildir. (Benevolo, 1995: 19, Özkalp; 289) Verimli üretim sonunda tarım ürünlerinin biriktirilmesi ve fazlasının takas edilmesi için bir komuta merkezi işlevini gören kentler gelişmiştir. Tarihle mitolojiyi ayıran olayın getirdiği yenilik ilk yazılı kaynaklarda açıkça kaydedilmiştir. M.Ö. üçüncü binin sonunda en eski Sümer Krallarının listesinin başında şöyle denmektedir. “Göksel hükümdarlık yeryüzüne gelir gelmez Eridu’da gelişti.” Dünyayı iki farklı parçaya bölen çizgi, kent ile köy arasındaki sınır, zihinsel ve kurumsal örgütlenme kadar fiziksel ortama da uzun süre egemen oldu. Kent çevrelenmiş bir alan ya da bir dizi alandır. Kentte ev, saray ve tapınak, farklı kılınma derecelerine göre önem kazanan, çevreleri bir ölçüde kapalı alanlardır. (Benevolo, 1995: 20).

Uzmanlar M.Ö. 9000 – 7000 arasını Neolitik çağın başlangıç dönemi (Proto – Neolitik safha) olarak kabul ederler. M.Ö. 7000 – 5000 arası da Neolitik çağdır. Neolitik çağa gelindiği zaman çiftçilik ve hayvancılık bir hayli ilerlemiş ve ziraatçı köy topluluğun ilk örnekleri tamamlanmış bulunuyordu.

Neolitik çağdaki kent olarak nitelendirebileceğimiz yerleşimlerin çoğu az bir nüfusa sahiptir. Mezopotamya’da bulunan Ur kentinin 10.000 dolayında bir nüfusu vardı ve 90 hektarlık bir arazi üzerinde kurulmuştu. Bu dönemde kentleşme sürecini engelleyen bazı koşullar vardı;

1. Ekonomik üretim için temel kaynağın hayvan gücü olması
2. Tarım üretiminin kısıtlı olması
3. Taşımacılık ve stoklama da karşılaşılan güçlükler
4. Kentlere göçün zorluğu ve kentlerin güvenliğinin az oluşu

Kaynak

Benzer Konular

1 Mart 2009 / ThinkerBeLL Mimarlık
25 Aralık 2014 / _Yağmur_ Kültür
16 Mayıs 2011 / AndThe_BlackSky Mimarlık
12 Şubat 2013 / BARIŞ Siyaset tr
8 Haziran 2011 / DERUNİ X-Sözlük