Arama

Johann Gottfried Herder

Güncelleme: 19 Ekim 2015 Gösterim: 4.963 Cevap: 1
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
25 Mart 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Johann Gottfried von Herder
MsXLabs.org & Vikipedi, özgür ansiklopedi
Johann Gottfried von Herder (25 Ağustos 1744 - 18 Aralık 1803), gerçek bir tarih felsefesinin bir anlamda kurucusu sayılabilecek olan 18. yüzyıl Alman düşünürüdür.
Sponsorlu Bağlantılar
Tarihte, belirleyici öğenin genel olarak insan değil de, şu ya da bu türden insanın genel özellikleri olduğunu savunan ve bu iddiasıyla da, aynı zamanda antropolojinin babası olarak görülen Herder, organik bir doğal evrim görüşü geliştirmiştir. Bu anlayışa göre, doğa da tarih de, sürekli olarak dönüşen, yani oluş hali içinde olan alanlardır. Tarih, doğanın bir alanı olmakla birlikte, tarihsel olaylar, doğal olaylar gibi, kesin bir yasalılık ve nedensellik taşımaz. Zira, tarihi belirleyen en önemli öğe, genellik değil de, bireyselliktir. Tarihte yasalar aramaktan vazgeçilmelidir, her tarihsel olay bir kez ortaya çıkan bir gerçekliktir.


Herder’in Felsefesi
Herder’in tarih felsefesine döndüğümüz zaman Aydınlanmanın özgün kuramlarından önemli ayrımlarla karşılaşırız. Herder Aydınlanmanın kendinden hoşnutluğuna, onsekizinci yüzyıl filozoflarının tarihin ilerleyici bir gelişme süreciyle onların kendi zamanlarına götürdüğünü düşünme eğilimlerine saldırıyordu. Ama, yine gördüğümüz gibi, saldırısını yalnızca Aydınlanmayı yorumlayışları ile anlaşmaması üzerine dayandırmıyordu:
Tarihe genel yaklaşımlarına saldırıyordu. Çünkü onun görüşünde tarihe varsayımlarla yaklaşıyorlar ve onu önceden tasarlanmış bir savı tanıtlamak için kullanıyorlardı. Savları hiç kuşkusuz Bossuet’nün savından ayrılıyordu, ama gene de önceden tasarlanmış bir kuramdı ve buna göre tarih dinsel gizemcilikten ve boş inanca kölelikten yukarıya özgür ve dinsel-olmayan bir ahlaka doğru bir devimi temsil eder. Hiç kuşkusuz, Aydınlanma filozofları yorumlarının sayıltılar üzerine olmaktan çok tümevarım üzerine dayandığı yanıtını verebilirlerdi. Ama Herder genel bir yoruma temel olacak olguları seçişlerinin kendisinin sayıltılar tarafından güdüldüğü yolunda karşı çıkabilirdi. Ve düşüncesindeki özsel nokta tarihe yaklaşımlarının her ekini kendi değerleri içinde, kendi tinine ve karmaşık birliğine göre inceleme ve anlamalarını önlemekte olduğu görüşüydü. Bir Başka Tarih Felsefesi (1774) başlıklı çalışmasında Herder’in kendisi tarihi çağlara ya da dönemlere böldü; ama böyle bir yöntemin tehlikelerine de dikkati çekti. Bir ‘çağ’ı sınırlayarak birkaç genelleme ile betimleyecek olursak, yalnızca boş sözcüklerle kalmamız olanaklıdır:
Olgusallık, bir ulusun varsıl yaşamı elimizden kaçıverir. Ancak verilerin dayançlı ve tam bir incelenişidir ki bir halkın gelişimini anlamamızı sağlayabilir. Ve kendisi, gördüğümüz gibi, halkların şiir ve özgün şarkılarını insan tininin gelişiminin anlaşılması için önemli bir kaynak olarak vurguluyordu. Aslında, dil ve yazınsal etkinliğin gelişiminin anlaşılması üzerine getirilen vurgunun Aydınlanmanın düşünceleri ile çelişki içinde olduğunu pek söyleyemeyiz. Ama Herder insanı ve tarihini yorumlamada göreli olarak ilkel olanın önemine dikkati çekti. Eğer erken ekinsel evreleri yalnızca onsekizinci yüzyılın ussalcı ideal ve sayıltıları üzerine dayalı bir ölçüne gönderme ile yargılamada diretecek olursak, bu evrelerin imlemlerinin değerini anlamayı başaramayız.

Herder’in büyük çalışması, İnsanlık Tarihinin Felsefesi İçin Düşünceler (Ideen zur Philosophie der Geschichte der Menscheit, 1784-91) dev bir ölçekte tasarlanmıştı. Çünkü çalışmanın her biri beş kitabı kapsayan ilk iki bölümünde insanın fiziksel çevresini ve örgütlenişini irdeler, ve bunu insanbilim ve—paradoksal bir deyimle—insanın gelişiminin tarih-öncesi dönemi bağlamında yapar. Ancak XI-XV. kitapları kapsayan üçüncü bölümdedir ki kayıtlı tarihe gelir ve açıklamasını Roma İmparatorluğu'nun düşüşüne dek götürür. Bu açıklama dördüncü bölümde (XVI-XX. kitaplar) İS 1500’e dek götürülür. Beşinci bölüm yazılmamıştır. Bununla birlikte, çalışmanın şeması ne denli derin bir tutkuyu gösteriyor olursa olsun, Herder ondan yana abartılmış bir tutuma girmedi. Başlığın kendisi, İnsanlık Tarihinin Felsefesi İçin Düşünceler, ılımlı bir hava taşır. Ve yazar açıkça belirtir ki çalışma ‘‘ancak yüzyılların bitirebileceği bir yapının taşları’’ndan oluşur. Yapıyı tamamlayabileceğini sanacak denli düşüncesiz değildi.
İnsanın fiziksel çevresini, eş deyişle fiziksel evreninin güçlerini ve yeryüzünün konum ve tarihini irdeledikten sonra, Herder örgensel yaşam konusuna gelir ve insanın kendisini ele alır. İnsanın bir hayvan türünden evrimlenmiş olduğunu ileri sürme anlamında bir evrim kuramı açımlamaz; ama cinslere ve türlere doruğunda insan olan bir tür piramidi oluşturuyor olarak bakar. Tüm örgensel yaşam içersinde, Herder’e göre, dirimsel bir gücün (açıktır ki Aristoteles’in entelekisine karşılık düşer) sergilenişini buluruz ki, cinsler ve türler merdivenindeki yükselmeye koşut olarak kendini durmaksızın artan bir işlevler ayrımlaşmasında anlatır. Herder’in bu aşamalılık anlayışı açıkça erekbilimsel ıradadır. Yükselen düzenlerinde daha altta duran türler kavramsal düşünme yeteneğindeki ussal ve özgür bir varlık olarak insana giden yolu hazırlar. Ortaya çıkışıyla insan Doğanın, eş deyişle Tanrının amacını yerine getirir. Ama Herder arı içgüdü düzeyinde örgenliğin temel itkileri yanılmaz bir yolda işlev görmekteyken, istencin gelişimi ile yanılgı olasılığının arttığını belirtir:
‘‘İçgüdü ne denli zayıflarsa, o ölçüde keyfi istencin (ya da özencin) ve dolayısıyla ayrıca yanılgının buyruğu altına düşer.’’
Herder için tarih zaman ve yer tarafından değişkiye uğratılmış olarak insan güç, eylem ve yatkınlıklarının doğal tarihidir. Dönüşümcü evrim kuramını açımlamıyor olsa da,—en azından belirtik bir yolda—, deyim yerindeyse insanın fiziksel çevresi ile ve daha alt yaşam biçimleri ile sürekliliğini vurgular. Ayrıca insanın ‘örgütlenişini’ de vurgular. İnsan us ve özgürlük ‘için örgütlenmiştir.’ Dünyaya usu öğrenmek ve özgürlüğü kazanmak için gelmiştir. Böylece insanda gizli olan ve geliştirilmesi gereken birşey olarak insanlıktan (Humanität) söz edebilir. İnsanda gizli yatan insanlıktan söz etmek ilk bakışta terimlerde bir çelişkiye yol açıyor görünebilir. Ama Herder terimi iki anlamda kullanır. İnsanın erişebilme yeteneğinde olduğu ideal anlamına gelebilir; ya da bu ideale erişme gizilgücü anlamına gelebilir. İdeal böylece insanda gizli yatar, ve Herder insandan insanlık için örgütlenmiş olarak söz edebilir. Fiziksel bir kendilik olarak hiç kuşkusuz insan daha şimdiden vardır. Ama insanın eksiksizleşmesi için, ‘insanlık’ için bir gizilgüce iyedir.
İnsanın ayrıca din için örgütlendiği de söylenir. Gerçekten de, din ve insanlık özünlü olarak bağıntılıdırlar, öyle ki birincisi en yüksek insanlık olarak betimlenir. Dinin kökenine gelince, bu, Herder’e göre, insanın görülür fenomenlerden bunların görülmez nedenlerini kendiliğinden çıkarsama yeteneğine bağlıdır. Dinin korkuya (örneğin düşmanca, tehlikeli, gözdağı verici meteorolojik fenomenlerden duyulan korkuya) bağlı olduğunu söylemek bütünüyle yetersiz bir neden ileri sürmek olacaktır.
‘‘Korku birçok halkın tanrılarını yarattı demek hiçbirşey söylememektir. Çünkü korku, korku olarak düşünüldüğünde, hiçbirşey yaratmaz; yalnızca anlağı uyandırır.’’
Giderek yanlış dinler bile insanın Tanrıyı tanıma gücüne tanıklık ederler. İnsan öyle varlıkların varoluşunu çıkarsayaabilir ki, bunlar hiç de onun tasarladığı gibi bulunmazlar; gene de insan görülürden görülmezi, fenomenlerden gizli nedenleri türetmede aklanır.
VII. Bölümde Herder’i ele alırken İnsan Ruhunun Bilgilenme ve Duyumu Üzerine (1778) başlıklı çalışmasında her adımda fizyoloji olmayan hiçbir ruhbilim olanaklı değildir bildirimine değinmiştik. Bu yüzden, Düşünceler’inin ilk bölümünün beşinci kitabında Herder’in belirtik olarak insan ruhunun tinselliğini ve ölümsüzlüğünü ileri sürmesi üzerinde durmaya değer bir noktadır. Anlık bir birlik olarak betimlenir. Düşüncelerin çağrışımı olayı ansal birliği çürütmenin tanıtı olarak kullanılamaz. Çağrışımlı düşünceler öyle bir varlığa aittirler ki bu;
‘‘Kendi erkesinden anıları çağırır ... ve düşünceleri içsel bir çekim ya da itme edimine göre bağlar, dışsal düzeneklere göre değil.’’
Arı ruhbilimsel yasalar vardır ve ruh bunlara göre etkinliklerini yürütür ve kavramlarını bileştirir. Bu hiç kuşkusuz örgensel değişimlerle yan yana yer alır; ama bu ruhun ya da anlığın doğasını değiştirmez.
‘‘Eğer alet değersizse, sanatçı hiçbirşey yapamaz.’’
Başka bir deyişle, Herder konumunu açıkça özdekçiliğe karşıt olarak belirlemiştir.
Herder’in Düşünceler’inin ikinci bölümü Aydınlanmanın düşünürlerinin ilkel olanı küçümseme eğilimlerine karşı sürekli bir polemik olarak görülebilir. Hiç kuşkusuz, daha ilkelden daha az ilkele doğru gelişim olmuştur, bir gelişim ki fiziksel çevreye tepkiyi (Montesquieu’de olduğu gibi) önemli bir etmen olarak kapsıyordu. Ve Herder ailenin klana, klanın seçilmiş bir önder ile bir kabileye, ve kabilenin kalıtsal bir tekerk ile topluma gelişiminin sanı düzeyindeki bir açıklamasını verir. Ama ilkel halkların hiçbir ekinlerinin olmamış olduğunu ileri sürmek saçmadır; ve onsekizinci yüzyılın sözde ayrıcalıklarını paylaşmadıkları için mutsuz ve sefil olduklarını düşünmekse daha büyük bir saçmalıktır.
Bundan başka, Herder tarihin çağdaş Devlete doğru bir ilerleme devimi olarak yorumlanması gerektiği düşüncesine de saldırır. En azından bir çağdaş Devletin gelişiminin us ile pek bir ilgisi olmayan, tersine salt tarihsel etmenlere bağlı olan bir olay olduğunu imler. Bir kabilenin üyeleri pekala ‘‘bir bireyin lüks içinde zevk sefa sürmesi için yüzlercesinin açlık çekmesini gerektiren’’ büyük bir çağdaş Devletin yurttaşlarının pek çoğundan daha mutlu olmuş olabilirler. Ve Herder’in yetkeci hükümetten duyduğu hoşnutsuzluk yeterince açıktır. İkinci bölümü yayımladığı zaman, en iyi egemen egemenleri gereksiz yapmaya en büyük katkıda bulunan egemendir, ve hükümetler hastalarını sürekli olarak onlara gereksinim içinde olacakları bir yolda sağaltan kötü doktorlar gibidirler biçimindeki bildirimleri dışarda bırakmak zorunda kalmıştı. Ama söylemiş oldukları yeterince açıktı. Onun görüşünde,
‘‘Bir efendiye gereksinen insan bir hayvandır; bir insan olur olmaz bundan böyle bir efendiye gereksinim duymaz.’’
Aydınlanmış despotizm ideali konusunda bu kadar.
Tüm bunlarda Herder belli bir düzeyde Kant üzerine dolaylı bir saldırıda bulundu. Kant Düşünceler’in ilk bölümü üzerine düşmanca bir eleştiri yayımlamıştı; ve ikinci bölümde Herder, doğrudan olmasa da, Kant’ın Kozmopolitan Bakış Açısından Genel Bir Tarih Düşüncesi’ne (Idee zu einer allgemeinen Geschichte in weltbürgerlicher Absicht, 1748) saldırma fırsatından yararlandı. Kant ussal Devletin gelişimine katkıda bulunmuyor görülebildikleri sürece toplumsal örgütlenişin tüm evrelerini gözardı etme eğilimindeydi. Ve ussal bir Devletin bir ‘efendisi’ olmalıdır; çünkü insan öylesine eksiklikle yüklüdür ki bir efendi olmaksızın toplumda yaşaması olanaksızdır. Kant bu noktada pekala haklı olmuş olabilir; ama Herder insanın doğal iyilik ve eksiksizleşebilirliğine inanmayı yeğliyordu. Her ne olursa olsun, tarihi çağdaş Devlete doğru bir ilerleme olarak alan ve tüm başka toplumsal örgütleniş biçimlerinin onun ışığında yargılanmalarını gerekli gören bir yaklaşımdan bir yarar gelebileceğini kesinlikle yadsıyordu.
Düşünceler’inin üçüncü bölümünde Herder kayıtlı tarihe gelir. Tarihçi için gerekli gördüğü genel ilke kafasının önsavlardan özgür olması, herhangi bir tikel ulusu ya da halkı kayırarak başkalarını küçümsememesi gerektiğidir. İnsanlığın tarihçisi duygusallığa düşmeksizin ve yansız olarak yargılamalıdır, ‘‘soyumuzun Yaratıcısı gibi.’’ Genel olarak konuşursak, Herder bu ilkeye bağlı kalmaya çabalayıp durur, gerçi Roma’ya karşı bir nefret ve bunun eşliğinde Fenike uygarlığına yönelik bir kayırma kendini gösterse de.
Herder kendini Avrupa’ya sınırlamaz ve örneğin Çin, Hindistan, Mısır ve Yahudi ekinlerini de irdeler, gerçi Çin ve Hindistan üzerine bilgileri hiç kuşkusuz doğal olarak eksik olsalar da. Yunanistan’a gelince, orada tam bir ekinsel döngüyü, tek bir halkın doğuş ve çöküşünü bulur, ve bunları genel vargılar çıkarmak için kullanır. Her ekinin kendi ağırlık özeği vardır, ve bu ağırlık özeği ekinin dirimli ve etkin güçlerinin bir dengesine ne denli derinden işlemişse, ekin o denli sağlam ve kalıcıdır. Öyleyse diyebiliriz ki, bir ekinin doruğuna onun etkin güçleri en dengeli durumlarında oldukları zaman ulaşılır. Ama bu doruk hiç kuşkusuz bir noktadır; eş deyişle, ağırlık özeği kaçınılmaz olarak devinir, ve denge bozulur. Etkin güçler öyle bir yolda yerleştirilebilirler ki denge geçici olarak yeniden kurulabilir; ama sonsuza dek süremez. Çöküş kaçınılmaz olarak er geç gelecektir. Herder sanki bir ekinin yaşamı doğal yasalar tarafından belirleniyormuş gibi konuşur: dirimli bir örgenliğin yaşamına andırımlıdır. Roma’nın yazgısı tanrısal bir karışma tarafından değil ama doğal etmenler tarafından önceden belirlendi. Çevre Romalıları askeri bir halk olmaya zorladı, ve bu gelişim tarihlerini, büyüklüğe yükselişlerini ve en sonunda çöküşlerini şekillendirdi. İmparatorluk dengesizleşti ve kendini sürdüremedi.
Düşünceler’inin dördüncü bölümünde Herder Avrupa’nın Roma imparatorluğunun düşüşünden sonraki tarihini açıklamasını sürdürür. Bunda Hıristiyanlığın Avrupa ekininin gelişiminde oynadığı büyük rolü vurgular ve yaklaşımında hiç kuşkusuz ekonomik etmenlerin öneminin bir bilincini görürüz. Herder’in Haçlı Seferlerini açıklaması duruma bir örnektir. Ve uygulayımsal buluşların ve yeni bilimsel bilginin önemine karşı hiçbir biçimde kör değildir. Ama uygarlığın istenen gelişimini dinden uzaklaşan bir devim olarak görmüş olan Aydınlanmanın anlayışından çok uzakta durur. Herder özgür düşünceli bir Hıristiyan olmuş olabilir, ama dinin insan ekinindeki vazgeçilmez rolünün derin bir inancını taşıyordu.
Herder’in etnik kümeleri, ulusları ve ekinleri vurgulaması ölçüsünde, ve Hıristiyan ekinin doğuşunda Germanik halklar tarafından oynanan rolü vurgulaması ölçüsünde, kimi kafasızlar, örneğin Naziler, onu bir ulusalcı olarak, ve giderek bir ırk-kuramının savunucusu olarak göstermeye çalışmışlardır. Ama bu yorum işin gerçeğinden bütünüyle uzaktır. Herder hiçbir yerde Almanların başka ulusları yönetmeleri gerektiğini söylemez. Aslında örneğin Tetonik şovalyelerin Almanya’nın doğu komşularına karşı davranışlarını kınar; ve yazılarında sık sık militarizme ve emperyalizme saldırır. İdeali ulusal ekinlerin uyumlu bir serpilişlerinden yanaydı. Nasıl ki bireyler özgür ve gene de toplumda birleşmişlerse—ya da bu bir gereklilik ise—, değişik uluslar da bir aile oluşturmalı ve her biri ‘insanlığın’ gelişiminde kendi payına düşen katkıyı ortaya koymalıdır. Irk-kuramına gelince, Herder etnik kümeleşmelerin Devletler için en doğal temeli oluşturduklarına inanıyordu. Ve onun görüşünde Roma’nın kararsızlığına katkıda bulunan etmenlerden biri de tam anlamıyla başka halkların fetihlerinin onun etnik birliğini yokediş yoluydu. Ama bu düşüncenin, ister geçerli olsun isterse olmasın, ırk-kuramı ile hiçbir ilgisi yoktur, eğer kuram bir ırkın özünlü olarak başka ırklara üstün olduğu ve onları yönetme hakkını taşıdığı anlamında alınıyorsa. Ve Yahudilere gelince, Herder anti-Semitik olmaktan uzaktı. Ama bu konu üzerinde daha fazla durmak zaman yitirmek olacaktır. Duyarlı, nesnel hiçbir tarihçi Herder’in ulusal ekinlerin bir gelişimi olarak tarih kuramının kötü anlamıyla ulusalcılığı, militarizmi ve emperyalizmi ya da verili bir ırkın özünlü üstünlüğünü imlediğini düşünmez. Hiç kuşkusuz, bir anlamda ulusalcıydı, ama başka uluslara tanımayı istemediği hakları kendi ulusundan yana ileri sürmüş olması anlamında değil.
Herder’in tarih felsefesi biraz karmaşıktır. İlk olarak her ekinin kendi değerleri üzerinde, önceden tasarlanmış kuramlar olmaksızın, nesnel ve yansız olarak irdelenmesi gereksinimi üzerinde diretmesi söz konusudur. Bu açıktır ki bir tarihçi için eşsiz bir kuraldır. İkinci olarak, bir ekinin yaşamı konusunda bir örgenliğin yaşamına andırımlı olarak geliştirilen kuramı söz konusudur; ve bu kuram Vico’nun döngüler kuramına andırımlı bir yolda kullanılmaya açık görünebilir. Bununla birlikte, üçüncü olarak ‘insanlık’ düşüncesi söz konusudur ki, bir ilerleme kuramına bir döngüler kuramına olduğundan daha iyi uyar. Ama bir uyum hiç kuşkusuz olanaklıdır. Her bir ekinin kendi döngüsü vardır; ama genel devim insanın ‘insanlık’ için içkin giziliğinin olgusallaşmasına doğrudur.
İnsanlık idealine ilerleyici yaklaşımın Herder için kaçınılmaz olup olmadığı bütünüyle açık olarak görünmez. Düşünceler’inde,
‘‘Sonsal amaçlar felsefesi doğal tarihe hiçbir yarar getirmemiştir.’’
der. Örneğin, Roma’nın kötü eylemlerinin Roma ekininin gelişebilmesi ve doruğuna ulaşabilmesi için zorunlu olduklarını düşünmek anlamsızdır. Aynı zamanda, gerçi tarihteki tüm eylemleri belirli bir tanrısal tasarın yerine getirilmesi için gerekli oldukları zemininde aklamamız doğru olmasa da, Herder’in demek istediği şey görünürde ‘insanlığın’ aşamalı gelişiminin kaçınılmaz olduğudur. Böylece verili ulusal, zamansal ve uzaysal sınırlar içersinde olabilecek olan herşeyin olduğunu söyler. Ve bunun görünürde imlemi şudur: Eğer insanlık idealine ilerleyici yaklaşım olanaklıysa, kaçınılmaz olarak yer alacaktır. Gerçekten de, tüm yokedici güçlerin en sonunda saklayıcı güçlere boyun eğmeleri ve bütünün gelişimi için işlemeleri gerektiğini söyler.
İnsanlığın İlerleyişi İçin Mektuplar’ında (Briefe zur Beförderung der Humanität, 1793-7) benzer bir ikircim görünür. Bu Mektuplar’da Herder politik değişimlerin insanlığın ilerlemesine katkıda bulunma sığalarını tanımaya önceden olduğundan daha büyük bir istek gösterir17 ve genel bakış açısı insanlık idealinin olgusallaşmasına doğru bütününde ilerleyici bir devimin olduğu ve olacağı biçiminde görünür. Aynı zamanda insanın doğuştan yeteneklerini geliştirmek için eğitimin önemi üzerinde de diretir. Bu sona ermeyen biçimlendirici eğitim olmaksızın insan hayvanlığa geri düşecektir.18 Ve böyle bildirimler ilerlemenin kaçınılmazlığını imliyor gibi görünmez. Herder’e göre, Avrupa tininin gelişiminde üç evre ayırdedebiliriz. İlkin Roma ekininin ve Germanik ekinin bir karışımı vardı ki Avrupa’nın dinsel ve politik örgütlenmesini üretmişti. İkinci olarak Rönesans ve Reformasyon geliyordu. Ve üçüncü olarak şimdiki evre söz konusudur ki sonucunu önceden saptamamız olanaksızdır.19 Burada yine gelecek konusunda bir kuşku yatıyor gibi görünür; ama açıktır ki bu kuşkuyu insanlığın en yüksek gizilliklerinin en son gelişimine doğru yürüyüşüne duyulan genel bir inanç ile uzlaştırılabilmek olanaksız değildir.
Durum belki de şu yolda anlatılabilir. Tüm ekinleri kendi zamanının uygarlığının ışığında yargılama eğilimine düşman bir tarihçi olarak, Herder bir ilerleme inağı ile pek uyumlu olmayan tarihselcilik ve görecilik yönünde güçlü bir eğilim taşıyordu. Gene de, yalnızca insanın doğal iyiliğine ve eksiksizleşebilirliğine değil, ama ayrıca insanın eylemlerinde ve onlar yoluyla işleyen tanrısal bir kayraya da inanan bir felsefeci olarak, Herder doğallıkla insanın en yüksek gizilliklerinin süreçte karşılaşılan tüm tersliklere karşın en sonunda edimselleşecek oldukları vargısına eğilimliydi.



Son düzenleyen Safi; 19 Ekim 2015 01:52
Biyografi Konusu: Johann Gottfried Herder nereli hayatı kimdir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
Safi - avatarı
Safi
SMD MiSiM
19 Ekim 2015       Mesaj #2
Safi - avatarı
SMD MiSiM
Johann Gottfried Herder

Sponsorlu Bağlantılar
Ad:  Johann_Gottfried_Herder.jpg
Gösterim: 568
Boyut:  94.0 KB


Benzer Konular

18 Ekim 2015 / kompetankedi Felsefe ww
15 Mart 2009 / KisukE UraharA Edebiyat ww
26 Eylül 2015 / Safi Sanat ww
12 Mart 2010 / ThinkerBeLL Sanat ww
26 Ağustos 2015 / Safi Bilim ww