Arama

Candide - Voltaire

Güncelleme: 15 Nisan 2011 Gösterim: 7.234 Cevap: 2
BrookLyn - avatarı
BrookLyn
Kayıtlı Üye
11 Şubat 2010       Mesaj #1
BrookLyn - avatarı
Kayıtlı Üye
Candide – Voltaire | François Marie Arouet (1694-1778)
Kaynak: MsXLabs.org & 100 Büyük Roman
Sponsorlu Bağlantılar


c3414
Başlıca Karakterler
  • Not:Candide'dekî düzinelerle karakterlerden, sa­dece aşağıdakiler devamlı rol oynarlar. Diğerleri, bazı büyük talihsizlikleri veya aşikâr aptallıkları göstermek için, tesadüfî olarak bir iki sayfada görünürler.
  • Candide: Hikâyenin kahramanı; adı, saflık ve temizlik ifade eden, cana yakın ve maharetli bir genç.
  • Cunegendo: Thunder-ten-Tronckh'nin kızı; Candide'nin sevgilisi.
  • Pangloss: Candide'nin hocası; daha iyisinin mümkün olmadığına inandığı dünyada yaşadığını söyler. Adının manası, ya onun bildiklerini veya lâf ebeliğini imâ edercesine, sadece dil demektir.
  • Cacambo: Candide'nin uşağı; kısmen İspanyol, kısmen Kızıl De­rili; kurnaz, azimli ve efendisine sadık.
  • Martin: Candide'nin dostluk kurduğu fakir bir ilim adamı. Haya­ta karamsar bakışı ile Panloss'ın iyimserliği karşısında yer alır.
Hikaye:
Westphalia'da, onsekizinci asırda, ikinci derece­de olmakla beraber, kendisini önemli addeden Thunder ten Tronckh Baronu, şişman karısı Barones ve güzel kızı Cunegonde ile yaşamaktadır. Dr. Pangloss adında bir öğretmen ile, Candide adında, cana yakın, samimi ve Baron'ın, gayri-meşru dünyaya gelmiş ye­ğeni de aynı konakta otururlar. Pangloss, felsefî bir iyimserdir; mevcut olabilecek en iyi bir dünyada ya­şadığına, olup bitenlerin, vuku bulabilecek en iyi şeyler olduklarına inanır. Candide, bu doktrini, sor­gusuz sualsiz kabul eder. Ardından, bir gün, baron kendisini, Cunegonde'yi öperken yakalar ve şatosun­dan atar. Böylece, hakikî hayata giren Candide, dün­yada ne kadar ıstırap çekildiğini, kötülük ve aptal­lık bulunduğunu yavaş yavaş anlar. Candide, derhal, Abare denen bir ülke ile harp halinde bulunan Bulgar ordusunda askere alınır. Kanlı bir çatışmadan sonra, dehşet içinde kalan Can­dide, Bulgar ordusundan kaçar ve Hollanda'ya sığı­nır. Burada, sefil bir dilenci ile karşılaşır ve onun es­ki hocası Pangloss olduğunu anlar. Candide, harbin, Westphalia'yı tamamen yıktığını ve Cunegonde'nin, ailesi ile birlikte öldüğünü anlar. Pangloss ve Candi­de, beraberce, Portekiz'e giderler ve denizde, hemen hemen boğulacak kadar tehlike atlattıktan sonra, Liz­bon'u yıkan 1755 depreminden biraz önce şehre ge­lirler. Depremin, din düşmanlarını bağrında barın­dıran bu şehre Allah'ın gönderdiği bir ceza olduğu­na inanan Kutsal Engizisyon, Pangloss'u asar ve Candide'yi de kamçılatır.

Esrarengiz bir kadın, Candide'ye bakar, iyi eder ve Candide -son derece sevinç içinde- onun, kaybet­tiği Cunegonde'si olduğunu görür. Kadın ölmemiştir; Cunegonde, kendisinin ırzına geçtiklerini ve bağırsaklarının alındığını itiraf eder, fakat bunların hiç de öldürücü bir şey olmadıklarını da söyler. Kadın, şim­di, iki kişinin ortaklaşa metresidir: biri, bir Yahudi bankacısı; diğeri, Engizisyon Baş Hâkimi! Candide, her ikisini de öldürür ve gereken parayı çalarak, Cu­negonde ile birlikte, bir gemiye binerek Arjantin'e kaçar. Orada, başlarına başka talihsizlikler gelir, İspanyol valisi Cunegonda'ya göz koyar ve Candide, Parugay'a kaçar. Bu ülke, o zaman, askerî bir teok­rasi olarak Cizvit papazları tarafından yönetilmekte­dir. Kumandan (ki hem bir albay, hem de bir papaz­dır) Candide'yi gayet iyi karşılar ve kendisinin Cunegonde'nin kardeşi olduğunu açıklar. Kumandan, Candide'nin, kız kardeşini hâlâ sevdiğini öğrenince, onu öldürmek ister, Car dil de tekrar kaçar. Cacambo adındaki melez bir uşağı ile beraber Candide, daha sonra, Eldorada adındaki mitolojik bir krallığı ziyaret eder. Bu ülkede, altın ve kıymetli taş­lar, kum ve çakıl taşları kadar çoktur. Daha da hay­ret uyandıran taraf, bütün halkın, akıllı ve faziletli insanlar olmasıdır. Herkes âdil olduğundan, avukat bulunmaz ve herkes faziletli olduğundan, rahip de yoktur. Güzel sanatlar ve ilim, devletin destek ve hi­mayesi altındadır ve en mütevazı bir vatandaşın da­hi yüksek bir hayat standardı vardır. Gerçi bu insan­lar, yabancılara gayet nazik davranıyorlarsa da Can­dide, hâlâ Cunegonde'yi düşünür. Nihayet, ayrılma­sına müsaade ederler. Candide, yanma kendisini, dış dünyanın standartlarıma göre, inanılmazcasına zen­gin saydıracak kadar mücevherat alır.

Candide ve Cacambo, Sur inam’a giderler. Can­dide, Cunegonde'yi geri vermesi için, Cacambo ile Buenos Aires'teki valiye rüşvet gönderir ve kendisi de Avrupa'ya giden bir gemiye biner. Martin adında bir edebiyatçı ile dostluk kurar. Bu adamın hayat görüşü, Pangloss'un iyimserliğinin tamamıyla karşı­tıdır. Yolculuk boyunca, iyi ve kötü, fazilet ve kötü­lük, kader ve hür irade üzerine uzun bir tartışma yaparlar. Nihayet, beraberce Paris'e gelirler ve Can-dide, Paris sosyetesi, tiyatroları, kitaplar ve tenkitçi­ler kumar ve teoloji hakkında fikirlerini geliştirir. Başka bir maceraları onları Venedik'e götürür. Can-dide, burada her şeyden sıkıntı ve bıkkınlık duyan Senyor Pococurante adlı asilzadeden ve şu veya bu şekilde ellerindeki krallıkları kaybetmiş altı kral­dan çok şey öğrenir. Candide artık, dünyada (Eldo­rado dışında), yeryüzündeki insanların müşterek ka­deri olan mutsuzluktan kendisini kurtarabilecek ka­dar zengin ve güçlü kimsenin bulunmadığına derin­den inanır. Şimdi, Hıristiyan dünyasını geride bırakan Can­dide ve Martin, İstanbul'a giderler ve orada bir dizi mesut tesadüflerle Cacombo, Cunegonde, Pangloss (ki Lizbon'da tamamıyla asılmıştır) ve her zamanki kavgacı mizacını hâlâ bırakmayan Cunegonde'nin kardeşi ile buluşurlar. Cunegonde, artık buruşuk yüzlü, huysuz bir ka­dındır; fakat Candide, onu nazik bir şekilde kucak­lar ve bir görev ve mesuliyet duygusu altında onunla evlenir. Candide'nin, Eldorado'dan getirdiği mücev­heratın çoğu gitmiştir; yine de geride kalanlarla, Candide, İstanbul şehri dışında mütevazı bir çiftlik satın alır ve meyve yetiştirmeğe başlarlar. Cacambo da, bu meyveleri pazarlarda satar. Candide, nihayet, bir ölçüde felsefî bir huzura kavuşur. Artık büyük bir zenginliğe sahip bulunma­dığı gibi, romantik bir aşk peşinde de değildir. Samimiyetleriyle ve çalışkanlıklarıyla o ve yanındakiler bir ölçüde güvenlik ve huzura kavuşurlar. Cunegonde, hattâ iyi yemek pişirmesini bile öğrenir. Hâlâ tar­tışmaktan zevk alan bilgiç edalı filozofluğunu hâlâ muhafaza eden Pangloss, mümkün olabilecek hayat tarzları altında, en iyisinin, şimdi yaşadıkları hayat olduğunu söyler; ama Candide, meseleleri artık fel­sefî yönden ele almaz ve mücerret münakaşalar ar­tık onu ilgilendirmez. Sadece şu cevabı verir. Ken­di bahçemizi işleyelim.

Tenkid:
Candide, anında, akla geldiği gibi sözlerden olu­şan bir şaheserdir ve titizlikle plânlanmış bir roman olarak ele alınmamalıdır. Voltaire, besbelli ki, plânı üzerinde ciddiyetle durmadı veya okuyucularının da duracaklarını ummadı. Hâdiseler, öylesine birbirine eklenmiştir ki, çok az devamlılık vardır ve hikâyeye tesir etmeksizin, bunlardan çoğunun yerleri değiştiri­lebilir. Hikâyede görülen devamlılık ise, bir dizi akıl almaz tesadüflere bağlıdır. Açıkça görülüyor ki, Vol­taire, bir macera roman düşünmüyor, gülünç bir hic­viye yazıyordu. Romanın karakterleri de, aynı şekil­de, gelişi güzel ele alınmış: bu karakterler, portreler değil, bir fikri belirten veya bir kötülüğü anlatan karikatürler. Gerçekten, eserin plânı, onların, iki bo­yutlu karakterler olmalarını gerektirir; çünkü onla­rı, hakikî insanlar olarak kabul edeceksek, onların başlarına gelen talihsizlikler, komik değil, dehşet uyandırıcı olur ve kitabın düşüncesiz, küstahça tonu bizi rahatsız ederdi. Okuyucunun, daha birinci sayfadan itibaren gör­düğü lâtifeli ton, istihzalı, cinaslı hâdiseleri dikkatli bir şekilde ele almakla kurulur. Voltaire, bağdaşmaz fikir ve imajları bir araya getirmekten büyük zevk duyar, meselâ, Cunegonda, Lizbon'daki engizisyonu anlatırken der ki: Salondaki yerim fevkalâde idi ve dinî tören ve idamlar arasında kadınlara, meşrubat verdiler. Tabi, burada anlatılmak istenen şu ki, idamlar dahi, dinleyicilerin hoppalığı ve saçmalığı kadar şoke edici değildir. Hadiseleri anlatırken ele alman bu tür bir vasıta, Dr. Pangloss'un aşk yapma­sının tecrübî fiziğin bir dersi olarak anlatılması gibi, felsefenin teknik terimlerini, onları, beklenmeyen veya hatta açık saçık, müstehcen muhtevalar içinde göstererek alay etmektir. Kitapta, nükteli vecizeler veya edebe aykırı, insafsız paradokslar var. Meselâ, Cunegonda, şerefli bir hanımın ırzına geçirilebilece­ğini söylüyor; çünkü bu onun faziletini arttırmağa yarar! Fakat sık sık başvurulan vasıta, her yeni ta­lihsizlik karşısında, istihzalı bir tarzda, Candide'nin, mümkün olan en iyi bir dünya »da yaşamakta oldu­ğunda ısrar edişidir. Eser boyunca, Voltaire, çok sade kelimeler kullanır ve Candide'nin şahsiyeti gibi, ba­sit cümleler kurar; fakat onun bu sadelik ve basitli­ği, büyük bir dünya görüşüne sahip olduğunu göste­riyor.

Bütün bu şaka ve latifeye rağmen, Candide ciddî bir eser. Hiciv, kelime oyunlarıyla ifade ediliyor, fa­kat fikirlerin oyunu üzerine kurulmuştur. Kitabın alay ettiği esas konu, Alman filozofu Gottfried Wil­helm Leibniz (1646-1716) ve İngiliz şairi Alexander Pope'ın (1688-1744) ortaya sürdükleri iyimser felse­feyi gülünç bir tarzda göstermektir. Her ikisi de, tâ en eski zamanlardan kendi çağlarına (tabii bizim de çağımıza) kadar gelen kötülükler üzerinde durdular: Her şeye kadir bir Allah tarafından yaratıldığı söy­lenen bir dünyadaki günahları, ıstırapları ve ölüm­leri ne ile izah edeceğiz? Leibnitz, üç çeşit kötülük bulunduğunu söyler: metafizik kötülükler (bunlar, sınırlı ve gayri mükemmel kötülüklerdir), fizikî kö­tülükler (başlıca, acı ve ıstırap), ve ahlâkî kötülük. Leibnitz, bu kötülükleri böylece belirttikten sonra, her birini teker teker ele alarak, bunlardan kaçınılamayacağını veya onların gerçekte daha büyük bir iyiliğe hizmet ettiklerini anlatır. Böylece insanlar, ateşin verdiği acıyı hissettiklerinden, kendilerinin yakılmalarına müsaade etmeyecekler ve dünyanın, tahammül edeceğinden fazla bir nüfusa erişmemesi için öleceklerdir. Bu tür münakaşanın esası şu: kö­tülük, bir bütün olarak ele alındığı zaman iyi olan ilâhî plânın gerekli bir parçasıdır. Başka bir ifade ile, biz, daha büyük bir iyiliğin ortaya çıkmasına zemin hazırlayan, iyilik ve kötülüğün bir tür kombinezonu­nu yaşarız ve bundan böyle, yaşadığımız dünya, mü­kemmel olmasa dahi, hiç olmazsa, mümkün olabile­cek bir dünyanın en iyisidir. Pope, bu düşünceleri, daha da ileri götürdü veya An Essay on Man (insan üzerine bir Makale, Deneme) adlı şiirinde, daha da pervasız bir şekilde belirtti:

Bütün Tabiat, senin bilemeyeceğin bir Sanat eseridir;
Senin görmediğin bütün Tesadüfler, Yönler, Anlamadığın bütün Dengesizlikler, Ahenkler; Bütün bu kısmı Kötülükler, evrensel İyilikler: Gurura, Aklın hatalarına rağmen, Bir hakikat apaçıktır: ne oluyorsa olsunlar, hep­si doğrudur. Candide, bu tür iyimserliği reddetmeye teşebbüs ederek, beşer içgüdüsünün buna isyan et­tiğini söyler; dünyada, kaygan ağızlarla ifade edile­meyecek derecede pek çok ıstırap vardır. Voltaire, Leibnitz ile bir tartışmaya girmez; kahramanını, o kadar fazla acı ve ıstırapla karşı karşıya bırakır ki, mümkün olan dünyaların en iyisi ibaresi bir alay olur. Candide haykırır: Eğer bu en iyisi ise, diğer­leri nasıldır? Voltaire, görüşlerini desteklemek için ileri sürdüğü delilleri, hiç olmazsa, uydurmadığını söyleyebi­lirdi; Candide'deki hâdiselerin ekserisi, gerçekte, vu­ku bulmuştu. Böylece, Bulgarlarla ve Abareler arasın­daki harp, gerçekte, Yedi Sene Harbi'dir; Venedik'te bahsedilen, tahtlarından düşürülmüş altı kral, tarihî şahsiyetlerdir; diğerlerinin de öldürülmelerine yol açması için öldürülen İngiliz amirali, talihsiz John Byng'dir, fakat Voltaire'in, dehşet koleksiyo­nundaki en değerli eser, 1755'te, Lizbon'u yıkan ve otuz bin kişinin enkaz altında kalarak ölmesine yol açan depremdir. Bu, öylesine büyük bir felâket idi ki, daha büyük bir iyiliğe katkıda bulunmasıyla izah edilemezdi. Voltaire'in dediği gibi, Eğer Pope, Liz­bon'u görse idi, "her şey iyi" diyebilir miydi?

Voltaire, iyimserlik dışında, daha pek çok şeye hücum eder? Başlıcası harp. Abare köyünü «beynel­milel kanunlara göre yakan» Bulgarları anlatırken gösterdiği kızgınlığı, Candide'nin başka hiç bir say­fasında dışarı vurmaz. Harpten sonra, bilhassa En­gizisyon ile ilgili sayfalarda, dinî müsamahasızlık ve işkencelere hücum eder. Thunder-ten Tronckh Baro­nunun şahsında, bir mevkiin verdiği gururla; Dr. Pangloss'un şahsında da bilgiçlik taslamakla alay edilir. Voltaire, ayrıca, zaman zaman kavga ettiği kimselere de hücum eder: Hollanda kitap yayıncıla­rı, Fransız tenkitçileri ve bütün bir Alman milleti. Bu sefalet ve aptallık katalogunda, Eldorado krallığının bir istisna teşkil ettiği anlaşılıyor, çünkü herkes akıllı ve faziletlidir, ama okuyucunun da böy­le bir yerin mevcut olabileceğini düşüneceği beklen­mez. Bu ülkenin kitaptaki fonksiyonu, mukayese için ideal bir cemiyet takdim etmek suretiyle, hakikî dünyadaki kötülükleri daha iyi belirtmektir. Eldorado'nun muhtelif yönleri, Voltaire'in bilhassa bazı düşüncelerini aksettiriyor: ilim ve teknolojiye duyu­lan hürmet ve bu ülkede avukat bulunmadığı (Vol­taire'in kendisi de bir avukattı). Daha da önemlisi, halkın hepsi ateisttirler; yani ilâhî tebliğ veya mucizeleriyle değil, akıl ve vicdanla idrak olunan, ken­disine ibadet etmek için kiliseye veya rahiplere ih­tiyaç hissettirmeyen bir Allah'a inanırlar. Voltaire, kahramanının Eldorado'da kalmasına müsaade etmez. Candide, hakikî dünyaya döner ve hayatın hiç olmazsa bazı kötülüklerine karşı kısmî bir hal çaresi bulur: çok çalışmak ve teorilerden ka­çınmak. Bu, mümkün olabilen dünyaların en iyisi olmayabilir, ama onu daha da geliştirmek mümkün. Candide, Pagloss'a, kendi bahçesini işlemesini söyle­diği zaman, demek istediği bu. Candide, zevkle okunacak bir kitap. Berrak ve zarif üslûbu, onu, klâsik Fransız nesrinin bir modeli yaptı. Candide, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşa­sınlar, herkesin zevkle okuyacağı bir kitap ve bütün bu lâtife ve şakalar gerisinde, derin bir ahlâkî inanış gizli. Voltaire, her çağın çok sayıda insanlarının görmemezliğe geldiği bazı hakikatleri berrak bir tarzda görebilme yetkisine sahip: yani harb ve yobazlık kö­tü şeylerdir, hırs ve aptallık dünyanın her tarafında vardır, cemiyet daha iyi bir şekle sokulabilir ve so­kulmalıdır. Eğer Voltaire bugün yaşasaydı, şüphesiz, Candide'yi yazdığı tarihten bugüne kadar geçen iki yüz sene zarfında pek bir şey değişmediğini söyle­yecekti.

Yazar:
Şair, piyes yazarı, romancı, tenkitçi, tarihçi, filozof ve sos­yal reformcu: Voltaire bunların hepsi idi ve bunların hiç birinde büyük olmamasına rağmen, öylesine parlak bir zekâya, enerjiye, zarafete sahipti ki, bütün çağların en evrensel dehası olarak ka­bul edilir. Hakikî adı, François Marie Arouet idi; Voltaire, müstear adı idi ve orijini de bilinmiyor. Paris'te burjuva bir ailede 1694'te doğdu; babası noterdi. Eğitimini, çağın en iy hocaları, Czvit papazlarından aldı; onların dindarlıkları üzerinde bir tesir bırakma­dı ise de, bilgileri ve yetişme tarzlarını benimsedi. Voltaire, on-yedi yaşında mektebi terk etti, babası onun avukat olmasını isti­yordu, fakat genç Arouet, vaktini, hür düşünceli edebiyatçılarla geçirmeyi tercih etti. Kısa bir zaman içinde nüktedan, radikal fi­kirlere sahip, ve hicvi yazılarıyla ün kazanan biri olarak kendisi­ne isim yaptı. Gerçekte, o kadar başarılı oldu ki, başkalarının şi­irlerini müstear adla yayınlamakla suçlandırıldı. Bu şiirlerden bi­ri, zamanın sosyal adaletsizlikleri üzerine yazılmış bir şiiri, meş­hur Bastille hapishanesinde onbir ay geçirmesine sebep oldu. Onun böylece hapsedilmesi, âdeta hakaret sayılacak kadar yu­muşak geçmesine rağmen. Otoritenin keyfî bir tarzda kullanılma­sına hayatı boyunca derin bir nefret besledi.

Hapisten çıktıktan sonra, Oedipe adlı bir piyes yazdı; piyes, putperest hurafelerine hücum ediyorsa da, gerçekte, kendi çağı­nın dinî inanışlarını konu almıştı. Bu arada, sonraları Henriade olarak bilinecek esatirî IV. Henri adlı şiirinin birinci bölümünü ya­yınladı. Bunlar, daha henüz yirmi yaşlarında olmasına rağmen, onu, kralın gözünde yüceltmiş, Fransa'nın önde giden yazarları arasına sokmuştu. Fakat ardından, Voltaire, imtiyazın tekrar küstahçasına uygulanmasıyla karşı karşıya kaldı: Chevalier de Ro­nan adındaki genç bir asilzade ile giriştiği bir kavga sonucu, asilzadenin uşakları Voltaire'i sokakta, herkesin gözü önünde fe­na halde dövdüler ve Voltaire yeniden Bastille'e atıldı. Gerçi in­tikam hisleriyle tutuşuyorsa da Voltaire, hür müesseseler altında yaşamanın çok daha akıllıca bir hareket olacağına karar verdi ve 1726'da İngiltere'ye giderek üç sene kaldı. Denilir ki: Voltaire, Fransa'yı bir şair olarak terk etti; akıl bi­ri olarak döndü. Şüphesiz, İngiltere, onun ufkunu genişletti. Bu­rada yeni bir dil öğrendi, yeni bir edebiyatı inceledi ve tevkif edilmek korkusu altında kalmaksızın istediğini söyleyebildi. Kendi paralelinde yetenek ve düşüncelere sahip ve aralarında Swift ve Pope gibi çağın İngiltere'sinin tanınmış yazarlarının da bu­lunduğu edebiyatçılarla dostluk kurdu. Dünyayı, fizikî kanunlarla yönetilen düzenli ve mantıkî bir yapı olarak gören Newton'un fiziğini; insanların, dinî kitaplara ve kiliseye ihtiyaç hissetmeksizin faziletli olabileceklerini ve Allah'a ibadet edebileceklerini söyleyen Shaftesbury gibi deist'lerin eserlerini inceledi. Bilhassa, rasyona­list ve ampirisist (her türlü bilginin esasının tecrübeye dayandı­ğını ileri süren felsefe) filozof John Locke’n etkisinde kaldı. Voltaire, 1729'da Fransa'ya döndü ve parlak mesleğine baş­ladı. Artık, kitaplarından gelen para ve temkinli yatımlarıyla zen­ginlik yolunda giden biri de olmuştu. Voltaire, 1734 ve 1749 ara­sında akıllı ve kurnaz bir kadın olan Marqúese du Clâtelet'in sev­gilisi olarak, onun evinde kaldı; kadın, edebî ve İlmî zevkleri olan, Newton ve Locke hakkında Voltaire'in duyduğu heyecanı be­nimseyen ve Paris sosyetesinin tanınmış bir siması idi. Bütün bu müddet zarfında, Voltaire, piyesler, hikâyeler şiirler, tarih ve fel­sefe eserleri yazdı, Newton'un fiziğini popülerleştirmeğe çalıştı. 1746'da da Fransız Akademisine seçildi. Bir ara, en iyi hâmisi kraldı. Fakat Voltaire, kralın resmî metresi Madam Pompadour hakkında, ne kraliçeyi, ne de kralı memnun eden bir şiir yazmak dikkatsizliğini gösterdi. Fakat şans kendisine yardım etti, uzun bir zamandır Prusya'yı ziyaret etmesini isteyen Büyük Frederick'in davetini kabul etti.

Potsdam, ilkin, kollarını heyecanla Voltaire'e açtı: kendisine emeklilik bağlandı, altına bir araba verildi ve bir saray unvanı da takdim edildi. Kendisini güzel sanatların hâmisi sayan kral, Voltaire'i de kendi edebî çevresine almakla gurur duyduk Voltaire, maamafih, Fransa'da olduğu gibi Prusya'da da baskı altında tu­tulamayacağını gösterdi ve Frederick de dahil herkesle kavga etti. Voltaire, 1753'te tekrar yola çıktı. Bir ara Pennsylvania'ya (Amerika) göç etmeyi dahi düşündü, fakat deniz tutmasından kork­tuğundan vazgeçti ve Cenevre'ye gitti. Fakat burada da, bu şeh­rin dinî bağnazlığı kendisini rahatsız etti; çok sevdiği amatör ti­yatro eserlerini dahi sahneye koyamadı. Nihayet 1760'da, Fransa ve İsviçre arasında Ferney'de yerleşti. Burası İsviçre sınırına o kadar yakındı ki, bir ülkenin bağnazlığından diğerine kaçabilirdi. Ferney'deki son yılları, hayatının herhangi bir çağı gibi bü­yük bir çalışma içinde geçti. Artık son derece zengin bir insandı ve sermayesini, köyün geliştirilmesi için kullandı. Dünyaca da tanınıyordu. Avrupa'nın her tarafından onu görmeğe geliyorlardı. Kendisini görmeğe gelemeyenlerle, devamlı surette mektuplaştı; bazan günde otuz mektup yazıyordu. Gine de, yazılarına (piyes­ler, tarihî eserler, hikâyeler, makaleler) ara vermeksizin devam etti. Ve bilhassa şu bakımdan hürmet görüyordu ki, dünyanın neresinde yaşarlarsa yaşasınlar, adaletsizlik ve dinî müsamaha­sızlığa uğrayanların savunuculuğunu yüklendi.

Voltaire'in, halkın sevgi tezahürlerinden öldüğünü söylemek yanlış bir şey olmaz. 1778'de, eserlerinin birinin oynandığı Pa­ris'i ziyaret etmeğe ikna olundu. Şehre bir kahraman gibi girdi, yüzlerce tanınmış kimse kendisini ziyarete geldi, on binlerce Pa­rislinin çılgın nümayişleri arasında başına defne dalından çelenk kondu, kadınlar heyecandan bayıldılar. Bu heyecan ve yorgun­luk, seksen altı yaşındaki bir kimse için çok fazla idi ve aynı yı­lın Mayıs ayında öldü. Öylece, Fransız ihtilâl ini bir iki sene ile kaçırdı. Maamafih, bu ihtilâlın aşırılıkları onu muhtemelen deh­şet içinde bırakacaktı; fakat ihtilâla giden yolun hazırlanmasında bir ölçüde onun da rolü olmuştu.

Voltaire, asrın faziletlerinin ekserisini ve kötülüklerinin de ba­zılarını gösterdi. Bir yazar olarak nüktedan, berrak, zarif ve ze­ki; düşünür olarak, derin olmaktan ziyade kolayca anlaşılan biri idi. Onun mahareti, diğerlerinin fikirlerini popülerleştirmekte ken­dini gösterdi. Hiç de bir filozof değildi, fakat her çağın en büyük felsefî yazarı idi. Mantıkî ve şüpheci bir mizacı vardı, hislere pek yer ayırmadı. Dindar Hıristiyanlar, bilhassa Fransa'dakiler, onu, her zaman bir dinsizlik ucubesi olarak gördüler. Gerçekte ise, bir deist idi; dinden değil, hurafeden ve bağnazlıktan nefret ediyor­du. Onun trajik ve esatiri eserleri artık okunmuyorsa da, daha hafif olanları, bilhassa Candide gibi felsefî eserleri öylesine nük­teli, öylesine zarif, öylesine düşünceli, öylesine medenidir ki, sa­dece Fransa'da değil, dünyanın her tarafındaki insanlar onları hâlâ zevkle okurlar.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
BrookLyn - avatarı
BrookLyn
Kayıtlı Üye
11 Şubat 2010       Mesaj #2
BrookLyn - avatarı
Kayıtlı Üye
Candide
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Sponsorlu Bağlantılar

Candide1759

Candide, ou l'Optimism, (Candide, ya da iyimserlik) Aydınlanma Çağı'nın ünlü filozofu Voltaire'in 1759'da yazdığı Pikaresk türünde olan en önemli yapıtlarından biridir. Birçok yerde Candide, hikâyeci Voltaire'in asıl karakterini açığa vuran bir kitap olarak anılmaktadır. Ülkeleri, kralları, ulusların adetlerini ve geleneklerini, kendi çağının insan karakterini alaycı bir yaklaşımla ele alan Voltaire, bu eseriyle kendi döneminin dünyası hakkında dikkate değer bilgiler vermektedir. Kitap, aslında Voltaire'in Candide (Türkçe'de saf, temiz anlamlarına gelmektedir) adını verdiği kahramanın hayatında başına gelen yarı gülünç yarı trajik olayların anlatıldığı satirik bir eserdir. Bu serüven kitabı, aynı zamanda iyimser dünya görüşüne; “her şey olacağına varır” yaklaşımına olan inanca bir eleştiridir. Kitap toplam 30 bölümden oluşmakta ve her bir bölümde Candide'nin başına gelen olaylar birbirlerine bağlı bir şekilde anlatılmaktadır.

Ana Karakterler
Candide, kitabın ana karakteridir. Baron Thunder-ten Tronckh'un şatosunda yaşayan Candide'in başına gelecekte birçok olay gelecektir.

Pangloss, Candide'in şatodaki hocasıdır. Nedensiz sonuç olmayacağına, her şeyde iyi bir taraf olduğuna ve olayların başka türlü olamayacağına inanır. Çünkü Pangloss'a göre her şeyin bir amacı vardır o halde herşeyin en iyi amaç için olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Pangloss'un bu felsefesine kitapta sıkça rastlamak mümkündür. Genel olarak eser, bir hikâye olmasına rağmen bu felsefeyi tartışır ve kitapta çok önemli bir yere sahiptir.

Moreau Monkeys
"Candide'in iki kadını kovalayan maymunları vurmasını gösteren 1803 tarihli illüstrasyon"

Cunegonde, Candide'in sevgilisidir. Baron'un kızıdır. Onun da Candide gibi serüven dolu bir hayatı vardır. Candide ile yolları bazen ayrı düşecek, bazen de hiç olmadık yerde tekrar bir araya geleceklerdir.

Yardımcı Karakterler
Jacques, Cacambo, Martin, Paquette, Papaz Giroflee de hikâyede sonradan yer almışlardır. Ayrıca sonradan bir yaşlı kadın onlara Hollanda'da yardım eder

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
ener - avatarı
ener
Ziyaretçi
15 Nisan 2011       Mesaj #3
ener - avatarı
Ziyaretçi
Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi&MsXLabs

Candide – Voltaire

Fransız yazar Voltaire'in en tanınmış yaptı. İyi niyetli bir genç olan Candide'in serüvenlerini konu alır. Dünyanın mutlak iyi olduğunu, mümkün olan dünyaların en iyisi olduğunu ve her şeyin er ya da geç kaçınılmaz olarak iyi sonuçlanacağını söyleyen öğretmenine (Doktor Pangloss) kolayca inanan Candide, onu bir ülkeden öbür ülkeye savuran serüvenleri sırasında, insan yaşamının değersiz olduğu kötü ve acımasız bir dünyayla karşılaşır. Yer yer geleneksel serüven romanı, yer yer de masal ve yergi üslubuyla anlatılan romanda Voltaire, yalnızca çağının siyasal ve sosyal yapısına saldırmakla kalmaz, Tanrı'yı ve yaşamın anlamını da tartışma konusu yapar. Yapıta karamsar ve kuşkucu bir hava egemendir.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.

Benzer Konular

9 Temmuz 2015 / Misafir Felsefe ww