Mekke'li Müslümanlar, dinleri uğrunda bütün servet ve varlıklarını Mekke'de bırakmışlar, Medine'ye hicret ederek muhâcir olmuşlardı Medineli Müslümanlar, onları kendi nefislerine bile tercih ederek, her türlü yardımı yapmışlar, onların bütün ihtiyâçlarını karşılamışlardı Fakat muhâcirler, ensâra yük oluyoruz, kendi kazancımız yok, diye üzülüyorlardı
Peygamberimiz muhâcirlerin bu üzüntüsünü gidermek, aradaki sevgi ve samimiyeti güçlendirmek, herhangi ayrılık belirtisini önlemek için Hicretin yedinci ayında muhâcirlerle ensârı, Mâlik oğlu Enes'in evinde topladı Burada, bir muhâciri, bir ensârla kardeş yaparak 90 (veya 360 kişi asarında kardeşlik bağı kurdu Ensâr, muhâcir kardeşlerini alıp evlerine götürdüler Mallarına ortak ettiler Peygamberimize başvurarak:
-Ya Rasûlallah, hurmalıklarımızı, muhâcir kardeşlerimizle aramızda paylaştır dediler Rasûlullah (s a s ):
-Hayır, mallarınızın mülkiyeti size âittir Muhâcir kardeşlerinizle birlikte çalışacak, mahsûlü paylaşacaksınız buyurdu İki taraf da buna râzı oldu Kardeşler birbirlerine o derece bağlandılar ki, başlangıçta, kendi akrabalarından önce birbirlerine mirâsçı bile oldular
Ensâr'dan Rebi’ oğlu Sa'd, muhâcirlerden Avf oğlu Abdurrahman'a:
-Ben mal yönünden ensârın en zenginiyim Rasûlullah (s a s ) ikimizi kardeş yaptı Malımın yarısı senindir, dedi Abdurrahman:
-Allah malını sana mübârek kılsın Benim bunlara ihtiyâcım yok Sen bana çarşıyı göster dedi
Abdurrahman ticârete başladı, kısa zamanda zengin oldu Muhâcirlerin büyük kısmı ticâretle hayatlarını kazandılar
Ensâr ve muhâcirlerden belirli kimseler arasında Hz Peygamber tarafından yapılan kardeşlik, daha sonra "Mü'minler elbette kardeştir" (Hucurât Sûresi, 10) âyetiyle genişledi Fakat bu kardeşliğin, mirâsla ilgili hükmü, Bedir Savaşı'ndan sonra kaldırıldı Çünkü muhâcirler, çalışıp ticâret yaparak ilk sıkıntılı günlerinden kurtuldular Bedir Savaşı ganimetlerinden de yararlandıktan sonra, artık ensârın yardımına ihtiyaçları kalmadı
Müslümanlarla Yahudiler arasında Vatandaşlık
Rasûlullah (s a s ) Mekkeli muhâcirlerle, Medineli ensârı kardeş yaparak birbirlerine bağladıktan sonra, Medine'yi dış düşmanlara karşı müştereken savunmak üzere muhâcirler, ensâr ve Medine'deki Yahûdîler arasında yazılı bir "vatandaşlık anlaşması" yaptı Bu anlaşmaya göre:
Diyet ve fidyelere ait kurallar, eskiden olduğu şekilde devam edecek:
Yahûdîler kendi dinlerinde serbest olacaklar;
Müslümanlarla Yahûdîler, barış içinde yaşayacaklar,
İki taraftan biri, üçünçü bir tarafla savaşırsa, diğer taraf yardımcı olacak,
Taraflardan biri Kureyş ile dostluk kurmayacak ve onları himâyesine almayacak,
Dışarıdan bir saldırı olursa, Medine ortak savunulacak,
İki taraftan biri, üçüncü bir tarafla barış anlaşması yaparsa, diğer taraf bu anlaşmayı tanıyacak,
Müslümanlarla Yahûdîler arasında çıkacak her türlü anlaşmazlıkta Hz Peygamber (s a s ) hakem kabûl edilecekti
Hudeybiye andlaşmasına göre Huzaa kabilesi, Resulullaha,Bekiroğulları kabileside Kureyş kabilesi himayesine girmişdi.Fakat Bekiroğulları kabilesi ansızın Kureyşlilerden Saffan bin Umeyye,İkrime bin Ebu Cehil, Süheyl bin Amr, Huveytıb bin Abduluzza, Mükrez oğlu Hafz ve bir kısım kureyşli müşriklerle Huzaa kabilesi üzerine saldırmışlar ve onlardan 23 kişiyi öldürmüşlerdi.Bunun üzerine Huzaa kabilesinden Amr bin Salim Huzai 40 kişilik toplulukla peygamberimize geldiler ve olayı Resulullaha anlattılar. Resulullah Kureyşlilere, ya bu saldırıda öldürülen 23 kişinin diyetinin ödenmesini yada Kureyşlilerin Bekiroğullarının himayesini bırakmasını istedi. Kureyşli Müşrikler bunları da kabul etmediler.Fakat yinede anlaşmayı bozdukları için içlerini korku bürüdü. Ve tekrar anlaşma yapmaları için Ebu Süfyan-ı Medineye yolladılar. Ebu Süfyan Peygamberimizden ve Sahabilerden Eman dilediysede kabul görmedi ve mekkeye eli boş olarak döndü.Peygamberimiz büyük bir ordu hazırlayarak gizlice Mekke şehrini kuşattı. Aniden basılan Mekkeli Müşrikler neye uğradıklarını şaşırmışlar ve savaş hazırlığını bile yapamamışlardı. On ikibin kişilik büyük islam ordusu hiç bir büyük olaya karışmadan kolayca Mekke şehrini fethetmişlerdir.Hicretin sekizinci yılında Resulullah (s.a.s.)'e boyun eğen Mekke, bu tarihten sonra yeni bir dönemi yaşamaya başladı.
Allah Teâlâ'nın mübarek kıldığı, İslâm dininin merkezi olan bu belde, şirkten, putperestlikten ve bütün diğer hurafelerden arındırılmış yeni bir hayata kavuştu. Daha önce bağımsız bir şehir devleti olan Mekke'nin, fetihten sonra ekonomik ve sosyal durumu da değişmişti. Mekke, ihtiyaçlarını temin edebilmek için ihtiyaç duyduğu yoğun kervan faaliyetlerine eskisi gibi bağımlı değildi. Zira, İslâm devleti elde ettiği gelirleri ihtiyaç olan yerlere adil bir şekilde taksim ettiği için Mekke'nin ihtiyaç duyduğu her şey İslâm devleti eliyle sağlanıyordu. Ayrıca eski ticarî faaliyetler, Mekke için artık hayatî olma özelliğini yitirmişti. Mekke, Hac zamanlarında çok değişik bir manevî atmosfer altında hareketli ve canlı günler yaşıyordu. Bu zaman zarfında çok yoğun bir ticarî faaliyeti de sahne oldu. Ayrıca Mekke, yeryüzündeki bütün müslümanların kalplerinde yaşattıkları ve oraya ulaşıp, Hac ibadetini yerine getirmek için büyük fedakârlıkları göze aldıkları bir manevî şehir olma özelliğini kıyamete kadar sürdürecektir.