Arama

Zemahşeri

Güncelleme: 8 Haziran 2015 Gösterim: 4.518 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
19 Eylül 2011       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Zemahşerî (467 /1074 - 538/1144)
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi

Sponsorlu Bağlantılar
Ebu'l-Kasım Muhammed ez-Zemahşerî, Zemahşer köyünde doğmuş, bilahare birçok seyahatler yapıp defalarca Bağdat'a gitmiştir. Bir süre Mekke'­de ikâmetinden dolayı kendisine Cârullâh lâkabı verilmiştir. Arap kabi­leleri arasında da dolaşmış ve Arab di­lini "Ey Araplar, gelin, atalarınızın dilini benden öğrenin" diyebilecek de­recede iyi öğrenmiştir. Sonra tekrar Harezm'e dönmüş ve Cürcân'da ve­fat ederek orada defnedilmiştir.
Dirayet tefsirlerinin en önemlisi sayılan el-Keşşâf adlı tefsirini üç sene gibi kısa bir sürede yazmış ve bu eeri kendin­den sonraki dirayet tefsirlerine kay­nak olmuştur. Ancak tefsirinde şâz kırâatlara fazlaca yer vermiş olması ve Mu'tezile mezhebi görüşleri doğ­rultusunda te'villerde bulunması tenkidlere sebeb olmuştur. Kendinden sonraki müfessirlerce bu eserindeki mu'tezilî görüşler tesbit edilerek ha­şiyelerinde bunlara işaret edilmiştir. Bu yönüyle keşşaf, üzerinde en fazla haşiye yazılan tefsir olarak gösterilir.
Tefsirinden başka Arab dili gra­merine dair yazmış olduğu el-Mufassal adh eseri de çok meşhurdur.
Hadis sahasında telif ettiği el-Fâik fî Gâribi'l-Hadis'i de çok faydalı bir eserdir.
Mu'tezile mezhebim savunmasına rağmen amelde Hanefî mezhebine mensup olan Zemahşerî Türk asıllı müfessirler ve özellikle Kur'an'ı dira­yet metoduyla tefsir eden âlimler ara­sında mutena bir mevkiye sahiptir.
Ebû'l-Kâsım Mahmud İbn Ömer ez-Zemahşerî el-Harezmî, büyük bir dilci, edebiyatçı, kelâmcı ve müfessirdir. Mekke'de uzun süre ikamet ettiği için Cârullah lakabı verilerek "Cârullah Zemahşerî" adıyla meşhur olmuş, ayrıca kendisine "Fahr-ı Harezm" ünvanı da verilmiştir. Zemahşerî, Selçuklu sultanlarından Melikşah devrinde Harezm kasabalarından Zemahşer'de 467 (1074) yılında mütedeyyin bir ailede dünyaya gelmiş, ilk tahsilini büyük bir ihtimalle, kasabanın imamı olan babasında yapmış; okuma yazma öğrenip hâfız olduktan sonra ilim tahsili için o zaman büyük bir ilim ve medeniyet merkezi olan Buhârâ'ya gitmiştir. Bu arada çocukluğunda bir gün bindiği hayvandan düşerek yaralandığını ve neticede bir ayağının kesilmiş olduğunu de zikretmeliyiz. Bazı kaynaklarda ayağının kesilmesi ile ilgili olarak annesinin bir bedduası olduğuna (küçük bir kuşu ayağına ip bağlayarak sürüklemesi ve kuşun ayağını koparması sebebiyle) dair bir hikâye kendisinden nakledilmektedir. Zemahşerî'nin Buhârâ'ya hangi tarihte gittiğine dair kaynaklarda açık bir bilgi yoktur. Yalnız, Buhârâ'ya gittiğinde babası hayatta idi. Fakat kaynaklar babasının, Müeyyedü'l-Mülk (ö. 494/1101) tarafından siyasî sebeplerle hapsedildiğini ve Zemahşerî Buhârâ'ya gittiği sırada hapiste olduğunu kaybederler. Babası Ömer İbn Muhammed İbn Ahmed ez-Zemahşerî hapiste iken 488 (1095) yılında vefat etmiştir. O sırada Zemahşerî 21 yaşında bir genç idi.Zemahşerî Buhârâ'da muhtelif hocalardan usûl-u fıkıh, fıkıh (Hanefî fıkhı), hadis, tefsir, kelâm, mantık, felsefe ve arapça dersleri aldı. Bu yetişme devresinde Harezm ve Horasan bölgelerinde bir çok şehre gitti ve buralarda birçok ders halkasına katılarak bilgilerini ilerletti. 502 (1109) yıllarında Mekke-i Mükerreme'ye gitti ve burada bir süre ikamet ederek zamanın meşhur ediblerinden Şerif Ali İbn Hamza Vehhâs (ö. 526/1132) gibi âlimlerden feyz aldı. Bu Vehhâs daha sonraları Zemahşerî'nin talebelerinden olmuştur. Bu arada Arap yarımadasındaki bazı yerleri ve Yemen şehirlerini gezdi ve Arapçaya vukufiyyetini güçlendirdi. O'nun, Ebû Kubeys Dağı'na çıkarak; "Ey Araplar, gelin atalarınızın dilini benden öğrenin" diye dil konusunda Araplara meydan okuduğu rivâyet edilir. Dile hâkimiyeti gerçekten yazdığı eserlerde ve söylediği şiirlerde, kasîdelerde, medhiyelerde açıkça görülmektedir. Bu gezilerinden sonra Zemahşerî'nin memleketine gittiğini, 518 (1124) yılında tekrar Mekke'ye geldiğini görüyoruz. Mekke'ye bu gelişinde artık uzun süre burada kalmış ve eserlerinden bir çoğunu, bu arada meşhur tefsirini de burada kaleme almıştır. Daha sonra yetişmiş bir âlim olarak tekrar memleketine (Harezm) dönüp 538 (1143)'de Seyhan nehri kenarındaki Cüreaniye'de vefatına kadar orada kaldı. Zemahşerî'nin hocaları arasında, nahiv ve edebiyat okuduğu Mahmud İbn Cerîr ed-Dabbî (ö. 507/1113-1114), Ali İbn Muzaffer en-Neysâbûrî; Fıkıh okuduğu el-Hayyâtî; Usûl ilimlerini öğrendiği Rükneddin Muhammed el-Usûlî; Hadis okuduğu Ebu Mansur Nasr el-Hâris, Ebû'l-Hattâb Nasr İbn Ahmed el-Batır (ö. 494/1101) gibi âlimler sayılabilir. Zemahşerî itikadda ateşli bir Mu'tezile, fıkıhta ise Hanefîdir. Mu'tezile oluşundan dolayı çok tenkid edilmiş ve bu yüzden çok muhalif kazanmıştır. Ehl-i sünnet âlimleri ile, onları tahkir etme derecesinde alay eden, keskin ve katı bir tutumu vardır. Hayatının sonlarına doğru Mu'tezile oluşundan tevbe edip ehl-i sünnet inancına döndüğü rivayet edilirse de bu, eserinde görülmez. Sırf Mu'tezile oluşundan dolayı Selçuklu sultan ve verirleri tarafından ilimde ulaştığı yüksek mertebeye rağmen itibar görmemiş, hattâ haklarında methiyeler söylediği emirler bile yüzüne bakmamışlar, ama o bildiği yoldan şaşmamıştır. Zemahşerî, yetiştirdiği çok sayıda talebe, ki bunların birçoğu nahiv, edebiyat ve İslâmî ilimlerde şöhret bulmuş âlimlerdendir (bunların bir kısmı için bk. Abdullah Nezîr Ahmed, Ruûsu'l-Mesâil Mukaddimesi, Beyrut 1987, 40-42)- yanında velûd, çok yazan bir âlimdir. Hal tercemelerinden bahseden eserler onun elli civarında eseri olduğunu belirtiyorlar. Bunlardan önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:

Eserlerinden önemlileri

1- Esâsu'l-Belâğa: Zemahşerî'nin, kelimelerin ilk harflerine göre (o zamana kadar te'lif edilen sözlüklerde bu sistematiği görmek mümkün değildi. Alfabetik olanlar da kelimelerin son harflerine göre sıraya konulmuştu) alfabetik olarak hazırladığı Arapça bir sözlüktür. O'nun, Arapçaya ne kadar hâkim olduğunu gösteren eseridir. Kelimelerin lüğâvî ve mecâzî manaları verilirken eski Arap şiirinde,n bolca istifade edilmiş, ancak bu şiirlerin sahiplerine nadiren işaret edilmiştir.

2- A'cebu'l-Ucâb fi Şerhi Lâmiyyeri'l-Arab: Eş-Şenferî İbnü'l-Evs İbnü'l-Hacer'in Lâmiyyetu'l-Arab adlı eserinin (Kâtib Çelebi, Keşşfu'z-Zunûn, İstanbul 1971, II, 1539) şerhidir. Eser sadece lüğât, müfredât ve nahiv yönünden şerhedilmiş, belâğat konularına girilmemiştir. İlk baskısı İstanbul'da yapılan eser daha sonra Kahire'de (1324) neşredilmiştir.

3- El-Mufassal: Arap dili gramerine dair bu eseri Zemahşerî 513-515 (1119-1121) yılları arasında yazmıştır. Eser dört bölümden oluşur. Bölümler sırasıyla isim, fiil, harf (edatlar) ve müşterek lafızlara tahsis edilmiştir. Eserde anlatılan konular Kur'ân, Hadis, Arap şiir ve nesrinden bolca örneklendirilmiştir.Zemahşerî'nin bu eseri dilciler tarafından büyük itibar görmüş, bir çok şerh ve hâşiyesi yapılmıştır. Bunların en meşhuru Muvaffakuddîn Ebu'l-Bakâ Yaîş İbn Ali el-Halebî (ö. 643/1245)'nin şerhidir ve 18821886'da Leipziğ'de neşredilmiştir. Bunun dışında İ'râbu'l-Kur'ân adlı eserin müellifi el-Ukberî (ö. 616/1219)'nin ve İbnu'l-Hâcib (ö. 646/1248)'in de el-İzâh adında şerhleri vardır.

4- El-Enmûzec: El-Mufassal adlı kitabından kısaltarak yazdığı bu eseri Arap dili nahvi hakkındadır ve 1401 (1979-80)'de Beyrut'ta neşredilmiştir.

5- Ruûsü'l-Mesâil: Hanefî ve Şâfiî mezhepleri arasında ihtilâflı olan fakhî konuları ihtiva eder.1407 (1987) yılında Abdullah Nezîr Ahmed tarafından bir cilt halinde tahkikli bir neşri yapılmıştır.

6- El-Fâik fi Garîbi'l-Hadîs: Alfabetik ve geniş bir hadis lüğâtidir. Hadislerde geçen garîb kelimeleri izah eder. Haydarabad ve Kahire'de (1364) basılmıştır.

7- El-Keşaf fı Kırâât

8- El-Müstaksâ fi Emsâli'l-Arab: Arab darb-ı meselleri (atasözleri) ne dairdir. Esâsu'l-Belâğa'da olduğu burada da atasözleri ilk kelimelerine göre alfabetik olarak sıralanmıştır. Zemahşerî, bu atasözlerini -ki sayıları 3461'dir- sıralamakla yetinmemiş; açıklamalarını, doğuşunu, dil yapısını ve tahlillerini de vermiştir. Eser, 1381'de Haydarabad'da neşredilmiştir.

9- Makamât: Zemahşerî'nin Mekke'de 512/1118'de kaleme aldığı bu eser 50 makame ihtiva eder. Bu Makâmeler nasîhat, irşad ve mev'îzalardan ibarettir. Kendi şerhi ile birlikte 1312'de neşredilmiştir.

10- Mukaddimetu'l-Edeb: Müellifin, Harzemşahlardan Emîr Bahâeddin Alâuddevle Ebul-Muzaffer Atsız'a ithaf ettiği gramer ve lügat kitabıdır. Beş bölümden oluşan eserin ilk iki bölümü Arapça-Farçsa; kalan bölümleri ise Arapçadır. Bölümlerde sırasıyla isimler, fiiller, harfler (edatlar), isimlerin çekimleri,fiillerin çekimleri konuları işlenir. İlk iki bölümü 1843'de, kalan kısmı ise 1850'de Leipziğ'de neşredilmiştir (Zemahşerî'nin hayatı ve eserleri için bk. Ahmed Muhammed el-Hûfı, ez-Zemahşerî, Kahire 1980; Mustafa es-Sâvî el-Cuveynî, Menhecu'z-Zemahşerî fı Tefsîri'l-Kur'ân ve Beyâni İ'câzilıî, Kahire 1984; Abdullah Nezîr Ahmed Ruûsu'l-Mesâil (Mukaddime) Beyrut 1987; Muhammed Hüseyn ez-Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Mufessirûn, Kahire 1976, I, 429-431; Murtazâ Ayetullâhzâde eş-Şîrâzî, ez-Zemahşerî Lüğâviyyen ve Müfessiran, Kahire 1977, 83-131. Yalnız Murtazâ Âyetullâhzâde, Zemahşerî'nin Fars yani İran asıllı olduğunu iddia eder. Halbuki diğer bütün kaynaklar Zemahşerî'nin Türk olduğunda ittifak halindedir).

11- El-Keşşâf an Hakâikı't-Tenzîl ve Uyûni'l-Ekâvîl fı Vücühi't-Te'vîl: Zemahşerî'nin bütün İslâm âleminde tanınmasını sağlayan tefsiridir. Kısaca Keşşâf olarak tanınır. Tefsir tarihinde önemli bir yer tutan, leh ve aleyhinde çok söz söylenen, üzerinde yüzlerce şerh, haşiye, ta'lîka ve reddiye yazılmış bir kitaptır.Zemahşerî bu eserini Mekke'de ikameti esnasında kaleme almış ve iki senede tamamlamıştır. Aslında çevresinden gelen istekler üzerine Fevâtihu'ssuver ve Bakara sûresi tefsirine dair bazı bilgileri daha önceden yazmışsa da daha önce adı geçen Mekke emirî ve edîb Ali ibn Hamza İbn Vehhâs'ın da teşviki ile tam bir tefsir yazmaya karar vermiş ve bu eserini meydana getirmiştir. Bu tefsirini vefat ettiği yıl tamamladığı nakledilir.

El-Keşşâf müellifi, kendinden önce yazılmış tefsir ve müfessirlerden büyük ölçüde istifade etmiş, eserinde onlardan nakillerde bulunmuştur. Bu cümleden olarak tâbiûn devri âlimlerinden olan Mücâhid İbn Cebr (ö. 104/722), Mu'tezile âlimlerinden Amr İbn Ubeyd (ö.144/761) ve Ebu Bekr el-Asam (ö. 311/923), Maâni'l-Kur'ân müellifi Ebu İshak ez-Zeccâc (ö. 311/923), Abdullah İbn Deresteveyh (ö. 347/958), er-Rummânî (ö. 384/994) ve Kadı Abdülcebbâr (ö. 415/1024) gibi meşhur isimler yanında yüzlerce kurrâ, dilci, fakih ile sahabe ve tabiûn devri müfessirlerinden nakillerde bulunmuştur. Zemahşerî'nin bu tefsiri daha ziyade dil ve belâğat bakımından önemlidir ve belâğat yönünden Kur'ân'ın mucizelinini ortaya koymaya çalışmıştır. Bu yönüyle kendinden sonra gelen bütün dirayet tefsirleri ondan istifade etmişler ve Keşşâf tefsiri "Ummu't-tefâsîr=Tefsirlerin anası veya ana tefsir" kabul edilmiştir.
Ancak müellifi Mu'tezile mezhebinden olduğu ve mezhebini te'yid eder biçimde te'villere, açıklamalara gittiği için (kulların fiillerinin yaratıcısı olması, Allah'ın âhirette mü'minlerce görülmesinin imkânsız olması, fâsığın mü'min veya kâfir olmayıp ikisi arasında bir merhalede olması, sihrin hakikatinin olmaması vs. gibi) bu tefsir çok tenkide uğramış ve eserdeki Mu'tezile mezhebinin görüşlerine uygun te'villerin ayıklanması, çürütülmesi ve reddi sadedinde birçok eser, şerh, hülâsa, hâşiye ve ta'l-îka kaleme alınmış, kullandığı hadislerin tahrici yapılmıştır (Keşşâf üzerinde yapılan çalışmalar, tenkidler ve reddiyeler hakkında bk. Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, Ankara 1960, II, 291-293).el-Keşşâf'ta, tefsire şahid olarak getirilen bin kadar beyit vardır. Bu beyitler anlamı ve ne yönden şahid olarak getirildiği zor anlaşılır beyitler olup bunların şerh ve açıklamaları için de müstakil eserler yazılmıştır (Meselâ bunlardan Muhibbüddîn Efendi'nin Tenzîlü'l-Âyât Ale'ş-Şevâhid mine'l-Ebyât Şerhu Şevâhidi'l-Keşşâf'ı çok meşhur olup Keşşâf'ın muhtelif baskılarının sonuna eklenmiştir).Keşşâf müellifi amelî mezheb bakımından Hanefi olduğu için eserde fıkhî meselelerin izahında bu mezhebe uyulmakla birlikte birkaç yerde Şâfiî mezhebinin tercih edildiğine de rastlanır. Eserde kırâat farklılıklarına büyük ölçüde işaret edilir. Ancak çoğu kere bu kırâat farklılıkları tefsirde malzeme olarak kullanılmaz. Ayrıca Abdullah İbn Mes'ûd, Übeyy İbn Ka'b, Hâris İbn Süveyd mushafları ile bunlar dışında bazı mushaflardaki farklılıklara da işaret edilir. Keşşâf'ın en çok tenkide uğrayan yönlerinden biri de şâz kırâatlara yer vermesi ve bunları tefsirde delil kabul etmesidir. Öte yandan az da olsa isrâiliyyâta ve zayıf, hattâ uydurma hadislere de eserde yer verilmiştir. Hadis ilminde otorite olan Zemahşerî'nin tefsirinde bu türden hadislerin bulunmasının izahı güçtür. Keşşâf'ta Ehl-i sünnet âlimlerine karşı oldukça ağır bir dille tenkidler de yer alır ve müellif Zemahşerî adetâ Ehl-i sünnet âlimleri ile alay ederek onların Kur'ân'ı ve âyetlerini anlamaktan âciz olduklarını ileri sürer. Tefsirde genellikle soru cevap -eğer şöyle dersen ben de derim ki- şeklinde bir muhavere metodu kullanılmıştır ki herhalde o devrin üslup özelliklerinden biri olmalıdır. Ehl-i sünnet akîdesine ters düşen birçok te'vile yer vermiş olmasına rağmen sünnî İslâm dünyası medreselerinde en çok okutulan ve kendisinden en çok istifade edilen (meselâ Şeyhülislam Ebu's-Suûd Efendi'nin tefsiri İrşâdu'l-Akli's-Selîm'de, Ebu'l-Berekât en-Nesetî'nin Medâriku't-Tenzîl'inde, Kâdî Beydâvî'nin Envâru't-Tenzîl'inde ve son devir Türk müfessirlerinden Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'ân Dili adlı tefsirinde bu son derece açıktır) tefsir özelliğine sahip bu tefsirin, Kur'ân-ı Kerîm'in belâğat ve icâzını en güzel ortaya koyan eser olduğu tartışma götürmez.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 2 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Zemahşeri nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
22 Mart 2013       Mesaj #2
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Zemahşeri (1075-1144)

Sponsorlu Bağlantılar
Zemahşeri bir kelamcı, müfessir, dilci ve lügatçidir. 12. yy'da Kuran çalışmaları ve Arap dili alanında en önemli kişilik olup Taberi'den sonra en büyük tefsiri kaleme almıştır. Mükemmel üslubu ve dili nedeniyle beğenilen tefsiri, her yerde ün kazanmıştır. Ayrıca Mutezili (akılcı) bir yorum arayışıyla tefsirine felsefi anlatım katmıştır. Standart bir eser ha¬line gelen bir Arapça gramer, ayrıca sözlük ve diğer alakalı konularda eserler, bir atasözleri derlemesi, kimi hadis çalışmaları hatta şiirler yaz¬mıştır.

Ebu'l Kasım Mahmud îbn Ömer el-Zemahşeri, 1075'te Özbekistan'da, şimdilerde Hiva olarak bilinen Harezm'de dünyaya gelmiştir. Batı Özbe¬kistan'daki Buhara'da ve Irak'ın Bağdat kentinde çalışmış olsa da yaşamı¬nın büyük bölümünü Harezm'de geçirmiştir. İki kez hacca gitmiş ve her iki ziyarette de iki ila üç yıl orada kalmıştır. O dönemde İslam dünyası¬nın birçok önemli entelektüel merkezine yolculukta bulunmuş ve birçok önde gelen âlimden ders almıştır. Zemahşeri'ye Mutezileyi takdim eden Ebu Mudar el-Isfahani, bu âlimlerden birisidir. Anadili Farsça'dır ancak ilmi çalışmalarda Arapça'yı tercih edip Farsça kullanmayı reddetmiştir. Zemahşeri vezir Nizamülmülk idaresinde yüksek bir idari görevi almayı hayli arzulamış ancak bunda başarılı olamamıştır. 1118-1119'da geçirdi¬ği ciddi rahatsızlıktan sonra yaşamının geri kalanını ders verme ve eser yazmaya adamaya karar verir. Yaşamının geri kalanını memleketinde geçirir ve 1144'de burada vefat eder.

Zemahşeri farklı konularda yazsa da -o dönem Müslüman âlimler arasında hiç de sıra dışı bir uygulama değildir- ününü pekiştiren abi¬devi tefsiri el-Keşşaf an Hakaikı't-Tenzil ve Uyuni'l-Ekavil fı Vücühi't- 7e VıTdir. Zemahşeri eserin mukaddimesinde, bu kitabın yazılışının asıl gerekçesinin, Mutezili kelam duruşunu yansıtacak bir Kuran tefsiri gereksinimi olduğunu hisseden Mekkeli bir Mutezili âlimin ricasıdır.

Açıkçası Zemahşeri bu eseri yazmaya hayli isteklidir. Bu da onu yalnızca iki senede tamamlayabilmesini sağlaması açısından önem taşır.

Bu eseri bağlamı içerisinde değerlendirirsek, Arapça'da Kuranın yo¬rumu için kullanılan kelime tefsir olsa da tevil terimi de kullanılmıştır ancak tevil alegorik yorumu çağrıştıran bir yan anlama sahiptir. Tefsir Kurarı yorumu alanının ya da daha özelde metnin dili, dilbilgisi, ifa¬deleri ve çokanlamlılıklarına ilişkin çalışma alanının bütünü için genel bir terim oluşturur. Yorumun bu ikinci biçimi için her ne kadar spesifik kelime, kelime öbeği vb.'nin anlamlarının farklı anlayışları olsa da bü¬yük bir anlaşmazlık bulunmaktadır. Özellikle Şii ve Sünni Müslümanlar arasında anlaşmazlık ve mezhepçiliğe neden olan şey, sembolik ve bati¬ni anlamların keşfedildiği tevil düzeyidir. En dikkat çekici olanı, altıncı Şia İmamı Cafer-i Sadık'ın Kurana yalnızca manevi seçkinlerce (evliya) ulaşılır olan batini bir anlam da dahil çeşitli anlamların bir hiyerarşisine sahip olduğunu kabul etmesidir. Bununla birlikte, zaman geçtikçe günü¬müzde tüm âlimlerce öğrenilen ve tefsir-i mesur (geleneksel tefsir ya da daha literal olarak "devredilen tefsir") olarak atıfta bulunan genelgeçer bir tefsir biçimi oluşmuştur. Bunun en büyük destekçisi Zemahşeri'nin selefi Taberi'dir. Taberi yalnızca bir fıkıh ve tefsir âlimi olmayıp ayrıca büyük bir tarihçidir ve farklı alanlardaki engin bilgisini Kuranı bağ¬daştırmada birleştirebilmiştir. Hz. Peygamberin ölümünden neredeyse iki yüzyıl sonra yazsa da, kendi dönemine kadar gelen tefsirlerin büyük bölümünü yeniden üretmiştir. Aksi takdirde bu tefsirler yok olacaktır.

Diğer bir tefsir türü de tefsir bi'r-Rey (bireysel muhakemeye dayalı tefsir) olarak bilinir. Bu sorgulama yöntemi ve biçimi daha spekülatif ve felsefidir. Bir Mutezili akılcı olan Zemahşeri bu tefsir akımına girer. Bu tefsir biçimi rasyonel analiz ve spekülasyondan çokça yararlandığı için bunu oldukça sübjektif olarak gören daha Ortodokslarca kuşkulu kabul edilmiştir. Bu, daha muhafazakâr unsurlarca (bu tartışmanın arka planı için bkz. El-Eşari) bir bütün olarak ortaya konan Mutezili akılcı¬lığa yönelik genel düşmanlığa benzer. Bununla birlikte Zemahşeri'nin tefsirinin filolojik özellikleri ve ünü, onun tarzının görüş ayrılığına sa¬hip âlimler arasında kabul görmesini pekiştirmiştir. "Karşı tefsirler" de olmuş ve bunların en ünlüsü Keşşaftan çokça malzeme içeren ancak Ortodoksları küstürmemek için uyarlanıp düzenlenen (Mutezili unsur¬lar ayıklanarak) Beydavi'nin (Ö.1286) tefsiridir. Sonuç, kendine özgü asli bir "kitabi" statü elde ettiği ölçüde kısa ancak Sünni İslam'da yoğun bir şekilde popüler olan tefsirdir. Ancak birçok âlim, halen Zemahşeri'nin eserindeki dehaya sarılmaktadır. Ortodoks ve yetkin bir âlim olan İbni Haldun (ö. 1406) bu eseri diğer tüm tefsirlerden üstün olarak kabul eder.

Yetkin Ortodoks âlimler onun (Zemahşeri'nin) eserini küçümsemekte ve herkesi ondaki yanlışlıklara karşı uyarmaktadırlar. Ancak onun dil ve bela- gate ilişkin her şeyde sağlam bir duruşa sahip olduğunu kabul ederler. Eğer bu eserin talebesi Ortodoks dogmalarla aşılanmış ve savunulmaması için gereken delilleri biliyorsa, kuşkusuz yanlışlıklarından korunmuş olacaktır. Dolayısıyla onun üzerine çalışma fırsatını yakalamalıdır çünkü çarpıcı ve çeşitli dilbilimsel bilgiler içerir/
Zemahşeri'nin bir müfessir olarak becerilerini ifade etmeye yönelik kaçınılmaz olarak herhangi bir girişim, onun Arapça ve bu dilin incelik¬lerine ilişkin ayrıntılı bir bilgi olmaksızın tam olarak takdir edilemeye¬ceği gerçeğiyle renklenir. Bununla birlikte eğer çevirisi iyi yapılabilirse bir örnek, okur için gerçek olacaktır. Aşağıda Zemahşeri, (36:69) ayeti¬nin bir tefsirini sunmaktadır:
Bazıları Allah Resulünü bir şair olarak kabul ettiler. Açıkçası (Mekkeli) Ukbe ibn Ebi Mueyd'in bunu yapanlardan birisi olduğu söylenir. Bunun üzerine (Allah tarafından) şöyle buyrulmuştur: Biz ona şiir öğretmedik; yani ona Kuran öğretirken şiir öğretmedik. Bu, Kuranın ne şiir olduğu ne de onunla alakalı olduğu, aksine şiirden uzak olduğu anlamında anlaşılmalıdır. Şiir hem ölçü hem kafiye (mukaffa) yoluyla anlam taşıyan ifadeleri ihtiva eder. Peki (Kuranda) kafiye ve ölçü nerededir? Şairlerin kendilerini hasrettikleri temalar (maani) ne ölçüde Kuranın temalarıdır? Ayrıca Kuranın yapı ve üslubuna şairin ilavelerinin yapısı (nazım) ne kadar uzaktır? Dolayısıyla ya¬kından bir inceleme, Kuran ve şiir arasındaki ilişkinin sadece Arap dilinde yazılmaları olduğunu gösterir."
Bu tür bir tefsir, teknik terimlerin sofistçe bir anlayışını gerektirir. Böylece müfessir bunları parantez içinde kullanır. Zemahşeri'nin yönte¬mi felsefi, filolojik ve lügat yeteneklerine olan hâkimiyetini kullanarak Kurandaki her bir ifadeyi sırasıyla tefsir etmektir. Onun yöntemi olduk¬ça titizdir. Çok kısa bir süre içinde tefsirini tamamlaması da eseri daha çarpıcı kılmaktadır. Mutezili dayanaklarında sübjektif unsur açıktır. Bu nedenle tefsirinden akılla bağdaşmayan herhangi bir yorum izinin yanı sıra herhangi bir batıl ya da antropomoifizm önerisini elimine etmek¬te dikkatlidir. Kuşkusuz kimi selefileri düş kırıklığına uğratacak şekilde ayetlerin literal tefsiri kokan görüşlere ilişkin alaycı ya da ironik olabilir. Örneğin, İbni Hanbel gibi selefi destekleyen âlimler, Kuranın Tanrının âlemi elleriyle yarattığını söylediğini öne sürmüşlerdir. O halde bu me- taforik olarak değil lafzi olarak ek alınmalıdır. Tanrı âlemi elleriyle ya¬ratmıştır. Oysa birçok Mutezili erleri Tanrının "lütfü" anlamında tefsir etmişlerdir.

Zemahşeri'nin Kurana yaklaşımıyla Ortodoks Beyzavi'nin yaklaşımı arasındaki daha önce zikredilen fark, aşağıdaki ayetin tefsirinde ortaya konur: "Biz, (kendilerine) bir elçi göndermeden (yaptığı haksızlıklardan ötürü hiçbir topluma) azap etmeyiz." (17:15) Mutezililer doğru ya da yanlışın ne olduğunu aklın kullanımıyla tespit edebileceğimize inanır¬lar. Tanrı daima yarattıkları için hayrı irade ederken, insanlar hür ira¬deye sahiptir ve şerri de seçebilir. Bu durumda sorumluluk insanındır. Onlara göre Tanrı zorunlu olarak şerri cezalandırmayla yükümlüdür; bu nedenle aksini yapamaz. Tanrının fiilleri yalnızca O, onları irade et¬tiği için hayr (iyi) değildir. Tanrı yalnızca adil ve hayr olan şeyleri irade eder. Akıl kendi payına bu külli ve tabii olan hayr ve şerrin ne olduğu¬nu belirleyebilir. Sonuçta Mutezililer vahiy olmadan bile günahkârları cezalandırabileceğimize inanırlar. Buna mukabil Beyzavi Tanrının il-minin akılla herhangi bir ilişkisi olduğunu reddeder ve bu ayeti İlahi Kanun ayetinden önce cezalandırma imkânını reddetme şeklinde tefsir eder. Çünkü ilahi ilim, insana akıl yoluyla değil sadece vahiy yoluyla yaptırıma dönüşür.

Zemahşeri'nin yaklaşık yarısı günümüze ulaşan Keşşafı dışında elli kadar eseri bulunmaktadır. Bunlardan en iyi bilineni Arap dilbilgisi üzerine büyük bir eser olan el-Mufassal adlı eserdir. Eser, dört bölüm şeklinde düzenlenmiştir. Bölümler; isimler, fiiller, edatlar ve nihayet fo¬noloji üzerinedir. Keşşaf gibi Mufassal da ayrıntılı, geniş ve özlülüğüyle çabucak saygınlık kazanmış, M. S. Howeir tarafından kaleme alınan Batılı bir Arapça grameri için çerçeve sunma yanında birçok şerh ve taklidi yapılmıştır. Zemahşeri bu eserin daha kısa bir versiyonu olan el-Enmuzec ve kelimelerin metaforik ve uzamsal anlamlarını gösterme amacıyla Esasu'l Belaga'yı kaleme almıştır. Diğer bir eseri de eski atasöz¬lerini içeren bir derlemedir; Makamat adlı bir dizi ahlaki sohbet, bir de Divan kaleme almıştır.

Zemahşeri'nin Arap gramerine katkısının kendi içinde sınırlı ol¬duğu öne sürülse de, Arap düşüncesine olan en büyük katkısı, ayetle¬ri açıklamak için kullandığı keskin filolojik becerilerinde yatar. Sonuç olarak akılcı eğilimlere rağmen Zemahşeri'ye yüzyıllarca büyük saygı gösterilmiştir.



kaynak: İslamda 50 önemli isim

Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
8 Haziran 2015       Mesaj #3
Safi - avatarı
SMD MiSiM
ZEMAHŞERİ, asıl adı Ebüikasım Mahmut; Carullah da denir, türk dilbilimci, din bilgini, şair (Zemahşer, Harizm, 1075 - Üregenç, Ceyhun kıyısı, 1144). Çocukluğunda bir bacağı kesildiği için takma bacakla geziyordu. Siyasal olduğu sanılan bir nedenle yaşamının son yıllarını hapiste geçiren babası onun oturarak çalışabileceği bir meslek olduğu için terzi yanında yetişmesini istedi; ancak Zemahşeri medresede okudu. Öğrenimini Bağdat' ta Nizamiye medresesi'nde sürdürdü. Hadis, fıkıh, kelam gibi din bilimleri yanında arapça ve dilbilim konusunda da uzman olarak yetişti. Uzun süre Mekke’de kaldı; Arap yarımadasını da dolaşarak arapça- nın yerel ağızlarını, gelenek ve görenekleri inceledi. Mekke’de geçen yaşamı dolayısıyla Carullah (Tanrı'nın komşusu) diye anıldı. Bağdat’a giterek ünlü bilginlerle görüştü, dersler verdi; kendisi de o sıralarda 66 yaşında bulunduğu halde ünlü bilgin Ebu Mansur el-Cevlaki’den ders gördü ve icazet aldı. Mukaddimet‘ül-edep adlı ünlü arapça sözlüğünün harizmşah hükümdarı Atsız'a sunarken eklediği satır- altı türkçe çevirisi türk dili tarihi, etnografya vh bakımından büyük önem taşır. Öteki yapıtları: el-Keşşaf (Kuran tefsiri, kendisinden sonra yazılan pek çok tefsire kaynak oldu), el-Minhac fi usul-iddin, Mucem ûl-hudut, Rüus ûl-mesail (fıkıhla ilgili üç yapıt), Dallat ün-naşit (feraizle ilgili), Mena- sik ül-Hac (hac ziyaretinin kuralları), Muhtasar ül-muvafaka (hadisle ilgili), el-Mufas- sal (dilbilgisiyle ilgili). Esas ül-belaga (arapçanın önemli bir sözlüğü), Nevabig ül-kelim (Seçilmiş özdeyişler), Atvak üz -zehep (ahlak konularıyla ilgili makaleler, öğütler), el-Mustaksa fi'l-emsal (eski arap atasözleri), Divan vb.

Kaynak: Büyük Larousse