Arama

Küresel ısınma ve enerji ilişkisi nedir?

En İyi Cevap Var Güncelleme: 3 Ocak 2019 Gösterim: 31.662 Cevap: 2
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Ziyaretçi
30 Ocak 2009       Mesaj #1
Ziyaretçi - avatarı
Ziyaretçi
Küresel ısınma ve enerji ilişkisi nedir?
EN İYİ CEVABI fadedliver verdi
Fotosentez olayı sırasında bitkiler, güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürür. Hayvanlar alemi ise ya bitkilerle ya da bitki yiyen hayvanlarla beslenirler. O halde bütün canlıların besinlerindeki enerjinin kaynağı Güneş’tir. Yakıt olarak kullandığımız kömür ve odun bitkilerden elde edilir. Petrol ise bitki ve hayvan artıklarından oluşur. O halde yakıtlarımızdaki kimyasal enerjinin kaynağı da Güneş’tir.

Sponsorlu Bağlantılar
Buzdolabının, elektrikli süpürgenin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin motoru elektrik enerjisi ile çalışır. Otomobillerde benzin, mazot (motorin), LPG gibi petrol ürünleri kullanılır. Sobalarda yakıt olarak genellikle kömür kullanılır. Ütü, elektrikli fırın, radyo, televizyon, bilgisayar gibi aletleri çalıştırmak için elektrik enerjisi kullanılır. Örneklerde görüldüğü gibi bir işin, bir düzenin sağlanmasında enerjiye gereksinim duyulur.

Yakıtlarda bulunan kimyasal enerji ısı enerjisine çevrilerek evi işyeri, okul gibi yerler ısıtılır. Barajda biriken suyun potansiyel enerjisinden yararlanarak elektrik enerjisi üretilir.

Güneş dünyamızı ısıtır. Yakıtların, elektrik enerjisinin, besinlerin enerjilerinin kaynağı Güneş’tir. Güneş’in enerjisi olmasaydı Dünya çok soğuk ve karanlık olurdu, bitkiler besin üretemezdi. Bunun sonucunda Dünya’da hiçbir canlı yaşayamazdı.
Makineler çalışırken enerji harcar. İnsan vücudu birçok makineden oluşan bir fabrikaya benzetilebilir. Fabrikanın çalışması için fabrikayı oluşturan her makinenin çalışması gerekir. Yaşadığımız sürece, vücudumuzda bulunan milyarlarca atom ve molekülü bir düzende tutmamız gerekir. Bunu da ancak enerji harcayarak gerçekleştirebiliriz. Diğer canlılar da yapılarını korumak ve hareket, beslenme, sindirim, enerjiye gereksinim duyarlar.

Besinler ikiye ayrılır. Bunlar organik ve inorganik besinlerdir. 1-Karbonhidratlar:Karbonhidratların yapısında adında olduğu gibi karbon,hidrojen ve oksijen vardır.Karbonhidratlar fazlası kilo yapan besinlerdir.Yani daha çok Şekerli besin ve tahıllarda bulunur.Kilo almak istemeyenlerin karbonhidratları düzenli alması gerekir.Yani karbonhidrat çok alınırsa şişmanlığa,az alınırsa da karaciğerde rahatsızlıklara neden oluyor.(Anneme sordum.) 2-Proteinler: ARAŞTIRMA: Proteinsiz bir yaşam mümkün değildir. Çünkü proteinler hem vücudun temel yapıtaşlarıdır hem de insan yaşamında son derece hayati öneme sahip olan enzim ve hormonların yapılarını oluştururlar. Enzim ve hormonlar vücutta belirli görevlerde ve reaksiyonlarda uzmanlaşmış karmaşık protein molekülleridir. Bunlar vücut içerisindeki koordinasyonun sağlanmasından temel hayat fonksiyonlarının sürmesine kadar bir çok önemli görevi yürütürler. Bu bölümde proteinlerin olağanüstü yapılarını ve proteinlerden oluşan bu mekanizmaların vücut içinde gerçekleştirdikleri inanılması zor işlemleri inceleyeceğiz. Her an içimizde bu işlemlerin milyarlarcasının gerçekleştiği düşünülürse, insan vücudunun hayal gücü sınırlarının ötesinde kompleks bir sistem olduğu daha iyi anlaşılır. Proteinlerin yapısında 20 farklı cins aminoasit yer alır. Aslında doğadaki bu yirmi çeşit amino asitin farklı sayılarda ve dizilişlerde sıralanmasından sonsuz çeşitlilikte farklı protein türü meydana gelebilir. Proteinleri bir zincire benzetirsek, amino asitler bu zincirin halkalarıdır. Canlı varlıklarda bulunan protein türlerinin içerdikleri amino asit sayısı 100 ile 3000 arasında değişir. Bir proteini meydana getiren dizilimlerde, amino asitlerden birinin rasgele çıkarılması, eklenmesi ya da sırasının değiştirilmesi genelde proteinin tamamen işe yaramaz, hatta zararlı hale gelmesine neden olur. İnsan kanında bulunan hemeglobin proteinin üç boyutlu yapısı. Hemoglobin hayati önemi olan oksijenin kan yoluyla hücrelere taşınmasını sağlar. Amino asitlerin yer ve sayılarının yanı sıra, bu amino asitlerin oluşturduğu proteinin üç boyutlu geometrisi de çok önemlidir. Amino asitler doğru sayı ve dizilimde bir araya gelmekle kalmaz, belli noktalarda bükülerek, proteinin görevini yerine getirebilmesi için sahip olması gereken üç boyutlu biçimini de belirlerler. Bunu sağlamak için bükülme noktalarındaki amino asitler, belli bir açıda bükülmeye imkan verecek şekilde, diğerlerinden daha zayıf bağlarla birbirlerine bağlanırlar. Eğer böyle olmasa, tüm amino asitler birbirlerine eşit kuvvetlerle bağlansalardı, dümdüz, vasıfsız ve işe yaramaz bir protein zinciri oluşacaktı. Oysa üç boyutluluk, proteinler için çok önemli bir özelliktir. Özellikle enzimler, ancak sahip oldukları üç boyutlu yapı sayesinde bir takım reaksiyonları yönetir, denetler ya da hızlandırabilirler. Kısacası, doğru sayı ve dizilim sağlansa bile, gereken geometrinin sağlanamaması bir proteini işlevsiz hale getirecektir. Bunun sağlanması içinse amino asitlerin arasındaki çekim kuvvetleri bile akıl almaz bir kontrol ve hassasiyetle teker teker ayarlanmakta, en ufak bir ayrıntı bile şansa bırakılmamaktadır. Görüldüğü gibi tek bir protein molekülünün elde edilmesi bile, sayısız işlem ve denetimler sonucunda gerçekleşebilmektedir. Bugünün teknolojisiyle, bir protein molekülünü laboratuar şartlarında bile yapay olarak sentezlemek mümkün değildir. Oksihemoglobin adli proteinin yapısı SU: Su vücudumuz için en önemli şeylerden bir tanesidir.Su olmasa biz yaşayamayız.Çünkü vücudumuzdaki hücrelerin yapısının büyük bir bölümü sudan oluşur.Örneğin ölüm orucundaki insanları düşünelim,bildiğim kadarıyla bu insanlar yemek yemiyor ama su içiyorlar.Çünkü eğer içmezlerse oruçları 1 hafta bile sürmez yani ölürler.Yani susuz kalmış bir insanın ölmüş bir insandan farkı çok azdır.Bir ansiklopedi su hakkında şu açıklamayı kullanıyor.”Su yeryüzünün en bol bulunan maddelerinden birisidir ve yaşamın temelidir.Eğer su olmasaydı yaşam olmaz

1.Canlılık Olayları Enerjiyle Gerçekleşir ;
Fotosentez olayı sırasında bitkiler, güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürür. Hayvanlar alemi ise ya bitkilerle ya da bitki yiyen hayvanlarla beslenirler. O halde bütün canlıların besinlerindeki enerjinin kaynağı Güneş’tir.

Yakıt olarak kullandığımız kömür ve odun bitkilerden elde edilir. Petrol ise bitki ve hayvan artıklarından oluşur. O halde yakıtlarımızdaki kimyasal enerjinin kaynağı da Güneş’tir.

Buzdolabının, elektrikli süpürgenin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin motoru elektrik enerjisi ile çalışır. Otomobillerde benzin, mazot (motorin), LPG gibi petrol ürünleri kullanılır. Sobalarda yakıt olarak genellikle kömür kullanılır. Ütü, elektrikli fırın, radyo, televizyon, bilgisayar gibi aletleri çalıştırmak için elektrik enerjisi kullanılır. Örneklerde görüldüğü gibi bir işin, bir düzenin sağlanmasında enerjiye gereksinim duyulur.

Yakıtlarda bulunan kimyasal enerji ısı enerjisine çevrilerek evi işyeri, okul gibi yerler ısıtılır. Barajda biriken suyun potansiyel enerjisinden yararlanarak elektrik enerjisi üretilir.

Güneş dünyamızı ısıtır. Yakıtların, elektrik enerjisinin, besinlerin enerjilerinin kaynağı Güneş’tir. Güneş’in enerjisi olmasaydı Dünya çok soğuk ve karanlık olurdu, bitkiler besin üretemezdi. Bunun sonucunda Dünya’da hiçbir canlı yaşayamazdı.

Makineler çalışırken enerji harcar. İnsan vücudu birçok makineden oluşan bir fabrikaya benzetilebilir. Fabrikanın çalışması için fabrikayı oluşturan her makinenin çalışması gerekir. Yaşadığımız sürece, vücudumuzda bulunan milyarlarca atom ve molekülü bir düzende tutmamız gerekir. Bunu da ancak enerji harcayarak gerçekleştirebiliriz. Diğer canlılar da yapılarını korumak ve hareket, beslenme, sindirim, enerjiye gereksinim duyarlar.

2. Canlıların Hücresel Yapılarını Çok Atomlu Büyük Moleküller (organik) Oluşturur ;

Hücrenin temel yapısında çok atomlu büyük moleküller bulunur. Çok atomlu büyük moleküllere organik moleküller denir. Hücrenin temel yapısında bulunan organik moleküller; karbonhidrat,yağ,protein ve vitaminler olarak gruplanabilir. Cansız varlıkların yapısını oluşturan oksijen, su, karbondioksit, yemek tuzu, kireç taşı gibi maddelere inorganik maddeler denir. Cansız varlıkların yapısında organik madde bulunmaz. Canlı varlıkların yapı birimi olan hücrenin yapısında organik maddelerden başka su ve mineral gibi inorganik maddeler de bulunur.

Canlılar, hücrelerinde çok atomlu büyük moleküller oluşturabilirler. Örneğin; bitkiler yapraklarındaki hücrelerde su ile karbondioksiti birleştirerek glikoz oluşturur. Glikoz çok atomlu büyük moleküllerdendir. Bu moleküller oluşturulurken enerjiye ihtiyaç duyulur. Bitkiler bu enerjiyi güneş ışığından sağlar. Hayvanlar alemindeki canlılar inorganik maddelerden organik madde üretemezler. Fakat inorganik molekülleri kullanarak daha büyük organik moleküller oluşturabilirler. Örneğin; ribozomlarda aminoasit molekülleri birbirine bağlanarak protein sentezlenir. Bu olay sırasında enerjiCanlı sistemlerde en fazla kullanılan enerji şekli kimyasal enerjidir. Kimyasal enerji, bir molekülün atomları arasındaki bağlarda depo edilmiştir. Bu bağların koparılmasıyla hücre içinde enerji üretilir. Örneğin; glikoz, aminoasit, yağ asitleri gibi maddeler hücrelerde enzimler yardımıyla parçalanırken kimyasal bağ enerjisi açığa çıkar.

B. GÜNEŞ ENERJİSİNİ CANLILAR NASIL KULLANIR ?
1.Bitkiler Güneş Enerjisini Dönüştürüp Hücrelerinde Tutabilen Canlılardır.
Fotosentez olayı; ışık tepkimeleri ve karanlık tepkimeleri olmak üzere iki aşamada gerçekleşir. Işık tepkimeleri aşamasında ATP sentezlenir. Işık enerjisi ile ATP sentezlenmesi olayına fotofosforilasyon denir. Işık tepkimeleri aşamasında bir karbondioksit molekülü kullanılarak 2 basamakta 3 ATP sentezlenir. Bir glikoz molekülü için 6 karbondioksit molekülü kullanılarak 18 ATP sentezlenir. Karanlık tepkimelerinde 18 ATP kullanılarak bir glikoz molekülü üretilir. O halde glikoz molekülünün sentezlenmesi için harcanan enerji klorofilin güneş enerjisini soğurarak oluşturduğu ATP enerjisi ile sağlanır.

Bitkilerin yapraklarında ve genç gövdelerinde klorofil denilen özel bir madde bulunur. Bazı bitki hücrelerinde bulunan yeşil renkli klorofil maddesi güneş enerjisini soğurur. Bitkiler, soğurdukları güneş enerjisini kullanarak ATP molekülleri sentezlerler. ATP moleküllerindeki enerjiyi bitkiler, hücrelerinde kullanabilirler.Hayvanlar alemindeki canlılarda klorofil hücreleri bulunmaz. Bu nedenle insanlar ve hayvanlar güneş enerjisini soğurarak ATP molekülü üretemez.

2.Bitkiler Işıkta Glikoz Sentezlerler
Canlıların enerji kaynağı güneştir. Bitkiler güneş enerjisini başka enerjilere dönüştürüp ürettiği besinlerde depolar. Hayvanlar ve insanlar enerji gereksinimlerini bitkilerin ürettiği besinlerden sağlarlar. Bitkiler besin üretebilmek için güneş ışığına gereksinim duyarlar. Bu nedenle süs bitkilerini güneş ışığı alan yerlere koymak gerekir.

Güneş ışınları, cam gibi saydam maddelerden geçer. Ayna ışığı yansıtır. Toprak, tahta, demir, bakır gibi maddeler ışığın bir kısmını yansıtır, bir kısmını da yansıtır. Güneş enerjisinin başka enerjilere dönüşmesine ışığın soğurulması denir. Örneğin; yazın güneşte duran demi, güneş ışınlarının bir kısmını soğurarak ısınır.

Bitkiler güneş enerjisini inorganik moleküllerden organik moleküller yapımında kullanır. Yeşil bitkilerin güneş ışığından yararlanarak su ile karbondioksidi birleştirip glikoz üretmesi olayına fotosentez denir. Fotosentez olayını gerçekleştirebilen yeşil bitkilere ototrof (üretici) canlılar denir. Yeşil bitkiler fotosentez olayı sırasında havadan karbondioksit alıp havaya oksijen vererek havayı temizler. Fotosentez olayı, ışık enerjisinin kimyasal enerjiye çevrilmesini sağlayan bir olaydır. Fotosentez olayını şöyle ifade edebiliriz.

Güneşin ışık enerjisi
İnorganik moleküller --------------------> Organik molekül + Oksijen
Klorofil
( 6 CO2 + 6 H2O ) ( C6H12O6 ) ( O2)

Yeşil yapraklı bir bitkinin fotosentez olayını gerçekleştirebilmesi için güneş ışığı, su ve karbondiokside gereksinimi vardır. Bu nedenle bitkiler geceleri fotosentez yapamaz.

3.Tüm Canlılara Sunulan Fotosentez Ürünü : GLİKOZ
Bitkiler, fotosentez olayında kullandığı güneş enerjisini glikoz molekülünün kimyasal bağlarında depolar.

Bitkiler fotosentez ürünü olan glikozu, yapısını ve diğer organik maddeleri oluşturmak için hammadde olarak kullanır. Örneğin; bitkiler vitaminleri, karbonhidratları, yağları ve proteinleri oluştururken glikozu hammadde olarak kullanır. Ayrıca bitkide görülen büyüme, gelişme, üreme, irkilme gibi canlılık olayları glikozun enerjisiyle sağlanır.

Fotosentez, sadece bitkilerin değil tüm canlıların yaşaması için gereklidir. Heterotrof (tüketici) canlılar bitkilerin ürettiği; glikoz, protein, yağ ve vitamin gibi besinlerle beslenir. Bu besinler tüketici canlının vücudunun yapısını, onarımını, büyümesini ve gelişmesini sağlar.

Canlılar karbonhidrat, protein ve vitamin gibi maddeleri aldıkları besinlerden sentezler. Örneğin; yediğimiz besinler genellikle hücrelerimizin yapısına uymaz. Hücrelerimiz, bu besinleri kullanarak kendi yapısına uygun maddeleri sentezleyerek büyür, büyüyen hücrelerimiz bölünerek çoğalır. Yeni oluşan hücrelerle yaralanan kısımlarımız onarılır ve vücudumuz büyür. Bu durum tüm canlılar için geçerlidir. Bitkiler fotosentez olayı ile inorganik moleküllerden, glikozu sentezler. Daha sonra glikozu kullanarak yapılarındaki diğer organik molekülleri oluşturur.

Heterotrof canlılar, başka canlıların organik yapılarını besin olarak kullanır. Ototrof beslenen bitkilerin ise inorganik moleküllerden organik molekül sentezi yapabilmesi için enerjiye gereksinimleri vardır. İşte bitkiler hücrelerindeki klorofille güneş enerjisini soğurarak bu enerjiyi sağlar.

C. HÜCRENİN KULLANABİLECEĞİ ENERJİ
1. Canlılar Hücrelerinde Kullanabileceği Enerjiyi (ATP) Nereden Sağlar
Canlı sistemlerde en fazla kullanılan enerji çeşidi kimyasal enerjidir. Kimyasal enerji, bir molekülün atomları arasındaki bağlarda depo edilmiştir. Bu bağların koparılmasıyla hücre içinde enerji üretilir. Şeker ve yağ gibi temel besin maddelerindeki enerji kimyasal enerjidir. Hücre içinde üretilen ATP enerjisi de kimyasal enerjidir. Yeşil bitkiler fotosentezle güneş enerjisini kimyasal bağ enerjisi olarak besin moleküllerinde depo eder. Bu besin molekülleri bitki ve hayvan hücreleri tarafından alınır ve hücrelerin kullanabileceği yeni bir enerji şekli olan ATP’ye dönüştürülür.

Canlılar hücrelerinde herhangi bir enerjiyi kullanamazlar. Hücrede kullanılan enerjinin, hücreyi parçalayamayacak kadar küçük olması ve her zaman hücrenin içinde bulunması gerekir. ATP denilen özel enerji, molekülün kimyasal bağında bulunur. ATP, hücredeki bütün enerji gerektiren olaylarda kullanılır. Hücrede ATP kullanıldıkça bir enerji kaynağından yararlanılarak tekrar ATP üretilir. ATP molekülünde hücre içinde kullanılabilen ve hücreye zarar vermeyen özel bir kimyasal bağ enerjisi vardır.

Hücrelerin içinde çok büyük enerji dönüşümleri ve enerji açığa çıkaran olaylar oluştuğu halde, hücre bundan zarar görmez. Çünkü, hücrede enerji veren olaylar basamak basamak ve kontrollü şekilde olur. Örneğin; bir karaciğer hücresinde yaklaşık 1000-1600 mitokondri ( Hücrede enerjienerjicanlı kalamazdı. Bu kadar büyük enerji yavaş yavaş oluştuğu için hücrelere zarar vermez.

BAKINIZ Küresel Isınma Nedir? Küresel Isınma Hakkında
Son düzenleyen Safi; 3 Ocak 2019 11:40
fadedliver - avatarı
fadedliver
Ziyaretçi
30 Ocak 2009       Mesaj #2
fadedliver - avatarı
Ziyaretçi
Bu mesaj 'en iyi cevap' seçilmiştir.
Fotosentez olayı sırasında bitkiler, güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürür. Hayvanlar alemi ise ya bitkilerle ya da bitki yiyen hayvanlarla beslenirler. O halde bütün canlıların besinlerindeki enerjinin kaynağı Güneş’tir. Yakıt olarak kullandığımız kömür ve odun bitkilerden elde edilir. Petrol ise bitki ve hayvan artıklarından oluşur. O halde yakıtlarımızdaki kimyasal enerjinin kaynağı da Güneş’tir.

Sponsorlu Bağlantılar
Buzdolabının, elektrikli süpürgenin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin motoru elektrik enerjisi ile çalışır. Otomobillerde benzin, mazot (motorin), LPG gibi petrol ürünleri kullanılır. Sobalarda yakıt olarak genellikle kömür kullanılır. Ütü, elektrikli fırın, radyo, televizyon, bilgisayar gibi aletleri çalıştırmak için elektrik enerjisi kullanılır. Örneklerde görüldüğü gibi bir işin, bir düzenin sağlanmasında enerjiye gereksinim duyulur.

Yakıtlarda bulunan kimyasal enerji ısı enerjisine çevrilerek evi işyeri, okul gibi yerler ısıtılır. Barajda biriken suyun potansiyel enerjisinden yararlanarak elektrik enerjisi üretilir.

Güneş dünyamızı ısıtır. Yakıtların, elektrik enerjisinin, besinlerin enerjilerinin kaynağı Güneş’tir. Güneş’in enerjisi olmasaydı Dünya çok soğuk ve karanlık olurdu, bitkiler besin üretemezdi. Bunun sonucunda Dünya’da hiçbir canlı yaşayamazdı.
Makineler çalışırken enerji harcar. İnsan vücudu birçok makineden oluşan bir fabrikaya benzetilebilir. Fabrikanın çalışması için fabrikayı oluşturan her makinenin çalışması gerekir. Yaşadığımız sürece, vücudumuzda bulunan milyarlarca atom ve molekülü bir düzende tutmamız gerekir. Bunu da ancak enerji harcayarak gerçekleştirebiliriz. Diğer canlılar da yapılarını korumak ve hareket, beslenme, sindirim, enerjiye gereksinim duyarlar.

Besinler ikiye ayrılır. Bunlar organik ve inorganik besinlerdir. 1-Karbonhidratlar:Karbonhidratların yapısında adında olduğu gibi karbon,hidrojen ve oksijen vardır.Karbonhidratlar fazlası kilo yapan besinlerdir.Yani daha çok Şekerli besin ve tahıllarda bulunur.Kilo almak istemeyenlerin karbonhidratları düzenli alması gerekir.Yani karbonhidrat çok alınırsa şişmanlığa,az alınırsa da karaciğerde rahatsızlıklara neden oluyor.(Anneme sordum.) 2-Proteinler: ARAŞTIRMA: Proteinsiz bir yaşam mümkün değildir. Çünkü proteinler hem vücudun temel yapıtaşlarıdır hem de insan yaşamında son derece hayati öneme sahip olan enzim ve hormonların yapılarını oluştururlar. Enzim ve hormonlar vücutta belirli görevlerde ve reaksiyonlarda uzmanlaşmış karmaşık protein molekülleridir. Bunlar vücut içerisindeki koordinasyonun sağlanmasından temel hayat fonksiyonlarının sürmesine kadar bir çok önemli görevi yürütürler. Bu bölümde proteinlerin olağanüstü yapılarını ve proteinlerden oluşan bu mekanizmaların vücut içinde gerçekleştirdikleri inanılması zor işlemleri inceleyeceğiz. Her an içimizde bu işlemlerin milyarlarcasının gerçekleştiği düşünülürse, insan vücudunun hayal gücü sınırlarının ötesinde kompleks bir sistem olduğu daha iyi anlaşılır. Proteinlerin yapısında 20 farklı cins aminoasit yer alır. Aslında doğadaki bu yirmi çeşit amino asitin farklı sayılarda ve dizilişlerde sıralanmasından sonsuz çeşitlilikte farklı protein türü meydana gelebilir. Proteinleri bir zincire benzetirsek, amino asitler bu zincirin halkalarıdır. Canlı varlıklarda bulunan protein türlerinin içerdikleri amino asit sayısı 100 ile 3000 arasında değişir. Bir proteini meydana getiren dizilimlerde, amino asitlerden birinin rasgele çıkarılması, eklenmesi ya da sırasının değiştirilmesi genelde proteinin tamamen işe yaramaz, hatta zararlı hale gelmesine neden olur. İnsan kanında bulunan hemeglobin proteinin üç boyutlu yapısı. Hemoglobin hayati önemi olan oksijenin kan yoluyla hücrelere taşınmasını sağlar. Amino asitlerin yer ve sayılarının yanı sıra, bu amino asitlerin oluşturduğu proteinin üç boyutlu geometrisi de çok önemlidir. Amino asitler doğru sayı ve dizilimde bir araya gelmekle kalmaz, belli noktalarda bükülerek, proteinin görevini yerine getirebilmesi için sahip olması gereken üç boyutlu biçimini de belirlerler. Bunu sağlamak için bükülme noktalarındaki amino asitler, belli bir açıda bükülmeye imkan verecek şekilde, diğerlerinden daha zayıf bağlarla birbirlerine bağlanırlar. Eğer böyle olmasa, tüm amino asitler birbirlerine eşit kuvvetlerle bağlansalardı, dümdüz, vasıfsız ve işe yaramaz bir protein zinciri oluşacaktı. Oysa üç boyutluluk, proteinler için çok önemli bir özelliktir. Özellikle enzimler, ancak sahip oldukları üç boyutlu yapı sayesinde bir takım reaksiyonları yönetir, denetler ya da hızlandırabilirler. Kısacası, doğru sayı ve dizilim sağlansa bile, gereken geometrinin sağlanamaması bir proteini işlevsiz hale getirecektir. Bunun sağlanması içinse amino asitlerin arasındaki çekim kuvvetleri bile akıl almaz bir kontrol ve hassasiyetle teker teker ayarlanmakta, en ufak bir ayrıntı bile şansa bırakılmamaktadır. Görüldüğü gibi tek bir protein molekülünün elde edilmesi bile, sayısız işlem ve denetimler sonucunda gerçekleşebilmektedir. Bugünün teknolojisiyle, bir protein molekülünü laboratuar şartlarında bile yapay olarak sentezlemek mümkün değildir. Oksihemoglobin adli proteinin yapısı SU: Su vücudumuz için en önemli şeylerden bir tanesidir.Su olmasa biz yaşayamayız.Çünkü vücudumuzdaki hücrelerin yapısının büyük bir bölümü sudan oluşur.Örneğin ölüm orucundaki insanları düşünelim,bildiğim kadarıyla bu insanlar yemek yemiyor ama su içiyorlar.Çünkü eğer içmezlerse oruçları 1 hafta bile sürmez yani ölürler.Yani susuz kalmış bir insanın ölmüş bir insandan farkı çok azdır.Bir ansiklopedi su hakkında şu açıklamayı kullanıyor.”Su yeryüzünün en bol bulunan maddelerinden birisidir ve yaşamın temelidir.Eğer su olmasaydı yaşam olmaz

1.Canlılık Olayları Enerjiyle Gerçekleşir ;
Fotosentez olayı sırasında bitkiler, güneş enerjisini kimyasal enerjiye dönüştürür. Hayvanlar alemi ise ya bitkilerle ya da bitki yiyen hayvanlarla beslenirler. O halde bütün canlıların besinlerindeki enerjinin kaynağı Güneş’tir.

Yakıt olarak kullandığımız kömür ve odun bitkilerden elde edilir. Petrol ise bitki ve hayvan artıklarından oluşur. O halde yakıtlarımızdaki kimyasal enerjinin kaynağı da Güneş’tir.

Buzdolabının, elektrikli süpürgenin, çamaşır ve bulaşık makinelerinin motoru elektrik enerjisi ile çalışır. Otomobillerde benzin, mazot (motorin), LPG gibi petrol ürünleri kullanılır. Sobalarda yakıt olarak genellikle kömür kullanılır. Ütü, elektrikli fırın, radyo, televizyon, bilgisayar gibi aletleri çalıştırmak için elektrik enerjisi kullanılır. Örneklerde görüldüğü gibi bir işin, bir düzenin sağlanmasında enerjiye gereksinim duyulur.

Yakıtlarda bulunan kimyasal enerji ısı enerjisine çevrilerek evi işyeri, okul gibi yerler ısıtılır. Barajda biriken suyun potansiyel enerjisinden yararlanarak elektrik enerjisi üretilir.

Güneş dünyamızı ısıtır. Yakıtların, elektrik enerjisinin, besinlerin enerjilerinin kaynağı Güneş’tir. Güneş’in enerjisi olmasaydı Dünya çok soğuk ve karanlık olurdu, bitkiler besin üretemezdi. Bunun sonucunda Dünya’da hiçbir canlı yaşayamazdı.

Makineler çalışırken enerji harcar. İnsan vücudu birçok makineden oluşan bir fabrikaya benzetilebilir. Fabrikanın çalışması için fabrikayı oluşturan her makinenin çalışması gerekir. Yaşadığımız sürece, vücudumuzda bulunan milyarlarca atom ve molekülü bir düzende tutmamız gerekir. Bunu da ancak enerji harcayarak gerçekleştirebiliriz. Diğer canlılar da yapılarını korumak ve hareket, beslenme, sindirim, enerjiye gereksinim duyarlar.

2. Canlıların Hücresel Yapılarını Çok Atomlu Büyük Moleküller (organik) Oluşturur ;

Hücrenin temel yapısında çok atomlu büyük moleküller bulunur. Çok atomlu büyük moleküllere organik moleküller denir. Hücrenin temel yapısında bulunan organik moleküller; karbonhidrat,yağ,protein ve vitaminler olarak gruplanabilir. Cansız varlıkların yapısını oluşturan oksijen, su, karbondioksit, yemek tuzu, kireç taşı gibi maddelere inorganik maddeler denir. Cansız varlıkların yapısında organik madde bulunmaz. Canlı varlıkların yapı birimi olan hücrenin yapısında organik maddelerden başka su ve mineral gibi inorganik maddeler de bulunur.

Canlılar, hücrelerinde çok atomlu büyük moleküller oluşturabilirler. Örneğin; bitkiler yapraklarındaki hücrelerde su ile karbondioksiti birleştirerek glikoz oluşturur. Glikoz çok atomlu büyük moleküllerdendir. Bu moleküller oluşturulurken enerjiye ihtiyaç duyulur. Bitkiler bu enerjiyi güneş ışığından sağlar. Hayvanlar alemindeki canlılar inorganik maddelerden organik madde üretemezler. Fakat inorganik molekülleri kullanarak daha büyük organik moleküller oluşturabilirler. Örneğin; ribozomlarda aminoasit molekülleri birbirine bağlanarak protein sentezlenir. Bu olay sırasında enerjiCanlı sistemlerde en fazla kullanılan enerji şekli kimyasal enerjidir. Kimyasal enerji, bir molekülün atomları arasındaki bağlarda depo edilmiştir. Bu bağların koparılmasıyla hücre içinde enerji üretilir. Örneğin; glikoz, aminoasit, yağ asitleri gibi maddeler hücrelerde enzimler yardımıyla parçalanırken kimyasal bağ enerjisi açığa çıkar.

B. GÜNEŞ ENERJİSİNİ CANLILAR NASIL KULLANIR ?
1.Bitkiler Güneş Enerjisini Dönüştürüp Hücrelerinde Tutabilen Canlılardır.
Fotosentez olayı; ışık tepkimeleri ve karanlık tepkimeleri olmak üzere iki aşamada gerçekleşir. Işık tepkimeleri aşamasında ATP sentezlenir. Işık enerjisi ile ATP sentezlenmesi olayına fotofosforilasyon denir. Işık tepkimeleri aşamasında bir karbondioksit molekülü kullanılarak 2 basamakta 3 ATP sentezlenir. Bir glikoz molekülü için 6 karbondioksit molekülü kullanılarak 18 ATP sentezlenir. Karanlık tepkimelerinde 18 ATP kullanılarak bir glikoz molekülü üretilir. O halde glikoz molekülünün sentezlenmesi için harcanan enerji klorofilin güneş enerjisini soğurarak oluşturduğu ATP enerjisi ile sağlanır.

Bitkilerin yapraklarında ve genç gövdelerinde klorofil denilen özel bir madde bulunur. Bazı bitki hücrelerinde bulunan yeşil renkli klorofil maddesi güneş enerjisini soğurur. Bitkiler, soğurdukları güneş enerjisini kullanarak ATP molekülleri sentezlerler. ATP moleküllerindeki enerjiyi bitkiler, hücrelerinde kullanabilirler.Hayvanlar alemindeki canlılarda klorofil hücreleri bulunmaz. Bu nedenle insanlar ve hayvanlar güneş enerjisini soğurarak ATP molekülü üretemez.

2.Bitkiler Işıkta Glikoz Sentezlerler
Canlıların enerji kaynağı güneştir. Bitkiler güneş enerjisini başka enerjilere dönüştürüp ürettiği besinlerde depolar. Hayvanlar ve insanlar enerji gereksinimlerini bitkilerin ürettiği besinlerden sağlarlar. Bitkiler besin üretebilmek için güneş ışığına gereksinim duyarlar. Bu nedenle süs bitkilerini güneş ışığı alan yerlere koymak gerekir.

Güneş ışınları, cam gibi saydam maddelerden geçer. Ayna ışığı yansıtır. Toprak, tahta, demir, bakır gibi maddeler ışığın bir kısmını yansıtır, bir kısmını da yansıtır. Güneş enerjisinin başka enerjilere dönüşmesine ışığın soğurulması denir. Örneğin; yazın güneşte duran demi, güneş ışınlarının bir kısmını soğurarak ısınır.

Bitkiler güneş enerjisini inorganik moleküllerden organik moleküller yapımında kullanır. Yeşil bitkilerin güneş ışığından yararlanarak su ile karbondioksidi birleştirip glikoz üretmesi olayına fotosentez denir. Fotosentez olayını gerçekleştirebilen yeşil bitkilere ototrof (üretici) canlılar denir. Yeşil bitkiler fotosentez olayı sırasında havadan karbondioksit alıp havaya oksijen vererek havayı temizler. Fotosentez olayı, ışık enerjisinin kimyasal enerjiye çevrilmesini sağlayan bir olaydır. Fotosentez olayını şöyle ifade edebiliriz.

Güneşin ışık enerjisi
İnorganik moleküller --------------------> Organik molekül + Oksijen
Klorofil
( 6 CO2 + 6 H2O ) ( C6H12O6 ) ( O2)

Yeşil yapraklı bir bitkinin fotosentez olayını gerçekleştirebilmesi için güneş ışığı, su ve karbondiokside gereksinimi vardır. Bu nedenle bitkiler geceleri fotosentez yapamaz.

3.Tüm Canlılara Sunulan Fotosentez Ürünü : GLİKOZ
Bitkiler, fotosentez olayında kullandığı güneş enerjisini glikoz molekülünün kimyasal bağlarında depolar.

Bitkiler fotosentez ürünü olan glikozu, yapısını ve diğer organik maddeleri oluşturmak için hammadde olarak kullanır. Örneğin; bitkiler vitaminleri, karbonhidratları, yağları ve proteinleri oluştururken glikozu hammadde olarak kullanır. Ayrıca bitkide görülen büyüme, gelişme, üreme, irkilme gibi canlılık olayları glikozun enerjisiyle sağlanır.

Fotosentez, sadece bitkilerin değil tüm canlıların yaşaması için gereklidir. Heterotrof (tüketici) canlılar bitkilerin ürettiği; glikoz, protein, yağ ve vitamin gibi besinlerle beslenir. Bu besinler tüketici canlının vücudunun yapısını, onarımını, büyümesini ve gelişmesini sağlar.

Canlılar karbonhidrat, protein ve vitamin gibi maddeleri aldıkları besinlerden sentezler. Örneğin; yediğimiz besinler genellikle hücrelerimizin yapısına uymaz. Hücrelerimiz, bu besinleri kullanarak kendi yapısına uygun maddeleri sentezleyerek büyür, büyüyen hücrelerimiz bölünerek çoğalır. Yeni oluşan hücrelerle yaralanan kısımlarımız onarılır ve vücudumuz büyür. Bu durum tüm canlılar için geçerlidir. Bitkiler fotosentez olayı ile inorganik moleküllerden, glikozu sentezler. Daha sonra glikozu kullanarak yapılarındaki diğer organik molekülleri oluşturur.

Heterotrof canlılar, başka canlıların organik yapılarını besin olarak kullanır. Ototrof beslenen bitkilerin ise inorganik moleküllerden organik molekül sentezi yapabilmesi için enerjiye gereksinimleri vardır. İşte bitkiler hücrelerindeki klorofille güneş enerjisini soğurarak bu enerjiyi sağlar.

C. HÜCRENİN KULLANABİLECEĞİ ENERJİ
1. Canlılar Hücrelerinde Kullanabileceği Enerjiyi (ATP) Nereden Sağlar
Canlı sistemlerde en fazla kullanılan enerji çeşidi kimyasal enerjidir. Kimyasal enerji, bir molekülün atomları arasındaki bağlarda depo edilmiştir. Bu bağların koparılmasıyla hücre içinde enerji üretilir. Şeker ve yağ gibi temel besin maddelerindeki enerji kimyasal enerjidir. Hücre içinde üretilen ATP enerjisi de kimyasal enerjidir. Yeşil bitkiler fotosentezle güneş enerjisini kimyasal bağ enerjisi olarak besin moleküllerinde depo eder. Bu besin molekülleri bitki ve hayvan hücreleri tarafından alınır ve hücrelerin kullanabileceği yeni bir enerji şekli olan ATP’ye dönüştürülür.

Canlılar hücrelerinde herhangi bir enerjiyi kullanamazlar. Hücrede kullanılan enerjinin, hücreyi parçalayamayacak kadar küçük olması ve her zaman hücrenin içinde bulunması gerekir. ATP denilen özel enerji, molekülün kimyasal bağında bulunur. ATP, hücredeki bütün enerji gerektiren olaylarda kullanılır. Hücrede ATP kullanıldıkça bir enerji kaynağından yararlanılarak tekrar ATP üretilir. ATP molekülünde hücre içinde kullanılabilen ve hücreye zarar vermeyen özel bir kimyasal bağ enerjisi vardır.

Hücrelerin içinde çok büyük enerji dönüşümleri ve enerji açığa çıkaran olaylar oluştuğu halde, hücre bundan zarar görmez. Çünkü, hücrede enerji veren olaylar basamak basamak ve kontrollü şekilde olur. Örneğin; bir karaciğer hücresinde yaklaşık 1000-1600 mitokondri ( Hücrede enerjienerjicanlı kalamazdı. Bu kadar büyük enerji yavaş yavaş oluştuğu için hücrelere zarar vermez.

BAKINIZ Küresel Isınma Nedir? Küresel Isınma Hakkında
Son düzenleyen Safi; 3 Ocak 2019 11:46
SEDEPH - avatarı
SEDEPH
Ziyaretçi
7 Şubat 2009       Mesaj #3
SEDEPH - avatarı
Ziyaretçi
Küresel Isınma ve Enerji Problemi

Dr. Can Kılıç / Johns Hopkins Üniversitesi Fizik Bölümü

Küresel Isınma

Son birkaç yıldır adını giderek daha sıkça duymaya başladığımız küreselısınma problemi aslında yeni bir teori değil, bilim adamlarının onlarcayıldır kamunun dikkatini yöneltmeye çalıştıkları bir tehlike. Üzücüdürki bu problemin kabul edilmesi işlerine gelmeyen dünyanın önde gelendevletleri ve sanayi lobileri bugüne kadar kamunun bu konuda bilgisahibi olmasını engellemeyi ve hatta bu tehlikeyi sadece az sayıdainsanın inandığı, safsata niteliğinde bir teori gibi göstermeyibaşarmışlardır. Bu bencilce ve öngörüşsüz oyunlar yüzünden ancakgünümüzde, yumurta kapıya dayandığında, hatta belki de çok geç kalmışolduğumuz bir noktada başlıyoruz bu tehlike hakkında bilgilenmeye,çünkü artık iklimlerdeki değişme, ortalama sıcaklıklardaki artış vekapının eşiğindeki kuraklık sinyalleri gözardı edilemeyecek halegelmiştir.

Geçtiğimiz sene içerisinde gerçekleşen bir başka yenilik de ABD’dekitlelere ulaşmayı başaran, Amerika’nın 2000 seçimlerindeki başkanadayı Al Gore tarafından hazırlanan “İşe Gelmeyen Gerçek: KüreselUyarı” isimli filmin gösterime girmesi oldu. Her ne kadar Al Gore’un bufilmden politik bir fayda sağlama amacında olduğu iddia edilebilirse deilk kez bu film sayesinde başta Amerikan halkı olmak üzere dünyatoplumları tarafından problemin ulaşmış olduğu boyutu farketme olanağıdoğmuş olması ve bu konuda acilen ciddi önlemler alınması gerektiğininkamu tarafından anlaşılmaya başlanması pozitif gelişmelerdir.

Bu noktada küresel ısınma problemini teknik olarak açıklamak yararlıolacaktır: Geçen bir yüzyıl içerisinde dünya nüfusunun 2 milyarınaltında bir düzeyden 6.5 milyara ulaşması ve dünya çapındakisanayileşme hareketi nedeniyle, atmosfere salınan ve en önemli örneğikarbondioksit olan sera gazlarının konsantrasyonu tarihte hiçgörülmemiş bir düzeyde artmıştır. Bu gazlar güneşten dünya yüzeyineulaşan enerjinin giderek daha büyük bir kısmının atmosfer tarafındantutulmasına ve daha azının uzaya geri yansıtılmasına sebep olmaktadır.Bu da elbette küresel boyutta artan sıcaklıkları beraberindegetirmektedir.

Maalesef küresel ısınma problemi kendiliğinden hızlanan birniteliktedir, sıcaklıkların artmasıyla birlikte dünyanın sürekli olarakkar ve buzla kaplı olan kutup bölgelerinde giderek daha fazla erimemeydana gelmekte ve beyaz olduğu için güneş ışınlarını ayna gibi uzayageri yansıtan bu buz kütlelerinin yok olmasıyla her geçen gün daha daçok güneş enerjisi yere ulaşmaktadır.

Küresel ısınmanın doğuracağı sonuçlar çok ciddidir. Dünya üzerindekiortalama sıcaklık artmakla kalmayacak, varolan iklim sistemleri büyükölçüde değişecektir ki bu okyanus akıntılarını, yağış dağılımlarını verüzgar sistemlerini kapsamaktadır. Bu değişikliklerden ekosistem debüyük zarar görecek, karada ya da denizde olsun bölgelerindeki iklimeuyum sağlamış bulunan sayısız bitki ve hayvan türü yok olacak vedoğanın dengesi geri döndürülemez biçimde bozulacaktır. Tüm bukorkutucu sonuçlar elbette insanlığı da çok zor durumlarda bırakacak,su sıkıntısı, tarım ve hayvancılığın zarar görmesinden dolayı kıtlık veözellikle gelişmekte olan ülkelerde ekonominin alacağı darbe ilesefalet baş gösterecektir. Kutuplarda karasal buzların erimesi veburadan çıkan suyun okyanuslara eklenmesiyle dünya çapında denizseviyesinin metrelerce yükselmesi ve günümüzde milyonların yaşadığı tümkıyı şehirlerinin büyük ölçüde su altında kalması söz konusudur.

Bu korkunç senaryolar uzak bir gelecekte değil, bizim yaşam süremiziçerisinde gerçekleşecek ve eğer önü alınamazsa günümüzün genç kuşağıdünyanın çehresinin tanınmaz ölçüde değişmesini izlemek zorundakalacak. Elbette bu ürkütücü sonuçlardan Türkiye de nasibini alacaktır,hatta Akdeniz kuşağı kuraklık tehlikesinin ilk olarak tehdit ettiğibölgelerden biridir ki maalesef bunun etkilerini bugünden hissetmekteolmamız problemin ne kadar ilerlemiş olduğuna dair çok endişe vericibir işarettir.

Fosil Yakıtlar ve Enerji Problemi


Bu yazının geri kalanında küresel ısınma sorununun henüz kamuya daha azulaşan yanı olan “enerji problemi”nden bahsedeceğiz. Enerji problemi,eğer küresel ısınmanın önünü almak istiyorsak dünyanın enerjiihtiyacını nasıl karşılayacağımızla ilgilidir. Bu konudaki güçlük, şuanda medeniyetimizin enerji talebinin, elektrik, ısınma ya da ulaştırmaamaçlı olsun, neredeyse tamamen fosil yakıtlarla (yani kömür, petrol vedoğal gaz) sağlanmakta olmasından kaynaklanmaktadır. Bunun istisnalarıolarak hidroelektrik ve nükleer santraller gösterilebilir.

Burada iki hususa dikkat etmeliyiz: Küresel ısınma problemi açısındanen önemli olan unsur bir enerji kaynağının atmosfere sera gazları salıpsalmamasıdır ki fosil yakıtlar doğalgaz da dahil olmak üzere)yakıldığında karbondioksit açığa çıkarırken, nükleer enerji her nekadar başka sakıncaları olsa da sera gazları açısından zararsızdır.İkinci ve küresel ısınma bakımından önemi nispeten daha az olan hususise bir enerji kaynağının yenilenebilir olup olmamasıdır ki ne fosilyakıtlar ne de nükleer enerji yenilenebilirken hidroelektrik enerjikullanıldıkça tükenmediğinden dolayı yenilenebilir bir enerji türüdür.

Bazen dile getirildiğinin aksine enerji probleminin fosil yakıtlarınyakın gelecekte tükeneceği iddiasıyla bir ilgisi yoktur, ve zaten buiddia doğru değildir. Uzman bilimadamları, özellikle okyanus altındakikömür rezervlerinin devreye sokulmasıyla en karamsar tahminlerle biledünyanın enerji talebini binlerce yıl gidermeye yetecek kadar fosilyakıt kaynağı bulunduğunu belirtmektedir. Az önce de belirttiğimiz gibienerji problemi ancak küresel ısınmanın önünü almayı kendimize şartkoştuğumuzda, yani fosil yakıtları kullanmayı gönüllü olarakbıraktığımızda karşımıza çıkacak bir zorluktur. Kısaca, önümüzdekionyıllar içinde insanlık, teknolojik olarak çok güç olmasına rağmen tümdünyanın halihazırdaki enerji kullanma sistemini baştan aşağıdeğiştirmek veya dünya yüzünün geri dönülmez bir biçimde değişmesineizin vermek seçenekleri arasında karar vermek durumundadır.

Elbette atmosferde insanlık daha evrimleşmeden önce bile sera gazlarıvardı ve bunlar milyonlarca yıllık bir süreç içinde doğada bellikonsantrasyonlarda dengelenmişti. Atmosferdeki karbondioksit miktarı budoğal denge içinde aşağı yukarı 50 yıllık bir sürede okyanuslartarafından emilerek sabit bir konsantrasyonda tutulmaktadır. Bu dabizim enerji krizi ile başetmek için elimizde olan süreyibelirlemektedir. Şu anda zaten normalin çok üstünde bir seviyeye gelmişolan karbondioksit düzeyi, biz bugün karbon emisyonu olan tüm yakıtlarıkullanmayı bıraksak bile ancak 50 yıllık bir zaman diliminde normaledönebilecektir. Küresel ısınmanın etkilerinin daha günümüzde bile neboyutlara gelmiş olduğu düşünülürse anlaşılacaktır ki eğer 21. yüzyıliçinde tüm dünya medeniyetleri olarak kullandığımız enerji kaynaklarınıdeğiştiremezsek zaten kurtarılacak bir ekosistem kalmayacaktır geriye.

Alternatif Yakıtlar


Şimdi enerji problemine önerilen çeşitli çözümleri ele alalım vebunları değerlendirelim. Haliyle burada kendimizi sera gazlarını açığaçıkarmayan enerji tipleriyle sınırlandırmak zorundayız; buna karşılıkhem yenilenebilir hem de miktarı sınırlı olan enerji kaynaklarınıgözden geçireceğiz. Her ne kadar gelecekte insanoğlu sadeceyenilenebilir kaynakları kullanmaya mecbur olsa da enerji problemi dahaacil olup bu teknolojiler devreye girene kadar daha kısa vadeliçözümlere başvurmak mümkündür.

Bunun en önemli örneği nükleer enerjidir. Yenilenebilir bir kaynakolmamasına karşın, şu anda yeni bir teknoloji icat etmeye gerekkalmadan enerji problemi ile mücadele etme potansiyeli bulunan tekenerji türü nükleer enerjidir. Bu açıdan yenilenebilir ve kalıcı diğerçözümlere doğru giden yolda kısa süreli bir geçiş dönemindekullanılması mümkün gözükse de aslında bu pek gerçekçi değildir. İlkolarak nükleer enerji ancak elektrik elde etmede kullanılmaktadır;elektrik enerjisi ise dünyanın enerji gereksiniminin sadece yüzde onunadenk gelmektedir. Kaldı ki kendimizi sadece dünyanın tüm elektrikihtiyacını nükleer enerjiden sağlamakla sınırlandırsak bile, bunun içinönümüzdeki elli yıllık süre içinde her birkaç günde bir yeni birnükleer santral yapılması ve hizmete açılması gerekmektedir. Dahagerçekçi bir düzeyde, bu yaklaşımın getirdiği esas sorun nükleerteknolojinin dünyanın sadece sayılı gelişmiş ülkelerinin elindebulunması ve gelişmekte olan ülkelere verilmesinin güvenlik sorunlarınıberaberinde getirecek olmasıdır.

Enerji problemine önerilen bir başka çözüm ise bugüne kadar yaptığımızgibi fosil yakıtları kullanmaya devam etmek, fakat çıkan sera gazlarınıkimyasal olarak konsantre ederek gömmektir. Maalesef bu yaklaşım daaşılması pek gerçekçi olmayan sorunları beraberinde getirmektedir.Dünyanın bir yıl içerisinde ürettiği karbondioksit miktarı gözönündetutulacak olursa, bu kadar karbondioksiti okyanus derinliklerindeeritmeye çalışmak denizlerin asitlik değerini arttırarak ekosistemebüyük zarar verecek, kara parçalarının altındaki derin boşluklaragömmeye çalışmak ise bu gazların eninde sonunda, kaçınılmaz olarakyeniden dışarıya sızmasına engel olamayacaktır.

Yenilenebilir Enerji Kaynakları


Bu noktada yenilenebilir enerji kaynaklarına geliyoruz. Bunun en güzelörneği olan hidroelektrik enerjinin ciddi bir teknolojik ya da çevreselproblemi olmamasına karşın, maalesef dünya üzerinde kullanılabilirpotansiyelinin çok büyük bölümü zaten halihazırda kullanılmaktadır.Alternatif yenilenebilir enerji kaynakları olarak gösterilen jeotermal,rüzgar ve okyanus (gelgit) enerjilerinden ne yazık ki hiçbirinin dünyaenerji gereksiniminin çok ufak bir parçasından fazlasını karşılamapotansiyeli bulunmamaktadır. Genetik olarak değiştirilmiş bitki veyabakteri çeşitlerini kullanarak enerji depolamak ve bu enerjiyi kimyasalolarak kullanmak (teknik terimle biomass) ise dünyaya gereken enerjiyisağlamak için günümüzde tarımda kullanılmayan neredeyse tüm yeryüzeyinin kullanılması anlamına gelmektedir ki bu da pek gerçekçideğildir. Zaten söz konusu çözüm olasılığı, bu bitkilere yapılmasıgereken bakıma harcanacak enerji gözönünde tutulduğunda ancak ufak birnet enerji kazancı getirmektedir.

Enerji probleminin henüz bahsetmediğimiz tek, ve yazarın gözünde enönemli, çözüm adayı güneş enerjisidir. Güneş enerjisi yenilenebilir,sera gazı içermez ve dünyamıza ulaşan güneş ışığı insanlığın ihtiyaçduyduğunun defalarca fazlası, pratik olarak sınırsıza yakın enerjiiçermektedir. Elbette bu çözüm de kendi problemlerini beraberindegetirmektedir ki bunlar teknolojik niteliktedir. Şu anda elimizdebulunan güneş enerjisi teknolojileri pahalıdır ve bu yüzden ancak diğerenerji türlerinden daha ucuza geldiği yerlerde kullanılmaktadır,örneğin yazlık evlerimizde su ısıtmak gibi. Fakat varolan güneşenerjisi teknolojisini daha ucuz hale getirmenin ötesinde çözülmesigereken sorun bu enerjiyi nasıl depolayacağımızdır. Çünkü yazlıklarınaksine ev-içi ısınma en çok gece duyulan bir ihtiyaçtır, yani güneşçoktan battıktan sonra. Daha genel olarak günün sadece bellisaatlerinde ve hatta sadece hava açık olduğunda yararlanabileceğimiz buenerji türünü nasıl barajlarda su depoluyorsak benzer şekildedepolayabilecek ve gece gündüz, yıl boyunca istikrarlı bir şekildekullanmamızı sağlayabilecek teknolojiler (güneş pili vb.)geliştirilmesi gerekmektedir. Dünyanın en önde gelen araştırmaüniversitelerindeki fizik ve kimya bölümleri de bu teknolojilerinöneminin farkındadır ve bu konudaki araştırmalara bütçe ayırmaktadırfakat yine de bu çabalar tüm dünyayı ciddi ölçüde tehdit eden birsorunun çözümünün hak etmesi gerekenin çok altında kalmaktadır. Önemlikonu, güneş enerjisinin depolanabilmesi, ve sadece elektrik enerjisinideğil, ısınma ve ulaşımda kullanılan diğer enerji türlerini de ikameetmesidir.

Bize Düşen Görevler


Problemi ve olası çözümlerini ayrıntısıyla irdeledikten sonra insanolarak bize düşen görevlerden bahsetmekte yarar var. Kişisel olarak,iş, eğitim düzeyi ve yaşımızdan bağımsız olarak hepimizin yapabileceğiçok basit bir şey var ki o da çevremizdekilere durumun ciddiyetinianlatmak, onların da tanıdıklarına anlatmalarını sağlamak ve bu konudapolitikacıların kendilerini birşeyleri değiştirmek zorunda hissedeceğikadar güçlü bir toplumsal irade oluşturmaktır. Televizyonda bir teksahipsiz köpeğin öldürülmesini ya da bir yavru fokun avlanmasınıgördüğünde üzülen ve kendini birşeyler yapmak zorunda hissedeninsanların, binlerce, milyonlarca hayvanın, hatta hayvan türlerininneslinin tükenmesine göz yumması kabul edilemez. Çocuğu olanyetişkinler olsun, ileride çocuk sahibi olmayı düşünen gençler olsun,kendimize şu soruyu sormamız gerekir: “Birkaç yıl daha alışageldiğimgibi yaşamak için çevreye yaptığım zararın hesabını çocuklarıma,gelecek nesillere nasıl veririm? Bu ataletim ve bencilliğimleçocuklarımı, torunlarımı ve onlardan sonra gelecek olan tüm nesillerinasıl bir dünyada yaşamaya mahkum ediyorum?”

Küresel ısınma ve enerji problemi yirmibirinci yüzyılda insanlığınkarşılaşacağı en büyük ve aşılması en zor olacak sorundur. Buproblemler ancak global düzeyde bir seferberlikle, bugün başlayarakçözülebilir, çünkü yarın bu işe başlamak için çok geçtir. Günümüzekadar, şımarık bir çocuğun sonuçları düşünülmeden her istediğininailesi tarafından yapılması gibi, insanlık da sorumsuzca her istediğinidoğadan sonuçlarını düşünmeksizin almış, dünyanın nüfusu gezegenimizintaşıyamayacağı kadar artmış ve bugün tüm bunların sonuçları hepimizcehissedilir, inkar edilemez bir hale gelmiştir. İnsanlığın şu andaönündeki seçim bellidir, ya sorumsuzca davranmaya devam ederek bugününgençlerinin yaşam süresi içinde iklim sistemlerini geri dönülmezbiçimde değiştirerek ekosisteme ve dolayısıyla kendimize korkunçzararlar vermek, ya da nispeten yerel boyuttaki diğer tüm problemleribir yana bırakarak, ki buna dünyadaki tüm savaşlar da dahildir,insanlık olarak olgunlaşmak, kendi elimizle yol açtığımız çevreselproblemlerin farkına varmak, sorumluluğunu kabullenmek, ve nihayetindebu sorunları gidermek için seferber olmak.

Esas soru önümüzdeki elli yıl içerisinde hepimizin hayatının değişipdeğişmeyeceği değildir. Esas soru dünya üzerindeki hayatın ne şekildedeğişeceğidir. Gelecek nesilleri doğanın büyük ölçüde yok olmuş olduğubir dünyada, açlık ve susuzlukla başederek, sıcaklardan korunmak içinbelki de yeraltında kurulması gerekecek şehirlerde yaşamaya mı mahkumedeceğiz, yoksa bugün fedakarlıklar yapmaya başlayıp, bize şu andaönemli gibi görünmekte olan yerel ve hatta ulusal problemleri bir yanabırakıp, yaşam şeklimizi değiştirecek, geleceğe yatırım yapacak veyaptıklarımızın sorumluluğunu kabullenecek cesareti gösterebilecekmiyiz? Esas soru “İnsanlık olgunlaşacabilecek mi?”dir

Benzer Konular

9 Mayıs 2011 / Ziyaretçi Cevaplanmış
29 Mayıs 2013 / furkan81 Cevaplanmış
27 Aralık 2008 / umtcn787 Cevaplanmış
1 Ocak 2009 / Ziyaretçi Cevaplanmış
18 Aralık 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış