Arama

II. Meşrutiyet Sonrası Türk Edebiyatı

Güncelleme: 10 Eylül 2006 Gösterim: 36.187 Cevap: 1
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
II. Meşrutiyet sonrası Türk Edebiyatı

Sponsorlu Bağlantılar
II. Meşrutiyetten sonra Servet-i Fünun mecmuası etrafında kendilerine Fecr-i Ati adını veren yeni bir nesil toplanmıştır. Kısa ömürlü olan bu topluluk, Servet-i Füsunculardan daha sade bir dil kullanmış sembolizm, empresyonizm ve romantizm gibi akımları eserlerine uygulamışlar, Avrupa Edebiyat ile Milli Edebiyat arasında bağ oluşturmuşlardır. Aruz'la şiir yazan Fecr-i Ati şairlerinden tanınmış ve orijinali Ahmet Hacim'dir. Başlangıçta Fecr-i Ati roman ve hikayecisi olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay ise, gerçek kişiliklerini Milli Edebiyat akımı içerisinde göstermişlerdir. Fecr-i Ati topluluğu dışında kalan İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı kendi şiir anlayışlarına göre eserler veren ve daha sonra Milli Edebiyat akımına katılan şairlerdir. Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde Fransız sanatına bağlı, dil ve üslupta Osmanlıcaydı sürdüren, milli kimlik ve kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir. Osmanlı imparatorluğunun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir
bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada milli kimlik ve kimlik arayışları başlamıştır. Türk Dili, Türk Vezni, Türk Zevki ve Kültürü ile Milli konuları, Milli Ülküleri işleyen Türk Edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında Milli Edebiyat akımı doğmuştur. Bir kısmı daha sonra Cumhuriyet dönemi yazar ve şairleri arasında da yer alan bu edebiyatın temsilcilerinin en önemlileri, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Kor yürek, Kemalettin Kamu, Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Refik Halit karay, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Halide Nusret Zorlutuna, Şükufe Nihal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Cumhuriyet kültür, ideoloji, edebiyat alanlarında Milli Edebiyatçıları hemen bütünüyle devralmıştır. Milli Edebiyat akımının özellikleri, cumhuriyetin ilk on yılının da bir özeti olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu şekilde belirtilebilir:
Dilde yalınlık, halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma ve hece ölçüsü, konu seçiminde yerlilik. Yalın bir dille yazma, konularını hayattan ülke şartlarından seçme ve milli kaynaklara yönelme ilkelerinde birlenilmiştir. İslamcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan , bireysel eğilimli yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Çünkü artık söz konusu olan Milli Edebiyat akımı kavramı değil, Milli Edebiyat dönemidir. Bu akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön planda olduğu roman, hikaye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesine yol açmıştır.

Türk milletine mensup olma şuuru, tarih içinde devamlılık düşüncesi, kendi kalarak Batılılaşma inancı, 1911-1923 yılları arasındaki akımın temelleridir. Bu dönemin bariz özelliği, Türk Romantizminin edebi tezahürlerini göstermesidir. Adını 1912'den itibaren duyurmakla beraber asıl şöhretini Milli Mücadele Devrinde kazanan Yahya Kemal Beyatlı, ölümüne kadar saf şiir peşinde koşmuş bir mısra kuyumcusudur. İslamcı şair olarak tanınan, başta İstanbul'da olmak üzere çeşitli şehir ve ülkelerin geri kalmışlığını, çaresizliğini, aydınların yabancı amacını anlatan Mehmet Akif Ersoy'un Safahat (Safhalar) adlı şiir kitabı hem aydınlar hem de geniş halk yığınları üzerinde büyük etki yapmıştır. Gerek Mehmet Akif Ersoy gerekse Yahya Kemal Beyatlı şiir dili ile konuşma dili arasındaki uzlaşmalığı ve Türk diline zor uyan aruzun engellerini ortadan kaldırıp yaşayan Türkçe ile başarılı şiirler yazmışlardır. Yahya Kemal Beyatlı sadece bir şair olarak değil, medeniyet ve kültür araştırıcılığı, çok çeşitli fikri ve edebi zenginlikleri şahsında toplamış, sohbetleri ile çığır açmış bir edebiyatçı olarak da tanınır. Birinci Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş savaşından sonra Türkiye'de meydana gelen en önemli olay, tarihe karışan Osmanlı Devletiyle birlikte, onun dayandığı müesseseler, sosyal tabaka, hayat felsefesi, dil ve üslubun ortadan kalkarak, yeni bir rejime, zihniyete ve sosyal düzene dayanan yeni bir devletin kurulmasıdır. Cumhuriyet devri, halk iradesine dayanan parlamento rejimini getirdi. Bu rejimi kuran ilk nesil, Kurtuluş savaşını kazanan subaylar, İkinci Meşrutiyet devrinde yetişen münevverlerdir. Hem büyük bir kumandan hem de kültür ve medeniyet konularında ileri görüşlü olan Mustafa Kemal Atatürk,bu münevverlerle birlikte Türkiye'nin sosyal, iktisadi ve kültürel yapısını değiştiren inkılapları gerçekleştirdi. Cumhuriyet devri edebiyatının ilk dönem eserleri bu siyasi, sosyal ve kültürel çerçevenin etkilerini taşır. Cumhuriyet kuruluşunu hazırlayan milliyetçilik ideolojisi içinde doğan Milli Edebiyat akımı Cumhuriyetin ilk yıllarında en olgun eserlerini verdi. Cumhuriyet rejimi ve bu devirde meydana getirilen sosyal ve iktisadi müesseseler üstünde başlarında büyük Türk sosyolog ve düşünürü Ziya Gökalp'in bulunduğu Türkçü ve Milliyetçi münevver zümre etkili oldu. Gökalp'in Türkiye ve Türkler için şekillendirdiği düşünceler başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran birinci neslin dünya görüşünün kaynağını teşkil etti. 1880 yıllarından sonra doğan, II. Meşrutiyeti, Balkan savaşını ve Kurtuluş savaşını gören ve modern Türkiye Cumhuriyetinin aydın tabakasını meydana getiren nesil, felaketlerle olgunlaşmış ve zenginleşmiş hayat tecrübesine sahiptir. Halka ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için onun dilini kullanmak gerektiğine bu nesilden yazarlar eserlerinde konuşma dilini kullandılar. Halk dilini kullanırken gençlik yıllarında hayran oldukları Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) yazarlarının ince zevkini günlük dile aktardılar. Genç Kalemler Dergisinde başlayan bu çalışmalar başlangıçta Edebiyat-ı Cedide topluluğunda yer alan ve II. Meşrutiyet devrinde Türkçülük akımına katılan Ahmet Hikmet Müftüoğlu devrinin ilk dönem şairleri Türkçülerin yaygınlaştırdığı sade dil ve hece veznini kullandılar. Memleket gerçekleri ve bir ölçüde günlük hayat şiir konuları arasına girdi. Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Orhan Seyfi Orhon (1890-1972) ve Yusuf Ziya Ortaç'dan (1896-1967) sonra yetişen Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973) ile Kemalettin Kamu (1901-1948) Anadolu'yu ve vasat insan tipini şiire soktular. Hece vezni ile serbest tarzda şiirler yazan Enis Behiç Koryürek'in (1892-1949) şiirleri tarihi ve milli heyecanları yansıtır. Kendine has üslubu, vatan, coğrafya ve tarihini İstanbul dekoruyla canlandıran Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) hem şiirde hem de nesirde çok başarılı örnekler veren çok yönlü bir edebiyatçıdır.
Genç yaşında Rusya'ya giden ve oradan Marksist ve materyalist bir inançla dönen Nazım Hikmet Ran (1902-1963) Türkçe'nin estetiğini Mayakovski tesirleri taşıyan yeni bir tarzda kullanarak ihtilalci şiirler yazdı. 1960'lı yıllardan sonra Türk Edebiyatı içinde yaygınlaşan sosyalist akımının başlangıcı bu şiirler oldu. Ahmet Muhip Dıranas şiiri tamamen estetik olarak kabul eden şairlerdendir. Aynı nesilden olan Arif Nihat Asya (1904-1976) üslup ve ruh yönünden zenginliğini şiirlerine aksettiren orijinal bir şairdir. Türk Edebiyatında küçük klasik hikaye yazma geleneğinin kurucusu ve en başarılı temsilcisi olan Ömer Seyfettin'in (1884-1920) hikaye kitapları 144 baskı yaparken kendisi en çok okunan yazar oldu. Sait Faik Abasıyanık (1906-1948) ve Sabahattin Ali'nin 1935 yılından sonra yayınladıkları hikayeler, birbirinden farklı iki yeni çığır açtı. Sait Faik, konuları İstanbul'da geçen ve şahsi izlenimlerine dayanan şiir duygusuyla dolu hikayeler yazdı. Materyalist bir dünya görüşüne sahip olan Sabahattin Ali, dış tasvirlere ve sade olaylara fazla önem veren hikayeler yazdı. Bu iki yazarla birlikte 1960'lı yıllardan sonra yoğunlaşan günlük hayat ve olayların, düşünce ve beklentilerin edebiyata akması başladı. 1940-1945 yılları arasında Türkiye II. Dünya Savaşına katılmamakla birlikte, siyasi,sosyal,kültürel bakımdan büyük değişikliklere uğradı. İdeolojik yönden Nazizm ve Faşizme karşı açılmış olan bu savaş bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de batılı demokrasiye ve sosyalist akımlara üstünlük sağladı. Türkiye, bu yeni kuvvetler dengesi içinde Tanzimat'tan beri yöneldiği Batı medeniyetini ve örnek aldığı, Batı demokrasisini tercih etti. Demokrasiye bağlı hürriyet ve tenkitle beraber sosyalist ve Marksist görüşler de Türkiye'ye girdi. Şiirlerini 1941 yılında Garip adlı kitapta toplayan Orhan Veli Kanık'a ve onunla aynı tarzı paylaşan Melih Cevdet Andan ve Oktay Rıfat, Garipçiler adıyla anıldılar ve Türk şiirlerinde yeni bir akım meydana getirdiler. Bu akımın esası, şiiri öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye ve benzetmelerden sıyırarak, duyuların yalın ifadesi haline getirmekti. Orhan Veli, bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkiledi. Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) aynı sadeliği vezin ve kafiyeyi kullanarak sağladı. Tarancı mısra içindeki belirli durakları kaldırarak veya değiştirerek hece vezninde yenilik yaptı. Bu neslin dünya görüşü Andre Gide'in tesiri ile varlık ötesi geçmiş ve gelecek tasavvurları olmaksızın anlık duyumlara dayanıyordu. Sait Faik'in eserleri de dahil olmak üzere bu grubun eserlerinde yaşama sevinci hakimdir. Serbest şiir hızla yayılmış, Asaf Halet Çelebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil gibi başarılı temsilciler yetişmiştir. Asaf Halet Çelebi bazı şiirlerinde doğu mistisizmi ile tasavvufu birleştirdi. İlk şiirlerinde serbest çağrışımlara yer veren Fazıl Hüsnü Dağlarca, şuur altının karanlık akımlarını ifade eden sembollerle dolu orijinal şiirler yazdı. Behçet Necatigil, şiirlerinde büyük şehir hayatı içinde ezilmiş ve kaybolmuş insanın kırık, karanlık, dolaşık duygularını anlattı. Şiirlerinde ahengi ihmal eden Necatigil, divan şiirinde olduğu gibi, gittikçe derinleşen bir arka planı işlemiştir. 1950 yılından itibaren Türk yazar ve şairlerinin büyük bir kısmı hayat görüşlerini "toplumsal gerçekçilik" adıyla edebiyata uyguladılar. Bu dönemde Batıdan gelen varoluşculuk ve gerçeküstücülük akımları da hayata bakış tarzıyla beraber eserlerinin kompozisyon ve üslubunu da değiştirdi. Son kırk yıllık Türk Edebiyatı Batıdan gelen akımlar, sosyalist dünya görüşü, milli ve dini yaklaşımlar ve çok partili dönemde çeşitlenen politik tercihler doğrultusunda fevkalade çeşitlilik göstermekte, edebiyat çok kere vasıta gibi kullanılmakta ve yeni arayışlar içinde görünmektedir. Kısa zaman içinde büyük şöhret kazanan veya adını pek az duyurabilen yazar ve şairlerin Cumhuriyet terkibi paralelinde kurulmakta olan yeni edebiyat geleneklerine katkıda bulunmakla beraber, bunlar hakkında içinde yaşarken objektif tenkitler yapmak ve edebiyat tarihindeki yerlerinin belirlenmesi mümkün olamamaktadır. Özellikle 1960'lı yıllardan sonra gelişen kadın yazar ve şairlerin sayılarının artmış olması feminist akımın da diğer pek çok akım gibi Türk Edebiyatı içinde yer almasını sağlamıştır.
*1850-1986 yılları arasında isimleri en çok duyulan ve okunan roman ve hikayeciler şöyle sıralanabilir :
Halide Nusret Zorlutuna, Nihal Atsız, Safiye Erol, Tarık Dursun K., Attila İlhan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Firuzan, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Selim İleri, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Bekir Büyükarkın, Necati Cumalı, Haldun taner, Mustafa Kutlu, Muhtar Tevfikoğlu, Bahaettin Özkişi, Durali Yılmaz, Rasim Özdenören, Şevket Bulut.

*Bu dönemin şairleri:
Behçet Kemal Çağlar, Necati Cumalı, Ümit yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı Erdoğan, Atilla İlhan, Yavuz Bülent Bakiler, Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, Munis Faik Ozansoy, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, İlhan Geçer, İlhan Geçer, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Bahaettin Karakoç'tur.


Son düzenleyen Blue Blood; 10 Eylül 2006 17:22
Mystic@L - avatarı
Mystic@L
Ziyaretçi
4 Nisan 2006       Mesaj #2
Mystic@L - avatarı
Ziyaretçi
II.meşrutiyet

Sponsorlu Bağlantılar


Millî tarihçiliğin gelişiminde İkinci Meşrutiyet dönemi bir dönüm noktasıdır. 1908 Anayasasının getirdiği düzenlemeler, siyasî ve sosyal hayatta bir takım değişikliklere yol açtı. Bu dönemde birçok siyasî teşkilât kuruldu; birçok gazete, dergi ve süreli yayın çıkmaya başladı. Siyasî, sosyal ekonomik ve kültürel çalkantıların yaşandığı bu dönemde, herşeye rağmen modernleşme yolunda önemli ilerlemeler kaydedildi. Daha önce başlamış bulunan Türkçülük faaliyetleriyle bir uzlaşma sağlandı.


Türklüğün kökenlerine duyulan ilgi, eğitim alanındaki yenileşme faaliyetlerinin tarih çalışmaları üzerinde yoğunlaşmasını sağladı. Şahlanan milliyetçi duygular,Osmanlı öncesi Türklerin daha yaygın biçimde incelenmesini; yenileşme faaliyetleri tarih yazma ve araştırma yöntemlerinin geliştirilmesini; özellikle inceleme ve geliştirme faaliyetleri sonuçlarının eğitim sisteminde yer almasını gerekli kıldı. 1900 lü yılların başlarında Darülfünûn da Tarih-i Umumî , Tarih-i Düvel gibi bir kaç tarih dersi okutulurken, eğitim politikası daha belirgin bir duruma geldikten sonra tarih bölümünde verilen derslerin sayısı çoğaldı. Türk Tarihi, İslâmî Düşünce Tarihi,Yunan ve Roma Tarihleri,Türkiye ile Avrupa Devletleri Arasındaki Diplomatik İlişkilerTarihi,Güzel Sanatlar Tarihi,Orta Çağ Tarihi, Doğu Klasikleri Tarihi gibi...

Bu dönemde, eğitim alanındaki düzenlemeler, millî kimliğinTürk olarak tanımlanması,Osmanlı öncesi Türklerin modern (Avrupa) yöntemleriyle incelenmesi, bilimselcilik ile milliyetçiliği ; Ziya Gökalpin düşüncesinde olduğu gibi aynı kapsamda birleştirdi. Bu düşünceyi gerçekleştirmek için, İttihat ve Terakki Cemiyeti (Fırkası)nin (1909-1919) yönetiminde, Türklerin modern bir biçimde ilerlemesi amacına yönelik olmak üzere eğitim bütünlüğünün savunulması, bilimsel dayanışma anlamında ideolojik ve kısmen yasal devlet politikası olarak benimsendi ve uygulandı.
Yirminci yüzyılın başlarında birer tarihî kimlik olan Osmanlıcılık ve Türkçülük tanımları arasındaki çelişkilere dayalı kurumlaşmalar gerçekleşti. Avrupa da olduğu gibi milliyetçi fikirlerin yayılmasına paralel olarak Osmanlı tarih yazıcılığı da yeni bir safhaya girdi. Bazı cemiyetler ve yayın kuruluşları bünyesinde teşkilâtlanan milliyetçilik; tercüme faaliyetleri, uyarlamalar ve yeni edebî türlerin tanıtımıyla yayılmaya başladı. Finlandiya ve Macaristan gibi yeni kimlik kazanmış ülkelerin takip ettiği edebî ve millî kurumlaşma ile yayın faaliyetleri Osmanlı Devleti nde de gelişti. Bilime, milliyetçi akımlara ve Türkçülüğe duyulan ilgi; Türk Derneği, Tarih-i Osmanî Encümeni, Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni -Millî Tetebbular Mecmuası-, Türk Ocakları gibi kurumlarda ve bu kurumların yayınlarında yer almaya başladı. Bu kurumlar ve çıkardıkları yayınlar, devlet veya toplum olarak Osmanlı realitesi (gerçeklik)nin içinde ya da dışında olsun Türk kimliğine bağlı daha güçlü bir milliyetçilik için mücadeleyi ön görmekteydi.
Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde Türk tarihinin incelenmesi teşkilâtlı bir faaliyet olarak yürütülmeye başladı. Türk Derneği, aralarında Ahmed Mithad, Necip Asım, Veled Çelebi ve Yusuf Akçura gibi tarihçilerin bulunduğu bir grup tarafından 1908 de kuruldu. Kuruculardan sadece Yusuf Akçura, hem Rusya da hem Paris te tarih öğrenimi görmüştü. Türk Derneği, Türk milliyetçiliğini esas alarak kurulan ilk dernek olma özelliğini taşımaktadır.
Cemiyetin maksadı Türk diye anılan bütün kavimlerin mazi ve hâldeki âsar, ef al, ahval ve muhitini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak; yani Türklerin asar-ı atikasını, tarihini, lisanlarını, avam ve havas edebiyatını, etnografya ve etnologyasını, ahval-ı içtimaiye ve medeniyeti hazinelerini,Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp ortaya çıkararak bütün dünyaya yayıp dağıtmak ve dilimizin açık, sade, güzel, ilim lisanı olabilecek süratte geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlâsını ona göre tedkik etmektir (2). Derneğin aylık yayın organı olan Türk Derneği dergisi 1911 de 6 ve 1912 de 1 olmak üzere 7 sayı çıktıktan sonra kapanmıştır. Bu dergide, Türk tarihi ve Osmanlı toplumu üzerine yazılmış makaleler yayımlanmış, makalelerde esas olarak dil sorunu ele alınmıştır. Dernek ve dergi yerini Türk Yurdu adlı dernek ve dergiye bırakmıştır.
Derneğin kurucularından Yusuf Akçura, Türk milletinin siyasî iktidarı ve Türklüğün geçmişini ispatlayacak bilimsel bir Türk tarihi ortaya çıkarma amacını gütmekteydi. Tarih yazımında milliyetçilikle bilimsel bir yaklaşımın ele alınması Akçura nın makale ve diğer eserlerinde görülmektedir. Fransız pozitivistlerinin etkisinde kalan Akçura, Tarih ve Ulum adlı makalesinde, tarih ve bilim arasındaki ilişkiye dikkatleri çekmekte, bilimsel bir tarih yazımı için gerekli şartları şöylece ortaya koymaktadır: Her şeyden önce tarih yazılı belgelere dayandırılmalıdır, ancak bunlar tenkîde tabi tutulmalıdır (3). Akçura makalelerinde, Seignobos un görüşlerini Türk tarihçiliğine uyarlama çabasında görünmektedir.
Tarih bilimine vukufuyla tanınan Sultan V. Mehmet Reşat ın önderliğinde,Osmanlı Tarihi'ni terk edilmişlik ve sahipsizlik durumundan kurtarmak için etraflı bir Osmanlı Tarihi nin yazılması ve Osmanlı Tarihine ait belgelerin toplanması amacıyla, 27Kasım 1909 (14 Teşrinisâni1325) da Tarih-i Osmanî Encümeni kuruldu. Necip Asım tarafından kaleme alınan Tarih-i Osmanî Encümeni Talimatnâmesi nde Encümenin görevi, Osmanlı Tarihine ait risale, evrak ve kayıtları toplamak, basmak ve yayınlamak olarak belirtilmektedir. Tarih-i Osmanî Encümeni, 9 şubat 1910 da Bâb-ı Ali Sadaret Dairesi altındaki vakanüvislik odasında Abdurrahman şeref in başkanlığında ilk toplantısını yaparak çalışmaya başladı. Encümen ilk toplantısında, yazacağı, Osmanlı Tarihi nin plânını ve üyeler arasında iş bölümünü yaptı. Osmanlı Tarihi nin birinci cildinin yazımı görevini Necip Asım ve Mehmet Arif e verdi. Encümen, bu toplantıda ayrıca iki ayda bir Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası adlı bir derginin yayımlanmasını kararlaştırdı.
Encümenin mecmua yayınlamasındaki amacı, yazılacak tarihin metnine aynen ve tamamen giremeyecek araştırmaları, vesikaları ve Türkçe veya yabancı lisanlardan tercüme edilmiş risaleleri yayınlayarak Osmanlı Tarihi ne zemin hazırlamak ve mütalâa meraklılarının bilgilerini genişletmeye ve fikirlerini uyandırmaya hizmet etmek olarak belirtildi. Mecmuada, Osmanlı tarihinde bulunmayan veya yeteri kadar belirlenmemiş olan ve diğer dillerde yazılmış olan olaylar hakkında araştırma ve değerlendirmeler, ortaya çıkarılacak tarih vesikaları, diğer tarih encümenleri ve üyeleri ile yapılan haberleşmenin yayınlanmasına karar verilen kısmı, encümende kabul edilen kararlar, bütün lisanlarda Osmanlı tarihi ile ilgili eserlerin bibliyografyaları ile henüz yayınlanmamış olan tarih risalelerinin(tefrika olarak) yayınlanması ön görülmüştü. Mecmuada esas olarak Osmanlı tarih yazımına ve Osmanlı tarihine yer verilmiştir. Osmanlı öncesi Türkler ve Anadolu üzerine yazılar sadece bir kaç defa yayımlanmıştırMsn Demon.
Necip Asım ve Mehmet Arif, Türk Derneği nin tüzel kişiliği altında Osmanlı Tarihi yazmaya başladılar. Yedi yıllık uzun bir çalışmadan sonra Osmanlı tarihine ait tek cilt yayımlanabildi. Bu cilt, Fuat Köprülü,Yusuf Akçura ve Ahmet Refik tarafından ciddi biçimde tenkit edildi. Yusuf Akçura, Necip Asım ve Mehmet Arif in yazdıkları tarihin Osmanlı vakanüvislik geleneğinin bir devamı olduğunu ileri sürmüştür. Akçura ya göre, yeni tarih yazımı pozitivizme dayanmalı ve milliyetçilik ateşiyle aydınlanmalıdır. Bu milliyetçiliğin adı da Türkçülük tür.Fuat Köprülü tenkidinde; söz konusu tarih kitabının bilimsel metod ve zihniyete uygun olmadığını öne sürmüş, bu iddiasını desteklemek için bilimsel metod ve begelerden yararlanarak tarih yazdıklarını iddia ettiği F. de Coulanges, E. Lavisse ve A.Sorel gibi Fransız tarihçilerinden,T. Mommsen gibi Alman tarihçilerinden örnekler vermiştir. Bununla da kalmamış, NecipAsım ve Mehmet Arif in yazdığı kitap hakkında; Bu yazarlar bir toplumun, bir milletin, bir devletin tarihî kaynakları olarak askerî ve siyasî kaynaklar üzerinde durmuşlardır... Bununla yetinilemez, tarihçiler, tarihî olaylar hakkında coğrafî, etnik ve siyasî olaylara da bakmalıdır. biçiminde çarpıcı bir değerlendirme yapmıştır.
Bilimsel metotlara ve sosyolojiye duyulan ilgi; Fuat Köprülü, Ziya Gökalp ve benzeri gibi tarihçiler tarafından kurulan ve aralarında Alman,Macar ve Fransız üyelerin de yer aldığı Asar-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni nde anlamını buldu. Aralarında Bursalı Tahir Bey, Veled Çelebi, Necip Asım ve Mehmet Arif Bey gibi Türk Derneği nin bazı üyeleri kurulan bu Encümene katıldı. Encümenin yayın organı Millî Tetebbula Mecmuası nda 1915 te Encümenin tüzüğü yayımlanmıştır. Tüzükte,Encümenin amacı şöyle açıklanmıştır: Encümen Türklere ait müessesatı diğer milletlerin müessesatıyla mukayese ederek Türk milletinin hangi enmuzec-i içtimaiye mensup ve tekâmülün hangi safhasında bulunduğunu arayacaktır. Türklere ait müessese hakkında yapılacak tetkikat vesaik-i kafiyeye istinad edecektir. Tetkikat sahası din, ahlâk, hukuk, iktisat, lisan, bediiyat, fenniyat, bünyeyi içtiamiye gibi hususattır. Bu müesseselerin Türk harsında ve İslâm medeniyetinde mevkiini tayin etmek ve yek diğeri ile revabıt ve münasebatını bulmak encümenin saha-ı mesaisine dahildir (9). Millî Tetebbular Mecmuası, tarihin sosyal ve kurumlaşma açısından incelenmesi yönünden oldukça önemli bir yere sahiptir. Beş defa çıkabilen dergi, geleneksel tarih yazımının bir devamı olarak değerlendirilen Tarih-i Osmanî Encümeni dergisinden farklıdır. Fuat Köprülü ve Ziya Gökalp, Encümen faaliyetlerinde ve yayın organı dergide çok önemli roller üstlenmiştir. Ziya Gökalp in sosyal yapıları inceleyen önemli bir çalışması, derginin 2 ve 3. sayılarında yayımlanmıştır.
Tarih alanında faaliyet gösteren dernekler(cemiyetler) arasında en uzun süreli ve en etkin olanı 1912 de bir grup askerî, tıbbiye ve mülkiye öğrencisi tarafından kurulan Türk ocakları dır.
Kurucu öğrencilerin ortak özellikleri pozitivizme ve bilimsel açıklamalara (metodlara) inanmalarıdır(10). 1911 de yayımlanmaya başlayan Türk Yurdu dergisi, bu öğrencilerin ilham kaynağını teşkil etmiştir. Türk Yurdu dergisi, 1912 de Türk Ocaklarının yayın organı oldu.
Dönemin tanınmış edebiyatçı ve milliyetçilerinden Mehmed Emin, Ziya Gökalp, Halide Edip, Hamdullah Suphi, Ahmet Ferit,Ahmet Ağaoğlu,Yusuf Akçura, Hüseyinzâde Ali ve diğerleri Türk Ocaklarında toplandılar. Bu grup, Türk milliyetçiliğinin kültürel ve entellektüel açıdan güçlendirilmesinde tayin edici bir rol oynadı. Ocaklar bir üniversite gibi faaliyet gösterdi.

Son düzenleyen asla_asla_deme; 2 Aralık 2011 15:45

Benzer Konular

3 Nisan 2013 / Ziyaretçi Soru-Cevap
1 Ocak 2015 / Ziyaretçi Soru-Cevap
26 Eylül 2011 / Misafir Soru-Cevap
15 Aralık 2010 / ThinkerBeLL Edebiyat
11 Aralık 2008 / Ziyaretçi Soru-Cevap