Arama

Nazım Hikmet Ran - Sayfa 2

Güncelleme: 28 Mart 2017 Gösterim: 45.723 Cevap: 13
tokiohotel - avatarı
tokiohotel
VIP ''Ölü Gelin''
13 Aralık 2010       Mesaj #11
tokiohotel - avatarı
VIP ''Ölü Gelin''

NAZIM HİKMET'İN PİRAYE İÇİN YAZDIĞI ŞİİRLER


Ne güzel şey hatırlamak seni :
Sponsorlu Bağlantılar
ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...

Ne güzel şey hatırlamak seni :

bir mavi kumaşın üstünde unutulmuş olan elin

ve saçlarında

vakur yumuşaklığı canımın içi İstanbul toprağının...

İçimde ikinci bir insan gibidir

seni sevmek saadeti...

Parmakların ucunda kalan kokusu sardunya yaprağının,

güneşli bir rahatlık

ve etin daveti :

kıpkızıl çizgilerle bölünmüş

sıcak

koyu bir karanlık...

Ne güzel şey hatırlamak seni,

yazmak sana dair,

hapiste sırtüstü yatıp seni düşünmek :

filânca gün, falanca yerde söylediğin söz,

kendisi değil

edasındaki dünya...

Ne güzel şey hatırlamak seni.

Sana tahtadan bir şeyler oymalıyım yine :

bir çekmece

bir yüzük,

ve üç metre kadar ince ipekli dokumalıyım.

Ve hemen

fırlayarak yerimden

penceremde demirlere yapışarak

hürriyetin sütbeyaz maviliğine

sana yazdıklarımı bağıra bağıra okumalıyım...

Ne güzel şey hatırlamak seni :

ölüm ve zafer haberleri içinden,

hapiste

ve yaşım kırkı geçmiş iken...


20 Eylül 1945


Bu geç vakit

bu sonbahar gecesinde

kelimelerinle doluyum;

zaman gibi, madde gibi ebedî,

göz gibi çıplak,

el gibi ağır

ve yıldızlar gibi pırıl pırıl

kelimeler.

Kelimelerin geldiler bana,

yüreğinden, kafandan, etindendiler.

Kelimelerin getirdiler seni,

onlar : ana,

onlar : kadın

ve yoldaş olan...

Mahzundular, acıydılar, sevinçli, umutlu, kahramandılar,

kelimelerin insandılar...


21 Eylül 1945


Oğlumuz hasta,

babası hapiste,

senin yorgun ellerinde ağır başın,

dünyanın hali gibi halimiz...
İnsanlar, daha güzel günlere insanları taşır,
oğlumuz iyileşir,

babası çıkar hapisten,

güler senin altın gözlerinin içi,

dünyanın hali gibi halimiz...


25 Eylül 1945


Saat 21.

Meydan yerinde kampana vurdu,

nerdeyse koğuşların kapıları kapanır.

Bu sefer hapislik uzun sürdü biraz :

8 yıl...

Yaşamak : ümitli bir iştir, sevgilim,

yaşamak :

seni sevmek gibi ciddî bir iştir...


26 Eylül 1945


Bizi esir ettiler,

bizi hapse attılar :

beni duvarların içinde,

seni duvarların dışında.
Ufak iş bizimkisi.
Asıl en kötüsü :

bilerek, bilmeyerek

hapisaneyi insanın kendi içinde taşıması...

İnsanların birçoğu bu hale düşürülmüş,

namuslu, çalışkan, iyi insanlar

ve seni sevdiğim kadar sevilmeye lâyık...


2 Ekim 1945


Rüzgâr akar gider,

aynı kiraz dalı bir kere bile sallanmaz aynı rüzgârla.

Ağaçta kuşlar cıvıldaşır :

kanatlar uçmak ister.

Kapı kapalı :

zorlayıp açmak ister.

Ben seni isterim :

senin gibi güzel,

dost

ve sevgili olsun hayat...

Biliyorum henüz bitmedi

sefaletin ziyafeti...

Bitecek fakat...


5 Ekim 1945


İkimiz de biliyoruz, sevgilim,

öğrettiler :

aç kalmayı, üşümeyi,

yorgunluğu ölesiye

ve birbirimizden ayrı düşmeyi.

Henüz öldürmek zorunda bırakılmadık

ve öldürülmek işi geçmedi başımızdan.
İkimiz de biliyoruz, sevgilim,
öğretebiliriz :

dövüşmeyi insanlarımız için

ve her gün biraz daha candan

biraz daha iyi

sevmeyi...


7 Ekim 1945


İnsan çığlıkları geçti geceleyin açık denizleri

rüzgâr-

-larla.

Dolaşmak tehlikeli hâlâ

geceleyin açık denizleri...

Altı yıldır sürülmedi bu tarla,

duruyor olduğu gibi tank paletlerinin izleri.

Tank paletlerinin izleri

kapanır bu kış karla.
Ah, gözümün nuru, gözümün nuru,
yine yalan söylüyor antenler :

alın teri tacirleri kapatabilsin diye defteri yüzde yüz kârla.

Fakat Ezrailin sofrasından dönenler

döndüler verilmiş kararlarla...


8 Ekim 1945


Çekilmez bir adam oldum yine :

uykusuz, aksi, nâlet.

Bir bakıyorsun ki

ana avrat söver gibi, azgın bir hayvanı döver gibi bugün çalışıyorum,

sonra bir de bakıyorsun ki

ağzımda sönük bir cıgara gibi tembel bir türkü

sabahtan akşama kadar sırtüstü yatıyorum ertesi gün.

Ve beni çileden çıkartıyor büsbütün

kendime karşı duyduğum nefret

ve merhamet...
Çekilmez bir adam oldum yine :
uykusuz, aksi, nâlet.

Yine her seferki gibi haksızım.

Sebep yok,

olması da imkânsız.

Bu yaptığım iş ayıp

rezalet.

Fakat elimde değil

seni kıskanıyorum

beni affet...


9 Ekim 1945


Dün gece rüyama girdin :

dizimin dibinde oturuyormuşun.

Başını kaldırdın, kocaman, sarı gözlerini bana çevirdin.

Bir şeyler soruyormuşun.

Islak dudakların kapanıp açılıyor,

sesini duymuyorum ama.

Gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.

Havada fısıltısı başsızlığın ve sonsuzluğun.

Kırmızı kafesinde, kanaryamın : «Memo»mun türküsü,

sürülmüş bir tarlada toprağı itip yükselen tohumların çıtırdısı

ve bir kalabalığın haklı ve muzaffer uğultusu geliyor kulağıma.

Senin ıslak dudakların hep öyle açılıp kapanıyor

sesini duymuyorum ama...
Kahrederek uyandım.
Kitabın üstünde uyuyakalmışım meğer.

Düşünüyorum :

yoksa senin miydi bütün o sesler?

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 28 Mart 2017 20:10
tokiohotel - avatarı
tokiohotel
VIP ''Ölü Gelin''
13 Aralık 2010       Mesaj #12
tokiohotel - avatarı
VIP ''Ölü Gelin''

NAZIM HİKMET'İN PİRAYE İÇİN YAZDIĞI ŞİİRLER


10 Ekim 1945


Sponsorlu Bağlantılar
Gözlerine bakarken
güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
durup dinlenmeden değişen ebedî madde gibi gözlerin :
sırrını her gün bir parça veren
fakat hiçbir zaman
büsbütün teslim olmayacak olan...

18 Ekim 1945


Kale kapısından çıkarken ölümle buluşmak üzre,
son defa dönüp baktığımızda şehre,
sevgilim, şu sözleri söyleyebileceğiz :
«— Pek de öyle güldürmedinse de yüzümüzü,
çalıştık gücümüzün yettiği kadar
seni bahtiyar
kılalım diye.
Devam ediyor bahtiyarlığa doğru gidişin,
devam ediyor hayat.
İçimiz rahat,
gönlümüzde hak edilmiş ekmeğine doymuşluk,
gözümüzde ışığından ayrılmanın kederi,
işte geldik gidiyoruz
şen olasın Halep şehri...»

27 Ekim 1945


Bir elmanın yarısı biz
yarısı bu koskoca dünya.
Bir elmanın yarısı biz
yarısı insanlarımız.
Bir elmanın yarısı sen
yarısı ben
ikimiz...

28 Ekim 1945


Itır saksısında artan koku,
denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...
Sevgilim,
yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
güneşin altında el ele yalnayak koşan
hayran gözlü çocuklarız...

5 Kasım 1945


Çiçekli badem ağaçlarını unut.
Değmez,
bu bahiste
geri gelmesi mümkün olmayan hatırlanmamalı.
Islak saçlarını güneşte kurut :
olgun meyvelerin baygınlığıyla pırıldasın
nemli, ağır kızıltılar...
Sevgilim, sevgilim,
mevsim
sonbahar...

8 Kasım 1945


Uzaktaki şehrimin damları üzerinden
ve Marmara denizinin dibinden geçip
sonbahar topraklarını aşarak
olgun ve ıslak
geldi sesin.
Bu, üç dakikalık bir zamandı.
Sonra, telefon simsiyah kapandı...

12 Kasım 1945


Damardan boşanan kan gibi ılık ve uğultulu
son lodoslar esmeye başladı.
Havayı dinliyorum :
nabız yavaşladı.
Uludağda, zirvede kar
ve Kirezli-yaylada şahane ve şipşirin yatmış uykudadır
kırmızı kestane yapraklarının üstünde ayılar.
Ovada kavaklar soyunuyor.
İpekböceği tohumları kışlaklarına gitti gidecek,
sonbahar bitti bitecek,
nerdeyse girecek gebe-uykularına toprak.
Ve biz yine bir kış daha geçireceğiz :
büyük öfkemizin içinde
ve mukaddes ümidimizin ateşinde ısınarak...

13 Kasım 1945


Tarif kabul etmez, — diyorlar, — İstanbulun sefaleti,
milleti, — diyorlar, — kırıp geçirdi açlık,
verem illeti, — diyorlar, — diz boyu.
Şu kadarcık kız çocuklarını, — diyorlar, —
yangın yerlerinde, sinema localarında...
. . . . .
. . . . . . . . .
Kara haberler geliyor uzaktaki şehrimden :
namuslu, çalışkan, fakir insanların şehri —
sahici İstanbulum,
sevgilim, senin mekânın olan
ve nereye sürülsem, hangi hapiste yatsam
sırtımda, torbamın içinde götürdüğüm
ve evlât acısı gibi yüreğimde,
senin hayalin gibi gözlerimde taşıdığım şehir...

20 Kasım 1945


Saksılarda hâlâ tek tük karanfil bulunursa da
ovada güz nadasları yapıldı çoktan,
tohum saçılıyor.
Ve zeytin devşirilmekte.
Bir yandan kışa girilmekte,
bir yandan bahar fidelerine yer açılıyor.
Bense hasretinle dolu
ve büyük yolculukların sabırsızlığıyla yüklü
yatıyorum demirli bir şilep gibi Bursada...

1945 yılı Aralık ayının dördü


İlk göz göze geldiğimiz günkü elbiseni çıkar sandıktan,
giyin, kuşan,
benze bahar ağaçlarına...
Hapisten
mektubun içinde yolladığım karanfili tak saçlarına,
kaldır, öpülesi çizgilerle kırışık beyaz, geniş alnını,
böyle bir günde yılgın ve kederli değil,
ne münasebet,
böyle bir günde bir isyan bayrağı gibi güzel olmalı Nâzım Hikmetin
kadını...

5 Aralık 1945


Delindi sintine,
esirler parçalamakta pırangaları.
Yıldız-poyrazdır esen,
tekneyi kayaların üstüne atacak.
Bu dünya, bu korsan gemisi batacaktır,
taş çatlasa batacak.
Ve senin alnın gibi hür, ferah ve ümitli bir âlem
kuracağız Pirâyem...

6 Aralık 1945


Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun,
meyve çağında ağacın,
serpilip gelişen hayatın düşmanı.
Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına :
— çürüyen diş, dökülen et —,
bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya,
dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle : işçi tulumuyla
bu güzelim memlekette hürriyet...

7 Aralık 1945


Bursada havlucu Recebe,
Karabük fabrikasında tesviyeci Hasana düşman,
fakir-köylü Hatçe kadına,
ırgat Süleymana düşman,
sana düşman, bana düşman,
düşünen insana düşman,
vatan ki bu insanların evidir,
sevgilim, onlar vatana düşman...

12 Aralık 1945


Ağaçlar ovada son bir gayretle pırıldamakta :
pul pul altın
bakır
tunç ve tahta...
Öküzlerin ayakları yaş toprağa gömülüyor yumuşacık.
Ve dağlar dumana batık
kurşunî, sırılsıklam...
Tamam,
sonbahar belki bugün bitti artık.
Yaban kazları hızla gelip geçti demin
herhal İznik gölüne gidiyorlar.
Havada serin
havada is kokusu gibi bir şey :
havada kar kokusu var...
Şimdi dışarda olmak,
dörtnala sürmek dağlara doğru atı.
«— Ata binmesini de bilmezsin,» —- diyeceksin ama
şakayı bırak ve kıskanma,
yeni bir huy edindim hapiste :
seni sevdiğim kadar değilse de
hemen hemen ona yakın seviyorum tabiatı...
Ve ikiniz de uzaktasınız...

13 Aralık 1945


Gece kar birdenbire bastırmış.
Bembeyaz dallardan dağılan kargalarla başladı sabah.
Göz alabildiğine Bursa ovasında kış :
başsızlık ve sonsuzluk geliyor akla.
Sevgilim,
değişti mevsim
çekişen gelişmelerden sonra bir sıçramakla.
Ve karın altında mağrur
hamarat
sürüp gidiyor hayat...

14 Aralık 1945


Hay aksi lânet, fena bastırdı kış...
Sen ve namuslu İstanbulum ne haldesiniz kim bilir?
Kömürün var mı?
Odun alabildin mi?
Camların kıyısına gazete kâadı yapıştır.
Gece erkenden yatağa gir.
Evde de satılacak bir şey kalmamıştır.
Yarı aç, yarı tok üşümek :
dünyada, memleketimizde ve şehrimizde
bu işte de çoğunluk bizde...
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen Safi; 28 Mart 2017 20:12
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
15 Şubat 2011       Mesaj #13
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan,için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir ise yaramayacaktır.Sen kendini paralarken o bahaneler bulmaya hazırdır.Hani ağzınla kus tutsan "Bu kusun kanadı neden beyaz değil?"diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin.Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman.Bu mahkemede hafifleticisebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz.Sen,"Ama senin için sunu yaptım" derken o,"sunu yapmadın" diye cevap verecektir. Ve ne söylesen karşılığında mutlaka başka bir iddiayla karşılaşacaksındır. Üzülme, sen askı yaşanması gerektiği gibi yasadın.Özledin, içtin,ağladın,güldün,şarkılar söyledin,düşündün,şiirler yazdın."Peki o ne yaptı "deme.Herkes kendinden sorumludur aşkta.Sen askını doya doya yasarken o kendine engeller koyuyorsa bu onun sorunu. Bir insan eksik yasıyorsa,ve bu eksikliği bildiği halde tamamlamak için uğraşmıyorsa sen ne yapabilirsin ki onun için?Hayati ıskalama lüksün yok senin.Onun varsa,bırak o lüksü sonuna kadar yaşasın.Her zamanki gibi yaşayacaksın sen."Acılara tutunarak" yasamayı Öğreneli çok oldu.Hem ne olmuş yani, yalnızlık o kadar da kötü bir şey değil... Sen mutluluğu hiçbir zaman bir tek kişiye bağlamadın ki....Epeydir eline almadığın kitaplar seni bekliyor. Kitap okurken de mutlu oluyorsun unuttun mu? Kentin hiç görmediğin sokaklarında gezip yeni yaşamlara tanık olmak da keyif verecek sana. Yine içeceksin rakını balığın yanında. Üstelik dilediğin kadar sarhoş olma özgürlüğü de cabası. Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asıl olan yürektir. Yürek sesi ne bilmeyenler, yada bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini...

Nazım Hikmet
Son düzenleyen Safi; 28 Mart 2017 20:12
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Adanalı - avatarı
Adanalı
Ziyaretçi
7 Eylül 2014       Mesaj #14
Adanalı - avatarı
Ziyaretçi
NAZIM'I ANMAK
Devri devranlar kahpece sinsice dönüyor
Sahip çıkacak yok yiğitler usturanın karşısında
Namlunun ucunda kara topraklar a gömülmüşler
Sürgülü demir parmaklıkların zindanların taş duvarların
Yaren yoldaş dertlerine sırdaş yaşadığın günler
Kolay geçmek bilmiyor saatler dakikalar saniyeler
Memleketinin özlemine doyamayacağın belkide
Bir daha göremeyeceğin şu kısa anı kim yaşamak ister
Kim bu yedi bela zulmü üzerinde taşımak
Yaralı bir ceylanın yürek atışlarında
Senin sesizliğini çaresizliğini uğradığın hakarete
Dayanarak yanlış bir hükümün kararını taşımak ister

Yol karmaşık yol dikenli yol bilinmeyen bir sonsuz gidişte
Yol ömrün sancısını kuşların kanadına takılmış
Gök yüzünü süsleyen uçutmalar kadar
Keyifsiz bulutlar misali hüzünlü yağmur kadar
Islak bir ağaç kuytusuna sığınacak kadar
Mesnetsiz her zerresini kıracak parçalayacak kadar
Göğüsüne saplanan bir iğrenç sızıdan farksız
Ama bu yol ki seni değerlerinle yüceltecek kadar
Dünyayı sana hayran sevgiyi sana yakıştıracak kadar
Doyumsuz eşdeğer olacak saf bem beyaz tertemiz

Bırakıp gittiğin gibi olmayacak hayat tatsız ve tuzsuz
AHMED ARİF'İN prangalar eskittiği hasretliğinde
SEBAHATTİN ALİ'NİN kahır işkenceleriyle tükendiğinde
Zerresi yok insafın insanlığın iğrençlik pazarında
Katı bir bataklığa gömülmüş sülükler kan emer
Yapış yapış sarılmış günahsız bedenlerde
Çocukların sana el sallarken dinmeyen yaşlı gözlerinde
Damla damla dökülürken öksüz kaldığını anlar
Bir cevri cevher i kaybettiğini görür topraklar hışkırarak
Matemli bir kara yasa bürünür bu sürgün sevdanda karalar bağlar

Nafiz YILMAZ
Son düzenleyen Safi; 28 Mart 2017 20:12

Benzer Konular

18 Ocak 2006 / nobody34 Edebiyat
15 Kasım 2008 / Ziyaretçi Cevaplanmış
11 Ocak 2012 / İlker Cevaplanmış
12 Mayıs 2010 / Ziyaretçi Soru-Cevap
17 Nisan 2011 / Misafir Cevaplanmış