Arama

Ehl-i Beyt

Güncelleme: 29 Temmuz 2013 Gösterim: 16.878 Cevap: 4
Master Blue - avatarı
Master Blue
Ziyaretçi
24 Ağustos 2008       Mesaj #1
Master Blue - avatarı
Ziyaretçi
"EHL-İ BEYT" KİMLERDİR?

Sponsorlu Bağlantılar
İslam Tarihinin ilk dönemlerinden itibaren tartışmalı ve belirsiz görüntü­süyle problem olma özelliğini devam ettiren Ehl-i Beyt kavramı Arap dilinde kelime anlamı yönüyle esnek bir yapıya sahiptir. En dar şekliyle kişinin ailesini yani eşini ve çocuklarını ifade ederken, en geniş anlamıyla da kişinin tüm akra­ba ve kabilesini ifade edebilmektedir. Meseleye dini açıdan baktığımızda ise gerek Kur'an'da gerekse Sünnet'te bu tabire yöneltilen net bir tanımlamadan bahsetmek mümkün değildir. İslam'ın bu iki temel kaynağındaki kullanımlar daha sonraları üretilen tanımlamaları delillendirmek amacıyla kullanılmış, bu noktada çok aşırı görüşler ve zorlama yorumlara başvurulmuştur. Hz. Hüseyin'in şehit edilmesi İslam siyâsî tarihi için bir dönüm noktası olması­nın yanı sıra söz konusu kavram için de yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. İşte bu süreçte üretilen yeni tanımlar ve bu tanımlar için uydurulan rivayetler "Ehl-i Beyt"in kim ve ne olduğunu belirlemeyi imkansız hale getirmiştir.

Ehl-i Beyt Kavramı ve Değişim Süreci
Ehl-i Beyt'in tanımlanmasıyla ilgili olarak temel ayırım noktası, meseleyi Kur'an ve Sünnet çerçevesi içinde ele alıp makul ve mantıklı izahlar getir­meye çalışan Ehl-i Sünnet ile bu kavrama yönelik geliştirdiği "Ehl-i Beyt: Hz. Muhammed (sav), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ile onun soyundan gelen imamlardır" şeklindeki özel bir tanımla, itikadî ve sosyal argümanla­rını bu kavram üzerine oturtan Şia arasında olmaktadır. Bu iki bakış açısı ara­sında net bir farklılık, diğer bir ifadeyle bir zıtlık vardır. İşte Ehl-i Beyt kavramı üzerindeki düğüm noktası burasıdır. "Ehl" ve "Beyt" kelimelerinden oluşan Ehl-i Beyt tabiri Arap dilin­de "ev halkı, hane halkı" anlamında her dönem ve her çağda kullanılmıştır. Bu tabir bir kişiye izafe edildiği zaman o kişinin eşini (eşlerini) çocuklarını ve yakın akrabalarından olan tüm erkek ve kadınları içerdiği kabul edilmektedir.

Hz. Peygamber Dönemi
Hz. Peygamber döneminde Ehl-i Beyt tabiri tamamen kelime anlamına uygun olarak kullanılmıştır. Bu tabirle bir kimsenin ailesi ve çocukları ifade edilmiştir.
Ehl-i Beyt konusunda örnek olarak zik­redebileceğimiz en önemli hadis "Kisâ" hadisi olarak meşhur olan hadistir. Bir çok farklı senedle nakledilen bu rivayette nakiller arasında önemli metin farklılıkla­rının olduğu da bir gerçektir. Özellikle Şia'nın temel delil olarak sunduğu bu rivayetin Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki Hz. Aişe'den nakledilen şekli şöyledir: "Bir gün Rasûlullah, üzerinde siyah kıldan dokunmuş bir örtü olduğu halde erken vakitte evden çıktı. Karşısına Hasan geldi, onu örtünün altına aldı. Daha sonra Hüseyin geldi, onu da örtünün altına aldı. Daha sonra sıra ile Ali ve Fâtımâ geldi. Onların hepsini örtünün altına toplayıp;‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü noksanlığı giderip sizi tertemiz kılmak ister"ayetini okudu."
Bu rivayetin Ümmü Seleme'den nakledilen şekli ise şöyledir: "Fâtımâ bir gün elinde yemek tabağı olduğu halde Rasûlullah'ın yanına girdi. Rasûlullah ona: ‘Amcam oğlu nerede?' diye sordu. Fâtımâ evde olduğunu söyleyince, ‘onu ve iki oğlunu çağır' dedi. Onlar gelince Rasûlullah Hasan ve Hüseyin'i kucağına, Ali'yi sağına Fâtımâ'yı soluna oturttu. Sonra onları örtüye sararak sol eliyle örtünün uçlarını tuttu ve sağ elini yukarıya kaldırarak:
"Allah'ım... Ehl-i Beyt'im... Onlardan her türlü noksanlığı gider ve onları tertemiz kıl."
diye duâetti.

Hulefâ-i Râşidîn Dönemi
Hz. Peygamberin vefatından sonra gelişen olaylar arasında özellikle de hilafet problemi çerçevesinde ilk anlarda Ehl-i Beyt'in direkt olarak kullanımı olmasa bile Hz. Peygambere yakınlığın vurgulandığı ve bu gerekçe ile Hz. Ebubekir'in halifeliğine itirazların yükseldiğine şahid oluyoruz. Hz. Ali ve Abbas'ın başını çektiği bu gruptaki kişilerin, Hz. Ali'nin Hz. Peygambere olan yakınlığı nedeniyle hilafette hak sahibi olduğuna ve bu hakkının gasp edildiğine inandıkları iddia edilmektedir. Ancak bütün bu olaylar çerçevesinde dikkati çeken önemli nokta Ehl-i Beyt tabirinin herhangi bir şekilde kullanılmamış ol­masıdır. Bu da bize bu tabirin kavram olarak şekillenmesinin daha sonraki dö­nemlerde olduğuna dair önemli ipuçları vermektedir.
İlk dönem hilafet problemi çerçevesinde Hz. Ali'nin merkez olarak göste­rilmesi, diğer bir ifadeyle olayların sadece Hz. Ali ve diğerleri arasında cereyan etmesi bir yönüyle tarihi bir gerçeği yansıtmasının yanı sıra daha sonra gelişen olaylar nedeniyle Şiî düşünceye mensup kişilerin bu noktada çok fazla gayret gösterip olayları bu noktada yoğunlaştırmasının da büyük rolü olmuştur. Bu açıdan Sünnî kaynaklardaki rivayetler ile Şiî kaynaklardaki rivayetlerde nakle­dilen bilgilerin ve kullanılan ifadelerin farklılığı bizi yanıltmamalıdır.
Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra isyancıların destek ve gayretleriy­le halife olarak Hz. Ali'ye biat edilmiştir. Biatin tamamlanmasından sonra Hz. Ali'nin yapmış olduğu bir konuşma bundan sonra neler yapacağı ve neler olması gerektiği hususunda ipuçları vermesi yönüyle önemlidir. O'nun bu hutbe­de önceki rivayetlere konu olan halifeliğin kendi hakları olduğu ve bu haklarının gasp edildiğine dair herhangi bir ifadesi söz konusu değildir.
Hz. Ali'nin hilâfete gelmesinden sonra cereyan eden hadiseler içerisinde yine Ehl-i Beyt ile ilgili bir vurgunun olmadığını görüyoruz. Bu tabirin siyâsî bir kavram olarak şekillenmesinin daha sonraki süreçte ortaya çıktığı görülmektedir.

Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in Siyâsî Mücadelelerinde Ehl-i Beyt İmajı
Hz. Hasan'a halife olarak biat edilmesi içinde bulunulan ortam ve şartlar açısından çok farklı özelliklere sahiptir. Bu itibarla nakledilen rivayetlere baktı­ğımız zaman artık Ehl-i Beyt tabirinin kavram olarak yerleşmeye başladığını gösteren bilgilere rastlamaktayız. Hz. Hasan'ın Küfe halkına seslendiği konuş­masındaki şu ifadeler bu açıdan önemlidir: "Ey insanlar, beni biliyorsunuz, eğer bilmeyen varsa ben, uyarıcı, müjdeleyici ve Allah'a davet edici Muhammed Rasûlullah'ın oğlu Hasan'ım. Ben Ehl-i Beyt'tenim. Öyle Ehl-i Beyt ki, Allah onlardan her türlü kusuru gidermiş ve onları tertemiz kılmıştır. Yine Kuran'da, "Kim bir iyilik yaparsa biz onu kat kat artırırız..." ayetiyle ifade olunup, kendile­rine sevgi beslenilmesi Allah tarafından farz kılınan Ehl-i Beyt'tenim. Bu ayette­ki iyilik Ehl-i Beyt'e yapılan iyiliktir." Görüldüğü gibi Hz. Hasan kendisinin açık bir şekilde Ehl-i Beyt'ten olduğunu söylemekle kalmayıp Ehl-i Beyt'in hususi­yetlerini ve faziletlerini de belirtmiştir. Bu ifadeler Şiî düşüncenin Ehl-i Beyt'in fazilet ve üstünlükleri noktasındaki söylemleri ile örtüşmesi açısından dikkat çekicidir. Ancak buna rağmen, Hz. Hasan'ın kendilerinin Ehl-i Beyt'ten olmaların­dan dolayı halife olmaları gerektiği şeklinde bir düşüncesinin olmadığını hem bu konuşmasından hem de sonraki faaliyetlerinden anlamaktayız. Yine, yuka­rıdaki rivayete benzeyen diğer bazı rivâyetlerdeki bir husus dikkatimizi çekmek­tedir. Hz. Hasan: "Allah bizim hakkımızda ‘Ey Ehl-i Beyt, Allah sizden her türlü kusuru giderip sizi tertemiz kılmak ister.' ayetini indirdi" deyince oradakiler: "Siz onlar mısınız?" diye sormuşlar, Hz. Hasan da: "Evet" diye cevap vermiş­tir. Rivayette ifade edilen halkın "Siz onlar mısınız?" diye sorması, onların bu kavramın kimleri içine aldığını bilmediklerini ve bu kavramın toplumun gündeminde olmadığını ortaya koymaktadır. Hz. Hasan Muaviye ile barış yapıp hilâfeti ona teslim ettiğinde kendi ta­raftarları arasında tenkit edilmiştir.
Hz. Hüseyin de Hz. Hasan'da olduğu gibi, karşı karşıya kaldığı bu zor anında, karşısındaki Müslümanların vicdanlarına tesir edecek bir ko­nuşma yapmıştır. Bu konuşmada dikkatimizi çeken husus, onun Rasûlullah ve diğer büyük ashâbla olan bağlantısını zikretmesine rağmen Ehl-i Beyt tabiri­nin geçmemiş olmasıdır. Dikkati çeken diğer bir husus, Ehl-i Beyt kavramının, Hz. Hüseyin'in çevresindeki insanlarca da kullanılmamasıdır. Şayet böyle bir kullanım vaki olsa idi, bu sahih rivayetlerin yanı sıra ve ondan sonraki olaylar için de ciddi bir mesned teşkil ederdi.

Hz. Hüseyin'in Şehit Edilmesinden Sonra Kazandığı Anlam
Ehl-i Beyt kavramının siyâsî faaliyetler içerisinde, siyâsî amaçlar için kul­lanılmasının ilk ciddi örneklerini Hz. Hüseyin'in şehid edilmesinden sonraki dönemde görüyoruz. Henüz Şia'nın da net bir oluşum olarak ortaya çıkmadığı bu dönemde belirginleşen bazı fikirler, Ehl-i Beyt'in intikamı ve hilafet hakkının sadece onlara ait olduğu iddiası ile ortaya çıkarak, Ehl-i Beyt'ten önce hilâfete geçenlerin bu makamların gâsıpları olduğunu ve Ehl-i Beyt haricinde hiç kim­senin halifelik makamına oturamayacağını savunmuşlardır. İşte kavrama yük­lenen bu yorum, kavramın tanımlanma sürecinde daha önceki dönemlerden kendisini ayıran ve kavramı siyâsî olaylar içerisine çeken temel sebep olmuştur. Ehl-i Beyt hakkında ortaya çıkan bu görüşler, beraberlerinde diğer bazı siyâsî ve itikâdî fikirlerle birlikte gelişerek, siyâsî ve fikrî ekollerin, hatta İslam dünyasındaki ilk itikâdî bölünme olan Şîa hareketinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
Gerek Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in neslinden olup Kerbelâ hâdisesinden kurtulmuş olan Ehî-i Beyt zürriyeti, gerekse Hz. Ali'nin Hz .Fatıma'nın dışındaki hanımlarından olan çocukları, Zeyd b. Ali'nin 122/740 yılındaki ayaklanmasına kadar geçen yaklaşık yarım asırlık süre içerisinde bizzat bir isyan hareketi içeri­sinde olmamışlardır. Ehl-i Beyt davası ile öne çıkıp hak iddia edebilecek olan Ehl-i Beyt zürriyetinden Ali b. Hüseyin ile oğulları Muhammed b. Ali (el-Bâkır) ve Ca'fer b. Ali (es-Sâdık) siyasetle ilgilenmedikleri gibi Benû Ümeyye ile de iyi ilişkiler içerisinde bulunmuşlardır. Diğer taraftan Hz. Hüseyin'in torunu olan Zeyd b. Ali'nin 122/740 yılında giriştiği isyan hareketinde dikkatimizi çeken en önemli husus, "Ehl-i Beyt" kavramının sıkça ve önemli bir mesned olarak kul­lanılmasıdır. Zeyd, Küfe halkından biat alırken: "Biz sizleri Allah'ın kitabına, Peygamberin sünnetine, zalimlerle cihada, zayıfları savunmaya, haksızlığa uğrayanların zararlarını telafi etmeye,zulmü kaldırmaya ve Ehl-i Beyt'e yardım etmeye çağırıyoruz. Bunlar üzerinebiat ediyor musunuz" şeklinde bir konuş­ma yapmıştır. Aynı şekilde Abdullah b. Ca'fer b. Ebî Tâlib'in torunu olan Ab­dullah b. Muaviye'nin de 127/744 yılındaki isyan girişiminde "er-Rıza min Âl-i Muhammed" sloganını kullanmış olması dikkati çeken diğer bir nokta olmakta­dır. Abdullah'ın, Âl-i Muhammed'e mahsus unsurlardan istifade etmesi, o dönemde Ehl-i Beyt'e duyulan sevgi ve saygının bir sonucu olsa gerektir. Daha hareketin başında iken Küfe halkının onu tahrik ederken; "Halkı kendine davet et, Benû Hâşim hilâfete Benû Mervan'dan daha layıktır" demeleri bir ölçüde bu psiko-sosyal durumu gösterir mahiyettedir.
Sonuç itibariyle kavram olarak bozulma sürecinin başladığı bu dönemden sonra Ehl-i Beyt, kelime anlamıyla temellenen Kur'an ve Hadis yorumundan uzaklaşıp bir gurubun siyâsî ve îtikâdî sisteminin temeline oturtulan bir "mefhum" haline gelmiş ve bu gurup içerisinde tek taraflı olarak tartışmaya kapatılmıştır.

Doç. Dr. M. Bahaüddin Varol

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Master Blue; 24 Ağustos 2008 22:29 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Biyografi Konusu: Ehl-i Beyt nereli hayatı kimdir.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
21 Mart 2009       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Ehl-i beyt kavramı, İslam'ın başlangıcından Mekke'nin fethine kadar geçen sü¬rede cahiliye dönemine ait dînî ve siyasî içeriğini korudu. Müslümanlar, Mekke'yi fethedince, dini ve siyâsî otorite, tamamen onların eline geçti. Artık bu tarihten itibaren Ehl-i beyt kavramının içeriği de tamamen değişti.

Sponsorlu Bağlantılar
Ehl-i beyt, İslam'dan önce beytü'l-âlihe tabir edilen, içinde putların bulunduğu Kâbe ile içindeki ilahlardan sorumlu olan kabileye verilen bir isimdir. Daha sonra bu kavramın anlam alanı genişletilerek kavrama, dinî anlamının yanında, şehrin savunma ve yönetim işlerini de içeren siyâsî bir anlam da kazandırıldı. Mekke'de Beytullah, yani "Allah'ın evi" ile ilgili, dolayısıyla Mekke'nin dînî ve siyasî hizmetlerini üstlenmiş olan ve hep aynı soydan gelen kabileler için kullanılmıştır.
Ehl-i beyt kavramı, İslam'ın başlangıcından Mekke'nin fethine kadar geçen sü­rede cahiliye dönemine ait dînî ve siyasî içeriğini korudu. Müslümanlar, Mekke'yi fethedince, dini ve siyâsî otorite, tamamen onların eline geçti. Artık bu tarihten itibaren Ehl-i beyt kavramının içeriği de tamamen değişti. Zira Mekke fethedilip Kâbe putlardan temizlenince, Kureyş, Ehl-i beyt olmaktan; "Allah'ın Evi" Kâbe, beytü'l-âlihe olmaktan ve toplu halde Mekkeliler de ehl-i âlihe olmaktan çıktılar. Böylece Ehl-i beyt kavramı, cahiliye dönemine ait anlamlarını tamamen kaybetti ve Arap dilindeki aslı olan "ev halkı" anlamına yeniden dönmüş oldu. İslam'ın tebliğ sürecinde, ikisi Mekkî biri Medenî olmak üzere, toplam üç sûrede geçen Ehl-i beyt kavramı da lügatteki aslî anlamında, yani "ev halkı" anlamında kullanılmaya başlandı.
Hz. Osman'ın şehit edilmesi ve ona bağlı olarak gelişen siyasî olaylar, Müslü­manlar arasında iç çekişmelere, iç çekişmeler görüş ayrılıklarına ve bölünmelere neden oldu. Başlangıçta siyasî olarak ortaya çıkan olaylar, daha sonra itikadî, ahlakî boyutlar kazanarak dînî mezheplerin doğmasına neden oldu. İşte bu gelişmelerden sonra "Ehl-i beyt" kavramına, Şiî-Sünnî çevrelerde, bir biçimde Kur'an'a ve Hadislere de dayandırılarak, daha önce hiç kullanılmayan, oldukça farklı bir anlam kazandırıldı. O günden bugüne Ehl-i beyt denilince, kimi çevrelerce Hz. Peygamber ve O'nun ev halkı; kimine göre sadece Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve onların soyundan gelenler; kimine göre Hz. Hüseyin'in İranlı hanımından olma Zeyne'l Abidin'in soyundan gelen on iki masum imam ve onlara tâbî olanlar, kimi çevrelerce de Rasûlullah'ın soyuna mensubiyeti sebebiyle seyyidlik ve şeriflik unvanları anlaşılır oldu.

Ehl-i Beyt Kavramının Kur'ân'da Geçtiği Âyetler

"Ehl-i beyt" kavramı Kur'an'da, sadece üç ayette geçmektedir. Bunlardan Hûd sûresinde Hz. Musa'nın hâne halkı, özellikle annesi; Ahzâb sûresinde ise,ayetin indiği dönemde Rasûlullah'ın hayatta olan hanımları kastedilmiştir. Bir de bunlara ilave olarak Şûra sûresinin 23. ayetinin de, bilhassa Ahzâb sûresinin 33. ayetindeki Ehl-i beyt ile ilgili olduğu sanılmaktadır. İbrahim'in (as) ev halkı, özellikle hanımı; Kasas sûresinde
Ahzab Sûresi 33. Âyet:

"Rasûlü'nü ve ahiret yurdunu dilerseniz, şüphe yok ki Allah, sizden iyiler için büyük bir mükafat hazırlamıştır!" 'Ey Peygamber Hanımları! Sizden kim, apaçık bir aşırılık yaparsa, onun cezası ikiye katlanır. Bu, Allah için kolay bir iştir. Kim de Allah'a ve Rasûlü'ne, içtenlikle itaat eder ve salih iş yaparsa, ona da ecrini iki kere veririz; ayrıca ona, güzel de bir rızık hazırladık.' ‘Ey Peygamber hanımları! Eğer Allah'a ve Rasûlü'ne karşı gelmekten sakınırsanız, siz diğer kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz...' (...) 'Evlerinizde oturun, eskiden cahiliye dönemindeki gibi dikkat çekecek biçimde süslenip yıldızlaşmayın, namazı ikame edin, zekatı verin, Allah'a ve Elçisine itaat edin! Ey Ehl-i beyt! Allah, ancak pisliği sizden uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor!"
Âyetin Nüzul Sebebi:

Ahzab Sûresi Medenî sûrelerdendir. Ahzab sûresinin 28-34. ayetlerin nüzul sebebi hakkında, birbirinden farklı iki görüş ve hepsi de ana fikir olarak bu iki görüş üzerinde toplanan pek çok rivayet bulunmaktadır.
Buharî'nin Hz. Âişe'den naklettiği rivayette Hz. Aişe demiştir ki: "Allah'ın Elçisine, eşlerinin, kendisi ile dünya nimetleri ara­sında bir tercih yapmaları emredildiği zaman, Rasûlullah önce bana geldi ve ‘Aişe, sana bir emri tebliğ edeceğim, fakat cevap vermekte acele etme; hatta ebevey­ninle istişare et, cevabını bana sonra bildir' dedi. Sonra da, "Ey Peygamber, hanımları­na de ki: 'Eğer siz, dünya hayatını ve onun ziynetini istiyorsanız gelin, size müt'alarınızı verip güzellikle boşayayım; yok eğer..." ayetlerini bana okudu. Dedim ki, ‘ben bunlardan hangisini ebeveynimle istişare edecekmişim? Ben elbette Allah'ı ve Rasûlü'nü tercih ediyorum.'Benim bu cevabım üzerine Rasûlullah, sırasıyla diğer hanımlarına gitti. Hepsi de Allah'ı, Elçisini ve ahiret yurdunu tercih ettiler."
İkinci görüş ise, "Kisâ Hadisi" olarak bilinen şu rivayete dayanmaktadır: Rasûlullah, eşlerinden Ümmü Seleme'nin evinde idi. Kızı Fatıma, içinde et ve undan yapılmış yemek olan bir çömlekle geldi. Hz. Peygamber Fatıma'ya, kocası Ali ve oğulları Hasan ve Hüseyin'i de çağırmasını, yemeği birlikte yiyeceklerini söyledi. Fatıma gitti, onları da çağırdı. Onlar gelince, hepsi birlikte yemeğe oturdular. Yemek esnasında: "... Ehl-i beyt! Allah, ancak pisliği sizden uzak tutmak ve sizi tertemiz yapmak istiyor." ayeti indirildi. Hz. Peygamber Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i, geniş elbisesinin/kisâ altına toplayarak: "İşte, benim Ehl-i beytim bunlardır." dedi sonra da ellerini kaldırıp; "Allah'ım, benim Ehl-i beytim ve özel yakınlarım/hâssetî bunlardır. Sen, bunlardan kötülüğü uzak tut ve bunları tertemiz yap!" diye duâ etti. O zaman Ümmü Seleme, perdenin arkasından başını çıkararak; 'Ya Rasûlullah, benim durumum n'olacak?' dedi. Rasûlullah ona: "Sen sahip bulunduğun yerdesin" cevabını verdi."7
Ehl-i Beyt'ten Maksat Nedir?

a) Peygamberin Hanımlarıdır:

Bu âyet, siyak ve sibak bütünlüğü içerisinde tamamen Peygamberin hanımları­na hitap etmektedir. İbn Abbas (ö.68/687), İkrime (ö.104/722), İbn Cerır et-Taberî (ö.310/922), İmam Mâtürîdî (ö.333/944), Kâdî Abdülcebbar (ö.415/1025), Zemahşerî (ö.534/1143), Kurtubî (ö.671/1272), Kâdî el-Beydâvî (ö.685/1286), Nesefî (ö.710/1310), Hâzin (ö.741/1341), İbn Kesir (ö.774/1372), buradaki Ehl-i beyt'ten maksadın, sadece Peygamberin hanımları olduğu görüşünde olan müfessirlerdir.
b) Peygamberin Ev Halkıdır (Hanımları, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir):

"Âyet, hem Hz. Peygamberin hanımlarını, hem de Peygamberin ev halkından sayılan Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'i kapsamaktadır" diyen müfessirlerden bir kısmına göre, Hz. Peygamberin iki kızı Ümmü Gülsüm ve Rukiye ile evlendiği için bu ayet, zinnureyn lakabını hak eden Hz. Osman'ı ve onların çocuklarını da kapsama­lıdır.
Mesela Elmalılı M. Hamdi Yazır demiştir ki, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin Peygamberin torunları olduğu gibi, Hz. Ali dahi Hz. Peygamberin evinde yetişmiş Hz. Fatıma ile birlikte yaşamış ve özel bir mensubiyet kazanmıştır. Bu yüzden o da Ehl-i beyt'ten sayılır. Fakat bunların Ehl-i beyt'ten olması, Peygamberin diğer kızlarının ve onlardan olan çocuklarının da Ehl-i beyt'ten olmasına engel teşkil etmez; aksine onların da Ehl-i beyt'ten olmalarını gerektirir.
c) Hz.Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'dir:

Bir kısım müfessirlere göre, ki bunların çoğunluğu Şiî'dir, âyet Peygamberin hanımlarını değil, sadece onun temiz soyunu sürdüren Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hasan, Hüseyin ile onların soyundan gelen on iki imamı kapsamaktadır.
Tabiun'dan Ebu Saîd el-Hudrî, Mücâhid (ö.103/721) ve Katâde'ye (ö.117/735) atfedilen görüşe göre bu âyetteki Ehl-i beyt'ten maksat Hz. Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir; çünkü erkekler için çoğul muhatap zamiri olan ve siz manasına gelen kum' zamirlerinin getirilmesi buna delalet etmektedir. Ayette eğer Peygamberin hanımları kastedilmiş olsaydı, kadınlar için siz manasına gelen ve çoğul muhatap zamiri kullanılması gerekirdi.


Prof. Dr. M. Zeki Duman

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
mehmet_21m - avatarı
mehmet_21m
Ziyaretçi
30 Mart 2010       Mesaj #3
mehmet_21m - avatarı
Ziyaretçi
1. EHL-İ BEYT KİMDİR?
Ehl-i Beyt, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin ailesi ve evlâtlarıdır. Mü’minlerin anneleri, Hz. Fatıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm), Ehl-i Beytin şerefli ferdleridir.( Râzî, Tefsir-i Kebir, XXV, 181)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli nesebi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vasıtasıyla devam ettiği için, onların kıyamete kadar gelecek olan evlâtları da Ehl-i Beyt’in birer parçasıdır Onları sevmek her mü’minin vazifesidir. Bu sevgi çok şerefli ve gereklidir. Kalbinde azıcık Ehl-i Beyt sevgisi bulunmayan kimse, Hz. Rasûlullah’ın sevgisinde yalancıdır.
Aşağıda vereceğimiz ayet ve hadislerde görüleceği üzere, Hz. Rasûlullah’ın kendisine tâbi olan amcaları ve onların çocukları da Ehl-i Beyt’ten sayılmıştır.( Bkz:Ibn Atıyye, el-Muharraru’l-Veciz, IV, 384. (Beyrut, 1993))
Allah Teâlâ, Hz. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in ehl-i beytini bizzat Kur’an’da zikretmiş ve onlara şu şekilde iltifatta bulunmuştur:
“Ey Peygamber hanımları! Namazı kılın, zekâtı verin; Allah’a ve Rasûlü’ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” (Ahzab/33)
Ümmü Seleme validemiz (r. anha) demiştir ki: “Bu âyet-i kerime benim evimde indi. Hz Rasûlullah (s.a.v) Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin’i çağırdı. Onları Hayber yapımı geniş bir elbisenin altına topladı, kendisi de içine girdi ve:
“İşte bunlar benim ehl-i beytimdir” buyurdu. Sonra inen ayet-i kerimeyi okudu ve:
“Allahım! Onlardan kötülükleri gider. Onları tertemiz et!” diye duâ etti. Ben: “Yâ Rasûlellah, ben Ehl-i Beytten değil miyim? dedim.” Hz. Rasûlullah (s.a.v),
“Sen benim ehlimsin. Sen zaten hayır içindesin” buyurdu.( Taberî, Câmiü’l-Beyân, Cüz:XXII, Shf:7; Ibnu Kesir, Tefsir, VI, 412-413.)
Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz, Ashâb-ı kirâmı ve ümmetim Ehl-i Beyt’in hukunu iyi koruma konusunda şiddetle uyarmıştır:
Zeyd b. Erkam (r.a) anlatıyor: Allah Rasûlü (s.a.v), Mekke ile Medine arasında Hummen denilen suyun başında bir hutbe verdi. Allah’a hamd, sena ve zikirden sonra şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Dikkat ediniz; ben bir beşerim. Rabbimin ölüm elçisinin gelmesi ve benim ona icabet edip aranızdan gitmem yakındır. Sizlere hukuku ağır iki kıymetli emanet bırakıyorum. Birincisi Allah’ın Kitabı’dır. Onda nur ve hidayet vardır. Allah’ın Kitabına sımsıkı sarılın. Onunla meşgul olun, onu öğrenin, öğretin; hükümlerini anlayın. İkinci emanet Ehl-i beytimdir. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. Ehl-i Beytim hakkında Allah’tan korkmanızı hatırlatırım. ” Zeyd b. Erkam’ı dinleyenler arasında bulunan Husayn b. Sebre,
“Ey Zeyd, Rasûlullah’ın (s.a.v) zevceleri de Ehl-i Beytten midir?” diye sordu, Zeyd (r.a),
“Tabi ki Efendimizin hanımları da Ehl-i Beyttendir. Fakat Rasûlullah’ın (s.a.v) haklarının korunmasını istediği Ehl-i Beyt, kendilerine sadakanın haram olduğu kimselerdir” dedi. Husayn,
“Onlar kimdir?” diye sorunca Zeyd b. Erkam (r.a),
“Ali’nin ailesi, Akîl’in ailesi, Cafer ve Abbas’ın âilesidir” dedi. Husayn,
“Bunlara sadaka haram mıdır?” diye sorunca, Zeyd (r.a),
“Evet” dedi. (Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe, 36; Nesâî, Sünen-i Kübrâ, Menâkıb, 9.)
Âlimlerin ekseriyetine göre Ehl-i Beyt, Rasûlullah (s.a.v) Efendimizin şerefli aileleri, kızı Hz. Fâtıma, damadı Hz. Ali, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin (r.anhüm) ve kıyamete kadar oların sulbünden gelen zürriyetleridir. Yani Hz. Hüseyin’in torunları olan seyitler ve Hz. Hasan’ın torunları olan şerifler Ehl-i Beyt’in günümüzdeki şerefli mensuplarıdır. Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz’in şerefli nesli, kıyamete kadar hiç kesilmeyecektir.
Hz. Hüseyin’in (r.a) oğlu Ali Zeynelâbidîn (rah), babası Hz. Hüseyin’in şehid edilmesinden sonra, Şamlılar tarafından esir edilerek Dımeşk’a getirildi. Onu böyle gören zalim bir Şamlı: “Sizin kökünüzü kazıyan ve fitnenin başını kesen Allah’a hamdolsun!” diye, güya onların fitne başı olduğunu ima etmeye çalıştı. Zeynelâbidîn (rah), adama,
“Sen Kur’an’ı okudun mu?” diye sordu, adam,
“Evet, okudum” dedi. Zeynelâbidîn (rah),
“Sen, Allah Teâlâ’nın, “Resûlüm, onlara de ki: ‘Ben bu davetime karşılık olarak sizden bir karşılık ve ücret beklemiyorum; sadece yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum’ (Şûrâ/23)
âyetini okumadın mı?” diye sordu. Adam,
“Bu ayette sevilmesi emredilen yakınlar siz misiniz?” diye sorunca, İmam, “Evet, onlar biziz” dedi.( Taberî, Cüz:XXV, Shf:33 (Beyrut, 1995); Suyûtî, ed-Dürrü’1-Monsûr, VII, 348)

Bir gün İmam Azâm (rah) hocası İmam Cafer es-Sadık hazretlerinden ilim ve hadis dinlemeye gelmişti. Hocası elinde bir asa ile çıkageldi. İmam Azam (rah), “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, siz henüz asaya ihtiyaç duyacak bir yaşta değilsiniz” dedi. Cafer es-Sâdık (rah),
“Evet dediğin gibidir, fakat bu elimdeki asa Hz. Rasûlullah’ın asasıdır; onu bereket için yanımda taşıyorum” dedi. İmam Azam (rah), hemen ileri atılıp bastona sarıldı ve, “Ey Rasûlullah’ın evlâdı, müsaade buyurun, onu öpeyim” dedi. Cafer es-Sâdık (rah) hemen kolunu açtı ve İmam Azam’a göstererek:
“Vallahi sen bilirsin ki bu ten Hz. Peygamber’in hücrelerini taşıyan bir tendir ve şu gördüğün kıllar da onun kılındandır. Onu öpmüyorsun da asayı öpmek istiyorsun!” dedi. Bununla, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’in zürriyetinin Hz. Peygamber’in (s.a.v) bir parçası olduklarını hatırlattı (Bkz: Muhammed Besyûnî, es-Seyyidc Fâtımatu’z-Zehrâ, 37. (Beyrut, 1990))
Son düzenleyen ener; 14 Temmuz 2011 21:16 Sebep: Sayfa düzeni
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
14 Temmuz 2011       Mesaj #4
ener - avatarı
Ziyaretçi
Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi & MsXLabs.org

Ehl-i Beyt

Muhammet Peygamber'in ailesi. "Ev halkı" anlamında bir tamlamadır. Sünnî mezheplere göre Muhammet'in eşlerini, çocuklarını, torunlarını kapsar. Şiîlere göre ise Ehli Beyt, yalnız Ali Aba'dır. Muhammet bir gün kızı Fatıma, damadı Ali, torunları Hasan ile Hüseyin'i kucaklayıp abasıyla örtmüş ve onlar için Tanrı'dan iyilik dilemiş. Muhammet ile birlikte bu dört kişiye Ali Aba denir. Kuran'da ve hadislerde Ehli Beyt için övgüler vardır.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
29 Temmuz 2013       Mesaj #5
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
Al, Alu Muhammed
MsXLabs.org

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in ailesi, ehl-i Beyt. Al, ehil kelimesinden dönüşmüş olup, sözlükte; serap, aile, hısım, tabi ve taraf anlamlarına gelir. Ehlin çoğulu ehalî'dir. Bir erkeğin evinde oturanlara "ehl-i beyt", bir mezhebi benimseyenlere "ehl-i mezheb", bir kimsenin hanımına "erkeğin ehli" denir. Al ve ehil eş anlamlıdır. Ehlü'n-Nebî (s.a.s.) tabiri, Hz. Peygamber'in hanımları, kızları ve damadı Hz. Ali'yi yahut Resulullah'ın hanımları ile "AL" denilen erkeklerden ibaret olup torunlar ve zürriyetler buna dahildir. "Ehlü'l-Enbiya", her peygamberin ümmeti, demektir. Ehil, genel anlamlı bir isim olup, bir neseb, bir din, bir san'at, bir ev veya bir belde bağı ile meydana gelen insan topluluğu demektir (İbn Manzûr, Lisanü'l-Arab; Şemseddin Sami, Kamus Tercemesi "al" maddeleri).

Alu Muhammed onun aile fertleri, hanımları veya hısım olsun olmasın dînine tabi olan kimseler demektir. Kur'an-ı Kerim'de bu anlamda kullanılmıştır.

"Nuh'a; her hayvan türünden birer çift, daha önce helakine hükmettiğimiz hariç, aile fertlerini ve îman edenleri gemiye yükle, demiştik" (Hûd, 11/40).

"Nuh (a.s.) dedi: Ey Rabbim şüphesiz ki oğlum ailemdendir" (Hûd, II/45). Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey Nuh, o senin ailenden değildir. Çünkü o, iyi olmayan bir amelin sahibidir"(Hûd, II/46). Burada, "senin ailenden değildir" sözünün anlamı "senin dînine tabi olanlardan değildir" demektir.

Bütün namazlarda okunması sünnet olan "Allahümme salli ve barik" dualarında "Ey Allah'ım, Muhammed (s.a.s.)'e ve Muhammed'in aile fertleri (ali)'ne iyilik ver..." (Buharî, Tefsîru Sure, 33/10, Enbiya, 10, Deavat, 31,32; Müslim, Salat, 65, 66, 69, Tefsîru Sure 33/23, Vitr, 20; Ebû Davud, Salat, 179) şeklinde Alu Muhammed'e dua edilmektedir.

Ebû Hüreyre'den rivayete göre, Allah Resulü torunu Hz. Hasan'ın toplanan zekat hurmalarından bir tanesini ağzına götürdüğünü görünce; "Sen Muhammed'in aile fertleri (al)'nin zekat malı yemediklerini bilmiyor musun?" buyurdu ve ağzından hurmayı çıkardı (Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, V, 292, Hadis no: 739).

Hz. Peygamber çeşitli vesîlelerle kendisine ve aile fertleri (al)'ne zekatın helal olmadığını bildirmiştir (Müslim, Zekat, 161, 168; Nesaî, Zekat, 95, 97, 98, Malik, Muvatta', Sadaka, 13; İbn Hanbel, I, 200). İbnü'l-Esîr (ö. 630/1232) bu konuda şöyle demiştir: "Alü'n-Nebî (Hz. Peygamber'in aile fertleri) hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunlar, kendilerine zekat almanın helal olmadığı kimseler olup, çoğunluğun görüşüne göre "ehl-i beyt" sayılan kimselerdir (İbn Manzûr, a.g.e., 11, 38).

Ebû Hanîfe ile İmam Malik, "Alu Muhammed" kapsamına özellikle Haşimoğulları'nın girdiği görüşündedir. Haşimoğulları da; Alî, Abbas, Ca'fer, Akil, Haris b. Abdülmuttalib ve çocuklarıdır. Ancak Malikî mezhebinde daha sonra bu sınır genişletilmiş, "En yakın kavim ve hısımlarını azap ile korkut" (eş-Şuara, 26/214) ayeti nazil olunca Allah Resulü'nün İslam'a çağırdığı kimseler "Alu Muhammed" sayılmıştır. Hatta bazı alimler bütün Kureyş'i bu kapsama almışlardır .

Hz. Peygamber'in hanımları da ehli beytten sayılmıştır. Çünkü ayette onlara "Ey peygamberin ev halkı. Şüphesiz Allah sizden kusuru giderip, sizi tertemiz yapmak ister " (el-Ahzab, 33/33) diye hitap edilmiştir. Ayrıca onlar, bütün müminlerin anneleri sayılmıştır (el-Ahzab, 33/6).

Diğer yandan Hz. Peygamber, Humme denilen su başında, ümmetine iki ağırlık (önemli şey) bıraktığını, bunlardan birisinin Allah'ın kitabı olduğunu belirttikten sonra şöyle buyurmuştur: "İkincisi ehl-i beytimdir. Size ehl-i beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım (bu sözü üç defa tekrarlamıştır)" (Müslim, Fedailü's-sahabe, 4; İbn Hanbel, Müsned, II, 114, IV, 367; Darimi, Fezailü'l-Kur'an, 1).

Şia alimleri Hz. Peygamber (s.a.s.) in ehl-i beytini, Hz. Fatıma'ya onun kocası Hz. Alî'ye, oğulları Hasan'la Hüseyin'e ve Hz. Hüseyin'in neslinden gelen dokuz kişiye bağlama eğilimindedirler. Hz. Hüseyin (ö. 61/680), Hz. Ömer (ö. 23/643) devrinde Pers İmparatoru Yezdecird'in kızı Şahbanî ile evlenmişti. Onlar ehl-i beyte* kapsamlı veras-i velayet, masumluk ve gaybı bilme gibi birtakım sıfatlar isnat ederler. Halbuki bu sıfatların bir kısmını Allah'u Teala bazı peygamberlere bile vermemiştir.

Hanefîlere göre Haşimoğulları'ndan olan Hz. Alî, Abbas, Ca'fer Akîl ve Haris b. Abdülmuttalib ailelerine zekat olsun, sadaka olsun vermek caiz değildir. Yalnız atiyye kabilinden yapılacak nafile yardımı caiz görenler vardır.

Hz. Peygamber, zekatı malın kirden arınması saymış olup, ileride kendi hısım ve akrabasının bu mallardan yemesini önlemek istemiştir. Çünkü bu durum, onları tufeylî bir yaşayışa itebilir, halk nezdinde küçük düşürebilirdi. Çünkü o biliyordu ki, yaktığı hidayet meşalesi insanlığı aydınlattıkça, bunun tabiî ve pek büyük minnettarlığından evlad ve ahfadı istifade derdine düşebilirdi. Konulan malî yükümlülüklerden, önce kendileri yararlanmak isteyebilirlerdi. Halbuki o, İslam'ı tebliğ ve yayma hizmeti karşılığında ne kendisinin ve ne de aile fertlerinin dünyada maddî mükafat görmelerini istemiyordu. Bu konudaki rehberi şu ayetti: "Ey Muhammed, sen onlara şöyle de: "Ben Allah'ın dinini tebliğe karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Ben sizden ancak salih amellerle Allah'a yaklaşmayı sevmenizi istiyorum." (eş-Şûra, 42/23).

Hamdi DÖNDÜREN
kaynak
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

26 Mart 2013 / ThinkerBeLL Osmanlı İmparatorluğu
2 Şubat 2014 / Misafir Cevaplanmış
3 Şubat 2009 / DreamLiKe Müslümanlık/İslamiyet
30 Ocak 2016 / Baturalp X-Sözlük