Arama

Yazarlarımız ve Hayatları - Sayfa 2

Güncelleme: 3 Nisan 2014 Gösterim: 254.081 Cevap: 26
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
30 Nisan 2006       Mesaj #11
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Orhan Seyfi Orhon

Sponsorlu Bağlantılar


23 Ekim 1890’da İstanbul’da doğdu. 22 Ağustos 1972’de İstanbul’da yaşamını yitirdi. 1914'te Hukuk Mektebi’ni bitirdi. Meclis-i Mesuban’ın Kavanin Kalemi’nde memurluk, ardından gazetecilik ve öğretmenlik yaptı. Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul Hükümeti’ni destekleyen "Aydede" dergisinde çalıştı. 1946’da CHP’den Zonguldak miletvekili seçildi. 1950’de gazeteciliğe döndü. 1960’tan sonra Adalet Partisi’ne girdi. 1965’te bu partiden İstanbul milletvekili seçildi. 1922-1946 arasında Milliyet, Tasvir-i Efkar, Cumhuriyet, Ulus, Zafer, Havadis gazetelerinde mizah ve köşe yazıları yazdı. Yaşamının son döneminde Son Havadis gazetesinde yazarlık yaptı. İlk şiirleri arkadaşlarıyla birlikte çıkardıkları "Hıyaban" isimli dergide yayınlandı. 1917’de Yeni Mecmua’da çıkan şiirleriyle adını duyurdu. Türk şiirinde "Hecenin Beş Şairi" grubundan biri olarak ün kazandı. Yusuf Ziya Ortaç’la birlikte Papağan, Güneş, Ayda Bir, Çınaraltı dergilerini çıkardı. Şiire Aruzla başladı. "Fırtına ve Kar" isimli uzun şiirinde bunun başarılı bir örneğini verdi. Daha sonra Milli Edebiyat ve Genç Kalemler akımlarının etkisinde kalarak hece veznine döndü. Hece ile yazdığı şiirlerinde yalın bir dil kullandı. Divan şiiri kalıplarını hece veznine uyarlayarak yazdığı gazel benzeri şiirleri de var. Yirmiden fazla şiiri bestelendi.


ESERLERİ
ŞİİR:
Fırtına ve Kar (1919)
Peri Kızı ile Çoban Hikayesi (1919)
Gönülden Sesler (1922)
O Beyaz Bir Kuştu (1941)
Kervan (1946)
İşte Sevdiğim Dünya (1965)

DÜZ YAZI:

Fiskeler (1922)
Asri Kerem (1942)
Dün Bugün Yarın (1943)
Kulaktan Kulağa (1943)
Hicivler (1950)
Gençlere Açık Mektup (1951)
Düğün Gecesi (1957)


Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #12
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
ısmail kara

Sponsorlu Bağlantılar
1955’de Güneyce/Rize’de doğdu. İstanbul İmam-Hatip Lisesi’ni (1973), İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü (1977) ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü’nü bitirdi (1986). Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Dergâh Yayınları’nda çalışmaya başladı, bu müessese içinde Fikir ve sanatta Hareket dergisi, Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, İslamî Bilgiler Ansiklopedisi ve Dergâh dergisinin yayın heyetinde yer aldı, Yayın Müdürlüğü yaptı. 1980’den itibaren öğretmenlik de yapan İsmail Kara “İslâmcılara göre meşrutiyet idaresi 1908-1914” başlıklı teziyle siyaset bilimi doktoru oldu (1993). Çalışmaları: Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi (I, 1986; II, 1987; III, 1994). Hüseyin Kâzım Kadri’nin Ziya Gökalp’ın Tenkidi (1989), Meşrutiyetten Cumhuriyete Hatıralarım (1991) kitaplarını ve Mızraklı İlmihal’i (1989) yayına hazırladı. Yakın dönem Türk düşünce tarihi ve din-siyaset ilişkileri üzerindeki araştırmaları Hareket, Dergâh, Tarih ve Toplum, Toplum ve Bilim dergilerinde yayınlandı.

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #13
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
arif ay

Niğde’de doğdu (1953). İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Bir süre, A.Ü. İlahiyat Fakültesi’ne, bir süre de Erzurum Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne devam etti. GEE Türkçe Bölümünü ve G. Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Halk edebiyatı dalında mastır yaptı. İki yıl MTTB Ankara Başkanlığı yaptı (1974-76).

Lise yıllarında başlayan şiir çalışmalarını Edebiyat Dergisi’nde sürdürdü. Öykü ve denemelerini de bu dergide yayımladı.

GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
3 Mayıs 2006       Mesaj #14
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Abdullah Aymaz

Abdullah Aymaz (1949- ) Kütahya'nın Emet ilçesinin Hacımahmut köyünde dünyaya geldi. İlkokulu Hacımahmut köyünde okudu. İmam Hatip Lisesi ve Yüksek İslâm Enstitüsü'nü İzmir'de okudu. Lise yıllarında Gurbet dergisinde yazıları yayınlandı. Tire ve İzmir'de öğretmenlikler yaptı. 1978'de yayınlanmaya başlayan Sızıntı dergisinde yazıları yayınlandı. Özel vakıf idareciliği ve eğitim hizmetlerinde bulundu. 1988 yılından bu yana gazetecilik yapmaktadır. İsmail Yediler, Hüseyin Bayram, Safvet Senih gibi müstear isimlerle kitaplar neşretti. Halen Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı ve yazarıdır. Temiz bir Türkçe, net ve açık bir ifade, "sehl-i mümteni" vasfıyla nitelendirilebilecek cümleler; Abdullah Aymaz'ın Türkçesinin belirgin karakterlerini teşkil eder.


Eserleri
  • Yaratılış ve Kader
  • Peygamberler
  • Kaderin İlmi İsbatı
  • Ölüm ve Diriliş
  • Kur'an ve İlimler
  • Zeka Tomrukları
  • Hep Taze Mucize
  • İbadetlerin Getirdikleri
  • Ruhlar ve Ötesi
  • Şüpheler Üzerine
  • Sen Yusuf musun?
  • Kelimeler Armonisi
  • Hadislerin Işığında Hadiseler
  • Onlar Yıldız Gibiydiler
  • Duyduklarım
  • Gördüklerim
  • Hatıralar Işığında
  • Mercan Mağaraları
  • Gaybın Haberleri
  • Hikmet
  • Dışa Yansıyan İç Dünyamız (1-2)
  • Miraç Şehsuvarı
  • Hücre Devleti
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
4 Mayıs 2006       Mesaj #15
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Azra Erhat

Hümanist görüşün temsilcilerinden çevirmen, deneme ve inceleme yazarı Azra Erhat 6 Eylül 1982'de İstanbul’da öldü. Azra Erhat 6 Haziran 1915’te İstanbul’da doğdu. İlk ve ortaöğrenimini Belçika’da yaptı. 1939’da Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni bitirdi; Klasik Filoloji Bölümü’nde asistan olarak göreve başladı. 1946’da doçent oldu. 1948’de aynı fakültedeki öğretim üyeleri Pertev Naili Boratav, Behice Boran, Adnan Cemgil, Niyazi Berkes’le birlikte, sol görüşlü olduğu gerekçesiyle üniversiteden uzaklaştırıldı. 1949-1950 arasında Yeni İstanbul ve Vatan gazetelerinde çalıştı. Daha sonra Milletlerarası Çalışma Bürosu’nda kütüphanecilik yaptı.
Yunan klasiklerinden yaptığı çevirilerle tanınan Azra Erhat’ın ilk çevirileri Tercüme dergisinde çıktı. A.Kadir’le birlikte Homeros’un İlyada destanından yaptığı çevirinin birinci cildi 1959’da Habib Törehan Bilim Ödülü’nü, üçüncü cildi 1961’de Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü aldı. İlayad’nın tam çevirisi 1967’de Odysseia 1970’te yayımlandı. Sabahattin Eyüboğlu’yla birlikte çevirdiği Hesiodos’un Theogania ve İşler ve Günler adlı yapıtlarıyla Hesiodos üzerine araştırma, 1977’de Hesiodos, Eseri ve Kaynakları adıyla basıldı. Sophokles, Aristophanes gibi yazarların yapıtlarını Türkçeye kazandırdı. Yeni Ufuklar dergisinin yazarlarından biri olan Erhat, bu dergi çevresinde gelişen hümanizm anlayışının öncüleri arasında yer aldı. Batı uygarlığının kökenini ve Anadolu’ya dayandıran ve Anadolu kültürlerini bir bütün olarak gören Halikarnas Balıkçısı’yla aynı görüşleri paylaştı. Kültür tarihi yorumunu, bir grup aydınla birlikte başlattığı “Mavi Yolculuk”larla ve Mavi Anadolu (1960), Mavi Yolculuk (1962) adlarıyla yayımladığı gezi yazılarıyla yaygınlaştırmaya çalıştı. Denemelerinin bir bölümünü İşte İnsan-Ecce Homo (1969) ile Sevgi Yönetimi (1978) adlı kitaplarda topladı. Kendi alanının önemli kaynak kitaplarından biri olan Mitoloji Sözlüğü’nü (1972), Mektuplarla Halikarnas Balıkçısı (1976) ve Troya Masalları (1981) adlı çocuk kitabı izledi. 1983’te adına, Yazko Çeviri Dergisi tarafından çeviri ödülü kondu.

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
7 Mayıs 2006       Mesaj #16
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Necati Cumalı Yapıtları

Şiir

1943 Kızılçullu Yolu,
1945 Harbe Gidenin Şarkıları,
1947 Mayıs Ayı Notları,
1951 Güzel Aydınlık,
1954 Denizin İlk Yükselişi (İlk üç kitabı ve yeni şiirleri),
1955 İmbatla Gelen,
1957 Güneş Çizgisi,
1968 Yağmurlu Deniz (Son iki kitabı ile yeni şiirler),
1970 Başaklar Gebe,
1974 Ceylan Ağıdı,
1980 Aç Güneş,
1981 Bozkırda Bir Atlı,
1982 Yarasın Beyler.


Öykü

1955 Yalnız Kadın,
1956 Değişik Gözle,
1962 Susuz Yaz, Kitaba adını veren ilk öykü Metin Erksan tarafından
beyaz perdeye aktarıldı (1963).
Aynı öykü oyunlaştırılarak Şehir Tiyatroları'nda temsil edildi (1968),
1969 Ay Büyürken Uyuyamam,
1976 Makedonya 1900,
1976 Kente İnen Kaplanlar.


Roman

1959 (Zeliş adıyla 1971),
1973 Yağmurlar ve Topraklar,
1974 Acı Tütün,
1975 Aşk da Gezer.



Oyun

1959 Mine,
1959 Oyunlar I (Boş Beşik, Ezik Otlar, Vur Emri),
1969 Oyunlar II (Susuz Yaz, Tehlikeli Güvercin, Yeni Çıkan Şarkılar),
1969 Oyunlar III (Nalınlar, Masallar, Kaynana Ciğeri),
1969 Oyunlar IV (Derya Gülü, Aşk Duvarı, Zorla İspanyol),
1973 Oyunlar V (Gömü, Bakanı Bekliyoruz, Kristof Kolomb'un Yumurtası),
1981 Oyunlar VI (Mine, Yürüyen Geceyi Dinle, İş Karar Vermekte, Yaralı Geyik).

Deneme

1971 Niçin Aşk,
1976 Senin İçin Ey Demokrasi,
1982 Etiler Mektupları.


Günce

1987 Yeşil Bir At Sırtında

Ödülleri

1957 Sait Faik Hikaye Armağanı (Değişik Gözle adlı kitabıyla)
1969 Türk Dili Kurumu Şiir Ödülü (Yağmurlu Deniz adlı kitabıyla)
1984 Yeditepe Şiir Ödülü (Bütün Şiirleri I ile)

Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
11 Mayıs 2006       Mesaj #17
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
AHMET YESEVÎ


Büyük Türk Mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Kazakistan'ın YESİ şehrinde, yaygın görüşe göre 1093 yılında doğmuş ve 1166 yılında ölmüştür. İlk mürşidi Arslan Baba olmuş, sonra Yusuf-i Hemadanî'ye intisap etmiştir.

Yesevî, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen TÜRKÇE'yi seçmiştir.

Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya çalışan, İslâm'ı yeni kabul etmiş insanlara bu dinin sıcak, samimi, hoşgörülü, insan ve tanrı sevgisine dayalı gerçek yüzünü tanıtmıştır.

HİKMET adını verdiği dörtlüklerinde Yesevî;

Benim hikmetlerim hadîs hazinesidir
Kişi pay görmese, bil habistir
Benim hikmetlerim süphanın fermanı
Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı

demektedir.

Büyük Türk mutasavvıfı Ahmet Yesevî, Türk dünyasının yetiştirdiği önemli şahsiyetlerden ve Türklüğün sembol isimlerinden biridir.

Ahmet Yesevî'nin Türk tasavvuf geleneğinin kurucusu olması ve kendisinden sonraki büyük mutasavvıflar, Yunus Emre, Mevlâna, Hacı Bektaş-ı Veli ve diğerleri üzerindeki etkisi, böylece Anadolu'nun bir Türk Yurdu haline gelmesindeki manevi rolü, İslamiyet'i dosdoğru anlayan ve anlatan, sade ve temiz üslubu, güzel Türkçe'mizin mimarlarından oluşu, insanlığın ihtiyacı olan yüksek değerleri daha o zamanlar dile getirdiği kardeşliğe, dostluğa, sevgi ve hoşgörüye dayalı düşünceleri bilinmektedir.

Türk'lerin İslâmiyeti anlama ve algılama noktasında YESEVÎ bir ekoldür. Bu açıdan bakıldığında Yesevî, tüm Türk dünyası için çok önemli bir konuma sahiptir. Kendini tanıma umdesi, kültürünü, dilini, tarihini ve dinini tanımak Yesevî düşüncesinin özüdür.

Karahan'lı Hükümdarı Saltuk Buğra Kara Han'ın 950 yılında İslâmiyet'i resmî devlet dini olarak kabul etmesi, TÜRK dünyasının önemli bir dönüm noktasıdır. İslâmiyet'i benimseyen Türk'ler, Türk - İslâm sentezine dayanan yeni bir kültür sahibi olmuşlar, sosyal nizamları ile devlet ve dünya görüşlerine bu kültür ile yeni bir şekil vermişlerdir.

"Pir-i Türkistan" Ahmet Yesevî, Güney Kazakistan'da, Çimkent şehrine 7 km. uzaklıktaki, bugün Türkistan adı ile tanınan YESİ şehrine 157 km. uzaklıktaki Sayram kasabasında doğmuştur. Doğum yılı bilinmemektedir. Ancak 73 yaşında ve 1166 yılında vefat ettiği şeklindeki yaygın görüşe göre 1093 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. Doğum yeri olarak YESİ şehri de belirtilmekte ise de anne ve babasının Türbe'lerinin SAYRAM'da olması, O'nun da Sayram'da doğduğunu düşündürmektedir. Babası, Hazret-i Ali soyundan Şeyh İbrahim isimli bir zatdır. Annesi ise Şeyh İbrahim'in halifesi Musa Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Rivayetlere göre önce annesini, sonra babasını kaybeden 7 yaşındaki Ahmet, ablasının himayesinde büyümüştür. Yesi'ye gelen Arslan Baba adlı bir mürşit, O'nun tahsil, terbiyesini üstlenir. Bir süre sonra Arslan Baba ölür, Yesevî de o zamanın önemli kültür ve ilim merkezlerinden olan Buhara'ya gider. Burada Hâce Yusuf-i Hemedani'ye intisap eder ve onun irşadı altına girer.

Yesevî, mürşidi Hemedanî'nin ölümünden sonra bir süre Buhara'da irşad postuna oturursa da, şeyhinin vaktiyle işaret ettiği şekilde YESÎ'ye döner. Ölene kadar da orada aydınlatmaya devam eder.

Menkıbeye göre tekkesinin bahçesinde bir çilehane kazdırır ve ömrünü burada tamamlar. Daha önce de belirttiğim gibi 1166 yılında vefat ettiği sanılmaktadır.

Ahmet Yesevî'nin türbesini Sultan Timur'un yaptırdığı bilinmektedir. Rivayete göre, Hoca, Timur'un rüyasına girip zafer müjdeler. Timur da Türkistan zaferinden sonra Yesi'ye gelir ve Hoca'nın kabrinin üstüne, bir şükran ifadesi olarak, türbe yaptırır. Zamanla harap olan türbe, Şibanî Han tarafından onartılır. Birçok defa tamir gören türbe, Sovyetler Birliği zamanında korumaya alınıp 1978 de ziyarete açılmış, 1989 yılında türbenin bulunduğu bölge "Tarihi Kültür Koruma Mıntıkası" olarak ilân edilmiştir.

Kazakistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Türkistan şehrindeki bu türbenin restorasyon çalışmaları Türkiye tarafından 1992 yılında başlatılmış ve 2 senede bitirilmesi ön görülmüşse de çalışmalar Temmuz 2000 e kadar sürmüş ve türbenin açılışı Ekim 2000 de Türkistan şehrinin 1500. kuruluş yıldönümünde yapılmıştır.
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
20 Mayıs 2006       Mesaj #18
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
Ahmet Yesevî, Anadolu'ya hiç gelmemiş olmasına rağmen Anadolu'da tanınmış ve sevilmiştir. Bektaşî'lik, Mevlevi 'lik, Yunus Emre ekolü Yesevi'den çok etkilenmiştir.

Anadolu'ya gitmediği bilinmesine rağmen Pülümür'ün Kangallı Köyü'nde Ahmet Yesevî’ye atfedilen bir türbe vardır. Pülümür'deki bu mezar, Yesevî’nin makamı olarak, halkın muhayyilesinde gelişmiş ve türbe O'na atfedilmiştir.

Bundan başka, Baskil ilçesinin Tabanbükü Köyü'nde Ahmet Yesevî kolundan gelen Hasan Dede'nin mezarının bulunduğu biliniyor. Bu köyün doğusundaki bir mezarın da Ahmet Yesevî'ye ait olduğu rivayet edilmektedir.

Şimdi, Yesevî ve Türk diline etkisinden söz etmek istiyorum.

Selçuklular, tarihimizin çok uzun bir dönemini doldurmuş, büyük bir devlettir. Sınırları, Orta Asya ve Anadolu'nun büyük bölümünü kapsamıştır. Devlete adını veren Selçuk Bey ve beraberindekilerin Türkçe adlar taşımalarına rağmen, son hükümdarların isimleri Keykavus , Keykubat gibi Farsça adlardır. En önemlisi, Devletin resmî dili Türkçe değil Farsça'dır. Selçuklu'nun önemli bir şahsiyeti, Alpaslan'ın veziri, Nizam -ül Mülk bir Fars'dır. Adına kurduğu Nizamiye Medreseleri Farsça vermekte idiler. Bütün bu sebeplerle Selçuklu'da Türkçe avam dili, Farsça ise aydın ve bilgin dili olmuştur. Edebiyat ve yazı dili Türkçe değil Farsça alarak kullanılmıştır.

Bütün bu olumsuzluklar arasında Yesi'de bilinçli bir Türk ortaya çıkmış, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bilmesine rağmen Türkçe'yi seçmiştir.

Yesevî, İslâm tasavvufunu esas alan, bilim, edebiyat ve san'ata önem veren bir medrese kurdu. Bu medresenin, konuşma dili, yazışma dili, şiir ve edebiyat dili, eğitim ve öğretim dili Türkçe idi. Buradan yetişen binlerce insan Türk Dünyası'nın her tarafına dağıldılar. Bu yetişenler, gittikleri her yerde Yesevî'nin Türkçe şiirlerini, yani HİKMET'lerini tekrar tekrar seslendirdiler. Bu şekilde yeni bir Türk edebiyatı doğdu. Bu arada, Farsça'yı kullananlar, Yesevî'yi, Türkçe yazdığı için eleştirmişlerdir. Yesevî ise bir hikmetinde şöyle demektedir.

Sevmiyorlar bilginler sizin Türkçe dilini
Erenlerden işitsen açar gönül dilini
Ayet - hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar
Anlamına erenler başı eğip uyarlar
Miskin hafız Hoca Ahmet yedi atana rahmet
Fars dilini bilir de sevip söyler Türkçe'yi

Daha sonra, Cengiz'ler, Osmanlı'lar dönemlerinde Türkçe egemen olmuştur. Bu konuda büyük şair Yahya Kemal "Ahmet Yesevî kim? bir araştırın, göreceksiniz, bizim milliyetimizi asıl onda bulacaksınız. " demektedir.

Burada, Ahmet Yesevî'nin ilme ve bilgiye verdiği önemi bir, iki Hikmet'i ile dile getirmek istiyorum:

Ey dostlar, cahil ile yakın olup
Bağrım yanıp, candan doyup öldüm ben işte.

Bir başka hikmetinde ise:

Cahil ile geçen ömrüm nar sakar
Cahil olsan cehennem ondan çekinir
Cahil ile cehenneme doğru kılmayın sefer
Cahiller içinde yaprak gibi soldum ben işte

demektedir.

Şimdi de Yesevî'nin din anlayışını irdelemek istiyorum.

Tarih devirlerinde milletimiz bir çok dini kabul etmiştir. Bunların içinde Şamanizm en önemli yeri kaplasa da Budizm, Musevilik ve Hristiyanlık da Türkler arasında yaygınlık kazanmış dinlerdir. Bin yıldan beri ise gittikçe gelişen boyutlarda İslâm dini Türk'lerin inanç birliğini oluşturan din haline gelmiştir.

Şamanizm, sadece Türklerin değil, Asya'nın birçok halklarının ortak inanç sistemidir. Dolayısı ile Şamanizm'i Türklerin ulusal dini olarak kabul etmek yanlıştır.

Göktürk kitabelerinde, Atalarımızın, bir din anlayışı bulunduğu açıklaması vardır. Bu din, yeri, göğü ve insanı yani bütün varlıkları yaratan ve yöneten "Bir Tanrı" anlayışıdır. Belki de çok daha eskilerden, derinlerden gelen Şamanizm inançları "Bir Tanrı" veya "Gök Tanrı" dini ile birlikte yaşamaya devam etmiştir. Oğuz Han'ın "Tanrının Birliği" sözünü temel alan bir anlayışın yayıcısı olduğu görüşü de konuya daha açıklık kazandırır.

Bilinen bir gerçektir ki, bir toplumun kabul ettiği yeni bir din, eski inançları tümüyle ortadan kaldıramaz. Eski inançlar çok defa yeni inancın kisvesi altında yaşamaya devam ederler. Bu manada Şamanizm'in Türklere ait topluluklarda devam ettiğini görebiliyoruz. Meselâ, ataların ruhlarına evliya kudreti, ağaçlara evliya adı verilerek Şamanizm, İslâmî bir kavramla yeniden ifade edilmiştir.

Bugün, büyük çoğunluğu Müslüman olan Dünya Türklüğünün İslâmi anlayışında binlerce yıllık geçmişlerini görmekteyiz. Bu hal, İslâm'ın ana ilkelerinden sapma anlamına gelmemektedir. Söylemeliyiz ki, milletimiz, küçük bir kesim hariç, İslâm'ı doğru anlamış ve doğru uygulamıştır. Bugün, Müslüman milletler içinde en samimi dinî hayatın milletimizce yaşandığı bir gerçektir.

Ahmet Yesevî, eski Türk inanışlarının kalıntılarını İslâmiyet ile uzlaştırmaya çalışan ve dolayısı ile kitaplı dinin, yani İslâmın emirlerini tam yerine getiremeyen yeni Müslüman olmuş insanlara, İslâmın sıcak, samimi, hoşgörülü, insan ve Tanrı sevgisine dayalı, gerçek yüzünü tanıttı.

Ahmet Yesevî, içinde yaşadığı dönemin Türk toplumunun, bozkırlarda at koşturan yarı göçebe insanlar olduklarını, kadın - erkek, genç - ihtiyar, hareketli, kendi gelenek ve göreneklerini diri tutma yolunda başarılı ve mücadele ile geçen bir hayatın içinde olduklarını çok iyi biliyordu. Yesevî, bu insanlara fıkıh kuralları içinde, Arap - Acem kültür etkileri ile boğulmuş karma karışık bir İslâm yerine, samimi ve sarsılmaz bir iman anlayışını telkin eden dinî ve ahlâki kuralları, kendisi Arapça ve Farsça'yı çok iyi bildiği halde, kendi dilleri ile ve daha da önemlisi, onların seviyesinde bir söylem tarzı ile sunmanın, başarının temeli olacağını, görmüş ve uygulamıştır. Onun için de Türk Boyları'nın halk edebiyatından alınmış şekillerle insanlar arasında dostluğu, sevgiyi, dayanışmayı, dünyayı Tanrı ve insan sevgisi ile kucaklamayı öğretmiştir.

Nitekim, Yesevî

Benim hikmetlerim hadis hazinesidir
Kişi pay görmese, bil habistir
Benim hikmetlerim Süphan'ın fermanı
Okuyup bilsen, hepsi Kur'an'ın anlamı

demektedir.

Hoca da öteki mutasavvuflar gibi, âlemi ve âlemde var olan herşeyi ilâhi aşkın eseri olarak gördüğü içindir ki, her şeyi gönülden sevmektedir. Ancak bu sevgi ile Allah'a ulaşılabileceğini söylemektedir. O'na göre Aşk'sız, Mevlâyı anlamak mümkün değildir.

Üstelik Aşk'sız kişi gerçek insan değildir.

Dertsiz insan insan değil, bunu anlayın
Aşk'sız insan hayvan cinsi, bunu dinleyin
Gönlünüzde Aşk olursa, bana ağlayın
Ağlayanlara gerçek Aşk'ımı hediye eğledim.
Aşk'sızların hem canı yok, hem imânı,
Resûlullah sözün dedim mânâ hani.

Diyen Yesevî 140 numaralı hikmetinde, ilâhi aşk hakkındaki görüşlerini,

insanın samimi inancı ile bağlantılıyarak anlatır.

Aşk davasını bana kılma, sahte aşık,
Aşık olsan, bağrın içinde göz kanı yok,
Muhabbetin şevki ile can vermese,
Boşa geçer ömrü onun, yalanı yok.

Aşk bağı sıkıntı çekip yeşertmesen,
Hor görülse nefsini öldürmesen,
"Allah" diyerek içe nuru doldurmasan,
Vallah, billah sende aşkın eseri yok.

Hak zikrini can içinden çıkarmasan,
Üçyüz altmış damarlarını kımıldatmasan,
Dörtyüzkırkdört kemiklerini kul eylemesen,
Yalancıdır Hakk'a aşık olduğu yok.

Rahatı bırakıp can sıkıntısını hoşlayanlar
Seherlerde canını incitip çalışanlar,
Hay-u heves, ben-benliği terk edenler,
Gerçek aşıktır, asla onun yalanı yok.

Kul Hoca Ahmet, candan geçip yola gir,
Ondan sonra erenlerin yolunu sor,
Allah diyerek, Hakk'ın yolunda canını ver,
Bu yollarda can vermesen, imkânı yok.

"İlâhi Aşk" Allah'dır ve bu Aşk'a düşen kişi, bencillik, gösteriş, iki yüzlülük, kişisel çıkar gibi küçük hesapları düşünmemek gerekir. " diyen Yesevî, bir hikmetinde:

Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol,
Öyle mazlum yolda kalsa, yoldaşı ol,
Mahşer günü dergâhına yakın ol,
Ben - benlik güden kişilerden kaçtım ben işte.

Demektedir. Bütün hikmetlerinde yer alan bir gerçek vardır ki o da insana verilen büyük değerdir. İslâm tasavvufunda insan, kâinatın özü alarak kabul edilir. Herşey insan içindir. O halde insana düşen, "Kamil İnsan" olmaya çalışmaktır. Ahlakın kemaline ulaşmıya gayret etmektir. Bunun da bir yolu yaratılmışları sevmek, incitmemek ve incinmemektir. Alçak gönüllü olan insanlar, her hususta samimi olan kişilerdir.

Yesevî, asıl kavgasını, sahte şeyhler ve mollalara karşı yapar. Bunlara karşı da

"Talibim" deyip söylerler vallah, billah insafsız
Namahreme bakarlar, gözlerinde yok insaf;
Kişi malını yiyerler, çünkü gönülleri değil saf
Arslan Baba'nın sözlerini işittiniz teberrük.

Zâkirim deyip ağlar, Çıkmaz gözünden yaşı;
Gönüllerinde gamı yok, her an ağrıya başı;
Oyun-hile kılarlar, malûm Hüda'ya işi,
Arslan Baba'nın sözlerini işittiniz teberrük.

Gibi bir çok Hikmet söylemiştir.

Yesevî, ilim üzerinde çok durmuş, inananların aydın kişiler olduğunu, bunların bilgisizlikten ve bilgisizlerden kısaca cahillikten uzak durduklarını anlatmıştır. Ayrıca bir başka Hikmet'inde: " Bilgisizlik her kötülüğün kaynağıdır. " demiştir. Bir başka Hikmet'inde ise

İlim, iki inci, beden ve cana rehberdir
Can âlimi Hazret'ine yakındır
Muhabbetin şarabından içer
Öyle âlim, gerçek âlim olur dostlarım,

demiştir.

Özetle, Yesevî okulunun ana ilkelerini:

1.

Allahın varlığına ve tekliğine inanmak,
2.

Kur'ana uymak,
3.

İslâm'a dayalı yolda yürümek,
4.

İnsanın kendisini disipline etmesi,
5.

Belli zamanlarda benlik muhasebesi yapmak

olarak özetliyebiliriz.

Ayrıca, Yesevî'liği kabul eden kişinin de :

1.

Hakk'ı bilmek,
2.

Kalbinde Allah ve İnsan sevgisi taşımak,
3.

Cömert olmak,
4.

Gerçekleri kabul etmek,
5.

Geçer ve doğru bilgili olmak,
6.

Kanaatkar olmak,
7.

Nefsine hakim olmak,
8.

Kendini bilmek,
9.

Gönül gözü ile görmek,
10.

Felsefeye yatkın olmak gibi hasletleri kendisinde toplaması gerekiyordu.

Dikkat edilirse, 1000 yıl önce yaşamış bir Türk düşünür, kendini bilmeyi, hurafelerden uzak durmayı, Tanrı'ya inanmayı, kendini geliştirmeye çalışmayı, özellikle hoşgörülü olmayı büyük bir açıklıkla ifade etmiştir.

Yazımı Ahmet Yesevî'nin büyük takipçisi YUNUS EMRE'nin Pirinden öğrendiğini veciz bir şekilde anlattığı dörtlükle bitirmek istiyorum.

Çalış, kazan, ye, yedir,
Bir gönül ele getir
Bin kâbe'den iyrektir,
Bir gönül ziyareti.



MaTTo - avatarı
MaTTo
Ziyaretçi
8 Haziran 2006       Mesaj #19
MaTTo - avatarı
Ziyaretçi
İtalyan faşizmine sempati duyulduğu, Alman nazizmine methiyeler yazıldığı, Rus komünizmine kur yapıldığı bir dönemde ortaya koyduğu Türkçü mücadele ile bir kahramanlık destanı yaratan Hüseyin Nihal Atsız, mahkemeler, tabutluklar, zındanlar, sürgünler ve mahrumiyetlerin süslediği âbidevî hayatıyla yakın çağın Türkçülük tarihinde bir Ulu Türk Bilgesi olarak gelecek Türk nesillerinin sonsuza uzanan yollarını aydınlatacaktır. Her nesil O'nda; heyecanının, coşkunluğunun, düşüncesinin terennümünü bulacak ve Türk'ün meselelerine Türk gözüyle bakışın metodunu öğrenecektir. Türk Milleti, O'nun yetmiş yılı dolduran fâni hayatında kahramanlık ile feragatın yüce ve ölümsüz tablosunu seyredecektir.

Şuna eminiz ki, Türklüğün ölümsüz efsanesi Atsız Ata, şimdi Tanrı Dağı'nda, Türk Atalarının kutlu tinlerinin toplandığı Tanrıkut otağında, çok sevdiği Kür Şad ile beraber Türk Elleri'ni izleyerek bütün Türklerin Bozkurt başlı sancak altında birleşeceği günü bekliyor. >>>
NİHÂL ATSIZ'IN VASİYETİ

Yağmur Oğlum!

Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarın ki düşmanlarımızdır.

Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.

Tanrı yardımcın olsun!

Nihâl Atsız
4 Mayıs 1941


TÜRKÇÜLÜK BAYRAĞI


Türk duygusu her Türkçüye en tatlı kımızdır;
Türk ülküsü candan da aziz bayrağımızdır.

Bayrak ki onun gölgesi Bozkurtları toplar;
Bayrak ki bütün kaybedilen yurtları toplar.

Nerden geliyor? Tanrıkut'un ordularından!
Lakin bize bir beyt okuyor kutlu yarından:

Darbeyle gönüllerde yatan ülkü silinmez!
Atsız yere düşmekle bu bayrak yere inmez!...

TÜRKİSTAN İHTİLALCİLERİNİN TÜRKÜSÜ


Ey, Türkistan, şanlı ülke, güzel anayurt!
Bir gün gelir kaldırırız yine bayrağı;
İçimizden elbet çıkar yeni bir Bozkurt,
Yabancıdan geri alır kutlu toprağı...

Küçük kuşlar bize hergün şöylece çiler:
Ey ölümle el sıkışan ihtilalciler!
Size der ki gökten inen kutsi elçiler!
Siz buldunuz ebediyet denen kaynağı...

Biz, mezarsız ölüp giden genç atsızlarız;
Yaramızı suyla yıkar, otla sararız;
Kimsemiz yok, fakat gönüllerde biz varız,
Bize şefkat sunmaz hiçbir kadın dudağı...

Bak Timur’un, Gültekin’in ruhu ne diyor:
Şanlı günler şimdi efsane diyor,
İt canlı rus vatanını soyuyor, yiyor,
Ey, büyük Türk haydi artık kaldır sancağı!

Mazideki zaferlerden kalmadı bir iz;
Döktüğünüz kanlar oldu bir deniz...
Birgün elbet yeni baştan birleştiririz:
Türkmen, Kırgız, Uygur, Başkurt, Özbek, Kazağı.
Son düzenleyen MaTTo; 8 Haziran 2006 13:50 Sebep: Mesajlar Otomatik Olarak Birleştirildi
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
8 Haziran 2006       Mesaj #20
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
İPEK ONGUN

1961 yılında Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nden mezun olan İpek Ongun, yazı yaşamına 1980'de yayınlanan Mektup Arkadaşları'yla başladı.


Onu Kamp Arkadaşları ve Afacanlar Çetesi adlı çocuk kitapları izledi.Bunları izleyen Yaş On Yedi ve Bir Genç Kızın Gizli Defteri başlıklı yapıtlarıysa gençlik için yazılmış romanlardır.
Gençlik romanlarından sonra, gençlere yaşama kültürü ve kişisel gelişim gibi konularda yardımcı olmasını amaçladığı bir üçlü yazdı. Adları Bir Pırıltıdır Yaşamak, Bu Hayat Sizin ve Lütfen Beni Anla olan bu kitapların ilki 1991 yılında TÜYAP'ta "Altın Kitap Ödülü"nü aldı. Ayrıca gençler için yaptığı bu çalışmalar nedeniyle kendisine Rotary Kulübü tarafından "1995-1996 Meslek Hizmetleri Ödülü" verildi. 1998 yılında da Oriflame Firması'nın 250.000 kişilik bir halk jürisine yaptırdığı anket sonucu yılın en başarılı kadın yazarı seçildi.
Bu çalışmalardan sonra tekrar romana dönen Ongun, Bir Genç Kızın Gizli Defteri'nin devamı olan Arkadaşlar Arasında ve Kendi Ayakları Üstünde, Adım Adım Hayata ve İşte Hayat'ı yazdı. Sabah gazetesindeki yazılarını Yarım Elma Gönül Alma ve Sabah Pırıltıları adlı iki kitapta topladı.
Evli ve iki kız annesi olan İpek Ongun, yazı yaşamını çok sevdiği Mersin'de sürdürmektedir.


Benzer Konular

16 Aralık 2013 / Misafir Soru-Cevap
21 Aralık 2011 / Misafir Soru-Cevap
8 Mayıs 2011 / Misafir Soru-Cevap
12 Haziran 2012 / Misafir Cevaplanmış
2 Nisan 2013 / Misafir Soru-Cevap