Arama

John Dewey

Güncelleme: 10 Aralık 2015 Gösterim: 19.296 Cevap: 4
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
23 Nisan 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
John DEWEY


Sponsorlu Bağlantılar
1859-1952 yılları arasında yaşamış olan ve aletçilik olarak bilinen felsefe akımının kurucusu ünlü Amerikan filozof ve eğitim kuramcısı. Charles Sanders Peirce ve William James'in görüşlerinin bir sentezini yapmış olan Dewey, pragmatizmi, mantıksal ve ahlaki bir analiz teorisi olarak geliştirmiştir. Temel eserleri: Problems of Man (İnsanın Sorunları), Studies in Logical Theory (Mantık Teorisiyle İlgili Araştırmalar), Freedom and Culture (Özgürlük ve Kültür), Human Nature and Conduct (İnsanın Doğası ve Davranışı), How we Think? (Nasıl Düşünüyoruz?).

Temel ilgiler: Felsefeye, doğa bilimlerinin ve sanatın temel tezlerine dair fikirleri, sosyal ve kültürel kurumlarla ilgili görüşleri açıklığa kavuşturma, insan yaşamını ve toplumunu etkileyen inançları analiz etme görevini yükleyen Dewey, doğayı ve bilen insan zihnini birbirinden ayıran geleneksel bilgi anlayışına karşi çikmis, deneyemin çözülecek problemleri ortaya koyduğunu, pasif bir varlık olmamak durumunda olan insanın doğayı değiştirme ve dönüştürmeyi ögrendigini savunmuştur.

Bilgi görüşleri: Buna göre, Dewey insan zihnini, doğanın bir parçası, bir bölümü gibi düşünür. Dolayısıyla bilgi, onda, dünyanın dönüşü, bir çocugun doğuşu, yemek yeme gibi, herhangi doğal bir etkinlik olarak ortaya çikar. İnsanla ilgili doğal bir olay olduğu için, bilgi, insan deneyimi içinde yer almaktadır. Dewey'e göre, insan deneyiminde bilgi edinme eylemi, yalnızca düşünmeye başladığımız anda değil, fakat yoğun ve derin bir biçimde düşünmeye başladığımız anda başlar.

Bu yoğun ve derin düşünce, çevremizdeki birtakım değişiklikler sonucunda, gelecekteki eylem ve davranış biçimimizle ilgili bir kuşkuya, tereddüte düştüğümüz zaman karşilaştığımız bir sorunla birlikte ortaya çikar. Buna göre, yoğun ve derin düşünce, ormanda yolunu kaybetmiş bir adam için, ormanın dışına çikma sorunu ile bilim adamı için, insanın dokusunun niçin canlılığını kaybettiği, denizde neden gelgit hareketlerinin meydana geldiği problemi ile karşilaştığı anda ortaya çikar. Birinci durumda günlük bir çevre, ikinci durumda ise bilimsel bir çevre ile karşi karşiya gelişimiz söz konusudur.

Ormandaki adamın üzerinde kararsız olduğu eylem, onun ormandan çikmasi sonucunu doğuracak olan bir yola girmesi olayıdır. Bilim adamının üzerinde kararsız olduğu eylem ise, olayları nasıl önceden kestireceği ve bunun için uygulaması gereken gözlemlerle ilgilidir. Bilgi doğru tasarım ya da varsayımlardan ibaret olan bir şeydir ve burada, tasarım ya da varsayımlar, kendileriyle araştırmamızın kaynağını oluşturan problemin çözümünü araştırdığımız birer araç işlevi görürler. Dewey'in terminolojisine göre, onlar bir amaca ulaşmak için kullandığımız araçlardır. Bu amaç ise, bilgidir ya da problematik bir durumun çözümüdür. Söz konusu tasarım ve varsayımlar, özel ve belirli bir anlam içinde, pratik geçerliliği olan varsayımlar, kendileri sayesinde somut problemlerin çözüme kavuşturulduğu araçlardır.

Din Konusundaki Görüşleri: Dewey, söz konusu aktif, eylemde bulunan insan düşüncesini ve yaratıcı bir etkinlik olarak bilgi anlayışını, din görüşü ve eğitim felsefesine de yansıtmıştır. Dewey'e göre, geleneksel din anlayışı, değişmez dogmalar ve ahlak kurallarına inanç, insan zihnini kendisine kabul ettiren bir görüşe bağlama ve hapsetmeyle eşanlamlıdır. Bu tür bir inanç, insanın hayal gücünün bir görüş edinme çabasini ortadan kaldırır.

Oysa gerçek bir görüş, düşünce özgürlügü ve bağımsızlık gerektirir. Dinin dogmalarının, açıkça doğaüstücü olmasalar bile, doğalcılığa aykırı olmaları çok muhtemeldir. Din ve dindarlık bu olmamalıdır. Dindarlık, ona göre, doğanın her türlü idealin kendisinden çiktigi kaynak ve o olmaksızın, amaçlar peşinde koşmanın başarıya ulaşamayacağı koşullar olduğunu anlamaktan doğar.

Eğitimle ilgili Görüşleri: Dewey'e göre, eğitim süreci çocugun ilgi alanlarını dikkate almalı ve bunların üzerine kurulmalıdır. Bu süreç, çocugun sınıf içi deneyiminde, düşünme ile iş yapma etkinliklerinin karşilıklı etkileşimine imkan sağlamalıdır. Okul küçük bir topluluk gibi örgütlenmelidir; ögretmen belli bir ders ve okuma dizisini gerçekleştirmek için ögrenciyi görevlendiren bir ustabaşi değil, ögrencilerle birlikte çalisan bir rehber olmalıdır. Eğitimin hedefi, çocugun varlığının her yönü ile gelişmesidir.
Son düzenleyen Safi; 10 Aralık 2015 22:27
Biyografi Konusu: John Dewey nereli hayatı kimdir.
_PaPiLLoN_ - avatarı
_PaPiLLoN_
Ziyaretçi
15 Ağustos 2007       Mesaj #2
_PaPiLLoN_ - avatarı
Ziyaretçi
JOHN DEWEY
1859 –1952 yılları arasında yaşamış olan ve aletçilik olarak bilinen felsefe akımının kurucusu ünlü Amerikan filozof ve eğitim teorisyeni. Charles Sanders Peirce ve William James’ın görüşlerinin bir sentezini yapmış olan Dewey pragmatizmi, mantıksal ve ahlaki bir analiz teorisi olarak geliştirmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar

TEMEL ESERLERİ:
Problems of Man ( İnsanın Sorunları)
Studies in Logical Theory (Mantık Teorisiyle İlgili Araştırmalar)
Freedom and Culture (Özgürlük ve Kültür)
Human Nature and Conduct (İnsanın Doğası Ve Davranışı)
How we Think? ( Nasıl Düşünüyoruz?)

TEMEL İLGİLER:
Kariyerine Hegelci bir idealist olarak başlayan, felsefesi mutlak idealizmden deneysel pragmatizme doğru bir evrim geçiren, bu arada evrimci biyolojiden de yoğun bir biçimde etkilenen ve bu durumun bir sonucu olarak felsefeye, doğa bilimlerinin ve sanatın temel tezlerine dair fikirleri, sosyal ve kültürel kurumlarla ilgili görüşleri açıklığa kavuşturma, insan yaşamını ve toplumunu etkileyen inançları analiz etme görevini yükleyen Dewey, doğayı ve bilen insan zihnini birbirinden ayıran geleneksel bilgi anlayışına karşı çıkmış, deneyimin çözülecek problemleri ortaya koyduğunu, pasif bir varlık olmamak durumunda olan insanın doğayı değiştirme ve dönüştürmeyi öğrendiğini savunmuştur.

BİLGİ GÖRÜŞLERİ:
Dewey’nin sadece bilgi görüşlerinin değil, fakat bütün felsefesinin merkezinde deneyim kavramı bulunur. Deneyim, Dewey’e göre, edilgin olduğu kadar etkin, bireysel olduğu kadar sosyal, öznel olduğu kadar nesnel, dinamik ve süreklidir. Daha ilk deneyimde insan, istikrar ve kesinsizlik, fiili olanla ideal olan kutuplarıyla karşılaşır; o aynı zamanda nitelikleri, olayları ve tarihleri yakalar. İşte bütün bunlar, deneyimde keşfedilen yapı ve temel özellikler, varoluşun ve dolayısıyla tabiatın temel nitelikleridir.

Dewey’e göre, insan varlıkları olayların kesinlikten yoksun, hatta düzensiz akışını belli bir istikrara kavuşturmaya yarayan anlamlar yaratmak zorundadırlar. Onların politik ekonomileri, sanatları, dinleri, bilimleri ve de felsefeleri anlamlı bir süreklilik ve istikrar yaratma teşebbüslerinden başka hiçbir şey değildir. O bilgi konusunu da işte bu çerçeve içinde ele alır. Nitekim, Dewey insan zihnini, doğanın bir parçası, bir bölümü gibi düşünür. Dolayısıyla bilgi, onda, dünyanın dönüşü, bir çocuğun doğuşu, yemek yeme gibi, herhangi doğal bir etkinlik olarak ortaya çıkar. İnsanla ilgili doğal bir olay olduğu için, bilgi, insan deneyimi içinde yer almaktadır. Dewey’e göre, insan deneyiminde bilgi edinme eylemi, yalnızca düşünmeye başladığımız anda değil, fakat yoğun ve derin bir biçimde düşünmeye başladığımız anda başlar.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
27 Kasım 2008       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
John DEWEY (1859–1952)
MsXLabs.org & Temel Britannica
Ad:  Dewey.jpg
Gösterim: 1161
Boyut:  21.9 KB
John Dewey 20. yüzyıl eğitiminde çığır açmış öncü eğitimciler­dendir. ABD, Vermont'ta orta halli bir aile­nin üçüncü çocuğu olarak dünyaya geldi. Okumaya çok meraklıydı. İlgisini çeken her şeyi okuyor, ana babası da onu hiç engellemi­yordu. Kitaplara olan ilgisinin yanı sıra yüz­meyi, balığa çıkmayı, dağlara tırmanmayı da seviyordu. Ne var ki, annesinin evde uyguladı­ğı sıkı disiplin, nereye gittiğini, ne yaptığını sürekli sorması, genç John'da suçlu olmadığı­nı bilmesine karşın, suçluluk duygusu yaratı­yordu. Bu onun gençliğinde çekingen ve içine kapanık bir insan olmasına yol açtı.
Dewey, Johns Hopkins Üniversitesi'nde fel­sefe doktorası yaptıktan sonra girdiği Michigan Üniversitesi'nde, çocuk psikolojisindeki yeni gelişmelere karşın, bunlardan eğitimde yararlanamadığını, hâlâ ezbere dayalı geleneksel öğretim yöntemlerinin sürdüğünü gör­dü. John Dewey, okulu minyatür bir dünya olarak görüyor ve çocuğu bu küçük dünyada en demokratik koşullarda yetiştirmeyi amaçlı­yordu. Ona göre çocuğun fiziksel, duygusal ve zihinsel gelişmesi bir bütün olarak ele alın­malıydı.
1896'da Chicago Üniversitesi'nde felsefe, psikoloji ve pedagoji dallarında bölüm başka­nı olan Dewey, kuramlarının geçerliğini sına­mak için deneme okulları kurdu. Bu okullar­da çocuklar ilgi duydukları konulara eğiliyor, öğretmenler yaptırımcı olmaktan çok yönlen­dirici bir tutumla, çocukların ne öğrenmeleri gerektiğini değil, neyi merak ettiklerini keşfe­derek onlara yol gösteriyorlardı. İlke, "yapa­rak öğrenmek"ti.
John Dewey ve karısı Alice, güncel ve top­lumsal sorunlarla da ilgilenmekten geri kal­madılar. 43 yıl süren beraberliklerinde Chica­go'nun yoksul mahallelerindeki göçmenlerin ve azınlıkların durumunu düzeltici, koruyucu yasaların çıkarılması ve işçi sendikalarının ya­sallaşması için çalıştılar.
Çağının önde gelen düşünür ve eğitimcile­rinden olan Dewey, mantık, bilgi kuramı, psi­koloji, eğitim, toplum felsefesi, güzel sanatlar ve din gibi çok çeşitli konularda yüzlerce ma­kale ve çok sayıda kitap yazdı. Bunlardan The School and Society (1899; "Okul ve Toplum") ve The Child and the Curriculum (1902; "Ço­cuk ve Öğrenim Programı") adlı kitapları eği­tim konusundaki temel görüşlerini içerir. 25 yıl süren öğretim üyeliği sırasında binlerce öğ­renci yetiştiren Dewey'nin ilerici eğitim prog­ramları yaşamının son yıllarında eleştirilere hedef oldu. Onun öğretisinin uygulandığı okullarda öğrencilerin temel bilgileri edine­medikleri ve disiplinsiz yetiştikleri ileri sürül­dü. Ne var ki, 20. yüzyılda eğitim konusunda­ki yeni arayışların hemen hepsinde Dewey gi­bi öncü eğitimcilerin kuramlarından ve uygu­lamalarından yararlanıldı. Pek çok ülkede konferanslar veren John Dewey 1926'da Tür­kiye'ye de geldi. Hazırladığı çalışma, The John Dewey Report ve Türkiye Maarifi Hak­kında Rapor (1939, 1952, 1960) adlarıyla İngi­lizce ve Türkçe olarak yayımlandı.
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
17 Haziran 2011       Mesaj #4
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

John Dewey

John Dewey, 1859-1952 yılları arasında yaşamış olan ve aletçilik olarak bilinen felsefe akımının kurucusu ünlü ABD'li filozof ve eğitim kuramcısı, Charles Sanders Peirce ve William James'ın görüşlerinin bir sentezini yapmış olan Dewey, pragmatizmi, mantıksal ve ahlaki bir analiz kuramı olarak geliştirmiştir.

Hayatı

John Dewey 20. yüzyılın ilk yarısının en önemli ABD'li felsefecisi olarak tanınır. 1859’da Burlington, Vermont'ta dünyaya gelmiştir. Kısa bir öğretmenlik kariyerinin ardından felsefe alanında doktora yapmış ve 1889’dan sonra Michigan Üniversitesi’nde felsefe bölümünün başkanlığını üstlenmiştir. Daha sonraları Şikago Üniversitesi'ndeki görevi esnasında kamu eğitimiyle aktif olarak ilgilenmeye başlamış ve burada 1896-1904 yılları arasında, çocuk eğitimi üzerindeki gözlemlerini derinleştirdiği meşhur “laboratuar okul”u kurmuştur. Akademik kariyerinin geriye kalan uzun bölümünde Columbia Üniversitesi’nde profesör olarak çalışmıştır. Dewey’in demokratik idealini ve bu ideale ulaşmakta eğitime biçtiği rolü iyi anlayabilmek için onun içinde yaşadığı dönemi kaba hatlarıyla tarif etmek gerekir. Dewey bir kriz, belirsizlik ve imkânlar çağının filozofuydu. Dewey’in Amerikası’nda, 1890’larda Chicago halkının yaklaşık yüzde yirmisi evsizdi; her dört kişiden biri işsizdi; hastalıklar kol geziyordu ve sağlık hizmetleri nüfusun büyük bir kesimine ulaşmıyordu. Toplumsal ihtilaflar her yerdeydi: bugün görülmemiş ölçülerde şiddet içeren grevler yaygındı; toplumun zengin ve yoksul katmanları arasında derin bir uçurum vardı; siyasi partiler güç sahiplerinin elindeydi ve yerel yönetimler yolsuzluk batağına saplanmıştı. Kargaşanın hakim olduğu bu ortama her gün, yalnızca kendi dilini konuşan yeni göçmenler ekleniyordu. İngilizce Chicago’da henüz yaygın bir dil değildi ve her dört kişiden yalnızca birinin ebeveynleri Amerika’da doğmuştu.

Fakat bu kriz ve belirsizlik ortamı Dewey ideallerinin gerçekleşebileceği imkânlar da içeriyordu. 19. yüzyılın sonlarından bakıldığında, otuz-kırk yıl sonrasının Amerikası’nın halkın toplumsal yaşam ve siyasete katılımı anlamında hangi yönde evrimleşeceği belirsiz görünüyordu. Noam Chomsky, eğitim ve demokrasi hakkındaki bir konuşmasında John Dewey’i klasik liberalizmin özgürlükçü değerlerinden beslenen ve erken eğitimde gerçekleştirilecek reformların toplumsal değişim için büyük imkânlar sağlayacağına inanan bir düşünür olarak tanıtır

Eğitimde demokratik idealler


Genbilim editor

John Dewey (1859-1952) ve Eğitimde demokratik idealler; John Dewey 20. yüzyılın ilk yarısının en önemli Amerikalı felsefecisi olarak tanınır. 1859’da Vermont, Burlington’da dünyaya gelmiştir. Kısa bir öğretmenlik kariyerinin ardından felsefe alanında doktora yapmış ve 1889’dan sonra University of Michigan’da felsefe bölümünün başkanlığını üstlenmiştir. Daha sonraları University of Chicago’daki görevi esnasında kamu eğitimiyle aktif olarak ilgilenmeye başlamış ve burada 1896-1904 yılları arasında, çocuk eğitimi üzerindeki gözlemlerini derinleştirdiği meşhur “laboratuar okul”u kurmuştur. Akademik kariyerinin geriye kalan uzun bölümünde Columbia Üniversitesi’nde profesör olarak çalışmıştır1. Dewey’in demokratik idealini ve bu ideale ulaşmakta eğitime biçtiği rolü iyi anlayabilmek için onun içinde yaşadığı dönemi kaba hatlarıyla tarif etmek gerekir. Dewey bir kriz, belirsizlik ve imkânlar çağının filozofuydu. Dewey’in Amerikası’nda, 1890’larda Chicago halkının yaklaşık yüzde yirmisi evsizdi; her dört kişiden biri işsizdi; hastalıklar kol geziyordu ve sağlık hizmetleri nüfusun büyük bir kesimine ulaşmıyordu. Toplumsal ihtilaflar her yerdeydi: bugün görülmemiş ölçülerde şiddet içeren grevler yaygındı; toplumun zengin ve yoksul katmanları arasında derin bir uçurum vardı; siyasi partiler güç sahiplerinin elindeydi ve yerel yönetimler yolsuzluk batağına saplanmıştı. Kargaşanın hakim olduğu bu ortama her gün, yalnızca kendi dilini konuşan yeni göçmenler ekleniyordu. İngilizce Chicago’da henüz yaygın bir dil değildi ve her dört kişiden yalnızca birinin ebeveynleri Amerika’da doğmuştu.

Fakat bu kriz ve belirsizlik ortamı Dewey ideallerinin gerçekleşebileceği imkânlar da içeriyordu. Ücretli ve mekanik iş düzeni işçi sınıfı tarafından tümüyle kabul gören bir norm haline gelmemişti; işçi sınıfı henüz tüketim toplumunun ihtiyaçlarına hizmet edecek şekilde örgütlenmemişti; yüksek siyaset büyük şirketlerin tekelinde olsa bile halk yığınlarının bunun dışında tutulması gerektiği bugün olduğu gibi meşru bir bakış açısı haline gelmemişti. 19. yüzyılın sonlarından bakıldığında, otuz-kırk yıl sonrasının Amerikası’nın halkın toplumsal yaşam ve siyasete katılımı anlamında hangi yönde evrimleşeceği belirsiz görünüyordu. Noam Chomsky, eğitim ve demokrasi hakkındaki bir konuşmasında John Dewey’i klasik liberalizmin özgürlükçü değerlerinden beslenen ve erken eğitimde gerçekleştirilecek reformların toplumsal değişim için büyük imkânlar sağlayacağına inanan bir düşünür olarak tanıtır. Dewey’e göre “üretimin nihai hedefi meta üretimi değil, birbirleriyle eşitlik temelinde ilşikilenen özgür insanların üretimi olmalıdır”. “Eğitim bir vazoyu suyla doldurmak değil, bir çiçeğe kendi tarzında büyüyebilmesi için yardımcı olmaktır.” Chomsky’e göre, Dewey’in savunduğu özgürlükçü değerler, içinde yaşadığı erken 20. yüzyılın yükselen değer ve yapılarıyla uzlaşmaz bir çelişki taşımaktadır. Bir tarafta Leninist ve Stalinst komuta ekonomileri, diğer tarafta, ABD ve Batı’da inşa edilmekte olan devletçi kapitalist endüstriyel ekonomiler, her ikisi de köklü otoriter değerleri savunmakta, bireylerden itaat talep etmekte, eşitlik temelinde dayanışmacı insani ilişkileri değil, vahşi ve rekabetçi, tahakküm arayışındaki ilişkileri desteklemektedir. 20. yüzyılda gelişen egemen siyaset ve yönetim teorilerine göre halk, Walter Lipmann’ın sözcükleriyle “sorumlu insanların vahşi bir sürünün gürültü patırtısından azad olabileceği” bir konumda yer almalıdır; bir demokraside “bilgisiz ve başkasının işine burnunu sokanların, yani dışarıdakilerin bir işlevi vardır.” Onların işlevi “eylemin meraklı bir izleyicisi olmaktır, fakat katılımcısı değil”.

20. yüzyılda devletler, şirketler, politik sistem, medya ve okullar bu arzu ve öngörüyü gerçekleştirecek şekilde yapılanmıştır. Dewey’e göre ise “siyaset büyük şirketlerin toplum üzerindeki bir gölgesidir” ve bu böyle olduğu müddetçe “gölgenin zayıflaması maddenin kendisinin değiştiği anlamına gelmeyecektir”. Yani reformların faydası çok sınırlıdır. Dewey 1920’lerde şunları ifade etmektedir: “Günümüzde iktidar üretim araçlarının, malların mübadelesinin, reklamcılığın, taşımacılığın ve iletişimin kontrolündedir. Bankacılığı, arazileri, sanayii özel denetim altında tutan, bu denetimi basın, basın kuruluşları ve diğer reklam ve propaganda araçları üzerindeki komutaları ile güçlendiren özel kâr amaçlı işletmeler varoldukça, yani, gerçek iktidar sistemi, baskı ve kontrolün gerçek kaynağı yerli yerinde durduğu müddetçe, demokrasi ve özgürlükden sözedilemez.” Serbest ve demokratik bir toplumda işçiler kendi kendilerinin efendisi olmalıdırlar. O halde “çocukları özgür ve zekice çalışamayacakları, sadece verilen iş uğruna çalışacakları şekilde eğitmek dar görüşlü ve gayrı ahlaki bir yaklaşımdır”.

Dewey’in demokratik idealini, yüksek siyaset çerçevesinde tanımlanmış bir demokratik toplum tasarımından kesin bir şekilde ayırt etmek gerekir. Dewey’e göre demokratik toplumun temel kriteri bireyin kendi yaratıcı potansiyelini toplumsal yaşama gönüllü katılımı suretiyle ve toplumun iyiliği için çalışarak açığa çıkarabilmesidir. İnsan doğasının yaratıcı potansiyeline ve bireyde tesis edilmesi gereken katılımcı bir karaktere dayalı, aşağıdan yukarıya bir demokrasi ideali söz konusudur. İnsanın bireysel-psikolojik temelinden hareketle geliştirilen bu ideal bireyi toplumun iyiliği adına toplumsal bir çalışmaya davet etmek suretiyle birey ve toplum arasında bir denge arayışındadır.

Dewey’in eğitim reformuna olan ilgisi ABD ile sınırlı kalmamıştır. 1920’lerde Çin, Meksika, Japonya, Türkiye ve Rusya gibi modernleşen ve eğitim altyapılarını oluşturmaya çalışan ülkeleri ziyaret etmiş ve reform çabalarına destek vermiştir. Dewey 1924 yazında, iki ay gibi sınırlı bir zaman aralığında Atatürk’ün davetiyle Türkiye’ye gelmiştir. Bu ziyaretin hemen ardından yazdığı rapor on beş sene boyunca, 1939’a kadar Türkçe’de yayımlanmamış ve İngilizce orijinali ölümünün ardından, toplu çalışmalarının yayımlanması esnasında gün yüzüne çıkmıştır. Dewey’in İstanbul, İzmir, Bursa ve Ankara’da, okulların kapalı olduğu yaz aylarında yaptığı incelemelerin sonucunda Türkiye’nin eğitimde reform çabalarına sıcak yaklaştığı, Ankara’da mahrumiyet koşulları altında altyapısı kurulan cumhuriyet idealinden etkilendiği ve bu ideale sempatiyle baktığı görülmektedir. Yazdığı raporda, Türkiye’yi eğitimde “aşırı merkezileşme” çabalarına karşı uyardığı, maarif vekaletini “çeşitliliğin” esas alınması yönünde uyardığı dikkati çekmektedir. Ayrıca, köy enstitüleri fikri konusunda da Dewey’in esin verici olduğu ifade edilmektedir.

Pragmatizm ve enstrümantalizm


Dewey, Batı felsefesini 17. yüzyıldan beri etkisi altına alan zihin ve dünya, düşünce ve eylem ikiliğine karşıt bir bilgi felsefesi geliştirmeye çalışmıştır. Dewey’e göre düşünce insan yaşamının devamına ve insanın refahına hizmet edecek şekilde evrimleşmiş bir fonksiyondur. Düşüncenin bilgiye dönüşebilmesi için eylemle sınanması gerekir. Dewey’e göre çocuklar formel eğitimlerine başladıklarında dört “doğuştan itici kuvveti” (native impulse) birlikte getirirler. Bunlar, iletişim (communication), inşa etme (construction), sorgulama (inquiry) ve ifade etme (fine articulation) güdüleridir. Bu güdüler “üzerine hiç yatırım yapılmamış olan doğal sermayelerdir”. Çocuk ayrıca ev yaşantısından edindiği ilgi ve aktiviteleri de birlikte getirir ki bunların tümü birlikte öğretmenin değerli sonuçlar üretmek üzere işleyeceği hammaddeyi oluşturur. Deweyci pedagoji öğretmenleri müfredat konularının tümünü “deneyim içine yerleştirmek” gibi çetin bir göreve çağırır. Zira müfredat konularının tümü, tıpkı tüm insan bilgisi gibi insan deneyimi sonucunda, belirli problemleri çözebilmek çabası içinde öğrenilmiş olan şeylerdir, fakat daha sonraları bu bağlamından soyutlanarak müfredata yerleştirilmişlerdir. Dewey eğitim hakkındaki görüşlerini 1897’de yayınlanan “Pedagojik Amentüm” adındaki bildirgesinde özetlemektedir7. Aşağıdaki beş bölüm bu bildirgenin kısa bir özetidir.

Eğitimin ne olduğuna dair


Eğitim bireyin, soyumuzun toplumsal bilincine katılımıyla ilerler. Bu süreç doğumla birlikte bilinçdışı bir şekilde başlar, bireyin güçlerini sürekli şekillendirir, bilincini doyurur, huylarını oluşturur, düşüncelerini eğitir, duygu ve hislerini harekete geçirir. Bu bilinçdışı eğitim yoluyla birey, aşama aşama, insanlığın biraraya getirmeyi başardığı entelektüel ve ahlaki kaynakları paylaşmaya başlar. Medeniyetin bir mirasçısı ve sermayesine dönüşür.

Dünyadaki en formel ve teknik eğitim dahi bu genel süreçten ayrışamaz. Yalnızca bunu organize edebilir veya bunu farklı bir yöne çevirebilir. Tek gerçek eğitim çocuğun güçlerinin, içinde bulunduğu toplumsal kurumların talepleri tarafından harekete geçirilmesiyle birlikte gelir. Bu talepler sayesinde birey bir bütünlüğün parçası olarak davranmaya teşvik edilir, kendisini içinde bulunduğu grubun iyiliği açısından değerlendirir. Kendi eylemlerinin toplumsal anlamını başkalarının buna verdiği tepkiyle keşfeder. Bu eğitim sürecinin psikolojik ve sosyolojik yönleri vardır; bunlardan hiçbiri birbirine karşı üstün değildir. Psikolojik olan temeldir. Çocuğun kendi güdüsel güçleri eğitime başlangıç noktası sağlar. Çocuğun kendi inisiyatifi doğrultusunda sürdürdüğü aktiviteyle buluşmayan bir eğitim dışarıdan bir baskıya dönüşür. Bireyin psikolojik yapı ve aktivitelerini kavramayan bir eğitim gelişigüzel ve keyfidir. Çocuğun aktiviteleriyle tesadüfen buluşursa bir sıçrama noktası yakalar, aksi halde ihtilaf ve parçalanma yaratır.


Toplumsal koşullara, medeniyetin mevcut durumuna dair bilgi çocuğun güçlerinin uygun şekilde yorumlanması için gereklidir. Onları toplumsal eşdeğerlerine tercüme etmediğimiz müddetçe çocuğun içgüdülerinin ne olduğunu bilemeyiz. Bir gücün gerçekten ne olduğunu anlamak için onun amacının, kullanımının, veya işlevinin ne olduğunu bilmeliyiz. Bu nedenle, bireyi aktif toplumsal ilişkilerin dışında kavrayamayız. Özetle, eğer toplumsal faktörü çocuktan bertaraf edecek olursak bir soyutlamayla başbaşa kalmış oluruz; bireyi toplumdan bertaraf edecek olursak yaşamayan bir yığınla başbaşa kalırız. O halde eğitim çocuğun kapasitelerine, ilgilerine, ve huylarına dair psikolojik bir kavrayışla başlamalı; her aşamada bu değerlendirmeler referans alınarak kontrol edilmeli; bu güç, ilgi ve huylar sürekli yorumlanmalı, toplumsal eşdeğerlerine tercüme edilmelidir.

Okulun ne olduğuna dair


Okul çok basit olarak cemaatin, çocuğu soyumuzun miras aldığı kaynakları paylaşabilmesi ve kendi güçlerini toplumsal amaçlar için kullanabilmesi için en etkili olacak araçları bir araya getirecek şekilde düzenlenmiş bir biçimidir. Eğitim bir yaşam biçimidir, gelecek için hazırlık değildir. Okul, çocuk açısından yaşamsal olan mevcut hayatı temsil etmelidir. Okul mevcut toplumsal yaşamı basitleştiren, onu embriyonik bir biçime indirgeyen bir model olmalıdır. Çünkü yaşamın kendisi çocuğun içinde kendi güçlerinin parçalanmasına neden olacak derecede karmaşıktır. Bir cemaat yaşamı olarak okul ev yaşamını temel alarak başlamalıdır. Çocuğa çeşitli aktiviteleri göstermeli, çocuk bunların anlamını kendi rolünü oynayarak öğrenmelidir.

Mevcut sistemin en büyük sorunu okulu bir cemaat yaşamı olarak değil, bilgi verilecek, ders öğrenilecek, alışkanlık tesis edilecek bir mekân olarak görmesidir. En iyi ahlaki eğitim bir kişinin başkalarıyla bir iş ve düşünce bütünlüğü içinde uygun ilişkilere girmesiyle sağlanabilir. Mevcut eğitim sistemleri bu birliği bozdukları için gerçek ahlaki eğitimi güçleştirirler. Öğretmen de cemaatin bir parçası olmalıdır. Görevi belirli düşünceleri empoze etmek değildir, cemaatin bir üyesi olarak çocuğu etkileyecek etkileri seçmek ve ona bu etkilere uygun yanıtlar üretmek konusunda yardımcı olmaktır. Disiplin okul yaşamından kaynaklanmalıdır, öğretmenden değil.


Eğitimin nesnesine dair


Çocuğun toplumsal yaşamı odak noktasıdır. Çocuğun aniden okuma, yazma, coğrafya, vb. birbirinden ayrı konularla karşı karşıya bırakılması, çocuğun doğasını ihlal etmekte, iyi etik sonuçlar elde edilmesini güçleştirmektedir. Demek ki eğitimin odak noktası, fen, edebiyat, tarih, coğrafya değil, çocuğun kendi toplumsal aktivitesi olmalıdır. Edebiyat toplumsal deneyimin bir ifadesidir, bu deneyimi takip etmelidir. Tarih, toplumsal yaşamın safhalarını ve büyümeyi anlattığı müddetçe eğitsel bir değere sahiptir. İnsanın toplumsal yaşamının ve ilerlemenin bir kaydı olarak kabul edilmesi halinde anlamlı hale gelir. İfadeye dayalı, yapıcı aktiviteler (pişirme, dikiş, el işi vs.) merkeze alınmalıdır.

Bunlar bir hobi, serbest zaman etkinliği olarak düşünülmemelidir. Daha formel konular bu aktiviteler aracılığıyla sunulmalıdır. Fen, gerçekte mevcut deneyimleri yorumlama ve kontrol etme becerisi sağladığı için değerlidir. Yeni bir konu olarak değil, geçmiş deneyimle ilişkili olarak sunulmalıdır. O halde ideal okul müfredatında bir dizi ders olmamalıdır. Eğer eğitim bir yaşamsa, her yaşam bilimsel, sanatsal ve kültürel veçhelere, ve iletişim vechesine sahiptir. Eğitim deneyimin durmaksızın devam eden bir inşaası olarak görülmelidir, eğitim süreci ve eğitimin amacı bir ve aynı şeydir.


Metodun doğasına dair


Bireyin aktif yönü pasif yönünü önceler. İfade bilinçli izlenimden önce gelir, kassal gelişim duyusal gelişimi önceler. Çocuk pasif alıcı konuma itildiğinde aslında kendi doğasını izlemesine izin verilmemektedir. İmge, öğrenimin en büyük aracıdır. Öğretmek için harcanan zamanın neredeyse tamamı çocuk doğru imgeyi oluşturabiliyor mu sorusunun cevabını araştırmaya harcansa ders vermek çok daha başarılı hale gelir. İlgi, büyüyen gücün işaret ve semptomlarıdır. Yükselen kapasitelere işaret eder. Ancak ilginin dikkatli ve empatik bir gözlemlemesi sonucunda yetişkin çocuğun yaşamına girebilir ve onun neye hazır olduğunu görebilir. Duygular eylemlerin refleksidir. Duygular karşı geldikleri aktivitelerden bağımsız düşünülemezler. Mevcut eğitim, ölü, sıkıcı, formel ve rutin olmasının yanı sıra aşırı duygusallık belasınca da tehdit edilmektedir. Bu aşırı duygusallığın, duyguları eylemden koparmanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum.

Okul ve toplumsal ilerleme


Eğitim toplumsal ilerleme ve reformun temel yöntemidir. Kanunlara, cezalara veya mekanik ve dışsal düzenlemelere dayalı reformlar nafiledir. Eğitim toplumsal bilinci paylaşma sürecinin regüle edilmesidir; ve bireysel aktivitenin toplumsal bilinç temelinde ayarlanması toplumsal yeniden inşaa için tek güvenli yöntemdir. Bu kavrayışın hem bireyci hem de toplumcu ideallere saygısı vardır. İdeal bir okulda bireyci ve kurumsal idealler uzlaşmalıdır. Kanun ve ceza, toplumsal ajitasyon ve tartışma ile toplum kendisini ancak gelişigüzel ve rastgele düzenleyebilir. Oysa eğitim ile toplum amaçlarını formüle edebilir, kendi araç ve kaynaklarını organize edebilir, kendisini gitmek istediği yöne doğru biçimlendirir.

Demokrasi ve eğitim


Bir okulun ahlaki ve politik gündemi, o okulda çocuğun karakterinin ne şekilde biçimlendirildiği bir tür “gizli müfredat” olarak da adlandırılır. Dewey açısından eğitim teori ve pratiğinin bu veçhesi son derece açıktır. “Belirli bir karakterin oluşumu doğru bir yaşam biçiminin tek hakiki temelidir” ve “doğru bir yaşam” demokratik pratiklerle özdeştir. Bireyler kendilerine has yetenekleri toplumun iyiliği yönünde kullanarak kendi kendilerini gerçekleştirirler ve bu nedenle, demokratik bir toplumda eğitimin en hassas görevi çocuğun kendi kendisini gerçekleştirebileceği karakteri, huyları ve erdemleri geliştirmesine yardım etmek olmalıdır. Dewey’in bir eğitim reformcusu olarak amacı Amerikan okullarını Amerikan toplumunun radikal anlamda demokratikleştirilmesinin bir aracına dönüştürmektir. Eğer okullar toplumsal yeniden üretimin değil de toplumsal reformun bir eyleyicisi olacaklarsa, bunların tam anlamıyla yeniden kurulması gerekmektedir.

Dewey, eğitimin ruhu, malzemesi ve yönteminin farklı tipteki cemaat yaşantıları içinde nasıl değiştiği sorusundan hareket eder. Eğitimin bir grup içerisinde baskın olan yaşam kalitesine bağlı olarak değişeceğini söyler. O halde eğitim toplumsal reformun bir aracı olduğu kadar, toplumun bir aynasıdır da. “Demokrasi ve Eğitim” adlı klasik eserinin 7. Bölümü’nde eğitim ve demokrasi mefhumunu bu çerçevede inceler. Bir toplumsal yaşam biçiminin değerine ve kalitesine dair burada iki temel kriter sunar: Bilinçli olarak paylaşılan ilgiler ne kadar çeşitlidir; ve diğer toplumsal birimlerle karşılıklı ilişkiler ne kadar zengin ve özgürcedir? Bu iki zenginlik ve çeşitliliğin doğrudan demokrasiye işeret ettiğini belirtir. Bu iki özellik demokratik toplumu tanımlayan unsurlardır. Karşılıklı insani münasebetlerin ve paylaşılan ilgi ve tecrübelerin zengin olduğu toplumlar (demokratik toplum), keskin sınıflara ayrılarak katmanlaşmış toplumların aksine, enetelektüel imkânların herkes için hakkaniyetli bir şekilde erişilebilir olmasını arzulayacaktır. Sınıflı bir toplumun sadece yönetici sınıfların eğitimine ihtiyacı vardır; geçişken (mobile), çok sayıda değişim kanalları içeren toplumlar bireylerinin kişisel inisiyatif ve uyum yeteneklerinin gelişeceği şekilde eğitilmelerini isteyecektir.

Eğitim toplumsal bir süreç olduğu için ve çok çeşitli toplum biçimleri varolduğundan, eğitim eleştirisi ve eğitimin yapılandırılması hakkındaki kriterler muayyen bir toplumsal ideale işaret eder. Bir toplumsal düzenin değerini ölçmek üzere önerilen iki kriter dikkate alındığında, özgür ilişkilerin ve deneyimin paylaşılmasının önüne içsel ve dışsal engeller getiren toplumlar arzu edilmeyen toplumlardır. Üyelerinin toplumun iyiliğine eşitlik temelinde katılımını destekleyen, farklı ilişki biçimlerinin etkileşimi yoluyla kurumlarının esnekçe yeniden düzenlemelerini güvence altına alan toplumlar demokratiktir. Böylesi bir toplum bireylerine, toplumsal ilişkili ve denetime karşı kişisel bir ilgi ve düzensizlik yaratmadan yaşanacak toplumsal değişimleri güvence altına alacak zihni melekeler kazandıran bir eğitim biçimine sahip olmalıdır.
Dewey üç tipik tarihsel eğitim felsefesini bu bakış açısıyla değerlendirdiğinde şu sonuçlara varır: Birincisi, Platoncu eğitim felsefesinin benzer idealleri vardı, fakat bireyden ziyade bir sınıfı toplumsal birim olarak ele alıyordu. Bireylerin çeşitliliğinin değil, toplumsal kategorilerin çeşitliliğinin farkındaydı. İkincisi, On sekizinci yüzyıl aydınlanmasının sözde bireyciliği insanlığın kendisi kadar geniş bir toplum tahayyül ediyor ve bu toplumda özgür bireyler arasındaki alış verişin kısıtlayıcı toplumsal kurumların varlığına ihtiyaç duyulmaksızın, doğanın gücüyle gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Toplum ideali tüm insanlıktı ve eğer insanlar suni kurumsal kısıtlamaların dayatmalarından (örneğin devlet) kurutulurlarsa doğanın yasaları, Newton’un güneş sisteminde keşfettiği o muhteşem uyumu insan ilişkilerinde de tesis edebilirdi. Çünkü doğa, bireysel yeteneklerin çeşitliliğini ve bireylerin özgür gelişiminin gerekliliğini gösteriyordu. O halde eğitim de bu doğa yasalarıyla uyumlu olmalıydı. Fakat on sekizinci yüzyılın bireyci idealinde bu özgür bireyi gerçekleştirecek toplumsal organ yoktu. Son olarak, üçüncüsü, on dokuzuncu yüzyılın kurumsal idealist felsefesi bu ideali ulus devlet aracılığıyla gerçekleştirmeye çalıştı fakat bunu yaparken söz konusu toplumsal amacı aynı politik birimin üyeleriyle sınırlandırdı. Bireyin kurum karşısındaki alt konumunu yeniden üretti.

Ad:  Timbre_USA_John_Dewey_oblW_21101968.jpg
Gösterim: 764
Boyut:  97.7 KB

Vikipedi

Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
17 Haziran 2011       Mesaj #5
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

John Dewey

Doğum: 1859, Burlington
Ölüm: 1952, New York
Amerikalı filozof ve pedagog.

Chicago Üniversitesi'nde felsefe, psikoloji ve pedagoji bölümlerine başkanlık etti (1894-1904). Emekliye ayrıldığı 1930 yılına dek Columbia Üniversitesi'nde felsefe profesörlüğü yaptı. Felsefede, araççılık (enstrümentalizm) adını verdiği ve her kuramı eylem ya da deney için bir araç sayan pragmacı bir öğretiyi savundu. Chicago Üniversitesi'ndeyken bir deneme okulu kurarak, burada eğitim konusundaki görüşlerini uyguladı. Eğitimci olarak uluslararası bir ün kazandı, danışman olarak Çin, Japonya, Meksika ve Sovyetler Birliği'ne gitti. Cumhuriyet döneminde çağrılı olarak Türkiye'ye de geldi. İnceleme ve araştırmalar yaptı. İlkokul programlarının hazırlanmasında ve köy enstitülerinin işleyişinde etkili oldu.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Benzer Konular

16 Ekim 2015 / KisukE UraharA Bilim ww
 John 5
25 Ekim 2015 / estudiantes Müzik ww
24 Ocak 2010 / Daisy-BT Sanat ww
24 Kasım 2013 / Intersect Edebiyat
18 Aralık 2015 / ThinkerBeLL Tiyatro ww