Arama

İptal Davaları

Güncelleme: 6 Ağustos 2012 Gösterim: 7.638 Cevap: 2
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
6 Ağustos 2012       Mesaj #1
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
o İPTAL DAVALARI

Sponsorlu Bağlantılar
Borçlular, alacaklılarından kaçırmak amacıyla, sahibi bulundukları malları, bir takım hileli işlemlerle, üçüncü şahıslara satış, bağışlama, ipotek, temlik vs. işlemlerle devredebilirler. Kötü niyetli borçluların, mal kaçırmak amacıyla yaptıkları bu tür işlemlerden zarar gören alacaklıları korumak için “iptal davası” açma hakkı tanınmıştır. İptal davası, borçlunun alacaklısına zarar veren bazı tasarruflarını, davacı alacaklı bakımından ve sadece onun alacağı ölçüsünde hükümsüz hale getirmeye yarayan bir davadır.

İptal davaları İcra ve İflas Kanunu’nun 277 - 284.maddeleriyle, Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun’un 24 - 31.maddelerinde düzenlenmiştir. Her iki kanunda belirli bir paralellik gösterdiğinden, konu, İcra ve İflas Kanunu’nun düzenlemesine ağırlık verilerek incelenmiştir.

Yasada, iptal davası açılması için borçlunun tasarrufunun alacaklıya zarar verme kasdıyla ve kötü niyetle yapılmış olması gerektiği belirtilmiş olup, tasarruftan yararlanan üçüncü şahsın iyiniyetli olup olmadığı önem taşımamaktadır.

Davanın amacı, borçlunun hacizden önce alacaklılarından mal kaçırmak kasdıyla ve kötü niyetle yapmış olduğu hukuki işlemleri, davacı alacaklı bakımından hükümsüz sayarak, borçlunun mal varlığından çıkarttığı dava konusu mal üzerinde, alacaklının sanki mal hala borçluya aitmiş gibi, cebri icra yoluyla alacağını elde etmesini sağlamaktır.
İptal davası, dava konusu malın aynına ilişkin bir dava olmayıp, kişisel bir davadır. Bu nedenle iptal davasının, alacaklı lehine sonuçlanması halinde, dava konusu mal tekrar borçlunun malvarlığına dönmez; sadece hileli olarak yapıldığı kabul edilen işlem alacaklı bakımından hüküm ifade etmez. Alacaklı, satışa, ya da kurulan ipoteğe rağmen malı cebri icra yoluyla sattırarak alacağını tahsil etmek hakkını kazanır. Sonuçta bir bedel artarsa, bu borçluya değil davalı üçüncü şahsa ödenir.

İptal davasının ayni dava olmayıp, kişisel bir dava olmasının sonuçları şunlardır :
  • Dava konusu mal taşınmaz dahi olsa, taşınmazlar için getirilmiş bulunan, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olduğuna dair özel yetki hükmü uygulanmaz; yetkili mahkeme genel yetki kurallarına göre belirlenir.
  • Davanın değeri, iptal konusu tasarrufun miktarına göre değil, alacaklının elindeki aciz belgesindeki alacak miktarı ile dava konusu malın değerinden hangisi daha düşük ise ona göre belirlenir.
  • İptal isteminin kabul edilmesi halinde tasarrufun tümünün iptaline değil, takip konusu alacak miktarı ile sınırlı olmak kaydıyla iptaline karar verilecektir. Dava neticesinde, taşınmazın tapu kaydının iptali ile borçlu adına kaydına karar verilemez. Alacaklı, dava konusu mal üzerinde hakkını almak üzere yetkilendirilir. Yani iptal davası, borçlunun hukuki muamelelerinin sonuçlarını yok edici nitelikte bir dava değildir.
  • Borçludan iktisapta bulunan üçüncü şahıs aleyhine açılan iptal davasında, davalının iyi ya da kötü niyetli olması etkili değildir.
  • Ayni davalarda, karar kesinleşmeden uygulamaya konulamamasına rağmen, iptal davasında verilen karar, kesinleşmesi beklenmeksizin uygulanabilir.

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
6 Ağustos 2012       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
I. İPTAL DAVASININ KONUSU
İcra ve İflas Kanunu’nun 277.maddesinde; borçlunun tasarruflarının butlanına hükmettirmek için iptal davası açılabileceği belirtilmektedir. Uygulamada, “tasarruf” sözcüğü en geniş anlamıyla düşünülerek, “hukuki işlem” olarak yorumlanmaktadır. Bunun sonucu olarak da, örneğin borçlunun protesto çekmemesi, haksız ödeme emrine itiraz etmemesi, zamanaşımı def’inde bulunmaması, aleyhine açılan davayı kabul etmesi, açtığı davadan feragat etmesi, … gibi işlemleri de iptal davasına konu teşkil edebilecektir.

Sponsorlu Bağlantılar

Nitekim Yargıtay, bir kararında; “… borçlunun muvazaalı olarak kardeşine borçlanıp, kendisi hakkında takip yaptırarak, mallarını haczettirmesi işleminin iptal davasına konu olabileceğini…” belirtmiştir.

Borçlanma işlemleri (iltizami muameleler) yasada belirtilen anlamda bir tasarruf değildir. Çünkü borçlanma işlemi ile mal borçlunun malvalığından çıkmayacağından, alacaklı o malı haczettirebilir. Bu nedenle, yalnız borçlandırıcı işlemlerin iptalini istemekte hukuki bir menfaat yoktur. Örneğin, tapuya tescil edilmeyen satış vaadi sözleşmesi, sadece taraflar arasında hüküm doğuracağından, borçlu ile üçüncü şahıs arasında yapılan satış vaadi sözleşmesinin iptal için dava açılmasına gerek yoktur.

Borçlu ile üçüncü şahsın arasındaki bir davada, taraflar anlaşarak mahkeme kararının borçlunun aleyhine verilmesini sağlamışlarsa, alacaklılar bu kararın iptali için dava açamazlar. Alacaklılar böyle bir mahkeme kararına karşı ancak “yargılamanın iadesi” yoluna başvurabilirler.

İptal davasına konu olan işlemler, kural olarak maddi hukuk bakımından tamamen geçerli olan ve alacaklıları zarara uğratan işlemlerdir. Örneğin, borçlunun tapuda geçerli olarak yaptığı satış, ipotek işlemleri, noterde düzenlediği adi ortaklığın feshine ilişkin sözleşme, tapuya şerh verilerek güçlendirilen satış vaadi sözleşmesi, borçlunun taşınır veya taşınmaz bir malını üçüncü şahsa bağışlaması, üçüncü şahıs lehine borç kabulünde (ikrarında) bulunması, ticari işletmesini devretmesi, … gibi işlemler aleyhine iptal davası açılabilir.

Buna karşın, maddi hukuk bakımından hükümsüz olan işlemler için iptal davası açılmasına gerek yoktur. Çünkü, bu durumda tasarruf konusu mal borçlunun mal varlığından çıkmamıştır. Üçüncü şahısla alacaklı arasındaki ihtilaf istihkak veya menfi tesbit davası ile çözümlenecektir. Aradaki en büyük fark, iptal davasında borçlu tarafından geçerli olarak yapılan işleminin, davacı alacaklı bakımından hükümsüzlüğüne karar verilmesi talep edilirken, menfi tesbit davasında işlemin gerçekte varolmadığının belirlenmesi istenir.

İptal davasının konusunu teşkil eden mal, lehine tasarruf yapılmış olan üçüncü kişinin elinde ise davanın konusu davacı alacaklının alacağı için o mal üzerinde haciz uygulatarak sattırabilmesidir. Lehine tasarruf yapılmış olan üçüncü şahıs, malı elinden çıkartmış ve malı devir alan dördüncü şahsa iyiniyetli olduğu için dava açılamıyorsa, bu takdirde davanın konusu, davalı üçüncü şahsın malın değeri nisbetinde tazminata mahküm edilmesi olacaktır.

İcra ve İflas Kanunu’nda belirtilen iptal davası sebepleri şunlardır;

1. İvazsız Tasarruflardan Dolayı İptal
Yasada, alışılmış hediyeler ayrık olmak üzere, borçlunun son iki yıl içinde yapmış olduğu bütün bağışlamalar ve ivazsız tasarrufların iptale tabi olacağı belirtilmiştir (İİK 278.md).

İvazsız tasarruf deyimi ile, genel olarak borçlunun herhangi bir karşılık olmaksızın yaptığı ve başkalarını zenginleştiren işlemler kastedilmektedir. Lehine işlem yapılan üçüncü şahsın, borçlunun bu işlemi yaparken gerçekten borca batık olduğunu bilip bilmemesinin de önemi yoktur.

Yeni yıl, doğum günü, evlenme gibi kutlamalar için verilen alışılmış (mutad) hediyeler iptale tabi değildir. Ancak bu hediyelerin, alışılmış olan (teamüle uygun) miktarı aşmaması gerekir.

Borçlu tarafından yapılan ivazsız işlemlerin iptali için işlemin, hacizden veya haczedilecek mal bulunamaması (veya haczedilen malların alacağı karşılamaması) halinde acizden veya iflasın açılmasından itibaren geriye doğru iki yıl içinde yapılmış olması gereklidir. Aynı zamanda, bu sürenin aciz vesikasının verilmesine sebep olan alacağın doğum tarihinden öteye geçmemesi gerekir.

Yasa bu şekilde geriye doğru süreyi kısıtlamıştır. Bu nedenle, borçlunun daha sonra yapacağı ivazsız işlemler iptal davasına konu olabilir. Ancak, bu durumda da beş yıllık hak düşürücü süre sözkonusudur.

Buna göre;
  • İlk olarak, iptali istenen ivazsız tasarrufun, davacı alacaklının alacağının doğum tarihinden sonra yapılmış olması gereklidir.
  • Alacaklı, takibin kesinleşmesinden sonra borçlu aleyhine hacze gitmiş ve alacağına yetecek kadar mal haczetmişse; bu malları satışından elde edilen bedel, alacağının tamamını karşılamadığı takdirde aciz vesikası alacaktır. Bu durumda alacaklı, aciz vesikasının alınmasından önceki iki yıl içinde borçlunun yapmış olduğu ivazsız tasarrufların iptali için dava açabilecektir.
  • Alacaklı, borçlunun haczedilebilecek hiç malını bulamamışsa veya haczettiği malların değeri alacağını karşılayacak düzeyde değilse; bu durumlarda düzenlenen haciz tutanağı “geçici aciz vesikası” hükmünde olacağından, alacaklı haciz tutanağının düzenlenmesinden itibaren, geriye doğru iki yıl içinde borçlunun yapmış olduğu ivazsız tasarrufların iptali için dava açabilecektir. Bu durumda haciz tarihi başlangıç kabul edilecektir.
  • Eğer borçlu iflas etmişse, iflasın açılmasından itibaren geriye doğru iki yıl içinde borçlunun yapmış olduğu ivazsız tasarrufların iptali için dava açabilecektir.
Bir örnekle açıklamak gerekirse;

01/01/1995 tarihinde doğmuş bir alacak için, 01/01/1998 tarihinde borçlunun malları haczedilmiş ve 01/05/1998 tarihinde bu mallar satılarak, alacaklıya bakiye alacağı için aciz vesikası verilmiştir. İvazsız tasarruf, haciz tarihi olan 01/01/1998 tarihinden itibaren iki yıl içinde (yani 01/01/1996 ile 01/01/1998 tarihleri arasında) yapılmışsa, iptal davasına konu olabilecektir.

Alacağın doğum tarihi 01/01/1995 değil de, 01/01/1997 tarihi olsaydı, bu durumda 01/01/1997 ile 01/01/1998 tarihleri arasında yapılanlarla işlemler iptal davasına konu olabilecektir.

Tasarrufun ivazsız olduğunu isbat yükünün kimde olacağı da ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Genel olarak kabul edilen görüş uyarınca, isbat yükü davalı üçüncü şahısta olacaktır. Davalı, tasarrufun ivazlı olduğunu isbatlamak zorunda kalacaktır.
Yasa, bazı tasarrufların bağışlama hükmünde olduğunu karine olarak kabul etmiştir. Bu tasarruflar şunlardır;
  • Karı ve koca, usul ve füru, neseben veya sıhren üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) hısımlar ve evlat edinenle evlatlık arasında yapılan ivazlı tasarruflar. Bu tasarruflar kesin olarak iptale tabi olduğundan, alacaklıyı zor duruma düşürme (ızrar) kasdı aranmaz ve bu tasarrufların iyi veya kötü niyetle yapılıp yapılmadıklarının da araştırılmasına gerek yoktur.
  • Yapıldığı sırada borçlu aleyhine ivazlar arasında açık bir nisbetsizlik bulunan akitler (tasarruflar). Örneğin, borçlunun gayrımenkulünü üçüncü bir şahsa tapuda gerçek değerinden çok daha düşük bir bedel göstererek devretmesi halinde; davalılar, tapuda düzenlenen resmi senette yazılı satış bedelinin, daha az harç ödemek amacıyla düşük gösterildiğini hiçbir şekilde iddia ve isbat edemiyeceklerdir. Bu şekilde yapılan tasarrufun iptal edilmesi için, borçlunun pek aşağı bir bedel kabul ettiğini bilmesi veya bilebilecek durumda olması önemli olmadığı gibi, üçüncü şahsın kötü niyetli olması da aranmaz.
  • Borçlunun kendi veya üçüncü kişi yararına, kaydı hayat koşulu ile irat veya intifa hakkı kurduğu sözleşmelerle, ölünceye kadar bakma sözleşmeleri. Yukarıda sayılanların dışında şu tasarruflar iptale tabi değildir;
  • Mutad hediyeler.
    Verilen hediye, borçlunun ekonomik ve sosyal durumu ile orantılı değilse bu tasarruf iptal edilebilir.
  • Bağışlama vaadi veya ifa edilmemiş bir taahhüt.
  • Ahlaki bir borcun ifası için verilen şeyler.
    Bundan kasdedilen sadaka, bağış, nafaka gibi ahlaki bir amaçla yapılan ödemelerdir. Bu tasarruflarında borçlunun ekonomik ve sosyal durumu ile orantılı olması lazımdır.
2. Aciz Halinde İken Yapılan Tasarruflardan Dolayı İptal
Yasada, borçlunun borca batık olduğu varsayılan belli bir devrede yaptığı tasarrufların, iptal davasına konu olabileceği kabul edilmiştir. Bu hükmün amacı, borçlunun bazı alacaklılarını kayırmak sonucunu doğuran fiillerini önlemektir. Ancak, borçlunun bu amacı taşıyan tüm işlemleri için değil, İcra ve İflas Kanunu’nda sayılan fiilleri nedeniyle iptal davası açılabilecektir.


Aşağıda sayılan tasarruflar, borcunu ödemeyen borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması nedeniyle acizden ya da iflasın açılmasından önceki bir sene içinde yapılmış olması kaydıyla iptal davasına konu olabilir;
  • Borçlunun teminat göstermeyi daha önceden taahhüt etmiş olduğu haller müstesna olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu temin için yapılan rehinler. İpotek verme taahhüdünün de ipotek işlemi gibi resmi şekilde yapılması gerektiğinden, önceden resmi şekilde yapılmamış olan ipotek taahhüdü geçersiz olacaktır. Yanı sıra, yasanın bu sadece rehinler hakkında olduğundan, rehinin iptali halinde temin edilen alacak bundan etkilenmez. Alacaklı bu alacağını teminatsız olarak takip edebilir.
  • Para veya mutat ödeme vasıtalarından başka bir şekilde yapılan ödemeler. Örneğin, borçlunun borcuna karşılık olmak üzere dairesini veya arabasını vermesi mutad ödeme vasıtası sayılmaz. Ancak, çek, bono, ticari senet, faiz kuponu verilmesi mutad ödeme olarak kabul edilmektedir.
  • Vadesi gelmemiş bir borç için yapılan ödemeler.
  • Kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.
Borçlunun sahibi olduğu gayrımenkullerin tapu kaydına şerh ettirdiği kira veya satış vaadi sözleşmeleri bu kapsamda iptale tabi olacaktır. Yasanın bu hükmü uyarınca tasarrufun iptali için, borcunu ödemeyen borçlu tarafından hacizden veya mal bulunmaması nedeniyle acizden ya da iflasın açılmasından önceki bir sene içinde yapılmış olması ve alacaklının alacağının da iptale tabi tasarruftan önce doğmuş olması gerekmektedir.

Bu hüküm uyarınca tasarrufun iptal edilebilmesi için, borçlunun kasdı (kötü niyeti) önemli değildir. Üçüncü şahsın da, borçlunun kötü niyetini bilmesi gerekmez. Ancak, davalı üçüncü şahsın, hukuki işlemin yapıldığı anda borçlunun borca batık olduğunu bilmediğini ve gereken özeni gösterdiği halde öğrenemediğini yani iyiniyetli olduğunu kanıtlaması halinde iptal davası reddedilir. Bu durumu isbat yükü davalı üçüncü şahıstadır.

Örneğin, üçüncü şahıs, borçluya açacağı kredi nedeniyle borçludan limit ipoteği almış ve bu ipotek kapsamında borçluya kredi kullandırmaya devam etmiş olabilir. İpoteğin kurulmasından bir yıl sonra borçlu iflas ettiği takdirde, diğer bir alacaklı ipotek için iptal davası açabilir. Yargıtayın yerleşmiş görüşü uyarınca, bu durumda davalı üçüncü şahsın ipoteği, iflasın açılmasından bir sene önce alınmış olmasına rağmen, kesin ipotek olmayıp, limit ipoteği olduğundan ve hiç kimsenin de batmak üzere olan birine, bile bile kredi vermesi beklenemiyeceğinden, delil olarak ileri sürülebilir. Eğer ipotek limit ipoteği değilde, kesin borç ipoteği olsaydı, davalı üçüncü şahsın, borçlunun durumunu bilmediğini başka delillerle isbatlaması gerekecektir ki, bu ise oldukça güçtür.

3. Hileli Tasarruflardan Dolayı İptal
İcra ve İflas Kanunu’nda, aciz halindeki borçlunun iptale tabi kötüniyetle ya da alacaklılarına zarar vermek kasdı ile yaptığı hileli tasarruflar belirtilmiştir.

İptal davası açılabilmesi için borçlunun aciz hali şu şekilde belirlenecektir;
  • Borçlunun ödeme gücünü kımen veya tamamen yitirmiş olması gereklidir. Ödeme gücünü kımen veya tamamen yitirmiş olması ile kasdedilen, aciz hali olarak düşünülmelidir.
  • Ayrıca, hakkında alacaklılardan birinin yaptığı takip sonucunda, malvarlığının yarısını kaybetmiş olan ve kalan malvarlığının bir yıl içinde vadesi gelecek borçlarını karşılayamıyacak durumda olan borçlunun da ödeme güçlüğü içinde bulunduğu varsayılmıştır.
Borçlunun aciz halinin yanı sıra, tasarruflarını kötü niyetle yaptığı takdirde iptal davası açılabileceği belirtilmiştir. Kötü niyetten kasdedilen; eğer borçlu gerçek kişi ise tasarruf iyi niyetle yapılmamış olmalıdır; tacir ise, basiretli bir tacirden beklenemiyecek şekilde yapılmış olmalıdır.

Borçlu ile işlem yapan üçüncü şahsın, borçlunun tasarrufta bulunduğu sırada aciz halinde olduğunu ve kötü niyetle malvarlığını azalttığını bilmesi ya da bilebilecek durumda olması gereklidir.

Borçlu ile işlemde bulunan üçüncü şahıs borçlunun eşi, usül ve füru, üçüncü dereceye kadar kan ve ikinci dereceye kadar sıhri hısımı veya aralarında evlatlık ilişkisi varsa, bu kişilerin borçlunun durumunu bildiği farzedilmiştir. Ancak, bu şekilde aleyhine yasal karine kabul edilen kimseler borçlunun durumunu bilmediklerini isbat edebilirler.
Belirtilen koşullara sahip olan tasarrufların iptal davasına konu olabilmesi için, alacaklının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren iki sene içinde, borçlu aleyhine takibe geçmiş olması gerekir. Burada, geriye doğru hesaplanacak iki senelik tarih, alacaklının takibe geçtiği tarihtir. Yanı sıra, bu hükme göre iptal davası açılabilmesi için, ayrıca borçlunun “alacaklılara zarar verme kasdıyla mal kaçırma için” hareket etmiş olması şartı aranmaz.
Bu duruma örnek olarak şu olasıklar gösterilebilir :

Borçlunun alacaklılarından mal kaçırmak amacıyla;
  • Taşınmazını çok düşük bir bedelle başkasına satması,
  • Üçüncü şahısdaki alacağını oğluna devretmesi,
  • Ölünceye kadar bakım sözleşmesiyle taşınmazını bakım borçlusuna devretmesi,
Yasanın diğer bir hükmü de, borçlunun alacaklılarına zarar vermek kasdıyla yaptığı tasarrufların iptal davasına konu teşkil edebileceği şeklindedir. Bunun için;
  • Ödeme gücünü kısmen veya tamamen yitiren borçlu, varlığını azaltan bir tasarrufta bulunmalıdır.
  • Borçlu bu tasarrufu alacaklılarına zarar vermek kasdıyla yapmış olmalıdır.
  • Borçlu ile işlemde bulunan üçüncü şahsın, borçlunun bu zarar verme kasdını bilmesi gereklidir. Üçüncü şahsın, borçlunun bu zarar verme kasdını bildiğini isbat yükü, davacı alacaklıya düşen bir yükümlülüktür.
Bu koşulların gerçekleşmesi halinde tasarruf tarihinden itibaren beş yıl içinde iptal davası açılabilecektir.

Yasada ayrıca tacir borçlular için özel bir durum öngörülerek, bu halde gerek borçlunun alacaklılarına zarar verme kasdını ve gerekse üçüncü kişinin bu kasdı bildikleri kabul edilmiştir. Bu na göre; borçlu tacir ticari işletmesinin önemli bir bölümünü ya da işyerindeki ticari malların tamamını veya önemli bir kısmını devretmiş veya satmışsa alacaklılarına zarar verme kasdıyla hareket etmiş sayılır. Aynı şekilde, borçlu ile bu şekilde bir tasarrufa girişen üçüncü şahsın da borçlunun alacaklılarına zarar verme kasdını bildiği farzedilir.
Bu karine ancak iki şekilde önlenebilmektedir;
  • Borçlu ya da üçüncü şahıs devir veya satış tarihinden itibaren üç ay önce, durumu iptal davası açan alacaklıya yazılı olarak bildirmiş ise ya da
  • Borçlu ya da üçüncü şahıs devir veya satış tarihinden itibaren üç ay önce Ticaret Sicili Gazetesinde ilan ettiğini bu mümkün olmadığı takdirde ticari işletmenin bulunduğu yerde uygun vasıtalarla ilan ettiğini isbat ederse, yukarıda bahsedilen karine çürütülmüş olur.
Hacze gittiği işyerinin, borçlu tarafından bir süre önce, yukarıda bahsedilen formaliteler yerine getirilmeden üçüncü bir şahsa devredildiğini öğrenen alacaklı nasıl davranmalıdır ? Eğer borçludan işyerini devralan üçüncü şahıs, borçlunun karısı veya kocası, usul veya füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar akrabası veya evlat edineni ya da evlatlığı ise (Yargıtay kararları uyarınca bu yakınlık genişletilerek, borçlunun iş ortağı, işçisi, kalfası ve bunun gibi kişiler de dahil edilebilir) işyerinde haciz yaptırıp, icra memurunun vereceği yedi günlük süre içinde istihkak davası açarak, devrin geçersiz olduğunu ileri sürmesi gerekir.

Buna karşın, borçludan işyerini devralan üçüncü şahıs, sayılanlar dışında biri ise, haciz yaptırmayıp, borçlu ve üçüncü şahıs aleyhine iptal davası açması gerekir. Davalılar, işyerinin devrini en az üç ay önce alacaklıya yazılı olarak bildirdiklerini veya gerekli ilanları yaptıklarını belgeleyemedikleri takdirde, dava alacaklı lehine sonuçlanır.


"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
6 Ağustos 2012       Mesaj #3
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
II. İPTAL DAVASININ ŞARTLARI
İptal davası şahsi bir dava olduğundan, konusu gayrımenkule ilişkin bile olsa, gayrımenkulün bulunduğu yer mahkemesinde değil, borçlu veya üçüncü şahsın ikametgahı mahkemesinde açılmalıdır.

Görevli mahkeme ise, dava konusu değere göre belirlenecektir. Ancak, iptal davalarının özelliği gereği, iptal davası sonucunda yapılan tasarrufun tümü iptal edilmeyip, alacaklının alacağını karşılayan kısım için tasarrufun iptaline karar verileceğinden, dava konusu değeri belirlerken, tasarrufun değeri ile alacağın değerinden hangisi daha az ise onun esas alınması gerekir. Dava harcı da buna göre belirlenir.

İptal davalarının tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren beş yıl içinde açılması gerekir. Bu süre hak düşürücü süre olup, bu sürenin geçmesinden sonra bir daha dava açılamaz.

İptal davalarında yargılama usulü de tartışmalı olmakla beraber, yaygın görüş, delil serbestisi olduğu şeklindedir. Buna göre hakim, davanın niteliğine göre her türlü delili inceleyerek (gerektiği takdirde tanık da dinleyerek) karar verir. Ayrıca davacı alacaklı, dava konusu tasarrufun yukarıda anlatılan iki sene (diğer durumlarda bir sene) içinde yapıldığını, ve işlemde bulunan üçüncü şahsın yasada öngörülen (yukarıda belirtilen) kişilerden olduğunu, tasarrufun da yine yasada sayılan işlemlerden olduğunu kanıtlamak suretiyle, başka delil ibraz etmeksizin davasını isbat edebilir.

Hakim, davacı alacaklının talebi üzerine, iptali istenen mallar üzerine, dava sonuçlanıncaya kadar ihtiyati haciz kararı verebilir.

İptal davalarında, davacının davalı borçludan bir alacağının bulunması ve yaptığı icra takibi neticesinde bu alacağını tahsil edememiş olması ön koşul olduğundan, mahkeme yargılama sırasında öncelikle bu şartın yerine gelip gelmediğini araştırır.

Alacaklının daha önce açtığı iptal davasının, aciz belgesinin alınmamış olması nedeniyle reddedilmiş olması halinde, daha sonra aciz vesikasının alınmasından sonra dava açılmasına engel teşkil etmez. Önceki red kararı kesin hüküm teşkil etmez.
Daha önce başka alacaklıların takipleri nedeniyle açılmış olan iptal davalarında verilen karar, diğer alacaklıların açacakları iptal davalarında kesin hüküm oluşturmaz.
İptal davasının görülmekte olduğu sırada, davalılardan her hangi biri, davacı alacaklının alacağını öderse, iptal davası reddedilir.

III. İPTAL DAVASININ TARAFLARI

1. Davacı

Haciz yolu ile yapılan takiplerde dava açabilecek olanlar şunlardır;

  • Kesin aciz vesikası sahibi alacaklılar.
  • Geçici aciz vesikası sahibi alacaklılar.
  • Kendisine karşı istihkak davası açılmış bulunan alacaklı, karşı dava olarak iptal davası açabilir.
Davacının aciz vesikasına sahip olması, iptal davasının ön koşuludur. Mahkemenin bu hususu kendiliğinden araştırması gereklidir. Davacı, aciz belgesi ibraz etme “Kesin aciz vesikası”; haczedilen malların paraya çevrilmesi sonucunda, alacağını kısmen ya da tamamen alamayan alacaklıya, icra dairesi tarafından verilen bir belgedir.
Borçlunun haczi kabil hiçbir malı bulunmadığını saptayan haciz tutanağı da kesin aciz vesikası hükmündedir.

Borçlunun, bulunan ve haczedilen mallarının icra dairesi tarafından takdir edilen değerlerine göre borcu karşılamadığını ve başkaca haczi kabil malvarlığı bulunmadığını belirten haciz tutanağı ise “Geçici Aciz Vesikası” yerine geçer.
Burada, alacaklıya iptal davası açma hakkı veren haciz tutanağı kesin hacze ilişkin olan tutanaktır.

2. Davalı
İptal davasında, davalı olarak gösterilebilecek olanlar şunlardır;

  • Asıl borçlu,
  • Tasarruftan yararlanan üçüncü şahıs,
  • Veya bunların mirasçılarıdır.
Yasada, iptal davasının iyiniyetli üçüncü şahısların haklarını ihlal etmiyeceği belirtildiğinden lehine borçlunun tasarruf yaptığı kişi dava konusu malı, iyiniyetli (yani tasarrufun iptal davasının konusu olduğunu bilmeyen) bir üçüncü kişiye devretmişse, bu kişi aleyhine dava açılamaz. Ancak bu şahıs kötüniyetli ise, aleyhine dava açılabilir.

IV. İPTAL DAVASININ SONUÇLARI
İptal isteminin kabul edilmesi halinde, dava konusu tasarrufun tümünün değil, takip konusu alacak miktarı ile sınırlı olarak iptaline karar verilmesi gerekir.


İptal davasının, davacı lehine sonuçlanması halinde, dava konusunu taşınır mal teşkil ediyorsa, alacaklı aldığı kararı asıl takip dosyasına ibraz ederek, sözkonusu malın haczini talep eder. Mal üçüncü şahsın elinde bulunamadığı takdirde, malın değeri haciz yoluyla üçüncü şahıstan tahsil edilir.

Dava konusu taşınmaz mal ise, alacaklı davalı üçüncü şahsın üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek kalmaksızın sözkonusu taşınmazın haczi ile satışını talep edebilir.
Davanın konusu rehin veya ipotek hakkı ise, alacaklı dava konusu malı bu rehin veya ipotek yokmuş gibi sattırabilir.

Davalı üçüncü şahıs, dava neticeleninceye kadar malları elinden çıkartmışsa, iptal davası bu malların yerine geçen değere ilişkin olur. Bu durumda davalı üçüncü şahıs, malın değeri veya alacak tutarından hangisi daha az ise o miktarda tazminata mahkum olur. Bu durumda davacı alacaklı aldığı kararı doğrudan doğruya icraya koyabilir.

Bunun dışındaki tüm durumlarda alacaklı kararı, yeni bir takip yapmaksızın aynı takip dosyasından ve kararın kesinleşmesini de beklemeksizin icraya koyabilir.

Dava konusu malın satış bedelinden, ilk olarak davacı alacaklının alacağı ödenir, geriye bir şey kaldığı takdirde, artan kısım borçluya değil davalı üçüncü şahsa ödenir.

Muhip Şeyda IŞIKTAÇ

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.

Benzer Konular

5 Kasım 2009 / Misafir Hukuk
24 Ocak 2008 / yüksel2 X-Sözlük