Arama

Türk Boyları - Tatarlar

Güncelleme: 3 Ağustos 2012 Gösterim: 22.054 Cevap: 6
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
20 Aralık 2005       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Tatarlar
Türkistan’ın doğusundan, Cengiz İmparatorluğu zamanında Kırım ve Anadolu’ya yayılan bir kavim.
Muhtelif zamanlarda, muhtelif mânâlarda kullanılan Tatar kelimesi, daha ziyade Moğolları ve Türkleri ifade etmiştir. Tatar kelimesine, ilk olarak Orhun Kitabeleri'nde, İstemi Han'ın bir merasimine gelenler listesinde rastlanmaktadır. Aynı şekilde Kültigin ve Bilge Kağan kitabelerinde de Tatarlar, çeşitli vesilelerle anılır. Bu kitabelerde Otuz-Tatarlar olarak geçen kavim, Göktürk ve Uygur kitabelerinde Dokuz-Tatarlar şeklinde geçer. Bayan-Çur Kağan kitabesinde, Uygurlar'la Tatarların yaptıkları savaşlar anlatılır. Farklı devirlerde yazılan yukarıdaki kitabelere bakılırsa, Otuz-Tatarların Moğol, Dokuz-Tatarların ise Türk olmaları muhtemeldir.
Sponsorlu Bağlantılar
Türk ve Moğol menşeli olmak üzere iki grup olarak kabul edilen Tatarların, Asya’dan batıya yayılmaları, iki dalga hâlinde olmuştur. Atilla zamanındaki savaşlar esnasında batıya gitmişlerse de, çoğunluğu geriye dönmüş ve bir kısmı, Kuzey Kafkasya ve Karadeniz’de Bulgar birliğini kurmuşlardır. Altıncı asırda, bu birlik dağılmış ve Balkanlar’a doğru göçmüşlerdir. İkinci dalga ise, Cengiz Hanın savaşları esnasında vuku bulmuştur. Moğol İmparatorluğunun dağılmasından sonra, batıya gelen Türk çoğunluklu Tatarlar, Altınordu Devleti'ni kurmuşlardır.
Moğolların Ortadoğu’ya yayılmaları esnasında, geniş bir Moğol ve Türk topluluğu da Anadolu’ya gelmiştir. Tarihî kaynaklarda Tatar olarak anılan bu zümrenin beyleri, İlhanlıların hizmetine girmişlerdir. On beşinci asırdaki kaynaklarda, bunlara, Kara Tatar denilmekle beraber, bunların aynı isimdeki boyla münasebetleri yoktur.
Anadolu’ya gelmiş olan Tatarlar, elli iki oymağa ayrılmışlardı. Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’nun batı kesimlerinde zengin otlaklara sahiptiler. Hayvancılık sayesinde rahat bir hayat süren Tatarlar, vergi de vermiyorlardı. Yıldırım Bayezid Han'ın Anadolu’yu fethi sırasında Osmanlı hizmeti altına giren Tatarlar, menfaatlerini her zaman kuvvetli bir hükümdarın emri altında olmakta görmüşlerdir. Ankara Savaşı'ndan sonra Timur Han tarafından, Anadolu’dan göçe zorlanan Kara Tatarların büyük bir kısmı sürülmüştür. Anadolu’da kalabilenler de, zamanla Türkleşmişlerdir.
Göç etmeyip, Anadolu’da kalanlar, Fetret Devri'nde şehzadeler arasındaki mücadelede, önemli rol oynamışlardır. Sultan Çelebi Mehmed Han (1413-1421), iktidarı ele geçirdikten sonra, bunları Filibe civarında yerleştirmiştir.
Tatarların Türk olanları, günümüzde Rusya’nın ve dünyanın muhtelif bölgelerine yayılmışlardır. Tataristan, Başkırdistan, Çuvaşistan, Astırhan, Batı Sibirya, Ukrayna, Kafkasya, Türkistan ve Kırım’da toplu veya dağınık halde yaşamaktadırlar. Bu bölgelerin dışında Finlandiya, Mançurya, Kore, Japonya, ABD, Birleşik Almanya ve Türkiye’de Tatarlar bulunmaktadır. Ancak, Mançurya, Kore ve Japonya’daki Tatarların ekseriyeti, Türkiye’ye göç etmişlerdir.
Zamanımızda, özellikle Eskişehir civarında yaşayan ve Tatar olarak bilinenler ise, Kırım’dan göçmüş Türklerdir.

Kaynak : Genel Türk Tarihi / dallog.com

Son düzenleyen Blue Blood; 22 Ocak 2007 22:10
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
9 Haziran 2008       Mesaj #2
Bia - avatarı
Ziyaretçi
Tatarlarda Nevruz

Sponsorlu Bağlantılar
İDİL-URAL TATARLARINDA NEVRUZ BAYRAMLARI

İlbaris NADİROF *

Türkiye Türkçe'sine Aktaranlar: Alsu KAMALİEVA - Mustafa KALKAN* *

Tataristan İlimler Akademisi’nin Dil, Edebiyat ve Tarih Enstitüsü’nde Tatar halk edebiyatının kaynaklarını toplama ve ilmî araştırmaların öğretilmesi ile meşgul olan folklor âlimleri, 1970 - 1980 yıllarından sonra Tatar halk eserlerinin 13 ciltlik bölümünü hazırlayıp bütün dünyaya duyurdular. Bu külliyat İdil, Ural, Sibir ve Orta Asya taraflarında yaşayan Tatarların çok sayıdaki edebiyat türünü içine alan zengin bir çalışma olarak hazırlandı. 14. ciltte “İdigey” destanı işlenecektir.

Bahsettiğim 13 ciltlik külliyatın l. cildi Gelenekler ve Oyun Şarkıları olarak isimlendirildi. 0, 1980 yılında çıktı. Şimdi size bu kitaba giren Nevruz âdetleri ile bağlantılı olan şiirî eserler ve umumen bizim taraflarda yapılan bu âdetin özellikleri hakkında kısaca malûmat vereceğim.

18. asra kadar İdil-Ural Tatarları yeni yılı Mart ayının 21’inde gündüz ve gecenin eşit olduğunda kutlamaya başlarlar. Anlatılan bu âdetin Çuvaş halkında (onlarda Nuras diye adlandırılır ) ve Fin-Ugör halkı olarak kabul edilen Mari halkında (onlarda, Narıs diye adlandırılır) yayılan söylenişleri bu şekilde belirtilmiştir. Nevruz diye adlandırılmasının sebebi kışın yolcu edilmesi ve yazın karşılanmaya başlanmasıdır. Bu âdeti, eski Türklerde Mahmut Kaşgarlı’nın malûm olan sözlüğünde (Divân-ı Lügâti Türk, 2. cilt, Taşkent, 1961, s. 104, 130, 237 ; 3. cilt, 1968; s. 293, 378) görürüz.

Nevruz kutlamalarından dolayı Tatarlar arasında ilginç olan ritüeller meydana gelmiştir. Bunlardan biri de, yeni yıl girdiğinde gençler, talebeler, çocuklar evden eve giderek beyit ve şiir söylerlerdi. O dönemde bu gelenek Nevruz eytü (Nevruz söylemek) diye adlandırılırdı. Âdet olduğu üzere Nevruz diyerek yürüyen gençler ev sahibine, onun ailesine sağlık, sıhhat, güvenlik ve zenginlik dilerlerdi. Gelecek yılın bereketli olmasını dilemek, bu eserlerin odak noktasını oluşturmaktadır. Nevruz deyişleri için gençlere zenginler yumurta, şeker ve para verirlerdi.

Sizin dikkatinizi çekecek olan, Kazan şehrindeki gimnazi talebeleri tarafından söylenilen Nevruz beyitini sunuyoruz.

“Nevruz eyttik biz sizge,

Hakın birigiz, bizge;

Yeşigiz citsin yüzge,

Madıgız artsın közge,

Nevruz müberek bad.”

18. asırdan başlayarak Tatarlar arasında yeni yıl Yuliyan takvimi esas alınarak aralığın sonu, ocağın başına denk gelecek şekilde âdet olduğu üzere kutlanır. “Nartugan” diye adlandırılan geceler bu dönemde yapılmaya başlanan âdetler gibidir. Dün bize İdil bölgesinde yaşayan Türk soylu halklardan Çuvaşlardaki “Nartugan” hakkında Harun Bey’in sunmuş olduğu çekici tebliğ anlatıldığı için bu âdetlere değinmiyorum. Zamanla bu gelenekler Tatarlara geçip yaşamaya devam etti ve geçen asırda “Nevruz eytüler” ve “Nartugan” bayramı bir arada kutlanmaya başlandı.

“Nevruz” ve “Nartugan” tekstleri 2 bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümü, kaide olarak, geleneksel bayramın gelişini haber verir, İkincisi ise dilekte bulunanların isteklerinin gerçekleşmesidir.

Nevruz bayramından bir süre sonra günler ısınıp yeryüzüne yaz gelmeye başlayınca yapılmaya başlanan başka bir gelenek vardır. Bu “kileü eytü”dür (kileü - dilek sözünün fonetik şeklidir). Onda, Nevruz devamlı olarak göz önünde bulundurulmuştur. Bu âdetin asıl fonksiyonu söz yardımıyla topraktan (yerden) bolluk, gökten yağmur, güneşten ısı, tabiattan bereket isteme ve aileye huzurlu bir hayat temenni etme dileğidir.

Bazı yerlerde “kileü söylemek” için özel kişiler vardır. Onları “kileü kartları” (kileü ihtiyarları) diye adlandırmışlardır Kileülerin birisi şöyledir:

“Çir atası - çirem sakal ! “Yer atası - alaca sakal !

Çir anası - asılbike ! Yer anası - asılbike !

Tübesine tuklığın bir, Tepesine tokluğun ver

Tarmırına nıklığın bir, Damarına gücünü ver,

İl üstüne mullığın bir, İl üstüne bolluğun ver,

İl içinde bizge de bir ! İl içinde bize de ver,

Başlıyk tilekni, Başlıyoruz dileğimize

Kuterik bilekni, Kaldırıyoruz ellerimizi,

Kuyaş, şahit bul !" Güneş, şahit ol !”

Bu istekte eski babalarımızın yere, güneşe, Tengri’ye ibadet edişlerini tasvir etmek zor değildir. Toprak Ana görünüşü Türk halklarının edebiyatında önceden yer alan görünüşlerden birisidir. Meselâ, Altay Türklerinin destanları. Altay Bauçay , bunun gibi “Maaday Kara (Yer Ana da kahramanların yiğit olarak yetiştirilmelerinde asıl yeri tutan bir görünüştür Umumen eski Türk halklarının eserlerinde Gök Allah’ı (Tengri), Yer, Güneş’in bütün hayatın asıl üyeleri olduğunu görnıek mümkündür. Onlara tapınmak çok güçlü bir âdet idi. (F. Urmançeev, Dastannapgo layık zamana, Kazan, s. 90, 118).

Güneşi büyük görüp, onu düşünmek milattan önce 5. yüzyılda Mısır da başlayan bir inanıştır. Mısır firavunu Exhoton’a kadar orada çok sayıda Tengriye tapınma âdeti vardı. Bunu bitirmek için Exhoton Allah'ın bir tane olması gerekir, o Allah’ın Güneş olduğunu ferman ettirmiştir. Güneş Tanrısı Aton diye adlandırılır ve ona bağışlanan özel bir marş yazılmıştır (Povest Peteise 111. Drevneyeginetskaya prava. M., 1978, s.251-255 ).

Bizim eski babalarımız İdil-Ural boylarında ömür süren Türkler de kültleştirerek bir süre Güneş’e tapınmış ve onu sonsuzlaştırmışlardır Güneş i Allah diye kabul etmek birçok halkta binlerce yıl devam etmiştir. Yukarıda zikredilip geçilen, “kıleü”de Güneş görünüşü onu kişinin yakın görüp, kendisi ile özdeşleştirmesidir. “Güneşe tapınıldığı sezinlenmektedir Bu motifler “ Güneş çık, çık, çık”, “asıl Güneş, gel bire” gibi kileü’lerde de odak noktasını teşkil etmektedir.

Eski ilkbahar gelenekleri, Yer-Anaya, Güneş’e, Göğe bağışlanan dilekler, yalvarışlar, istekte bulunmalar, İdil-Ural Tatarlarında hâlen daha vardır. Bunlar “karga butkası”, “yangır butkası”, ayrıca “sören” diye adlandırılan geleneklerdir. Bu âdetlerde şiiri sesleniş, tabiat güçlerine seda ile sesleniş, yiyecek dilekleri, mal çeşitleri vb. isimlerin çok olduğu önemle vurgulanmaktadır. Şiir tekerlemelerindeki tekrarlanan çağrı ve yalvarma sözleri, sesleniş, tarla işleri ile uğraşan çiftçinin düşüncelerini, hayallerini ve ümitlerini göstermektedir.

Yıl faslı ile bağlı olan âdetler “Nevruz” deyişi ve ilkbahar günlerinin gelişi ile halk edebiyatında saklanarak kalan eserlerde asıl bölümleri oluşturmaktadır. Şimdi o yaşlıların hatırasında eski şiirin sade örneği ve çocuk folklorunda basit oyun tekerlemeleri haline dönüştüğü için halen de bunlara rastlanmaktadır.

Bununla birlikte ayrıca şunu da söylemek gerekir diye düşünüyorum.

Son yıllarda Rusya ülkesinde, bununla beraber Tataristan’da meydana gelen değişiklikler neticesinde Tatar halkının Sovyet totaliter rejimi döneminde unutturulup yok olmaya mahkum edilen eski âdetlerinden çok sayıdaki güzel örf ve âdetler tekrar canlanmaya başlamıştır. Bu âdetlerden birisi olan Nevruz’a bağışlanan Mart ayının 21. günü her yıl Kazan’da ve Tataristan’ın ayrı şehirlerinde, köylerde, Nevruz bayramını kutlama âdetleri devam ettirilmektedir. Elbette ki, şimdi bu âdetler, bayram yapılırken önceden olduğu kadar onun eski gelenekleri, sihirli ve sembolik hususiyetleri hakkında bilgi mevcut değildir. Kışın geçişi, yazın karşılanışı ile beraber çeşitli oyunlar “Nevruz düşüncelerini” tekerlemeler ile beraber söyleyerek bayramın içeriği teşkil edilir.

Ben Kazan’dan Ankara’ya gelirken Tatar Medeniyet Merkezi’nde bu sene de “Nevruz” bayramına hazırlanıyorlardı. Yarın da Kazan’da (21 Mart’ta) Sultangaliyev meydanında geleneksel “Nevruz” bayramını kutlayacaklar.

Dün burada Nevruz ile ilgili olan renkler hakkında bazı düşünceleri dinlemiştik. Bu renklerin biri de ak renktir. Tatar halk eserlerinde ak renk çok kullanılan bir renktir. Bu renk Türk Cumhuriyeti’nin bayrağında ay ve yıldız olarak yer aldığı gibi bugünkü Tataristan bayrağında da kullanılmıştır.

Tatar Dilinin Açıklamalı Sözlüğü’nde bu sözün 20’den fazla türü ve değiştirilmiş manası gösterilmiştir. Ak düşüncesi renk olarak kullanılmamıştır. Dilde ve edebiyatta o yerine göre allegorik, yerine göre sembolik manada kullanılmıştır Meselâ, samimi kişiye “Ak yüzlü kişi”, “Ak gönüllü kişi” diyorlar “Ak yol” denen düşüncelerde de, ak sözü sağlığı, iyiliği anlatmaktadır. “Ak” sözünün değiştirilmiş manası Tatar halkının yaşayışı ve varlığını devam ettirmesi sırasında hâkimiyeti altındaki muhitlerde de devam etmektedir. Köy yerinde, meselâ, “ak kilet” (yazın içinde kalmak için yapılan ev). “ak munça” (ak hamam), “ak ev” (misafir evi) ismi ile adlandırılan binalar olduğu malûmdur “Ak” sözünün düğün âdetlerine yönelik olan manasının olduğu da malûmdur. Düğünden önce kız tarafından damada ve onun akrabalarına verilen hediyeye “ak” denilir. Bu âdetin “ak verme”. “akkel seki”, “aklaşu” diye de adlandırılmasına rastlanılmaktadır. Kumuk Türklerinde bu âdetin “aklık”, Türkmenlerde “akılık” diye de adlandırıldığı malûmdur. (Ahmetyanov R.G., Leksika Dukovııoy Keelturı Narodov Spedneso Pooljsa, M., 1981, s. 77).

Tatar halk edebiyatının rivâyet, destan, hikâye gibi türlerinde “ak böri” (ak kurt), “akbüz at”, “aksakallı kurt”, obrazları (görünüşleri) olduğunu söylemek gerekir.

Bizim halkımızda “ak böri” (ak kurt) diye bilinen tanınmış bir hikâye ve “ak böri” hakkında bir efsane vardır. Onlarda “ak böri” iyiliksever, kutlu bir zat, hikâye kahramanları ve düşman ortasında kalan halkın tılsımlı bir kahramanı olarak görülmektedir.

Halk Türkülerine bakıldığında ak renkle bağlantılı olan görünüşler çoktur

Hatun kızların üst-baş giyimleri, “ak gömlek”, “ak sitsa (basma) gömlek”, “ak alyapkıç (önlük)”, “ak kalfak”, “ak uka”, “ak yünşel”, “ak yavluk”, “ak perçatka (ak eldiven)”; orman - kır ürünleri - ak kayın, ak çiçek; kuşlar ve hayvanlar- “ak kuş”, “ak karga”, “ak kügerçin (ak güvercin)”; tabiat görünüşleri - “aktomen” (duman), “ak bulut”, “ak kop”; evdeki eşyalar, “ak samovar”, “ak çilek” (ak kova) gibi görünüşler binlerce Türkülerde karşılaştırma, epilette belirtilerek geçilmektedir.

Türk dillerinde, Türk halklarının edebiyatında “ak” sözü, saf, temiz, pak ve güzel manalarındadır. Eski Mısır’da ve Romalılarda, Babillerde ve Asurlarda, Hindistan’da ve Yunanistan’da da böyledir. Türk Moğol kabileleri arasında ak rengi önemli bir renktir ve ilahi bir renk olarak kabul edilmiştir. Bunun için memleketi yöneten padişahlar, hanlar çeşitli törenlerde ve bayram günlerinde ak kıyafet giyerlerdi. Marko Polo’nun eski Moğol İmparatorluğu na bağışlayarak yazdığı kitabına bir göz atalım. O şöyle demektedir:

“Ak renkli giyimleri, kıyafetleri uğurlu renk olarak kabul ediyorlar. Bunun için onlar gelecek yıl iyi olsun diye yeni yılı karşılarken ak renkte kıyafetler giyerler. Buryat destanı âlimi A. İvanora’nın da ak renge önem verdiği görülecektir. Onun söylediklerine göre, “Geser” destanını okurken, dirseğinin altına ak minder alıp, ak kağıda oturulması gerekir Ayrıca bir örnek daha verelim. Kazak halkının “Koolandı Batır” destanında büyük kahramanın yüzü de, kolu da, süngüsü de ak renktedir. Umumi olarak söylenildiğinde ak renk sadece Türk halklarında değil, diğer çok sayıdaki halkların yaşayışında, inanç ve geleneklerinde, edebiyatında, önceden büyük bir yer tutmuştur.

Eski dedelerimiz ve babalarımız olan Türklerin âdetlerini hatırlatarak, sizin, değerli Türk kardeşlerimin, Nevruzunu kutlarım. Nevruz bayramınız mübarek ve kutlu olsun diye sözüme son veriyorum.

DİPNOTLAR:

*Doç. Dr., Tataristan İlimler Akademisi, Dil, Tarih, Edebiyat Enstitüsü, Kazan, TATARİSTAN.

** Türk Dili ve Edebiyatı Doktora Öğrencisi; Niğde Üniversitesi, Eğitim Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi.

arrjin - avatarı
arrjin
Ziyaretçi
28 Haziran 2008       Mesaj #3
arrjin - avatarı
Ziyaretçi
Baraba Tatarları; Batı Sibirya’da, (Rusya Federasyonunun güney sınırının, Kazakistan, Çin ve Moğolistan sınırları ile birleştiği bölgenin kuzeyinde) Altay ve Tuva Cumhuriyetlerinin (Özerk bölgelerinin) kuzeyinde, Tomsk, Abakan, Krasnoyarsk kentleri çevresinde ve bu bölgenin batısındaki Tobol nehrinin kenarına kurulu, Tümen, Tobolsk, Tara, Barabinsk kentleri çevresinde, ayrıca yukarıda saydığım iki bölgenin arasındaki Baraba bozkırlarında yaşarlar.

İsimlerini “Baraba” bozkırından almışlardır. Bölgeye sonradan yerleşen Kazan Tatarları’na göre, daha esmer ve kısa boyludurlar.


Tarihçe

Baraba Tatarları’nın, 12. ve 13. yüzyıllarda, Batı Sibirya’nın, Ural Dağlarının batısında yaşayan Kıpçak kabilelerinin soyundan geldikleri sanılmaktadır. 13. yüzyılda Cengiz Han’a, daha sonraları 15. yüzyılda Sibir Hanlığına bağlandılar. Çinliler, Moğollar, Özbekler ve Ruslar ile ticari ilişki kurdular. Bölgedeki Samoyed ve Ugrian gruplarından vergi aldılar.

Rus askeri güçleri bölgeye 1595 yılında girdilerse de, sonradan geri çekildiler. Buna rağmen bu istila Baraba Tatarları’nı yerlerinden ederek onların daha kuzeydeki Baraba bozkırlarına ve daha kuzeydeki bataklık bölgelere doğru yürümelerine sebep oldu.

Barabalar 17. yüzyılda Kazaklara tabi idiler. Ruslar 18. yüzyılda tekrar bölgeyi işgale başlayıp, 1722 yılında ilk askeri kalelerini kurup, bölgeye “sürgün” köylüleri yerleştirmeye başladılar. 1840-1850 yılları arasında bu yerleştirme işi en yüksek boyuta ulaştı ve Baraba Tatarları kendi vatanlarında azınlık durumuna düştüler.

1822 yılından itibaren Baraba Tatarları ağır vergiler altında ezilmeye başladılar. Bu “ağır vergilendirme” 19. yüzyıl boyunca sürdü.

1919 yılından itibaren, yeni Sovyet yönetimi ağırlığını hissettirmeğe başladı. 1930 yılından itibaren, arazilerine, sığır ve at sürülerine devletçe el kondu. Devlet çiftlikleri (rusça:Совхо́з; Sovhoz) kuruldu.

İslamiyet’e ve Milliyetçiliğe ait her şeye savaş açıldı. Camiler kapatıldı, kitaplar yakıldı.

İslamiyet, Batı Sibirya’da 10.yüzyılda yayılmaya başlamıştı. Baraba Tatarları (erkekler), hemen her köyde bulunan cami okullarında, mollalar tarafından 4-5 yıllık eğitime tabi tutuluyorlardı. Okur yazarlık bir hayli yüksekti. 19. yüzyılda Tatarlar, Batı Sibirya’daki en eğitimli kişilerdi. 1928 yılına kadar Arap alfabesi kullanmışlar (kısa süre Latin harfleri de kullanılmıştır). Bu tarihten sonra da zorunlu olarak Kril alfabesine geçmişlerdir.

Bütün bunlara rağmen Barabalar, bugüne kadar Terene, Tarı, Kölübü, Kargalı, Langa, Lüvey gibi oymak adlarını muhafaza etmişlerdir.

Günümüzde bölge dışında yaşayan “özerk” Tatar topluluklarından temin ettikleri ders kitabı, roman, gazete, vs. ile kültürel hayatlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar.


429px Tatar woman XVIII century
Bir Tatar kadını - 18. yy.


Nüfus


1926 yılında yapılan nüfus sayımına göre: Tümenliler 22.636; Tobollular 32.102; Tarlıklar 11.517; Buharalı ve Tomlular 11.659 ve Barabalar 7.828 olmak üzere bölgede yaşayan Türk boylarının kişi toplamı 85,442'dir. 1970 yılına ait rakamlara göre bölgedeki bu Türk boyları 194.000 nüfusa sahiptirler. Basit bir oranlama ile Baraba’ların 1970 yılında yaklaşık 16.700 kişilik bir topluluk olmaları gerekmektedir. Bugün (2002) bu rakamın Türk nüfus artışı olan yıllık %o 25 hesabıyla 37.000’e ulaşmış olması gerekir. Ancak bir başka kaynakta “Baraba’ların nüfuslarının, 1979 yılında 8.000 civarında olduğu sanılmakta” denilmektedir. Bu rakam esas alındığında da günümüzdeki (2002) nüfusları yine yıllık Türk nüfus artışı olan %o 25 hesabıyla 14.000 kişi olmalıdır. Sayıları ister 37.000 ister 14.000 olsun, Baraba’lar bölgeye sonradan yerleşen Rus, Ukraynalı ve Tatar (Kazan Tatarı) halklar arasında azınlık durumuna düşmüşlerdir.


Dil


Konuştukları Türkçe, Kazan Tatarları ve Kazak-Altay (Kıpçak) lehçelerinin benzeri, Batı Sibirya’da konuşulan Tatarca'dır.

19 yüzyıl sonlarına kadar dillerini korumuşlar. 1930 yılından sonra, bölgede çoğalan Rus yerleşimci ve idarecileri yüzünden Rus dilinin etkisi altında kalmışlardır. Bugün gençler Rusça’yı daha akıcı konuşurlar. Sosyal ve kültürel hayatta Rusça hakimdir. Anadil ise, yaşlı kuşaklar arasında günlük hayatta kullanılmaktadır.
Edd-iTöR - avatarı
Edd-iTöR
Ziyaretçi
6 Temmuz 2008       Mesaj #4
Edd-iTöR - avatarı
Ziyaretçi
Tatarlar

(Tatar: Tatarlar/Татарлар), Kuzey Asya'da Moğolistan ovasından Doğu Avrupa'da Litvanya'ya kadar uzanan geniş bölgede yaşanmış Moğollar, Türkler, Tunguzlar başta olmak üzere çeşitli etnik grup için kullanılan terimdir.

Kelimenin kökeni eski Türkî dillerinde "diğer insanlar" anlamına gelen "Tatar" olup geleneksel olarak Çinceye 韃靼 / 达靼 (pinyin: dádá), Japoncaya 韃靼 (Dattan), Arapçaya تتر, Farsçaya تاتار , Rusçaya Татар, Batı Avrupa dillerine Tartar olarak geçmiştir.

Günümüzde Rusya Federasyonu içinde yer alan Tataristan Cumhuriyetindeki Volga Tatarları, Ukrayna'ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyetindeki Kırım Tatarları gibi etnik gruplar kendilerini Tatar olarak adlandırmaktadır. Bunun dışında Çin Halk Cumhuriyetinin azınlıklarından biri olan Tatarlar (塔塔尔族 tătăĕr zú) da bilinmektedir.

ve Rusya, Ukrayna, Polonya, Moldova, Litvanya, Belarus, Bulgaristan, Çin, Kazakistan, Romanya, TürkiyeÖzbekistan günümüzde Tatarların yaşadıkları yerlerdir.


Tatar kelimesinin kökeni

"Tatar" sözcüğü, çeşitli zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmıştır. Ruslar, yüzyıllar boyunca, Avrupa Rusyası'nda yaşayan Türk soylu Müslümanlar için, batılı yazar ve araştırmacılar, Türkistan'da ve Karadeniz'in kuzeyinde yaşayan Türkler için, Osmanlılar ise, on altıncı yüzyıldan başlayarak kuzey Türkleri için kullanmışlardır.[1]

Kaynaklarda Tatar kelimesi

Osmanlı Fermanlarında, Kırım Hanları için ilk defa 1696 yılında tatar ifadesi geçmektedir. İslâm dünyasında ise, "Tatar" kelimesiyle kastedilen, "Moğol" idi. On üçüncü yüzyılda yaşamış olan Arap tarihçi İbnül Esir, şamanist, kısmen budist Moğollardan bahsederken "Tatarların İslam ülkelerine gelişi", "Tatarların Türkistan ve Maveraünnehr'e çıkışı", "Kafir Tatarların Harzemşah üzerine yürüyüşü" gibi daima "Tatar" kelimesini kullanmaktadır.
Abbasi Halifeliğini 1258'de yıkmış olan, Cengiz Han'ın oğlu olan, Tuluy'un oğlu Hülagü ve ordusundan, bütün çağdaş ve sonraki Arap tarihçileri "Tatar" diye bahsetmektedirler. Diğer milletler de, on üçüncü yüzyılda yeryüzünün en büyük devletini kurmuş olan Moğollardan "Tatarlar" diye söz etmektedirler.

Tatar ve Türk kavimleri ilişkisi

Moğol (Tatar) ordusunun çoğunluğu Kıpçaklar, Peçenekler ve öteki Türk boylarından gelenler rütbesiz askerlerden oluşmakta idi. Bütün komuta kademeleri ise, Moğolların tekelindeydi.
Moğolların Çinlilerce Tatar olarak isimlendirdiği ve Türkler ile iç içe yaşamış, komşu olan bu topluluk, Moğol ordusunun batıya seferlerinde Türk boyları ile savaşa katılmıştır. Dolayısı ile bir Moğol topluluğu olan Tatarlar, birlikte savaş için göç ettiği Türk kavimlerine daha sonra da egemenliği altında yaşayan bölgedekilere ismini vermiştir.Çinlilerin Moğol olarak isimlendirdiği kabilelerden birinin adı Çin kaynaklarında görünmektedir.[2][2][1]

Tatarlar üzerine bir ayrıştırma

Bazı Çin kaynaklarına göre Tatarlar, bulundukları bölgeler, sosyal ve askeri yaşayış şekilleriyle farklılık göstermektedirler.[2]

Ak Tatarlar

ve Çin sınırına yakın bölgede yaşarlar. Düzgün giyimli, medeni ve aile düzeni olan insanlardı. Uzun yıllar Uygur Türkleri ile iç içe yaşamışlardır. Gelenekleri, Türkistan'da yaşayan Türk topluluklarının gelenekleriyle birebir örtüşmektedir. Sonradan Slavlaşan Bulgar Türkleri, Kırım, Kazan, Astrahan, KasımSibir hanlıklarının halkları Ak Tatarlar soyundan gelir.

Kara Tatarlar

Türkistan'ın kuzeyinde, Çin sınırından uzak bölgelerde yaşamaktaydırlar. Bir rivayete göre Cengiz Han'ın ataları olduğu düşünülmektedir. Çok ilkel bir hayat sürerler ve Çinliler tarafından Türklerden ayrı bir yapıya sahip olduğunu belirtmek için Kara Tatar adı ile adlandırılırlardı. Kırmızı yüzlü, büyük yanaklı, kirpikleri ve sakalları çok seyrek, belden yukarısı kısa, bacakları uzun, dolgun vücutlu insanlardı.

Vahşi Tatarlar

Kırgıy olarak da anılan Kara Tatarlardan daha ilkel insanlardı. Üretimle ilgili faaliyetleri olmayan, toplayıcılık, soygunculuk, çapulculuk ve çok az olarak da avcılıkla geçinen topluluklardı.

  • Rusya'da Tataristan Cumhuriyeti'nde yaşayan halk,
  • Avrupa Tatarları
  • İdil Tatarları
  • Kazan Tatarları <- Kazan Hanlığı
  • Mişär Tatarları
  • Qasím Tatarları <- Kasım Hanlığı
  • Astrakhan Tatarları <- Astrahan Hanlığı
  • Kırım Tatarları <- Kırım Hanlığı
  • Litvanya Tatarları
  • Beyaz Rusya Tatarları
  • Polanya Tatarları
  • Kazak Tatarları <- Kazak Hanlığı
  • Sibirya Tatarları <- Sibir Hanlığı
  • Baraba Tatarları
  • Chulym Tatarları
  • Abakan Tatarları
  • Kuzey Altay Tatarları
  • Altaylar
Son düzenleyen Kral_Aslan; 29 Nisan 2009 23:05
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
29 Nisan 2009       Mesaj #5
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Tatarlar
MsXLabs.org & Temel Britannica

Tatarlar, 12. ve 13. yüzyıllarda, kendileri gibi başka göçebe topluluklarla birlikte, ana­yurtları olan Orta Asya'dan batıya göç ederek Avrupa'nın içlerine kadar yayıldılar. Birçok bölgeyi yalnızca istila etmekle kalmayıp Fin­landiya, Polonya ve Avusturya'ya kadar uza­narak buralara yerleştiler. Bu bölgelerden başka günümüzde Romanya'da, Bulgaristan' da, Türkiye'de, SSCB'de ise Kırım'da, Urallar'ın batısında ve Volga Irmağı boylarında Tatar asıllı topluluklar yaşamaktadır. Çok eski zamanlardan beri Asya bozkırlarında ve çöllerinde yaşayan kabilelerle Moğol ve Türk göçebe halkları Tatar olarak anılır. 13.-15. yüzyıllarda Moğol İmparatorluğu içindeki Kı­rım, Sibirya ve Kazan halkları da Tatar olarak adlandırılmıştır.
İskelet kalıntıları üzerinde yapılan çalışma­lardan, ilk Tatarlar'ın gerçek Moğol olmadığı, Moğol-Kafkas karışımı bir beyaz ırk olduğu anlaşılmıştır. Bir Türk dili konuşan bu ilk topluluklar gittikleri yerlere yalnızca dillerini değil, İslam dinini de götürdüler. Moğol İmparatorluğu'na bağlı ünlü Altınordu Devleti'nin bir kolunu Tatarlar oluşturuyor­du. Bu devlet 13. yüzyıldan başlayarak uzak bölgelere seferler düzenledi, birçok yeri fethetti. Asya'nın batısında yaklaşık 250 yıl boyunca egemenliğini sürdüren Altın­ordu Devleti Avrupa için sürekli bir tehlike oluşturdu.
13. yüzyılda Litvanya (bugün SSCB'ye bağ­lı) Tatarlar'ı sınırlan içine kabul eden ilk Avrupa ülkesi oldu. Hükümet, ordudaki hiz­metlerine karşılık Tatarlar'a belirli ayrıcalıklar tanıdı ve toprak verdi. Polonya'da kahramanlıklarıyla ünlü askerlerin çoğu Tatar'dı. Müslüman olan Tatarlar, genellikle yaşadıkları ülkenin dilini benimsemekle birlikte din­lerini korudular. En büyük Tatar topluluğu, 5 milyon dolayındaki nüfusuyla SSCB'de yaşar ve bir Türk dili konuşur.


Ayrıca bakınız:

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
30 Mart 2012       Mesaj #6
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
TATARLAR

Volga Nehri ve kolu Kama'nın boylarında, Ural Dağları'nın doğusundaki bölgede yaşayan, Türkçe konuşan kavim.

Tatarlar, Rusya'nın Avrupa kıtasında kalan bölümünde ve Sibirya'nın güneyinde de yaygın olarak yerleşmişlerdir. Eskiden, Tatar adı değişik halklar için kullanıldı. Asya bozkırlarında yaşayan Moğollara ve Türklere; Moğol İmparatorluğu egemenliğindeki halklara ve devletlere (Kırım Tatarları, Sibirya Tatarları, Kazan Tatarları ve Kazimov Tatarları) Tatar adı verildi.

Volga boyunda yaşayan Tatarların kökeni, İ.S. 1. yüzyılda Güney Rusya bozkırlarında oturan göçebe Türk kavimleriydi. Rusya'da Moğol İmparatorluğu'nun kurulmasıyla birlikte başka etnik ögeler de Tatarlara katıldı. 9.-15. yüzyıllar boyunca Tatar ekonomisi tarıma ve hayvancılığa dayanıyordu. Tahta, seramik, deri ve maden zanaatkârlığı da gelişmişti.

18. ve 19. yüzyıllarda Tatarlar yeni kazanılan Orta Asya bölgelerinde ticaret, politika, eğitim ve idarî işlerle uğraşıyorlardı ve yayılan Rus İmparatorluğu içinde iyi bir yer edinmişlerdi. Karmaşık bir toplumsal örgütlenmeleri vardı. Askerî ve idarî üstünlük soylulardaydı. Hükümet başkanı, Tatar Devleti'nin hanıydı. Hanın ailesinin bir kısmı, 16. yüzyılda yapılan bir antlaşmayla Rus asillerinden sayıldı.

Tatar toplumundaki bu tabakalaşma, Rus Devrimi'ne dek sürdü. 14. yüzyılda İslâmiyeti kabul eden Tatarlar bu dini Türkistan'da yaygınlaştırdılar. Tatarlar günümüzde, Rusya topraklarında yaşamaktadırlar.


MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
buz perisi - avatarı
buz perisi
VIP Lethe
3 Ağustos 2012       Mesaj #7
buz perisi - avatarı
VIP Lethe
Karatatarlar
MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi

Moğol istilâsı sırasında İç Anadolu'yu yerleştirilen Moğollar, Sıvas, Malatya, Kayseri dolaylarında, 15. yüzyıla değin sürekli sorun yarattılar. Yıldırım Bayezit bu bölgeleri alınca, eyalet süvarilerini bunlardan oluşturdu. Ankara Savaşı'nda Karatatarlar saf değiştirip Timur ordusuna geçtiler. Timur da bunları alıp eski yurtları olan Orta Asya'ya götürdü.
In science we trust.

Benzer Konular

27 Aralık 2011 / Misafir Türk ve İslam Dünyası
2 Eylül 2012 / [WoL]bL Türk ve İslam Dünyası
2 Haziran 2015 / Jumong Türk ve İslam Dünyası
20 Ağustos 2012 / [WoL]bL Türk ve İslam Dünyası
3 Ağustos 2012 / buz perisi Türk ve İslam Dünyası