Hepiniz ego nedeniyle "ben varım" diyorsunuz ve yaşamda oyuncu olmak istiyorsunuz ve oyuncusunuz da zaten. Her an ebeveynden ilgi bekleyen bir çocuk gibi çeşitli yollarla varlığınızı belli ediyorsunuz, bunu da sık sık yapıyorsunuz;
"Ben güzelim bak resimlerime beni beğen, ben Türküm bundan gurur duyuyorum, ben çok duygusal, vicdanlı, yardımsever bir insanım, ben çok akıllı ve başarılıyım hadi beni takdir et."
Onaylanma arzusu bir çocukluk hastalığıdır. Kendinizi kime ispatlamaya çalışıyorsunuz? Hakikatte bir başkası yoktur. Başkasını yaratma ihtiyacı zihnin bir oyunudur. Başkasını yaratıp onaylanmak isteriz. Başkalarınla kendimizi kıyas yaparız-kıskanırız, böleriz bölünürüz.
Oysa sahneden inseniz ya da sahnede yapayalnız olduğunuzu idrak etmek isteseniz, egosal memnuniyet halinden uzaklaşmak isteseniz bunu kesinlikle başarırdınız. Sahneden inmeniz için evren size acılar yaratıyor. İçine dönen bir insan daha üç basit acıda evrenin ne demek istediğini gayet kolay anlar. Fakat derin düşünmüyorsunuz, dış etkilere ihtiyaç duyduğunuz için bunu yapamıyorsunuz. İçinize dönmelisiniz.
"Susma," tepkisizlik orucu tutmalısınız. Dünyadaki hiç bir davranışa-olaya tepki göstermemelisiniz. Sadece izleyin. Duygularınızı gözlemleyin. Hatta bazen duygusuzca izleyin. Bunu yapabildiğiniz kadar yapın. Kurban değil tanık olun. Farkındalığınız genişleyecek. Farkındalık, bilinçten başka bir şey değildir. Beyinle alakası yoktur beynin gözlemcisi enerjitik bir alandır. Bilinç, bizim kalıplarımızı, şartlanmalarımızı çok daha net görür.
Logoterapi kurucusu Prof. Dr. Viktor Frankle şöyle der; "çözüm, bizi uyaranla, o uyarana verdiğimiz tepki arasında yatıyor."
Tepkiler otomatikleşmişse bir robottan farkımız kaldı mı?
Kendimizi bilmiyoruz tanımıyoruz. Dünyayı da bilmiyoruz ama zihin asla susmuyor, neden?
Varlığınızdan başka herşeyi yok edin. Dünyayı, kendinizi dizi film izler gibi, ya da müdahale etmeden bir uzaylı gibi izleyin. Ve sadece gerçeğin peşinde olun. Gerçek ne kadar acımasız olursa olsun kabul edin. Bunu yapabilmek için kendimize dürüst olmak gerekiyor. Eğer kendimize yalan söylüyorsak, çelişkilerimiz varsa ruhumuzu (bilincimizi) aşağılıyoruz demektir. Bunu yapmaktan korkmamalıyız. Gelişimin önündeki tek engeldir korku.
"Ben güzelim bak resimlerime beni beğen, ben Türküm bundan gurur duyuyorum, ben çok duygusal, vicdanlı, yardımsever bir insanım, ben çok akıllı ve başarılıyım hadi beni takdir et."
Onaylanma arzusu bir çocukluk hastalığıdır. Kendinizi kime ispatlamaya çalışıyorsunuz? Hakikatte bir başkası yoktur. Başkasını yaratma ihtiyacı zihnin bir oyunudur. Başkasını yaratıp onaylanmak isteriz. Başkalarınla kendimizi kıyas yaparız-kıskanırız, böleriz bölünürüz.
Oysa sahneden inseniz ya da sahnede yapayalnız olduğunuzu idrak etmek isteseniz, egosal memnuniyet halinden uzaklaşmak isteseniz bunu kesinlikle başarırdınız. Sahneden inmeniz için evren size acılar yaratıyor. İçine dönen bir insan daha üç basit acıda evrenin ne demek istediğini gayet kolay anlar. Fakat derin düşünmüyorsunuz, dış etkilere ihtiyaç duyduğunuz için bunu yapamıyorsunuz. İçinize dönmelisiniz.
"Susma," tepkisizlik orucu tutmalısınız. Dünyadaki hiç bir davranışa-olaya tepki göstermemelisiniz. Sadece izleyin. Duygularınızı gözlemleyin. Hatta bazen duygusuzca izleyin. Bunu yapabildiğiniz kadar yapın. Kurban değil tanık olun. Farkındalığınız genişleyecek. Farkındalık, bilinçten başka bir şey değildir. Beyinle alakası yoktur beynin gözlemcisi enerjitik bir alandır. Bilinç, bizim kalıplarımızı, şartlanmalarımızı çok daha net görür.
Logoterapi kurucusu Prof. Dr. Viktor Frankle şöyle der; "çözüm, bizi uyaranla, o uyarana verdiğimiz tepki arasında yatıyor."
Tepkiler otomatikleşmişse bir robottan farkımız kaldı mı?
Kendimizi bilmiyoruz tanımıyoruz. Dünyayı da bilmiyoruz ama zihin asla susmuyor, neden?
Varlığınızdan başka herşeyi yok edin. Dünyayı, kendinizi dizi film izler gibi, ya da müdahale etmeden bir uzaylı gibi izleyin. Ve sadece gerçeğin peşinde olun. Gerçek ne kadar acımasız olursa olsun kabul edin. Bunu yapabilmek için kendimize dürüst olmak gerekiyor. Eğer kendimize yalan söylüyorsak, çelişkilerimiz varsa ruhumuzu (bilincimizi) aşağılıyoruz demektir. Bunu yapmaktan korkmamalıyız. Gelişimin önündeki tek engeldir korku.




