Arama

Hz. Muhammed'in Mucizeleri

Güncelleme: 25 Mayıs 2012 Gösterim: 39.112 Cevap: 13
virtuecat - avatarı
virtuecat
Ziyaretçi
27 Kasım 2006       Mesaj #1
virtuecat - avatarı
Ziyaretçi
Mucize Nedir

Sponsorlu Bağlantılar
Bütün peygamberlerin mucize gösterdiğini duymuşsunuzdur.
Mucizenin ne olduğunu bileniniz de çoktur.
Ama ben yine de anlatayım isterseniz.
Allah, insanları kötülükten uzaklaştırmak ve doğru yola çağırmak için, onların arasından peygamberler seçer.
Ve seçtiği peygamberlerin kendisi tarafından görevlendirildiğini ispat etmek için de, diğer insanların asla yapamayacağı harika işleri onlara yaptırır.
Aksi taktirde: "Ben Allah'ın peygamberiyim" diye ortaya çıkan bir insana kimse inanmaz.
Mesela, hiç tanımadığınız bir insan size gelip te: "Ben peygamberim, bana inanın ve emirlerimi yerine getirin" dese ne yaparsınız?
Veya binbir güçlükle biriktirdiğiniz harçlıkları sizden istese, ne düşünürsünüz?
Herhalde ona: "Senin peygamber olduğunu nereden bileyim? Önce bana peygamber olduğunu ispatla, ondan sonra konuşalım" dersiniz, öyle değil mi?
İşte sizin diyeceğiniz bu sözleri, kendilerine peygamber gönderilen insanlar da söylemiştir. Bu yüzden de Allah, onların peygamber olduğunu doğrulamak için, kendilerine mucizeler ihsan (hediye) etmiştir.
Bu mucizeler, Allah'ın varlığını kabul etmeyen insanların inadını kırar, Allah'a ve peygamberlerine inanan kişilerin ise îmanlarını kuvvetlendirir.
Ama şunu sakın unutmayın: Mucize ne şekilde olursa olsun, onu veren Allah'tır. Yani Allah istemediği taktirde, peygamberler hiç bir mucize gösteremez. Şimdi size sorayım bakayım: Herhangi bir insan, hayvanlarla konuşabilir mi? Elbette konuşamaz. Ama Allah isterse, bir peygamberini hayvanlarla konuşturur. Çünkü insanları da, peygamberleri de, hayvanları da yaratan O'dur.
Herhangi bir insan, bir ağacı yanına çağırdığı zaman, o ağaç onun yanına gider mi?
Elbette gitmez. Ama Allah isterse, o ağacı topraktan çıkartıp peygamberinin yanına kadar yürütür. Çünkü toprağı da, ağaçları da yaratan Allah'tır.
Herhangi bir insan, bir tabak dolusu hurma ile, karnı son derece acıkmış olan üçyüz kişiyi veya bir orduyu doyurabilir mi? Elbette doyuramaz. Ama Allah isterse, o peygamberin elindeki bir tabak dolusu hurma ile o kadar kişiyi tıka basa doyurabilir. Çünkü hurmayı yaratan Allah olduğu gibi, insanların midesini de yaratan ve karınları içine yerleştiren O'dur.
İşte bütün peygamberler, önce bu tür mucizelerle kendilerinin Allah tarafından gönderildiklerini ispat etmişler, sonra da insanları Cennet'e ulaştıracak yolları göstermişlerdir.
Peki ya peygamberlerin sözlerini dinlemeyenler?
Ya da bir çok mucizeyi bilip işitmelerine rağmen, onlarla alay edip her türlü kötülüğü işlemeye, yalan söylemeye, hırsızlık yapmaya, içki içmeye veya adam öldürmeye devam edenler?
Biz sadece onlara acımalı ve elimizden geleni yaptıktan sonra, akıllanmaları için dua etmeliyiz. Çünkü Cennet gibi muhteşem bir güzelliği görmezlikten gelenlere, hiç bir zaman "akıllı" diyemeyiz.
Bu arada size bir soru sormak istiyorum:
Allah'ın ilk peygamberi'nin Hazreti Adem, son Peygamberinin ise bizim Peygamberimiz Hazreti Muhammed olduğunu; bu iki Peygamber arasında da binlerce peygamber geldiğini herhalde biliyorsunuz.
Peki, acaba bütün bu peygamberler, mucize göstermiş midir?
"Evet" dediniz değil mi?
Doğru söylediniz. Çünkü bütün peygamberler, Allah'ın izniyle çeşitli mucizeler göstermiştir. Çünkü biraz önce de belirttiğimiz gibi, aksi taktirde diğer insanların onlara inanması imkânsız gibidir. Ama her peygamberin gösterdiği mucize, değişik türdedir.
Mesela büyük peygamberlerden biri olan Hazreti Musa zamanında, insanların çoğu büyü ve sihirle uğraştıkları için, Hazreti Musa da o türde mucizeler göstermiştir. Hazreti Musa, her zaman yanında bulundurduğu âsasıyla, yani belki de bastona benzeyen bir değnekle taşlara vurduğunda sular fışkırtmış, böylece Allah'ın yardımıyla peygamber olduğunu ispatlamıştır. Hazreti Musa, kendisiyle alay eden büyücülerin yılanlarını da o asa ile yok etmiş ve yere attığı asası büyük bir ejderhaya dönüşerek o büyücülerin yılanlarını yutmuştur.
Hazreti İsa'nın gösterdiği mucizeler ise, o asırdaki insanların çok merak duyduğu tıp ilmi ile ilgilidir. Bu yüzden Hazreti İsa, iyileşmesi hiç mümkün görünmeyen birçok hastaya Allah'ın izniyle şifa vererek, hatta ölmüş olan bazı kişileri bile yine Allah'ın izniyle dirilterek peygamber olduğunu ispatlamış, daha sonra da insanları doğru yola çağırmıştır.
Peki ya bizim Peygamberimiz?
O, bütün peygamberlerin en mükemmeli olduğu için, kendisinden önce gelen bütün peygamberlerin gösterdiği her türdeki mucizeyi göstermiş ve böylelikle "Peygamberler Peygamberi" olduğunu ispatlamıştır.
Bildiğiniz gibi Peygamberimiz son peygamberdir ve ondan sonra da bir başkası gelmeyecektir. Bu yüzden O'nun mucizeleri de kendisi gibi büyük ve mükemmeldir.
Diğer bir anlatımla, O'ndan daha üstün ve faziletli hiç bir peygamber, hiç bir melek ve hiç bir insan olmadığı gibi, hiç bir yaratık da yoktur ve olmayacaktır.


Kur'an Mucizesi

Efendimiz, peygamberlik görevini üstlenmeden önce Arap Yarımadası'nda en geçerli olan şey, güzel konuşmak (hitabet) ve başta şiir olmak üzere güzel söz söylemekti. Çünkü insanların çok büyük bir çoğunluğu okuma yazma bilmediği için, değer verdikleri güzel sözleri ve gurur duydukları hâdiseleri şiir gibi güzel sözlerle muhafaza etmek zorundaydı. Bu yüzden kabileler içindeki şair ve hatipler (güzel ve tesirli konuşan kişiler), onların millî kahramanları gibi saygı görüyordu. Hatta bazı kavimler, şair veya hatiplerin bir sözü üzerine birbiriyle savaşır, bazen de onların tek bir sözüyle savaşa son verirlerdi. Bu arada şair ve hatip olan yedi kişinin kasidesi (şiiri) altın harflerle Kabe duvarına yazılmıştı. Ve Araplar onlarla büyük gurur duyuyordu, işte böyle bir zamanda Kur'an nazil oldu. (Allah tarafından gönderildi.) Ve bütün edipleri (şair ve hatipleri) îmana davet ettikten sonra, Kur'andaki âyetlerle boy ölçüşmeye çağırdı. Ancak bu ediplerden hiçbiri, Kuran âyetleriyle yarışamadı ve ona karşı mağlup olarak sesini kısmak zorunda kaldı. Hatta şiirleri altın harflerle Kabe duvarına yazılmış olan Lebid adlı bir edibin kızı: "Kur'ana karşı bu yazıların hiç bir değeri kalmadı" diyerek, babasının şiirini bizzat kendi elleriyle Kabe duvarından indirdi.
Kur'an, bütün bu kâinatı (evreni) yaratan Rabbimizin kelâmı (sözü) olduğu için, hiçbir zaman yanılmadı. Kur'anda yazılan herşey, bu güne kadar doğru çıktı. Ve 1400 sene önce nazil olmasına rağmen, her geçen gün daha da tazelenerek kendini ispatladı. İster âlim olsun isterse câhil, onu dinleyen herkes, Kuranın bütün yazılanlardan farklı ve güzel olduğunu hemen anlıyordu. Çünkü o insanların değil, insanları ve bütün kâinatı yaratan Rabbimizin sözleriydi. Diğer peygamberlerin mukaddes kitapları olan Tevrat ve İncil, insanlar tarafından, defalarca değiştirilmesine rağmen, Kur'an'ın tek bir harfine bile dokunulmadı. Çünkü Allah, (Peygamberimizi koruduğu gibi) Kur'anı da bizzat kendisinin koruyacağını (yani ona hiç kimsenin dokunamayacağını) belirtiyordu.
Değerli kardeşlerim.
Bildiğiniz gibi, eczaneden ilaç aldığımızda ilk yaptığımız şey, o ilaç kutusu içinde yazılanları okumaktır. Çünkü şifa bulmak ve dertlerimizden kurtulmak için, o ilacı yapan firmaların tavsiyelerine kulak vermek gerekir.
İlacı yapanlar, o ilaçların sabah akşam birer tane alınmasını tavsiye etmişse, bizim de öyle yapmamız gerekir. Aksi taktirde: "Ben bir an önce iyileşeyim" diyerek günde beş on tane alınırsa, hiçbir fayda görülemeyeceği gibi, belki de insanın ölümüne yol açabilir.
Ya da: "Hastalıktan kurtulmak ve sağlığınıza kavuşmak için, bu ilaçtan günde beş tane almalısınız" deniyorsa, tembellik veya cimrilik edip günde iki tane almakla şifa bulunmaz.
İşte insanları yaratan Rabbimiz de, bizim gerçek mutluluğa (Cennet'e) erişmemizin formülünü Kur'anda belirtmiş ve bize göndermiştir.
Mesela: "Cennet'e kavuşmak ve ebedîyyen mutlu olmak için, günde beş vakit namaz kılmalısınız" demiştir. Bizler, eğer O'nun bu sözüne kulak vermez veya tembellik ederek günde üç defa kılarsak, elbette beklediğimiz mutluluğa ulaşamadığımız gibi, büyük bir ihtimalle de ceza görebiliriz.
Veya Allah Kur'anda: "İçki haramdır, sakın yanaşmayın!" demişse, Rabbimizin o emrine kulak asmamakla hem dünya hayatımızı, hem de âhiret saadetimizi mahvedebiliriz.
Kur'anı bir pusulaya da benzetebiliriz.
Bizi Cehennem'e düşmekten kurtaran ve Cennet'e ulaştıran bir pusulaya.
"Benim pusulaya ihtiyacım yok, ben gökteki yıldızlara bakıp yolumu bulurum" diyen bir kaptan, havanın bulutlanmasıyla yolunu nasıl kaybeder ve fırtınalı denizlerdeki gemisini kayalara parçalatıp denizin dibini nasıl boylarsa, "Benim Kur'ana ihtiyacım yok, benim aklım bana yeter" diyen insanlar da Cehennemin dibini öyle boylayabilirler.
Bizler, Allah'ın hediye ettiği o pusulanın kıymetini çok iyi bilenlerdeniz, öyle değil mi?



Miraç Mucizesi

Miraç hâdisesi, Peygamberimizin Cenâb-ı Hak ile buluşması, O'nu görmesi ve sohbet etme şerefine ulaşmasıdır. Dünyada iken hiçbir insana nasip olmayan bu yolculuk, Efendimizin "Burak" adı ile bilinen bir vasıtaya bindirilmesi ile şimşek sür'atinde (hızında) gerçekleşmiştir. Miraç yolculuğunun ilk bölümü dünyada gerçekleşmiş ve Peygamberimiz, Kabe'den başlayarak Kudüs'teki Mescidi Aksa 'ya ulaştıktan sonra, oradan da Allah'ın izni ile sema tabakalarına yükselmiştir. En modern uzay araçlarıyla bile binlerce yıl sürecek olan miraç yolculuğu, Allah'ın izni ile bir anda tamamlanmıştır. Peygamberimiz, sema tabakalarında kendisinden önce gelen peygamberlerle görüşmüş, meleklerle konuşmuş, kıyametten sonra bütün insanların toplanacağı Cennet ve Cehennem'i görmüş ve en sonunda da Rabbimizle sohbet etme şerefine ulaşarak geri dönmüştür.
Acaba uzay gemilerinin bile zorlukla yapabildiği bir seyahati, bir insanın tek başına yapması mümkün müdür?
Elbette mümkündür. Çünkü Rabbimiz için "zorluk" diye birşey yoktur. Koskoca yıldızları, güneşi, ayı ve milyarlarca yolcusuyla birlikte dünyamızı uzay boşluğunda bir top gibi döndürüp gezdiren Rabbimiz, en sevdiği kulu olan o yüce Peygamberi yanına getiremez mi?
Ve bu yolculuğu, çok kısa bir süre içinde gerçekleştiremez mi?
Elbette gerçekleştirebilir. Çünkü zamanı yaratan da Allah'tır.
Cenâb-ı Hak, öldükten sonra tekrar yaratılacak olan insanların hesaba çekileceğini ve Cennet'i kazanan insanların, haşir meydanından Cennet Bahçelerine çok kısa bir sürede ve adeta uçarak gideceklerini bildirirken, dünya vasıtalarıyla (araçlarıyla) ellibin sene sürecek olan bu yolculuğun, miraçtaki gibi kısa bir süre içinde gerçekleşeceğini haber vermektedir.
Peygamberimizin miracı, bütün insanlar için çok büyük bir müjdedir. Çünkü Efendimiz, bu seyahati sırasında gezdiği âlemlerin bir hayâl olmadığını görmüş, kendi gözleri ile müşahede ettiği (seyrettiği) Cennet güzelliklerini ümmetine (müslümanlara) anlatmış ve insanoğlunun en çok korktuğu ölümün bir Cennet yolculuğundan ibaret olduğunu ispatlayarak onların yüreğine su serpmiştir.
Miraç hâdisesi; ölümün, üzüntülerin, sıkıntıların ve korkuların asla olmadığı ebedî saadet hazinelerinin bir anahtarı gibidir. Ve insanoğlu için en büyük müjdedir.
Uzun bir seyahate çıkan kişi sevdiklerine nasıl hediye getirirse, Efendimiz de miraç seyahatinden dönerken bizlere namaz hediyesini getirmiş ve namaz kılan bütün müslümanların bir anda ve ruhen Allah'ın huzuruna çıkacağını, O'nunla görüşeceğini, öldükten sonra da yine namaz sayesine Cennet'e uçacağını müjdelemiştir.
Bizler, sadece müslümanlara getirilen o hediyenin kıymetini bilmeli ve namaz vasıtasıyla günde beş defa miraç yapabilme şerefine ulaşarak "gerçek insan" olmalıyız.

arwen - avatarı
arwen
Ziyaretçi
30 Kasım 2006       Mesaj #2
arwen - avatarı
Ziyaretçi
Peygamberimiz (sav)'in Ay'ı İkiye Yarması

Sponsorlu Bağlantılar
Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı.
(Kamer Suresi, 1)


Peygamber Efendimiz (sav)'in mucizelerinden bir diğeri de Ay'ın yarılması olayıdır. Allah, bu olağanüstü olayı Kuran'da bildirmiş, bu büyük mucizeyle ilgili pek çok hadis günümüze ulaşmıştır. Kamer Suresi'nde şöyle bildirilir:
Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı.


Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: "(Bu,) Süregelen bir büyüdür" derler.


Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku)larına uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.' (Kamer Suresi, 1-3)


Ayet-i kerimede geçen "inşikak-ı kamer" terimi inşikak ve kamer kelimelerinden meydana gelen bir tamlamadır. İnşikak'ın türediği Arapçadaki kök fiilinin kelime anlamı "yarmak, dişin eti; bitkinin, toprağı yarıp çıkması" gibi anlamlara gelmektedir. İnşikak ise "yarılmak, parçalanmak, bölünmek" manalarına gelir. Siret Ansiklopedisi'nde Ay'ın yarılması mucizesiyle ilgili bütün hadislerin toplamından çıkarılan bir özet şu şekilde aktarılmaktadır:
Medine'ye hicretin beş yıl öncesinde, Kameri ayın 14. gününde bir akşam vaktiydi. Ve tam o zamanda yeni doğan ay birdenbire ikiye bölündü. Bir parçası karşıdaki tepenin bir tarafına, ikinci parçası da öteki tarafına gitti. Bu bir saniyelik bir hadiseydi. Sonra ayın iki parçası birleşiverdi. Hz. Peygamber (sav) o sırada Mina'da bulunuyordu. Hz. Peygamber (sav) orada hazır bulunanlara hitap ederek, "bakın ve şahit olun!" dedi. Kafirler, Hz. Muhammed (sav)'in kendilerini büyülediğini öne sürdüler, bu sebepten gözlerinin iyi görmediğini söylediler. Orada bulunan diğer kimseler, "Muhammed (sav) bizi büyüleyebilirdi, ama burada olmayanları değil. Biraz bekleyin, bu tarafa gelmekte olanlara soralım. Acaba onlar bu hadiseyi görmüşler midir?" Dışarıdan gelenler bu olaya şahit olduklarını kabul ettiler.30


Ay yarılması mucizesi başta Buhari ve Müslim olmak üzere Tirmizi, Ahmed b. Hanbel, Ebu Davud et-Tayalisi, Hakim en-Nisaburi, Beyhaki, Ebu Nuaym el İsfehani ve Kadı Iyaz gibi büyük hadis alimlerinin eserlerinde yer alır.31 Bu hadislerden bazıları şu şekildedir:
... Abdullah ibn Mes'ud (ra) şöyle demiştir: Biz Mina'da Peygamber'in beraberinde iken Ay ikiye bölündü de, Peygamber (sav): "Şahit olunuz!" buyurdu. Ve Ay'dan bir parça Hira Dağı tarafına gitti.


Ebu'd-Duha Müslim ibn Subayh da Mesruk'tan; o da Abdullah ibn Mes'ud'dan: Ay Mekke'de ikiye bölündü, diye söylenmiştir...


... Abdullah ibn Abbas (ra)'dan: Rasulullah (sav) zamanında Ay ikiye ayrıldı, diye tahdisi etmiştir (anlatmıştır).


... İbrahim en-Nahai, Ebu Ma'mer'den tahdis etti ki, Abdullah ibn Mes'ud (ra): Ay ikiye yarıldı, demiştir.32


Buhari ve Müslim, İbn-i Mes'ud (ra)'dan şunu nakletmişlerdir:
"Resulullah (sav) zamanında Mekke'de Ay ikiye bölündü. Ve Allah Resulü şöyle buyurdu: "Bakın ve görün!"33


Ay'ın yarılması olayının Mekke'de gerçekleştiği hadislerde bildirilmektedir. Ayrıca bu mucizenin gerçekleşmesini Mekkelilerin Peygamberimiz (sav)'den bizzat istedikleri de hadislerde nakledilmektedir:
Buhari ve Müslim, Enes (ra)'dan şunu nakletmişlerdir: "Dedi ki: "Mekkeliler Allah Resulü'nden bir mucize göstermesini istediler. Bunun üzerine Ay'ın iki kez ikiye bölündüğünü gösterdi."34


Rivayetlere göre, Kureyşli müşriklerin isteği üzerine Ay'ı ikiye bölen Hz. Muhammed (sav)'e inkarcılar yine de iman etmemişlerdir. Kamer Suresi'nin 2. ve 3. ayetlerinde bu gerçeğe dikkat çekilmektedir:
Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: "(Bu,) Süregelen bir büyüdür" derler.


Yalanladılar ve kendi heva (istek ve tutku)larına uydular; oysa her iş 'sonunda kendi amacına varıp karar kılacaktır.' (Kamer Suresi, 2-3)


De ki: "Allah'a ve elçisine itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz Allah, kafirleri sevmez.
(Al-i İmran Suresi, 32)

Ancak böyle büyük bir mucize karşısında söyleyecek birşey bulamayan müşrikler bu sefer de Peygamberimiz (sav)'in kendilerini büyülediği iftirasını atmışlardır. Ay'ın ikiye yarıldığını kendi gözleriyle gördükten sonra artık Peygamberimiz (sav)'in hak peygamber olduğuna vicdanen kanaatleri gelmiş olması gerekirken nefislerinin kibiri, istek ve tutkuları yüzünden Allah'ın ayetlerini kabul etmemişlerdir. Bu, hangi mucizeyi görürlerse görsünler iman etmeyen ve Kuran'da "...Gözlerimiz döndürüldü, belki biz büyülenmiş bir topluluğuz" (Hicr Suresi, 15) ayetiyle bildirilen iman etmeyenlerin ortak özelliğidir.

Bediüzzaman Said Nursi de Mektubat'ında Ay'ın yarılması mucizesinden bahsetmiştir. Bu olayın pek çok sahabeden de ayrıntılı olarak nakledildiğini anlatan Üstad, olay karşısında müşriklerin ne kadar aciz duruma düştüklerini şu şekilde açıklamıştır:
Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın mütevatir (güvenilir) ve kat'i bir mu'cize-i kübrası (en kesin ve büyük mucizesi), şakk-ı Kamer'dir (Ay'ın yarılmasıdır). Evet şu inşikak-ı Kamer (Ay'ın ikiye yarılması); çok tariklerle (yollarla) mütevatir bir surette, İbn-i Mes'ud, İbn-i Abbas, İbn-i Ömer, İmam-ı Ali, Enes, Huzeyfe gibi pek çok eazım-ı sahabeden (sahabelerin ileri gelenleri) müteaddid (tekrarlanan) tariklerle (yollarla) haber verilmekle beraber, nass-ı Kur'anla (Kuran'ın şüpheye yer bırakmayan hükmü) "Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı." ayeti, o mu'cize-i kübrayı (büyük mucizeyi) aleme ilan etmiştir. O zamanın inatçı Kureyş müşrikleri, şu ayetin verdiği habere karşı inkar ile mukabele etmemişler (karşılık vermemişler), belki yalnız "sihirdir" demişler. Demek kafirlerce dahi Kamer'in inşikakı kat'idir (Ay'ın bölünmesi kesindir).35


Bediüzzaman Peygamber Efendimiz (sav)'in mucizelerinin bir hikmetinin de Ebu Cehil gibi zalim biriyle Ebu Bekir gibi üstün ahlaklı bir insanın arasındaki farkı iyice ortaya çıkarmak olduğunu bildirmiştir. Bediüzzaman Mektubat'ında bu konuda şunları söylemektedir:
Mu'cize, dava-yı nübüvvetin (peygamberlik davası) isbatı için, münkirleri (inkar edenleri) ikna etmek içindir, icbar etmek (mecbur etme) için değildir. Öyle ise dava-yı nübüvveti (Peygamberlik vakasını) işitenler için, ikna edecek bir derecede mu'cize göstermek lazımdır. Sair (diğer) taraflara göstermek veyahut icbar (zorlama) derecesinde bir bedahetle (açıklık) izhar etmek (meydana çıkarma), Hakim-i Zülcelal'in hikmetine münafi (zıt) olduğu gibi, sırr-ı teklife (dünyaya gelip vazife sahibi olmanın sırrı) dahi muhaliftir. Çünki "Akla kapı açmak, ihtiyarı elinden almamak" sırr-ı teklif (teklif sırrı) iktiza ediyor (gerektiriyor). Eğer Fatır-ı Hakim (Benzeri bulunmayan şeyi yaratan, Hüküm sahibi), inşikak-ı Kamer'i (Ay'ın ikiye yarılmasını), feylesofların(filozofların) hevesatına (heveslerine) göre bütün aleme göstermek için bir-iki saat öyle bıraksa idi ve beşerin umum tarihlerine geçse idi, o vakit sair hadisat-ı semaviye (gökyüzünde meydana gelen olaylar) gibi ya dava-yı nübüvvete delil olmazdı ve risalet-i Ahmediyeye (A.S.M.) hususiyeti kalmazdı veyahut bedahet (açıklık) derecesinde öyle bir mu'cize olacaktı ki, aklı icbar (mecbur) edecek, aklın ihtiyarını elinden alacak, ister istemez nübüvveti tasdik edecek. Ebucehil gibi kömür ruhlu, Ebubekir-i Sıddık gibi elmas ruhlu adamlar bir seviyede kalıp, sırr-ı teklif zayi' (teklif sırrı kaybolacaktı) olacaktı...36


Kainattaki diğer tüm varlıklar ve cisimler gibi Rabbimiz'in kudretinde olan Ay, Allah dilediği takdirde dilediği şekilde görülebilir. Birşeyin gerçekleşmesi için Kuran'da bildirildiği gibi, Allah'ın "Ol" demesi yeterlidir. Ayet-i kerimede şöyle buyrulmuştur:
Bir şeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir. (Yasin Suresi, 82)

Tüm bu bilgiler bir kez daha göstermektedir ki, Allah kutlu elçisi Hz. Muhammed (sav)'i bütün insanlar üzerinde seçkin kılmış, kendisine son hak kitap olan Kuran-ı Kerim'i vahyetmiş, ona insanların kalplerini yumuşatacak ve imanlarına vesile olacak mucizelerle lütufta bulunmuştur. Kimi insanlar ahiret hayatlarını kurtaracak şekilde imana kavuşmuş, kimileriyse inkarda direnerek sonsuz hayatlarında kayba uğrayanlardan olmuşlardır. Allah, Peygamber Efendimiz (sav)'i dediklerinden dolayı her zaman haklı çıkarmıştır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
17 Ocak 2007       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Peygamberimizin Su ile İlgili Mucizeleri
Peygamberimizin özel hizmetinde bulunan Hazreti Câbir anlatıyor:
"Buvat Gazve'sinde (harbinde), Peygamber Efendimiz ferman etti:
— Abdest almaları için (sahabilere) seslen.
Ben, denileni yapınca, suyun olmadığı söylendi.
Peygamberimiz:
— Bir parça su bulunuz, dedi.
Çok az miktarda vardı, getirdik. O su üzerine elini kapadı, birşeyler okudu, bilemedim ne idi. Sonra ferman etti:
— Kafilenin (yola çıkan grubun) kullandığı büyük tekneyi getir.
Bana getirildi, ben de Peygamberimizin önüne koydum. Efendimiz, teknenin içine elini soktu, parmaklarını açtı ve biraz önce dua ettiği o az miktardaki suyu, elinin üzerine dökmemi istedi. Ben o suyu dökerken gördüm ki, mübarek parmaklarından çeşme gibi su akarak o tekneyi dolduruyor. Suya muhtaç olanları çağırdım, ordudaki bütün sahabiler geldiler, o sudan bol bol içip abdest aldılar, ihtiyaçları bitince: "Kimse kalmadı Ya Resulallah" dedim. Elini kaldırdı. Tekne, ağzına kadar dolu kaldı."

* * *
Peygamberimizin sadece bir tek kişiye gösterdiği mucizeleri de vardır. Fakat parmaklarından suyun akmasıyla ilgili mucize, bir ordu kadar kalabalık olan insanların gözü önünde ve üstelik de üç defa gerçekleştiği için çok meşhur olmuştur. Bu yüzden de elbette ki bizlere yanlış ulaşması (veya olmadığı halde olmuş gibi haber verilmesi) mümkün değildir. Çünkü, yalandan öldürücü bir zehir gibi nefret eden ve doğruluk için canlarını, ailelerini ve kavimlerini feda eden binlerce sahabinin, herhangi bir yalan karşısında susması veya bir yalan haber üzerinde ittifak etmesi (söz birliği etmesi) düşünülemez.
Hazreti Enes anlatıyor:
"Üçyüz kadar sahabi, Zevra adı verilen yerde Peygamber Efendimizle birlikteydik. İkindi namazı için abdest alınmasını emretti. Ama su bulunamadı. Yalnız bir parça su istedi, getirdik. Mübarek ellerini suyun içine batırdı. Gördüm ki parmaklarından çeşme gibi su akıyor. Emrindeki üçyüz adam geldiler ve hepsi de kana kana içip abdest aldılar."

* * *
Hazreti Câbir anlatıyor:
"Bin beşyüz kadar sahabi, Hudeybiye Gazvesinde susamıştık. Peygamber Efendimiz, "kırba" adı verilen bir deri tulum içindeki sudan abdest aldıktan sonra elini onun içine soktu. Gördüm ki, parmaklarından oluk oluk su akıyordu. Daha sonra bin beşyüz kişi sırayla geldi ve doya doya içip, kaplarını o kırbadan doldurdular."
Hazreti Salim, bu mucizeyi gören Hazreti Câbir'den sormuş: "Kaç kişiydiniz?"
Câbir demiş ki: "Yüzbin kişi de olsaydı, o kırba içindeki su yetecekti. Fakat biz, bin beşyüz kişiydik."


Hazreti Musa Aleyhisselam da su ile alâkalı mucizeler göstermiş ve elinde taşıdığı asası (değneği) ile vurduğu taşlardan su çıkarmıştır. Ancak bu mucize, Peygamber Efendimizin on parmağından on musluklu bir çeşme gibi su akıtması derecesine çıkamaz. Çünkü bugün bazı sondaj (toprağı delme) aletleriyle taşa vurulduğunda (yani sert zeminler kazıldığında) suyu çıkartmak mümkün olabilmektedir. Ama bir elden, yani et ve kemik arasından su akıtmak, sadece Peygamberimize has bir mucizedir ve bu da O'nun "Peygamberler Peygamberi" olduğunun bir işaretidir.

Hazreti Muaz anlatıyor:
"Tebük Savaşında bir çeşmeye rastgeldik. İncecik bir ip gibi, güçlükle akıyordu. Peygamberimiz emretti ki:
— O sudan bir parça toplayınız.
Sahabiler, avuçlarında bir parça topladılar.
Efendimiz, toplanan suyla elini yüzünü yıkadıktan sonra, o suyu tekrar çeşmeye koymamızı istedi. Bu işi yapınca, çeşmenin merkezi (suyun çıktığı yer) birden açıldı ve su gürül gürül akarak bütün orduya kâfi geldi (yetti)"
Aynı mucizeye şahit olan imam İbni İshak der ki: "O çeşmenin suyu, toprak altından gök gürültüsü gibi ses çıkartarak akınca, Peygamberimiz, Hazreti Muaz'a şunları söyledi:
— Bu su, bir mucize eseri olarak buraları bağa çevirecek, ömrün varsa göreceksin.
Efendimizin bu sözü de aynen gerçekleşmiş ve o çorak yerler, çeşmeden kaynayan sularla, ileriki yıllarda meyva ağaçlarıyla dolu bahçelere dönüşmüştür.

Ebu Katâde anlatıyor:
"Meşhur Mute Gazvesinde (harbinde), bende bir kırba (su tulumu) vardı. Yolda giderken, Peygamberimiz bana dönerek şöyle dedi:
— Kırbanı sakla, onun büyük işi var. (yani ona önemli bir vazife düşecek)
Biraz sonra susuzluk başladı. (Taberî'ye göre İslâm ordusu üçyüz kişi idi.) Ve nihayet bütün sular bitti. Peygamber Efendimiz
— Kırbanı getir!., buyurdu.
Hemen getirdim. Mübarek ağzını, kırbanın ağzına yaklaştırdı, içine nefes etti mi, etmedi mi bilemedim. Daha sonra bütün sahabiler geldiler, o kırbadan içtiler, bütün su kaplarını doldurdular. Sonra ben aldım. Verdiğim gibi doluydu."

Hazreti İmran anlatıyor:
"Bir seferde (yolculukta), Peygamber Efendimizle birlikte susuz kaldık. Bana ve Hazreti Ali'ye ferman etti ki:
— Filan yerde bir kadın, iki kırba (tulum) suyu hayvanlarına yüklemiş vaziyette gidiyor. O kadını alıp buraya getiriniz.
Hemen Ali ile beraber yola koyulduk ve Peygamberimizin tarif ettiği o yerde, kadını aynı şekilde bulup getirdik.
Sonra emretti:
— Bir kaba bir parça su boşaltınız.
Kadına ait kırbalardan az miktarda su ayırdık. Ve Peygamberimiz bereketle dua ettikten sonra, o suyu tekrar aldığımız yere boşalttık.
Peygamberimiz, daha sonra ferman etti:
— Herkes gelsin, kabını doldursun.
Bütün kafile, bol bol içip kaplarını doldurduktan sonra, Efendimiz:
— Kadın için birseyler toplayınız, dedi. Toplanan hediyeleri kadının eteğine doldurduk. Ben, o kırbalardaki suyun gitgide fazlalaştığını tahmin ederken, Peygamberimiz o kadına şöyle dedi.
— Senin suyundan almadık. Cenâb-ı Hak, bize kendi hazinesinden içirdi.

İşte, koca bir ordunun gözü önünde cereyan eden bir mucize daha:
Hazreti Ömer anlatıyor:
"Tebük Savaşında susuz kalmıştık. Bu yüzden bazı sahabiler, vücutlarında depoladıkları suyu içmek için develerini kesiyordu. Bunun üzerine Hazreti Ebubekir, yağmur duası yapması için Efendimize ricada bulundu. Peygamberimiz, ellerini kaldırıp dua etti ve ellerini henüz indirmeden bulutlar toplanıp öyle bir yağmur yağdı ki, bütün kaplarımızı doldurduk. Sonra su çekildi. Yağmur, sadece ordumuzun bulunduğu yere yağmıştı."

Peygamberimiz, Hazreti Enes'in evinde bulunan kuyuya mübarek tükürüğünü bıraktıktan sonra dua etti. Medine'deki en güzel ve en tatlı su o oldu.
Efendimize bir kova Zemzem Suyu getirdiler. Bir parça ağzına aldıktan sonra, o suyu tekrar kovaya boşalttı. Kova misk gibi kokmaya başladı.
Peygamberlikten önceki yıllardı. Efendimiz, amcası Ebu Talip ile birlikte Arafat civarındaki Zilmecaz Bölgesine gelmişlerdi. Bu arada yanlarındaki su da tükenmişti. Ebu Talip çok susadığını söyleyince, Peygamberimiz devesinden indi ve ayağını yere vurarak oradan su çıkardıktan sonra, amcasına ikram etti.
Bu hadiseden bin sene sonra, Efendimizin ayağını vurduğu yerden meşhur Arafat Suyu çıkmıştır ve bu su hâlâ kullanılmaktadır.
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
1 Eylül 2008       Mesaj #4
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Kemahlı Feyzullah

Hazreti Muhammed’in Allah’ın peygamberi olduğunu açıklayan şahidler sayılamayacak kadar çoktur. Allahü Teala “Sen olmasaydın, hiçbir şeyi yaratmazdım.” buyurmuştur. Bütün varlıklar Allahü Teala’nn varlığını, birliğini gösterdiği gibi, Hazreti Muhammed’in peygamber olduğunu ve üstünlüğünü de göstermektedir.

1. Mahluklar içinde ilk olarak Muhammed Aleyhisselam’ın ruhu yaratılmıştır.
2. Allah’u Teala, O’nun ismini arşa, Cennetler ve yedi kat göklere yazmıştır.
3. Muhammed Aleyhisselamın ismini söylemekten başka vazifesi olmayan melekler vardır.
4. Meleklerin Hz. Adem’e karşı secde etmelerinin emr olunmasının sebebi, alnından Muhammed Aleyhisselam’ın nuru bulunmasıydı.
5. Adem Aleyhisselma zamanında, namaz için okunan ezanda, Hz. Muhammed’in ismi de söylenirdi.
6. Allahu Teala bütün peygamberlere emir etti ki, Muhammed Aleyhisselam sizin zamanınızda peygamber olursa, O’na iman etmeleri için ümmetlerinize de emr ediniz.
7. Tevrat’ta, İncil’de ve Zebur’da Muhammed Aleyhisselam’ı ve dört halifesinin ve eshabından, ümmetinden bazılarının isimleri bildirilmiş ve meth edilmiştir. Allahü Teala kendinin Mahmut isminden Muhammed kelimesini çıkararak Habibine isim koymuştur. Allahü Teala, kendi isimlerinden Rauf ve Rahim isimlerini de Habibine vermiştir.
8. Dünyaya geldiği zaman, melekler tarafından sünnet edilmiştir.
9. Muhammed Aleyhisselam dünyaya gelince şeytanlar göğe çıkamaz, meleklerden haber alamaz oldular.
10. Dünyaya geldiği zaman, yeryüzündeki bütün putlar, tapınılan heykeller yüzüstü devrildiler.
11. Beşiğini melekler sallardı.
12. Beşikte iken gökteki ay ile konuşurdu. Mübarek parmağı ile işaret ettiği tarafa meyl ederdi.
13. Beşikte iken konuşmaya başladı.
14. Çocukken, açıklarda gezerken, başı hizasında bir bulutta birlikte hareket ederek gölge yapardı. Bu hal, peygamberliği başlayıncaya kadar devam etti.
15. Üç yaşındayken ve kırk yaşında peygamberliği bildirildiği vakit ve 52 yaşında miraca götürülürken, melekler göğsünü yardı. Cennetten getirdikleri leğen içinde, cennet suyu ile kalbini yıkadılar.
16. Her peygamberin sağ eli üstünde nübüvvet mührü vardı. Muhammed Aleyhisselam’ın ise, sol kürekteki deri üzerinde kalbi hizasında idi. Cebrail Aleyhisselam kalbini yıkayıp, göğsünü kapadığı zaman, cennetten getirdiği mühür ile sırtını mühürlemişti.
17. Önünden gördüğü gibi arkasından da görürdü.
18. Aydınlıkta gördüğü gibi, karanlıkta da görürdü.
19. Sevr (Öküz) burcunun yanında bulunan “Süreyya” denilen yıldız kümesindeki yedi yıldızı gözleriyle görüp sayısını bildirmiştir.
20. Tükürüğü acı suları tatlı yaptı. Hastalara şifa verdi, bebeklere süt gibi gıda oldu.
21. Gözleri uyurken, kalbi uyanık olurdu. Bütün peygamberler de böyledir.
22. Ömründe hiç esnemedi. Bütün peygamberler de böyleydi.
23. Teri gül gibi kokardı. Bir fakir kimse, kızını evlendirirken, kendizinden yardım istemişti. O anda verecek şeyi yoktu. Küçük bir şişeye terinden koydurup verdi. O kız, yüzüne başına sürünce evi mis gibi kokardı. Evi güzel kokulu ev adıyla meşur oldu.
24. Orta boylu olduğu halde, uzun kimselerin yanında iken, onlardan yüksek görünürdü.
25. Güneş ve ay ışığında yürüyünce gölgesi yere düşmezdi.
26. Bedenine ve elbisesine, sinek, sivri sinek ve başka böcekler konmazdı.
27. Çamaşırlarını ne kadar çok giyse, hiç kirlenmezlerdi.
28. Yürüdüğü her zaman, arkasından melekler gelirdi. Bunun için, eshabını önünden yürütür, “arkamı meleklere bırakın” derdi.
29. Taş üstüne basınca, taşta ayağının izi kalırdı. Kum üstünde giderken hiç iz bırakmazdı. Açıkta abdest bozduğu zaman, yer yarılıp bevl vb. toprak içinde kalırdı. Oradan etrafa güzel kokular yayılırdı. Bütün peygemberler de böyleydi.
30. Büyük bir mucizesi de, miraca götürülmesidir. Burak denilen cennet hayvanı ile Mekke’den Kudüs’e götürüldü. Oradan göklere ve arşa götürüldü. Kendisine cennet, cehennem gösterildi. Allahü Teala’yı baş gözüyle gördü. Bir anda tekrar evine getirildi. Mirac mucizesi, başka hiç bir peygambere verilmedi.
31. O’na salat ve selam okumaları ümmetine farz oldu. Allahü Teala ve meleklerde, O’na salat ve selam etmektedir.
32. İnsanlar ve melekler içinde en çok ilim O’na verildi. Ümmi olduğu halde, yani kimseden bir şey öğrenmemiş iken Allahu Teala O’na herşeyi bildirmiştir. Adem Aleyhisselam’a herşeyin ismi bildirildiği gibi, Muhammed Aleyhisselam’a herşeyin ismi ve ilmi bildirilmiştir.
33. Ümmetinin isimleri, cisimleri ve aralarında olacak şeylerin hepsi kendisine bildirildi.
34. Aklı bütün insanların aklından daha çoktur.
35. İnsanlarda bulunabilecek bütün iyi huyların hepsi O’na ihsan olundu. Büyük Şair Ömer İbnil Farı’da Resulullah’I niçin medh etmedin dediklerinde, “O’nu meth etmeye gücüm yetmeyeceğini anladım. O’nu meth edecek kelime bulamadım.” Demiştir.
36. Kelime-I Şahadet’te, ezanda, ikamette, namazdaki teşehhüdde, bir çok dualarda bazı ibadetlerde ve hutbelerde, nasihat yapmakta, sıkıntılı zamanlarda, kabirde, mahşerde cennette ve her mahlukun lisanında Allahü Teala O’nun ismini kendi isminin yanına koymuştur.
37. Üstünlüklerin en üstünü, Habibullah olmasıdır, Allahü Teala onu kendisine sevgili, dost yapmıştır. O’na herkezten, her melekten daha çok sevmiştir. “İbrahim’I Halil yaptım ise Seni kadime habib yaptım” buyurmuştur.
38. “Sana razı oluncaya kadar, yeter değinceye kadar her dilediğini vereceğim” ayeti, Allahu Teala’nın peygamberine bütün ilimleri, bütün üstünlükleri, ahkamı İslamiyye’yi, düşmanlarına karşı yardım ve galebe ve ümmetine fetihler, zaferler ve kıyamette her türlü şefaat ve tecelliler ihsan edeceğini vaad etmektedir. Bu ayet geldiği zaman, Cebrail aleyhisselam’a bakarak “Ümmetimden birinin cehennemde kalmasına razı olmam” buyurdu.
39. Gece, gündüz, uyanık iken, uykuda iken, yanlız iken, çoklukta iken, yolculukta iken, evde iken, harpte iken, gülerken, ağlarken, mübarek kalbi hep Allahü Teala ile beraberdi. Bazı zamanlarda ise, yanlız Allah ile idi. Dünyadaki vazifelerini yapabilmek için, zevcesi Hazreti Aişe’nin yanına gelip “Ey Aişe biraz benimle konuş da kendime geleyim” der, ondan sonra eshabına nasihat ve irşad etmeye giderdi. Sabah namazı sünnetini evinde kılıp, Hazreti Aişe ile bir miktar konuştuktan sonra eshabına farzı kıldırmak için mescide giderdi. Bu hal hasaisi peygamberidir. Hazreti Aişe ile konuşmadan dışarı çıksaydı, ilahi tecellilerden ve nurlardan dolayı yüzüne kimse bakamazdı .
40. Allahü Teala, Kur’an-ı Kerim’de her peygamberi onun ismiyle bildirmiştir. Muhammed Aleyhisselam’I ise “Ey Resulüm”, “Ey peygamberim” diye bidirmiştir.
41. Gayet açık kolay anlaşılır olarak konuşurdu. Arabi lisanın her lehçesiyle konuşurdu. Çeşitli yerlerden gelip soranlara onların lugatıyle cevap verirdi. İşitenler hayran olurlardı. “Allah beni çok güzel yetiştirdi.” Buyurdu.
42. Az kelimelerle çok şey anlatırdı. Yüz binden ziyade hadis-I şerifi onun “cevami-ul kelim” olduğunu göstermaektedir. Bazı alimler dediler ki Muhammed Aleyhisselam İslam dininin dört temelini dört hadisle bildirmiştir. Bunlar: “Ameller niyete göre değerlendirilir”, “Helal meydandadır haram meydandadır.”, “Davacının şahit göstermesi ve davalının yemin etmesi lazımdır.”, “Bir kimse kendine istediğini, din kardeşıne de istemedikçe iman-ı kamil olmaz.”
43. Muhammed Aleyhisselam masumdu. Bilerek ve bilmeyerek büyük ve küçük, kırk yaşından evvel ve sonra, hiçbir günah işlememiştir. Çirkin hiçbir harekaeti görülmemiştir.
44. Müslümanların namazda otururken ” esselamu aleyke eyyühennebiyyu ve rahmetullahi” okuyarak Muhammed Aleyhisselam’ a selam vermeleri emr olundu.
45. Rütbeyi saltanatı istememiş peygamberliği, fakirliği dilemiştir. Bir sabah Cebrail aleyhisselam ile konuşurken” bu gece evimizde yiyecek bir lokmamız yoktu “buyurdu. O anda, İsrafil aleyhisselam gelip “Allahü Teala söylediğini işitti ve beni gönderdi. İstersen her elin sürdüğün taş altın olsun, gümnüş olsun, zümrüt olsun. İstersen melek olarak peygamberlik yap” dedi. Resulullah üç kere” kul olarak peygamberlik istiyorum “dedi.
46. Başka peygamberler belli bir zamanda, belli bir memlekette Peygamberlik yaptı. Muhammed Aleyhisselam ise, yer yüzündeki bütün insanlara ve cinne kıyamete kadar peygamber olarak gönderilmiştir. Meleklerin de hayvanların da, nebatların da cansızların da, kısaca bütün mahlükların Peygamberi olduğunu bildiren alimler vardır.
47. Bütün varlıklara rahmeti, faydası yayılmıştır. Müminlere faydası meydandadır. Bir gün Cebrail Aleyhisselama “Allahü Tealaya benim alimlere rahmet olduğumu bildirdi.benim rahmetimden sana da nasip oldu mu? ” dedi. Cebrail de “Allah’ın büyüklüğü, dehşeti karşısında sonumun ne olacağından hep korku içindeydim. Sana, emin olduğumu bildiren ayeti getirince bu müthiş korkudan kurtuldum.Bundan büyük rahmet olur mu?” dedi.
48. Allahü Teala, Muhammed Aleyhisselam’ın razı olmasını istemiştir.
49. Başka peygamberler kafirlerin iftiralarına kendileri cevap vermiştir. Muhammed Aleyhisselam’a yapılan iftiralara ise Allah cevap vererek, O’nun müdafasını yapmıştır.
50. Muhammed Aleyhisselam’ın ümmetinin sayısı başka peygamberlerin ümmetlerinin toplamından daha çoktur.
51. Mevahibi ledünniyye de diyor ki “ümmetimin dalalet üzerinde birleşmemelerini Rabbimden diledim. Kabul eyledi.” Başka bir hadisi şerifte ” Allahü Teala sizi üç şeyden korumuştur. Bunlardan biri dalalet üzerinde birleşmekten korumuştur.” Bir hadiste “Eshabımın ihtilafı, sizin için rahmettir. Ümmetimin ihtilafı insanlar için rahmettir. “buyurdu.
52. Resullullaha verilecek sevaplar diğer peygamberlere verilecek sevaplardan kat kat ziyadedir.
53. Kendisini ismiyle çağırmak, yanında yüksek sesle konuşmak, uzaktan kendisine seslenmek, yolda onüne geçmek haram edilmiştir.
54. İsrafil Aleyhisselam da Muhammed Aleyhisselam’ a çok kere gelmiştir. Başka peygamberlere yalnızca Cebrail aleyhisselam gelmiştir.
55. Cebrail Aleyhisselam’ı melek şeklinde iki kere görmüştür. Cebrail aleyhisselam kendisine yirmi dört bin kere gelmiştir. En çok Musa Aleyhisselam’a dört yüz kere gelmiştir.
56. Allahü Tealaya Muhammed Aleyhisselam ile and vermek caiz olup, başka peygamberlerle ve meleklerle caiz değildir.
57. Muhammed Aleyhisselam’dan sonra, zevcelerini başkalarının nikahla almaları haram edilmiş, bu bakımdan müminlerin anneleri oldukları bildirilmiştir. Başka peygamberlerin zevceleri kendilerine ya zararlı ya faydasız olmuşlardır. Muhammed Aleyhisselam’ın zevceleri ise dünya ve ahiret işlerinde, kendisine yardımcı olmuşlar, fakirliğe sabır etmişler, şükretmişler ve islamiyeti yaymakta çok hizmet etmişlerdir.
58. Resulullah’ın kızları ve zevceleri, dünya kadınlarının en üstünleridir.
59. Neseb ve sebeb bakımından, yani kan ve nikah bakımından olan akrabalığın kıyamette faydası yoktur. Resulullah’ın akrabası bundan müstesnadır.
60. Herkesin soyu oğlundan ürer. Muhammed Aleyhisselam’ın soyu ise kızı Fatıma’dandır.
61. Onun ismini taşıyan müminler cehenneme girmeyecektir.
62. Onun her sözü, her işi doğrudur. Her içtehadı Allahü Teala tarafından doğrulanır.
63. Onu sevmek herkese farzdır. “Allahı seven, beni sever” buyurmuştur. Onu sevmenşn alameti, dinine, yoluna, sünnetine ve ahlakına uymaktır. Kuran-I Kerim’de “Bana uyarsanız, Allah sizi sever demesi” emr olundu.
64. Onun Ehl-i Beytini sevmek vaciptir. “Ehl-i Beytime düşmanlık eden münafıktır.” Ehli Beyt, zekat alması haram olan akrabasıdır.
65. Eshabının hepsini sevmek vaciptir. “Benden sonra eshabıma düşmanlık etmeyiniz! Onları sevmek, beni sevmektir. Onlara düşman olmak, bana düşman olmaktır. Onları inciten, beni incitmiş olur. Beni inciten de Allah’ı incitir. Allahu Teala kendisini incitene azap yapar.” buyurdu.
66. Alalhü teala, Muhammed Aleyhisselam’a gökte iki ve yerde iki yardımcı yaratmıştır. Bunlar Cebrail, Mikail ve Ebu Bekr, Ömer’dir.
67. Her insanın cinden bir arkadaşı vardır. Bu şeytan kafirdir. İnsanı aldatarak, vesvese vererek, imanını almaya, günah yaptırmaya çalışır. Muhammed Aleyhisselam kendi arkadaşı olan cinniyi imana getirmiştir.
68. Erkek, kadın, büyük yaşta vefat eden herkese kabrinde Muhammed Aleyhisselam sorulacaktır. Rabbin kimdir? Denildiği gibi, Peygamberin kimdir de denilecektir.
69. Muhammed Aleyhisselamın Hadis-s Şeriflerini okumak ibadettir. Okuyana sevap verilir.
70. Resulullah vefat edeceği zaman, Cebrail Aleyhisselam gelip, Allahü Tealadan selam getirdi ve hatırını sorduğunu söyledi. Vefat edeceğini bildirdi. Kendisi ve immeti için çok müjdeler verdi.
71. Mübarek ruhunu almak için Azrail Aleyhisselam, insan şeklinde geldi, içeri girmek için izin istedi.
72. Kabrinin içindeki toprak, her yerden ve kabeden ve cennetlerden daha eftaldir.
73. Kabirde, bilmediğimiz bir hayatla diridir. Kuran-I Kerim okur, namaz kılar. Bütün peygamberler de böyledir.
74. Dünyanın her yerinde Resulullah’a salavat okuyan müslümanların selamlarını işiten melekler kabrinegelip haber verirler. Kabrini her gün binlerce melek ziyaret eder.
75. Ümmetinin amelleri ve ibadetleri her sabah ve akşam kendisine gösterilir. Bunları yapanları da görür. Günah işleyenin af olması için dua eder.
76. Kabrini ziyatret etmek, kadınlara da müstehaptır.
77. Diri iken olduğu gibi, vefatından sonra da, dünyanın her yerinde, her zaman ona tevessül edenlerin yani onun hatırı ve hürmeti için isteyenlerin duasını Allahu Teala kabul eder.
78. Kıyamet günü kabirden ilk kalkan Resullullah olacaktır. Üzerinde cennet elbisesi bulunacaktır. Burak üzerinde mahşer yerine gidecektir. Elinde Livaülhamd denilen bayrak olacaktır. Peygamberler ve bütün insanlar bu bayrağın altında duracaktır. Hepsi bin sene beklemekten çok sıkılacaklardır. Önce Adem, sonra Nuh , sonra İbrahim ve Musa ve İsa peygamberlere gidip hesaba başlanması için şefaat etmelerini isteyeceklerdir. Her biri birer özür bildirerek Allah’tan utandıklarını, korktuklarını söyleyeceklerdir, şefaat edemeyeceklerdir. Sonra Resulullaha gelip yalvaracaklardır. Secde edip dua edecek ve şefaati kabul olacaktır. Önce onun ümmetinin hesabı görülecek, önce sırattan geçecekler ve cennete gireceklerdir. Her gittikleri yeri nurlandıracaklardır. Hz. Fatıma sırattan geçerken “herkes gözlerini kapasın! Muhammed Aleyhisselamın kızı geliyor” denecektir.
79. Altı yerde şefaat yapacaktır. Birincisi; Makamı Mahmüt denilen şefaat ile, bütün insanları mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır. İkincisi şefaati ile çok kimseyi hesapsız cennete sokacaktır. Üçüncüsü azap çekmesilazım olanları azaptan kurtaracaktır. Dördündüsü, günahı çok olan müminleri cehennemden çıkaracaktır. Beşincisi, sevabı ve günahı müsavi olup, Araf denilen yerde bekleyenleri cennette gitmelerine şefaat edecektir. Altıncısı cennette olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir.
80. Resululllah’ın cennette bulunduğu makamın ismi Vesiledir. Burası cennetin en yüksek derecesidir. Cennete bulunan herkese birer dal yetişecek olan sidretülmünteha ağacının kökü oradadır. Cennettekilere her nimet bu dallardam gelecektir.

Cinin-seytanin direge baglanmasi

Ayni hadiste, Muhammed'in "seytani yakaladiginda, bir direge baglamak istedigini, buna güç yetirebildigini, ama bu tür seylerin Süleyman peygambere özgü kalmasi gerektigini düsünüp direge baglamaktan vazgeçtigini" anlattigi belirtilir. Yine bu hadiste Muhammed'in "...Direge baglardim ve Medine çocuklari onunla oynarlardi yoksa." dedigi de aktarilir.(Bkz. Ayni kaynaklar.) Bu hadis, Buhari'nin ve Müslüm'in e's-sahihlerinde de -biraz degisikliklerle- yer aliyor. Müslim'deki bir aktarmaya göre Muhammed söyle anlatmakta: -"Tanri düsmani Iblis, yüzümü yakmak amaciyla, bir ates aleviyle geldi. Bu nedenle ben üç kez: "Senden Tanri'ya siginirim!" dedim. Sonra "Tanri'nin tam lanetiyle seni lanetlerim!" diye ekledim. Yine üç kez. Geriye gitmedi. Yakalamak istedim sonra. Tanri'ya antiçerek söylerim ki, kardesimiz Süleyman'in (bu tür seyleri yapmanin kendisine özgü kilinmasina iliskin) istegi olmasaydi baglanacakti o. Ve Medine halkinin çocuklari onunla oynayacaklardi." (Bkz. Müslim, e's-Sahih, Kitabu'l-Mesacid/40, hadis no: 542.)

Bir baska aktarmaya da, Buhari ve Müslim, birlikte söyle yer verirler: "Dün gece, CINLERDEN IFRIT, namazimi bozdurmak içn bana ansizin saldirdi. Tanri, bana, onu yakalama olanagi verdi. Ve onu, Mescid'in direkelrinden bir direge baglamak istedim. Sabah olunca, tümünüz ona bakip seyredesiniz diye...Ne var ki, kardesim Süleyman'in:"Tanrim beni bagisla, bana benden sonra kimsenin ulasamayacagi bir egemenlik ver!"(Sad, ayet:35) biçimindeki sözünü animsadim ( ve onu direge baglamaktan vazgeçtim)." (Bkz. Buhari, e's-Sahih, Kitabu's-Selat/75; Tecrid, hadis, no: 288; Müslüm, e's-Sahih, Kitabu's,Selat/75; Tecrid, hadis no: 288; Müslüim, e's-Sahih, Kitabu'l- Mesacid/39, hadis no: 541.) "Cin-seytan" için, hadislerde baska somut seyler de anlatilir.


AĞLAYAN KÜTÜK

.. "Olay", Muhammed'in 11 "sahabi"si (arkadaşı) tarafından "nakl" edilmiştir. (Bkz. Süleyman Nedvi, Ibid, c.4, s.1653, dipnot1) Bunlar arasında, Abdullah Ibn Abbas, Abdullah Ibn Ömer, Cabir Ibn Abdullah, Ebu Saidi'l-Hudri, Enes Ibn Malik, Übeyy Ibn Kab gibi ünlüler ve Peygamber'in karılarından Aişe de var. Böylesine bir saçmalıkta bile "sahabi"ler birleşebiliyorişte. Peygamber'in, "birer yıldız gibidirler, hangisine uyarsanız, doğru yolu bulursunuz!" diye övdüğü "sahabiler"..

Söz konusu olay, yani bir "mucize" olarak "hurma kütüğünün Peygamber için ağladığı", "en sağlam" kabul edilen "hadis kitapları"nda da yer almakta, "tefsir kitapları"nda da..(Bkz.Tecrid, hadis no 126). "Olay"ı alıp yazanlar arasında Buhari de var. (Bkz. Kamil Miras,Sahih-I Buhari Muhtasarı Tecrid-I Sarih Tercemesi, Ankara 1966, (2.basım), c.3,s.76,77, 1 no.lu dipnot.)Dahası bu olayı içeren hadis, sağlamlık yönünden hadisçilerce en yüksek derece sayılan "mütevatir" derecesindedir. "Mütevatir hdis"tir, ya da bu mertebede görülmüştür.(Bkz.Kamil Miras,Ibid, c.3,s.79,4 no.lu not. Ayrıca; Bkz.Nedvi,Ibid,c.4,s.1652,1653) "Olay" nasıl olmuş? "Mescid'de mimber yoktu. Peygamber hutbe okurken, bir hurma kütüğüne dayanırdı. Sonra mimber yapıldı ve Peygamber mimibere çıkmıştı hutbe okumak için. Artık hurma kütüğüne dayanmıyordu. Tam o sırada bir "ağlama" sesi duyuldu. Kimine göre bir çocuk ağlamasına, kimilerine göreyse gebe, ya da yavrusunu arayan bir deve sesine benziyordu. Ama kesin olan şuydu: Bir 'feryat', 'acı bir çığlık' ya da 'acılı ağlama' türündendi. Kütükten peygamber ayrıldığı için olmuştu bu. Sarsılarak ağlayan kütüktü. Peygamberin daha önce dayanarak hutbe okuduğu hurma kütüğüydü. Dayanamıyordu ayrılığa. Ağlaması, inlemesi bundandı. Peygember hemen mimberden indi, elini kütüğe koydu. Ya da kucakladı onu. Kütük sesini yavaşlattı. Tıpkı susturulan bir çocuk gibiydi artık. Yavaş yavaş ağlayarak inledi. Ve sustu sonra. Bunun üzerine Peygamber konuşup şunları söyledi.:'Kütük, yanında işitmeye alışık olduğu zikrullah için (artık yanında hutbe okunmadığı için) ağladı."(Bkz. Sahih-I Müslim,yay.Muhammed Abdulbaki,1972,Beyrut,c.4,s.2306,2307.Ay rıca Bkz.Süleyman Nedvi, Ibid,c.4,s.1656,1657.) "Mütevatir" derecesine ulaştığı bildirilen "hadis"in ve Peygamber'in arkadaşlarının anlattıkları böyle işte.

Hazreti Muhammed’in mucizeleri bir çoktur. Bunları sayılarla sınırlamak mümkün değildir. Bunlardan meşhur olanları şunlardır:


1. Muhammed Aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı Kerim’dir. Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kuran-ı Kerim’in nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlardır. Bir ayetin benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belagati insan sözüne benzemiyor.Yani bir kelimesi çıkarılırsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Nazmı arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor. İşitenler ve okuyanlar tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da usanmıyorlar. Okumsaı ve işitmesinin sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle anlaşılmıştır. Nice azılı İslam düşmanları, Kur’an-ı Kerim’i dinlemekle, kalpleri yumuşamış, imana gelmişlerdir. Kur’an-I Kerim’i değiştirmeye çalışanlar oldu ise buna muvaffak olamamışlardır. Allahü Teala buna izin vermemiştir ve vermeyecektir.

2. Muhammed Aleyhisselamın meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, ayın ikiye yarılmasıdır.Bu mucize, başka hiç bir peygambere nasip olmamıştır. Muhammed Aleyhisselam, elli yaşında iken, Mekke’de Kureyş kafirlerinin ele başları yanına geip “peygamberisen ayı ikiye ayır” dediler. Muhammed Aleyhisselam, herkesin, özellikle tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Ellerini kaldırıp dua etti. Allahü Tealaduasını kabul edip ayı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kafirler, Muhammed bize sihir yaptı dediler, iman etmediler.

3. Muhammed Aleyhissselam, bazı gazalrında, susuz kalındığı zaman, elini suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazan seksem bazan üçyüz, bazan binbeşyüz, Tebük gazasında ise yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

4. Bir gün amcası Abbas’ın evine gidip, onu ve evladını yanına oturtup üzerine ihramı ile örterek “Ya Rabbi! Bu amcamı ve ehlibeytini örttüğm gibi, sen de, cehennem ateşinden kendilerini koru.” Dedi. Duvardab üç kere amin sesi işitildi.

5. Bir gün, kendisinden mucize isteyenlere karşı, uzaktaki bir ağacı çağırdı. Ağaç köklerini sürüyerek gelip sselam verip, “Eşhedü en lailahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh” dedi. Sonra gdip yerine dikildi.

6. Hayber gazasında önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, “Ya Resulallah beni yeme, ben zehirliyim” sesi işitildi.

7. Bir gün, elindeput bulunan kimseye “Put bana söylerse iman eder misin?” dedi. Adam, “ben buna elli senedir ibadet ediyorum. Bana hiçbirşey söylemedi. Sana nasıl söyler?”dedi. Muhammed Aleyhisselam “Ey put ben kimim” deyince, sen Allahın Peygamberisin sesi işitildi. Putun sahibi, hemen imana geldi.

8. Medinede mescidde dikili bir odun vardı. Hutbe okurken bu direğe dayanırdı. Mimber yapılınca, direğin yanına gitmedi. Odundan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Mimberdeb inip direğe sarıldı. Sesi kesildi. “Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar alayacaktı.” Dedi.

9. Eline aldığı çakıl taşlarının ve tuutğu yemek parçalrının arısesi gibi tesbih ettikleri çok görülmüştür.

10. Bir kafir gelip, mucize göstermesini isteyince, duvarda asılı hurma salkımına “yanıma gel” demiş. Salkım yere inip Resulullahın yanına gelmiştir. Sonra “yerine git” demiştir. Duvara kadar gidip, yerine çıkıp asılmıştır. Köylü bunu görünce, hemen imana gelmiştir.


BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
6 Eylül 2008       Mesaj #5
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Mucizelerin en büyüğü

Sual: Muhammed aleyhisselam efendimizin mucizelerinin en büyüğü nedir?

Cevap
Kur’an-ı kerimdir. Bugüne kadar gelen bütün şairler, edebiyatçılar, Kur’an-ı kerimin nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlardır. Bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İ’cazı ve belagati insan sözüne benzemiyor. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozuluyor. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayanlar bulamamışlardır. Nazmı Arap şairlerinin şiirlerine benzemiyor.

Geçmişte olmuş ve gelecekte olacak nice gizli şeyleri haber vermektedir. İşitenler ve okuyanlar, tadına doyamıyorlar. Yorulsalar da, usanmıyorlar. Okuması veya dinlemesi, sıkıntıları giderdiği sayısız tecrübelerle anlaşılmıştır. İşitenlerden kalblerine dehşet ve korku çökenler, bu sebepten ölenler bile görülmüştür. Nice azılı İslam düşmanları, Kur’an-ı kerimi dinlemekle, kalbleri yumuşamış, imana gelmişlerdir. İslam düşmanlarından ve muattala, melahide ve karamita denilen müslüman ismini taşıyan zındıklardan Kur’an-ı kerimi değiştirmeye, bozmaya ve benzerini söylemeye çalışanlar olmuş ise de hiçbiri, arzularına kavuşamamıştır.

Bütün ilimler ve tecrübe ile bulunamayacak güzel şeyler ve iyi ahlak ve insanlara üstünlük sağlayan meziyetler ve dünya ve ahiret saadetine kavuşturacak iyilikler ve varlıkların başlangıcı ve sonu hakkında bilgiler ve insanlara faydalı ve zararlı olan şeylerin hepsi Kur’an-ı kerimde açıkça veya kapalı olarak bildirilmiştir. Kapalı olanlarını, erbabı anlayabilmektedir.

Semavi kitapların hepsinde, Tevrat’ta, Zebur’da ve İncil’de bulunan ilimlerin ve esrarın hepsi Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. Kur’an-ı kerimde mevcut ilimlerin hepsini ancak Allahü teâlâ bilir. Çoğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir.

Kur’an-ı kerimi okumak çok büyük bir nimettir. Allahü teâlâ, bu nimeti Habibinin ümmetine ihsan etmiştir. Melekler bu nimetten mahrumdurlar. Bunun için, Kur’an-ı kerim okunan yere toplanıp dinlerler. Bütün tefsirler, Kur’an-ı kerimdeki ilimlerden çok azını bildirmektedirler. Kıyamet günü, Peygamber efendimiz minbere çıkıp Kur’an-ı kerim okuyunca, dinleyenler bütün ilimlerini anlayacaklardır.

Mucize olarak onlara Kur’an yetmez mi?
Kur’an-ı kerim misli olmayan büyük bir mucizedir. Aşağıda beyan edeceğimiz gibi, içinde en derin ilmi ve fenni bilgiler, bütün dünyada bugüne kadar yapılmış medeni kanunlara numune teşkil edecek ilmi ve hukuki esaslar, eski tarihe ait birçok bilinmeyen malumat, insanlara verilebilecek en büyük ahlak esasları, nasihatler, dünya ve ahiret hakkında en mantıki izahat esasları ve bunlara benzer, o zamana kadar hiçbir kimsenin bilmediği, bilemediği, tasavvur bile edemediği hususlar vardır. Bunlar, kimsenin söyleyemeyeceği yüksek bir ifade ile beyan edilmiştir.

Peygamber efendimiz ümmi idi. Yani kimseden bir şey okumamış, öğrenmemiş, hiç bir şey yazmamıştı. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:

([Ey Muhammed “aleyhisselam”! Bu Kur’an-ı kerim sana indirilmeden önce] Sen daha önce bir kitaptan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı bâtıla uyanlar şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48]
[Müşrikler, Kur’an-ı kerimi, başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış derlerdi. Yahudiler de, Onun vasfı Tevrat’ta ümmi olarak bildirilmiştir, bu ise ümmi değil diye şüpheye düşerlerdi.]

Kur’an-ı kerim, Allahü teâlâ tarafından vahiy edilen muazzam bir eserdir. Şimdi bunu tetkik edelim:

Bir yeni peygamber zuhur edince, onun etrafında toplanan halk, ondan mucizeler bekler. Gerek Musa aleyhisselam, gerek İsa aleyhisselam peygamberliklerini ispat etmek için mucizeler göstermek zorunda kaldılar. Hakikatte bu mucizeler, ancak Allahü teâlânın emir ve müsaadesi ve yaratması ile meydana geldi. Bizim gibi insan olan Peygamberler, kendiliklerinden mucize yapamazlar. Mucize, ancak Allahü teâlâ tarafından yaratılır. Peygamberler ancak, Allahü teâlânın yarattığı mucizeleri insanlara gösterirler.

Allahü teâlâ, Peygamber efendimize en büyük mucize olarak (Kur’an-ı kerimi) vahiy etmiştir. Kur’an-ı kerim, mucize olduğu muhakkak olan en büyük kitaptır. Halbuki insanlar, Muhammed aleyhisselamdan, semadan bir kitap indirilmesini veya bir dağı altuna çevirmesini istiyorlardı. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(“Ona Rabbinden (başkaca) mucizeler indirilmeli değil miydi?” derler. [Ey habibim] Sen onlara de ki, mucizeler Rabbimin katındadır. [Allahü teâlânın kudreti ve iradesi ile olur. Ne zaman ve nasıl isterse öyle yaratır. Bunları yapmak benim elimde değildir.] Doğrusu ben ancak Onun azabını size tebliğ edici, haber vericiyim. Kur’an gibi bir kitabı sana indirmiş olmamız, onlara [mucize olarak] yetmez mi? Elbette inanan kavim için, onda rahmet ve ibret vardır.) [Ankebut 50,51]

O halde, Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi, Kur’an-ı kerimdir. (Bu Allah kitabı değildir, onu Muhammed yazmıştır) diyebileceklere karşı da, Allahü teâlâ, yukarıda meal-i şerifini bildirdiğimiz, Ankebut suresinin kırksekizinci âyetinde cevap vermiştir. Böyle şüphelere mahal bırakmamıştır.
Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselamın ümmi, yani okuma yazma öğrenmemiş olduğunu bildirmiş ve bu sebepten Kur’an-ı kerimin ancak Allahü teâlâ tarafından vahiy edilebileceğinin anlaşılmasını dilemiştir.

Allahü teâlâ, Nisa suresinin 82. âyetinde mealen, (Hâlâ Kur’an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı) buyurulmuştur. Allah kelamı olmadığını öğrendiğimiz bugünkü (Kitab-ı mukaddes)de, Tevrat ve İncillerde pek çok ihtilaflar vardır. Bu da, bunların asılları bozularak sonradan, insan eliyle yazılmış olduklarını ispat etmektedir.

Şimdi, Kur’an-ı kerimin büyük bir mucize olduğunu beraber görelim.

Bir kitabın mucize olması için, onun çok belagatli bir lisanla yazılmış olması, kimsenin o zamana kadar bilmediği, duymadığı hakikatleri, hikmetleri ortaya koyması ve eserin hiçbir kimsenin yapamayacağı bir tarzda tertip edilmiş bulunması lazımdır.

Kur’an-ı kerimin lisanının belagati hakkında çok misal verilmiştir. Bu husus, esasen bütün dünya tarafından kabul edilmiştir. Kur’an-ı kerimin belagatini inkâr eden tek insan yoktur.

Kur’an-ı kerimde, o zamana kadar hiç bilinmeyen hususlar zikredilmiş midir? Bunu tetkik edelim:

Bugün dünyamızın nasıl meydana geldiği hakkında büyük ansiklopedilerde ve fen adamlarının kitaplarında şu malumat vardır:

(Milyarlarca sene evvel, bütün kâinat [Evren] bir tek parçadan ibaret idi. Bu tek parçanın ortasında birdenbire büyük bir infilak oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların her biri başka bir cihete doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek muhtelif seyyareler [gezegenler] ve ayrı ayrı galeksiler [saman yolları], güneşler ve peykler [aylar] meydana getirdiler. Artık Fezada [uzayda] bu ilk patlamaya karşı bir mukavemet kalmadığından, bu seyyareler ve uydular ve bunların içinde bulundukları galeksiler fezada kendi mahreklerinde [yörüngelerinde] devr etmeye [dönmeye] ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde güneşin de bulunduğu bir galeksidir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galeksiler vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir manzume [sistem]dir. Galeksiler yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaktadır. Çünkü, Kâinat, genişlemektedir. Bir kere, süratleri ziyanın süratine varırsa, artık öteki galeksileri görmemize imkan kalmayacaktır. Şimdiden, daha kuvvetli teleskoplar yapmaya mecburuz. Zira, bir müddet sonra, onları göremiyeceğimizden korkmaktayız) diyorlar.

Kendileri ile görüştüğümüz fen adamlarına, (Bu neticeye ne zaman vasıl oldunuz?) dediğimiz zaman, (Şöyle böyle 50-60 seneden beri, bütün dünya fen adamları bu kanaatlerde birleşmiştir) demektedirler. 50-60 sene, dünya hayatında çok kısa bir fasıladır.

Şimdi hemen bu hususta âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:

(İnkâr edenler, gökler ve Erd küresi birbirlerine yapışık iken onları ayırdığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]

(İnkâr edenlere bir delil de, gecedir. Biz, ondan gündüzü sıyırıp çekeriz de onlar karanlıklara gömülürler. Güneş, kendisi için belirlenen yerde akar (döner.) [Yasin 37,38]

Demek oluyor ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 50-60 sene evvel meydana çıkarabildikleri dünyanın yaratılışını bundan tam 1400 sene evvel insanlara bildirmiştir.

Şimdi yine fen adamlarına dönelim:
Biyologlar: (Bugün hayatın nasıl meydana geldiğini şöyle açıklıyoruz: Dünyanın ilk havasında amonyak, oksijen ve karbonik asit vardı. Yıldırımların tesirleri ile bunlardan amino-asitler meydana geldi. Milyarlarca sene evvel, ilk defa su içinde protoplazma husule geldi. Bunlardan ilk amibler meydana çıktı. Hayat suda başladı. Sudan karaya çıkan canlılar, havadan amino-asitleri alarak proteinli bünyeler meydana getirdiler. Görüldüğü gibi, bütün canlılar sudan gelmektedir ve ilk canlılar suda teşekkül etmiştir) diyorlar.

Şimdi, âyet-i kerimelerde ne buyurulduğuna bakalım:

(İnkâr edenler, bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi?) [Enbiya 30]
(İnsanı sudan [meniden] yaratarak erkek ve kadın akrabalar yapan Allah’tır.) [Furkan 54]

(Yerin yetiştirdiklerinden, insanların kendilerinden ve henüz mahiyetini bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allahü teâlâ her türlü ayb ve noksandan münezzehdir.) [Yasin 36]

Burada, nebatatı ve hayvanatı tetkik edenlere ve bunların yanında (Bilmedikleri şeyler) buyurarak, insanların ancak zamanla ve yavaş yavaş bulabildikleri, atom enerjisi gibi, yeni kaynakları inceleyen ilim adamlarına imalar, işaretler vardır. Nitekim âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki:

(Gökleri ve yerleri yaratması, renklerinizin ve lisanlarınızın ayrı olması, Onun varlığının âyetlerinden [işaretlerinden]dir. Doğrusu burada âlimler [anlayış sahipleri] için ibret vardır.) [Rum 22]

Demek oluyor ki, (lisan ve renk farklarında) henüz bizim bugün daha bilemediğimiz bazı incelikler vardır. Bunlar zamanla meydana çıkacaktır.

Şimdi, dünyanın sonu hakkındaki malumatımızı tetkik edelim. Fen adamları, (Dünyanın muhakkak sonu gelecektir. Nitekim, kâinatta bazen bir seyyare parçalanıp ortadan kaybolmaktadır. Bizim tetkiklerimize göre, dünyamız, önceden kat’i olarak hesap edemediğimiz bir zaman sonra, muvazenesini kaybederek param parça olacaktır) demektedirler. Halbuki bunu Kur’an-ı kerim bize 1400 sene evvel bildirmiştir. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(Yer dehşetle sarsıldıkça sarsıldığı, yeryüzü ağırlıklarını dışarıya çıkardığı zaman.) [Zilzal 1,2]

(Size, [varlığına ve birliğine delalet eden] âyetlerini, mucizelerini gösteren, size gökten rızk indiren Odur. Bu âyetlerden, işaretlerden Allah’a inananlardan başkası ibret almaz.) [Mümin 13]

Buradaki (gökten rızk indiren) tâbiri, çok kereler Musa aleyhisselam ve kavmi, çölde yolunu kaybettiği zaman, gökten inen (Kudret helvası) denilen ve bugün de susuz yerlerde peyda olan Manna adlı şekerli maddeyi işaret olabilir denilmiştir. Halbuki bu açıklama yanlıştır. Tefsir kitaplarında, âyet-i kerimedeki (Size gökten rızk indiren) mealindeki kısım, (Size gökten rızkınızın sebebi yağmur ve gayrilerini [kar, rutubet] indiren Allahü teâlâdır) şeklinde tefsir buyurulmuştur. Çünkü Allahü teâlâ, bizim rızkımızı hakikaten semadan indirmektedir.

Bunu biraz izah edelim. Bugün, en büyük fen adamları, dünyada albüminlerin, proteinlerin nasıl meydana geldiğini şöyle izah etmektedir: (Yağmurlu günlerde yıldırım ve şimşeklerin tesirleri ile havadaki oksijen ve azot birleşerek renksiz azot monoksit gazını meydana getirmekte, bu gaz tekrar oksijenle birleşerek, turuncu renkli azot dioksid, diğer taraftan yine yıldırım ve şimşeklerin tesiri ile havadaki rutubet ve azottan, amonyak meydana gelmektedir. Azot dioksid ise, rutubetin tesiriyle nitrik aside dönüşmekte, bu sefer nitrik asit ile amonyak, yine havada bulunan karbonik asitle birleşerek amonyum nitrat ve amonyum karbonat hasıl olmakta, meydana gelen bu tuzlar, yağmurla yer yüzüne inmektedir. Yer yüzünde bu tuzlar toprakta bulunan kalsiyum tuzları ile birleşerek kalsiyum nitratı meydana getirmekte, bu tuz da nebatat [bitkiler] tarafından mass edilerek [emilerek] onların yetişmesine sebep olmaktadır. Bu nebatatı yiyen insanlarda ve hayvanlarda, o maddeler muhtelif proteinlere, [ki bunların arasında albüminler de vardır] tehavvül etmekte ve bu hayvanların etlerini, sütlerini, yumurtalarını yiyen insanları beslemektedir.)
O halde, insanların rızkı, Kur’an-ı kerimde bildirilmiş olduğu gibi, semadan gelmektedir.

Şimdi bir de Musa aleyhisselam zamanında tanrılık iddiasında bulunan Firavun’un, (ibret için) ne olduğuna bakalım:
“(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.” [Yunus 92]

Firavun, eski Mısır hükümdarlarına verilen isimdir. Mısır’a hakim olan 26 firavun sülalesi vardı. Her sülalede çeşitli firavunlar asırlarca hükümdarlık etti. Musa aleyhisselam zamanındaki firavun, tanrılık iddiasında bulundu. Kendisine secde etmeyenlere ve Musa aleyhisselama inananlara işkence ve zulümler yaptı. Bu firavun dört yüz sene yaşamış, bir defa baş ağrısı görmemişti. Eğer bir defa başı ağrısaydı, bu saygısızlık hatırına gelmezdi.

Musa aleyhisselam, Mısır’a gelip Firavunu dine davet etti. Firavun kabul etmedi. Yanındaki veziri Hâmân’a sordu. O da; “Musa, büyük sihirbazdır. Bizi aldatıp, memleketimizi elimizden almak istiyor.” dedi. Böylece Firavunun imana gelmesine mani oldu ve iman eden hanımı Âsiye’nin de şehid olmasına sebep oldu.

Musa aleyhisselamın mucizelerine Firavun inanmadı, kâfirlerin suları kan oldu, kurbağa yağdı, cilt hastalıkları oldu. Üç günlük karanlık devam etti. Firavun bu mucizeleri görünce korktu. Musa aleyhisselam ile inananların Mısır’dan gitmesine izin verdi. Sonra Firavun bu iznine pişman oldu. Askerlerle arkasına düştü. Kızıldeniz’in Süveyş kısmında askerleri ile birlikte boğuldu.

Firavunun, Musa aleyhisselama ve ona inanan kimselere karşı yaptığı işler hakkında Bekara, Kasas, Tâhâ, Şuarâ, Tahrim, Gâfir (Mü’min), A’râf, Yunus, Zuhruf, Duhan, İsrâ, Sâffât, Ankebut surelerinde bilgi verilmektedir. Yunus suresi 92. âyet-i kerimesinde mealen; “(Ey Firavun!) Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler” buyurulmaktadır.

Üç bin seneden fazla bir zaman önce ölen bu Firavunun cesedi, mumyalanmış olarak değil, ibret-i âlem için mumyasız olarak korunmuştur, tam bir ibret vesikası olarak vücudu hiç bozulmamış, etleri çürümemiş ve tüyleri dahi dökülmemiş şekilde ve secde eder vaziyette bulunmuştur. Firavunun bozulmamış bu cesedi şimdi Londra’daki British Museum’da teşhir edilmektedir.

Son olarak, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselamın en büyük mucizesi olduğuna dair, herkesin bildiği bir olayı, bir hakikati burada tekrar hatırlatalım:

Müslümanlığı tercih edenlerin arasında denizaltı araştırmaları ile bütün dünyanın yakından tanıdığı, dünyanın en meşhur denizaltı kâşiflerinden Fransız ilim adamı Kaptan Kusto yer alıyor.

Televizyonda yayınlanan Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarını bir bir gözler önüne getiren Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine asıl sebep olan vak’anın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400 sene önce dünyaya indirilen Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğunu görmesi olduğunu bildirdi.

Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadiseyi şöyle anlattı:
(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye başladık. Evvela, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesâfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, kesâfet gibi unsurların birbirlerine müsavi, hiç olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasına mani oluyordu. Bu hâli anlattığım [İslamiyet'i seçerek müslüman olan] Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslam’ın kudsi kitabı Kur’an-ı kerimin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakikaten bu hâl Kur’an-ı kerimde açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’an-ı kerimin (Allahü teâlânın kelamı) olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet’i seçtim.)

Birbirine karışmayan iki denizin bulunduğu hususunda birkaç âyet-i kerime vardır:
(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan 53]

(İki deniz, birbirine bitişik iken, [Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]

(....iki deniz arasına perde koyan...) [Neml 61]

(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, içimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.) [Fatır 12]

Yukarıdaki bilgileri, (Kur’an-ı kerimde bildirilen şeyler, fen bilgilerine uymuyor, Muhammed “aleyhisselam” arkadaşlarıyla kendi yazdı) diyenlere cevap olarak yazıyoruz.

İslam âlimleri, tefsir ilminin mütehassısları, âyet-i kerimeleri, zamanlarındaki fen bilgilerine göre tefsir etmişlerdir. Biz burada, Kur’an-ı kerimin her asırdaki fen bilgilerine uygun olduğu gibi, en yeni keşiflere de muvafık olduğunu göstermek istiyoruz. Her âyet-i kerimenin birçok, hatta sonsuz manası vardır. Çünkü, Allahü teâlânın bütün sıfatları gibi, kelam sıfatı da sonsuzdur. Bu manaların hepsini, ancak Kur’an-ı kerimin sahibi, yani Allahü teâlâ bilir. Bunların çoğunu sevgili Peygamberine bildirmiştir. Bu mübarek Peygamberi de, münasip gördüklerini Eshabına haber vermiştir. Yukarıda verdiğimiz malumat, o manalar deryasından birkaç damla olabilir kanaatindeyiz.

Şimdi biz, bütün bu fen adamlarına, (Acaba bu hakikatleri bundan tam 1400 sene evvel, okuma yazma öğrenmemiş olan bir zat düşünebilir miydi?) diye soracak olsak, onlar: (Böyle şey olur mu? Bugün, bu hakikatlere varmak için, insanlar sayısız kitaplar okumuşlar, sayısız tecrübeler yapmışlar ve ancak asırlardan sonra, bu hakikatlere varmışlardır. Bu tecrübeleri yapabilmek için, uzun seneler okumak, muazzam laboratuvarlar kurmak, birçok hassas aletleri hazırlamak ve kullanmak icap eder) diyeceklerdir.

O halde, okuma yazma öğrenmemiş olan ve tamamen cahil bir muhitte yetişen bir zatın, böyle muazzam ilmi hakikatleri kendiliğinden bulup ortaya koyması düşünülebilir mi? Elbette ki düşünülemez. O halde, Kur’an-ı kerimin Muhammed aleyhisselam tarafından yazıldığı iddiasını yapmak hiçbir bakımdan doğru değildir. Bugün, birçok gayretlerden sonra, elde edilen hakikatleri bize 1400 sene evvel bildiren bir kitab, ancak Allahü teâlânın Kitabı olabilir. Böyle muazzam bir kudret, insanlarda olamaz. Ancak Allahü teâlâda vardır. Yukarıdaki hususları dikkat ile okuyan herkes, buna inanacaktır. Buna inanmamak taassup, inatçılık ve cahillik olur. Muhammed aleyhisselam Kur’an-ı kerim surelerini neşr ederken, ancak Allahü teâlânın kendisine vahiy ettiği sözleri nakil ediyor, bunları O da, diğer insanlarla birlikte öğreniyordu.

Resulullah efendimiz hakkında, bütün dünyanın ancak hürmet duyduğunu ve mutaassıp birkaç papazdan başka hiç kimsenin aleyhinde hiçbir söz söylemediğini bir kere daha tekrar edelim. Aşağıda Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888 [h.1305] senesinde, neşr edilmiş olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkındaki yazısını beraber okuyalım. Bu yazıyı bir ansiklopediden almamız, bu gibi kitapların, tamamen her hususu yanlış yazamayacaklarına göre, bazı hususları doğru yazmak mecburiyetinde kalmaları sebebi iledir. Bizi burada asıl alakadar eden kısım, Peygamber efendimizin ahlakı ve meziyetleri hakkında kullanılan sözlerdir. Daha bundan yüz sene evvel, İslam dini hakkında hıristiyan ilim adamlarının neler düşündüğünü de bildirdiği için, bu parçayı tamamen tercüme ederek sizlere sunuyoruz:

(Muhammed “aleyhisselam”ın künyesi, Ebülkasım bin Abdullahdır. İslam dininin müessisidir. 20 Nisan 571 tarihinde Mekke’de doğmuştur. Küçük yaşından beri ticaret ile meşgul olmuş, çok seyahatler yapmış, halk ile temas etmiş, her şeyi öğrenmeye heveslenmiştir. Daha genç yaşında, zengin bir tüccardan dul kalmış olan ve işlerini takip için kendisini yanına almış bulunan, Hatice ile evlenmiştir.

610 senesinde, kendisinin Peygamber olduğuna ve Allah tarafından kendisine vahy geldiğine inanmış ve tek Allah mefhumunu, birçok putlara tapan Araplara tebliğ için, büyük bir gayret ile faaliyete geçmiştir. Muhammed “aleyhisselam”, Allah tarafından bu vazifenin kendisine verildiğine bütün kalbi ile inanıyordu. Mekke halkının büyük kısmı kendisinin aleyhinde olduğu, fikirlerini şiddet ile red ettiği, hatta kendisini öldürmek istedikleri halde, mücadelesini, faaliyetini durdurmadı. Nihayet, kendisine karşı çıkanların fazla tazyiki üzerine, 622 senesinde Mekke’den ayrılarak Yesrib [Medine] şehrine gitti. Müslümanlar bu harekete (Hicret) adını verirler ve takvimlerini bu tarihe göre başlatırlar.

Muhammed “aleyhisselam”, Medine’de birçok taraftar buldu. Bir putperestlik dini olan eski Arap dinini tamamen ıslah, onlara Allah’ın bir olduğunu ispat etmek istiyordu. Muhammed “aleyhisselam”ın bildirdiğine göre, hak din olan İbrahim “aleyhisselam”ın dininde bildirdiği esaslar ile, Musa ve İsa’nın “aleyhimesselam” bildirdikleri dinlerin esasları birdi. Fakat sonradan bu dinlerin içerisine bozuk itikadlar, inanışlar karıştırılarak tahrif edilmiş, yahudilik ve hıristiyanlık şeklini almıştı. Muhammed “aleyhisselam”, bütün bu dinlerin birbirinin temadisi, devamı olduğunu ve en temizlenmiş şeklinin ise, ancak İslamiyet olduğunu herkese anlatıyordu.

(İslam) demek, (kendini tamamen teslim etmek) demektir. İslam dininin kitabı, Kur’an-ı kerimdir. Diğer dinlerin kitaplarında yalnız manevi hususlardan bahis olunurken, Kur’an-ı kerimde aynı zamanda, içtimai, iktisadi ve hukuki hükümler de mevcuttur. İnsanlara dünyada neler yapmaları lazım geldiği hakkında, hatta medeni kanun şeklinde olan hükümler çoktur. Aynı zamanda, nasıl ibadet edileceği, nasıl oruç tutulacağı, vücudun nasıl yıkanacağı hakkında emirler bulunduğu gibi, diğer insanlara ve başka dinden olanlara karşı nasıl hüsn-i muamele edileceği hakkında da malumat vardır. Kur’an-ı kerim, müslüman olmayan zalim hükümetlere karşı mücadeleyi emreder. Bütün esası tek Allah’a ibadet etmektir. Dini resimleri, heykelleri men eder. Şarabı ve domuz etini yasaklar. Musa ve İsa’yı da “aleyhimesselam”, Peygamber olarak kabul eder. Fakat, bunların derecelerinin son Peygamber olan Muhammed “aleyhisselam”dan daha aşağı olduğunu bildirmiştir.

İslam dinini kabul edenler ve Onun emirlerine uygun olarak yaşayanların ahirette, içinde dünya zevkleri, nehirler, meyveler, ipekli sedirler bulunan Cennete gideceklerini ve orada kendilerine genç ve güzel huriler verileceğini müjdeler.

Muhammed “aleyhisselam”, gayet güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve çok dürüst bir zat idi. Daima hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi huy ve sabır ile gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğü, merhameti, fakirlere yardımı, misafirperverliği, şefkati, daima Müslümanlığın esas temelleri olduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir sınıf farkı tanımamış, en fakir bir müslümanın bile hatırını saymıştır. Büyük bir zaruret olmayınca, zora başvurmamış, bütün meseleleri tatlılık ile, anlaşma ile, nasihat ve izah ile hal etmeye uğraşmış ve çok kereler bunda muvaffak olmuştur. 630 tarihinde tekrar Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca feth etmiş ve çok kısa zaman içinde, yari vahşi Arapları, dünyanın en medeni insanları hâline getirmiştir.

İslam dini, her birinin hakkını tanımak şartı ile, bir erkeğin dörde kadar kadınla evlenmesine izin vermektedir. Muhammed “aleyhisselam”, 8 Haziran 632 tarihinde vefat etmiştir.) (Kürschner Ansiklopedisi)

Ansiklopedinin bu yazısını okuduğumuz zaman, şu kanaate varıyoruz:
Bunu hazırlayan tarihçi, İslam dininin Allahü teâlânın dini olduğuna tam inanmasa bile, bu dinin mükemmel bir din olduğunu ve tek Allah’a inanmayı emrettiğini, vahşi Arapları medeni yaptığını kabul etmekte, hele Peygamber efendimizden, pek büyük bir meth ve sena ile bahsetmektedir. İşte, ne mükemmel bir insan olduğunu bütün dünyanın tasdik etmek mecburiyetinde kaldıkları Muhammed aleyhisselama, son derece dürüstlüğü ve sadakati sebebi ile, en büyük düşmanları, azgın kâfirler dahi (Muhammed-ül-emin) [Kendine güvenilir Muhammed] derlerdi. Bu kudsi vazifeyi, her türlü müşkilata rağmen, devam ettirdi.

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:

(Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107]
(De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158]

(Rabbinin sana verdiği nimetlerle mecnun değilsin. Senin için bitmeyen, sonsuz mükafat vardır. Elbette sen en büyük ahlak üzeresin.) [Kalem 2-4]

(Biz seni bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmez.) [Sebe 28]

(Alemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şânı] ne yücedir.) [Furkan 1]

(De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemin olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]
(Muhammed “aleyhisselam”, kendi arzusu ile konuşmaz. [Çünkü O, tevhidi ilan ve şirki yok etmek ve dini yaymak ile emr olunmuştur.] Onun [din işlerinde] konuşması ancak vahiydir.) [Necm 3,4]

(De ki, ben de ancak sizin gibi bir insanım. (Şu var ki) bana İlahınızın sadece tek bir ilah olduğu vahiy olunmuştur. [Zatında benzeri, sıfatlarında şeriki, ortağı yoktur.] Rabbine kavuşmak isteyen bir kimse, amel-i salih, faydalı iş işlesin ve Rabbine kulluk etmekte hiç şerik [ortak] koşmasın.) [Kehf 110]

Bütün bu zikrettiğimiz hususlar, beyan ettiğimiz hakikatler, tertibindeki ilahi nizam, Kur’an-ı kerimin dünyanın en büyük mucizesi olduğunu, inansın inanmasın herkese gösteriyor.

Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki:
(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gönderen Odur. Şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Müşrikler istemeseler de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur’an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
ozgurbeyin - avatarı
ozgurbeyin
Ziyaretçi
3 Şubat 2010       Mesaj #6
ozgurbeyin - avatarı
Ziyaretçi
hz. muhammedin miraca çıktığında gittiği mescidi aksa neresidir? bilen varmı_
ayrıca miracdan bahseden bir tek hadis vardır. isra suresinin miracı işaret ettiğide zorlamalı te'vildir..
ayrıca kuranda hz muhammede verilmiş hiç bir mucizeden bahsedilmez
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
3 Şubat 2010       Mesaj #7
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Alıntı
ozgurbeyin adlı kullanıcıdan alıntı

hz. muhammedin miraca çıktığında gittiği mescidi aksa neresidir? bilen varmı_
ayrıca miracdan bahseden bir tek hadis vardır. isra suresinin miracı işaret ettiğide zorlamalı te'vildir..
ayrıca kuranda hz muhammede verilmiş hiç bir mucizeden bahsedilmez

Mescid-i Aksa


Uzaklardaki Mescit, İbadet edilen yer,"En Uzaktaki Mescit" olarak Türkçe'ye çevrilebilir.."Beyt-i Makdis" veya "Beyt-i Mukaddes" adıda verilir...

İslam tarihinde iki "Mescid-i Aksa" 'dan söz edilir..


Birincisi, Yapımına Hz. Davud (King David) Peygamber tarafından başlatıldı ve oğlu Hz. Süleyman (King Solomon) Peygamber tarafından tamamlandı...


ikincisi ise, halife Ömer döneminde yapılan küçük bir mescit olarak ortaya çıktı, Emeviler döneminde büyütülerek genişletildi. ve nihayet 705 yılında ise tamamlandı...


Isra Suresi ( bir başka isimle Beni İsrail Suresi ) ilk ayetinde ki meale göre Hz. Muhammed (SAV.) surede adı geçen simgesel gece yolculuğunu ( Burak adındaki kanatlı at olarak tasvir edilen binek ile gittiği kabul edilir - Mesci-i Haram ile Mescid-i Aksa arasında yapmıştır...

Şimdi Dikkat Buyrunuz:

1- Mescid-i Aksa’nın ilk yapımına, Halife Ömer ( halifelik dönemi 634 – 644 ) tarafında küçük bir mescid olarak yapılmaya başlandığı ve 705 yılında tamamlandığı ise ayrı bir tarihi gerçektir....


2-Kura’nı Kerim ise 610 – 632 yılları arasında 23 yılda nazil olmuştur.
Isra Suresi’nin 621 yılında nazil olması kuvvetle muhtemeldir...


3- O halde Isra Suresi nazil olurken, Mescid-i Aksa daha mevcut değildir.
Olmayan bir mescide yapılan ( simgesel yolculuk da olsa ) pek mantıklı olmasa gerek..

Sonuç Olarak Kur'an da bahsi geçen "Mescid-i Aksa" yani uzaklardaki, en uzaktaki Mescid'in su anki sünni inanışındaki mescit ile Alakası yoktur....

Hz. Muhammed'in getirildiği "mescid-i Aksa" dünya üzerindeki fiziksel bir mekan olmayıp, Fizik ötesi Alevi Teolojideki "KIRKLAR MAKAMIDIR.."


kaynak:

1- Kuran-ı Kerim, Isra Suresi, I. Ayet Meali.

2-http://tr.wikipedia.org/wiki/Mescid-i_Nebev%C3%AE

3-http://tr.wikipedia.org/wiki/Mescid-i_Aksa

4- Murat ŞAHİN," İsra suresi ve akla gelen sorular

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
2 Temmuz 2011       Mesaj #8
Avatarı yok
Yasaklı
Alıntı
ozgurbeyin adlı kullanıcıdan alıntı

hz. muhammedin miraca çıktığında gittiği mescidi aksa neresidir? bilen varmı_
ayrıca miracdan bahseden bir tek hadis vardır. isra suresinin miracı işaret ettiğide zorlamalı te'vildir..
ayrıca kuranda hz muhammede verilmiş hiç bir mucizeden bahsedilmez


En Büyük Mucize Mirac

El-Mescidü'l-Aksa, Kudüs'te eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan caminin adıdır. En uzak mescit anlamına da gelmektedir.

Mirac mucizesi, genel olarak iki aşamada gerçekleşmiş olduğu için,iki adla anılmaktadır. Birinci aşama,küçük bir zaman diliminde Mekke’den Kudüs’e gidilmesidir buna İsra denilir. İsra suresinin ilk ayetinde bu konu işlendiği için bu adı almıştır.İsra olayı açıkça Kur’an’da ifade edildiği için, bunu inkar eden dinden çıkar.

"Bir gece, kendisine bazı ayetlerimizi gösterelim diye kulu Muhammed'i Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götüren Allah eksikliklerden münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir." (El-İsra, 17/1)

İkinci aşamayı oluşturan Kudüs’ten göklere ve daha ötelere gidilmesi olayına ise Mirac adı verilir. Mirac mucizesi, Necm Suresi'nde anlatılmaktadır.Ayrıca, yerden göğe yapılan Mirac hadisesi, İsra hadisesi kadar açık değildir. Ancak Mirac olayını kavramak insan aklını zorlayacağından bu konu sahih hadis-i şeriflerle daha detaylı bir şekilde işlenmiştir.Mirac ile ilgili hadis kaynaklarında da sahabiler vasıtasıyla bizzat Peygamberimizden(s.a.v) bilgiler nakledilmiştir.(sahih hadisler)

Büyük tasavvuf alimi İmam-ı Rabbani miracı şöyle anlatır: "O'nun (s.a.v) mirac gecesinde Rabbini görmesi, dünyada değil, ahirette vaki olmuştur. Çünkü O (s.a.v), mirac gecesi mekan-zaman dairelerinin dışına çıkınca ve imkan aleminin darlığından kurtulunca ezel ve ebedi bir an olarak buldu, başlangıç ve sonu bir nokta olarak gördü..." (C. I, 283. mektup).

Necm Suresi(1-18.ayetler-Mirac)

"1-2- İndiği sırada yıldıza andolsun ki bu arkadaşınız ne sapıtmış ne de eğri yola gitmiştir. 3- Kişisel arzularına göre de konuşmamaktadır. 4- O, kendisine indirilmiş vahiyden başka bir şey değildir. 5-7- Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. 8- Sonra yaklaştıkça yaklaştı. 9- O kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu. 10- (Allah) kuluna ne vahyettiyse vahyetti. 11- Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. 12- Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz! 13-14- Andolsun ki onu bir başka iniş esnasında da Sidre-i Müntehâ'nın yanında gördü. 15- Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır. 16- O an Sidre'yi bürüyen bürümüştü. 17- Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı. 18- Hiç kuşkusuz o, Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü" (Necm: 1-18)

İsra suresinin 1. ayeti ile Necm suresinin ilk ayetleri mirac olayına işaret etmektedir.

Peygamberimizin(s.a.v) Mucizeleri

Kuran-ı Kerimde Peygamber Efendimizin(s.a.v) akli ve ilmi bir çok mucizesinden bahsedilmektedir ,Ayın ikiye ayrılması(yarılması) mucizesi Kuran-ı Kerimde bildirilmiştir=> ''Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı Kafirler bir mucize görünce yüz çevirirler ve: ‘Bu devam ede gelen bir büyüdür’ derler.'' (Kamer, 54/1-2) Aynı mucize hadislerde ve tarih kaynaklarında da geçmektedir.İsra ve mirac olayı Peygamberimizin (s.a.v) en büyük mucizelerindendir özellikle mirac olayı Peygamberimizin (s.a.v) eşsiz bir mucizesidir; mucize olduğu için de insanların sınırlı bir akıl ve cüzi bilgileri ile bunu bilmeleri kavramaları, kısmen mümkün değildir.Bunun yanında Kuran-ı kerimin kendisi zati baştan sona en büyük mucizedir.

*Mirac Peygamberimizin(s.a.v) en büyük mucizelerinden biridir. Peygamberimiz(s.a.v) bu mucizeye bizzat kendisi tanık olup, kendi ağzından sahabeleri vasıtasıyla mirac mucizesini nakletmiştir (sahih hadisler),bunu irdelemek, yok saymak,sınırlı bir akıl ile bu mucizenin mantığını kavramaya çalışıp inkara kalkışmak, kişiyi küfre götürür dinden çıkarır Böyle bir mantık içinde bu minvalde hareket eden zihniyetler ise sadece kendilerine gece yaparlar ve zarara uğrarlar.
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
8 Ağustos 2011       Mesaj #9
Avatarı yok
Yasaklı
Ay'ın Bölünmesi ve Mirac Mucizesi

Ayın iki parçaya ayrılması, peygamberliğin sekizinci yılında olmuştur. Şöyle ki: Müşriklerden bir kısım kimseler, mehtaplı bir gecede, ayın ikiye ayrılıp sonra birleşmesini Peygamber Efendimizden istediler. Böyle bir mucize gösterilmedikçe, iman etmeyeceklerini söylediler. Hazret-i Peygamber (s.a.v) de Yüce Allah'a dua etti. Ay da, Yüce Allah'ın kudreti ile iki parçaya ayrıldı. Bir parçası Nur (Hira) dağının bir tarafında, diğer parçası da öbür tarafında yüksekten göründü. Sonra birleşip eski halini aldı. Bu mucizeyi, o gece bazı yolcular da görmüştü. Mekke'ye geldikleri zaman bu olayı anlattılar. Ne yazık ki, müşrikler yine iman etmediler. Bu olayı bir sihir sandılar. Oysa ki, Yüce Allah'ın kudreti her şeye yeterlidir. Bir peygamber için mucize olmak üzere böyle bir olayı meydana getirmesine ne engel vardır? Gökyüzünde nur saçan birçok yıldızların veya diğer varlıkların güneşten ayrılarak onun çevresinde bir düzen kurduklarını bugünkü alimler iddia edip duruyorlar. Artık bu üstün âlemleri yaratıp düzene sokan Yüce Allah böyle bir mucizeyi yaratamaz mı?..

Çok yazıktır ki, inkarcı ve gafil insanlar, Yüce Allah'ın sonsuz kudretini hudutlandırmış oluyorlar da, bundan haberleri olmuyor. Doğrusu böyle tabiatla ilgili mucizeleri inkâr etmeye veya başka türlü yorumlamaya asla ihtiyaç yoktur.

Peygamberliğin on üçüncü senesinde de "Miraç" mucizesi olmuştur. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazretleri, Medine'ye hicretlerinden sekiz ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi idi. Cibril-i Emin geldi ve "Burak"adında bir binit getirdi. Peygamberimizi alıp Kudüs'deki "Mescid-i Aksa"ya götürdü. Oradan göklere çıkardı. Peygamber Efendimiz nice âlemler gördü. Diğer peygamberlerin ruhları ile görüştü. "Sidretü'l-Münteha" denilen makama kadar vardı. Yüce Allah'ın birçok tecellisine kavuştu. Peygamberin kendisine ve ümmetine beş vakit namaz farz kılındı. Aynı gece ve kısa bir zaman içinde evine geri getirildi. Sabahleyin bu olağanüstü olayı insanlara haber verince, mü'minler onu tebrik ettiler. Müşrikler ise, "Böyle bir şey olamaz" diyerek inkârda bulundular.

O bilgisiz ve düşüncesiz insanlar hayvanlara, taşlara ve ağaçlara tapıyorlardı. Yüce Allah'ın kudretini de, bu taptıkları şeylerin kudretine ve kuvvetine benzeterek böyle üstün bir olayın meydana gelmesine imkân göremiyorlardı. Eğer bunlar, bu kâinatı yaratanın nasıl büyük bir yaratıcı olduğunu biraz bilseler ve eğer o hikmet sahibi Allah'ın şu üstümüzdeki sonsuz boşlukta milyonlarca büyük küçük küreleri tutup büyük bir hızla hareket ettirmekte olduğunu düşünselerdi, böyle bir mucizeyi inkâra gerek görmezlerdi. Zavallı insanlar!.. Kendi yapacakları taşıtlarla, füzelerle Merih'lere ve Zühre'lere yükselip çıkabileceklerini düşündükleri halde, Miraç olayının sadece Allah'ın kudreti ile olmasını nasıl uzak görebilirler?..

Şüphe yok ki, Yüce Allah'ın gücü her şeye yeter.


Kaynak:Hadis.gen.tr
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
5 Aralık 2011       Mesaj #10
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hz Muhammed(s.a.v)Efendimizin Mucizeleri

Peygamber efendimizin hak Peygamber olduğunu bildiren şahitler ve mucizeleri pek çoktur.Ümmetinin Evliyasında hasıl olan kerametler, hep Onun mucizeleridir. Çünkü, kerametler, Ona tâbi olanlarda, Onun izinde gidenlerde hasıl olmaktadır.

Muhammed aleyhisselamın mucizeleri, zaman bakımından üçe ayrılmıştır:

Birincisi, mübarek ruhu yaratıldığından başlayarak, Peygamberliğinin bildirildiği (bi’set) zamanına kadar olanlardır.

İkincisi, bi’setten vefatına kadar olan zaman içindekilerdir.

Üçüncüsü, vefatından kıyamete kadar olmuş ve olacak şeylerdir.

Bunlardan birincilere, (İrhas) yani, başlangıçlar denir. Her biri de ayrıca görerek veya görmeyip akıl ile anlaşılan mucizeler olmak üzere ikiye ayrılırlar. Bütün bu mucizeler o kadar çoktur ki, saymak mümkün olmamıştır. İkinci kısımdaki mucizelerin üç bin kadar olduğu bildirilmiştir.

Bu mucizelerden bazıları şunlardır;

1-Muhammed aleyhisselamın mucizelerinin en büyüğü Kur’an-ı kerimdir.
2-En büyük mucizelerinden birisi de Mirac mucizesidir.
3-Meşhur mucizelerinin en büyüklerinden birisi de, Ay’ı ikiye ayırmasıdır. Bu mucize, başka hiçbir Peygambere nasip olmamıştır. Muhammed aleyhisselam elli iki yaşında iken, Mekke’de Kureyş kâfirlerinin elebaşıları yanına gelip, (Peygamber isen Ay’ı ikiye ayır) dediler. Muhammed aleyhisselam, herkesin ve hele tanıdıklarının, akrabasının iman etmelerini çok istiyordu. Mübarek ellerini kaldırıp dua etti. Allahü teâlâ, kabul edip, Ay’ı ikiye böldü. Yarısı bir dağın, diğer yarısı başka dağın üzerinde göründü. Kâfirler, Muhammed bize sihir yaptı dediler. İman etmediler.

Bu mucize ile ilgili âyet-i kerimenin meali şöyle:
(Kıyamet yaklaştı, Ay yarıldı. Onlar [müşrikler] bir mucize görünce hemen yüz çevirirler ve "Eskiden beri devam ede gelen bir sihir [büyü] derler.) [Kamer 1,2]

4- Muhammed aleyhisselam, bazı gazalarında, susuz kalındığı zaman, mübarek elini bir kaptaki suya sokmuş, parmakları arasından su akarak, suyun bulunduğu kap devamlı taşmıştır. Bazen seksen, bazen üçyüz, bazen binbeşyüz, Tebük Gazasında ise, yetmiş bin kimsenin hepsi ve hayvanları, bu sudan içmişler ve kullanmışlardır. Mübarek elini sudan çıkarınca akması durmuştur.

5- Hayber gazasında, önüne zehirlenmiş koyun kebabı koyduklarında, (Ya Resulallah, beni yeme, ben zehirliyim) sesi işitildi.

6- Medine’de, mescid-i nebevide dikili bir hurma kütüğü vardı. Resulullah hutbe okurken, bu direğe dayanırdı. Buna Hannane denirdi. Minber yapılınca, Hannane’nin yanına gitmedi. Ondan ağlama seslerini, bütün cemaat işittiler. Minberden inip, Hannane’ye sarıldı. Sesi kesildi. (Eğer sarılmasaydım, benim ayrılığımdan kıyamete kadar ağlardı) buyurdu.

7- Mübarek eline aldığı çakıl taşlarının ve tuttuğu yemek parçalarının arı sesi gibi, Allahü teâlâyı tesbih ettikleri çok görülmüştür.

8- Bir gün, bir köylüyü imana davet etti. Müslüman bir komşumun vefat etmiş kızını diriltirsen, iman ederim dedi. Mezarına gittiler. İsmini söyleyerek kızı çağırdı. Kabir içinden ses işitildi ve dışarı çıktı. (Dünyaya gelmek ister misin?) buyurdu. (Ya Resulallah! Dünyaya gelmek istemem. Burada babamın evindekinden daha rahatım. Müslümanın ahireti, dünyasından daha iyi) dedi. Köylü bunu görünce, hemen imana geldi.

9- Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

10- Medine’de, minberde hutbe okurken, bir kimse, ya Resulallah! Susuzluktan çocuklarımız, hayvanlarımız, tarlalarımız helak oluyor. İmdadımıza yetiş dedi. Ellerini kaldırıp, dua eyledi. Gökte hiç bulut yokken, mübarek ellerini yüzüne sürmeden, bulutlar toplandı. Hemen yağmur başladı. Birkaç gün devam etti. Yine minberde okurken, o kimse, ya Resulallah! Yağmurdan helak olacağız deyince, Resul aleyhisselam, tebessüm etti ve (Ya Rabbi! Rahmetini başka kullarına da ihsan eyle!) buyurdu. Bulutlar açılıp, güneş göründü.

11- Cabir bin Abdullah diyor ki, çok borcum vardı. Resulullaha haber verdim. Bahçeme gelip, hurma yığınının etrafında üç kere dolaştı. (Alacaklılarını çağır, gelsinler!) buyurdu. Her birine hakları verildi. Yığından bir şey eksilmedi.

12- Bir kadın, hediye olarak bal gönderdi. Balı kabul edip, boş kabı geri gönderdi. Kap bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek, (ya Resulallah! Hediyemi niçin kabul etmediniz?Acaba günahım nedir?) dedi. (Senin hediyeni kabul ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir) buyurdu. Kadın çocukları ile aylarca yediler. Hiç eksilmedi. Bir gün yanılarak balı başka bir kaba koydular. Oradan yiyerek bitirdiler. Bunu, Resulullaha haber verdiler. (Gönderdiğim kapta kalsaydı, dünya durdukça yerlerdi, hiç eksilmezdi) buyurdu.

13- Resulullahın gaybdan haber verdiği çok görüldü. Bu mucizesi üç kısımdır:

Birinci kısmı, kendi zamanından evvel olan ve kendisine sorulan şeylerdir ki, bunlara verdiği cevaplar, çok kâfirlerin, katı kalbli düşmanlarının imana gelmelerine sebep olmuştur.

İkinci kısmı, kendi zamanında olmuş ve olacak şeyleri haber vermesidir.

Üçüncü kısmı, kendisinden sonra kıyamete kadar dünyada ve ahirette olacak şeyleri bildirmesidir.

14- Bir gün, zevcesi Hafsa validemize, (Ebu Bekir ile baban, ümmetimin idaresini ellerine alacaklardır) buyurdu. Bu sözle Hazret-i Ebu Bekir’in ve Hafsa validemizin babası olan Hazret-i Ömer’in halife olacaklarını müjdeledi.

15- Rum İmparatorunun orduları ile harp için (Mute) denilen yere asker gönderdiğinde, sahabeden üç emirin arka arkaya şehid olduklarını, kendisi, Medine’de minber üzerinde iken, Allahü teâlânın göstermesi ile görerek yanındakilere haber verdi.

16- Muaz bin Cebeli vali olarak Yemen’e gönderirken, Medine’nin dışına kadar uğurlayıp ona çok nasihatler verdi. (Seninle dünyada artık buluşamayız) buyurdu. Hazret-i Muaz Yemen’de iken Resulullah efendimiz Medine’de vefat etti.

Vefat ederken, mübarek kızı Fatıma’ya, (Akrabam arasında bana evvela kavuşan sen olacaksın) buyurdu. Altı ay sonra Hazret-i Fatıma vefat etti. Akrabasından ondan evvel kimse vefat etmedi.

17 Kays bin Şemmasa, (Güzel olarak yaşarsın ve şehid olarak ölürsün) buyurdu. Hazret-i Ebu Bekir halife iken Yemamede Müseylemet-ül-Kezzab ile yapılan muharebede şehid oldu.
Hazret-i Ömer’in ve Hazret-i Osman’ın ve Hazret-i Ali’nin şehid olacaklarını dahi haber verdi.

18- Acem padişahı Kisranın ve Rum padişahı Kayserin memleketlerinin müslümanların eline geçeceğini ve hazinelerinin Allah yolunda dağıtılacağını müjdeledi.

19- Ümmetinden çok kimsenin denizden gazaya gideceklerini ve sahabeden olan Ümmi Hiram’ın o gazada bulunacağını haber verdi. Hazret-i Osman halife iken müslümanlar, gemiler ile Kıbrıs adasına gidip harp ettiler. Bu hanım da beraber idi. Orada şehid oldu.

20- Mübarek kızı Fatıma’nın oğlu Hasan “radıyallahü teâlâ anhüma” için, (Bu oğlum çok hayırlıdır. Allahü teâlâ, müslümanlardan iki büyük ordunun sulh etmesine bunu sebep yapacaktır) buyurdu. Büyük bir ordu ile Muaviye’ye “radıyallahü anh” karşı harp edeceği zaman, fitneyi önlemek, müslümanların kanının dökülmemesi için hakkı olan halifeliği Muaviye’ye “radıyallahü anh” teslim etti.

21- Abdullah ibni Abbas’ın annesine bakıp, (Senin bir oğlun olacak. Doğduğu zaman bana getir!) buyurdu. Çocuğu getirdiklerinde, kulağına ezan ve ikamet okuyup, mübarek ağzının suyundan ağzına sürdü. İsmini Abdullah koyup annesinin kucağına verdi. (Halifelerin babasını al, götür!) buyurdu. Hazret-i Abbas, bunu işitip, gelip sorunca, (Evet, böyle söyledim. Bu çocuk halifelerin babasıdır. Onlar arasında seffah, Mehdi ve İsa aleyhisselamla namaz kılan bir kimse bulunacaktır) buyurdu. Abbasiyye devletinin başına çok halifeler geldi. Bunların hepsi, Abdullah bin Abbas’ın soyundan oldu.

22- Eshabından çok kimseye hayır dualar etmiş, hepsi kabul olunarak faydalarını görmüşlerdir.
Hazret-i Ali buyuruyor ki:
Resulullah beni Yemen’e kadı [Hakim] olarak göndermek istedi. Ya Resulallah! Ben kadılık yapmasını bilmiyorum dedim. Mübarek elini göğsüme koyup, (Ya Rabbi! Bunun kalbine doğru şeyleri bildir. Hep doğru söylemek nasip eyle!) buyurdu. Bundan sonra bana gelen şikayetçilerden doğru olanı hemen anlar, hak üzere hükmederdim.

23- Nabiga ismindeki meşhur şair şiirlerinden birkaçını okuyunca, Araplar arasında meşhur olan (Allahü teâlâ dişlerini dökmesin) duasını buyurdu. Nabiga yüz yaşına gelmişti. Dişleri ak ve berrak, inci gibi dizilmiş dururdu.

24- Amcası Ebu Leheb’in oğlu Uteybe, Resulullahı çok üzdü. Çirkin şeyler söyledi. Buna çok üzülüp, (Ya Rabbi! Buna köpeklerinden birini musallat eyle!) buyurdu. Uteybe, Şam’a ticaret için giderken bir gece arkadaşlarının arasında yatıyordu. Bir aslan gelip arkadaşlarını koklayıp bıraktı. Sıra Uteybe’ye gelince, kaptı parçaladı.

25- Acem padişahı Hüsrev Pervize iman etmesi için mektup gönderdi. Alçak Hüsrev, mektubu parçaladı ve getiren elçiyi şehid eyledi. Peygamber efendimiz bunu işitince, çok üzüldü ve (Ya Rabbi! onun mülkünü parçala!) buyurdu. Resulullah hayatta iken Hüsrevi oğlu Şireveyh hançerle parçaladı. Hazret-i Ömer halife iken, acem memleketinin tamamını müslümanlar feth edip, Hüsrev’in nesli de, mülkü de kalmadı.

26- Allahü teâlâ, Habibini belalardan korurdu. Ebu Cehil, Resulullahın en büyük düşmanı idi. Kâbe-i muazzama yanında namaz kılarken, alçak Ebu Cehil, tam zamanıdır diyerek, bıçakla üzerine yürümek isterken, hemen geri dönüp kaçtı. Arkadaşları, niçin korktun dediklerinde, Muhammed ile aramızda ateş dolu bir hendek gördüm. Birçok kimse beni bekliyorlardı. Bir adım atsaydım, yakalayıp ateşe atacaklardı. Bunu müslümanlar işitip, Resulullah efendimize sorduklarında, (Allahü teâlânın melekleri, onu yakalayıp parçalayacaklardı) buyurdu.

27- Resulullah efendimiz bir gün abdest alıp, mestlerinden birini giyip, ikincisine mübarek elini uzatırken, bir kuş geldi. Bu mesti kapıp havada silkti. İçinden bir yılan düştü. Sonra kuş mesti yere bıraktı. Bugünden sonra, ayakkabı giyerken, önce silkelemek sünnet oldu.

28- Hicretin yedinci senesinde Resulullah efendimiz, Habeş padişahı Necaşi’ye ve Rum imparatoru Herakliyus’a ve Acem padişahı Husrev’e ve Bizansın Mısır’daki valisi Mukavkas’e ve Şam’daki valisi Haris’e ve Umman Sultanı Semame’ye mektuplar göndererek, hepsini imana davet etti. Mektupları götüren elçiler, gittikleri yerin dillerini bilmiyorlardı. Ertesi sabah, o dilleri söylemeye başladılar.

Molla Abdurrahman Caminin (Şevahid-ün-nübüvve) kitabında ve Yusuf-i Nebhani’nin (Huccetullahi alel-âlemin) kitabında, Resulullah efendimizin(s.a.v) daha nice mucizeleri yazılıdır.


Kaynak: Hz. Muhammed'in doğumundan önce ve sonra gösterdiği mucizeler nelerdir?

Benzer Konular

3 Kasım 2010 / Misafir Kur'an-ı Kerim
26 Aralık 2015 / Bluesorrow Siyaset ww
5 Temmuz 2012 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
23 Kasım 2006 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
3 Eylül 2013 / Şeb-i Yelda Müslümanlık/İslamiyet