Arama

Hz. Muhammed'e Vahy Gelişi

Güncelleme: 22 Şubat 2012 Gösterim: 44.594 Cevap: 2
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
11 Ekim 2005       Mesaj #1
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Hz. Muhammed (A.S)'a Vahy Gelişi
Muhammed (A.S) kırk yaşına gelince, Allah (C.C) onun kerametini açıklamayı ve kullarına, onunla rahmet etmeyi dilediği zaman, kendisine ilk vahiy ve peygamberlik başlangıcı, uykuda sadık rüyalar görmekle olmuştur. Peygamberimiz, altı ay bu hal üzere kaldı.
Sponsorlu Bağlantılar
Yüce Allah, bu altı ay içerisinde Peygamberine, uykuda, sonra da uyanık vahiy etti.
Peygamberimiz, her yıl, Ramazan ayında Hira dağında bir ay itikâfa girer, Kureyşilerin yapageldikleri gibi, yanına gelen yoksullara yemek de yedirirdi. Peygamberimiz, kavminin sürü sürü putlara tapıp durduklarını gördükçe, onlardan uzaklaşmayı, halvet ve uzlete çekilmeyi özler, Hira dağına girer, halvet ederdi.
Peygamberimiz (A.S) yüce Allah tarafından Peygamber olarak gönderileceği ve ilahi rahmetin, kulları, onunla ihsan olunacağı gün, gelmiş bulunuyordu.
Peygamberimiz, Ramazan ayının on beşinci cumartesi ve on altıncı pazar gecelerinde, Hira mağarasında uyuduğu bir sırada, rüyasında, Vahy meleği Cebrail (A.S) atlastan bir kab içinde bir kitapla gelip Peygamberimize "OKU!" dedi.
Peygamberimiz "Neyi okuyayım?" diye sordu.
Cebrail (A.S) Peygamberimizi, nefesi kesilinceye kadar sıktı. Peygamberimiz kendisini ölecek sandı.
Bundan sonra Cebrail (A.S) bırakıp Peygamberimize "OKU!" dedi.
Peygamberimiz "Neyi okuyayım?" diye sordu.
Cebrail Aleyhisselam, Peygamberimizi tekrar nefesi kesilinceye kadar sıktı. Peygamberimiz kendini ölecek sandı.
Sonra Cebrail Aleyhisselamın sıkmasından kurtulmak için "Neyi okuyayım?" diye sorduğu zaman, Cebrail Aleyhisselam, Alak suresinin başındaki beş ayeti okudu. Peygamberimiz de okudu.
Cebrail Aleyhisselam, ayrılıp gittiği ve Peygamberimiz uykudan uyandığı zaman, o ayetler, sanki bir kitap olarak Peygamberimizin kalbine yazılmış gibi idi.
Peygamberimiz, mağaradan ayrılıp Hira dağının ortasına geldiği zaman, gökten bir ses işitti ki:
"Ya Muhammed! Sen, Allahın Resulüsün! Ben, Cebrail’im!" diyordu.
Peygamberimiz, başını kaldırıp bakınca, Cebrail Aleyhisselam`i ayaklarını, göğün ufkuna basmış bir insan suretinde gördü.
"Ya Muhammed! Sen, Allahın Resulüsün! Ben, Cebrail’im !" diyordu.
Peygamberimiz duraklamış, ona baka kalmıştı. Ne bir adım ilerleyebiliyor, ne de gerileyebiliyordu.
Eve döndüğünde, gördüklerini hazreti Hatice’ye anlattı, Hazreti Hatice,
"Sana Müjdeler olsun! Yüce Allah sana hayırdan başka bir şey yapmaz."
diyerek onu teselli etti.


asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
18 Haziran 2009       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
İLK VAHİY TEBLİĞ EDİLİYOR

Sponsorlu Bağlantılar
Ramazan ayının on altı gecesi geride kalmıştı.
Ve Ramazanın on yedisi Pazartesi gecesi idi.
Nur Dağı derin ve mânâlı bir sessizliğe bürünmüştü. O civarda her şey de onunla birlikte sessiz ve sâkindi. Konuşulacakları kimbilir dinlemek, söylenenleri âdeta duyabilmek eşsiz mazhariyetine ermek için... Konuşacak olan ile dinleyene belki de hürmet için...
Gecenin yarısı geçmiş idi ve zaman seher vaktine ayak basmıştı. Bülbüllerin ötmeye başladığı, güllerin bütün güzellikleriyle etrafa koku tebessümleri dağıttıkları ve Allah`ı zikredenlerin coşup sonsuz hazza eriştikleri müstesnâ vakit!
Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) en güzel bir insan suretine bürünmüştü. Mis gibi kokularla çevre buram buram kokmakta idi. Havf ve recâ, heyecan ve sükûnet tecellileri içiçe idi.
Cebrâil (a.s.), son derece sevinçlidir. Çünkü, son resûl ile, Peygamberler Peygamberi ile muhatap olacak, "habibullah" ünvânını îmânı, ibadeti, tefekkürü ve mücâhedesiyle hak edecek olan Sultan-ı Levlâk`la konuşacak, Onunla yüzyüze gelecekti.
Beklenen an gelmişti.
Vahiy meleği Cebrâil (a.s.) bu ıssız ve karanlık gecede, güzel bir insan suretinde, etrafa ışıl ışıl nûrlar saçarak göz kamaştırıcı bir aydınlıkla Kâinatın Efendisine göründü. Tatlı fakat gür bir sadâ ile hitap etti:
"Oku!"
Kâinatın Efendisini hayret ve korku sardı. Yüreği ürperiyordu!
"Ben okuma bilmem" diye cevap verdi.
Hazret-i Cebrâil, kendilerini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra, tekrar,
"Oku!" diye seslendi.
Fahr-i Kâinat aynı cevabı verdi:
"Ben okuma bilmem!"
Hazret-i Cebrâil, ikinci kere Kâinatın Efendisini kucakladı ve sıkıp bıraktıktan sonra yine seslendi:
"Oku!"
Bu sefer Fahr-i Kâinat:
"Ben okuma bilmem," dedi. "Söyle ne okuyayım?"
Bunun üzerine melek, Allah`tan aldığı ve Resûlüne teslim etmeye geldiği Alâk Sûresinin ilk ayetlerini başından sonuna kadar okudu:
"Yaratan Rabbinin ismiyle oku. O Rabbin ki, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku. Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretendir." 153
Heyecan ve haşyetin son haddinde Kâinatın Efendisi bizzat konuştuğu lisanla nâzil olan âyetleri kelimesi kelimesine tekrar etti. Artık, inen âyetler Allah Resûlünün hem diline, hem kalbine yerleşmişti.O andaki vazifesi sona eren Hazret-i Cebrâil de birden bire kayboluverdi.

"Beni örtünüz!"
İlâhi vahye muhatap olmanın verdiği heyecan ve haşyetle titreyen Allah Resûlü mağaradan çıktı ve Mekke`ye doğru hareket etti.
Yolda bir çok garipliklerle karşılaştı. Dağ, taş ve ağaçlar: "Esselamü Aleyke Yâ Resûlallah!" diyerek onu selâmlıyor ve yüksek vazifesinden dolayı tebrik ediyorlardı.
Evine varan Peygamber Efendimiz, karşılaştığı hâdisenin azameti ve haşyeti karşısında âdeta konuşamaz hale gelmişti. Kendisini merak içinde karşılayan vefakâr zevcesi Hatice-i Kübrâ`ya sadece, "Beni örtünüz! Beni örtünüz!" diyebildi.154
Sadık zevce, bu emri alınca, yüzündeki başkalığı sezmesine rağmen, hiçbir şey sorma cesaretini gösteremeden Kâinatın Efendisini şefkat ve hürmetle yatağına yatırdı ve üstünü örttü.
Hirâ`da yalnızlık arayan Fahr-i Âlem şimdi de evinde düşünceleriyle başbaşa idi.
Bir müddet sonra uyandılar. Bir nebze olsun rahat ve sükûnete kavuştukları belli idi. Hatice-i Kübrâ`yâ başından geçenleri olduğu gibi anlattı ve ekledi:
"Korkuyorum ey Hatice! Bana bir zararın gelmesinden korkuyorum!"
Resûl-i Zîşan Efendimizin bu sözleri, kesin olarak ebedî devlet ve şerefli memuriyete nâiliyet hususundaki itminan bulma arzusundan geliyordu. Ancak, bir peygambere, hem de en şerefli peygambere ilk zevce olacak kadar yüksek bir kabiliyet, anlayış ve basirete sahip Hz. Hatice, her halinden son derece emniyet duyduğu beyi Kâinatın Efendisinin itminan arzusunu şu sözlerle teyit etti:
"Hiçbir korku ve endişe duymana sebep yok. Hiç üzülme, Allah senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz.
Ben biliyorum ki, sen sözün doğrusunu söylersin. Emânete riâyet edersin. Akrabalarına yakın alâka gösterirsin. Komşularına nazik ve müşfik davranırsın. Fakirlere yardım elini uzatırsın. Gariplere evinin kapısını açıp onları misafir edersin. Uğradıkları felâket ve musibetlerde halka yardım edersin!
Ey Amcamoğlu, sebât et; vallahi, ben senin bu ümmetin peygamberi olacağını ümit ederim."155

Varaka Ne Dedi?
Bütün bu olup bitenler elbette mânasız değildi ve bir şeyler ifade ediyorlardı. Sorup soruşturup, öğrenmek ise, Hz. Hatice`ye düşüyordu.
Kime gidebilirdi? Bu işlerden kim anlayabilirdi ve kime itimad edebilirdi? Hazret-i Hatice, uzun uzadıya düşündü ve sonunda danışacağı adamı tesbit etti: Amcası oğlu Varaka bin Nevfel.
Varaka bin Nevfel, oldukça yaşlanmış saf bir Hıristiyandı. Gözleri görmez olmuştu, ama gönlü aydınlıktı. Tevrat ve İncil`i okumuş, onlardan pekçok şeyler öğrenmişti.
Hazret-i Hatice vakit kaybetmeden Peygamber Efendimizle amcası oğluna gitti.
Varaka, önce Resûl-i Ekrem Efendimizi dinledi. O, başından geçenleri anlattıkça Varaka, renkten renge giriyordu. Efendimiz sözlerine son verince, Varaka haykırdı:
"Kuddûs! Kuddûs! Bu gördüğün melek, yüce Allah`ın Mûsa Peygambere gönderdiği Rûhu`l-Kudüs`tür, Nâmûs-u Ekber`dir. Sen ise bu ümmetin peygamberisin.
Ah! Ne olurdu, yeni dine halkı çağırdığın günlerde ben de genç olaydım. Kavmin seni yurdundan çıkaracakları zaman, sağ olsaydım."156
Bu ifadeler hem Allah Resûlünü, hem de Hazret-i Hatice`yi bir derece rahatlattı. Ancak, Efendimizin anlamadığı birşey vardı: Kavmi onu niçin yurdundan çıkaracaktı? Bu suâline Varaka cevap verdi:
"Evet, seni buradan çıkaracaklardır. Çünkü, senin gibi vahiy tebliğ etmiş bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramamış olsun. Eğer, senin davet gününe yetişsem, bütün gücümle sana yardım ederim."157
Varaka bin Nevfel gerçeği konuşuyordu. Gizlenmesi kâbil olmayan, bütün açıklığıyla ortaya konması gereken gerçeği.
Bundan sonra Resûl-i Ekrem, Hazret-i Hatice ile birlikte, Varaka bin Nevfel`in yanından ayrıldı.

Vahyin Bir Ara Kesilmesi
Resûlullah Efendimiz, aradan çok zaman geçmeden, bir hâdise ile karşı karşıya geldi: İnkıta-ı Vahy hadisesi. Yâni vahyin kesilmesi... Sebebi (şöyle veya böyle) izah edilmiş olmakla beraber, beşeri aklımızla hikmetini tam kavrayamadığımız bu hâdise karşısında Peygamber Efendimizin tekrar büyük bir sıkıntı ve üzüntü duyduğu fark ediliyordu. Öyle ki, âdetâ dünya kendisine dar gelmekteydi ve bu dar dünyadan kurtulmak istemekteydi. Bu esnâda Cebrâil veya İsrafil (a.s.) teselli için birkaç sefer kendilerine görünmüşlerdir.158
Allah Resûlü tam kırk gün bu üzüntü ile karşı karşıya kaldı.
Dünya, "Dârü`l-Hikmet" olması sebebiyle onda her şey şüphesiz hikmetle cereyan etmektedir. Aklımızın küçücük terazisiyle biz, bazen bu gibi hâdiselerin sebep ve hikmetlerini yakalarız, bazen de yakalamamız mümkün olmaz. Ama, sebep ve hikmetini bilmeyişimiz, elbette hâdiselerin hikmetsiz cereyan ettiklerine hiç bir zaman delil olmaz. Hele, peygamberlik gibi her şeyi hikmet kalemiyle programlanmış bir vazifenin içine elbette hikmetsizliğin girmesine imkân ve ihtimal yoktur. Bu yüzden, vahyin bir ara kesilmesi hâdisesi şüphesiz birçok sebep ve hikmetlere binaen cereyan etmiştir. Fakat, biz hikmetlerin künhüne vâkıf değiliz. Bununla birlikte meseleye çeşitli izah tarzı getirenler de vardır. Bu görüşleri şöylece hülâsa etmek mümkündür:
1) Allah Resûlü ilk vahiy karşısında fazla telâş duymuş ve ruhu âdeta vahyin ağırlığıyla sarsılmıştır. Bu durumda ruhunun ve sair latifelerinin biraz sükûn bulması ve daha sonra gelecek vahye hazırlanması için bu hâdise vuku bulmuştur.
2) Ruh-u Ahmed`in (a.s.m.) ıztırap ve elemlere dayanmaya şimdiden alıştırılması.
3)Vahye, daha fazla iştiyak duymasını temin.159

Vahyin Tekrar Gelmeye Başlaması
Kırk günlük bir aradan sonra Peygamber Efendimize vahiy tekrar gelmeye başladı. Vahyin tekrar gelmeye başlaması hâdisesini bizzat kendileri şöyle anlatmışlardır:
"Birgün giderken, âniden, gökyüzünde bir ses işittim. Başımı kaldırıp baktığımda Hîra`da bana gelen Meleği (Cebrâil) yerle gök arasında bir kürsü üzerinde oturmuş gördüm. Ürpererek yere çöktüm."Evime dönüp, `Beni örtünüz, beni örtünüz` dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu âyeti indirdi:
"Ey elbisesine bürünen! Kalk ve insanları Allah`ın azâbından sakındır. Rabbini büyük tanı. Elbiseni temiz tut. Azâba sebep olacak günahlardan uzak dur." 160
Artık, vahiy gelmeye başladı ve ardı arası kesilmedi."161
Vahy tekrar gelmeye başlayınca, Resûl-i Kibriya Efendimizin ruhundaki sıkıntılar dindi; iç âlemi huzur ve sükûna kavuştu.
Cenâb-ı Hak, serapâ ahlakî güzellikler ve kemallerle süslemiş olduğu Hazret-i Muhammed`i (a.s.m.) peygamberlik vazifesiyle vazifelendirmekle, onu insan nev`i içinde en mümtaz ve en seçkin mevkiye çıkarmış oluyordu. Bu suretle aynı zamanda yüce Allah`ın umum kâinatta cari olan "Her nev`de bir ferd-i mümtaz ve mükemmel ve cami` halkedip, o nev`in medar-ı Fahr-i ve kemâli yapar" kanunu, insanlık camiâsında da tecellisini buluyordu."
Cenâb-ı Hakkın esmâsında [isimlerinde> bir İsm-i A`zâm olduğu gibi, manûatında [san`atlarında> da bir Ferd-i Ekmel bulunacak ve kâinatta münteşir [dağıtılmış> kemâlâtı o ferdde cem edip [toplayıp> kendine medar-ı nazar edecek.
O ferd, herhalde zîhayattan olacaktır.
Çünkü, envâ-ı kâinatın [kâînattaki türlerin> en mükemmeli zîhayattır. Ve herhalde zîhayat içinde o ferd, zîşuurdan olacaktır. Çünkü; zîhayatın enva`ı içinde en mükemmel zîşuurdur. Ve herhalde o ferd-i ferîd, insandan olacaktır. Çünkü; zîşuur içinde hadsiz terakkiyata müstâid insandır.
Ve insanlar içinde herhalde o ferdi; Muhammed Aleyhisselâtü Vesselâm olacaktır. Çünkü; zaman-ı Âdem`den şimdiye kadar hiçbir tarih, onun gibi bir ferdi gösteremiyor ve gösteremez. Zirâ o zât, küre-i arzın [yeryüzünün> yarısını ve nev-i beşerin [insanların> beşten birisini saltanat-ı mâneviyesi altına alarak bin üç yüz elli sene [şimdi bin dört yüz sene> kemâl-i haşmetle saltanât-ı mâneviyesini devam ettirip, bütün ehl-i kemâle, bütün envâ-ı hakâikte [hakikatların her türlüsünde> bir üstad-ı küll [umumî üstad> hükmüne geçmiş.
Dost ve düşmanın ittifakıyla, ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesine sahip olmuş, bidâyet-i emrinde [peygamberliğinin başlangıcında> bütün dünyaya meydan okumuş. Her dakikada yüz milyondan ziyade insanların vird-i zebânı olan Kur`an-ı Mu`cizü`l-Beyânı göstermiş bir zât, elbette o ferd-i mümtâzdır, ondan başkası olamaz. Bu âlemin hem çekirdeği, hem meyvesi odur..."162

153. Alak Sûresi, 1-5
154. Buhari, 1/7
155. Buhari, 1/7
156. İbni Hişam, Sîre: 1/254; İbni Kesîr, Sîre: 1/404
157. Buharî, 1/7; Müslim, 1/97-98
158. Tecrid Tercemesi, 1/13
159. Abdülalâtif es-Sübkî, el-Vahyü İllâ`r-Resûl Muhammed (a.s.m.), s. 89
160. Müddessir Sûresi, 1-5
161. Buharî, 1/7; Müslim, 1/98; Müsned, (h. 2846); Tirmizî, 5/592
162. Bediüzzaman Said Nursî; Mektûbat, s. 284-285

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Misafir - avatarı
Misafir
Ziyaretçi
22 Şubat 2012       Mesaj #3
Misafir - avatarı
Ziyaretçi
Eskiden beri Mekke'deki hanîf ve zâhitler, recep ayında inzivâya çekilirlerdi. Her biri, Mekke'nin 3 mil (bir saat) kuzeyinde Nûr Dağı'nda bir köşeye çekilir, tefekküre dalardı.
40 yaşlarına doğru Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kalbinde de bir yalnızlık sevgisi belirdi. O da Nûr Dağı’nda bir mağaraya çekilip, günlerce orada kalıyor, Yüce Allah'ın sonsuz kudret ve azametini düşünerek O'na ibâdet ediyordu. Giderken azığını da berâberinde götürüyor, bitince evine dönüyor, sonra tekrar gidiyordu. Böylece Allah, onu büyük görevine hazırlıyordu.
Hz. Muhammed (s.a.s.)'e ilâhi vahyin başlangıcı, sâdık rüyâlar şeklinde oldu. Gördüğü her rüya, olduğu gibi çıkıyordu. Bu durum, altı ay kadar devam etti.

İlk Vahiy

610 yılı Ramazan ayının Kadir Gecesinde, hırkasına bürünüp Hira Mağarası’nda düşünmeye dalmış olduğu bir sırada, bir sesin kendisini ismi ile çağırmakta olduğunu duydu. Başını kaldırıp etrafına baktı; kimseyi göremedi. Bu sırada her tarafı ansızın bir nûr kaplamıştı; dayanamayıp bayıldı. Kendisine geldiğinde karşısında vahiy meleği Cebrâil'i gördü. Melek O'na:
-"Oku" Dedi. Hz. Muhammed (s.a.s.):
-"Ben okuma bilmem", diye cevap verdi. Melek, Hz. Muhammed (s.a.s.)'i kucaklayıp güçsüz bırakıncaya kadar sıktı.
-"Oku" diye emrini tekrarladı. Hz. Muhammed (s.a.s.) yine:
-"Ben okuma bilmem..." cevâbını verdi. Melek emrini tekrarlayıp üçüncü defa Hz. Peygamber (s.a.s.)'i sıktıktan sonra Alak Sûresi'nin ilk beş âyetini okudu.
"Yaratan Rabb'inin adıyla oku. O, insanı ‘alak'tan (aşılanmış yumurtadan) yarattı. Oku, kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediğini belleten Rabb'in sonsuz kerem sahibidir." (Alak Sûresi, 1-5).

Benzer Konular

5 Haziran 2007 / P.u.S.u Müslümanlık/İslamiyet
24 Haziran 2010 / The Unique Mustafa Kemal ATATÜRK
26 Kasım 2013 / Misafir Soru-Cevap
7 Haziran 2013 / Bachata X-Sözlük
7 Haziran 2013 / Bachata X-Sözlük