Arama

Ekonomik Kalkınmanın Genel Analizi

Güncelleme: 13 Temmuz 2008 Gösterim: 9.119 Cevap: 10
yaremce - avatarı
yaremce
Ziyaretçi
2 Ocak 2008       Mesaj #1
yaremce - avatarı
Ziyaretçi
Ekonomik Kalkınmanın Genel Analizi

Sponsorlu Bağlantılar


Kalkınma kuramı, her şeyden önce milli gelirin zaman içinde nasıl artacağını, hangi faktörlerin milli gelir artışını belirlediğini ve bu artış hızının nedenlerini açıklamak zorundadır. Bu durum ise üretim fonksiyonu analizini gerektirir. Üretim fonksiyonuna, geleneksel üretim girdileri yanında teknolojik düzey ve sosyokültürel çevre koşullarını sokarak daha kapsamlı bir üretim fonksiyonu elde etmek olanaklıdır. Ancak bu geniş kapsamlı üretim fonksiyonunun bazı değişkenlerinin sayısallaştırılması oldukça güçtür.Üretim fonksiyonunun analizi bize üretimde kullanılan girdilerle (faktörler) bunların sağladığı çıktı (üretim) arasındaki teknik ilişkiyi verir. Bu ilişkilerden yola çıkarak girdi kullanım miktarındaki artışa ya da girdilerin verimliliklerindeki değişmelere bağlı olarak üretimdeki artış belirlenebilir.Gerek faktör kullanımındaki gerekse verimlilikteki artışlar bir dizi farklı değişkenlerin etkisi altındadır. Üretim fonksiyonu analizi çerçevesinde bu etkenler denklemler sistemine dönüştürülebilir. Bu sistemin matematiksel çözümü, bize ekonominin büyüme hızını verecektir.Dinamik bir süreç olan kalkınma dinamik bir analiz gerektirmektedir.Dinamik analizlerde başlangıç koşullarının saptanması gerekir. Başlangıç koşullarının zaman içinde göstereceği değişim bunları etkileyen yapısal parametrelere bağlıdır.Başlangıç koşulları ve yapısal parametreler bir ülke ekonomisinin geçireceği aşamaları ve yeni ekonomik ve fiziksel çevreye göstereceği uyumu hem kalite hem de kantite yönünden belirleyecektir.Ayrıca varolan talep yapısı da üretim yapısının belirlenmesinde önemli rol oynayacaktır.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
22 Nisan 2008       Mesaj #2
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Günümüzde her alanda yaşanan köklü değişim, endüstri ilişkileri sistemini de derinden etkilemektedir. Gerçekten müthiş bir ivme kazanan teknolojik gelişme ve artan uluslararası rekabet koşullarında, barışçıl bir endüstri ilişkileri sistemine olan gereksinim gün geçtikçe artmaktadır. Bu bakımdan da sosyal diyalog mekanizması günümüz koşullarında giderek daha fazla önem kazanmaktadır.
Nitekim, günümüzde sosyal diyalog mekanizmasının önemini kavrayan pek çok gelişmiş batılı ülke ile bazı gelişmekte olan ülkede, sosyal diyalog uzun yıllardan beri başarı ile uygulanmaktadır. Kuşkusuz bu başarılı uygulamaların temelinde taraflararası karşılıklı güven, görüş alışverişi, uyum ve uzlaşmanın yanısıra; sosyal diyalog mekanizmasının temel niteliklerini oluşturan amacı, koşulları ve araçlarının etkin bir işlevselliğe kavuşmasının büyük bir rolü bulunmaktadır. Bir başka deyişle, sosyal diyalog mekanizmasının başarısında, taraflararası ilişkilerdeki uyum ve uzlaşma kadar, mekanizmanın amaç ve koşullarına uygunluk ile araçları olan temel anlaşma ve resmi danışma konseylerinin etkinliği de anahtar faktörler olmaktadır.
Sponsorlu Bağlantılar
Bu gerçekler ışığında, sosyal diyalog mekanizması ülkemiz açısından incelendiğinde; bu konuda son derece gecikmiş bir başlangıca sahip olduğumuzu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu durum özellikle gelişmiş batılı ülkelerdeki uygulamalarla karşılaştırıldığında daha da belirginlik kazanmaktadır. Nitekim, ülkemizde sosyal diyaloğa işlevsellik kazandıran araçların kısa bir tarihsel geç-mişe sahip olduğu görülmektedir. Gerçekten, ülkemizde ilk ve tek temel anlaşma olan “Toplumsal Anlaşma” 1978 yılında imzalanmış, Ekonomik ve Sosyal konsey ise ilk kez 1995 yılında 1995/5 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile kurulmuştur.
Ekonomik ve Sosyal Konsey, bir başbakanlık genelgesi ile kurulduğu için de henüz tam işlevsel hale gelmeden, kabul edilen yeni genelgelerle, kurumsal yapısı ve işlevleri sürekli değiştirilmiştir. Bu sorunun aşılabilmesi ise, ESK’in kurumsal yapı ve işlevlerini düzenleyen bir kanunun yürürlüğe girmesine bağlıdır. Böylece, ülkemizde de sosyal diyalog, arzulanan işlevselliğe kavuşmuş olacaktır.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
24 Nisan 2008       Mesaj #3
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Orta sınıfların politik ve sosyal davranışlarını belirleyen, kendi sınıfsal konumları ve çıkarları ile, karşı karşıya oldukları politik-ekonomik bağlamın kendisidir. Orta sınıflar, sağcı bir rejimle, genişleyen bir ekonomi, ucuz kredi ve düşük fiyatlı tüketici malları ithalatına dayalı bir ekonomik bağlamda, sağa kayarlar. Ancak derin bir ekonomik kriz yaşayan sağcı bir rejim söz konusu olduğunda, yine orta sınıflar, mülkiyet, tasarruf ve istihdam kayıplarını telafi etmek amacıyla geniş bir halk cephesinin parçası haline gelebilirler. Orta sınıf, halka dayalı, diktatörlük karşıtı ve anti-emperyalist bir halk hükümetinin var olduğu bir anda, demokratik reformları destekler; ancak işçi sınıfının koşullarını eşitleştirmeye yönelik her türlü radikalleşmeye de karşı durur.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
26 Nisan 2008       Mesaj #4
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
11 Nisan 2001 yılında başbakanlığa bağlı olarak kurulan konsey, ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında, toplumsal uzlaşma ve işbirliğini sağlamak, sürekli ve kalıcı bir ortam yaratmak ve istişari mahiyette ortak görüş belirlemek amacıyla kurulmuştur.

Ekonomik ve Sosyal Konseyin temel işlevi ise, ekonomik istikrarın kurulması, büyümenin ve sanayileşmenin hızlandırılması, üretimin, yatırımların ve verimliliğin artırılması, ekonomiye rekabet gücü kazandırılması, istihdamın geliştirilmesi ve işsizliğin önlenmesi, işgücü niteliğinin yükseltilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve sosyal adaletin sağlanması, sosyal devlet anlayışının gereği olarak kamu hizmetlerinin geliştirilmesi, çalışma hayatının demokratikleştirilmesi, ülke demokrasisinin daha da geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ile temel sosyo-ekonomik amaçlar için sürekli ve kalıcı bir diyalog platformu ve danışma organı olarak ortak görüş oluşturması ve Hükümet ile Parlamentoya tavsiyelerde bulunmasıdır.

Günümüzün gelişmiş toplumlarında hükümetle toplum kesimleri arasındaki diyalog sadece siyasal diyalogdan ibaret kalmayıp, ekonomik ve sosyal alandaki sorunlar da sivil toplum örgütleri ile sürdürülmektedir. Ayrıca, bu diyalog tüm toplum kesimlerinin kendi aralarında etkileşim ve işbirliği şeklinde de yaşanmaktadır. Bu bağlamda, ülkemizin tam üyelik sürecinde bulunduğu, Avrupa Birliğinin kurumsal yapısı içinde, danışma organı olarak Ekonomik ve Sosyal Konsey oluşumuna yer vermesi önemli bir konudur.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
29 Nisan 2008       Mesaj #5
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Hayat, bizlere sunulmuş en anlamlı, en kutsal ve en değerli hediyelerin başında gelir. Kimi bu hediyeyi iyi ve doğru bir şekilde kullanır, kimi de kötü ve yanlış... Kimileri de aralarda bir hayatın sahibi olarak kalır. Ama herkesin hedefinde öncelikle "insan gibi yaşama" düşüncesi vardır. Bize ilahi bir armağan olan hayatı güzel bir şekilde yaşamak için birlikte sosyal alanları paylaştığımız, birlikte yaşadığımız, birlikte gülüp birlikte ağladığımız insanlarla adeta yarışırız. Dünya üzerinde her yerde bu yarış vardır... Bu yarışta herkesin başarılı ya da birinci olması mümkün değildir. Başta eğitim ve sağlık olmak üzere, yeterlilik, kararlılık, irade hâkimiyeti ve ekonomik olabilme gibi özelliklere sahip olanların bu yarışta başarılı olma şansları vardır. Çeşitli sebeplerle geride kalanların, koşuyu tamamlayamadan yenik düşenlerin yardımına ve imdadına ise yönetim organizasyonu ve anlayışı koşar, koşmalıdır. İşte 'sosyal devlet' bu yardımı gerçekleştiren mekanizmaların, organizasyonun ve anlayışın adıdır.
Türkiye'de sosyal devlet anlayışının rafa kaldırılmasında toplumsal muhalefetin sözcüsü olması gereken demokratik kitle örgütlerinin de rolü vardır. Başta sendikalar olmak üzere, toplumdaki çeşitli kesimlerin temsilcisi olan kuruluşlar siyasi iktidarın bu yöndeki tasarruflarına tepki göstermek yerine, gelişmeleri kınayarak geçiştirmektedir. Bu yaklaşımın kronik hal alması üzerine siyasi iktidar halkın yaşam standardını düşüren, ona acı çektiren uygulamalarına kararlılık içinde devam etmekten kaçınmamaktadır. Bu durum sosyal devlet anlayışından uzak uygulamaların yaygınlaşmasına yol açmakla kalmamış, sivil toplum örgütlerinin güvenilirliğini de baltalamıştır.
Türkiye'nin sosyal devleti tasfiye eden anlayışa karşı, sosyal devletin gerekliliğini tavsiye eden bir iradeye ihtiyacı vardır. Bu konudaki iradenin kendini göstereceği önemli mekanizmalardan biri de Ekonomik ve Sosyal Konsey'dir... Ama bugünkü yapıda ve anlayışta bir konsey değil.Aynı şekilde diğer batılı ülkelerde demokratik kurallara bağlı olarak benzeri konseyler vardır. Ama bu konseyler Türkiye'de olduğu gibi 'süs' değildir. Katılımcılık, paylaşımcılık ve şeffaflık ilkelerinin lafta kalmadığı, hayata geçirildiği organizasyonlardır.
Türkiye'nin Ekonomik ve Sosyal Konseyi'nin dar ve sabit gelirli kesime yansıyan olumlu bir icraatı olmamıştır. ESK çalışmaları çerçevesinde, sivil toplumun karar süreçlerine müdahil olduğunu düşünenler yanılmaktadır. Çünkü ESK'nin sağladığı bir toplumsal fayda yoktur.
Bugünün Ekonomik ve Sosyal Konsey'i tek seslidir. Sadece işveren ve sanayicilerin düşünceleri ve önerilerine önem verilmekte, başta işçiler olmak üzere diğer kesimlerin seslerini ve taleplerini tıpkı Avrupa Sosyal Şartı'nda olduğu gibi 'ekonomik ve sosyal gerekçelerle' duymamaktadır.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
7 Mayıs 2008       Mesaj #6
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Türkiye, Avrupa ülkelerine kıyasla genç ve dinamik bir nüfusa sahiptir. Nitekim adrese dayalı nüfus kayıt sistemi ile yapılan 2007 nüfus sayımı sonuçlarına göre, Türkiye nüfusunun yarısı 28,3 yaşından küçüktür. Nüfusun % 66,5’i 15 ile 64 yaşları arasındadır. Ülkemiz nüfusunun % 26,4’ü 0–14 yaş grubunda yer almaktadır. Bununla birlikte Türkiye’ye yönelik sosyo-demografik gelişmeleri dikkate alan senaryo analizleri, Türkiye’nin yaşlanma trendine girdiğini göstermektedir. 1935 yılında 65 ve daha yukarı yaş nüfusun oranı % 3,9 iken, bu oran 2005 yılında % 5,6’ya yükselmiştir. Bugün ise toplumumuzun % 7,1’i 65 ve daha yukarı yaş grubundadır. 65 yaş ve üzeri nüfus oranının, yalnızca 2 yılda % 2’lik bir artış göstermesi dikkat çekicidir. 2000–2050 arasında yaş gruplarının toplam nüfus içerisinde yüzdesel değişimi incelendiğinde, yaşlı nüfusun diğer yaş gruplarına nazaran belirgin bir artış göstereceği görülmektedir. 2050 yılında Türkiye nüfusunda 16 ile 18 milyon arasında yaşlının bulunacağı öngörülmektedir. Bu da nüfusun yaklaşık %18’ine denk düşmektedir. Ekonomi politikaları toplumun refahını artırmada ve insanlara kaliteli yaşam koşulları oluşturmada zorunlu olmakla birlikte, tek başına yetersiz kalmaktadır. Etkili sosyal politika uygulamaları ile birleşmeyen ekonomi politikaları, toplumdan destek alamadığı için başarısız olmaktadır.Son yıllarda, özellikle ekonomik krizlerin etkisiyle, kesimler arasındaki gelir dağılımı büyük oranda bozulmuş, ücretlerde meydana gelen reel kayıp ve artan işsizlik sonucu halkımızın refah düzeyinde önemli düşüşler meydana gelmiştir. Krize karşı dayanma gücü aşınan yoksul kesimlerde sosyal huzursuzluklar artmıştır.Özellikle kentlerde artan yoksulluk, geniş halk kitlelerinin ekonomik, siyasal ve sosyal hayattan dışlanması ve giderek marjinalleşmesine neden olmaktadır. Bu durum, kentlerde asayiş ve huzurun bozulmasına, zengin ve yoksullar arasındaki yaşam standardı farkının açılmasına, toplumsal kutuplaşmaya ve "umutsuzluk" duygusunun yaygınlaşmasına neden olmaktadır.Kişisel gelir dağılımındaki bozukluk yanında, bölgeler ve iller arasındaki gelişmişlik farkları da artarak devam etmektedir. Yıllardır süregelen enflasyonist ortam, başta tarım kesimi olmak üzere, yoksulların elindeki gelirin zengin kesimlere kaymasına ve orta gelir grubunun tamamen yok olmasına yol açmıştır. Zaten olumsuz şartlarda yaşayan tarım kesimi, sağlanan desteklerin azaltılmasıyla, çaresiz hale düşmüştür.Uygulanan yanlış ekonomik politikalar sonucu, çalışan kesimler üzerindeki vergi yükü önemli oranda artmış, üretici kesimler rant geliri elde eden kesimler karşısında mağdur edilmiştir. İş imkanları ciddi oranda daralmış, şirket iflasları hızlanmış ve nihayet, sürdürülemez noktaya gelen bu süreç sonunda ekonomik ve sosyal politikalar IMF ve Dünya Bankası tarafından belirlenmeye başlanmıştır.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
15 Mayıs 2008       Mesaj #7
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Günümüzde ekonomik kalkınma, sanayileşme ile paralel gitmekte ve birbirini etkileyerek gelişmektedir. Bu gelişme, sadece ekonomik yapıyı ve üretim tekniklerini değil, aynı zamanda hayatın her yönünü etkileyerek değiştirmektedir. Toplumların yapısı, insanların düşünce ve davranış şekli, hayat standardı, şehirleşme düzeni ve nüfus hareketleri üzerinde sanayileşmenin etkili olduğu ve bir takım değişmelere yol açtığı bilinmektedir.
Çok yönlü yansımaları bulunan söz konusu değişimin denetlenmesi ve yönlendirilmesi için, sebeplerin odak noktası olan sanayileşme hareketinin, belirli bir çerçevede plan ve programlara bağlı olarak yürütülmesi gerekmektedir.Gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde, ekonomik kalkınmanın tüm bölgelere dengeli dağılımının sağlanması ve ülke içinde bölgeler arasındaki, sosyal, ekonomik ve tabii dengesizlikleri dikkate alarak sanayileşmenin yürütülmesi önemli sorunlar arasında sayılmıştır. Çünkü ekonomide ayrı özellik ve nitelikte bölgelerin bulunması, iktisaden gelişmemiş ve gelişmekte olan ülkelerde olduğu kadar, sanayileşmiş ve kalkınmış ülkelerde de birer vakıa olarak ortaya çıkmaktadır. Ülke hükümetleri, bu dengesizlikleri göz ardı etmek yerine, bölgeler arasında dengeli ve tutarlı bir kalkınma politikası izlemeyi arzu etmekte, bu amaçla çeşitli tedbirler almaktadırlar.Sanayinin disipline edilmesi,
Şehrin planlı gelişmesine katkıda bulunulması,
Birbirini tamamlayıcı ve birbirinin yan ürününü teşvik eden sanayicilerin bir arada ve bir program dahilinde üretim yapmalarıyla, üretimde verimliliğin ve kar artışının sağlanması,
Sanayinin az gelişmiş bölgelerde yaygınlaştırılması,
Tarım alanlarının sanayide kullanılmasının disipline edilmesi,
Sağlıklı, ucuz, güvenilir bir altyapı ve ortak sosyal tesisler kurulması,
Müşterek arıtma tesisleri ile çevre kirliliğinin önlenmesi,
Bölgelerin devlet gözetiminde, kendi organlarınca yönetiminin sağlanması ve EKONOMİK ve SOSYAL KONSEYİN daha aktif hale getirilmesidir.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
20 Mayıs 2008       Mesaj #8
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
İstihdam paketi Meclis'ten prim affı eklenerek geçti.17.05.2008 İşverenlerin üzerindeki çeşitli yüklerin hafifletilerek istihdamın artırılmasını amaçlayan "İstihdam Paketi",Meclis'te kabul edildi.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
25 Mayıs 2008       Mesaj #9
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
istihdam paketinde ssk prim affı bundan önceki uygulamada 60 ay yani 5 senede prim borçları ödenebiliyordu bugün için 24 ay yani 2 sene içeriği tartışılan bu uygulamanın geri ödemedeki tutarsızlıkları etik değil.Ayrıca, tasarı taslağının Geçici 3 maddesinde yapılan düzenlemede, 18-29 yaş arası çalışanların 5 yıllık süre içinde işveren hissesine ait primlerinin birinci yıl için, %100, ikinci yıl için, %80’i, üçüncü yıl için %60’ı, dördüncü yıl için %40, beşinci yıl için %20’si İşsizlik sigortası fonundan karşılanacağı düzenlenmektedir. İstihdamın artırılmasına ilişkin destek anlamlıdır, ancak böyle bir çabanın sadece fon kaynaklarından yapılması doğru değildir. Böyle bir düzenleme ile, istihdamın işverene yükleyeceği yüklerin büyük bir kısmı sadece İşsizlik sigortası Fonuna devredilmektedir.Diğer yandan ilgili madde, hazırlanış şekli itibariyle kanuna karşı hile yapacaklara karşı onları caydıracak genel bir cezai şart koymak yerine, İşsizlik Sigorta Fonundan haksız gelir elde edecek kişi ve kurumlara adeta yol gösterici tarzda kaleme alınmıştır.Resmi kanallardan konfederasyonlara ve sendikalara ulaştırılmayan tüm bu düzenlemeler işçi ve işveren kesiminin görüşü alınmadan, Ekonomik Sosyal Konseyde görüşülmeden yasalaşmamalıdır.
uzeyirerdem - avatarı
uzeyirerdem
Ziyaretçi
25 Haziran 2008       Mesaj #10
uzeyirerdem - avatarı
Ziyaretçi
Sosyal hukuk devleti, güçsüzleri güçlüler karşısında koruyarak gerçek eşitliği yani sosyal adaleti ve toplumsal dengeyi sağlamakla yükümlü devlet demektir... Hukuk devletinin amaçladığı kişinin korunması, toplumda sosyal güvenliğin ve sosyal adaletin sağlanması yoluyla gerçekleştirilebilir... Anayasa’nın, Cumhuriyetin nitelikleri arasında yer verdiği sosyal hukuk devletinin dayanaklarından birini oluşturan sosyal güvenlik kavramının içerdiği temel esas ve ilkeleri uyarınca toplumda yoksul ve muhtaç insanlara Devletçe yardım edilerek onlara insan onuruna yaraşır asgari yaşam düzeyi sağlanması, böylece, sosyal adaletin ve sosyal devlet ilkelerinin gerçekleşmesine elverişli ortamın yaratılması” gerekir .Sosyal güvenlik, bireylerin istek ve iradeleri dışında oluşan sosyal risklerin, kendilerinin ve geçindirmekle yükümlü oldukları kişilerin üzerlerindeki gelir azaltıcı ve harcama artırıcı etkilerini en aza indirmek, ayrıca sağlıklı ve asgari hayat standardını güvence altına alabilmektir. Bu güvencenin gerçekleştirilebilmesi için sosyal güvenlik kuruluşları oluşturularak, kişilerin yaşlılık, hastalık, malûllük, kaza ve ölüm gibi sosyal risklere karşı asgari yaşam düzeylerinin korunması amaçlanmaktadır.Türkiye, OECD ülkeleri arasında devletin sosyal güvenlik sistemine prim ödeyerek katkı yapmadığı tek ülkedir. Avrupa Birliği ülkeleri, sosyal güvenlik ve sağlık için bütçelerinin yarısını harcarken, Türkiye’de bu oran bütçenin beşte birine ulaşmamaktadır. Öte yandan, bütçenin yüzde 26’sı, nüfusun yüzde 10’una faiz ödemeleri olarak aktarılırken; nüfusun yüzde 90’ı için yapılan ve yüzde 15’i bile bulmayan sosyal güvenlik harcamalarını kara delik olarak nitelemeyi sürdürmek, bilinçli bir çarpıtmayı yansıtmaktadır. Anayasa’da, “sosyal hukuk devleti olarak” tanımlanan bir ülkede; bütçeden sosyal güvenlik sistemine aktarılan kaynağı, bu biçimde tanımlamayı sürdürmek çalışmayı, alınterini ve emeği değersizleştirmek, bu değerlerin karşısında parayı yüceltmek demektir.Sağlık, her yurttaş için eşitlik ve hak temelinde erişilebilecek ve yararlanabilecek bir kamu hizmeti olarak düzenlenmelidir. Piyasa kurallarının belirleyici olacağı bir sağlık sisteminden vazgeçilmelidir. Bu sistemin uygulandığı başka ülkelerde iflas etmiş olduğu unutulmamalıdır. Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik koşullar, işsizlik, kayıt dışı çalışanların oranı ve bölgesel eşitsizlikler, özel sigortacılık tekniğine uygun bu sistemin işleyişine engeldir. Sonucu, halkın sağlığını kaybetmesi anlamına gelecek bu model yerine, vergilendirilmeyen kazançlardan alınacak vergilerle ve Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu’nun da dahil edildiği diğer kamu kaynakları ile karşılanacak bir sağlık sistemini gerçekleştirmek gereklidir.Hükümet’in sosyal politikalar olarak yaygınlaştırdığı ve siyasallaştırdığı uygulamalar, sosyal devlet kurallarına göre yürütülmelidir. Kamu kaynakları ile sürdürülen ve denetlenemeyen süreçlerde planlanan ve gerçekleştirilen harcamalara dayanan bu uygulamaların, geçici ve keyfi niteliğinden arındırılması gereklidir. Bu yardım ve olanaklar ihtiyaç duyan herkese, eşit ve nesnel ölçütlere göre ulaştırılmalı, uygulama siyasal bir organizasyon ve yararlanma görüntüsünden çıkarılmalıdır. Sosyal yardımlar yasa ile düzenlenmeli, iane ve bağışlama görüntüsü yerine, yurttaşların devletten isteme hakkı kapsamında bir hak boyutuna taşınmalı ve sosyal devletin gerektirdiği kurumsal ilişkiler aracılığıyla uygulanmalıdır.BU ARACI DA EKONOMİK VE SOSYAL KONSEY OLMALIDIR.

Benzer Konular

26 Nisan 2009 / HipHopRocK Ekonomi
9 Mart 2009 / HipHopRocK Fizik
27 Nisan 2009 / HipHopRocK Ekonomi