Arama

Bilim Felsefesi

Güncelleme: 29 Ocak 2019 Gösterim: 16.228 Cevap: 5
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #1
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi

bilim felsefesi

Ad:  bilim felsefesi.JPG
Gösterim: 3478
Boyut:  35.8 KB

bilimsel araştırma sürecinin, gözlem kuralları, usavurma örüntüleri, gösterim ve ölçme yöntemleri, metafizik önvarsayımlar gibi öğelerini aydınlatan ve bu öğelerin geçerlilik temellerini biçimsel mantığın, pratik metodolojinin ve metafiziğin bakış açısıyla değerlendiren felsefe dalı.
Sponsorlu Bağlantılar

Bilim felsefesini belirtmek için, kara Avrupa’sında zaman zaman “epistemoloji” (Yunanca episteme: “bilgi, bilim”) terimi de kullanılır (bilgi felsefesi). Günümüzdeki biçimiyle bilim felsefesi, felsefenin öteki dalları gibi belirtik çözümleme ve tartışmaya dayalı bir disiplindir. Bilim felsefesi ile etik, mantık ve bilgi felsefesi arasındaki sınırlar, genellikle bu disiplinlerin tanımına göre değişir. Örneğin bilimsel hipotezlerin geçerliliğinin felsefi açıdan irdelenmesi ile tümevanmsal mantığın biçimsel analizini birbirinden bütünüyle ayırmak ya da kuram ve gözlem konusunda bilim felsefesi kapsamında yürütülen tartışmayı bilgi felsefesinden ayırmak çok güçtür. Bu nedenle bilim felsefesini ayrı bir disiplin saymayan ve bilgi felsefesinin bir kolu olarak gören düşünürler de vardır.

Bilim felsefesi alanındaki sorunları inceleyen düşünürler, tarih boyunca konuya hem varlık felsefesi (ontoloji), hem de bilgi felsefesi açısından yaklaştılar. Çünkü bir yandan bilimsel kuramlarda hangi tür öğelerin ya da kuramsal terimlerin yer alması gerektiğini, öte yandan da bu öğelerin ne tür bir varlık ya da nesnel konum taşıdığını tartışmak zorundaydılar. Bu sorunları belirtik biçimde tartışan ilk düşünürler Platon ile Aristoteles’ti. Platon’a göre, ussal bir doğa biliminin sonul bileşenlerinde bulunması gereken kalıcı anlaşılabilirliği ancak matematik sağlayabilirdi. Gezegenlerin hareketleri, üç boyutlu geometriden elde edilen kuramsal yapılarla açıklanmalıydı; madde fiziğinin konusunu da gene temel geometrik biçimleri taşıyan atomlar oluşturuyordu. Platon’un bu yaklaşımı günümüze değin etkisini sürdürecekti. Buna karşılık Aristoteles’e göre, doğanın sonul öğeleri, genel ve soyut matematiksel biçimler değil, deneyimin olağan akışı içinde algılanabilen daha özgül varlıklar ya da birimlerdi. Ama kuramsal çıkarımlar gene tümdengelim yolunu izlemeliydi.

Helenistik ve İslam uygarlıkları ile ortaçağda bilimsel yöntem ve açıklamanın anlaşılmasında çok az adım atıldı. Ortaçağdaki egemen yaklaşıma göre, insanın anlama yetisi Tanrı’nın aydınlatmasına bağımlıydı. Bilimsel bilginin güvencesi, yönteminin üstünlüğünde değil, güvenilirliğini sağlayan Tanrı kayrasındaydı. 16 ve 17. yüzyıllarda da eğitimin giderek laikleşmesine karşın felsefe ve ilahiyat arasındaki bağlar hemen kopmadı. Ama bilimsel yöntemle ilgili tartışmalar giderek bağımsız, bilimdeki gelişmelere koşut bir nitelik kazanıyordu.

Francis Bacon ile Rene Descartes’ın ortak amacı, insan zihninin gelişmesi için yeni bir yöntemi apaçık ortaya koymak, bilimin izleyeceği ussal işlem basamaklarını temelsiz varsayımların yükünden kurtarmaktı. Bacon, skolastik düşüncenin Aristoteles’in mantık sistemine beslediği tartışılmaz güvene karşı çıkarak, doğrudan deneyime dönme çağrısında bulunuyor, Descartes ise 16. yüzyıl hümanistlerinin şüpheciliğine yönelik bir tepkiyle, doğayla ilgili her türlü kesin bilginin uyması gereken kalıp olarak matematiği öneriyordu. Descartes’a göre fiziğin görevi, Eukleides geometrisinin alanını yeni aksiyomlar, tanımlar ve postulatlar ekleyerek genişletmekti. Hareket, magnetizma ve ısı kuramları ancak böylelikle matematiğin zorunluluk düzeyine ulaşabilirdi.

17. ve 18. yüzyıllarda bilim adamlarının hemen hiçbiri Bacon’ın ya da Descartes’ın önerdiği programlara tıpatıp uymadı. Ama klasik fiziğin kurucusu Sir Isaac Newton’ın gerçekleştirdiği bireşim, bilim felsefecilerinin kullandığı terimle varsayımsal tümden-gelimli yöntemin klasik döneme egemen olmasıyla sonuçlandı. Buna göre bilimsel kuram, deneysel olguların, az sayıda genel ilke ve tanımdan yola çıkarak tümdengelim yoluyla açıklandığı matematiksel bir sistem olmalıydı. Bu yöntem, başlangıçtaki genel ilke ve tanımların kesin olarak temellendirilebileceği savından vazgeçerek Descartes’in konumundan da uzaklaşıyordu.

18. yüzyılda deneyci ve usçu filozoflar arasındaki tartışmanın odak noktası, Newton’ın bu bireşimi nasıl gerçekleştirdiği oldu. Deneyciler, Newton’ın kuramının tümdengelime dayalı kusursuzluğunu açıklayamıyor, usçular ise Newton’ın sisteminin matematiksel bakımdan biricik olduğunu kanıtlayamıyordu. Eukleides’in geometri sistemi dışında da almaşık sistemler geliştirilebileceği 1733 ve 1766’da iki kez kanıtlandı. Immanuel Kant’ın eleştirel felsefesi, usçuluk ile deneycilik arasındaki bu karşıtlığı aşmayı amaçlıyordu.

Kant’ın transandantal yöntem olarak adlandırılan yaklaşımına göre, insan bilgisi zihnin kategorik yapısını yansıtıyordu. Eukleides geometrisinin ve Newton fiziğinin kullandığı kavramlar, insanın gerçek deneyimine uyan biricik kavramlardı. Bunun nedeni, söz konusu kavramların deneysel uygulanabilirliğinin apaçık olması ya da sağlam bir tümevarım temeline dayanması değildi; iki türlü güvence de yoktu.

Ama bilim adamı, deneysel olarak uygulanabilir açıklamalardan oluşan bağdaşık, ussal bir sistemi ancak Eukleides’in ve Newton’ın kavramları çerçevesinde kurabilirdi. Eukleides’in aksiyomları yalnızca bilim için zorunlu değildi; bu aksiyomlar, daha bilim öncesi düzeyde, duyusal deneyimin bağdaşık ve anlaşılabilir biçimde ussal olarak düzenlenmesini sağlayan temel bilişsel yapılardı.
Yaklaşık bir yüzyıl boyunca bilim felsefecileri Kant’ın ortaya attığı sorunları tartışmanın ötesine geçemediler.

Ancak 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında Newton sisteminin tartışılmazlığı sorgulanmaya başladı. Ernst Mach, Heinrich Hertz, kuvantum fiziğinin kurucusu Max Planck, Pierre Duhem ve başkaları bilim felsefesinde 20. yüzyıla damgasını vuracak yeni bir aşamanın öncüleri oldular. Gene Kant’ın yolunu izleyen bu düşünürler, insanın kuramsal savlarındaki fiziksel zorunluluk öğesi, kuramları oluşturan zihinsel etkinliği yansıttığına göre, atomların, kuvvetlerin, elektronların vb ne ölçüde gerçek olduğu, zihnin kuramsal ilkelerinin bilişsel konumunun ve mantıksal geçerliliğinin ne olduğu gibi soruları ortaya attılar. Ampiriokritisizmin kurucusu Ernst Mach ve Richard Avenarius, her türlü bilginin ancak duyu izlenimlerine dayandığı sürece bilimsel değer taşıyacağını öne sürerken, Max Planck, dış dünyanın kalıcı gerçekliği yadsındığı sürece, bilimlerin kuramsal gelişmesi yönünde hiçbir dürtünün kalmayacağını savunuyordu.

20. yüzyıl başlarındaki bilimsel gelişmeler, bilim felsefesinin ayrı bir felsefe dalı biçiminde ayrışmasının ortamını hazırladı. Einstein’m görelilik kuramının, eski geometri sistemlerini ve fizik yasalarını zaman ve uzay arasında yeni kavranan bağlantılar açısından irdelemesi, kuvantum fiziğinin de bu yasalara belirsizlik ilkesine dayalı istatistiksel bir yorum getirmesi, Eukleides ve Newton sistemlerinin varlık ve bilim felsefeleri düzeyindeki temellerine ağır bir darbe indirdi. Yeni geometri sistemlerinin, doğa olaylarının bilimsel açıklamasında bağdaşık bir deneysel uygulama alanı olabileceği bu gelişmelerle kanıtlandı. Artık Kant’ın temel varsayımları sorgulanabilirdi. Gerek 1920’lerde Viyana Çevresi’nin geliştirdiği mantıksal olguculuk (ya da mantıksal deneycilik) akımının, gerek hemen aynı dönemde İngiltere’de Bertrand Russell ve G.E. Moore gibi düşünürlerin duyu verileri ve mantıksal yapılar üzerinde geliştirdiği bilgi felsefesi kuramlarının kaynağında Mach’m öğretileri yatıyordu.

Viyana’da düzenli olarak toplanan ve çoğu aynı zamanda bilim adamı olan Otto Neurath, Hans Hahn, Viktor Kraft, Rudolf Carnap, Philipp Frank, Hans Reichenbach gibi bir grup düşünürün Moritz Schlick’in önderliğinde geliştirdiği mantıksal olguculuğa göre bilimsel kuram, bazı yalın gözlem verilerine (protokol önermelerine) dayanmalıydı. Felsefenin görevi, bilimin kendine özgü yöntemlerle geliştirdiği kuramları, aralarındaki bağlantılar mantık aracılığıyla açığa çıkarılmış önerme sistemleri biçiminde yeniden kurmak, böylece de kuramın sınanması için ondan mantıksal olarak türetilecek bazı varsayımlar elde etmekti. Bu varsayımlar gözlem ve deneme yoluyla doğrulanırsa kuram temellendirilmiş olur, yanlışlanırsa çürütülmüş sayılırdı. Bilimsel bilgiyi öteki bilgi türlerinden, özellikle de metafizikten ayıran da buydu: Bilim, gözlem ve deneme yoluyla “doğrulanabilir” önermeler sağlıyor, metafizik ise gözlem ve deney konusu edilemeyen, dolayısıyla ne doğrulanabilecek ne de yalanlanabilecek, yani anlamsız önermelerden oluşuyordu. Viyana Çevresi düşünürleri, bu görüşlerini, “bilimlerin birliği”düşüncesi çerçevesinde geliştirdiler.

Deneyci ya da olgucu çizgiye en güçlü tepki Yeni-Kantçı okuldan geldi. Bu okul, almaşık bilimsel kuramları kesin mantık yöntemleri aracılığıyla temellendirmek ya da elemek için gerekli tarafsız kuramsal ilkeleri belirleme olanağını sorguladı. Yeni- Kantçı çizginin öncüleri Heinrich Hertz ve Ludwig Wittgenstein gibi bilim adamı ve düşünürler, olguların açıklanmasında tasarımların ve modellerin işleviyle ilgili sorunları tartıştılar. Hertz, örneğin Newton dinamiğinin biçimsel bir tasarımından mantık yöntemleriyle çıkarsanabilecek deneysel vargıların, ancak ilgili olguların, kuramdan türetilen terimlerle betimlenebilmesi durumunda geçerli olabileceğini gösterdi. Witt- genstein, Hertz’in çözümlemesini genişletti ve dili, olguları tasarımlamanın bir aracı olarak ele alan genel bir felsefi dil kuramı geliştirdi.

Viyana Çevresi’ne yönelik bir başka eleştiri, bu çevre ile bir süre ilişki kurmuş olan Kari Popper’den geldi. Mantıksal olgucuların en temel düşüncesine, “doğrulanabilirlik” ilkesine karşı çıkan Popper, hiçbir bilim adamının kuramını tek tek gözlemlerden yola çıkarak “bölük-pörçük” kurmadığını; temel bir düşünceyi, genellikle gözlemden bağımsız olarak ortaya attıktan sonra bu düşünceyi yanlışlamaya çalıştığını öne sürdü. Popper’e göre, bilimselliğin temel ölçütü doğrulanabilirlik değil, yanlışlanabilirliğe açık olmaktı. Bir bilimsel önermenin, içinde yer aldığı kuramdan yola çıkarak düzenlenmiş deneylerle birçok kez doğrulanmış olması önemli değildi; önemli olan, bilim adamının, kendi yanlışını çıkarmaya, ortaya attığı önermenin yanlış olabileceği durumlar bulmaya çalışmasıydı. Bilim adamının deney yapma gereğini duyması bu temel kuşkucu yöneliminin sonucuydu. Bilim adamı, deneylerle yanlışlayamadığı vargılarını “şimdilik” kaydıyla doğru sayar, ama yanıtlayabildiği bir önermeyi hemen reddederdi. Bilimin sağlamlığı ve ilerleme gücü de buradan geliyordu.

Popper’den sonra bu kez Thomas S. Kuhn, gene Viyana Çevresi’ni hedef alarak, bilimin belirli bir doğrultuda sürekli ilerleyen bir çaba olduğu görüşünü sarstı. Kuhn’a göre bilim tarihinde iki farklı etkinlik biçimi ayırt edilebilirdi: “Normal” bilimsel etkinlik, bir bilimsel topluluğun, simgesel genellemeler, modeller ve örnek problem çözümlerinden (paradigmalar) oluşan bir “disipliner matriks”i sorgulamaksızın paylaştığı ve buna dayalı kuramsal açıklamaların alanını genişletmeye çalıştığı dinginlik dönemlerine özgüydü. “Devrimci” bilimsel etkinlik ise, var olan kuramlar çerçevesinde açıklanamayan olguları açıklama savında olan yeni bakış açılarının ortaya çıktığı bunalım dönemlerinde gözlenirdi. Bunalım, yeni bir “disipliner matriks”in öncekinin yerini almasıyla son bulurdu. O halde bilimsel devrimler, eski bilimsel kuramların deneysel olarak basitçe yanlışlanmasından çok, bu kuramların varlık ve bilgi felsefesi ile metodoloji düzeyindeki temellerinin sorgulanmasıyla gerçekleşiyordu.

Çok ayrıntılı tarihsel örneklere dayanarak geliştirdiği bu bilim görüşüyle Kuhn, geleneksel anlayışın birçok önyargısını yıktı. Fiziğin tarih boyunca geçtiği üç aşamadan (Aristoteles fiziği, Newton’ın klasik mekaniği, çağdaş kuvantum kuramı) hiçbiri bir öncekinden daha üstün değil, yalnızca farklıydı. Bilim sürekli ilerleyen ve bir önceki aşaması bir sonrakine katılan çizgisel bir gelişme göstermiyordu; bir çerçeve içinde önce dış sınırlarına ulaşıyor, ama sonradan bu çerçevenin yerini bir başkası alıyordu. Kuhn’dan önce Fransa’da da Gaston Bachelard usun yaratıcı işlevini vurgulayan benzer görüşler ortaya atmıştı.

Kuhn’un çalışma arkadaşı Paul K. Feyerabend de düzenli ve yöntemli bir etkinlik olarak bilim kavramını eleştirdi. “Anarşist” bir bilim kuramı geliştiren Feyerabend, yöntemli ve sistematik anlayışın bilim için zararlı olduğunu, gerçek bilim çabasının kural tanımaz bir anlayış gerektirdiğini öne sürdü.

Günümüzde bilim felsefesi, bilimin, kullandığı diller ile ilişkisi; çoğunlukla karmaşık birer matematiksel yapı taşıyan bu dillerin dış dünya ile ne ölçüde uyumlu olduğu; bilimsel kavramların olguları betimlemeyi ne oranda başardığı gibi sorunlar üzerinde yoğunlaşmıştır. Bilimsel kuramların tarih boyunca geçirdiği değişmeler de önemli bir tartışma alanıdır. Klasik Newton fiziğinin yerini Heisenberg’in kuvantum mekaniğinin alması, belirsizlik ilkesi çevresinde bilim felsefesinde yoğun bir tartışma yaratmıştır. Hücre ve hücrealtı fizyolojisindeki gelişmeler, evrim kuramındaki tartışmalar, “gen mühendisliği”nin ortaya çıkardığı sorunlar, sibernetik kuramları, çağdaş bilim felsefesinin yöneldiği öteki alanları belirlemektedir. Öte yandan, Jean Piaget’nin çalışmalarının öncülüğünde bilginin oluşumuyla ilgili süreçleri inceleyen biliş psikologları, kavramsal sistemlerin mantıksal analizi, düşünce süreçlerinin psikolojik incelemesi ve zihinsel işlemlerin epistemolojik geçerliliğinin araştırılması gibi değişik alanları gitgide daha çok birbirine yaklaştırmaktadır.

Fiziğin yöntem ve kategorilerini insanın zihinsel süreçlerine ve toplumsal olgulara uygulamanın geçerliliği, Descartes’tan bu yana bilim felsefesinin önemli sorunları arasında olmuştur. Günümüzde, B.F. Skinner’ı izleyen davranışçı psikologlar, zihinsel yasaların ve süreçlerin kendine özgü bir alan oluşturduğunu yadsırken, Noam Chomsky’nin önderlik ettiği biliş psikologları ve dilbilimciler dilsel etkinliklerin yaratıcı ve kural oluşturucu bir nitelik taşıdığını vurgulamaktadır. Sosyoloji ve antropoloji alanındaki temel tartışma da, toplu insan davranışının açıklanmasında tarihin işleviyle ilgilidir.

Yapısalcı ya da işlevselci olarak nitelenen düşünürler, belirli bir toplulukta herhangi bir zamanda yürürlükte olan kültürel uygulamaların ve toplumsal kumulların, bütünsel bir yapı içinde birbirleriyle sistematik ilişki içinde olduğu görüşündedir. Buna karşılık, tarihe ağırlık veren araştırmacılar, özellikle de Frankfurt okuluna bağlı Jürgen Habermas gibi düşünürler, toplumsal yapıların ve ilişkilerin dinamik, gelişmeci niteliğini vurgulamaktadır. Toplum bilimlerinin yöntemine ilişkin tartışma günümüzde de sürmekte ve bilim felsefesinin önemli bir konusunu oluşturmaktadır.
kaynak: ana Britannica
BAKINIZ Bilim Nedir?

Son düzenleyen Safi; 29 Ocak 2019 01:29
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #2
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
BİLİME FARKLI YAKLAŞIMLAR

1-Ürün Olarak Bilim:


Sponsorlu Bağlantılar
Temsilcileri Reichenbach ve Carnap'tır..
Bu yaklaşım; bilimi anlamak için,bilim diye ortaya konmuş eserleri(ürünleri) ele alır ve onları tarihsel gelişmeleri içinde anlamaya çalışır.Bunun yolunu da bilim eserlerini mantık açısından çözümlemekte görür.Böyle bir çözümleme bilimlerin dillerini incelemek ve yöntemlerini belirtmektir..

Bilimle ilgili eserler, günlük dille yazılmış metinlerle oluştuklarından, çözümleme işlemini kolaylaştıracak bir tekniğe ihtiyaç vardır. Bu da söz konusu metinleri sembolik mantık diline çevirmekle sağlanır. Yani "Doğru" ve "Yanlış" değerleri ile çözümlenir. Böylece incelenen metnin genel-geçerli olup olmadığı ortaya çıkarılabilir..

Bu yapılırken metindeki önermelerin doğrulanabilirliği veya yanlışlanabilir olmasına bakmak yeterlidir. Çünkü doğrulanabilir önerme,”anlamlı” önermedir. Anlamlı önermeler ise bilgi veren,bilimsel önermelerdir. Carnap’a göre doğrulanamayan önermeler ****fizik önermelerdir..

Carnap’a göre;iki türlü doğrulama yapılabilir;.
1-Doğrudan doğrulama: Herhangi bir nesnenin belirtilen yerde bulunuşunun gözlenmesi söz konusudur. Örn:”Şu anda bu yazıyı okuyorum” önermesi doğrudan doğrulanabilen bir önermedir..

2-Dolaylı Doğrulama: Doğrulanabilir önermeler, doğrulanmış başka bazı önermelerle birleştirilerek doğrulanmaları sağlanır.Örn:”Anahtar demirden yapılmıştır” önermesini doğrulayalım; Fizik kanununa göre “demirden yapılmış; nesne mıknatısla çekilir”. “mıknatıs çubuk şeklindedir”(doğrulanmış bir önermedir) Anahtar çubuk nesneye yakın konmuş (doğrudan doğrulanmıştır) Sonuç olarak anahtar şimdi çubuk nesne tarafından çekilecektir. Bu durumda anahtarın demirden yapıldığı dolaylı olarak doğrulanmıştır.

2-Etkinlik Olarak Bilim:


Temsilcileri Kuhn ve Toulmin’dir Bu yaklaşıma göre bir kültür ortamında oluştuğundan bilimi, anlamak için bilim adamları topluluğunun yaşayış biçimlerine,inançlarına,kültürlerine bakmak gerekir. T.Kuhn bilimi anlamaya yönelik çalışmasında çıkış noktası olarak “Paradigma” kavramını kullanır.

Paradigma: Belli bir bilimsel yaklaşımın,doğayı ya da toplumu sorgulamak ve onlarda bir ilişkiler bütünü bulmak için kullandığı açık ya da üstü kapalı tüm inançlar, kurallar,değerler,kavramsal ve deneysel araçlardır. Bilim adamları topluluğunca paylaşılan ortak paradigmada bilime ait temel sorular ve onlara verilebilecek cevapların genel çerçevesi çizilmiştir.
Paradigma aynı zamanda bilim adamları için dünyaya bakılan bir standartlar ve ölçüler yumağı olduğu gibi,gerçekliğin belirli kurallara göre algılanmasını kavranmasını ve genelleştirilmesini sağlayan bir şablondur.

Paradigmalar arası tartışmalar sonucunda iki paradigmadan birinin galip çıkması,paradigmanın değiştirilmesini ve algı dönüşümünün gerçekleşmesini sağlar.

Klasik Görüş Açısından Bilim


Klasik görüşe göre;
1-Bilim yeryüzündeki nesneleri araştırma etkinliğidir.
2-Bütün bilimler temelde birleştiklerinden birbirleriyle bağlantılıdır.
3-Bilim (yanlış bilgilerin ayıklandığı) birikimsel bir süreç izler.
4-Bilimin yardımıyla daha önce bilinenler kesinleştirilir,bilinmeyenler bilinir duruma getirilir.

Klasik görüşün en iyi temsil edildiği felsefe akımı Pozitivizm ve daha sonra Mantıkçı Pozitivizm’dir

Klasik Görüşe Göre Bilimi Niteleyen Özellikler
1-Bilim olgusaldır
2-Bilim mantıksaldır
3-Bilim genelleyicidir
4-Bilim nesnel(objektiftir)
5- Eleştiricidir.

Bilimsel Yöntemin Özellikleri
Bilimsel yöntem olguları betimleme–açıklama amacıyla izlenen sistemli bilgi edinme yoludur.
Betimleme ilk aşamayı oluşturur.
Betimleme gözlem ve deneyden oluşur. Açıklamayla ilk aşamada betimlenmiş olan olgular ve birbirleriyle ilişkilerini yansıtan empirik genellemeler bazı teorik kavramlara başvurularak anlaşılır hale getirilir. O zaman varsayımlara başvurulur. Doğrulanmış varsayımlar teorileri oluşturur.Teorilerin genelleştirilmesiyle ortaya çıkan kesin,genel-geçer doğrular da kanunları oluşturur.

Bilimsel AÇIKLAMA-ÖNDEYİnin Özellikleri
Öndeyi olgular arası ilişkilerden ve ya bu ilişkileri ifade eden genellemelerden yararlanılarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirmedir. Örn:Newton fiziğindeki bazı yasalardan yararlanılarak gelecekteki ay ve güneş tutulmalarını önceden bilmek gibi.Bir teori ve ya hipotezden çıkarılan her mantıksal sonuç bir öndeyidir.Bir olguyu izah etme oluş nedenini ortaya koyma işi bir açıklamadır.Her açıklamada önceden bir öndeyinin olmasına karşılık;öndeyi niteliğindeki her çıkarımın bir açıklama sağlayacağı iddia edilemez.

Varsayım-Kuram İlişkisi:
1-Varsayımlar kuramlara dönüşebileceği gibi;gelişmiş kuramlar da genellikle varsayımsal öğeler içerir.
2-Varsayım bir tek önermeyle ifade edildiği halde ;kuram bir bütünlük içinde düzenlenmiş önermeler sistemiyle dile getirilir.
3-Varsayım belli ve sınırlı bir açıklamadır;oysa kuram kapsamlıve köklü açıklamalar getirir.
Bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan geçerliliği ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütününe BİLİMSEL KURAM denir.

Klasik Görüşe Yapılan eleştiriler
1-Bilime gereğinden çok değer verilmiştir
2-Klasik görüşün; bilinmeyen şeylerin nedenini bilimin gelişmemiş olmasına bağlamaları doğru değildir.Çünkü evren sonsuz ve sınırsızdır ve bilmeye konu olacak olanların tümünü bilim açıklayamaz.
3-Tüm bilimlerin bir tek bilime indirgenmesi mümkün değildir.
4-Klasik görüşün sandığı gibi bilim; birikimsel bir süreç izlemez.Çünkü bilim eğer birikimsel bir süreç izlemiş olsaydı bilimdeki ani değişiklikler olmaz gelişmeler birbirini tamamlardı..
5-Bilimi oluşturan bilim adamları topluluğunun varlığı görmezlikten gelinmemelidir.

BİLİMİN DEĞERİ
Tarih boyunca; bilimi bilgiye giden önemli ve tek yol olarak görenler olduğu gibi bilimden korkan ve kuşku duyanlar da olmuştur..

Oysa bilim ne en yüce varlığın en yüksek düzeydeki etkinliği ; ne de zavallı insanın zarar verici bir etkinliğidir..

Bilim insanın diğer etkinliklerinden biri olarak çok yönlü bir varlık alanına sahiptir..

İnsan ilgi ve isteği doğrultusunda bilimsel bilgiden başka gündelik bilgi,dini bilgi,sanat bilgisi, v.b ile de uğraşmaktadır..

Diğer bilgi türleriyle birlikte bilimsel bilginin ve onun ürünü olan teknolojinin insan hayatındaki yeri açıkça bilinmektedir
Son düzenleyen Safi; 29 Ocak 2019 01:53
GusinapsE - avatarı
GusinapsE
Ziyaretçi
2 Ekim 2006       Mesaj #3
GusinapsE - avatarı
Ziyaretçi
Bilim Felsefesinin Anlam ve Önemi

I

Çağımızın en çok adı geçen felsefe akımları yahut sistemleri arasında Bilim Felsefesinin hemen hemen hiç adı geçmez. Geniş topluluklarda adının geçmemesinden, bu türlü felsefenin canlılığını yitirmiş olduğu sanısına varılabilir. Öyle ya, bugün artık, mekanist maddecilikten, Descartes tarzı akılcılıktan, hatta Yeni Kantcılıktan bugünün insanına birşey verir birer felsefe gibi kim söz açıyor? Bu saydıklarım gerçekten "aktüel"liklerini yitirdiler, ama, onlar gibi, söz konusu olmaktan çıkmış olan bilim felsefesinin duruumu böyle değildir. Çünkü bilim felsefesinden, bilime sıkı sıkıya bağlı bir felsefe düşünüşü anlaşılır. O halde bilim denen şey var oldukça bilim felsefesi de var olacaktır. Nitekim öyledir de... Geniş topluluklarda söz konusu olmaması, yapısından gelir. Gerçekçi, bundan yirmi-yirmibeş yıl önceden beri söylenen "Yeni atom teorileri determinizmi öldürdü", "Acunda hiçbir şey belirlenmiş değildir", gibi ancak kahve köşelerine yaraşır laflar bilim felsefesi adıyla süslenerek yayılmıştır, ama bu gibi sözlerin bilim felsefesiyle ilgisi, "Dünyada herşey görelidir" sözünün, Einstein'ın görelilik kuramı ile ilgisi kadardır.

II

Bilim felsefesinin "popüler" olmaması, dediğimiz gibi, bilime sıkısıkıya bağlı bulunmasından ileri gelir. Demek ki bu felsefenin vardığı sonuçları gerçekten izleyebilmek için, bilimin kendisini yakından tanımak gereki, bu da herkesin harcı değildir. Öyleyese, matematik-doğal bilimlerden çok şey anlamayanlara bu felsefenin kapıları kapalı mı kalacak? Hayır. Herkes bu felsefe üstüne, alıcı olarak bilgi edinebilir, ama şimdiye kadar rastladığım popüler bilgiler onu doğru olarak tanıtacağı yerde, yanlış ve üstünkörü bilgi vermektedir. Onun için ben son on-yıllarda gelişmeye başlamış olan bililm felsefesinin yapısını bir tek örnek yardımıyla anlatmaya çalışacağım.

III

Çıkış noktası olarak Immanuel Kant'ın felsefesini alacağım. Kant büyük bir bilim filozofudur ve kişiliğinde bir bilim filozofu için gerekli olan koşulları toplamıştır. Yaratıcı olmamakla birlikte iyi bir fizikçi ve matematikçidir. Gençlik yapıtlarından birinin başlığı: "Gedanken über die wahre Schatzung der lebendigen Krafte" (Canlı kuvvetlerin doğru kestirilmesi üstüne düşünceler) dir. Bunun için birçok yapıtı vardır. Ömrü boyunca içinden çıkamadığı Königsberg şehri Üniversitesinde yıllarca fizik coğrafya okutmuştur v.b. ...Sonra, çok ünlü bir sözü vardır; der ki: Bir bilimde nekadar matematik varsa, o bilim o ölçüde gerçek bilimdir". Demek ki, Kant sadece bir hevesli olarak değil, gerçek bir bilim adamı olarak bilim felsefesiyle uğraşmıştır.

Kant'ın "Kritik der Reinen Vernunft" (Salt Aklın Eleştirimi) adlı ünlü kitabı işte böyle bir bilim felsefesinden başka birşey olmayan bir bilgi kuramını geliştirir. Burada Kant, her türlü bilgimizin deneyle başladığını söyler, ama bunun hemen ardından, "evet ama" der, "herşeyi, hatta deneyi de düzenleyen bir takı düzen ilkeleri vardır ki bunlar a priori, yani deneyden önce gelen temel ilkelerdir. Bunlar zorunludurlar, yani tersi düşünülemez, aynı zamanda evrenseldirler, yani her zaman heryerde hüküm sürerler.", "İnsanın kendisinde bulunan bu sarsılmaz ilkelerden birkaçını söyleyelim: Zaman, uzay, töz, nedensellik... İnsan aklının ilkeleri olan bu ilkelerin yardımı iledir ki insan, deneyi, başka deyimle, bilgisinin konusunu kurar.

Kant, bu sonuca neden ve nasıl varmıştır? İlkin Leibniz'ci olan Kant, Newton'un fiziğinin güzel matematik yapısı ve başarıları karşısında Leibnitz'den uzaklaşmış ve Newton'un etkisi altına girmiştir. Bu fizikte, her gerçek bilim kuramında olduğu gibi, her şey görelidir, fakat bu görelilik gelip, göreli olayan iki temele dayanmaktadır: mutlak zaman ile mutlak uzay. Sonra bu fiziğin temel ilkelerinden biri, maddenin (yani tözün) değişmezliği ile nedensellik bağının sağlamlığıdır. Birincisi ile şeylerin kaybolup gitmesi önlenmiş oluyor, sonuncusu ile de doğal kanun sağlanmış ve acunda görülen düzenin açıklaması verilmiş oluyor.

İşte Kant, bu fizik ilkelerini, aklın değişmez ilkesi olarak almış ve bunları, bilime buyuran, emir veren birer temel haline sokmuştur. Kant'ın yapığını başka sözlerle anlatmak istersek şöyle diyebiliriz: Kant, bilim felsefesi yaparken, bilimin doğrudan doğruya kendisine bakarak, onda hüküm süren ilkeleri meydana çıkaracağı yerde, Newton'un, sarsılmaz olduğunu hiç de uzu uzadıya ispatlamadığı ilkeleri, aklın ilkeleri haline sokmakla, aklın bir analizini yapmıştır.

IV

Bunun sonucu ne olmuştur, bilirsiniz. Kant'ın ölümünden sonra yirmi yıl geçti geçmedi, Öklid-dışı geometriler kurulmaya başladı. Bunun Kant bakımından anlamı şudur: Kant için, uzayın, aklın değişmez ilkelerinden biri olduğunu söyledik. Uzayın bilimi ise geometridir. Bu nitelikle de geometri, tıpkı uzayın kendisi gibi sarsılmaz olacaktır. Burada sarsılmazlığı öne sürülen geometri ise Öklid'in ikibin yıldan uzun bir zamandan beri biricik doğru geometri olarak kabul edilen sistemidir. Öklid-dışı geometrinin kurulması, Öklid sisteminin bu biricikliğini ortadan kaldırmış oluyor. Bununla birlikte, Kant'çılar, Kant'ı kurtarmak için şöyle demişlerdir: Evet, Öklid-dışı geometriler, gerçi Öklid geometrisinin biricik geometri olmadığını göstermiştir, ama doğa için geçerli geometri yalnız Öklid'inkidir. Fiziğimiz, mühendisliğimiz, herşey Öklid'e göredir, evlerimiz Öklid'e göre yapılmıştır. Demiryolu raylarımız Öklid'e göredir, v.b... Fakat günün birinde Einstein geldi, evrenin yapısının Öklid-dışı olduğunu (Riemann'ın Öklid-dışı geometrisine uygun olduğunu) öne sürdü, bunun üzerine yapılan astronomi gözlemleri de Einstein'in haklı olduğunu deneyle gösterince, Öklid geometisinin, dolayısıyla yapısı bu geometriye göre olan uzayın da evrenselliği, sarsılmazlığı ortadan kalkmış oldu. Öklid geometrisinin ancak ufarak boyutlarda doğru olan bir yaklaştırmadan başka birşey olmadığı anlaşıldı.

Modern atom kuramları, çekirdek fiziği ve bunlardan önce 19. yüzyılda kurulmuş olan termodinamik de göstermiştir ki, evrende Newton'un ve Kant'ın öne sürdüğü gibi sıkı nedensellik hüküm sürmemektedir; daha doğrusu, evrende bir nedensellik vardır ama, onu sıkı nedensellik gibi göstermek, tıpkı geometride olduğu gibi, bir yaklaştırmayı tam doğru bir ilke gibi göstermek olur. Çünkü modern bilim göstermiştir ki, doğa kanunları birer istatistik, yani olasılık kanunundurlar. O zaman Newton'un ve asıl Kant'ın sarsılmazilkesi olan nedensellik de sarsılmış oluyor. Öbür ilkeler için de durum böyledir. Böylece Kant'ın bilim felsefesi, bilimin ilerlemesiyle yıkılmış oldu. Bu gün bufelsefe bize bilimin yapısının ne olduğunu verememektedir. Onda yalnız tarih değeri kalmıştır.

V

Yeni bilim felsefesi bu hakikati iyice anlamıştır. Ona göre felsefe de, her bilim dalı gibi bir bilgi işidir. Ancak felsefenin peşinden koştuğu bilgi ile, belirli bilim dallarının bilgi kavramı arasında şu ayrılık vardır ki; felefe temellerle, yapı ile, genel problemlerle, mantık bakımından tutarlılık ile v.b. ilgilidir. Felsefe de bir bilgi olunca, onun genel metodu da bilimin metodu olacaktır. Yani felsefe de olaylardan başlayıp, ilkelere varmaya uğraşacaktır. Bu demektir ki felsefe, bilimlerde hüküm süren ilkeleri meydana çıkarmak için aklın bir analizini yapacağı yerde, bilimin analizini yapacaktır. Başka deyimle, bilime, bilgiye, tepeden inme emirler vereceği yerde, bilimin ilkelerini bilimin içinden çıkaracaktır.

VI

Yeni bilim felseesi bu davranışı ile hatırı sayılır sonuçlar elde edebilmiştir. Bu başarısında yeni matık ona büyük yardımlarda bulunmuştur. Felsefe bilimin analizini yapmakla ödevli olunca, ona analizlerini temiz ve pürüzsüz bir şekilde yapmasını sağlayacak bir düşünüş disiplini gereklidir. Bu düşünüş disiplini ona dediğimiz gibi, son 60-70 yıldan beri kurulup gelişmiş olan, Lojistik yahut sembolik mantık da denen yeni mantık vermiştir. Böylece bilimin içinde yapılabilmiş olan analizler, yeni mantığın sayesinde büyük bir tutarlılık, hem de büyük bir arılık kazanmıştır.

VII

Bu günün bilim felsefesi, aklın eleştirimini yapacağı yerde, bilimin eleştiriimi yaparak ve bu işte yeni mantıktan faydalanarak iyi sonulara varmıştır dedik. Bu sonuçları burada teker teker sayıp dökmektense, bilim felsefesinin karakterini, klasik felsefe ile bir-iki kaşılaştırma yardımı ile belirlemeyi daha doğru buluyoruz.
Klasik felsefe, bilginin sarsılmaz temelini arar, başka deyimle, bu felsefe iç ve dış acun üstüne şüphe götürmeyecek kadar sağlam bilgiler peşinde koşar, bunu hiçbir zaman elde edemeyeceğini gördüğü vakit de bunun insanın zavallılığından geldiğini öne sürer. Ama sasılmaz bilgiye varılmasa da ona yönelmenin kaçınılmaz ödev olduğun söyler. Felsefe tarihi boyunca tanıdığımız, bilimsel karakterlerde oldukları söylenen bir takım sistemler işte böyledirler. Leibniz'e bakınız. Kendisi büyük matematikçi, hatta büyük mantıkçı. Bu pek büyük bilimcinin kurduğu felsefe ise acun üstüne, evren üstüne, insan üstüne... Mutlak, yani sarsılmaz bilgiyi vermek isteyen bir yapıdır. Ama gerçekte, hayal kurma yetisi pek büyük olan bir kişinin, kavramlarla kurulmuş bir nevi iskambil kağıdı "şato"sudur. Bu sözlerimiz, bu gibi sistemlerin hepsi için doğrudur.


Bilim felsefesi, buna karşılık, sarsılmaz bilgi düşüncesini, nesnel olarak elde edilemez birşey gibi görmektedir. Daha doğrusu, sarsılmaz bilgi kavramının gerçek bir kavram olmayıp, insanların tasarlama, uydurma yetisini memnun etmek için kurulmuş bir birleşik sözcük olduğunu anlamıştır. Bu felsefe için gerçek bilgide sarsılmazlık söz konusu değildir; çünkü her gerçek bilgi -nerede olursa olsun, ister doğa bilimlerinde, ister "manevi" denen bilimlerde- tümevarımla elde edilir, gerçek bilgiyi elde etmek için gözlem ve tümevarımdan başka yöntem yoktur. Tümevarım ise olasılık kanunlarına sıkısıkıya bağlıdır. Peki bilim felsefesine göre sarsılmaz bilgi yokmudur? Vardır, ama sadece mantık ile matematik alanlarında. Ama matematik ile mantık gerçek bilgi midir? Ben, a+b=c dediğim zaman, bir matematik önermesini öne sürmüş oluyorum. Bu önerme, olduğu gibi alındığında, acun üstüne, evren üstüne hiç birşey söylemez. Bu gibi matematik ve mantık önermeleri boşturlar ve bize ancak insan kafasının işleme yolunu gösterirler. İşte yeni bilim felsefesi, bu ayrımı yapmakla, birçok karanlıkları, belirsizlikleri ortadan kaldırmıştır.

Klasik Felsefe, Genelin peşinde koşar. Yani düşünceye, bilime, dolayısıyla iç ve dış acuna hükmeden kanunları, ilkeleri araştırmak ister ve çok kere bunların insan kafasında bulunduğunu sanır. Bunun bilimsel yollarla hiçbir zaman erişilemez birşey olduğunu, daha doğrusu böyle birşeyi sormanın anlamı olmadığını bilemediğinden, ancak masallarda, edebiyat yapıtlarında yer alabilecek benzetmelere, karşılaştırmalara başvurmatadır. Bu felsefenin en çok başvurduğu şekiller, insana benzetme ile elde edilen "antropomorphe" şekillerdir. Kiminde tin (Geist), yavaş yavaş uyanan, bir görüşten onun karşıtına geçerek, sona bir basamak daha yükseğe atlayarak aydınlığa varan bir dev varlık gibidir. Başka birinde acun, pek pek büyük bir saat mekanizmasıdır, bu mekanizmanın içinde tanrı doğa kanunlarını koymakla o saati kurmuştur, saat artık dumadan işlemektedir (Bu gibi örneklerden bir çoğunu tanımak için, herhangi bir felsefe tarihini açıp karıştırmak yeter).

Bilim felsefesi bilir ki, bilgi, gerçekten genel olandır. Ama bu genellik belirli bir olayın betimlenmesi için gözlem, deneyim ve tümevarımla elde edilen genellemeyi aşmaz. Bilim felsefesinin genel'i, "acunu bir tek bilinçli ruh yönetir" şeklinde değil, "madenler ısı etkisiyle genişler ve uzanırlar" türündendir. Sonra dediğimiz gibi, bilim felsefesi, "evreni yöneten genel ilkeler" gibi sözlerin, birşey söylemeyen, boş sözler olduğunu iyice kavramıştır. O, evrenin yapısı işini bilimlere bırakır; bunlar ayrı ayrı yönlerden bu yapıyı adım adım kurmaya uğraşırken, bilim felsefesi bunların nasıl ve ne gibi ilkelerle ve kavramlarla çalıştığına bakar, böylece de doğrudan doğruya bilime dayanan bir bilgi kuramı kurar.

VIII

Bilim felsefesine karşı bugün hala büyük bir dirence tanıklık ediyoruz. Acaba bu olumsuz tepki nereden geliyor? Bunun nedenlerinden bir-ikisini burada sayabiliriz:

1. Bilim felsefesi bilimci anlayışla çalışır. Bu demektir ki o da herhangi bir bilim disiplini gibi grup ve ekip çalışmasıdır. Klasik felsefe ise, felsefenin ancak tek düşünür işi olduğunu kabul etmiştir.

2. Klasik felsefeciler, bilim felsefesini, sadece matematik ve matematiği kullanan doğa bilimlerinin felsefesi sayarlar. Oysa böyle birşey yoktur. Bilim felsefesi, matematik-dışı problemleri de ele almaya hazırdır. Bunları ele almaya başlamıştır da. Örneğin, tarih problemleri, bilim felsefesi çevrelerinde, bilimsel anlayışla eleştirilmeye başlamıştır. Ekonomi gibi disiplinler için ise bu çoktan gerçekleşmiştir.

3. Klasik felsefe, doğa bilimleri- "manevi" bilimler ikiliğini kabul etmektedir. Kabul etmekle kalmayıp, bu ikiliğin aşılmaz bir uçurum olduğunu öne sürmekte, öne sürmele kalmayıp, böyle olduğunu söylemekten adeta sevinç duymaktadır. Bu görüşe göre manevi denen bilimlerin; bilgi, yöntem ve kavramları büsbütün ayrıdır. Başka deyimle, insan kafası doğa bilimlerinde başka, bu bilimlerde başka türlü işler.

Bilim felsefesi bu görüşün yanlış olduğunu kavramıştır. Evet, 19. yüzyılda belirli kimselerin -örneğin Auguste Comte'un- yaptığı gibi, "manevi" denen bilimlere, doğa bilimlerinin yöntemini sadece uygulamak çok kaba bir bilimcilik olur, daha doğrusu gerçek bilimcilik olmaz. Ama, bilim felsefesi şunu da anlamıştır ki, her düşünüş yapıtının, bilim olması için, gözlem deney, yahut deneyim (1) ve tüme varım, bir de -ileri basamaklarda- tümdengelim gerekir. Bir yapının matematikle kurulup kurulmaması ikinci derecedendir. Her düşünüş yapıtı, sözcükler ve birbirine bağlı ve doğru diye kabul edilen önermelerden meydana geldiğine göre, öte yandan, bilim felsefesinin araştırma ve eleştirme aracı mantık olduğuna göre, öz bakımından ayrı imiş gibi ayırdedilen "manevi" denen bilimlerin de bilim felsefesinin inceleme sınırı içine girmesi gerekir.

4. Klasik felsefe yanlısı olanlar, bilim felsefesi için, duyguya, heyecana yer vermiyor diyorlar ve bunu bir eksiklik, bir kusur olarak ileri sürüyorlar. Gerçekten bu kınama çok ilgi çekici bir noktadadır. Klasik felsefe kendini akıl yapıtı olarak görür. Ama bilim felsefesi, onun anlamsız bir takım sözler yığını olduğunu ve klasik felsefenin akılla değil de duygu ile, heyecan ile ilgili olduğunu söyler. Bilim felsefesinin en ileri giden temsilcileri için klasik felsefe bir türlü şiirdir, ama yersiz, yanlış araçlar kullanan, başka deyişle, her şiirin kullandığı araçları değil, akıl yapıtlarının kullandığı araçları, kavramları kullanan bir şiirdir. Öyleyse duyguya, heyecana seslenecektir. Bu söylendiği zaman klasik felsefeciler kızmakta, şiddetle cephe almaktadırlar. Ama bilim felsefesinin duyguya yer vermediğini ileri sürmekle bir yandan çelişkiye düşmekte, öte yandan bilim felsefesine hak vermektedirler.
_____________________
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
7 Ocak 2009       Mesaj #4
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye

BİLİM FELSEFESİ


A)Bilim Felsefesine Giriş
Felsefe “var olan” her şeyi konu alır. Bilimde bir varlık alanıdır. Bu nedenle bilim, felsefenin konuları içinde yer alır. Bilimi konu alan felsefe disiplinine bilim felsefesi denir.

1)Bilimin Tarih İçindeki Gelişimi

Taşların, âlet olarak kullanıldığı çağa nasıl “Yontma Taş Devri” denilmişse çağımıza da “Bilgi Çağı” denilmiştir. Bilim, bir süreçtir ve tarihsel bir boyutu vardır.
  • İlk bilimsel çalışmalar M.Ö. 2000’ li yıllarda Çin ve Hindistan’ da başlamış, daha sonra Mısır ve Mezopotamya’ da devam etmiştir. Bu dönemde bilim; mitoloji, din ve büyü ile iç içedir. Ancak astronomi, tıp, coğrafya ve matematik alanında önemli çalışmalar vardır.
  • M.Ö. 600’ lerde Antik Yunan’ da başlayan bilimsel çalışmalar felsefeyle iç içedir. Bu dönemi, Mısır ve Mezopotamya’ dan ayıran en önemli etken, düşünmede “akılcı eğilim”in önem kazanmaya başlamış olmasıdır.
  • Bilimlerin felsefeden ayrılışı İlk Çağ’ da matematikle başlamıştır. M.Ö. 3. yüzyılda Euclides (Öklit) geometriyi, Archimedes (Arşimet, M.Ö. 287 - 212) mekaniği bilim hâline getirmiştir.
Avrupa Orta Çağ’ da bir durgunluk dönemi geçirdiğinden 5. ve 10. yüzyıllar arasında felsefe ve bilim alanında önemli bir gelişme olmamıştır. Bu dönemde bilimsel düşünce kilisenin kontrolü altına girmiştir. Avrupa’ da Karanlık Ortaçağ yaşanırken 8. – 12. yüzyıllar arasında İslâm kültüründe parlak bir dönem yaşanmıştır.
İslâm felsefesinin doğup gelişmesinde Yunan, İran, Süryani ve Hint eserlerinin Arapça’ya çevirilmelerinin önemli rolü olmuştur.
Orta Çağ’ da duraklayan bilimlerin felsefeden ayrılma hareketi Rönesans ve sonrası yıllarda hızlanır. Rönesans felsefe açısından 15. ve 16. yüzyılları kapsar. Önce İtalya, sonra Fransa ve Almanya’ da ortaya çıkar; daha sonra Avrupa’ nın öteki ülkelerine yayılır. Rönesans (yeniden doğuş) antik çağ kültür ve tutumunun yeniden yaşama girmesi anlamına gelir. Ancak Rönesans, Orta Çağ’ a, özellikle kiliseye, onun doğa ve insan anlayışına tepkiyi de dile getirir.
Rönesans düşünürleri, İslâm filozof ve bilginlerinin çeviri ve eserlerinden tanıdıkları Yunan filozoflarının tutum ve görüşlerini örnek alarak, özgür düşünmeye, araştırmaya önem vererek dinin ve din adamlarının etkisinden kurtulmak ve “aklı” özgürlüğüne kavuşturmak için çaba harcadılar.

Pythagoras (Pisagor – İ.Ö. yaklaşık 580 – 500)


Eski Yunan’ ın büyük filozof ve matematikçilerinden biriydi. Geometri ve müzik alanlarında adı çok geçen Pythagoras, insan ruhuna ilişkin düşünceleriyle de anımsanır.
Pythagoras’ ın adı geometride sık geçer. Pisagor teoremine göre dik açılı bir üçgenin hipotenüsünün (en uzun kenar) karesi, karşısındaki iki kenarın karelerinin toplamına eşittir. Ama teoremin Pisagor tarafından değil; onun öğretilerini geliştiren öğrencilerinin bulduğu sanılmaktadır.
Pythagoras, Dünya’ nın merkezdeki bir ateşin çevresinde dönen bir küre olduğunu söyleyen ilk bilim adamlarından biridir. O dönemde öbür filozofların çoğu Dünya’ nın düz olduğunu söylüyordu. Dünya’ nın dönerken müzik sesi çıkardığını söyleyen Pythagoras, evrenin işleyişinin sayılara ve sayıların arasındaki ilişkiye bağlı olduğunu ileri sürdü.

Euclides (Öklit – İ.Ö. yaklaşık 300)


Eski çağların en ünlü matematik ve geometri bilginlerinden biridir. Yaşamına ilişkin olarak bilinenler yalnızca Mısır’ da yaşamış olduğu ve Kral 1. Ptolemaios’ un kendisinden, o dönemde dünyanın en önemli öğrenim merkezi olan İskenderiye kentinde bir okul kurmasını ister. Kendisinin Yunanlı olduğu sanılmaktadır.
Öklit’ e gelene kadar geometri bilgisi oldukça gelişmişti, ama bu bilgi büyük ölçüde birbiriyle bağımsız kurallardan oluşuyordu. Öklit geometriye ilişkin bütün bilgileri bir araya toplayarak, bunların arasındaki bağlantıyı kurdu, bunlara kendi geliştirdiği bazı yeni kanıt ve önermeler ekledi. Bütün bu çalışmalarını 13 top parşömenden oluşan Stoikheia (Elemanlar) adlı yapıtında topladı. Bu eseri başka dillere çevrildi, 2000 yılı aşkın bir süre geometri öğretiminde kullanıldı. Günümüzde okullarda okutulan çağdaş kitaplar hâlâ Öklit’ in düşüncelerine dayalıdır ama bu düşünceler daha değişik biçimlerde sunulmaktadır.

Archimedes (Arşimet – İ.Ö. yaklaşık 287 - 212)


Eski çağın en büyük matematikçisi ve mucidi olan Arşimet, Sicilya Adası’ ında bir Yunan kenti olan Siracusa’ da doğdu. Öklit’ in İ.Ö. yaklaşık 300’ de, Mısır’ daki İskenderiye’ de kurduğu okulda öğrenim gördükten sonra Siracusa’ ya dönerek geometriyle uğraştı.
Arşimet kaldıraç yasasını da ortaya koyarak, ağır bir cismin ağırlık merkezine uygulanacak bir kuvvetle yerinden oynatabileceğini gösterdi. Ayrıca alçak bir yerden su çıkarmaya yarayan “Arşimet burgusu” adlı aygıt, Mısır gibi alçak ve kurak ülkelerde hâlâ sulama amacıyla kullanılır.
Bir küre ile bu küreyi çevreleyen silindirin yüzeyleri ve hacimleri arasındaki ilişkiyi ilk kez ortaya koyduğu için, Arşimet’ in mezarı silindir içine yerleştirilmiş bir küreyle işaretlenmiştir.

İbn-i Sina (M.S. 980 – 1037)


Yalnız doğuda değil, ortaçağ Avrupa’ sında da en büyük tıp bilgini sayılan İranlı Müslüman bir bilgin ve düşünürdür. Tam adı Ebu Ali el – Hüseyin bin Abdullah ibn Sina olan İbn-i Sina, batıda Avicenna diye bilinir. Yunan filozofu Aristo’ nun en büyük yorumcularından biridir.
Buhara yakınlarında doğan İbn-i Sina, babasından ve döneminin ünlü bilginlerinden özel ders aldı. Parlak zekâsı ve güçlü belleğiyle kısa zamanda öğretmenlerini geride bıraktı. Felsefe, edebiyat, matematik, tıp gibi çeşitli alanlarda engin bir bilgi birikimine ulaştı. Daha 16 yaşındayken yanında başka hekimler çalışan başarılı bir hekimdi.
İbn-i Sina’ nın en büyük yapıtlarından biri Kitabu’ ş-Şifa (Sağlık Kitabı) ’ dır. Kitabu’ ş-Şifa; mantık, fizik, geometri, astronomi, matematik, müzik ve metafizik konularında dönemin tüm bilgilerini bir araya getiren bir ansiklopedidir. Ayrıca İbn-i Sina’ nın diğer bir yapıtı da el-Kanun fi’ t-Tıb (Hekimlik Yasası)’ dır. Bu kitabın tamamı Lâtince’ ye çevrilerek ortaçağ Avrupa’ sından tıp kitaplarının en değerlisi sayılmıştır.

Birunî (973 – 1048 ya da 1051/52)


Batıda Aliboran adıyla bilinen, asıl adı Ebu Reyhan Muhammed bin Ahmed el-Birunî olan büyük İslâm bilgini Birunî, Harezm’ in başkenti Kas’ ta (Ket) doğdu. Harezmşahlar soyundan ünlü bir bilginin koruyuculuğu altında saraya giren Birunî, astronomi ve matematik öğrenimi gördü. Henüz 28 yaşındayken el-Âyaru’ l-Bâkiye’ yi (Geride Kalan Yıllar) tamamladı.
Nihâyati’ l-Emâkin (Mekânın Sonları) adlı yapıtı coğrafyadan, jeoloji ve jeodeziye (yeryüzü düzlemini ölçme bilimi) kadar bir dizi konudaki yazıların toplamından oluştu. el-Kanunü’ l-Mesudî adlı en önemli astronomi yapıtında dünya coğrafyası, enlem – boylam hesaplamaları, dünya çapının ölçümü gibi araştırma ve çalışmalarını toplayan Birunî, bilim tarihçilerine göre Kopernik’ le başlayan çağdaş astronominin temellerini atmıştır. Batlamyus ve Aristo’ nun kuramlarına karşı çıkarak dünyanın durağan değil, dönen bir kütle olduğunu kanıtlamaya çalışmıştır.

Harezmî


Arap matematik, astronomi ve coğrafya bilginidir. Onun aritmetik konusundaki çalışmaları sayı sistemiyle ilgilidir. Bir dönem bulunduğu Hindistan’ da harfler ya da heceler yerine sembollerin kullanıldığını saptamış, onları İslâm dünyasına kazandırmıştır. Böylece sembollerden oluşan on tabanlı sayı sisteminin kurulmasını sağlamıştır. Harezmî, Hesab-ül Cebir vel-Mukabele adlı eserinde logaritmanın kullanılışına öncülük etmiştir.

2) Avrupa’ daki Gelişmeler
Avrupa’ da Rönesans’ ın ve reformla başlayan uyanış ve çabanın ilk ürünleri astronomide görüldü. Polonyalı Kopernik (1473 – 1543), Batlamyus’ un Dünya merkezli evren anlayışının yerine Güneş merkezli evren sistemini koydu. Artık evrenin ortasında hareketsiz duren Dünya değil, Güneş vardı ve Dünya hem Güneş’ in çevresinde hem de kendi ekseni üzerinde dolanan bir gezegendi. Kopernik’ e 17. yüzyılda Kepler (1571 – 1630) ve Galilei (1564 – 1642), 18. yüzyılda da Newton (1642 – 1727) doğa yasalarını açıklayarak katıldılar.
Johannes Kepler, modern astronominin kurucularındandır. Güneş merkezli sistemin inanmış bir taraftarıydı. Özellikle Mars gezegeni üzerine birçok gözlem yaptı ve sonuçta Mars’ ın Güneş etrafında elips çizdiğini ispatladı. Kepler 1619’ da Dünya’ nın Uyumu adlı eserini yayımlamış ve bu eserde Newton’ ın evrensel çekim kanunu için bir yol açmıştır.
Galileo Galilei, İtalyan astronomu ve fizikçisi. Hemen hemen yalnız matematik üzerine incelemeler yaptı, fakat buluşlarıyla çabucak tanındı.
Optikte 1612’ ye doğru ilk mikroskobu bulduğu sanılmaktadır. 1609’ da mercekli dürbünü yaptı ve gök cisimlerini incelemeye başladı. Ay üzerinde gözlemler yaptı, dağların yüksekliğini ölçtü. Daha sonra Jüpiter’ in uydularını, Satürn’ün halkalarını, Güneş’ in ekseni etrafında dödüğünü, Venüs’ ün evrelerini vb. buldu. Tüm buluşlarıyla Batlamyus’ un sistemini çürütüp Kopernik sistemini doğruladı.
Sir Isaac Newton, İngiliz fizikçi, matematikçisi ve dünyanın gelmiş geçmiş en büyük bilginlerinden biridir. Yerçekimi kuramı üzerinde çalıştı. Ayrıca güneş ışınlarını bir prizmanın içinden geçirerek bileşenlerine ayırdı ve beyaz ışığın niteliğini keşfetti. 1669 dolaylarında da diferansiyel ve integral hesabı geliştirdi. En önemli yapıtı olan Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri, Newton’ ın hareket yasalarını, dalga kuramını ve yerçekimi üzerine çalışmalarını içermektedir.
Rönesans’ la oluşan yeni koşullar ve bilimdeki önemli gelişmeler giderek yöntem sorununu ön plâna çıkardı.
Bacon, Descartes ve onları izleyenlerin yöntem çalışmaları hem bilgi felsefesinin oluşmasını hazırlamış hem de bilimlerin felsefeden ayrılma sürecini hızlandırmıştır. Nitekim Claude Bernard ile biyoloji, Auguste Comte ile sosyoloji, Wilhelm Wundt ile de psikoloji bağımsız birer bilim hâline gelmişlerdir.
20. yüzyılda üç önemli teori ortaya konuldu. Bunlardan biri Alman fizikçisi Albert Einstein (1879 – 1955) tarafından ileri sürülen görelilik (rölativite) kuramıdır. Bu kuram; uzay, zaman, kütle gibi kavramların mutlak değil göreli olduklarını görüşüne dayanır.
İkincisi Max Planck (1858 – 1947)’ ın quantum kuramıdır. Bu kurama göre maddenin saldığı ısı ve ışık, sanıldığı gibi sürekli bir akış değil; tam tersine quanta adı verilen süreksiz ya da kesik paketlerden oluşmaktadır.
Üçüncüsü de Werner Heisenberg (1901 – 1977)’ in olasılık kuramıdır. Bu kurama göre de doğa yasaları kesin ve zorunlu değil, olasılığa dayanan yasalardır.
Sonuçta görelilik, quantum ve olasılık kuramları karşısında kesin, zorunlu bir bilgiyi savunmak olanaksızlaşınca, bilim adamları ve filozoflar yeni görüşler geliştirdiler. Bundan da bilim felsefesi denilen yeni bir bilgi dalı ortaya çıktı.

Bilimsel Açıklama – Ön Deyinin Özellikleri
Bilimin amacı, en geniş anlamıyla evreni anlamaktır. Bilim bu amaca erişmek için de olguları betimleme (= tasvir) ve açıklama yollarına başvurur. Betimlemede olgunun oluşu saptanırken, açıklamada olgunun oluş nedeni ortaya konur. Örnek verecek olursak; bir kış günü yağmurun kara dönüştüğünü izlemek, gözlem sonuçlarını saptamak ve yazıya dökmek bir betimlemedir. Yağmurun kara dönüşmesinin nedenleri nelerdir? şeklinde bir soruyla karşılaşırsak ve nedenini araştırırsak bu da açıklamaya girer.
Açıklama, bilimsel niteliğini birtakım genellemelerle kazanır. “Boşlukta tüm cisimler aynı hızda düşer.” önermesi bu türdendir.
Doğayı bilim yoluyla anlamada ön deyilerin de rolü büyüktür. Ön deyi, olgular arası ilişkilerden yararlanarak henüz olmamış bir olguyu önceden kestirebilmektir. Astronomide de ilk ön deyi Thales tarafından 28 Mayıs 585 tarihli Güneş tutulmasını haber verilmesidir. Görüldüğü üzere; ön deyide amaç doğa güçlerini denetim altına almaktır.

Bilimsel Kuramın Özellikleri
Hipotez ile kuram sözcükleri günlük hayatta birçok kez birbirinin yerine ve yanlış olarak kullanılır. Hipotez; henüz hiç doğrulanmamış ya da yetersiz şekilde doğrulanmış fakat sorunu muhtemelen çözebilecek nitelikteki bir açıklamadır. Kuram ise; hipotezlerin gözlem ve deneyle sınanması, doğrulanıp güvenilir açıklamalara dönüşmesi ve sistemleşmesidir. ** yinede hipotezle kuram arasındaki bu bağıntıya kesin gözüyle bakılmamalıdır. Çünkü bilgi edinme sürecinde hipotezler kurama dönüştüğü gibi, kuramlar da aynı şekilde hipotezsel birimler içerirler. Hipotez belli ve sınırlı bir açıklamadır, kuram ise kapsamlı ve köklü açıklamalardır. Bunu Ptolemaios (Batlamyus)’ un “yer merkezli”, Kopernik’ in “güneş merkezli” kuramlarında görebiliriz.
Görüldüğü gibi kuram, belli bir alana ilişkin genel açıklamalardır. Kuramlar ayrıca gelecekte olacaklarla ilgili ön deyide bulunma olanağı sağlar. Bir kuramın geçerli olması için ise yeni olguların eleştirisine sunularak doğrulanmasına ve uygun bilimsel değişiklikler geçirmesine gerek duyulur. Bu yüzden hiç bir kurama kesin gözüyle bakılmaz. Bilimsel kuramı tanımlayacak olursak: Kuram, bilgi edinme süreci aşamasında ortaya atılan, geçerlilik ve güvenilirliği bilimsel yöntemlerle saptanmış olan, iç tutarlılığı bulunan bilgiler ve açıklamalar bütünüdür.

Klâsik Görüşe Yapılan Eleştiriler
  • Bilime gereğinden çok değer verilmiş, insan etkinliğinin en yücesi gözüyle bakılmıştır. Bilime farklı yaklaşımdan yana olanlar; bilimin, örneğin toplumun çözemediğini, yaşama bir takım kolaylıklar getirmesine rağmen insan yıkımına dönüştüğünü söylerler.
  • Klâsik görüşün “Bazı şeyler henüz bilinmiyorsa, bunun nedeni bilimde yeteri kadar ilerlenmemiş olmasıdır; bilim gelişimini tamamlayınca tğm sorular yanıt bulur.” Anlayışı gerçeği yansıtmaz. Çünkü bilim sürekli gelişmekte ve evrende de bir sürü bilim olabilecek konu bulunmaktadır.
  • Bilimler birbirleriyle bağlantılı olabilir ama tüm bilimler de söz gelimi fiziğe indirgenemez. Böyle bir anlayış engelleyicidir.
  • Klâsik bilim anlayışında en güvenilir yöntemin “doğrulama yöntemi” olduğu kabul edilir. Çağdaş bilim anlayışında ise “yanlışlama yöntemi”nin daha doğru sonuçlar vereceği savunulur. Bu bağlamda ünlü filozof Karl Popper “Bilimsel bir kuram ya da yaşamın ölçütü onun yanlışlanabilmesinde yatar” der. Örneğin suyun 100 santigrat derecede kaynadığını söylüyor ve bunu bir yasa olarak kabul ediyoruz. Bu iddiayı yanlışlama yöntemiyle yoklarsak; su sadece deniz seviyesinde açık kaplarda 1 atm basınç altındayken 100 santigrat derecede kaynar diyebiliriz.
  • Klâsik görüş, bilime “birikimsel bir süreç” olarak bakar. Oysa bazı bilim tarihçileri bilimin “birikimsel bir süreç izlemediğini” söylerler.
  • Klâsik görüşe yapılan eleştirilerden birisi de şudur: Bilim, onun oluşmasına katkıda bulunan bilim adamlarının varlığını görmezlikten gelerek incelemez. Çünkü bilim asıl yaratanlar bu bilim adamlarıdır. Oysa öncelikle bu toplumun iç yapısını, dünya görüşlerini, koşullarını vb. incelemek gerekir. Oysa klâsik görüş bunları es geçer.

Thales


Yunan matematikçisi ve filozofu. Miletos’ ta dünyaya geldi. Yedi Bilgeler’ in en eski ve ünlüsüdür. Thales; matematikçi, astronom ve fizikçiydi. Mısırlı keşişlerin yanında geometrinin temelini öğrenip bunu Yunanistan’ a götürdüğü söylenir. Bir daire içine üçgen çizme problemlerini çözümlediğive bir cismin gölgesi yardımıyla yüksekliğini belirlediği, açı-üçgen bağıntıları üzerine açıklamalar yapıp bunları doğruladığı ileri sürülür. Ayrıca ancak Anadolu kıyıları yakınından görülebilen, muhtemelen 585 tarihli bir güneş tutulmasını önceden haber vererek ün kazanmıştır.
Son düzenleyen Safi; 29 Ocak 2019 01:56
Quo vadis?
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
3 Eylül 2010       Mesaj #5
Avatarı yok
Yasaklı

Bilim Felsefesinin Konusu


Bilim felsefesi, bilimlerin ortaya koyduğu kavram, kuram (teori) ve yasalarla bunların ait olduğu olayları inceler. Felsefe, bilim felsefesi aracılığı ile bilim üzerinde düşünme, bilimin mantığını oluşturma gereğini duymuştur.

Bilim felsefesinin yanıt aradığı başlıca sorular şunlardır :

  • Bilimsel bilgi birikerek ilerleyen bilgi midir?
  • Bilimsel yasalar kesin midir?
  • Bilimsel önermeler doğrulanarak mı, yoksa yanlışlanarak mı kabul edilmelidir?
  • Bilimler hangi yöntemleri izlemelidir?
Bilimin Tarihsel Gelişimi : Zamanla konularını ve yöntemlerini belirleyen alanlar felsefeden ayrılıp bağımsız bilimler haline geldiler. İlk olarak Euclides (Öklid), geometriyi felsefeden ayırarak bağımsız bir bilim haline dönüştürdü.
Rönesansla birlikte Kopernik, Kepler, Galilei gibi düşünürler ve Newton’un çalışmaları fizik biliminin kurulmasını sağladı.
Rönesansla tümevarım yönteminin yaygınlaşması doğa bilimlerinin gelişmesinin önünü açan temel etkenlerden biridir.
19. yüzyılda Labochevsky, Bolyai ve Rieman, Euclides dışı geometri anlayışının temellerini attılar. Euclides dışı geometrilerin oluşturduğu yeni fizik anlayışı bilimin kendi içindeki alternatiflerini çoğalttı.
De Morgan, Boole, Frege, Peano’nun çalışmalarıyla, önermeleri ve çıkarımları matematiksel dille ifade eden modern (sembolik) mantık doğdu.
Doğa bilimlerinde ve geometride doğan alternatif anlayışlar, felsefedeki yaygın nedensellik açıklamalarına karşı olasılığa dayalı nedensellik anlayışlarını doğurdu.

• Bilime Farklı Yaklaşımlar : Düşünce tarihi sürecinde bilime farklı bakış açıları hep görülmüştür. Bu farklı bakış açılarının ikisi bilimi ürün olarak ve etkinlik olarak gören görüşlerdir.

Ürün Olarak Bilim : Yeni pozitivizmde (Mantıkçı Empirizm) ifadesini bulan bu görüşe göre, bilimsel sonuçlar birer orandır ve felsefe bu ürünleri tarihsel gelişim sürecinde anlamaya çalışır. Bilimsel ürünler önermelerle ifade edilir. Felsefe, bu önermelerin doğrulamasını mantıksal analizlerle yapar.

Pozitivizmin başlıca sayıtlıları (ön kabul) şunlardır :
  • Bilim olgular hakkında araştırma yapma tekniğidir.
  • Gerçek tektir; bilimlerin yöntemi de tektir.
  • Bilim, birikerek ilerler.
  • Bilim olguların bir arada görülme sıklığını araştırmalıdır.
Yeni pozitivizme göre felsefenin görevi bilimin içine karışan metafizik unsurları mantık aracılığıyla ayıklamaktır. Yeni pozitivizmin temsilcilerinden Carnap’a göre, bilimsel önermeler duyu verileri ve gözlemlerle pekiştiriliyorsa, ondan çıkan önermeler de pekiştirilmiş olur. Duyu verilerine ve gözlemlere dayanmayan önermeler, metafizik önermelerdir ve bunların bilimde yeri olmamalıdır.
Reichenbach’a göre olgusal dünya ile örtüşmeyen önermeler metafizik önermelerdir ve bilgi değildir. Olasılığın yüksek derecede belirlenmesi bilgiyi geçerli kılar. Hempel ise, metafizik ve mantığın fiziksel dünyanın özünü ortaya koyamayacağını savunur. Wittgenstein’a göre, her cümleye karşılık bir olgu vardır ve böylece dilin yapısına bakarak evrenin yapısını ortaya koyabiliriz.

Etkinlik Olarak Bilim (Yaygın Bilim Anlayışına Getirilen Eleştiriler)

Bilime ürün olarak bakan pozitivizme karşı bilime etkinlik olarak bakanlar şu eleştirilerden yola çıkarlar :
  • Bilim adamları, bilime objektif bakamazlar.
  • Farklı bilimleri, matematiksel fiziğin yöntemine bağlamak dünyayı anlamakta yetersiz kalır.
  • Bilimler birikerek ilerleyen bir süreçte değil, her çağın değerler sisteminden (paradigmalarından) kopuşlarla, yani sıçramalı devrimlerle gelişir.
Thomas Kuhn, bilimin birikerek ilerleyen bir süreçte geliştiğini reddeder. Bunu da paradigma kavramı ile açıklar. Bilim adamları, kendilerinden önceki dönemlerin bilim yapma anlayışını (paradigmasını) reddederek yeni paradigmalar ortaya koyarlar. Bu da sıçramalı bir devrimle yeni bir bilim anlayışına geçiştir. Her çağın kendi paradigmalarına göre doğrular vardır. İlkçağın paradigmalarına göre Aristoteles fiziği Newton fiziği, günümüz paradigmalarına göre de kuantum fiziği doğrudur.
Toulmin, Darwin’in evrim teorisinden esinlenerek bilim anlayışının da evrimleştiğini söyler. Darwin’e göre nasıl ki çevreye uyum sağlayamayan canlılar yok oluyorsa bilimde de gereksinimleri karşılamayan anlayışlar yok olur. Yeni gereksinimler yeni bilim teorileri oluşturur.

• Bilimin Değeri : Bilim insanların doğayı ve toplumu daha iyi tanıyarak doğayı denetlemesini ve toplumsal yaşamı düzenlemesini sağlar. 19. yüzyılda bilimsel gelişmelerden etkilenen felsefe, bilimleri dünyadaki her türlü sorunu çözebilecek bir araç olarak görmüştür. Bilimlerin amacı insanı, toplumu ve evreni tanımak, gerçeği aramaktır. Teknoloji insan yaşamını kolaylaştıran bir işleve sahip olabileceği gibi toplumlara zarar veren bir işleve de sahip olabilmektedir.
Bilimsel çalışmaların sonuçlarının kullanımı sorunlu olabilmektedir. İnsanlar, bu sonuçların olumlu kullanılmasının yollarını araştırmak zorundadırlar. Bilimi tümüyle reddetmek de, insanın varoluşunu yok saymaktır.

Bilimin olumlu sonuçları, olumsuz sonuçlarından çok daha fazladır. Bilim, sayılamayacak kadar çok yararı ile insanların daha rahat yaşamasının ortamını hazırlamıştır.
Kaynak:Bilimarşivi(Bilim Felsefesi)
Son düzenleyen Safi; 29 Ocak 2019 01:57
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
14 Ocak 2012       Mesaj #6
Avatarı yok
Yasaklı
Bilim Felsefesi Nedir?
Bilim felsefesi genel anlamda; bilimin ne olduğu, bilimsel düşüncenin yapısı, bilimsel yöntemlerin işlevselliği, bilimsel sonuçların özellikleri, bilimin değeri ve bunlar gibi bilim hakkında sorulabilecek sorulara cevap arayan felsefi yaklaşımın adıdır. Yani bilim felsefesi, bilimin üstüne düşünmektir.

Felsefenin ilk çağında felsefeye katkı sağlayan düşünürler, o dönemin felsefi düşünsel yapısını, bizim şimdiki zamanda anladığımız bilimsel düşünsel yapıya benzer nitelikte görmekteydiler. Yani onlar felsefeyi, doğanın bilgisine ulaşabilmeye yarayan bir araç olarak kabul etmekteydiler. Mesela Demokritos, yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce günümüzdeki atom anlayışının ilk düşünsel yapısını ortaya koymuştur. Bu bağlamda, var olan bir şeyin sonsuza kadar bölünemeyeceğini; çünkü sonsuza kadar bölünen bir şeyin en son kertede herhangi bir büyüklük meydana getiremeyeceğini belirterek bu bölünmenin bir yerde durması gerektiğini vurgulamış ve bölünen şeyin en son kertede artık bölünemez bir halinin mevcut bulunması gerektiğini belirtmiştir. Demokritos'un bu tanımı da şimdiki kaynaklarda bahsedilen atom parçacığına yaklaşık bir anlam taşımaktadır.

Felsefe, ilk çağ boyunca bizim bugün bilimden anladığımız şeyden daha farklı biçimde anlaşılmamıştır. Sonuç olarak Aristoteles, bugün bağımsız bilimler olarak tanımlanan fizik, matematik ve astronomi gibi bilimleri sadece felsefenin birer dalı olarak görmüş ve tanımlamıştır. Hatta Newton, bilimsel görüşlerini kaleme aldığı kitabına, "Doğa Felsefesinin Matematik İlkeleri" ismini vermiştir. Yani Newton bile felsefe ile bilimi ayırmamıştır. Felsefe ile bilim arasındaki ciddi ayrım, 19. yüzyılda kesin olarak yapılmaya başlanmıştır. Günümüzde ise felsefe ile bilim arasındaki ilişki, bu iki alan birbirinden ayrı birer alan olarak ele alınarak araştırılmaya devam etmektedir.

Bilimin felsefenin bir konusu olması ve hatta bu konunun belirli bir zaman içinde felsefenin bir alt disiplini olması söz konusudur. Tarihsel bir açıklama olarak bilimin felsefenin içinden doğup geliştiği genel bir şekilde belirtilmektedir. Daha sonra bilimin bir bilinç formu olarak ayrılmasından sonra da bilim felsefe ilişkisi süregelmiştir. Bilim, felsefeden ayrılarak kendi içinde birçok alt dala bölünmüştür. Bu bağlamda her bilim dalı, varlığın farklı bir yanını kendisine inceleme konusu yapmış ve farklı bilim dalları ortaya çıkmıştır.

Örneğin, fizik cansız nesnelerin ve astronomi de göksel olayların doğasını inceleyen ayrı birer bilimsel alt dal olarak kabul görmüştür. Aynı şekilde yine 19. yüzyılda, sosyal bilimler olarak adlandırdığımız sosyoloji, psikoloji, tarih ve ekonomi de kendilerine özel birer varlık alanını bilimsel anlamda kabul ederek felsefeden kopmuştur. Bilim felsefesi özellikle bu ayrımın sonrasında felsefenin bilim üzerine düşünmesinin bir sonucu olarak doğmuştur.

Bilim kendi başına kendi anlamını bilemez, böyle bir bilme çabasına yöneldiği anda bilimin bilimini yapmaya çalışmış olur. Bu anlamda bilim felsefesi, bilimin yerini, anlamını ve kuramsal konumunu belirlemek üzere yürütülen felsefe içi çalışmaların bütünlüğüdür. Bilimin felsefeden ayrışmasından sonra felsefenin bilim üzerine düşünmesi bilim felsefesinin içeriğini oluşturmaktadır. Özetle bilim felsefesi, bilimsel düşünce ve yöntemlerin mantıksal ya da kuramsal bir çözümlemesini vermeye çalışır.

Bilimlerin felsefeden ayrılmaları, sadece konu ve inceleme alanlarındaki ayrılıklar olarak gerçekleşmemiştir. Bu durumda, bilim ile felsefe arasındaki temel ayrım, konudan çok yöntem farklılaşması olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin felsefenin yöntemi tutarlı ve sistemli bir düşünme ise, bilimin yöntemi gözlem yapma, varsayımda bulunma ve bu varsayımı doğrulama şeklindedir.

Sonuç olarak bilim felsefesi; bilimin ne olduğunu, bilimsel kuramların özgül yapısını, bilimsel bilginin epistemolojik statüsünü, bilimsel yöntemlerin anlamlarını, bilimsel bilginin nesnesini, bilimin gelişiminin anlamını ve en genel anlamda bütün bilimin konumu, gelişimi ve iç yapısını değerlendiren, bunu kuramsal düzlemde ortaya koymaya çalışan felsefi disiplindir.

Kaynak : Prof. Dr. Ahmet Arslan - Felsefeye Giriş Kitabı; Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" Dersi Ders Notları (Ömer Yıldırım)
Son düzenleyen Safi; 29 Ocak 2019 01:57

Benzer Konular

23 Aralık 2009 / Misafir Cevaplanmış
23 Nisan 2014 / Ziyaretçi Cevaplanmış
26 Şubat 2011 / Misafir Soru-Cevap
23 Eylül 2009 / Ziyaretçi Soru-Cevap
10 Ocak 2015 / Misafir Cevaplanmış