Arama

Sevim Burak

Güncelleme: 10 Nisan 2010 Gösterim: 4.585 Cevap: 0
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
10 Nisan 2010       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Sevim Burak

Sponsorlu Bağlantılar
Zeliha Sevim Burak (d. 29 Haziran 1931, İstanbul - ö. 30 Aralık 1983, İstanbul), Türk yazardır.
Alıntı

1931'de, İstanbul'da doğdum. 21 yaşıma kadar Kuzguncuk'un tepesindeki evimizde babaannem ve büyükbabamla geçirdim. Bu yüzden çocukluğumla büyüklüğüm arasında büyük fark yok gibidir. Aile çevremizde, çocuktan çok yaşlı komşular, yaşlı akrabalar bulunduğu için, onların arasında, yaşlı bir insan gibi yetiştim. İlkokulu Kuzguncuk'ta, ortaokulu Tünel'deki Alman Lisesi'nde bitirdim. Öğrenimim bu kadardır.

Ad:  sevimburak.jpg
Gösterim: 580
Boyut:  5.6 KB

Sevim Burak iki kez evlenmiştir. İlki 18 yaşında, keman sanatçısı Orhan Borar ile yaptığı evliliktir. Bu evliliğinden oğlu Karaca Borar dünyaya gelmiştir. İkinci eşi ressam Ömer Uluç'la evlenmesinin ardından Sevim Burak 1961'de sipariş üzerine elbise diktiği butiğini kapatır ve tamamen hikâye yazma üzerine yoğunlaşır. İkinci evliliğinden Elfe Uluç adında bir kız çocuğu dünyaya getirir.

Sevim Burak, ilk hikâye kitabı “Yanık Saraylar”ı 1965'te yayımladı. Çocukluğunun geçtiği Kuzguncuk'u anlatırken hikâyelerde adı geçen kişilerin pek çoğuyla ilgili ipuçları da verir. Sevim Burak eserlerindeki kahramanlara verilen isimler, yazarın çocukluğundan hatırladığı isimlerdir. Yani hikâyelerde geçen isimler, gerçek kişilere aittir. Lakin hikâyenin kendi gerçeğine göre yeniden düzenlenmiştir.
Öyküleri bilinç akışı tekniğinin yetkin örnekleri olarak kabul edilir. Genellikle kadın sorunlarını anlattığı yapıtlarında şiirsel bir dil kullanmıştır. 1965 yılında yazdığı ilk kitabı Yanık Saraylar'dan sonra 1982 yılında “Sahibinin Sesi” adlı oyunu ve “Afrika Dansı” adlı öykü kitabı yayımlanmıştır. Diğer eserleri:
  • Palyaço Ruşen (Hikâye),
  • Everest My Lord (Oyun),
  • Ford Mach I (Roman, bu eserini tamamlayamamıştır.)
Alıntı

Baştan sonu mutlu ya da mutsuz, içi ve dışıyla tutarlı bir yol çizebilendir yazar. Ama herkes masal anlatıyor. Alıştığı şeyleri tekrar tekrar dinliyor. Benim yazarlığımın kendi kendini kandırır bir yanı yok.

1950 kuşağının sıra dışı öykücülerinden Zeliha Sevim Burak, 16 Haziran 1931'de İstanbul'da doğdu. Edebiyat araştırmacıları ve kuramcıları tarafından genel hatlarıyla hiçbir edebi akıma dahil edilemeyen ve öyküyü hayatın merkezi olarak gören yazarın, hayata gözlerini açtığı ilk mekân da yine İstanbul, Ortaköy'dedir. Annesi, Anne Marie ile babası Mehmet Seyfullah Burak'ın bir süre oturdukları Ortaköy Fıstıklı Sokağı 6 numaralı evde doğan (1) Sevim Burak'ın, hayatı ve eserlerine damgasını vuran semtin ise, Kuzguncuk olduğunu söyleyebiliriz. Bulgaristan kökenli Yahudi bir göçmen olan annesinin de ailesiyle birlikte İstanbul'da ilk yerleştikleri semt olan Kuzguncuk, yazarın belleğinde önemli bir yer teşkil eder. Kökleri Osmanlı sarayına uzanan bir ailenin ferdi bir kaptan olan babası Mehmet Seyfullah Burak ile annesi bu semtte tanışır ve yazar 21 yaşına kadar yaşlı akrabalarıyla birlikte bu semtteki bir konakta, kendi ifadesiyle, “hiç çocuk arkadaşı olmadan” yaşar.
Baştan söylemek gerekirse, sanat anlayışını yaşadığı âna göre değil, geleceği hedefleyerek oluşturmuş ve olgunlaştırmış birçok sanatçı gibi o da hayatı boyunca maddi/manevi acılar çekti, çokça anlaşılamamış olmanın hüznü ve kırgınlığını yaşadı. Eserleri, yarışmalarda çeşitli bahaneler ileri sürülerek saf dışı bırakıldı ya da dönemin sanat anlayışına uyan eserlere ödül verildi.
Ancak oğlu Karaca Borar'a yazdığı mektuplardan da görülebileceği gibi, arada geçirdiği küskünlük dönemlerine rağmen o, bu zorlu yolu bile bile seçti ve içinde yaşadığı zamandan anlaşılmayı bugüne erteledi.

10 Haziran 1981 tarihli mektubunda ise,
Anlayacağın araştırma konusuyum Türkiye'de… Benimle iftihar edebilirsin ileride…(2)
derken, ömrünün son yıllarında da olsa, kendisine karşı gösterilmeye başlanılan ilginin mutluluğunu yaşıyordu.

Sarışın ve yeşil gözlü güzel bir kadın: Anne Marie Mandil
Doğrusu bugün de Sevim Burak'ın tam anlamıyla anlaşılmış olduğuna dair bazı şüphelerle birlikte, bu konuda giderek daha fazla çalışmanın ortaya çıktığına tanık olmaktayız. Kaynak niteliğindeki bu çalışmalardan biri de Araştırma Görevlisi Bedia Koçakoğlu'nun "Aşkın Şizofrenik Hali: Sevim Burak" kitabı. Yakınları ve döneminin tanıklarıyla birlikte çeşitli kaynaklara da başvurarak yazarın yaşamını ve edebiyat algısını çözümlemeye çalışan Koçakoğlu'nun bu kitabı, bugüne kadar Sevim Burak hakkında yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri. Bu yazıda, Burak hakkında vereceğimiz biyografik bilgilerde de Koçakoğlu'nun çalışmasına sık sık başvuracağız.

Avrupa'da çifte devrimlerin yaşandığı, sömürgecilik anlayışının iyiden iyiye etkisini göstermeye başladığı, yaklaşmakta olan 1. Dünya Savaşı'nın gerilimiyle yüz binlerce ailenin yer değiştirdiği, yerlerini yurtlarını terk ettiği; yeni hayatlara, yeni umutlara yol aldığı yıllardır 1900'ler. Bu yıllarda yer değiştirmek zorunda kalan ailelerden biri de Anne Marie'nin ailesidir. 1910'lu yıllarda Bulgaristan'dan gelip, geçici bir süre yerleştikleri Kuzguncuk'ta, önce kendisi gibi Yahudi olan bir gençle nişanlanan Anne Marie, Osmanlı coğrafyasındaki istikrarsızlıktan ötürü orada kalmayıp başka ülkelere göç eden ve dağılan ailesinin ardında yalnız kalır. Bu dönemde Seyfi Kaptan'la tanışır ve hemen evlenirler.
Fakat Seyfi Kaptan'ın ailesi, özellikle annesi, bu ani evliliğe karşı çıkar ve yalnız ve yoksul bir Yahudi kızı gelinleri olarak istemez. Bu nedenle yeni evli karıkoca bir yıl kadar Zonguldak-Bartın arasındaki bir gemide yaşar. İlk kızları Nezahat dünyaya gelince de aile bu konudaki katı tutumunu yumuşatır, böylece genç evliler Kuzguncuk'taki konağa yerleşir. Konağa yerleştikten sonra Seyfullah Kaptan'ın ailesinin, Marie Hanım'a karşı değişen tavrında elbette onun yumuşak başlılığı ve merhameti de etkilidir. Ancak buna rağmen aile içinde sürekli alaylara maruz kalır ve Sevim Burak'ın doğumundan 4-5 yıl sonra Müslümanlığı seçip Aysel Kudret adını alsa da hiçbir zaman tam olarak aileden görülmez. Sarışın ve yeşil gözlü bu güzel kadın, çok iyi İspanyolca ve Fransızca konuşmasına rağmen bir türlü Türkçesi'ni düzeltemez, bu yüzden de Yahudiliğini hep ele verir.
(Burada bir parantez açmak gerekirse, Sevim Burak ileriki yıllarda yazacağı öykülerde annesinin aksanlı diline de yer vererek hem kendine özgü bir azınlık dili yaratır hem de aşağılanmasının intikamını alır. Fransızca imla ile Türkçe kelimelerin yazılmasına dayanan bu dil örneğine "Afrika Dansı" isimli öykü kitabında yer alan “Osmanlı Bankası” ile “On Altıncı Vay” öykülerinde sıkça karşılaşırız. Aynı zamanda küçükken annesinden utanmanın vicdan azabını da öder gibidir Burak bu iki öyküde.)

“Ayaklarından büyük gözleri olan Türk güzeli Sevim Burak”
Sevim Burak, babası Seyfullah Kaptan için küçük çaplı bir hayal kırıklığıdır aslında. İlk kızları Nezahat dünyaya geldikten sonra erkek evlat beklentisine giren Seyfullah Kaptan, karısının ikinci hamileliği boyunca hep erkek evlat adları düşünür. Tabii beklentileri ters yüz olunca da bunu pek belli etmeyerek, çok sevdiği gemisi “Sevim”in adını kızına verir.

Sevim Burak'ın çocukluğu kozmopolit bir ortamda, ancak babaannesi ve dedesinin etkisinde Yahudiliğinden ve annesinden utanarak geçer. Aynı yıllarda onların evinin aşağısındaki yoksul gecekondu Yahudi mahallesi de bu utancını pekiştirir. Bu dönemde sürekli seferde olan babasından da uzaklaşan Burak, ablası Nezahat'la birlikte annesinin Yahudiliğini –herkesçe bilinmesine rağmen– gizlemeye çalışır, tüm özelliklerini babasından aldığına inanmak ister.
Sevim Burak'ın çocukluk yıllarında olumsuz etkilendiği durumlardan biri de 10 yaşında ortaya çıkan kalp hastalığıdır. Kendi ifadesine göre, uzun süre ıslak mayoyla kaldığı için yakalanmıştı bu hastalığa. Geçici bir süre için tedavi edilmişti; ancak hayatının ilerleyen yıllarında sık sık nüksederek, her şeyiyle bağlı olduğu yaşamdan koparmıştı onu. Bu hastalık sebebiyle ölüm korkusunu hep içinde taşımış olan yazar, öte yandan;
Sağlığım için yaşamak bile yeter. Kör, kambur, topal olmaya razıyım, yeter ki ölmeyeyim. (3)
diyecek kadar da sıkı sıkıya hayata sarılmıştı. Otobiyografik özellikler de taşıyan "Afrika Dansı" isimli öyküsünde Burak, hastalığını ve hastanelerde geçen günlerini çarpıcı bir dille anlatır.
1938 yılında babasının görevi sebebiyle bulundukları Çanakkale'de ilkokula başlayan Sevim Burak, ardından Seyfullah Kaptan'ın İstanbul'a dönüşüyle, eğitimini Kuzguncuk'taki Süleyman Şefik Paşa Nakkaştepe 45. İlkokulu'nda sürdürür. İlkokuldan sonra ise, amcalarının da ısrarıyla Beyoğlu-Tünel'deki Alman Lisesi'ne gider. Burada lisenin orta kısmını bitirerek çalışma hayatına atılır.
Kısa süren okul hayatının ardından Beyoğlu'ndaki Olgunlaşma Enstitüsü'nde bir süre terzilik eğitimi alır. Bu esnada da enstitünün tanıtım defilelerine katılarak dikkati çeker. Daha sonra girdiği ilk iş olan mankenlik ise, renkli bir dünyanın da kapılarını açar Sevim Burak'a. Dönemin ünlü terzilerinden Cemal Gürün tarafından keşfedilerek ailesinin izni olmadan bir defileye çıkarılan Burak, giderek mankenliği sever ve daha sonraki yıllarda Olgunlaşma Enstitüsü'nün milli mankeni olarak bir grup arkadaşıyla birlikte, Türk kültürünü tanıtım amaçlı Amerika gezisine katılır. Amerika'da ise adeta “kraliçeler gibi” karşılanır.
Oğlu Karaca'ya yazdığı bir mektupta o günleri şöyle anlatıyor Burak:
Beni Amerika'ya televizyon takdim eder, tanıtırken, ayaklarından büyük gözleri olan Türk güzeli Sevim Burak, diye anlatmışlardı… her gittiğim postanede kart atmak için pul alırken pulu veren adam kasanın altından bir küçük defter uzatır ve benden imzalamamı rica ederdi.(4)
“Sevim, Sevim…”
Ancak bu mutluluk anlarından önce, yine acı vardır yazarın hayatında. 1947, acıyla ve yalnızlıkla sarsıldığı bir yıl olur Sevim Burak için; önce annesini, yedi ay sonra da babasını kaybederek yaşlılarla örülü bir dünyanın içinde kalır.

Mankenliğe devam ettiği yıllarda ise, geçici bir süre Beyoğlu'nda bir kitapçıda tezgâhtar olarak da çalışır, bu sayede de dönemin edebiyatçılarıyla karşılaşma/tanışma fırsatı bulur. Yazar, burada tanıştığı edebiyatçıların adlarını şöyle sıralar:
Burada Sait Faik, Salah Birsel, Behçet Necatigil, Orhan Kemal, Yaşar Kemal gibi san'atçılarla daha yakından tanışmak imkânını buldum.(5)
1950'li yıllarda yazar, ön plana çıktığı mankenlik mesleğinin yanı sıra, kurduğu kendine ait modaevi ve atölyeyle de dikkatleri çeker; dönemin önemli isimlerine elbiseler dikerek bu meslekte de sivrilir. Selvi adını koyduğu Sıraselviler'deki bu atölyesini daha sonra Beyoğlu'ndaki Olivo Han'a taşıyan Burak, 1960 darbesinin yarattığı ekonomik istikrarsızlık ortamında 10 yılı bulan mesleğine veda etmek zorunda kalarak, kendini tamamen yazmaya verir.
Mankenlik ve terzilik yaptığı yıllarda da hayatında önemli gelişmeler olur Sevim Burak'ın; bunlardan biri 1949 yılında, henüz 18 yaşındayken kendisinden 20 yaş büyük olan keman sanatçısı Orhan Borar'la yaptığı evlilik, bir diğeri ise yavaş yavaş edebiyata ısınmaya çalıştığı ve kendisinin çocukluk dönemi olarak adlandırdığı ilk öykü denemeleridir. Yazmaya ilgi duymaya başladığı bu yıllarda Peyami Safa'yla da tanışarak ondan haftada bir dersler alan Burak, böylece yazarlığa giden yolda sağlam adımlarla ilerler.
Yazarın, Peyami Safa'yla olan ilişkisinde, öğretmen öğrenci ilişkisinin dışında, gençliği ve güzelliğinin etkisiyle edebiyat aşkının yanı sıra başka bir aşkın tohumlarını attığı, yine çeşitli kaynaklarda dile getirilen bir görüş. Bu konuda yazarın oğlu Karaca Borar'ın sözlerine başvurmak yerinde olacaktır:
“… çok genç, çok güzel ve edebiyata çok meraklı bir kadın olarak tabii ki Peyami Safa'ya ilgi göstermiştir. Ama annemin gösterdiği ilgi belki biraz fettanca olabilir, bilmiyorum. … Peyami Safa çok kötü vurulmuş anneme. Onunla uzun uzun konuşmalar, evlilik, edebiyat, çeviri vb. hakkında.” [6]
Ancak “gönül maceraları”yla da öne çıkan ve “uçarı kaçarı” bir mizaca sahip olan Peyami Safa, aşkına karşılık bulamadığında işi taşkınlığa kadar vardırır:
“Peyami Safa Kuzguncuk'taki evin önüne gelirmiş. Ve sarhoşken bağırırmış Sevim, Sevim…” (7)
Diğer yandan Orhan Borar'la olan evlilik ilişkisinde de sorunlar yaşayan Burak, aralarındaki çatışmanın hız kazanmasıyla 1958 yılında, oğlu Karaca üç yaşındayken ilk eşinden ayrılır. İkinci evliliğini ise, Orhan Borar'dan ayrıldıktan üç yıl sonra 1961 yılında ressam Ömer Uluç'la gerçekleştirir.

Edebiyatımızda postmodernizmin kapılarını araladı
Bu yıllarda öyküleri çeşitli dergilerde görülmeye başlanan Sevim Burak'ın ilk kitabı "Yanık Saraylar", 1965'te Türkiye Basımevi tarafından yayımlanır. Fakat ilk kitabından sonra hak ettiği ilgiyi yeterince görmediğini düşünerek, uzun bir küskünlük dönemi geçirir. "Yanık Saraylar"ın 1966 yılındaki Sait Faik Hikâye yarışmasında ödüle değer görülmemesi de bu küskünlükteki diğer bir etmendir. (Söz konusu yarışmada ödül, "Çölde Bir Deve" isimli öykü kitabıyla Cengiz Yörük'e verilmiştir. Yarışmanın jürisinde yer alan Mehmet Fuat ise, bu seçime karşı çıktığı için bir daha jüride görev almamıştır.) Ta ki eşi, Ressam Ömer Uluç'un görevi nedeniyle 1976'da gittiği Nijerya seyahatinden çıkan öykü kitabı "Afrika Dansı"na kadar sürer bu suskunluk. Kitap 1982 yılında Adam Yayınları tarafından yayımlanır. Üzerinde uzun yıllar çalıştığı Ford Mach 1 isimli roman projesi ise ölümü nedeniyle tamamlanamaz. 1980'li yıllarda Amerika'da yaşayan Oğlu Karaca Borar'la olan mektuplaşmalarında yazım aşamalarına sıkça, uzun uzun değindiği "Ford Mach 1", ancak ölümünden sonra, Nilüfer Güngörmüş'ün derlemesiyle 1993 yılında YKY tarafından yayımlanır.

Öte yandan yazarın, Ömer Uluç'la olan evliliği, ilkine nazaran daha sancılı, daha çatışmalı ve karşılıklı hakaretlere/şiddete varan bir ilişkidir. Evliliklerinin üçüncü yılında, ilişkiyi kurtarmak umuduyla yapılan çocuk (Elfe) bile, ayrılığın önüne geçemez ve çift, 1980 yılında ayrılır.
Bu ilişki Sevim Burak'ı çok yormuş, onun deyimiyle Ömer Uluç, adeta “şizofren” olmasına neden olmuştur. Yanı sıra, çocukluğunda yakalandığı kalp hastalığı da bu yıllarda giderek ilerlemiş, ömrünün son yıllarında acısını ve maddi sıkıntılarını çoğaltarak dayanılmaz bir hal almıştır. Nitekim bu ayrılık kararını da Haseki Hastanesi'nde ameliyat olacağı sırada alır. Bu ayrılıktan sonraki son üç yılı ise, kalp rahatsızlığı ve maddi sıkıntılarla boğuştuğu yıllardır. 1983 yılında, ileri derecede seyreden kalp rahatsızlığı nedeniyle yattığı Haseki Hastanesi'nde hayata gözlerini yuman Burak, 5 Ocak 1984 Perşembe günü, Kuzguncuk Camii'nde kılınan öğle namazından sonra Nakkaştepe Mezarlığı'nda toprağa verilir.
Döneminin yenilikçi-modernist sanatçısı Sevim Burak, montaj/kolaj tekniğiyle ürettiği metinlerinde, çizgisel akmayan bir zamanda, bellek/bilinç yolculuklarına çıkarak hayatın kırılmışlıklarını, yenilgilerini öyküleriyle telafi etmeye çalıştı. Sanat hayatı boyunca sıradan konu ve durumlardan etkilenmemiş olan yazar, olayları ve kişileri eserlerinde soyut bir düzleme taşıyarak neden-sonuç ilişkilerinin dışında grotesk/soyut bir atmosferde soluk alıp veren öyküler yazdı, edebiyatımızda postmodernizmin kapılarını araladı.



Notlar:
(1) Bazı kaynaklarda bu konuda farklı görüşler de vardır tabii: Aşkın Şizofrenik Hali: Sevim Burak kitabında Bedia Koçaoğlu, 2004 tarihli Zaman gazetesindeki bir yazıdan (“Sevim Burak 1931-1975 Yılları Arasında Bu Evde Yaşamıştır”, Zaman, 19.04.2004), Salah Birsel'in şu ifadelerini aktarır: “Sevim'lerin evi, tepede Delikoç Sokağı'ndadır. Mehmet Kaptan geceleri eve dönerken İcadiye Caddesi'ni, yukarıdaki sokağa ulaştıran yokuşu izler.
(2)
Sevim Burak, Beni Deliler Anlar; Hayykitap 2009 İstanbul, s. 126.
(3)
A.g.y., s. 86.
(4)
A.g.y., s. 65.
(5)
Bedia Koçakoğlu'nun, Yapı Kredi Kültür Merkezi'nden temin ettiği yazara ait özgeçmişten, Aşkın Şizofrenik Hali: Sevim Burak kitabında alıntıladığı haliyle.
[6]
Bedia Koçakoğlu, Aşkın Şizofrenik Hali: Sevim Burak; Palet Yayınları 2009 Konya, s. 39.
(7)
A.g.y., s. 39.


Hasan Uygun

Kaynak

Biyografi Konusu: Sevim Burak nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!

Benzer Konular

2 Ocak 2012 / Daisy-BT Edebiyat tr
17 Ocak 2012 / Misafir Cevaplanmış
29 Temmuz 2008 / TiglonBoYs Spor tr
15 Aralık 2009 / Alvarez Ocean Sinema tr
17 Şubat 2012 / Okul Cocu Cevaplanmış