Arama

Biyoteknoloji / Bio-Teknoloji

Güncelleme: 10 Mart 2018 Gösterim: 42.145 Cevap: 12
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
9 Eylül 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Biyoteknoloji / Bio-teknoloji Nedir?

Ad:  b3.jpg
Gösterim: 1831
Boyut:  34.7 KB

Biyoteknoloji, insan, hayvan ve bitki hücrelerinin fonksiyonlarını anlamak ve değiştirmek amacıyla uygulanan çeşitli teknikleri ve işlemleri tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Canlıların iyileştirilmesi ya da endüstriyel kullanımına yönelik ürünler geliştirilmesini, modern teknolojinin doğa bilimlerine uygulanmasını kapsar.
  • Kanser, AIDS gibi bir çok hastalığın tedavisi ve önlenmesinde kullanılacak genetik ürünler elde edilmesi
  • Büyüme geriliği gibi sorunlara çare olacak ya da bulaşıcı hastalıklara karşı koyacak proteinlerin üretimi
  • Rekombinant ilaç ve aşıları sentezleyecek transgenik bitkilerin geliştirilmesi
  • Hasar görmüş beyin hücrelerinin ve omuriliğin onarımı
  • Organik atıkları metabolize edecek bakterilerin elde edilmesi biyoteknoloji uygulamalarına verilebilecek örneklerdir.
Biyoteknoloji; hücre ve doku biyolojisi kültürü, moleküler biyoloji, mikrobiyoloji, genetik, fizyoloji ve biyokimya gibi doğa bilimleri yanında mühendislik ve bilgisayar mühendisliğinden yararlanarak, rekombinant DNA teknolojisiyle bitki, hayvan ve mikro organizmaları geliştirmek, doğal olarak var olmayan veya ihtiyacımız kadar üretilemeyen yeni ve az bulunan maddeleri (ürünleri) elde etmek için kullanılan teknolojilerin tümüdür.
Biyoteknoloji, temel bilim buluşlarını kısa sürede yararlı ticari ürünlere dönüştürebilmesiyle bir anlamda kendi talebini de yaratabilir. Bu yönüyle de öteki teknolojilerden ayrılır. Örneğin sıcak su kaynaklarında yaşayan bakterilerin birinden elde edilen yüksek sıcaklığa dayanıklı bir enzim, günümüzde uygulama ve temel bilim çalışmalarının ayrılmaz bir parçası olan PCR'nin önemli bir girdisidir. Biyoteknoloji uygulamaları; mikrobiyoloji, biyokimya, moleküler biyoloji, hücre biyolojisi, immünoloji, protein mühendisliği, enzimoloji ve biyoproses teknolojileri gibi farklı alanları bünyesinde toplar. Bu nedenle de Biyoteknoloji birçok bilimsel disiplinle karşılıklı ilişki içinde gelişir.

Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:45
NihLe - avatarı
NihLe
Ziyaretçi
26 Ocak 2007       Mesaj #2
NihLe - avatarı
Ziyaretçi

Genetik mühendisliği

Ad:  biotechnologie.jpg
Gösterim: 1550
Boyut:  13.6 KB

Biyoteknoloji ve Genetik Mühendisliği Sağladığı Yararlar :
Biyolojinin teknolojiye uygulanmasına biyoteknoloji denir. Biyoteknoloji uygulamaları sağlıkta, çeşitli hastalıkların tedavisinde, gıda sanayinde, veterinerlikte endüstri ve tıp alanlarında kullanılır. Bunun için biyoteknolojik yöntemlerle, canlı hücreleri kullanarak çeşitli maddeler üretilir.
Biyoteknoloji ve Genetik Mühendisliği uygulamaları sayesinde;
1- Endoskopi cihazıyla sindirim sistemi hastalıkları teşhis edilmiştir.
2- Plastik cerrahide yapay kol ve bacak ile diz ve kalça eklemleri yapılmıştır.
3- Yapay böbrek ve akciğer (diyaliz makinesi ve solunum cihazı) yapılmıştır.
4- Tahlil yapabilen cihazlar yapılmıştır.
5- Şeker (diyabet) hastalığının tedavisinde kullanılan insülin hormonunun bakteriden üretilmiştir. (Daha önce hayvanlardan elde ediliyordu. Zor ve pahalı olduğu için sınırlıydı. Biyoteknoloji ile bakterilerden insülin üretilmesi sağlanmıştır).
6- Hastalıkların tedavisinde (enfeksiyonlara karşı) kullanılan aşı üretildi.
7- Besin değeri yüksek sebze meyvelerin, süt verimi yüksek ineklerin, yumurta verimi yüksek tavukların üretilmesi sağlandı.
8- DNA’daki genlerin değiştirilmesi ve çıkartılması gerçekleştirildi. (Kalıtsal hastalıkların tedavisi ve domuzdan organ nakli için).
9- Gıda sanayinde meyve suyu, süt ürünleri, sirke, alkol, vitamin tabletlerinin üretilmesi sağlandı.
10- Özel koşullara dayanabilen ve vücudu koruyabilen elbiseler, araçlar üretildi. (Yangın, astronot elbisesi).
11- Böcek ilacı, deterjan, parfüm gibi kimyasal maddeler üretildi.
12- Kimyasal silahlar yapıldı.
13- Kirli sularda yaşayan bakteriler, kirli suyu temizleyebilen canlılar haline getirildi.
14- Herhangi bir vitaminin herhangi bir organda üretilmesi sağlandı.
15- Kanser, AIDS gibi birçok hastalığın tedavisi ve önlenmesinde kullanılacak genetik ürünlerin elde edilmesi sağlandı.
16- Büyüme geriliğine ya da bulaşıcı hastalıklara karşı proteinlerin üretilmesi sağlandı.
17- Hasar görmüş beyin hücrelerinin ve omuriliğin onarılması sağlandı.
18- Vitamin tabletleri, meyveli yoğurt üretimi yapıldı.

DEVAMI Genetik Mühendisliği
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:50
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Şubat 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Ad:  b1.jpg
Gösterim: 1933
Boyut:  30.7 KB
Bio-Teknolojinin Arkaplanı:
GEN BENCİLDİR
İnsanlığın en büyük ve geri dönülmez başarılarından biri "GENOM" projesidir. İnsanın kendi ve diğer canlılarının gizemli planlarını ele geçirmesidir. Amerikalı genetik uzmanı Craing Venter, insan genomundaki genleri patentleyen kişidir. Craing Venter’in "patent"lemesiyle ilgili olarak, İngiliz John Sulston 2001 yılının başlarında şu saptamayı yapmaktadır. "Yaşayan her insan evrimsel bir başarının öyküsüdür. Bu süreçte ancak bencil genler seçilerek hayatta kalabilirler. Evet gen bencildir ama bir o kadar da bilgedir. Korkarım ki bilgelikten sıyrılmış genlerin zaferi canlıların sonu olacak."

Asılında İngiliz John Sulston’un canını sıkan neden, Amerikalıların patentledikleri genleri tekelleştirme korkusudur. Ki Incyle ilaç şirketi yarışı kazanırsa ödülü kimselerle paylaşmayacağını açıkça beyan etti. Başka bir deyimle bio-teknoloji, masum duygularla gelişen bilimsel bir alan değildir. Bence teknolojinin arka planı modern yüzünden daha caziptir ve sorguya muhtaçtır. Mesela; 1928’de penisilini bulan Amerika ancak 30 yıl sonra bir deprem vesilesiyle askeri kontrol altında sivillere kullandırtmıştır. Topraksız tarım, yine Amerikan ordusunun bir adada yalnız olarak besinlerini üretme çabası sonucu ortaya çıkmıştır.

Bu araştırmalara büyük sermayenin ayrılması "genom" gibi bazı projeleri tamamlamak için hükümetlerin ya da kamu kuruluşların desteklediği araştırma kurumları ile özel şirketlerin yarışması boşuna değildir. Yakın bir zamanda eczanelere reçete ile değil kalıtsal bilgilerimizi taşıyan CD’lerle gideceğiz. Yani kişiye özel ilaç dönemi başlayacaktır. Craing Venter’in çalıştığı şirket her isteyene bu bilgileri içeren CD’yi bin dolara verebileceğini söylemektedir. Yine aynı şirket kan tahlili için hastanelere gerek kalmayacağını, otobüs duraklarına konacak bankamatik benzeri aletlerle otobüsü beklerken tahlil sonuçlarını alabileceğimizi iddia etmektedir. Örneğin profesyonel ordu kavramı bu bağlamda değişeceğe benzemektedir. Çünkü ordu hangi özellikte asker istiyorsa "Embriyo" ısmarlayabilecektir. İnsan ‘genom’ projesinin belli başlı iki tane aktörü bulunmaktadır. Bunlar, ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) ve İngiliz Tıbbi Araştırmalar Konseyi’dir. Bu iki aktör 1996 yılında Bermud’da yaptıkları anlaşmada insan genlerini toptan patentleme konusunda anlaştıkları halde birbirlerine güvenmediklerini defalarca deklare ettiler.(Bilim Teknik Dergisi, 1999 Şubat Sayısı)

Yani bu iki patron isterlerse çok kolay bir şekilde yeni hastalıklar icad eder ve ilaçları için insanlığı sıraya sokabilir. Transgenik organizmalarla elde ettikleri bitkilerle herhangi bir ülkenin bitki florasını yok edip kendi tohumlukları için mecbur hale getirebilirler. Çoğu kimseler Türkiye gibi ülkelerde bitki ajanlarının dolaştığını bilmez. Bir çok ülkenin bitki envanteri kendi hükümetlerince bilinmediği halde Silikon Vadisi bu bitkilerin genlerini çoktan saydı bile. Batı kaynaklı teknolojik gelişmeler hiçbir zaman sonuçlarını sahiplerine yansıtmaz. Nükleer enerjiden tutunda, atmosferdeki sera etkisine, transgenik bitkilerden GDO organizmalarına kadar ki örnekler bu mantığın ürünüdür.

"Kimyasal Tehlike"


Yaşamımızı kolaylaştıran maddeler yaşamımızı tehdit ediyor. Kuzey Fransa’daki bulutlar neredeyse bitki ve böcek öldürücü ilaçlardan oluşmuştur. Hatta bu ilaçlardan dolayıdır ki bazı bölgelerdeki balıklar cinsiyet değiştirmektedir. "Yapay moleküller dünyadaki yaşamın temelini değiştiriyor mu?" diye bir soru sorulsa; bu ürkütücü soruya kimsenin verebileceği cevabı yoktur. 1997 EDF (OECD Ülkelerini Koruma Amaçlı Yıllık Raporlarıdır.) raporunda yer alan kimyasalların gösterildiği tablo yeterince ürkütücü olsa gerek.

Transgenik Organizma Kullanımının Sonuçları


Genetik mühendisliği; benzer olmayan organizmalar arasında tek veya daha fazla genin izole edilip kesilip birleştirilme ve aktarılmasıdır. (Normal koşullarda oluşması beklenmeyen (GD)Gen Kombinasyonları) Genetik olarak değiştirilmiş (GD) yani transgenik ürünler; virüsler, bakteriler, hayvanlar ve bitkilerden genler içerirler. Örneğin kutuplarda yaşayan bir balıkta donmayı önleyen gen domatese nakledilip kışın yetişen domatesler elde ediliyor. Ya da muz kokulu domatesler üretiliyor. Bu çalışmalar yüklü bütçelerle mümkündür. Diğer teknolojik gelişmeler gibi bio teknoloji alanlarında da güç odaklarının bulunmaması mümkün değildir.

GDO yetiştiren şirketlerin tamamı Batı kökenlidir. Kamuoyuna açıklanan bilgiler, %30’u geçmemektedir. Batıdaki küçük bir gıda firması dahi çok gelişkin laboratuar ve AR-GE’lere sahiptir.

GD’lerin üretimi ve tüketimine bağlı olarak ortaya çıkacak olan sonuçları tartışmak üçüncü dünya ülkeleri için lükstür. Tavuk geni taşıyan mısırlar, böcek öldüren soyalar, gelişmiş ülkelerin kamuoyunda tartışılır. Ama üçüncü dünya ülkelerinde hükümetlerin dahi tartışması gereksiz ve lükstür.

GDO’lardan kaçacak olan genler yaban ortamdaki akrabalarını yok edip doğadaki ekolojik dengeyi olumsuz etkileyecektir. Belki de yakın bir zamanda bitkiler üzerinde oynanan bu oyun toprak varlığını anlamsız kılacaktır. Bilinçsiz tohumluk alımlarıyla yerli bitki türleri yok olup tohumculuk tekelleşmeye doğru gidebilir. Bugün ülkemizin kimi şehirlerinde bazı yöresel ürünler batılı tarım uzmanları tarafından adeta kontrol altına alınmıştır. Örneğin Malatya’da birçok kayısı üreticisinin ürünü Fransızlarca ağaçta iken satın alınmakta olup tüm teknik ve tetkikler bunlar tarafından uygulanmaktadır. Amasya’nın misket elmaları İtalyanlarca yeniden keşfedilmektedir. Yabani bitki türlerinin yurt dışına ne amaçla çıkartıldığı kimseler tarafından bilinmemektedir.

Göstermelik bio-güvenlik önlemleriyle bilge doğanın üzerindeki emperyal eller geri çekilmeyecektir ve en acısı da üçüncü dünya ülkelerinin bilimsel tecrübeleri; "Hayat tecrübesi, 24 saat olan bir ‘bir gün böceği’nin ömrü kadar olacaktır. Bu böcek güneşin doğuşunu ve batışını bilir ama güneşin hergün doğup battığını hiçbir zaman bilemeyecektir."
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:46
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
30 Nisan 2007       Mesaj #4
Misafir - avatarı
Ziyaretçi

Bioteknoloji : Yaşam kalitesine katkı

Ad:  b.jpg
Gösterim: 1280
Boyut:  7.5 KB
Virüsler, ilaçları alt etmekte "başarılı" olmaya başladı. Virüslerden "hızlı" davranıp, hatta doğada bile olmayan yeni moleküller üretmek gerekiyor.
Kazaya uğrayan bir hastaya yapılacak ilk müdahalelerden biri ona serum vermektir. Serum, hastanelerde en olağan ve en hızlı müdahale biçimi olarak ancak 1931'den beri kullanılıyor. Kullanım, önce Amerika'da başlamış, sonra dünyaya yayılmış. Baxter adlı bir Amerikan bioteknoloji firmasında bundan 60 - 70 yıl önce yapılan araştırma ve geliştirme, serumun hem ticari hem tedavi amaçlı karlı bir ürün olduğunu göstermişti. Aynı firma, kanın güvenli ve sağlıklı biçimde toplanıp saklanması için ilk steril üniteyi de 1939'da üretmişti. Baxter, kan plazmasıyla serumunun ayrılmasını sağlayan bioteknolojik yöntemi geliştirdiğinde İkinci Dünya Savaşı sürüyordu. Amerika savaşa henüz girmişti. Yaralanacak askerler için milyonlarca ünite kan ve kan ürünü, yani plazma ve serum gerekiyordu. İnsanı öldürmeye yarayan savaş, ne tuhaftır ki gerek bioteknolojide gerekse nöroloji ve cerrahide yeni yöntemlerin hızla araştırılıp gündelik yaşama uygulanmasına da "yaradı". Pek çok cerrah, hayal bile edemeyeceği kadar çok yaralanma vakasına müdahale ederken ikinci bir tıp eğitimi almış gibi oldu. O dönemin bioteknoloji firmaları da var güçleriyle tedaviye yönelik ürünler üzerinde yoğunlaştı. Bu çaba, bugün daha da hızlı bir biçimde sürüyor.

Bioteknoloji nedir?


Bioteknoloji denilince akla gelmesi gereken pratik özet şu: İleri teknoloji ürünü steril laboratuvarlarda astronot kılığında çalışan süper uzmanlar, süper bilgisayarlar, bir bilim kurgu ortamı... Ne yapar bu insanlar? İnsan ömrünü uzatmak ve yaşam kalitesini arttırmak için yöntem geliştirir veya ilaç üretir. Bunu yapmak için de ileri teknolojinin sağladığı her olanağı kullanır. İlacı bazen şifalı bitkilerden üretir, bazen tamamen yapay moleküller "yaratıp" bunları ilaçta kullanır. Veya öyle bir aygıt geliştirir ki, bunu kullanan hastanın yaşam kalitesi artar. Örneğin, yine Baxter'in kronik böbrek hastaları için dünyada ilk kez ürettiği portatif diyaliz makinası gibi...
Bugün bioteknolojideki araştırma ve geliştirme hızı, 50 yıl öncesine bakışla çok çok daha baş döndürücü. Çünkü 50 yıl önce kocaman odaları dolduran bilgisayarlar artık masaüstünde bir kaç kitaplık bir yer kaplar oldu. İşlemler, eskiye bakışla müthiş hızlı. Bilginin birikimi de aynı şekilde çok hızlı. Bilimsel dergiler, bilgiyi uzmanlara aktarmakta gecikmeye başladı. Makalenin yazılması, dergi tarafından kabul edilip edilmeyeceğini anlamak için beklenen süre, derginin basımı ve dağıtılması gibi doğal gecikmeler, bilimin hızının çok gerisinde artık.
Bu müthiş hızın nedeni şu: Sürekli olarak yeni tedavi yöntemlerine ve ilaçlara ihtiyaç artıyor... Bunun da en önemli iki nedeni var:
  • Özellikle virüsler, her yeni ilacı alt etmekte daha "başarılı" olmaya başladı. Virüslerden "hızlı" davranıp, hatta doğada bile olmayan yeni moleküller "üretmek" gerekiyor.
  • Bilimsel buluşların sayısı arttıkça, bunların hem ticari açıdan hem tedavi açısından sağlayacağı yarar da artar oldu. Örneğin geçenlerde, "kalp kasını besleyen damarları kalbin bizzat üretmesini sağlayacak genetik anahtar" bulundu. Bioteknolojide sürekli ve ısrarlı kılı kırk yaran araştırmalar sayesinde...
Ne var ki bioteknoloji araştırması yapmak, örneğin yeni genetik tedavi yöntemleri bulmak, yeni ilaçlar geliştirmek, dünyanın sanayi ötesi ülkelerinde bile ancak bazılarında mümkün. En başta ABD ve Japonya olmak üzere Almanya, Fransa, İngiltere, İsveç bioteknolojide söz sahibi belli başlı ülkeler.
Neden bioteknoloji bir avuç ülkede yürüyor? Çünkü çok pahalı... Ancak varlıklı ülkelerde bu işlere para yatırılır. "Paha", görece bir kavram olduğu için burada rakam vermek gereksiz. Ancak, bioteknoloji veya ilaç firmalarının, serbest piyasa ortamında rekabet edebilmesi için yıllık toplam gelirlerinin neredeyse yüzde 20'ye yakınını araştırma - geliştirmeye ayırması gerekiyor. Üstelik, yüzlerce milyon dolarla ifade edilen dev paraların mutlaka yeni bir bioteknoloji ürününe veya ilaca dönüşmesi garanti değil.

Nasıl çaılşıyorlar?


Her konuda olduğu gibi, bu konuda da bazı Amerikan ve Japon firmaları, diğerlerine bakışla daha başarılı. Yine baştaki örneğe dönersek, Baxter'da üzerinde çalışılan konular, yaşam kalitesini arttırma ve yaşamı uzatma yönünde... Türkiye'de Eczacıbaşı'yla 1994'te yarı yarıya hisseli bir ortaklığa da giden Baxter, başta serum ve kan ürünleri olmak üzere "hastane ürünleri" üretmekle kalmayıp, bu konuda sürekli araştırma - geliştirme yürüten dev bir firma. Dünyada Kızılhaç'tan sonra en çok kan toplayan firma aynı zamanda. Bu kanları işliyorlar ve kanı, içindeki birimlerine ayırıp, kime hangi birimden ne kadar gerekliyse onu veriyorlar. Böylece, kanın ziyan olup gitmesi önleniyor. Kanı pıhtılaşamayanlar (hemofili hastaları) için kandaki Faktör 8 denilen birimi bundan 30 yıl önce ilk kez ticari biçimde üreten firma da yine Baxter'di. Firma bunu, 1992'den beri kandan değli, tamamen bioteknolojik yöntemlerle "yapay" olarak üretiyor.
Bioteknolojik araştırma - geliştirmede bu firmanın programı, aslında "bilimde ilerleme" dediğimiz şey. Örneğin, "yapay kan" üzerinde çalışıyorlar. Bu öyle bir yapay kan olacak ki, kişinin kan grubunun önemi kalmayacak. Normal kana bakışla, hastaya verilmesi, depolanıp saklanması daha kolay ve güvenli olacak... Bir diğer araştırma - geliştirme programı, gen tedavisi alanında... Hemofili ve kanserde genetik öğeleri araştırıp bunlara uygun tedavi yöntemleri geliştirmek için milyonlar harcıyorlar... Kronik böbrek hastalarını diyaliz için hastane yatağına mıhlanmaktan kurtaran portatif diyaliz aygıtı da yine bu firmanın "icadı". Baxter, bütün bu işler için 1996'da 340 milyon Dolar harcadı.

Üç boyutlu resim, tıbbın emrinde


Bioteknolojide araştırma - geliştirme, yan bilim dallarının da işbirliğini gerektirir. Üç boyutlu fotoğraf yöntemi olmadan, bioteknolojide bazı adımları atmak mümkün değil. Eskiden, moleküllerin yapısını anlamak için renkli toplarla model yapılırdı. Her bir renkli top bir atom grubunu temsil eder, bunlar da birbirine telle tuttururuldu. Artık bu yöntem, tıp tarihine mal oldu. Şimdi, üç boyutlu fotoğraf tekniği var. Bunu kullanmak için özel bir gözlük takıyorsunuz. Büyük bir bilgisayar ekranında alaca bulaca görülen bir molekül, bu özel gözlükle ekrandan size doğru fırlayıp burnunuzun dibine geliyor. Bilgisayarla bu görüntüyü ekranda sağa sola çevirip altını üstüne getirmeniz mümkün. Böylece, molekülün içini dışını görmeniz de... Eskiden, doğada mevcut olup da insanoğlunun bilmediği moleküller "bulunurken", şimdi işler değişti: Artık, virüsü alt etmek için molekül "icat ediliyor". İlaç sanayiinin bu kadar hızlı ilerlemesinin temel nedeni, bilgisayarın, ilaç tasarımında "olmazsa olmaz" rolü. "Eskiden" sadece biokimyasal yöntemlerle başlatılıp klinik deneylerle sürdürülen araştırmalar, şimdi bilgisayarla "sanal düzeyde" yapılabiliyor.
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 00:20
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
26 Eylül 2007       Mesaj #5
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
Ad:  b5.jpg
Gösterim: 1547
Boyut:  25.1 KB

BİYOLOJİK SİLAHLAR


Üzerinde sıklıkla durulan biyolojik silahlar, herhangi bir saldırıda kullanıldıklarında benzeri nadir görülen insan yapımı bir salgına neden olmaktadırlar; ancak durum bilimsel olarak ele alındığında bu olayın tıbbın sınırları içerisinde olduğu ve bu olaya klinik tıbbın ve koruyucu hekimliğin prensiplerinin uygulanabileceği görülmektedir. Tanının en kısa sürede konulması ve erken dönemde gerekli tıbbi müdahalelerin yapılması hastalık ve ölüm oranlarını azaltarak, biyolojik saldırının zararlarını en aza indirecektir. Biyolojik silahlarla gerçekleştirilen bir saldırıdan sonra konu hakkında bilgi sahibi hekimlerin ayırıcı tanıyı yapmaları ile birlikte halk sağlığı çalışanları gerekli stratejileri belirleyecek ve kullanılan biyolojik silahın etkilerinin sınırlı kalmasını sağlanabilecektir.

Biyolojik Silah Nedir ?


Biyolojik silahlar türlerine göre şu şekilde tanımlanabilirler:
Mikroorganizmalar : Hedef canlıya yerleşerek gelişen ve bu canlının ölümü veya etkisiz hale gelmesiyle sonuçlanan bir hastalık tablosu ortaya çıkaran çok küçük canlılardır. Bu mikroplar doğal halde olabildikleri gibi genetik olarak değiştirilmiş halde de olabilirler.
Biyolojik olarak üretilen biyo-aktif maddeler : hedef canlıyı öldüren veya etkisiz hale getiren genellikle (her zaman değil) bir mikrop tarafından üretilmiş maddelerdir. Bu grupta çoğunlukla toksinler bulunmakla birlikte diğer biyolojik maddeler de bulunabilir (hormonlar, nöro-peptitler, sitokinler gibi) .
Yapay olarak üretilmiş biyolojik madde taklitleri : Günümüzdeki teknik ve bilimsel gelişmeler sayesinde canlılara zararlı olan biyolojik maddelerin etkilerini taklit edecek yapay maddelerin üretilmesi ve üretilen bu maddelere, istenilen özellikteki canlılarda etkili olabilecek nitelikler kazandırılması mümkündür (örneğin belirgin genetik özellikleri bilinen bir insan ırkına etkili olmaları sağlanabilir) .

Son iki tanımda yer alan biyolojik silahların, kimyasal silahlardan farkı üretim şekillerindedir. Bu iki tanımda yer alan silahlar "biyolojik kimyasal silah" olarak da adlandırılabilir. Kimyasal silah, bir kimya bölümünde üretilir ve üretim aşamasında hiç bir zaman canlı bir organizma kullanılmaz. Bunun yanında biyolojik silahların üretiminde kimyasal yöntemlerden de yararlanılabilir; örneğin çok hızlı bozunan bir biyolojik silah hammaddesinde gerçekleştirilecek kimyasal işlemler sayesinde bu madde daha uzun ömürlü hale getirilebilir.

Tarihte Biyolojik Silahlar ve Biyolojik Savaşlar


Biyolojik savaş: "insan veya hayvanlarda ölüme veya bitkilerde hasra neden olmak amacıyla, biyolojik maddelerin kullanılması" şeklinde tanımlanır (3). Bilindiği kadarıyla ilk biyolojik silah 1346 yılında Karadeniz'in Kaffa limanında (Kırım), pire taşıyan sıçanlar düşmanlara veba hastalığını bulaştırmak amacıyla kullanılmıştır. Tatarlar kuşattıkları Ceneviz kalesinin duvarlarının üzerinden hastalık taşıyan ölü sıçanları şehrin içine atmışlar ve sonunda şehri ele geçirmişlerdir.
Diğer bir biyolojik silah kullanma girişimi 1754 - 1767 yılları arasında gerçekleşti. Fransızlarla Amerikan Yerlileri arasındaki savaş sırasında İngilizler tarafından yerlilere verilen battaniyeler çiçek hastalığı etkeni taşıyordu. Sonuçta bir çok yerli çiçek hatalığından öldü, ancak çiçek hastalığının yerlilere battaniyelerle mi yoksa hastalıklı Avrupalılarca mı bulaştırıldığı tam olarak açıklığa kavuşmadı.

Japonlar 1932 yılında insanlar üzerinde dehşet verici biyolojik silah deneyleri gerçekleştirdiler. "Birim 731" adı verilen Çin bölgelerinde gerçekleştirilen bu deneyler sırasında en az 11 Çin şehrine şarbon, kolera, şigella, salmonella ve veba hastalığı etkeni bulaştırıldı ve en az 10 bin kişi bu denemeler sırasında öldü.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 1943 yılında Detrick Kamp'ında (Maryland) saldırıya yönelik biyolojik savaş çalışmaları başlattı. 10 yıl sonra savunmaya yönelik çalışmalar başladı. 1969 yılına kadar ABD; şarbon, botulism (bir çeşit ağır gıda zehirlenmesi), tularemi, bruselloz, Venezuella at ensefaliti ve Q-humması etkeni olan mikroorganizmaları silah / bomba haline getirdi. Yine aynı yıl içerisinde ABD başkanı Nixon tarafından saldırıya yönelik biyolojik silah programına son verildiği açıklandı. 1972 yılında Cenevre'de Biyolojik Silahlar Antlaşması imzalandı; buna göre biyolojik silahlar hiç bir zaman geliştirilmeyecek, üretilmeyecek, stoklanmayacak, bir şekilde temin geçirilmeyecek veya kullanılmayacaktı .
Ancak bu antlaşmaya rağmen biyolojik silahların kullanımı devam etti. Güneydoğu Asya'daki çatışmalar sırasında 1974 - 1981 yılları arasında binlerce insanın, "sarı yağmur" olarak bilinen "Trichothecenemikotoksinleri"nin saldırılarda kullanımı sonucu öldüğü sanılmaktadır . 1978 yılında Bulgar muhalif Georgi Markov, keneotu tohumunda bulunan ve zehirli bir madde olan "risin" içeren "şemsiye silahı" mermisi ile baldırından vurularak öldürüldü. Bundan bir yıl sonra 1979 yılında eski Sovyetler Birliği 'nin Sverdlovsk şehrindeki bir biyolojik silah araştırma merkezinden kaza ile havaya yayılan şarbon basili sporlarını soluyan kişilerden en az 66'sı öldü.

Irak 1991 yılına kadar şarbon, botulinium toksini ve aflotoksini bomba haline getirdi. Körfez Savaşı sırasında bunların kullanılmadığı ve 1996 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilgili tesislerin imha edildiği belirtilmektedir.
Son olarak 20 Mart 1995 tarihinde, Tokyo'da bir Japon metrosuna Aum Shinrikyo tarikatı mensuplarınca atılan kimyasal sarin (sinir) gazı bombasının içerisinde şarbon, botulism ve Q humması içeren biyolojik silah parçacıkları tespit edilmiştir, bu saldırıda 12 kişi ölmüş, 5500 kişi yaralanmıştır.
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:46
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
20 Temmuz 2008       Mesaj #6
Bia - avatarı
Ziyaretçi

Biyoteknoloji ve Gerçekler

Ad:  b2.jpg
Gösterim: 1481
Boyut:  31.9 KB

İnsanoğlunun yeryüzündeki macerası bize, bilimsel alanda meydana gelen yeni açılımların, insanlığın pozitif anlamda ilerlemesine sağlayacağı katkı nispetinde riski de bünyesinde barındırdığını göstermiştir. Yâni nötr olarak tanımlanacak bilime, ona yön veren zihniyetin dünya algılaması içerik kazandırmaktadır. Kaldı ki bu artık, bilim adamlarının değer yargılarına ve etik kaygılarına da birebir bağlı değildir. İnsanlığın kaderini etkilemek kudretine haiz her bilimsel gelişmenin ciddî mâlî kaynaklara ihtiyaç duyduğu göz önünde bulundurulursa, bilimsel çalışmalara yön veren saik, devletlerin ya da şirketlerin güç mücadelesinde rakiplerine karşı kazanacakları mevziler olarak kendini göstermektedir.

Tanrıyla Pazarlık Yapmak


21. yüzyıla damgasını vuracak bilimsel gelişmelerden birisi de genetik konusudur. ABD Başkanı Bill Clinton Beyaz Saray da düzenlediği basın toplantısında, tarihin en önemli buluşlarından biri olarak tanımladığı insanın gen haritasının çözüldüğü haberini açıklıyordu. Uydu aracılığı ile bu önemli açıklamaya İngiltere Başbakanı Tony Blair de katılmıştı. Bilim adamlarının uzun yıllar süren çalışmaları neticesinde insanın genetik haritasını çıkartmış olması şüphesiz önemli bir gelişmeydi. Zira, şekerden kansere, Parkinson dan Alzheimer e varıncaya kadar bir dizi hastalığın tedavisi genetik alanında yapılacak çalışmalarla mümkün olabilecekti. Gelecek nesillerin, bugün birçok insanın ölümüne sebep olan hastalıkların pençesinden ve doğuştan gelecek arazlardan arınmış olacağı iddiası, yapılan çalışmalara bağlanan umudu biraz daha perçinlemişti. İnsanoğlunu dünyaya biraz daha sıkı bağlayan yarının çok daha güzel olacağı na ilişkin beslediği umut iken, dünyanın iki önemli devletinin başkanı tarafından açıklanan bu gelişmeye kimsenin bîgâne kalması mümkün değildi. Fakat genom ve biyoteknoloji konusunda yapılan çalışmalar konuya ilişkin gelişmeler ve muhtemel neticeleri ortaya çıktıkça herkes tarafından biraz daha şüpheyle karşılanır hâle geldi.

Aslında Clinton un basın toplantısında kullandığı; Tanrı'nın yaşamı yarattığı dili bugün öğreniyoruz ifâdesi, yaşanacak gelişmelerin ve muhtemel tartışmaların da ilk işaretlerin vermesi açısından önemliydi. İnsanoğlu yeryüzü egemenliği peşinde koşarken hedefi sâdece türdeşlerini zapturapt altına almak olmamıştır. İnsanoğlunun temel hedefini, iradesi dışında gelişen olayları -başta tabiat olmak üzere- kontrol etmek şeklinde özetleyebiliriz. Bu hedef, yerkürede kendi dışında bir hâkimin varlığını reddetmek ya da Tanrısallık iddiası olarak da formüle edilebilir. İnsanoğlu tabiatla olan savaşını geliştirdiği teknoloji marifetiyle kazanmış; azgın akan nehirleri dizginleme, geçit vermez dağları geçme, aşılmaz denizleri aşma kudretine sahip olmuştu. Fakat yine de bu insanoğluna kadiri mutlak bir yeryüzü iktidarı sunmamıştı.

Dahası tabiatın tahrip edilmesiyle, savaşı uzun vadede insanlığın kaybettiği, ortaya çıkan felâketlerle bir kez daha anlaşılmıştı. İnsanoğlu, güneş ışığını alıp fotosentez yapan bir bitkinin ya da bitkiyi yiyip onu insan için besleyici ürünler hâline dönüştüren bir hayvanın kapasitesine, bütün teknolojik gelişmesine rağmen, ulaşamamıştı. Yâni insanoğlu, yeryüzünden kadiri mutlak bir iktidar bunca teknolojik gelişmeye rağmen ihdas edememiş, sâdece türdeşleri üzerinde niteliği değişmekle birlikte güce dayalı bir iktidar tesis etmekle iktifa etmek zorunda kalmıştı. Genetik alanında yapılan çalışmalar insana yaratıcı kudretin dilini çözme dolayısıyla onunla pazarlık yapma imkânı tanımıştı.

Artık en azından Tanrıyla eşit şartlara sahipti ve insanoğlu yeryüzünün mutlak anlamda egemeni olan yaratıcı güç ile pazarlık yapabilecekti En azından onun iktidarına yaratmak sûretiyle ortak olmasına imkân tanıyan lisanı artık bilmekteydi; genetik Cesur Yeni Dünya ya Hoş Geldiniz Genetik alanındaki yaşanan gelişmeler, Aldous Huxley in ütopik romanında geleceği bihakkın ve abartısız tarif ettiği endişesini yaratmaktadır. Huxley in dünyasında anne ve baba yoktur, hatta artık ırklar da söz konusu değildir. Onun Cesur Yeni Dünyası nda; yüksek hedefler için mücadele eden, kendini geliştirmek, dünyayı anlamak, ontolojik mânâdaki sorulara cevaplar bulmak için didinen; bir yönüyle zayıflıkla, hastalıkla malûl ama öbür taraftan duyguları, öfkeleri, hasletleri, erdemleri olan ve tanımını da bu karmaşık hâline borçlu olan insan yoktu. Huxley in romanında Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi nde kastlara ayrılmış biçimde üretilen Alfalar, Betalar, Epsilonlar ve Gamalar vardı. Onlar kuluçka makinesinde denetçiler tarafından ihtiyaca göre üretilmiş, başka bir değişle programlanmış insan sûretinde robotlar; köle olduklarını dahi fark etmeyen bunu sorgulayacak yeteneklerden ve bilgiden mahrum, mutlu kölelerdi . Biyoteknoloji alanında yapılan çalışmalar pekâlâ Huxley in iç karartan ütopik dünyasının gelecekte bir gün kurulabileceğini işaret etmektedir. Dahası devletlerin egemenlik sahasını daraltmak; dolayısıyla insanların seçimler, parlamento, sivil toplum kuruluşları vs gibi enstrümanlar marifetiyle ortak olmaya çalıştığı iktidarı kendi uhdesine almak isteyen çok uluslu şirketlerin ulaştıkları maddî güç, söz konusu endişeyi biraz daha artırmaktadır. Çünkü biyoteknoloji alanındaki dev yatırımların ekseriyeti bu şirketler tarafından gerçekleştirilmekte ve otomatik olarak kâr/zarar hesabı önem kazanmaktadır.

Genç çift hekime gider ve biz çocuğumuzun liderlik kabiliyetleri gelişmiş, doğuştan dünyayı yönetebilecek bir erkek olmasını istiyoruz der. Çiften alınan yumurta ve sperm laboratuar ortamında birleştirilir. Daha dördüncü hücre bölünme aşamasına gelmeden (yâni döllenmiş yumurta nitelik ayrışmasına henüz uğramadığı sekiz hücrelik aşamadayken) pre-implantasyonembriyo erkek ise ve liderlikle ilgili genlerin etkinlik derecesi yüksekse, hücre bölünmesinin devam etmesine izin verir. Döllenmiş yumurta ana rahmine yerleştirilir. Bu işlemin üzerinden 40 hafta geçtikten sonra genç çiftin nur topu gibi bir oğlu dünyaya gelir. Oğulları büyür, yetişkin bir erkek olur ve bir ömür boyu peşinden koştuğu idealini gerçekleştirir. Artık o, dünyanın süper gücü olan bir ülkenin başkanıdır. 1 Bu ütopik senaryo, artık bugünün dünyasında gerçek hâle gelebilir. Tabiî yeterince maddî gücünüz varsa...

Şüphesiz bugünkü insanlığın taşıdığı etik kaygıların böyle bir uygulamanın genelleşmesine imkân tanımayacağını ya da bu genelleşirse binlerce ortak vâsıflara sahip bireyin olacağını ve tabiî olarak aralarında bir güç mücadelesinin, tıpkı bugün olduğu gibi, yaşanacağını ve en iyi olanını gerek siyasette gerek sanatta gerek sporda kazanacağını söyleyebilirsiniz. Fakat burada bireyin tercihinin anne ve babası tarafından yönlendirildiği gerçeği önemli bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Bugün bile kişisel tercihlerin maniple edildiği ve bireyin varlığını tehdit eder bir hâle doğru hızla ilerlediği tartışılırken, doğuştan bir yönlendirmenin olması; hiçbir zaman kendi olmayan bireylerin dünyasını işaret etmektedir. Bu ise otomatik olarak kast sisteminin doğmasına ve gücü elinde bulunduranların egemen olduğu bir dünyaya yol açacaktır. Örneğin gelecekteki Amerikan yönetici eliti olan WASP ın içinden seçilen özel ailelerin çocukları olacak şekilde plânlanması ya da küresel bir şirketin 30 sene sonraki yöneticilerini belirlemek için şimdiden faaliyette geçtiğini düşünmek, genom projesinin tehditkâr yüzünü oluşturmaktadır. Bu, diğer milletlerin genetik havuzuna yapılacak müdâhalelerle yetenekli bireylerin doğmasına müsaade etmemek şeklinde gerçekleşebilir. Şüphesiz sıradan insanlar biyoteknolojinin, uzun yıllar sonra da olsa, hastalıklara tedavi bulan yüzüyle tanışma imkânı bulacaklardır, ama bunun yatırım maliyetleri karşılandıktan ve asgarî kâr elde edildikten sonra tabana yayılacağından kimsenin şüphesi olmasın.

Unutmamak gerekir ki, dünyaya hâkim olan elit hiç de âdil değil. Irak ta yakın zamanda yaşananlar bunun en açık göstergesi. Küresel hâkimiyet peşinde olan güçlerin birbirleriyle olan mücadelesinde on binlerce mâsum insan hayatlarını, milyonlarca insanın itiraz eden haykırışları arasında kaybetmektedir. Ayrıca gerek küresel sistemde söz sahibi olan şirketlerin, gerekse de devletlerin aynı teknolojiyi askerî anlamda kullanmayacağını da kimse garanti edemez. Hitler in

Hayali Gerçek Oluyor: Öjenik Uygarlık Çağı Bugün Batı dünyasının unutmak istediği; Hitler in çarpık zihninin bir ürünü olarak sunduğu ve lanetlediği üstün ırk teorisi; aslında Batı nın düşünce atlasında izi sürülmeye en müsait konudur. Başka bir değişle öjenik (ırk bilim) Batı nın insanlığa sunduğu zehirli içkilerden sâdece birisidir. Bugün dahi, bu nazariyenin Batı nın uygulamalarındaki tesirini müşahede edebiliriz. Amerika da yasal ırk ayrımcılığı ancak 1965 yılında ortadan kaldırılabilmiş, ama hâlen zencilere ve 11 Eylül den sonra da Müslümanlara karşı ayrımcılık yapılmaya devam etmektedir. Yine Avrupa nın birçok ülkesinde Müslümanlara karşı son dönemde gelişen tavır öjenik yaklaşımın tarihe gömülmediğinin en büyük göstergeleri olsa gerek. Avrupa da dalga dalga yayılan Hitler in üstün ırk teorisi bile çok uzak olmayan bir geçmişi mimlemektedir. Adolf Hitler e göre, Uygarlık, üstün ırkların ürünüdür. Uygarlığın sonucu olarak önümüzde duran güzel sanatlar, ilimler ve teknik ürünlerin tamamı sâdece üstün ırkların yaratıcı çalışmalarının sonucudur. Bu gerçek onlara insanlığın tek temsilcisi oldukları notunu vermemize olanak hazırlar.

Bu yüzden insan adı ile andığımız tipi temsil etme hakkı onlarındır. 2 Uygarlığa bakış açısı böyle olunca üstün ırkların korunması gereği de doğal olarak ortaya çıkar. Yüksek ırklar korunmalıdır. Üstün bir ırk kendi kanını daha aşağı bir toplumun kanıyla karıştırdığında ortaya çıkan melezlik milletin felâketiyle sonuçlanır. 3 Genetik bilimindeki gelişmeler bugün Hitler in düşlerinin gerçek olmasına imkân tanımaktadır. İyi doğmuş eugenes kelimesinden gelen öjenik kavramı, genetik alanında yaşanan gelişmelerle birlikte çok daha farklı bir içerik kazanmaktadır. Hitler in devamcısı niteliğindeki zihinler artık iyi doğmuş olanları ayırmakla iktifa etmeyecekler; iyi doğma yı gerçekleştirebilecekler...

Öjenik Uygarlığı özetle, yeryüzünde kendiliğinden sürmekte olan organik yaşamı doğal seyrinden kopararak, önceden belirlenen ihtiyaçlar doğrultusunda yeniden oluşturma çabası olarak anlayabiliriz. Bir başka deyişle, bireysel ya da toplumsal davranışları istenilen doğrultuda biçimlendirmek üzere geçmişte başvurduğumuz sosyal, siyasal, ekonomik ve eğitsel düzenlemeler bir işe yaramadı; böylesine pahalı ve dolambaçlı yöntemler yerine şimdi de genetik gibi daha dolaysız bir yöntemi deneyelim! Canlılar arasındaki tür sınırı, istediğimiz melezleri yaratmamızı mı engelliyor, o zaman tür kaygısından vazgeçip bu sınırları kaldıralım!

Doğanın rastlantısallığı şemamızı kabul etmiyor mu, öyleyse laboratuar yöntemleriyle kendimiz bir doğa yaratalım! Gelecek bilinmez potansiyeller mi içeriyor, o zaman geleceği milim milim, saniye saniye isteklerimiz doğrultusunda plânlayalım! Gerçekten de Öjenik Uygarlık tasarımında rastlantısallığa, kendiliğindenliğe ve bilinmeyene hiçbir şekilde yer yoktur. Doğal olana antipatiyle yaklaşan Öjenik Uygarlık, biyoteknolojinin insana ve diğer tüm canlı organizmalara yoğun olarak uygulanmasını savunmaktadır. 4 Öjenik Uygarlığı Fukuyama ise şöyle tarif ediyor: Modern genetik teknolojinin elde edeceği en büyük ödül tasarım harikası bebekler olacak! diğer bir değişle genetikçiler zekâ, boy, saç rengi, göz rengi, saldırganlık ve öz saygı gibi bir özelliği taşıyan bir geni saptadıktan sonra doğacak çocuğun daha iyi bir sürümünü yaratmak amacıyla bu bilgileri kullanacaklar.

Söz konusu genin insandan gelmesi bile gerekmez! 5 Öjenik Uygarlık projesine sâdece üstün ırk yaratma anlamında da değerlendirmemek gerekmektedir: Savaşçı kabiliyetleri doğmadan önce artırılmış, günlerce zor tabiat şartlarına rağmen hayatta kalan, öldürmeye programlı insan ile hayvan arasında mutand ırkların yaratılması da pekâlâ mümkündür. İlaçlar marifetiyle acıya ve öldürmeye programlanmaya çalışılan, ama gerekli verim alınamayan Mançurya kobayları yetiştirmek öjenik uygarlıkta mümkün olacaktır.

Dahası bunların birer ailesi olmayacağı için ölümleri iktidarları zora sokacak sosyal rahatsızlıklara sebep vermeyecektir. Bir başka nokta ise elinde yeterli miktarda parası olan herkes kendisine mutlak itaat eden ordular kurabilecek, çok daha üstün özelliklere sahip versiyonlarını üretmek için çalışan onlarca şirket, küresel baronlara hizmet etmek için var gücüyle uğraşacaktır. Sonuç Yerine Biyoteknoloji alanındaki gelişmeler insanlığın hayrına olduğu kadar, insanlığı yok edecek bir potansiyel de barındırmaktadır. Şüphesiz insanlığın bugün gelmiş olduğu seviye göz önüne alındığında iyimser olunabilir, dahası biyoteknolojideki gelişmelere paralel olarak yaşanan etik tartışmaları bu yönde umudun artmasına da elvermektedir. Ama, tehlikenin büyüklüğü karşısında uluslararası kamuoyunda sağduyulu yaklaşımların cılız kaldığı söylenebilir.

Küresel hâkimiyet peşinde koşan güçlerin ülkeleri ve milletleri etnik ve dinî parçalara bölmek üzere projeler devreye koyduğu, ulus devletlerin dayandığı temelleri sarsmaya yönelik çalışmalarda bulunduğu günümüzde; biyoteknoloji alanındaki gelişmeler, küresel baronların önüne çok daha iyi fırsatlar sunmaktadır. Bu tehlikeli gidişin binlerce yıldır bir arada yaşayan ve ortak kültürel mirasa sahip milletlerin ırkçı bir yaklaşımla parçalamaya yönelik bir versiyonunu şimdiden başlamış olması, geleceğe ilişkin umudu giderek azaltmaktadır. Yapılmayan bir genetik araştırmanın olmayan neticesinden yola çıkarak dahi Türkiye de Türk olmadığı nın iddia edilmesi muarızların ne kadar pervasız olabileceğini göstermesi açısından önemlidir. AB ve ABD marifetiyle gerçekleşen ayrıştırma sürecine bir de bilimsel olduğu iddia edilen yöntemlerle hız kandırılmaya çalışılması, dikkatle takip edilmesi gereken bir konudur.

Bu alanda yapılan ve manipülasyon olduğu aşikâr çalışmaların hedefini Oktay Sinanoğlu şöyle açıklıyor; Gâye, böyle ülkelerde ulusal kimliği ve kültürü sarsıp bölünmeye, birbirine düşmeye zemin hazırlamak, sonra da o ülkeyi ele geçirmek, yerli ahalisini yok etmek. Batılının hep yaptığı iş. Hedef ülkenin kuvvetli, bağımsız bağışıklık (muafiyet) dizgesi (sistemi) millî kuruluşları olmalı ki, böyle işlere yeltenenleri denetlesin, kimin nereden, ne amaçla gönderildiğine baksın, melânetleri faaliyet daha başlamadan usturuplu tarzda engellesin. Yetkililere sorsan, Allah bilir, Ne var işte canım, bilimsel araştırma yapıyorlar derler. Kimse böyle lâfları yutmasın. Bu işin bilimselliği falan hikâye. Biyoteknoloji alanında yapılan çalışmalar insanları bir çok rahatsızlıktan kurtaracak bir potansiyele sahipken; ülkelerin klasik savunma mekanizmalarını bertaraf edecek yeni imkânlar da sunmaktadır. Ayrıca ülkelerin genetik haritalarının çıkartılması, o ülkeleri asimetrik savaşın bir kurbanı kılma ya da emperyalist devletlerin tesirine açık hâle getirmek için geliştirilecek biyolojik silâhlara zemin hazırlayacaktır.

Kısaca biyoteknoloji ve genom konusunda yapılan çalışmalar, insanlığın geleceğinin Cesur Yeni Dünya da tasvir edilen şekilde şekillendirecek tehlikeli bir potansiyel taşımaktadır. Bunun önüne geçmek için yapılması gereken ise, genetik çalışmaların etik çerçevesinin belirlenmesi, çok uluslu şirketlerin bu alandaki çalışmalarının sınırlandırılması ve çalışmaların bütün devletlerce ortaklaşa finanse edecek bir bilim adamları kurulu tarafından yürütülmesidir. Ancak, bu şekilde elde edilecek olumlu neticelerden bütün insanlık faydalanma imkânına kavuşabilir. teşhisi yapacak olan uzman hekim, embriyonun gen yapısını inceler. Embriyonunu erkek olup olmadığını teşhis eder ve liderlik yeteneği ni belirleyen genetik malzemenin ne kadar etkin olduğuna bakar.

kaynak: genbilim
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:47
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
26 Mart 2009       Mesaj #7
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Ad:  b7.jpg
Gösterim: 2256
Boyut:  37.2 KB

Bitki Biyoteknolojisi

Türkiye'de genel olarak en fazla uygulaması olan doku kültürü işlemleri bakımından bile öğrenci, sanayi ve tarım kesiminde önemli bilgi eksikliklerinin olduğu görülmektedir. Bir çok ticari şirket de fide, fidan, soğan, mini, mikro yumru vb. üretimini doku kültürü ile yapmak istemekte, uygun laboratuvar alt yapısı kurmak ve bilgiye ulaşmada sıkıntı çekmektedir.
Bunların olmaması durumunda ihtiyaçlar ithalatla karşılanmaktadır. Bir çok süs bitkisi, fide, fidan vb. hatta akvaryum su altı bitkileri bile halen ithal edilmektedir. Halbuki doku kültürü sistemleri yeterince uygulanabilse bu kalemlerin ithalatı önemli ölçüde azalacaktır. Dahası yeni iş imkanları ortaya çıkacak, üretimden nakliye ve son müşteriye hareket gelecektir. Bu sadece bir alandır. Biyoteknolojinin uygulanabileceği bir çok benzer alan vardır.
Genetik mühendisliği tekniklerinin tarımda en çok uygulandığı konular bitkilerin (kültür veya yabani) birbirleriyle akrabalık derecelerinin tespit edilmesi, ıslaha destek için markör geliştirme çabaları, bazı bitki türlerine gen transferi protokollerinin geliştirilmesi ve uygulanması gibi konular halen Türkiye'de akademik seviyede çalışılmaktadır. Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GMO=GDO) için analiz labotaruvarları daha yeni oluşturulmaya başlanmıştır.
Tabii hedefimiz kendi biyoteknoloji alt yapımızı geliştirmek, biyoteknolojiyle gen kaynaklarımızın genetik karakterizasyonu, bu kaynaklara ait genlerin izolasyonu klonlanması ve patentlenmesi ve kaynaklarımızın muhafazasıdır.
Kamuoyunda biyoteknoloji maalesef sadece GDO'dan ibaret gibi anlaşılmaya başlanmıştır. GDO karşıtlığı biyoteknoloji karşıtlığına dönüşmek üzeredir. Bu konuda büyük bilgi eksikliği olduğu görülmektedir. Halbuki GDO'lar biyoteknolojik tekniklerle gerçekleştirilen işlemlerden sadece birisidir.
Biyoteknolojik tekniklerin bitkilere uygulanmasına bitki biyoteknolojisi denir. Bitkilerin ve hücrelerin çoğaltımı doku kültürüyle, bunların genetik özelliklerinin araştırılması genetik mühendisliği, özelliklerin değiştirilmesi veya geliştirilmesi de her iki tekniğin birlikte uygulanması ve/veya bitki ıslahı teknikleriyle yapılmaktadır.
Klonlama (kopyalama) terimi insan ve hayvanlar (Dolly) için daha 10 yıl önce kullanılmaya başlanmasına karşın bitkiler (Örnek: Havuç, tütün) 1950'li yıllardan itibaren klonal olarak çoğaltılmaya yani kopyalanmaya başlanmıştır. Buna rejenerasyon (organogenesis, somatik embriyogenesis, meristemlerden sürgün) veya klonal çoğaltım denilmektedir. Bir çok bitki türü hiç bir eşeysel üreme hücresi içermeyen vücut (somatik) hücrelerinden (örnek: yaprak, sap vb. doku ve organlar) çok rahatlıkla çoğaltılabilmektedir. Rejenerasyon bir hücreden başlayabileceği gibi (somatik embriyogenesis, protoplast-callus-bitki), birden fazla hücrenin birlikte oluşturduğu bir faaliyet sonucu (organogenesis) veya bir çok hücrenin organize olarak bir doku ve organları ve sonuçta bitkiyi oluşturmasıyla da ortaya çıkabilmektedir.
Bitkilerin bir çoğunda uygun doku kültürü şartlarında (besin, büyüme düzenleyicileri, sıcaklık, ışık vb.) rejenerasyon ortaya çıkabilmektedir. Tek bir vücut hücrenin kendisinin alındığı ana bitkiye benzer bitkiler üretebilme yeteneğine totipotensi denilmektedir.

Doku Kültürü ve Uygulamaları

  • Bitki Doku Kültüründe Temel Laboratuvar Teknikleri (Basic lab techiques in tissue culture)
  • Organogenesis (Organogenesis)
  • Somatik Embriyogenesis (Somatic embryogenesis)
  • Protoplast Kültürü ve Somatik Melezleme (Protoplast culture and somatic hybridisation)
  • Haploid Bitki Üretimi (Haploid plant production)
  • Kültür Bitkilerinde Apomiksi (Apomiktik bitki üretimi) (Apomictic plant production)
  • Hastalıksız Bitki Üretimi (Production of disease free plants)
  • Sekonder Metabolit Üretimi (Production of secondary metabolites)
  • Mikroçoğaltım (Klonal Çoğaltım-Mikropropagasyon) ve Ticari Uygulamaları (Micropropagation and its commercial applications)
  • Embriyo Kültürü (Embryo culture)
  • In Vitro Tozlanma ve Döllenme (In vitro pollination and fertilisation)
  • Somaklonal Varyasyon (Somaclonal variation)
  • Bitki Gen Kaynaklarının Korunmasında Biyoteknoloji (Plant conservation biotechnology)
  • Doku kültürü denemeleri planlama ve analizi (Experimental design and analyses in tissue culture)
Genetik mühendisliği teknikleriyle bir çok bitki türünün genom haritası çıkarılmış ve genleri tespit edilmeye başlanmıştır. Arabidopsis adlı ilkel bir ot olan bitkinin hemen hemen tüm genetik özellikleri halen ortaya konulmuştur. Bir çok önemli bitki türünün genom haritası çıkarılmak üzeredir.

Bitki Genetik Mühendisliği ve Uygulamaları

  • DNA’nın Moleküler Yapısı ve Kromozomlar (Molecular structure of DNA and chromosomes)
  • Genlerin Moleküler Yapıları ve Protein Biyosentezi (Molecular structures of genes and protein synthesis)
  • Proteinler ve Protein Mühendisliği (Proteins and protein engineering)
  • Gen İzolasyonu ve Klonlanması (Gene isolation and cloning)
  • Agrobacterium'la Bitkilere Gen Aktarımı (Agrobacterium-mediated gen transformation to plants)
  • Bitkilere Doğrudan Gen Aktarım Teknikleri (Direct gene transfer techniques to plants)
  • Herbisitlere Dayanıklı Transgenik Bitkilerin Geliştirilmesi (Production of herbicide resistant plants)
  • Böceklere Dayanıklı Transgenik Bitkilerin Geliştirilmesi (Production of insect resistant plants)
  • Virüslere Dayanıklı Transgenik Bitkilerin Geliştirilmesi (Production of virus resistant plants)
  • Erkek Kısır bitkilerin üretimi (bu bölüm geliştirilmesi) (Production of male sterile plants)
  • Bitkilerde Hastalıklara Dayanıklılığın Artırılması (Enhancement of disease resistance in plants)
  • Bitkilerde Strese Dayanıklılık Fizyolojisi (Physiology of stress resistance in plants)
  • Bitkilerde Ozmotik Strese Dayanıklılığın Artırılması (Enhancement of osmotic stress resistance in plants)
  • Bitkilerde Besin Değerinin Artırılmasında Biyoteknoloji (Biotechnology for enhanced nutritional contents in plants)
  • Transgenik Bitkilerde İnsan Tedavisinde Kullanılan İlaçların ve Aşıların Üretilmesi (Production of edible vaccines and pharmaecuticals in transgenic plants)
  • Antisens RNA Teknolojisi (Antisense RNA technology)
  • PCR Teknolojisi ve Biyoteknolojik Araştırmalarda Kullanımı (PCR technology)
  • Genetik Markörler ve Analiz Metodları (Molecular markers and analyses methods)
  • Genom Sekanslama (Genome sequencing)
  • Bitki Islahında Moleküler Markörler (Molecular markers in plant breeding)
  • İşlevsel Genomik ve Proteomik Çalışmaları (Functional genomics and proteomics)
  • Sinyal iletimi ve biyoteknoloji (Signal transduction and biotechnology)
  • Biyoinformatik (Bioinformatics)
  • Bitki Biyoteknolojisinde Moleküler Sitogenetik Teknikler (Molecular and cytogenetic techniques)
  • Teknoloji Koruma Sistemi (Terminatör Teknolojisi) (Terminator technology)
  • Gen kaynakları ve biyoteknoloji (Genetic resources and biotechnology)
  • Transgenik bitkiler ve biyogüvenlik (Transgenic plants and biosafety)
  • Biyoteknolojinin Ahlaki ve Hukuki Yönleri (Moral and ethical issues in biotechnology)
Genetiği/Genetik olarak Değiştirilmiş Organizmalar (GDO veya GMO) (bitki, hayvan, insan veya mikroorganizmalar) çeşitli biyoteknolojik metotlarla genetik yapıları bir veya daha fazla özellik (gen) bakımından değiştirilmiş organizmalar, bunlardan elde edilen ürünlere ise Genetiği Değiştirilmiş (GD) ürünler veya gıdalar, içerisinde belirli sınırın üzerinde GD içeren ürünlere ise GD’li ürünler adı verilmektedir.
Genetiği değiştirilmiş bir canlıya ‘gen transferi yapılmış’ anlamında 'transgenik' de denilir. Biyoteknoloji sadece GD veya GM demek değildir. GDO, GD’li ürünler çeşitli soru işaretleri olmasına karşın Türkiye’de çeşitli kampanyalar nedeniyle çok tehlikeli ürünler gibi anlaşılmaktadır. Benzer bir tartışma hormonlar konusunda da mevcuttur.

Biyoteknolojinin Faydaları ve Uygulama Alanları

Biyoteknoloji ile yüksek besin içeriği, hasat sonrası dayanıklılık, hastalık, zararlı, kuraklık ve ot ilacına genetik dayanıklılığın artırılması, yenilebilir aşılar (elma, muz), bitkilerce biyolojik olarak ayrışabilir plastik üretimi vb. gibi transgenik (GDO) üretimi yanında;
  • Hücre, doku ve organ kültürü ile tohum (sentetik), fide, fidan, yumru, miniyumru, soğan üretimi (klonal çoğaltım veya mikroçoğaltım),
  • Sentetik tohum üretimi,
  • Somaklonal varyasyonların oluşturulması,
  • In vitro tozlanma,
  • Protoplast izolasyonu ve somatik melezlemeler,
  • Hücre seleksiyonu,
  • Apomiktik bitkilerin oluşturulması,
  • Haploit bitkilerin oluşturulması ve embriyo kültürü ve kurtarması,
  • Biyoteknolojik germplazm muhafazası (özelikle Türkiye endemik bitki türlerinin korunması amacıyla çok gereklidir),
  • Tıbbi amaçlı protein ve sekonder metabolit üretimi,
  • Moleküler markörlerin geliştirilmesi yoluyla seleksiyon ve ıslahta klasik ıslaha destek sağlanması,
  • Yabani ve kültür bitkilerinde genom sekanslaması ve genetik-moleküler özelliklerinin ortaya konulması,
  • Sinyal iletim mekanizmalarının belirlenmesi,
  • Endüstriyel ürünlerin (proteinler, yağ, vitaminler, enzimler vb.) üretilmesi,
  • Biyoyakıtların üretilmesi,
  • Moleküler test, tanı ve tedavilerin yapılması gibi bir çok işlem yapılabilmektedir.
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:47
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
_KleopatrA_ - avatarı
_KleopatrA_
Ziyaretçi
5 Kasım 2009       Mesaj #8
_KleopatrA_ - avatarı
Ziyaretçi

Biyoteknolojik Çalışmalar

Ad:  b4.jpg
Gösterim: 2087
Boyut:  30.5 KB

Teknolojik gelişmelerin en göze çarpıcı olanı biyoteknolojidir. Biyoteknoloji genelde "insanın yararlanabileceği, ürün ve hizmetlerin mik­roorganizmalar, mikrobiyal parçacıklar ve diğer biylolojik materyaller kulla­narak endüstriyel işlem yoluyla sağlanması" olarak tanımlanmaktadır.
1970 yıllarından başlayan süreç içerisinde biyolojik gelişmelerden ya­rarlanan biyoteknoloji; eczacılık, tıp, ziraat vs. gibi bilim dallarında devrim sayılacak büyük gelişmeler göstermiştir. Biyoteknoloji yoluyla insanlığın hizmetine giren teknolojik yenilikler büyük toplumsal değişimler ortaya koymuştur. Biyoteknolojik gelişmelerden yararlanan sektörler şunlardır:

Ziraat uygulamaları ve hammaddeler


Biyoteknolojik uygulamalarla birçok hammadde için gerekli enzimatik reaksiyonlarda kullanılan çok farklı enzimler kullanılmaktadır.
Tarımsal atıklardan bugün örneğin metanol gibi maddeler bol ve ko­laylıkla elde edilebilmektedir. Gıda maddeleri piyasaya sürülmeden önce test edilip aflotoksin bulunup bulunmadığı kontrol edilmektedir. Bu teknoloji ile bitkilerin besin değerleri artırılmış ve örneğin bünyesinde kükürt bulunan bitkilerle beslenen koyunların yünlerinin daha kaliteli olduğu görülmüştür. Yeni teknoloji ile bitkilerden örneğin tütünden hemoglobin elde edilebil­mektedir. Ayrıca biyoteknolojik yöntemlerle bugün memeli hayvanların süt­lerinden yararlı ilaçlar üretilebilmektedir.

Çevre Uygulamaları


Bugün kimyasal atıklar değiştirilerek çevreye zarar vermeyecek mad­delere dönüştürülmektedir. Atıkları parçalayan mikroorganizmalar bu tek­nikle elde edilmektedir. Bugün biyoreaktör denilen toprak ve sudaki civayı temizleyen kolibasilileri elde edilmiştir. Rekombinant DNA teknikleri kul­lanılarak çevreyi kirleten toksik atıkları parçalayan mikroorganizmalar elde edilmiştir.

Sağlık Uygulamaları


Bioteknolojik gelişmelerle bugün antibiyotikler, interferon, aşılar gibi tıpta yoğun kullanılan preparatlar kolaylıkla ve daha ucuza elde edilebil­mektedir. Bugün birçok hormonun yanısıra insülün gibi maddeler de insanlık hizmetine sunulmuştur. Genetik hastalıkların çoğunun, mutasyonlar sonucunda işlevini yitiren bir gen nedeniyle ortaya çıktığı bilinmektedir. Bir hastanın hücrelerine normal gen kopyasının aktarılması ile tedavi edilmesine gen tedavisi denilmektedir. Gen tedavisi somatik hücrelere yada eşeysel hücrelere gen nakli yapılması ile mümkün olabilir. Bu yöntemde normal genler işlev yapamayan bozuk geni bulunan vücut hücrelerine aktarılır. Tek gen mutasyonlarında hemofili, kas körelmesi vb. gibi yaklaşık 250 hastalık biyoteknolojik yöntemlerle tedavisi yapılabilmektedir. Kanser, şeker hastalı­ğı, yüksek tansiyon gibi hastalıklarda da birden fazla gen etkili olduğundan biyoteknolojik yöntemlerle çok başarılı ümit verici gelişmeler elde edilmiş­tir. Genetik mühendisliği enfeksiyon hastalıklarının hızlı ve güvenli bir bi­çimde tanımlanmasında önemli görev üstlenmektedir. Burada kullanılan teknikler monoklonal antikorlar ve DNA prob teknolojisi'dir. Bu teknik­ler tıpta AİDS ve kanserin kesin tanısında kullanılmaktadır.

Enerji sektörü


Bugün biyoteknolojik uygulamalarla metan eldesi ve enerji tasarrufu sağlayacak enzimatik reaksiyonların yaygınlaştırılması mümkün olabilmek­tedir.

Gen Teknolojinin Genetik ve Evrimde Sunduğu Olanaklar


2000 yılından itibaren, genom projesi adı verilen ve insanın gen dizi­lerinin ve işlevinin büyük oranda açıklığa kavuşturulması ile genler hakkında inanılmaz bilgi birikimi ortaya çıkmıştır. Bugün bu teknoloji, genetik hasta­lıkların moleküler temellerini aydınlatmada kullanılan temel bir yöntem ha­line gelmiştir. Bunun yanısıra astım vb. gibi çok yönlü karmaşık hastalıklar­da genom analizleri çok başarılı olmuştur. Bugün genomdaki değişimlerin izlenmesi ile bireyler arası genetik farklılıklar saptanabilmektedir. Bir veya birçok genin etkisi ile ortaya çıkan basit ve karmaşık genetik hastalıklarda genom çalışmaları birçok özel durumları ortaya çıkarmıştır. Örneğin insan­larda ortaya çıkan birçok hastalığın, aslında insan genomu ile çevrenin yo­ğun etkileşimi ile meydana geldiği anlaşılmıştır. Hatta yüksek tansiyon da­mar, hastalıklarının, psikolojik bozuklukların sebebi hep aynıdır. Gen tekno­lojisi metoduyla bugün yeni doğan bebeklerin bazı genetik kökenli hastalık­ları için tarama yapılabilmekte ve aileler bu konuda ayrıntılı olarak bilgilen­dirilmektedir.

İnsan genom çalışmaları sonucunda ilginç evrimsel ipuçları da ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bugün insandaki 30.000 dolayındaki genlerin çok azının aktif olduğu, belli kromozomlarda yoğunlaştığı ve protein kodlayan bölgelerin büyük bölümünün tekrarlanan dizilerden (hurda DNA) oluştuğu tespit edilmiştir. Bunların tarihlerinin belirlenmesi ve başka canlı türleri ile karşılaştırılması sonucu evrimin moleküler düzeyde incelenmesine olanak sağlanmıştır. Evrim sürecinde vücudumuzu enfekte eden bakteri ve virüsle­rin, genomumuza entegre olduğunu görüyoruz. Bunlarda bağışıklık sistemi­mizde rol almışlardır.
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:48 Sebep: İçerik düzenleme.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Aralık 2011       Mesaj #9
Avatarı yok
Yasaklı
Ad:  b6.jpg
Gösterim: 4384
Boyut:  29.9 KB

Biyoteknoloji Nedir?


Biyoteknoloji çok farklı uygulama alanları için, biyolojik sistemleri (mikroorganizmaları, memeli hücre ve organizmaları ve bitkileri) kullanarak üretim yapmayı amaçlayan, disiplinler arası bir bilim ve teknoloji dalıdır.

Klasik ve modern biyoteknolojiden söz edilebilir. Klasik biyoteknoloji, enzimler, mikroorganizmalar ve hayvan hücreleri kullanarak oldukça iyi gelişmiş fermentasyon teknolojileri ile özel bileşikler üretmeyi amaçlar. Modern biyoteknolojide ise genetik modifiye mikrorganizmaların, hayvan hücrelerinin ve transjenik bitki ve hayvanların kullanılması söz konusudur.

Ürünün uygulanacağı sektöre göre de sınıflandırma yapmak da mümkündür. Örneğin, tıp için, tarım için, gıda için, vb., biyoteknolojiden söz edilebilir. Ancak, tüm uygulamalar için 3 temel unsur (mikrorganizmalar, memeli hücre ve organizmalar (kısaca hayvanlar) ve bitkiler ve özellikle günümüzde bunların genetik modifiye formları) ortaktır ve bu doğrultuda bir sınıflandırma çok daha uygundur.

Dünyada, pek çok ileri teknoloji laboratuarında ve büyük biyoteknoloji kuruluşlarında yapılan hassas ve detaylı araştırmalarla birlikte biyoteknoloji çok büyük bir hızla ilerlemekte ve gelişmektedir. Ana başlıklar ve kısa özetler halinde dünyadaki biyoteknolojik gelişmeler aşağıdaki gibi sıralanabilir.

Mikroorganizmalar ve Biyoteknoloji


Mikroorganizmalar, hayvan ve bitki hücrelerinden çok farklıdırlar. Sağlam bir hücre duvarları vardır. En olumsuz koşullarda dahi sağ kalabilmekte ve bu koşullara kolaylıkla uyum sağlayabilmektedirler. Fermentör dediğimiz, genellikle iyi bir şekilde karıştırılan büyük kaplarda (reaktörlerde), süspansiyon halinde, yüksek streslerde dahi kolaylıkla üretilmeleri mümkündür. Örneğin bugün gen terapisinde, aslında son derece tehlikeli olan mikroorganizmalar genetik olarak modifiye edilip, istenilen genin hastaya aktarılmasında kullanılmaktadır.

Modern biyoteknolojik süreçlerde de yine genetik modifiye mikroorganizmalara birçok önemli bileşik sentezlettirilebilir. Şeker hastalarının kan glikoz düzeyinin kontrolu amacıyla gereksinim duydukları insulin, çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılan büyüme faktörleri, aşılar, gen tedavisi için gerekli plazmid DNA, birçok enzim (medikal ve diğer uygulamalar için) mikroorganizmalar ve bunların genetik modifiye formlarının kullanıldığı süreçlerde üretilenler örnek olarak verilebilir.

Monoklonal Antibadiler


Başka bir örnek olarak monoklonal antibadi üretimi ele alınabilir. Antibadiler (antikor), vücudun immün sisteminin bir parçası olan B lenfositler tarafından gereksinim duyulduğunda üretilen ve vücuda giren yabancı maddeyi (antijen) tanıyarak immün sistemini harekete geçiren protein molekülleridir. Bu, son derece spesifik (hem de karmaşık), iyi bir anahtar kilit eşleşmesi gibidir. Tanıma sırasında yabancının birçok antijenik bölgesine karşı çok sayıda antibadinin bulunduğu poliklonal antibadilerin sentezi söz konusudur. Tanımanın çok spesifik olmasını sağlamak için, yalnız bir antijen ile etkileşen antibadiyi, yani monoklonal antibadi diğerlerinden ayrılmalıdır.

Antibadiler, Y şeklinde moleküllerdir. Tanıma kabiliyetine sahip olan bölüm Y’nin iki ucundaki spesifik antijen bağlama bölgeleridir. Bu protein molekülleri antibadinin antijen tanıma özelliğini istenildiği gibi karşılamaktadır. Dolayısıyla yalnızca bu proteinleri üretmenin yeterli olacağı görüşü vardır.

Antibadi-antijen etkileşimi uzun yıllardır medikal tanı amaçlı diagnostik test kitlerinin ve immunosensörlerin hazırlanmasında kullanılmaktadır. Yine bu etkileşmeye dayanan özellikle antibadilerin saflaştırılmasında kullanılan çok sayıda biyoafinite ayırım sistemi vardır.

Monoklonal antibadilerin en önemli kullanım alanlarından biri de tedavi amaçlı (ilaç ve aşı üretimi) olandır. Kullanımları, organ naklinde reddi önlemeye yönelik uygulamalardan, kanser tedavisine kadar hızla yaygınlaşmaktadır. Antibadi parçalarını (“fragmanlarını”) aşı olarak kullanmak en önemli yaklaşımlardan biridir.

Hibridoma Teknolojisi


Bu antibadi fragmanlarının üretiminin büyük bir bölümü günümüzde hibridoma teknolojisi ile yapılmaktadır. 1975’de Ingiterede geliştirilen bu teknolojide genellikle fareler kullanılmaktadır. Hayvanlar, üretilmesi istenen antibadinin karşıtı antijenin enjeksiyonu ile immunize edilir. Oluşan, antibadi üretme kabiliyetindeki B lenfositler alınır (genellikle dalaktan), tümör hücreleriyle (örneğin kemik iliği kanseri olan hastadan alınan kemik iliğindeki B lenfositler) birleştirilir ve hibrid hücreler elde edilir. Bu hücreler hem istenilen antibadiyi üretme hem de kanser hücreleri gibi hızla üreme kabiliyetine sahiptirler. Bu hücreleri biyoreaktörlerde çoğaltıp istenilen monoklonal antibadi üretimini gerçekleştirmek mümkündür.

Faj Yerdeğiştirme “phage display” Teknolojisi


Alternatif yöntemlerden biri de genetik modifiye mikroorganizmaları kullanmaktır. Yaygın olarak E.Coli’nin kullanıldığı “faj yerdeğiştirme” (“phage display”) tekniği böyle bir yaklaşımdır. Burada, istenilen üretim bilgisini taşıyan DNA, B lenfositlerinden izole edilir ve bakteriye yerleştirilir. Daha sonra bakteri, filament fajlar (bir çeşit virüs) ile enfekte edilir. Fajlar, bakteri içinde, genellikle çok sayıda antibadi fragmanını da taşıyacak şekilde çoğalır. İstenilen fragmanı taşıyan fajlar, bir biyoafinite sistemi ile ayrılır ve bunlarla yine bakteriyi enfekte edilerek üretimi gerçekleştirilir. Elde edilen monoklonal antibadi fragmanları saflaştırılıp ya doğrudan yada bir antibadi gövdesine takılarak kullanılabilir. Bu teknikte kullanılan reaktörler, hibridoma teknolojisinde kullanılanlardan çok daha düşük fiatlı ve iyi tanımlanmış klasik fermentörlerdir, dolayısıyla üretim ucuz ve kolaydır.

Polimer Üretimine Yönelik Biyoteknoloji


Modern biyoteknolojiyi komodite amaçlı ürünlerin üretiminde de kullanmak mümkündür. En çarpıcı örneklerden biri, mikroorganizmaları uygun ortamlarda besleyip polimer ürettirmektir. Birçok mikroorganizma besin kısıtlaması koşullarında, tepkisel olarak hücre içinde polimer biriktirir.Hücre içindeki beyaz dairesel şekilli olanlar). Bunlar bilimsel adıyla “polialkalonatlar”, “mikrobiyal poliesterler” dir. Polibuturat ve poli(buturat-valarat) teknolojik olarak üretilen mikrobiyal poliesterlerdir. Bunların işlenmesi biraz zor, komodite plastiklere göre biraz pahalı, ancak doğada parçalanabilen türden, dolayısıyla çevre dostu polimerlerdir.

Bunlardan üretilen şampuan, parfüm, vb. şişeleri piyasaya sunulmuş durumdadır. Buradaki ilginç gelişme yine genetik modifiye mikroorganizmaların kullanımıdır. Bunlarda hücre içinde polimer birikimi kuru ağırlıkta %99’lara kadar çıkarılmıştır, dolayısıyla verim çok yüksektir. Bu yöntemle üretilen polimerlerin molekül ağırlıkları sentetik yollarla çıkılması çok yüksek değerlerdedir (20 milyon hatta daha fazla).

Transjenik Bitki ve Hayvanlar


Modern biyoteknolojinin, genetik modifiye mikroorganizmalara önemli alternatifleri transjenik bitki ve hayvanlardır. Transjenik bitkiler, emniyetli mi ? değil mi? Biyoçeşitliliği etkileyecek mi? ne yönde etkileyecek? vb. gibi birçok soruya karşın üretime girmiş durumdadır. Genetik modifiye tohumlarla ziraat, ticari ölçekte 1992’de Çin’de tütün üretimi ile başlamıştır. 1994’de ABD’den izin alınmıştır ve bu ülke de özellikle ziraai ilaç kullanımını azaltan, herbisit toleranslı ve insektlere dirençli soya fasulyesi, mısır, pamuk ve kanola üretimi hızla artmıştır. Bugün bu dört bitki için kullanılan toplam 271 milyon hektarlık alanın yaklaşık %16 sında genetik modifiye formlar ekilmektedir.

Mikroorganizmalar ile polimer üretimi teknolojisini bitkilere de uygulamak mümkündür. Özellikle mısır’ın çok da değerli olmayan koçanında ve kabuğunda polimerler biriktirilebilir.

Transjenik hayvanların ilk kullanım amacı deneysel tıpta deney hayvan modeli oluşturmaya yönelik olmuştur. İnsan kanser geni taşıyan genetik modifiye fareler 1988’de patentlenerek kullanıma sunulmuştur. Bu fareler sırtlarındaki sarı bölge ile tanınmaktadırlar.

Transjenik hayvanlar ile ilgili çok ilginç bir örnek de yine polimerlerle, doğal bir polimer olan ipekle ilgilidir. Böcekler ipeği esas olarak çoğalmak için hazırladıkları koza yapımı için üretmektedirler. Ancak, doğada en başarılı ipek üreticisi örümceklerdir.Örümceklerin üretim portföyü çok daha geniştir. Amaca uygun olarak farklı kimyasal ve fiziksel yapıda ipek fiberi üretmekte ve bunu yine amaca uygun olarak örüp şekillendirmektedirler.

Bu ipek fiberlerinin çok özel bir yapısı vardır. Polimerik kristaller kauçuğumsu bir polimer faz içinde dağılmış durumdadır. Dolayısıyla hem çok güçlü ve sağlam hem de esnek, üstelik yapışkan da olabilmektedir. Araştırmacıların bir kısmı hangi örümcek neleri nasıl üretiyor üzerinde çalışırken, bir başka kısmı ise bunlar nasıl kullanılır, teknolojik olarak nasıl üretilir sorusunun cevabını bulmaya çalışmaktadır.

Kanada’nın konusunda en önde gelenlerinden olan “Nexia Biotechnologies Inc.” firması (bu bir tranjenik hayvan firmasıdır) konuya farklı bir açıdan yaklaşmaktadır., Kanada’daki çiftliklerinde özellikle transjenik keçi beslemektedirler. Bu firma 1997 Ekim ayında ABD’nin ünlü “Genzyme Transgenic Corporation” adlı şirketi ile keçi sütünden biyofarmasötik “TransGeneric'i” üretmek için anlaşma imzalamıştır.. Burada kullanılacak olan Nexia’nın BELE (Breed Early Lactate Early) keçi teknolojisidir.

Bu keçiler çok çabuk olgunlaşmakta ve dolayısıyla çok hızlı çoğalmaktadırlar. Bunlara ilave olarak istenilen proteini üretmekte ve proteini sütünde barındırmaktadır. Süt sağıldıktan sonra yalnızca protein izolasyon işlemi gerekmektedir. Nexia İpek üretimi konusunda ise farklı bir yaklaşımda bulunmaktadır. Örümcek ipek fiber proteinini üretecek genetik bilgi 2 keçiye aktarılmıştır.Sütlerinden elde edilen ürünün adı BioSteel' dir. Çelik fiberlerden 10 kez daha güçlü (kopma dayanımı: 2700 MPa), çok daha hafif, ve esnektir.


Kaynak:Biyomedtek(Biyomedikal Teknolojiler Derneği)
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 01:49
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
23 Temmuz 2012       Mesaj #10
Avatarı yok
Yasaklı

Fare Hücresinden Yapay Denizanası


Bilim insanları, suda ilerlemek için fareden alınan kalp hücrelerini kullanan yapay denizanası üretmeyi başardı. Yapay denizanası, gelecekte kalp rahatsızlıklarının giderilmesinde büyük bir atılım sağlayabilir.Biyomühendislik ürünü olan, bozuk para büyüklüğündeki bebek denizanası, sentetik vücudunu çan şekline sokarak kendisini suda öne itmeyi başarabiliyor. ABD’nin California Teknoloji Enstitüsü (Caltech) ve Harvard Üniversitesi’ndeki bilim insanları, ürettikleri denizanasına, bu canlı için kullanılan antik bir isim olan medusa’dan türeyen “medusoid” adını verdi. Medusoid, başarılı bir projeye dönüşmesi halinde gelecekte hasarlı kalp hücrelerinin değiştirilmesinde kullanılacak ve tıp dünyasında büyük bir atılım sağlayacak.

Nature Biotechnology dergisinde yayımlanan araştırmada yer alan Harvard Üniversitesi’nden Kit Parker ve Caltech’ten Janna Nawroth, medusoid’i “Aurelia aurita” türünü inceledikten sonra tasarladı. Olgun bir denizanasına kıyasla, bebek deniz anaları, merkezlerinden yayılan kollara benzeyen sekiz loba sahip oluyor. Yapay denizanası 'nı üretmek için, bilim insanları bebek deniz anasının tasarımını silkon lastiğe kopyaladı ve bir lastiğin bir yüzü, farelerden alınan canlı kalp hücreleriyle örüldü. Kalp hücrelerinin doğru konumu alması için, silikonun yüzeyine belli bir desen halinde proteinler eklendi.

Medusoid’in yüzebilmesi için, üretilen yapay deniz anası birer havuza kondu ve elektrik akımı verilerek kalp hücrelerinin harekete geçmesi sağlandı. Elektrik akımının verildiği her seferde, deniz anası kendisini ileri itmeye başladı. Akımın ardından hücreler rahatladığında ise silikon vücut eski şekline geri döndü, yeniden öne atılmaya hazır hale geldi.

Akvaryum Ziyaretinde Aklına Geldi


Projenin mimarı Kit Parker, yapay deniz anası üretme fikrinin Boston kentindeki bir akvaryumu ziyaret ettiğinde aklına geldiğini belirtti. Guardian gazetesine konuşan Parker, “Meslektaşlarıma bir denizanası yapmak istediğimi söylediğimde, bana aklımı kaçırmışım gibi baktılar” dedi.

Medusoid’i üretmek için dört yıl çalışan bilim insanları, şimdiden daha karmaşık bir deniz canlısını üretmek için kolları sıvadı. Parker, “Denizanaları gerçekten çok basit canlılar. Daha karmaşık canlılar üretmek ve nihayetinde yapay kalp geliştirmeyi istiyoruz” dedi.Parker, yeni teknoloji sayesinde yeni tedavi yöntemleri ve ilaçların yapay canlılar üzerinde denenebileceğini, böylece hayvanların pahalı ve riskli deneylere kurban gitmesinin önlenebileceğini belirtti.

Kaynak : Ntvmsnbc / Nature Biotechnology (23 Temmuz 2012,11:16)
Son düzenleyen Safi; 12 Haziran 2016 00:26

Benzer Konular

11 Kasım 2010 / _Yağmur_ Coğrafya
3 Ocak 2013 / tatlı kız Taslak Konular