Arama

Muhammed İkbal

Güncelleme: 27 Kasım 2012 Gösterim: 7.347 Cevap: 4
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
21 Nisan 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Muhammed İkbal
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar
iqbal
Muhammed İkbal (1873 - 1938), Hindistanlı şair, filozof ve politikacıdır. Şiirleri çağdaş Urdu ve Fars edebiyatının en önemli yapıtlarındadır. Allâme İkbal olarak da bilinir. Hindistan'daki müslümanların bağımsızlık mücadelesine ilk defa dile getiren kişidir.
1873'de Pakistan'ın Pencap eyaletine bağlı Siyalkut kentinde doğan Muhammed İkbal mutasavvuf bir anne ve babanın oğlu olarak dünyaya geldi. İlk eğitimini Kur'an üzerine aldı.
Kur'an eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Arapça ve Farsça hocasının yönlendirmesiyle İslam edebiyatıyla ilgilenmeye başladı. Lahor'da yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Doğu Dilleri Fakültesi'ne hoca olarak tayin edildi. Bu yıllarda Muhammed İkbal'in şiirleri de yayınlanmaya başlandı.
1905'de Londra'daki Cambridge Üniversitesi'nin felsefe ve iktisat bölümünden mezun oldu. Londra'da üç sene kadar kalan İkbal, burada Arap Dili ve Edebiyatı Fakültesi'nde hocalık yaparken, bilhassa Londra'da ilgi görmesine sebep olacak çeşitli İslâmi konularda bir dizi konferans verdi. Yine Londra'da kaldığı müddet içinde hukuk üzerine okuyan İkbal, savcılık diplomasını aldıktan sonra Almanya'ya giderek Münih Üniversitesi'nde felsefe dalında doktora yaptı.
1908'de Hindistan'a döndüğünde, yazı ve şiirlerine hayranlık duyanlar tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı.
Muhammed İkbal ülkesinin siyasetine de katılmış ve halkını bu konularda yönlendirmişti. Onun bu konudaki düşüncesi ise, "Siyaset; çalışmak, izzet ve şerefe davet etmektir" şeklinde idi.
Müslüman Hintli mücahitler adıyla yazdığı şiirleri Hindistan'daki müslümanların hareketlenerek İngiliz sömürüsüne başkaldırmalarında ve Pakistan'ın kuruluşunda büyük tesiri olmuştu. Bu yönüyle İkbal M.Akif Ersoy'a da benzetilmiştir.
İslam alimi. Kurtuluş savaşı yıllarında zor durumda Pakistan halkını, Türk halkının milli mücadelesine destek vermek için örgütlemiş, milli mücadelede kullanılmak üzere Pakistan halkından 1.5 milyon sterlin toplayıp Ankara hükümetine yollatmıştır.
Uzun süren bir hastalıktan sonra 21 Nisan 1938'de vefat etti.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Biyografi Konusu: Muhammed İkbal nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
AndThe_BlackSky - avatarı
AndThe_BlackSky
VIP VIP Üye
2 Temmuz 2011       Mesaj #2
AndThe_BlackSky - avatarı
VIP VIP Üye
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Sponsorlu Bağlantılar
Vatan Anlayışı

Merhum Muhammed İkbal, “Hac, mü’minlere göç etmeyi öğretir ve onlardaki vatan mefhumunu yakar!” diyerek Müslümanların Vatan Millet anlayışında bir çığır açmıştır.

Eserleri

  • Esrâr-ı Hodî (Esrar ve Rumûz,1915)
  • Rumûz-i Bî-hodî (1918)
  • Peyâm-ı Maşrik (Şarktan Haber,1924)
  • Bâng-ı Derâ (1924)
  • Zebûr-i Acem (1927)
  • Cavidname (1932)
  • Misafir (1934)
  • Bâl-ı Cibril (Cebrail'in Kanadı,1935)
  • Pes Çi Bâyed Kerd Ey Akvâm-ı Şark (1936)
  • Zarb-ı Kelîm (1936)
  • Armagân-ı Hicaz (1938)

GüNeSss - avatarı
GüNeSss
Ziyaretçi
28 Eylül 2011       Mesaj #3
GüNeSss - avatarı
Ziyaretçi
calig21
Muhammed IKBAL
(1873-1938)
1873 de Pakistan‘in Pencap eyaletine bagli Seyalkat kentinde dogan Muhammed Ikbal mutasavvif bir anne babanin ogludur. Babasi Muhammed Nur çok muttaki birisi olarak hem din, hem de dünya isleriyle mesgul olurdu. Geçimini ise çalisarak elde ederdi. Ikbal‘in annesi de tipki babasi gibi ehli takva birisiydi. Hatta beyi rüsvet almakla ün yapmis birinin yaninda çalisirken, acaba bunda da rüsvet var mi düsüncesiyle çok defa beyinin kazancindan yemekten sakinirdi. Ancak daha sonra beyinin kazancinin rüsvetle ilgisi olmadigina kanaat getirerek ondan yerdi. Muhammed Ikbal‘in devamli Kur‘ani Kerim okumakta oldugunu gören babasi, bir gün ona Kur‘ani Kerim‘i anlamak istiyorsan, ‚sana indiriliyormus gibi oku‘ dedi.
Ikbal çocuklugundaki ilk egitimini evinde babasindan aldi. Daha sonra Kur‘ani Kerim‘i okumak için medreseye gitti ve büyük bir kismini ezberledi. Bu merhaleden sonra babasinin arkadasi Mir Hüseyin‘in görev yaptigi bir okula gitti. Mir Hüseyin Arapça ve Farsça hocasi olarak Ikbal‘e Islâmi edebiyatini sevdirdi. Burayi bitirdikten sonra Pencap eyaletinin baskenti Lahor‘a giden Muhammed Ikbal, orada hükümete ait bir okula girdi.
Zaten Lahor bir çok lisenin bulundugu bir sehirdi. Burada felsefe ve Ingilizceden ögretmenlik diplomasi alan Ikbal, Lahor‘da dogu dilleri fakültesine hoca olarak tayin edildi. Iste Muhammed Ikbal bu devrede siir yazmaya baslayarak yavas yavas ismini duyurdu.
1905 de Londra‘daki Chambrich üniversitesine girmek için Ingiltere‘ye giden Ikbal, oradan felsefe ve iktisat bölümünü üstün bir derece ile bitirerek mezun oldu. Londra‘da üç sene kadar kalan Ikbal, burada Arap dili ve edebiyâti fakültesinde hocalik yaparken bir taraftan da çesitli Islâmi konularda bir dizi konferans verdi. Bu konferanslari onun Londra‘da çok taninmasina sebep olmustu.
Yine Londra‘da kaldigi müddet içinde hukuk üzerine okuyan Ikbal savcilik diplomasini aldiktan sonra Almanya‘ya giderek Münih Üniversitesinde felsefe dalinda doktora yapti. 1908 de Hindistan‘a döndügünde, onun yazi ve siirlerine hayranlik duyanlar tarafindan büyük bir coskuyla karsilandi.
Ikbal Hindistan‘daki çalisma hayatina avukat olarak baslarken onun bu görevdeki çalismasi, dogruluk ve emanete örnek olarak gösteriliyordu.
Hakliligina inanmadigi ve hakkini alamayacagi kisinin davasina bakmazdi.
Daha sonra Lahor‘da hükümete ait bir okulda Arap dili ve edebiyati bölümünde hocaliga devam eden Ikbal, bu görevinde fazla kalmayarak ayrildi.
Hocalik görevinden istifa edisinin sebebi kendisine soruldugunda cevaben: “Ingilizlere hizmet etmek zordur. Ben istedigimi insanlara anlatamiyordum. Simdi ise hürüm, diledigimi söyler ve diledigimi yaparim” diyordu.
Hükümetteki bu resmi görevinden istifa etmesine ragmen hiç bir zaman egitim ve ögretim islerinden geri kalmamisti. Devamli olarak Lahor‘daki Islâm akademisiyle irtibat halinde olan Ikbal orada dersler verirken, çesitli üniversitelerde de ilmi konferanslar veriyordu. Bu arada Af gan hükümetinin daveti üzerine Afgan egitim komisyonuna da istirak etmisti.
Muhammed Ikbal ülkesinin siyasetine de katilmis ve halkini bu konularda yönlendirmisti. Onun bu konudaki düsüncesi ise: “Siyaset; çalismak, izzet ve serefe davet etmektir.” seklinde idi.
Müslüman Hintli mücahitler adiyla yazdigi siirleri Hindistan‘daki müslümanlarin hareketlenerek Ingiliz sömürüsüne baskaldirmalarinda büyük tesiri olmustu. 1926 da Pencap eyaletinden Hukuk Komisyonuna seçilen Ikbal ayni zamanda “Rabitatül Islâmiye” adli merkezi Suudi Arabistan‘da olan bir cemiyette de çalismalar yapmisti.
1930 da Pakistan devletinin kurulusu konusunda kendisine has görüsüyle insanlarin huzuruna çikan Ikbal Hindistan‘in bölünmesinin din, irk ve dil esasina göre taksimini öngörüyordu. O zaman bu görüsünü daha sonra Pakistan devlet baskani olacak olan Muhammed Ali Cinnah‘a anlatirken, siir ve konusmalarinda bu düsüncesine oldukça fazla yer vermisti. Daha sonra 1932 de Londra‘da anayasa hazirlamak için olusturulan ve çok uzun münakasalara sahne olan kongreye katilan Ikbal, o sirada siddetli ve uzun sürecek bir hastaliga yakalanir. Doktorlarin gayretlerine ragmen bir türlü iyilesmeyen Ikbal ölümü tebessüm ve riza ile karsilayarak 1938 de Allah‘in rahmetine kavusur. Iste bu siralarda Ikbal ölümle ilgili olan su siirini yazmisti:
“Ölümü ve aciyi mutluluk ile karsilamak
Müminin alametlerindendir‚
Muhammed Ikbal ehli takva bir evde dogup büyüdügü ve babasinin arkadasi olan Mir Hüseyin‘in tesirinde çok kaldigi için takvaca ve sahsiyetinin olgunlasmasi konusunda oldukça ileri bir merhaledeydi. Çünkü Üstad Mir Hüseyin talebelerine özellikle akide, Islâmi sahsiyetin olusturulmasi ve Islâm edebiyati konularinda çok tesir ediyor ve onlari üstün birer sahsiyet olarak yetistiriyordu.
Ikbal çok zeki ve ince duygulu birisiydi. Daha çok genç yaslarindayken siir yazmaya baslamisti.
Bu siirler daha sonralari çesitli dilere tercüme edilmisti. Ikbal‘in siir ve edebiyat bakimindan büyük bir kabiliyete sahip olmasi onun kültürel açidan üstün bir egitim aldiginin ve Islâmi bakimdan olgunlugunun bir göstergesidir.
Henüz 33 yaslarinda iken felsefe, iktisat, hukuk ve edebiyat gibi bir çok ilimlerde tahsil görmüs ve üstün derecelerle diplomalar almisti. Bu konularda yazdigi eserlerden bazilari çesitli dillere çevrilerek bu üstün sahsiyetin fikirlerinden baskalarinin da istifadesi saglanmisti.
Ikbal belki bir vaiz ve filozof degildi ama her seyden önce Allah‘a samimi olarak iman etmis cesaretli, kendine güvenen ve düsüncelerinde belirli özellikleri olan bir kisiydi. O siirlerinde hayatin gerçeklerine bakar, fitratindaki siire olan yatkinligiyla bu konulari en tesirli bir sekilde izah ederdi. Iste Ikbal bu vasiflariyla büyük ve gerçek bir mücahid. olarak ortaya çikmaktadir.
IKBAL‘IN ISLAH YOLUNDAKI ÇALISMALARI
Muhammed Ikbâl hayata bakis felsefesini ve görüslerini siirlerinde islemistir. Onun islah yolundaki belli basli düsünceleri sunlardir:
1- Muhammed Ikbal Islâma ve müslümanlara hayranlikla dolu bir müslümandi. Ona göre müslümanin topraginda sinir olamazdi. Çünkü bütün müslümanlarin vatani birdir. Ikbal‘in bu konuda yazmis oldugu bir çok kahramanlik destanlari vardir. O dogusuyla ve batisiyla bütün müslümanlari kusatmistir.
Ona göre insanligin saadetini gerçeklestirecek . tek hükümet Islâmdir. Siirlerinde sürekli olarak Islâmiyetin devlet olarak yasandigi ve beseriyete gönderildigi devirleri islerdi.
Ikbal Islâm ümmetinin hiç bir zaman yok olmayacagini çünkü Islâm ümmetinin ebediyyen kalici deger üzerine bina edildigini söylüyordu. Diger taraftan da üzülerek Islâm ümmetinin aci hallerini dile getiriyordu. Bir siirinde bu konuyu söyle gündeme getirmistir:
Hak olan ezan devamli aralarinda olan
Islâm ümmeti ebedi kalacaktir.
La ilahe illallah‘in askindan kalbler
tutusmaktadir.”
calig29Eger geçmisinde Islâm medeniyetini yasamis herhangi bir yere gitse oranin maziye karismis halini hatirlar ve üzülürdü. 1908‘de Avrupa‘dan Hindistan‘a dönerken Sekille Adasina ugramis eskiden oranin Islâm medeniyetine besik oldugunu hatirlayarak kendi kendine:
Göz yasiyla degil kan akitarak agla.
Iste burasi Islâm medeniyetinin gömüldügü yerdir.
diyerek aglamistir. 1932 de Londra‘daki kongreden dönerken Ispanya‘ya ugramis, orada Kurtuba Mescidini ziyaret ederek mü‘min bir sair olarak Islâm medeniyetinin bir harikasi olan bu caminin önünde bir müddet duygulu duygulu durduktan sonra senelerden beri ezan okunma mis ve içinde namaz kilinmamis bu camide iki kere kat namaz kilmisti.
Ikbal müslümanlarin gelecegi konusunda oldukça iyi düsünceler ve ümitler besleyen birisiydi. Bir gün Kurtuba‘da "Büyük Vadi" isimli nehrin kenarinda durmus söyle diyordu:
Ey sanli nehir su anda senin kenarinda duran kisi çok güzel bir hayal içindedir.
Bu adam gelecegin aynasinda yeni bir dönem görmektedir.
Bu dönemin müjdeleri gözükmeye basladi. Fakat henüz insanlarin gözünden sakli durumdadir. · Eger Avrupa bu dönemi su anda farketse aklini kaybedip deliye dönerdi.
Muhammed Ikbal‘in Avrupa‘da egitim görüp onlarin arasinda uzun bir müddet kalmasina ragmen hiç bir zaman onlarin kültürlerine aldanma misti. O Avrupa medeniyetinin insanlari kardes yapacagina, insanliga saadet getirecegine inanmiyordu. Çünkü Avrupa‘nin medeniyeti sadece maddi bir medeniyetti Evet bu medeniyet ilmiyle ve organizesiyle tüm dünyaya boyun egdirmisti ve kendi gayesi için tabiatla alay ediyordu. Ama imandan yoksun oldugu için saskinliklar içinde aciyla kivranmak taydi. Bu medeniyet islah etme ve merhamet
etme özelligine sahip degildi. Iste bundan dolayi devamli olarak müslümanlara özellikle de gençlere bu medeniyetin gösterisine kanarak onun tuzagina düsmekten sakinmalarini söylerdi.
Ama maalesef ümmetten bazilari bu tuzaga düserek bütün izzetlerini kaybederek zayifladilar ve varliklarini yitirdiler. Ikbal yazi ve siirlerinde müslümanlari derinlemesine Islâmi ögrenmeye çagirirdi. Çünkü “müslümanlarin izzeti ve hürriyeti, Islâmin asil kaynagi olan Kur‘an ve sünnettedir” diyordu. Ne zaman Islâmdan ve Resulullah‘tan bahsetse, gurur ve iftiharla söyle derdi:
“Eger yildizlar ve gezegenler boyun bükerse buna hayret etmeyiniz. Çünkü ben kendini yollarin rehberi, peygamberlerin sonuncusu ve insanlarla cinlerin önderi olan Hz. Muhammed‘e baglayarak, onun bereketli ayak tozuna karisarak bahtiyar insanlarin gözüne sürecekleri sürme oldum."
2- Ikbal‘in görüslerinin temelini, en çok ehemmiyet verdigi nefsi terbiye konusu olusturmaktadir. Çünkü insanin saadeti ve hayatin temeli, nefsi terbiyeden kaynaklanmaktadir. Iste bunun için ikbal sürekli olarak kisinin kendisini bilmesine ve bu yolda ardi arkasi gelmeyecek olan devamli bir cihada çagiriyordu. Bu cihad önce nefse karsi verilmeliydi.

Ikbal cihad ve çalismada hayat; tembellik ve uyusuklukta da ölüm oldugunu söylerdi. Yine ona göre insanin kendisine güvenmesi ve devamli olarak nefsini zorluklara karsi kuvvetli olabilecek sekilde hazirlamasi kisiye mutluluk vermektedir. Kisinin kendisine güvenmesi,konusunda söyle diyordu:
“Baskalarinin nimetlerinden kendi rizkini arama. Isterse günesin kaynagindan gelmis olsun hiç kimseden, su bile isteme. Allah‘a güven ve çalis. Bu serefli Islâm ümmetinin yüzünü utandirma. Bir gün Hz. Ömer at üstünde giderken elinden kamçisi düstü. O etrafindakilerden hiç birinden onu kendisine vermelerini istemeyip, bizzat atindan inerek kendisi almisti.”
Iste insan nefsini sehvetlerden ve çesitli korkulardan alikoyar ona hakim olursa baskalari o insana hükmedemez. Islâm bu nefsi terbiyeye çok büyük önem vermekte ve kisiyi kendisini olgunlastirmaya çagirmaktadir. Nefsini güzel ahlak ve faziletlerle süslemesini istemektedir. Islâm, nefsi terbiye etmeyi kendine has usullerle gerçeklestirmektedir.
Örnegin inanç konusunda nefsi süphelerden, korku ve sehvetlerden men ederek gerçek tevhidi insanin kalbine yerlestirerek devamli olarak onu tembellikten alikoyar onu çalismaya ve istikbale dair hazirliklar yapmaya tesvik eder. Iste Islâm inanci bu vasiflariyla her türlü zorlugu yenerek asmakta ve insanlik için gerçek hürriyeti ve esitligi saglamaktadir. Ikbal bu düsünceleriyle ayni zamanda Hindistan‘da yaygin olan ve bazi usüllerinde Islâma zit hareket eden tasavvufi anlayisa da karsi oldugunu ortaya koymus oluyordu. Çünkü o zamanlar Hindistan yarimadasinda hurafelerle karisik bir çok tasavvufi akim vardi ki, bunlar genel olarak “Vahdeti Vücut” inancinda olup, görünen varligi inkar esasina dayaniyorlardi. Ikbal onlari Islâmi olmayan tasavvufi akim diye isimlendirmisti.
3- Ikbal‘in gerçeklestirmek istedigi hedeflerden birisi de Dünya Islâm Devletinin kurulmasiydi. O her ne kadar kisinin ferdi degerini idrak etmis ve görüslerinin aslini nefsi terbiye olusturmussa da bunu da yeterli olmadigini biliyordu. Onun için ferdi cemaat için, cemaati da fert içinbir ayna kabul ediyordu. Eger fert görevini yerine getirmese bu noksanligin cemaata da siçrayacagina inaniyordu. Ona göre fert kendisini iyi yetistirirse cemaattaki görevini daha iyi yapacaktir. Eger hata yapsa iyi yetismis cemaat onu ikaz edip düzeltecektir. Bu konuda bir siirinde söyle diyor:
“Eger fert bir cemaata mensup olsa tipki bir damla iken nehir olur.
Artik onun ruhu, bedeni, açigi ve gizlisi, her seyi bagli bulundugu toplumuna ait olur.”
Iste bu cemaatin elbette bir davasi ve onlari birarada tutan prensipleri olmalidir. Yine bu hedeflerin gerçeklesmesi ferdin ve cemaatin saadetinin saglanmasi lazimdir. Ayrica bu hedefler bütün beseriyetin saadetini de saglamalidir. Ki, iste Islâm tüm insanligin mutlulugunu gerçeklestirecek tek din olarak ortadadir.
Bunun için Ikbal bütün müslümanlari içine alabilecek ve insanligin saadetini saglayacak olan bir Islâm devletinin zaruri oidugunu devamli söyliyerek Islâmi devletin gerçeklesmesi yolunda çok gayretler sarfetmistir.
O bu çalismalari esnasinda hiç bir zaman herhangi bir irki taassuba düsmemistir. Müslümanlar için muayyen bir topragin olmayacagini esasta Islâmin tatbik edildigi yerin müslümanin vatani olduguna inanarak söyle derdi:
“Irkçilik taassubu Islâm ümmeti arasindaki irtibati ve Islâmi iliskileri kesmistir.”
Iste Hindistan‘da yasayan müslümanlar için müstakil bir Islâmi devletin olmasini, bu devletin inançta ve hedefte bütün müslümanlari bagrina basmasi gerektigini söyleyerek, Pakistan‘in kurulusuna temel hazirlayanlardan birisi olmustu. Ikbal‘in çalismalarinin neticelerinden en önemlisi, kendisinin ölümünden yedi yil sonra 1947 de Pakistan devletinin kurulmasi olmustur. Çünkü bu devletin kurulmasiyla birlikte Hindistan‘da bir taraftan hindularin zulmü altinda ezilen, diger taraftan Ingilizlerin sömürgesi altinda olan Hintli müslümanlar biraz olsun emniyete kavusmuslardi.
Pakistan Islâmin hükümlerinin tatbik edilmesi için kurulmustu. Elbette orada müslümanlarin sözü geçmeli ve huzur bulmaliydilar. Gerçi Pakistan kurulusundan simdiye kadar bir çok olumlu asamalar geçirmistir ama henüz arzu edilen seviyeye ulasmamistir.
Pakistan‘in kurulusu hakkinda bir arastirmacinin dedigi gibi, kisa sürede devlet olan ve islah yolunda ilerlemeler yapan Pakistan‘in Islâm devleti olma gayretlerini küçümseyemeyiz.
Allah rahmet etsin.
kaynak
Mavi Peri - avatarı
Mavi Peri
Ziyaretçi
7 Temmuz 2012       Mesaj #4
Mavi Peri - avatarı
Ziyaretçi
Muhammed İkbal

(1876 ?, Sialkot - 1938 Lahor), Pakistanlı şair. İlk ve ortaöğrenimini Sialkot'ta tamamladıktan sonra Lahor'da felsefe öğrenimi gördü. Öğrenimi sırasında şiir yazmaya başladı ve Batı edebiyatıyla ilgilendi. 1905'te İngiltere'ye gitti. 1907'de Münih Üniversitesi'nde doktora yaptı. Bir yıl sonra Lahor'a dönerek İngiliz edebiyatı ve felsefe profesörü oldu. 1927'de Pencap Yasama Meclisi'ne seçildi ve Müslüman Birliği toplantısına başkanlık etti. İlk olarak Pakistan'ın bağımsızlığı fikrini ortaya attı. Mevlâna, Nietzsche ve Bergson'dan etkilendi. Şiirlerini Urdu ve Fars dillerinde yazdı. Tarihteki İslâm zaferlerini, İslâmiyet'in dağınıklığını konu etti, birlik ve reform çağrılarında bulundu. Pakistan'ın ulusal şairi ilân edildi. Başlıca yapıtları: "Esrar-ı Hodi" (Benliğin Sırları, 1915), "Peyam-ı Maşrık" (Şarktan Haberler, 1923), "Zebur-ı Acem" (1927), "Pes çi Bayed Kerd Ey Akvam-ı Şark" (Ey Şark Milletleri Ne Yapmalı? 1936), "The Reconstruction of Religious Thought in İslâm" (İslâm'da Dinî Düşüncenin Oluşumu, 1934).

MsXLabs.org & MORPA Genel Kültür Ansiklopedisi
bekirr - avatarı
bekirr
VIP VIP Üye
27 Kasım 2012       Mesaj #5
bekirr - avatarı
VIP VIP Üye
Muhammed İkbal (1877-1938)

Hindistan'da dünyaya gelen İkbal'in yazmış oldukları, günümüze değin yalnızca Güney Asya'da değil ayrıca Ortadoğu'da da önemli bir etkiye sahip olmuştur. Milyonlarca kişiye ilham veren tutkulu şiirleriyle ünlü ve sevilen bir kişi olmasının yanı sıra Pakistan'ın politik düşünürü ve manevi babasıdır. Önemi esasen modernite adı verilen hususla karşılaştığında İslam'ın yüz yüze olduğu sorunların bilincinde oluşunda yatar; özellikle İslam dünyasının hem politik hem de toplumsal alanda Batının tecavüzüne cevap vermede, ayrıca bilimsel ve teknolojik arenada başarısız oluşunda yatar. İkbal, üç dilde ürün vermiştir: İngilizce, Urduca ve Farsça.

Muhammed İkbal, Kasım 1877'de Pencap eyaletindeki Seyelkat'ta, kökleri Keşmir'e dayanan orta sınıf bir ailede dünyaya gelir. Babası tüccar bir terzi olup İslam kelamı ve tasavvufu konusunda bilgi sahibi bir kişidir. Birçok Müslüman reformcuya benzer olarak İkbal'in eğitimi İs¬lami ve Batı eğitiminin bir karışımından oluşur. Modern okullara gitmiş ve Seyalkat'taki Scotch Mission College ve sonra 1889-1893 arasında Murray College'a devam etmiştir. Liseyi bitirdikten sonra Seyelkat'tan ayrılır ve 1893-1897 arasında Lahore Oriental College'da eğitim alır. Özellikle Arapça ve İngilizce alanında uzman olup felsefe alanında yüksek lisansına devam etmiştir. 1899'da yüksek lisansı bitince Oriental College'de Arapça alanında okutmanlığa atanır. Ancak çok geçmeden buradan ayrılıp Lahore'deki Government School'da felsefe dersleri ver¬meye başlar.

İkbal, Lahore'de ders verirken kendisini Avrupa'ya yolculuk yap¬maya teşvik eden ünlü İngiliz oryantalist T.W. Arnold'la bir dostluk kurar. 1905 ve 1908'de İngiltere ve Almanya'da çalışarak bunu gerçekleştirmiştir. Londra'da Lincoln's Inn'e katılır ve Bar derecesi alır. Daha sonra Cambridge Üniversitesi Trinity College'da tasavvuf uzmanı
R.A.Nicholson ve neo-Hegelci M.E. Mc Taggart'la çalışır. Buradan He- idelberg ve Münih'e geçerek 1908'de İran'daki Metafizik Gelişim adlı teziyle doktorasını tamamlar.

Bir şair olarak zaten üne kavuşmuş olduğundan 1908'de kısa bir süre ders vermek için Lahora dönerek enerjisini bu alana adar ve hukuk alanında mesleğini yürütmeye çalışır. İkbal'in şiiri sufi şair Mevlâna gibi Müslüman reformcu, fakih ve mutasavvıfların düşünceleriyle Hegel, Bergson ve Nietsche gibi Batılı filozofların düşüncelerini birleştirerek Doğulu ve Batılı etkilerin bir sentezini yansıtır. Tüm eserlerinde yansıtılan başlıca alakası İslam'ın ihyasıdır. Politik aktivistliğinden önce Urdu¬ca ekonomi alanında kitaplar kaleme almış ve 1901'de kurulan Urduca Mahazan adlı dergide düzenli olarak tabiat, din ve politikaya ilişkin ko¬nularda şiirler kaleme almıştır.

Avrupa'da geçirdiği süre içinde İkbal'in şiiri ulusalcı bir duruş yansıtır. İslam imparatorluğunun altın çağını ve sonrasındaki çöküşünü dile getirdiği bir naat kaleme alır. Naatın mesajı, İslam dünyasının kaderinin harici faktörlerde hapsolunmaktan çok bizzat Müslümanlar'ın ellerinde olduğudur. Tasvir-i Derd (Acının Tasviri)şiiri koloni idaresindeki Hint halkının acılarına duyduğu öfkesini vurgulamaktadır. Ulusalcı şiirleri özellikle Hindistan'daki Müslüman halkla ve yalnızca kolonyalizmin bitmesiyle değil ayrıca Hindistan'daki çatışmaların da bir son bulması umuduyla alakalıdır.

Dinamik bir güç olarak -Nietsche'nin Ubermensch'inin etkisiyle paralel olarak- nefs kavramına ilişkin felsefi görüşleri, onun Hindistan ve ötesinde kolonileştirilmiş Müslümanlar arasında egemen görünen sakinciliği (quietism) reddettiği anlamına gelir. Sonuçta bu rahatlığın suçunu bizzat Müslümanlara yükler; çünkü onlar kendilerine Allah tarafından verilen O'nun yeryüzündeki halifesi (Halifetullah fi'l-Arz) görevini gerçekleştirememişlerdir. Tartışmalı şiiri Şekva*da (şikâyet), Müslümanların yoksulluğa ve kibre boyun eğmelerine müsaade et¬tiği için Allah'a şikâyette bulunur. Bununla birlikte haklı olarak halen Müslümanlar'ı politik alandaki bilinçsizlik, mezhepçilik ve aktivizm eksikliğiyle suçlamaktadır. Kitabın neden olduğu tartışmalar yüzün¬den İkbal, diğer bir şiiri olan Şikâyete Cevab'ı (Cevab-ı Şekva) yazmaya gerekçe bulur. Bu şiirde onu Allah'a sitem etmeyle suçlayan eleştirilere yanıt vermeye çalışır.

Sonraki yaşamında İkbal politik açıdan Pan-İslamizm'i seçer ve şiiri daha felsefi, daha mistik hale dönüşür. Şiir bağlamında büyük eseri Esrar-ı Hudi'de daha felsefi çalışmaları zirveye ulaşır. Bu eserde Müslümanlar'ın ruhlarını ve eylemlerini tekrar uyandırmaları ihtiyacını kaleme alır. Bölgesel ulusalcılığı reddedişi onun ümmet inancına dayanır: ümmet yani ulusal sınırların ötesinde varolan, benzer zihne sahip bireylerden oluşan bir topluluk. Hz. Peygamber'i Müslüman toplumun mükemmel bir örneği olarak görür; merkezi tevhid inancında yansıtılan özgürlük, eşitlik ve kardeşliğe dayalı bir toplum inşa eden bir Peygamber-Devlet adamı. İkbal, pratik anlamda iyi bir Müslüman olma zorunluluğunun Hz. Peygamber tarafından tasavvur edildiği gibi mükemmel bir İslam toplumu planı olarak işlev gören şeriat gözetiminde yaşamak olduğuna inanır. İkbal 1937'de İslam birliğinin lideri ve gelecekteki Pakistan'ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah'a bir mektup gönderir. Mektubunda, eğer İslam, bölgede bir güç olarak kalacaksa şeriatın önemli olduğunu vurgular.

Herhangi bir İslam devletinde şeriatın var olması ihtiyacından başka, İkbal ayrıca mutlak eşitliğin önemini vurgulamıştır. Demokrasinin bireyin ortaya çıkmasına müsaade etmesi bağlamında en iyi yönetim biçimi olup aristokrasinin böylesi bir bireyselliği önleyeceğine inanır. Müslüman Hint toplumuna baktığında, Hindu toplumunda olduğundan daha kötü olduğunu düşündüğü mezhepçilik ve kast sistemini görür. Ayrıca demokrasinin yalnızca pragmatik bir yönetim biçimi olmayıp köklerinin bizzat İslam'da olduğunu ileri sürer. İkbal, küçük Müslüman toplumun geniş ölçüde eşitlik ve birlik temelinde işleyen Hz. Muhammed ve Ashabı dönemine, İslam'ın ilk yıllarına yönelir. Bu sistem daha sonra yıkılmış ancak İslam, mezhepçilik ve İslam dışı yönetim biçimlerinin benimsenişinin sonucu olarak hızla genişlemiştir.

İkbal demokrasiden bahsettiğinde, onun eğitim düzeyine bakılmak¬sızın belli bir süre herhangi bir bireye oy hakkı veren Batılı demokrasi biçimlerini kastetmediğine dikkat edilmelidir. Bu anlamda İkbal, hem- şerisi Mevdudi'den farklı olmayan bir demokrasi anlayışını paylaşır: Demokrasi yalnızca neye oy verdiğini bilmeye yetecek kadar eğitimli kişiler içindir! Bunun mantığı, İslam devletini yönetecek en iyi kişinin retorik ya da popülerlik kartım iyi oynayabilen birileri değil en iyi Müs¬lüman olduğu inancına inanır. Dolayısıyla yalnızca iyi bir Müslüman olma, yani şeriat, tarih vb. alanında bilgi sahibi olma anlamında yüksek bir uzmanlık düzeyine sahip olanlar oy vermeye ehliyetlidir. Bu yüzden eğitim, demokrasi göz önünde bulundurulmadan önce asli bir unsurdur; ancak Mevdudi'ye bakıldığında derinliğine keşfedilmesi gereken tartışmalı konular bulunur: Kişinin oy verebilmesi için ne düzeyde bir eğitim gereklidir ve Müslüman olmayanların hakları nelerdir? Bunlar İkbal'in hitap etmede başarısız olduğu sorulardır.

Nietsche'nin etkisi, özellikle İkbal yaygın demokrasinin kimin yö¬netmesi gerektiği sorusuna yanıt vermesi bakımından bir gerçekliğe dönüşmesinden önceki ara aşamadan bahsettiğinde aşikâr olur. İslam toplumunun çöküşü göz önünde bulundurulduğunda, izleyenler için model sunabilecek özellikle karizmatik ve eğitimli birey tarafından yönetilmesi esastır. Yine burada İkbal, Hz. Muhammed'in karizması altında ilk İslam devletini nasıl anladığına ilişkin yakın referanslarda bu-lunmaktadır. Benzer düşünceye sahip bireylerin insanlık tarihi seyrinde zaman zaman ortaya çıktıklarına inanır. Bu tema yalnızca Nietsche ve onun "süperinsan" ya da Ubermensch kavramından değil, ayrıca bizzat İslam içinde ünlü bir hadise dayanan her yüzyılda bir "müceddid"in (yenileyici) zuhur ettiği inancından da alınmıştır. Geçmişteki tanınmış "müceddidler" arasında Şafii ve Gazali sayılabilir. Ayrıca İkbal yalnız¬ca geçmişteki nebileri değil ayrıca velileri de kapsayan Sufilerin İnsan-ı Kâmil kavramından ilham almaktadır. Özellikle Sufi Şair Mevlâna Celaleddin Rumi, însan-ı Kâmil kavramı üzerine çokça yazmış ve yaşamı böylesi kimselerin arayışına adanmıştır. Yine bu İnsan-ı Kâmil'in na¬sıl ortaya çıkacağı ve nasıl bilinebileceği gibi çetrefilli sorular yeterince karşılık bulamamıştır.

Diğer önemli birçok reformcu gibi İkbal de içtihad kapısının yeni¬den açılması ve kanun yapımında içtihad gereksinimi için çağrıda bulunmuştur. Ütopyacı bir ideale ilişkin yazarken ideal toplumun statik bir ideoloji olmayıp sıkı bir şekilde Kuran ve Hz. Muhammed'in yaşamındaki temel ilkelere yerleşik kalırken, değişim ve ilerleme için kolayca uyarlanabileceğini ileri sürer. Bu İslami otorite kaynakları, kurulu doktrinlerden çok paradigmalar ya da deniz feneri olarak görülmelidir. Bu görüş, onun, Tanrı'nın yaratıcı ve dinamik bir güç olarak dahili imkânların ifşası olduğu teolojik inancıyla paralellik arz eder. Dolayı¬sıyla şeriat ayrıca bir tasarı olarak kalırken değişime de açıktır. Şeriatın sabit ve kutsal olduğu konusunda muhafazakâr âlimleri yani ulemayı suçlar, bu yüzden daha modern işlerde eğitim çağrısında bulunur. İkbal ayrıca hayali yanıt bulmaktan çok daha fazla soru ortaya koyar. Çünkü pratik bağlamda şeriatın hangi kısımlarının kutsal ve hangilerinin kutsal olmadığını belirlemek güçtür.

1924'de Lahordaki Ulusal Özgürlük Birliğine katılır ve 1926'da Pencap Yasama Konseyine seçilir. Toprak gelirleri ve vergiden bahsedip, zorunlu eğitim ve köyler için daha iyi sağlık hizmetlerini savunan aktif bir üyedir. İkbal'in yazılarındaki açık pan-İslamizm, onun ulusal aktiviteleriyle daima örtüşmez. Çünkü bunlara ilaveten Müslüman Hindistan için bölgesel otonomi ve Müslümanlarla Hindular için ayrı seçimleri destekler. Bunun nedeni kısmen şiirinde tasavvur ettiği saf ideallerle İslam'ın dönüşünü görmesidir. Ayrıca Hindular'a oranla bir azınlık olan Müslümanlar'ın durumunda tüm inançları eşit olarak ele alacak bir Hindistan'ın var olabileceğine inanmadığından pragma- tiktir. İkbal, 1930'da İslam Birliğinin başkanı seçilir ve başkanlık ko¬nuşmasında Pakistan hayalini ortaya koyar. Londra'da sırasıyla 1931 ve 1932'de düzenlenen Pakistan'ın geleceğine ilişkin ikinci ve üçüncü yuvarlak masa toplantılarına katılır. 1932'de hizmetleri nedeniyle şö¬valye unvanı alır. İkbal'in yazıları sıklıkla çelişkili ve karmaşık gelebilir. Bazen demokrasi çağrısında bulunurken kimi zamanlarda insanları ondan uzak durmaları konusunda uyarır. Eşitçilikten bahseder ancak kime oy hakkı tanınacağı bağlamında elitisttir. Ayrıca yazılarında ya¬şamının sonraki bölümünün pan-İslamizmi yansıttığı görülür. Yine de enerjisini Hindistan'dan ayrı bağımsız bir İslam devletinin oluşumuna adamıştır. Tüm bu durumlarda İkbal'in bir ideal olarak İslam toplumu hayaliyle dönemindeki İslam'ın haline yönelik pragmatik tavrı arasında bir ayrım yapılması gereği söz konusudur. Yazılarından birinde tüm Müslüman toplumların tek ümmet çatısı altında birleşebilmelerinden önce, öncelikle bağımsız olmaları zorunluluğunu vurgular. O halde İkbal'in düşüncesi doğrudan ve uzun vadeli amaçlara ayrılmalıdır. Sı¬rasıyla Ali Cinnah ve Mevdudi'nin düşüncelerine ve sonrasında bağımsız Pakistan İslam Devletinin oluşumuna olan etkisi özellikle dikkate değerdir.

kaynak: İslamda 50 Önemli İsim

Benzer Konular

27 Mayıs 2012 / HANDSOME Basın/Magazin tr
26 Aralık 2015 / Bluesorrow Siyaset ww
3 Şubat 2010 / Misafir Soru-Cevap
23 Kasım 2006 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
16 Ağustos 2015 / _AERYU_ Taslak Konular