Arama

Kızılderililer

Güncelleme: 11 Nisan 2018 Gösterim: 41.140 Cevap: 8
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
8 Ekim 2006       Mesaj #1
kambis - avatarı
Ziyaretçi
KIZILDERİLİ TARİHİ
BEYAZ ADAM YÜREĞİN NE KADAR KARA İMİŞ
Sponsorlu Bağlantılar
" Ulu Tanrı , rüzgarın içinde duyduğum ses kimin sesi,bütün dünyaya hayat veren kimin nefesi -duy beni-. Senden önce geldim . Senin çocuklarından biriyim. Ben küçük ve güçsüzüm , senin gücüne ve bilgeliğine ihtiyacım var. Güzellikler içinde yürüyelim ve gözlerim hep farkına varabilsin kırmızı ve mor gün batımının. Ellerim saygı göstersin senin yaptığı ve yarattıklarına,kulaklarım açıkça duyabilsin sesini.
Beni öyle bilge yap ki ben benim insanlarıma öğrettiklerini anlayabileyim ve kayalara ve yapraklarına arasına gizlediğin derslerini anlayabileyim. En büyük düşmanım olan kendimle savaşıp kendi içimdeki gücü bulabileyim ve hazır olayım sana gelirken;Temiz ellere ve saf gözlere , öyleki yasam batan bir günbatımı gibi solmaya başladığında ruhum sana saf ve lekesiz gelebilsin."
İlk Amerikalılar
Kızılderili, Kuzey Amerika yerlilerine verilen genel isimdir.
Buzul Çağı’nın en şiddetli döneminde, M.Ö 34.000 - M.Ö 30.000 yıllarında, dünyadaki suyun önemli bir bölümü büyük kıtasal buz katmanları halindeydi. Bunun sonucunda, Bering Denizi bugünkü düzeyinden yüzlerce metre daha aşağıdaydı ve Asya ile Kuzey Amerika arasında, adına Beringia denilen, bir kara köprüsü oluştu. Beringia’nın en geniş döneminde 1.500 kilometre kadar olduğu sanılıyor. Nemli ve ağaçsız bir tundra olan bölge, otlar ve diğer bitkilerle kaplıydı ve bu da ilk insanların yaşamak için avladıkları büyük hayvanları çekiyordu.
Kuzey Amerika’ya ilk erişen insanlar, yeni bir kıtaya ayak bastıklarını hemen hemen kesinlikle bilmiyorlardı. Herhalde, atalarının binlerce yıldır yaptığı gibi Sibirya kıyılarında av peşinde koşuyorlardı ve sonra da kara köprüsünü aşmışlardı.
M.S ilk yüzyıllarda, bugün Arizona’da Finiks kentinin bulunduğu yöreye yakın yerleşim birimlerinde, top oynamak için alanların ve Meksika’da bulunanlara benzeyen piramit biçimli kümbetlerin yanı sıra kanal ve sulama sistemleri kuran Hohokumlar yaşıyordu.
İlk yerleşimciler Seminoller, Çerokiler ve Mişuki kabileleri ile karşılaştılar. İspanyol kaşifler ise Kaliforniya'da Soson, Payitu, Kahula, Mevuk ve diğer bazı kabilelerle karşılaşmışlardır. 19. yüzyılda, Avrupalı kaşifler batıya doğru göç ederken Kızılderili kabileleri kendi topraklarından sürmüşlerdir. Bu dönem batıda Apaçi, Siyu ve Komançi ve diğer kabilelerle yapılan utanç verici savaşlar dönemidir. Bu savaşlardan geriye kalan çok az sayıda yerli ise, Rezervasyonlarda (Kızılderililer için ayrılmış araziler) olarak bilinen küçük bir alanda yaşamaya mecbur edilmişlerdir.
Bugün ABD'de hükümet tarafından resmen tanınan 554 Kızılderili kabilesi vardır.
Kızılderililer 1952 yılına kadar Rezervasyon denilen toplama kamplarında yaşamışlardır. 1626 yılında Hollandalıların satın aldığı New York'ta günümüzde 85.000'den fazla Kızılderili yaşamaktadır.

Şükran Günü'nün Anlamı
1620'lerde Avrupa'dan yerleşim için ilk kez May Flower (Mayıs Çiçeği) gemisiyle ABD’ye gelen Pligrimler (yerleşimci ve hacı) ilk geldiklerinde aylarca süren yolculuklarından dolayı yorgun, hasta ve açtırlar. Kızılderililer onları karşılar ve yiyecek verir, hindi avlamasını, mısır ekmesini öğretirler. Üç yıl sonra İngiliz Vali William Bradford büyük bir yemek hazırlar ve Kızılderililer’i çağırır. Kızılderililerin şefi Massoit 90 kişiyle bu törene katılır.
O günden sonra her hasat sonrasında yemek geleneği sürer. 1863’de Başkan Abraham Lincoln Şükran Günü’nün ulusal bayram olmasını önerir, ancak bu öneri, 1941’de Kongre’de karara bağlanır ve her yılın kasım ayının son perşembesi Şükran Günü olarak ulusal bayram ilan edilir.

Toplama Kampları
Amerika’da ilk Kızılderili yerleşim bölgeleri, 1840’lı yıllarda oluşturuldu. O yıllarda, Avrupa kökenli Amerikalılar, ülkenin batı bölgelerine yerleşmek için Kızılderili kabilelerini de önlerine katarak ilerliyordu. Kızılderililer, doğup büyüdükleri toprakları terk etmek ve “reservation” adı verilen, anavatanlarından çok daha küçük bölgelere yerleşmek zorunda bırakıldı.
Günümüz ABD'sinde Kızılderililerin yaklaşık % 85'i rezervasyonların dışında yaşıyor ve her büyük kentin kendi Kızılderili toplumları var.Amerika’da 300’den fazla kızılderili yerleşim bölgesi bulunmaktadır.
ABD'de ekonomik olarak 3 büyük kabile var: Misissippi Choctawlar (5 bin kişi. kasino, hoparlör işleri yapıyor) Oklahoma Choctawlar (35 bin kişi. Kumarhane, benzin istasyonu ve oteller zincirleri var) ve Oklahoma Chickasawlar (200 bin kişi).
Amerikan Bayanlar Ulusal Basketbol Birliği'nde (WNBA) tek bağımsız takım, sahibi bir Kızılderili kabilesi olan Konektikıt San. Konektikıt eyaletinin MoheganlarMohegan Kabilesi 2003'te Orlando Miracle kulübünü satın aldı ve Konektikıt'a taşınan takım artık maçlarını Mohegan Sun adlı devasa kumarhane ve eğlence kompleksindeki salonda oynamaya başladı. O zamana kadar her WNBA profesyonel takımı bir NBA kulübüne aitti.
Rezervasyon bölgeleri dışındaki ilk yatılı okulda 1879'dan 1918'e kadar okuyan yaklaşık 10.000 Kızılderili çocuk; medenileştirilme hedefi ile kendi yerli dillerini konuşan ve kültürlerinin diğer yönlerini korumaya çalışan öğrencilerin cezalandırmaya dayandığı bir ortamda yetiştirilmişlerdir.
Kanadalı araştırmacı Ethel G. Stewart, 250 bin nüfuslu Navaho kabilesinin Orta Asya Türkleri'nin konuştuğu Atabaşkan dilini konuştuğunu gösterdi.

Kızılderili ve Türk Dillerinde Kullanılan Ortak Kelimeler
Bazı örnekler:
Kızılderili lehçelerinde - Türkçe
  • Tepek - Tepe
  • Yatkı - Ev, yatılan yer
  • Dodohişça - Dudak
  • Atış-ka - Ateş
  • T-sün - Uzun
  • Yu - Su, yu-mak, yıkamak
  • Lı-ık - Vatan, ili
  • Tete - Dede
  • Tamazkal - Hamam, temiz kal
  • Hogan - Kerpic ev, Hopan
  • Missigi - Mısır
  • Türe- Türe, Töre
  • Hu - Selam
  • Yanunda - Yanında
  • Aş-köz - Yemek
  • Tapa - Tuba
  • İldiş - Dişleme
Alıntı

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Son düzenleyen asla_asla_deme; 7 Ağustos 2010 14:09
kambis - avatarı
kambis
Ziyaretçi
9 Ekim 2006       Mesaj #2
kambis - avatarı
Ziyaretçi
Yaralı Diz Katliamı
Wounded Knee Katliamı, (Türkçe'de "Yaralı Diz" anlamına gelir) Lakota Siuları ile Birleşik Devletler arasındaki son büyük çatışmadır. General Nelson A. Miles tarafından Yerli İşleri Komisyonuna yazılan bir mektupta çatışma sonrasındaki olaylar katliam olarak nitelendirilmiştir.
Sponsorlu Bağlantılar
1890'da ABD hükümeti Amerikan yerlileri (Kızılderili) arasındaki "Hayalet Dansı" nın bir savaş dansı olduğundan şüpheleniyordu. Ancak bu dans Kızılderililer için kutsal bir seremoni idi ve bazı yerliler ellerinden alınan haklara bu kutsal dansı icra ederek kavuşacaklarına inanmışlardı. Savaş Bakanlığı yerlilerin bir isyan hareketine kalkışacakları düşüncesiyle 7. Süvar alayını Pine Ridge ve Rosebud bölgelerindeki Lakota yerlilerinin kamp yerine göndermiş, bu kutsal dansı icra edenleri tutuklamak istemişti.
29 Kasım1890'da Birleşik Devletlerin beş yüz kişilik 7. Süvarialayı Minneconjou Lakota yerlilerinin kamp yerlerini çevirmiş ve çıkan çatışmada yirmi beş süvariye karşılık, aralarında altmış iki kadın ve çocuğun yer aldığı 153 Siu öldürülmüştür. Ancak çatışma sırasındaki kargaşada tam olarak kaç kişinin öldüğü bilinmemektedir.
Dee Brown 1970 yılında yazdığı Bury My Heart at Wounded Knee adlı incelemesinde (Türkçe'ye Kalbimi Vatanıma Gömün olarak çevrilmiştir) Kristof Kolomb'un İspanya Kraliçesine Kızılderililerle ilgili şunları yazdığını aktarır: "Yeryüzünde bunlardan daha iyi bir ulus bulunmadığına Majestelerin önünde ant içebilirim. Komşularını kendileri kadar seviyorlar, konuşmaları son derece tatlı ve kibar, konuşurken hep gülümsüyorlar." Ancak sözlerine şöyle devam eder: "Elli adamla bu halkın hepsini boyunduruk altına alabilir ve onlara her istediğimizi yaptırabiliriz.”
1890'da Wounded Knee'deki Siu katliamı Kizilderili özgürlüğünün sembolik olarak sonu oldu. Katliamı yaşayan Kara Geyik o gün bir başka şeyin daha öldüğünü söyler: "O zaman kaç kişinin öldüğünü anlayamamıştım. Şimdi kocamışlığımın şu yüksek tepesinden gerilere baktığımda, yerde birbirleri üzerinde yığılı duran boğazlanmış kadınları ve çocukları hâlâ o genç gözlerimle görebiliyorum. Ve orada, o çamurun içinde bir şeyin daha öldüğünü ve o kar fırtınasına gömüldüğünü görebiliyorum. Evet, bir halkın düşü öldü orada..."
Bu katliamı yaşayanlardan biri, Gelincik Louise yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: "Kaçmaya çalıştık. Ama yaban sığırı gibi bir bir vurdular bizi. Beyazların içinde de iyi insanlar bulunduğunu biliyorum, ama kadınları ve çocukları da vurduklarına bakılırsa askerler çok kötü insanlar olmalı. Kızılderili askerler beyaz çocuklara asla böyle yapmazlardı."

Katliam sonrası

Amerikan Ordusu katliam sonrasında ölüleri gömmek için sivil vatandaşlar kiraladı. Savaş meydanına gelenler soğuk havada 84'ü erkek, 44'ü kadın, 18'i çocuk Lakota cesedi ile karşı karşıya kaldı. Katliamdan yaralı kurtulan 7 Lakotalı Wounded Kne Creek bölgesindeki Pine Ridge hastanesinde öldü.
General Nelson Miles, katliamın sorumlusu albay Forsyth'ı görevden almış, Askerî Araştırma Mahkemesi taktik hatasından dolayı kendisini eleştirmiş ancak yine de mahkemede hakkında beraat kararı çıkmıştır.
Daha sonra The Wonderful Wizard of Oz'un yazarı olarak ünlenecek olan genç editör L.Frank Baum 3 Ocak 1891 yılında Aberdeen Saturday Pioneer'da şunları yazmıştı:
"Öncüler daha önce güvenliğimizin tek yolunun Yerlilerin tamamen yok edilmesine bağlı olduğunu ilan etmişlerdi. Asırlardır onlara karşı hata edip durmaktansa medeniyetimizi korumak adına daha büyük bir hata yapıp bu evcilleşmeyen ve evilleştirilemeyen yaratıkları dünya üzerinden tek bir iz kalmamacasına yok etseydik daha iyi yapardık. Biz sıradan insanlar ve beceriksiz komutanların emri altındaki askerler için gelecek güvenliğimiz bunda yatmaktadır. Aksi takdirde gelecekte de geçmişte olduğu gibi kızılderililerle tümüyle sıkıntı yaşayacağımızı bekleyebiliriz."
Yirminci yüzyılın sonlarında Wounded Knee Katliamına karşı protesto sesleri daha da yükselmiş, tarihçi Dee Brown aynı adla bir kitap yazmış, Buffy Sainte-Marie ise protest bir müzik bestelemişti. Ünlü oyuncu Marlon Brando 1973'de Baba (The Godfather) filmindeki rolüyle en iyi erkek oyuncu dalında verilen Oskar ödülünü Yaralı Diz Katliamı sebebiyle reddetmişti. 27 Mart 1973'teki ödül törenine kendi adına konuşma yapması için Sacheen Littlefeather adlı Kızılderili genç bir kadını gönderdi. Brando'nun kaleme aldığı, genç Kızılderilinin zaman darlığı nedeniyle tümünü okuyamadığı yazının bir bölümü şu şekildeydi:
"Marlon Brando... benden zaman darlığı ile şu anda sizinle paylaşamayacağım uzun bir konuşma yapmamı istedi ancak basınla paylaşmaktan memnuniyet duyacağım şey şu ki o... çok üzülerek bu cömert ödülü kabul edemiyor. Ve bunun sebebi de... günümüz film endüstrisinin ...beni affedin.. ve televizyonlardaki filmlerdeki yeniden çevrimlerde Amerikan Yerlilerine yaptıkları ve Wounded Knee'deki son olaylardır. Bu akşam aranızda bulunamadığım için beni affedin gelecekte kalplerimiz ve anlayışlarımızda sevgi ve cömerlikte biraraya geleceğiz. Marlon Brando adına sizlere teşekkür ederim."
Littlefeather, zaman darlığı sebebiyle tamamını okuyamadığı konuşmanın tam metnini basına dağıtmıştır. Brando'nun basına dağıtılan metininden bir bölümün çevirisi:
"200 yıl boyunca toprağı, ailesi, ve özgür olma hakkı için savaşan Yerli halka şöyle dedik:
"İndir silahını arkadaş gel birlikte oturalım. İndirirsen eğer silahını arkadaş senle barıştan söz ederiz, senin hayrına anlaşırız birlikte."
Silahlarını indirdiklerinde onları katlettik biz. Onlara yalan söyledik. Onları topraklarından koparmak için kandırdık. Onları açlığa mahkum ettik ki antlaşma dediğimiz ama hiç bir zamanda andımıza sadık kalmadığımız o hileli anlaşmaları zorla imzalasınlar. Onları, yalnızca yaşamın anımsayacağı kadar uzun bir süredir yaşam vermiş bu kıtada dilencilere döndürdük. Ve tarihi istediği kadar çarpıtılmış dahi olsa nasıl yorumlarsanız yorumlayın: Biz doğru yapmadık. Ne adil davrandık ne de dürüst. Onlara karşı ne haklarını iade etmek zorundaydık ne de anlaşmalarımıza sadık kalmak, çünkü gücümüzün üstünlüğü bize diğerlerinin haklarına saldırma, mallarını gaspetme, yalnızca yaşamlarını ve özgürlüklerini savunmaya çalışırken onların yaşamlarını ellerinden alma hakkını sağlıyordu ki onların erdemleri suça dönüşürken bizim ahlâksızlıklarımız erdem oluyordu.
Fakat öyle bir şey var ki bu sapkınlığın ulaşamayacağı, o da tarihin büyük hükmü. Emin olun ki tarih bizi yargılayacaktır. Ama umurumuzda mı? O nasıl bir ahlâki şizofrenidir ki tüm dünyanın işitmesi için ulusumuzun en tepesindeki sesle ciğerlerimiz patlayana kadar bizim taahhütlerimizi tuttuğumuzu haykırırız da tarihin tüm sayfaları, Amerikan Yerlilerinin yaşamındaki son 100 yıl boyunca geçirdikleri tüm o aç, susuz günler ve geceler bu sesin dediklerinin tam zıttını söyler........"
Alıntı

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
26 Şubat 2008       Mesaj #3
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
seattleDvarmishkC4B1zC4B1lderilireisi
Washington Kentindeki Büyük Başkan bize, topraklarımızı satın almak istediğini bildiriyor. Büyük başkan bize aynı zamanda dostluk ve iyi niyet dolu sözler de gönderiyor. Bu dostça bir davranıştır. Zira biz onun bu dostluğa ihtiyacı olmadığını çok iyi biliriz.
Biz onun isteğini düşüneceğiz. Eğer biz satmaya razı olmazsak belki de o zaman beyaz adam tüfeği ile gelecek ve bizim topraklarımızı zorla alacaktır.
Gökyüzü nasıl satılır? Ya da satın alınır? Ya toprakların sıcaklığı? Bunu tasarlamak bize yabancıdır. İnsan, havanın tazeliğine , suyun şakırtısına sahip olmazsa onu nasıl satabilir? Siz onu bizden nasıl satın alabilirsiniz?
Seattle Reis ne söylerse Washington'daki Başkan bunun doğruluğuna emin olmalıdır. Tıpkı beyaz kardeşimizin mevsimlerin tekrar geleceğine emin olduğu gibi. Benim sözlerim yıldızlara benzer. Onlar hiçbir zaman sönmez.
Bu dünyanın her bir parçası ulusum için kutsaldır. Parıldayan her çam yaprağı, her kumsallık kıyı, karanlık ormanlardaki sis, dağlardaki her geçit, vızıldayan her böcek… ulusumun düşünce ve yaşantılarında kutsaldır.
Ağaçların içinde yükselen özsuyu Kızılderili adamın anılarını da taşır.
Beyazların ölüleri, yıldızların altında gezmek için uzaklara giderlerken doğdukları toprakları unuturlar. Fakat bizim ölülerimiz bu büyülü dünyayı hiçbir zaman unutmazlar. Çünkü bu dünya Kızılderililerin annesidir. Biz bu toprakların bir parçasıyız.
O güzel kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimiz, Geyik, at ve büyük kartal da bizim erkek kardeşlerimizdir.
Yüksek kayalıklar, yeşil çayırlar, tayların ve insanların vücutlarının ılıklığı aynı bir aileye aittir.
Washington'daki büyük başkan bizden topraklarımızı istediği zaman , işte bütün bunları bizden istemektedir. O bizden çok şey istemektedir.
Büyük başkan bize bir yer vereceğini ve bizim orada rahatça yaşayacağımızı söylüyor. Böylece o bizim babamız olacak biz onun çocukları. Böyle bir şey hiç olabilir mi?
Suların çıkardığı sesler atalarımızın öykülerini anlatır. Derelerin ve ırmakların parıltıları sudan kaynaklanmaz. Onlar atalarımızın parıltılarıdır.
Bilmiyorum. Bizim davranışlarımız sizinkilerden farklıdır. Biz size bu toprakları sattığımız zaman biliniz ki onlar kutsaldır. Sizin çocuklarınız da onların kutsal olduklarını öğrenmelidirler.
Suların çıkardığı sesler bizim atalarımızın sesleridir. Irmaklar bizim kardeşimizdir. Onlar bizim susuzluğumuzu giderirler. Kayıklarımızı taşır ve balıkları ile bizim çocuklarımızı doyururlar. Topraklarımızı sattığımız zaman bunu hatırınızda tutmalısınız. Irmaklar sizin de kardeşlerinizdir. Ve siz şimdiden başlayarak ırmaklara karşı iyiliğinizi esirgememelisiniz. Öteki kardeşlerinize de.
Kızılderili adam, onun topraklarına giren beyaz adam karşısında her yerde geriledi. Sabahın sisinin, dağların ötesinden doğan Güneşin önünden kaçtığı gibi.
Bu topraklarda , babalarımızın külleri bulunmaktadır. Bu topraklar bize kutsaldır.
Ama beyaz adamın bizim ne düşündüğümüzü anlamadığını da biliriz. Toprağın her bir parçası onun için aynıdır. O sanki gece gelir ve topraktan istediği şeyi alır ve gider. Toprak onun kardeşi değil düşmanıdır. Onu elde ettikten sonra daha ilerilere gider ve onu terk eder.
Babalarının mezarlarını geride bırakır ve bir daha onlarla ilgilenmez. Babalarının mezarları ve çocuklarının doğum hakkı çabucak unutulur.
O , annesi olan toprağı ve kardeşi olan gökyüzünü talan edilecek şeyler veya birkaç koyuna veya birkaç inciye satılacak şeyler olarak görür. Onun açlığı dünyayı saracak ve geriye çölden başka bir şey kalmayacak.

Beyazların şehirlerinde sessizlik denen şey yoktur. Orada yaprakların seslerini veya böceklerin vızıltılarını duyamazsınız. Bütün bunlar benim bir vahşi olmamdan ve bunları anlayamamamdan kaynaklanır. Gürültü ve patırtı bizim kulaklarımızı tırmalar.
Kuşların ötüşü veya geceleyin kurbağaların bağırışı olmadıktan sonra dünyada ne vardır?
Kızılderili , bir gölün üzerinden eserek gelen rüzgarın sesini ve taze kokusunu sever. Öğleyin yağan yağmurun taze çam yapraklarından süzüp getirdiği reçine kokusundan hoşlanır.
Kızılderili adam için hava kıymetlidir. Çünkü her şey aynı solunumdan pay alır. Hayvan, ağaç ve insan. Hepsinin teneffüs ettiği hava aynıdır. Beyaz adam soluduğu havanın farkında değilmiş gibi. Tıpkı ölmüş bir insanın kötü kokuları duymadığı gibi. Fakat biz size topraklarımızı satarsak biliniz ki hava bizim için kıymetlidir.
Topraklarımızı satmak üzerine bir daha düşüneceğiz. Eğer buna karar verirsek bunun bir koşulu olacaktır:Beyaz adam topraklarımızdaki hayvanlara kardeşleri gibi muamele etmelidir. Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü anlayamam. Ben şimdiye kadar beyaz adam tarafından öldürülüp bırakılmış binlerce ve binlerce manda (bizon) gördüm. Ben bir vahşiyim ve demir atın (lokomotif) sırf onun yoluna çıkmasın diye öldürülen mandadan daha kıymetli olduğunu anlayamam.
Hayvanları olmadıktan sonra insanların ne önemi vardır? Eğer bütün hayvanlar onları bıraksalardı insanlar ruhlarının yalnızlığından ölmezler miydi?
Hayvanların başına gelenler çok geçmeden insanların da başına gelecektir. Hayatta her şey birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir.
Sizler çocuklarınıza toprağa kıymet vermelerini öğretmelisiniz. Sizler de çocuklarınıza bizim çocuklarımıza öğrettiğimiz şeyleri öğretiniz. Toprak bizim annemizdir.
Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir. Toprağa tükürürseniz kendi yüzünüze tükürmüş olursunuz.
Zira biz biliyoruz ki toprak insana değil, insan toprağa aittir.
Her şey , bir aileyi birbirine bağlayan kan gibi birbirine bağlıdır. Toprağın başına gelenler, onun oğullarının da başına gelir.
İnsan , hayatın dokusunu yaratmamıştır. O dokunun bir parçasıdır. Hayır gündüzle gece bir arada yaşayamazlar.
Beyaz adamın topraklarımızı satın alması isteğini düşüneceğiz. Fakat benim ulusum soruyor:
-Beyaz adam neyi satın almak istiyor? Gökyüzünün maviliği, toprakların sıcaklığı, koşan impalanın hızı nasıl satılabilir? Biz size bunları nasıl satabiliriz? Siz bunları nasıl alabilirsiniz?
Kızıl derili adam bir kağıt parçasını imzaladığı ve onu beyaz adama verdiği için siz bu topraklara istediğiniz her şeyi yapabilir misiniz?
Havanın serinliğine ve suyun parıltısına sahip değilsek onları size nasıl satabiliriz? Sonuncusu da öldürüldükten sonra mandaları nasıl satın alabilirsiniz?
Biz teklifinizi düşüneceğiz. Biz satmaya razı olmadığımız takdirde beyaz adamın tüfeği ile gelip topraklarımızı alacağını bilmekteyiz. Biz vahşi insanlarız. Beyaz adam ise geçici olarak iktidardadır. O bütün dünyanın kendisine ait olduğunu ve kendisinin bir Tanrı olduğunu sanmaktadır.
Biz sizin başka topraklara göç etmemiz teklifinizi düşüneceğiz. Orada sükun içinde kalan sayılı günlerimizi geçireceğiz.
Günlerimizin kalan kısmını nerede geçireceğimiz önemli değildir. Çocuklarımız babalarının gururlarının kırıldığını ve yenildiklerini gördüler. Savaşçılarımız utandırıldılar. Yenilgiden sonra günlerini miskince geçirdiler. Vücutlarını tatlı yemeklerle ve içkilerle zehirlediler.
Günlerimizin geriye kalanını nerede geçireceğimizin bir önemi yoktur. Zaten geriye pek fazla zaman kalmamıştır. Birkaç kış geçtikten sonra geriye kendi uluslarının mezarlarında matem tutacak kimse de kalmayacak.
O ulus ki bir vakitler güçlü idi ve geleceğe umutla bakıyordu. Oysa şimdi ormanlarda başı boş dolaşmaktan başka yapacak bir şeyleri kalmadı. Fakat ben ulusumun çöküşüne neden ağlayayım. Uluslar insanlardan oluşur. Başka şeyden değil. İnsanlar ise denizdeki dalgalar gibidir. Gelip geçerler.Onlara yol gösteren ve onlarla bir dost gibi konuşan bir Tanrıya sahip olan beyaz adam bile, herkes için belirlenmiş olan alın yazısından kaçamayacaktır.
Belki de biz hepimiz kardeşiz. Yalnız biz, beyaz adamın da bir gün keşfedeceği bir şeyi şimdiden biliyoruz. Bizim Tanrımız da aynı Tanrıdır. Sizler bizim topraklarımıza sahip olacağınızı düşündüğünüz gibi ona da sahip olmayı düşünüyorsunuz. Fakat buna muktedir olamayacaksınız. O insanların Tanrısıdır. Kızılderililerin de beyazların da. O yüzden bu topraklar değerlidir. O toprakları yaralamak onun Tanrısını hor görmektir. Beyazlar da bir gün bu dünyadan göç edeceklerdir. Belki de bütün diğer ırklardan daha çabuk.
Yataklarınızı zehirlemeye devam ederseniz bir gün kendi çöplerinizin içinde boğulacaksınız. Fakat batışınız sırasında etrafa çok parlak bir ışık salacaksınız. Bu sizi buraya getiren ve Kızılderili adama hakim olmanızı söyleyen Tanrının kudretinden gelecektir. Sizin bu kaderiniz bizim için bir muammadır.
Bütün mandalar öldürüldükten sonra, yaban atları evcilleştirildikten, ormanların en gizli köşeleri bile insanların ağır kokuları ile kirletildikten, sevimli tepeler konuşan tellerle doldurulduktan sonra… çalılıklar nerede? Kayboldular! Kartallar nerede? Gittiler! Hızla koşan taya, hızla koşan ava "allahaısmarladık" demek ne demektir? Bir yaşamın sonu sırf daha fazla şeye sahip olmaktan mı geçer? Tanrı sizin hayvanlara ve Kızılderililere hakim olmanızı istedi. Fakat bunun sebebi bizim için muammadır.
Biz beyaz adamı anlayamıyoruz. Belki beyaz adamın ne rüra gördüğünü veya uzun kış gecelerinde çocuklarına ne masal anlattığını bilseydik belki o zaman onu anlayabilirdik. Fakat biz yaban insanlarıyız ve beyaz adamın düşleri bize saklıdır. Bu yüzden biz kendi yolumuzdan gideceğiz.
Biz her şeyden önce her insanın istediği gibi yaşama hakkını tanır ve sayarız.Bizi birbirimize bağlayan şeyler pek azdır. Biz sizin teklifinizi düşüneceğiz. Eğer ona evet dersek bu sırf bize vaad ettiğiniz toprakları güvenceye almak içindir. Belki de orada geriye kalan kısa günlerimizi alıştığımız biçimde geçiririz.
Size bu toprakları sattığımız zaman siz de onları bizim sevdiğimiz gibi seviniz. Onlarla ilgileniniz. Onları bu gün bulduğunuz gibi koruyunuz. Bütün kuvvetinizle, kalbinizle, ruhunuzla onları çocuklarınız için koruyunuz. Tanrının sizi sevdiği gibi siz de onları seviniz. Çünkü biz bir şey biliyoruz: Tanrımız aynı Tanrıdır. Bu dünya kutsaldır. Beyaz adam bile ortak kaderimizden kaçamaz. Biz hepimiz kardeşiz. Bunu zaman gösterecek
Son Kızılderili de bu dünyadan gittiği ve onun hatırası yalnız bir bulutun sonsuz çayırlar üzerindeki gölgesi olarak kaldığı zaman, babalarımızın ruhu bu kıyılarda ve bu ormanlarda yaşamaya devam edecektir. Çünkü onlar bu toprakları seviyorlardı. Yeni doğan bir bebeğin tıpkı annesinin kalp atışlarını sevdiği gibi.


Duwarmish Kızılderililerinin Reisi Reis Seattle
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Bia - avatarı
Bia
Ziyaretçi
16 Ağustos 2008       Mesaj #4
Bia - avatarı
Ziyaretçi
*ŞEF JOSEPHNEZ, Pierce kabilesi (1840 – 1904)
Şef Joseph’in adı insanlarının arasında İn-mu-too-yah-lat-lat’dır. ( sudan toprağa düşen yıldırım) Şef Jozef federal hükümetin onları kamplara yerleştirmek için zor uygulamasına karşı kabilesiyle birlikte büyük direniş göstermiştir. Bölgeye gelen Levis ve Clark adındaki iki misyoner yerlilere sürekli beyazlarla birlikte yaşayabileceklerini anlattılar. Jozef çocukluk çağının büyük bölümünü böyle Hristiyanlığı yaymaya çalışan misyonerlerin yakınında geçirdi.
1855 de Şef Jozef’in babası olan yaşlı Jozef federal hükümet’le insanlarını onlara ayrılan bölgenin içinde tutacak bir anlaşma imzaladı, 1863 de bir başka anlaşma daha imzaladı. Ama bu anlaşmayı kabilesi hiçbir zaman kabul etmedi.
Bu ikinci anlaşmanın (uygulanmayan ve kabul edilmeyen anlaşma) ardından şefliğe oğul Jozef geldi. (1877) Sonraki aylar savaş ve zorluklarla geçti. Halkın çoğu Federal Hükümet tarafından Oklahoma’daki toplama kamplarına gönderildi. Gidenlerin çoğu açlıktan ve sıtmadan, öldü.
Jozef kendi ülkesine dönebilmek için herşeyi denedi. 1885 de kabilesinin çoğu üyesiyle birlikte Washington’a yine bir kampa gönderildi . Daha sonraki yıllarında ise pek çok kızılderili şefi gibi ülkesinden uzak bir sürgün olarak öldü. Oysa 1879 da tüm Amerika vatandaşlarına eşit haklar verilmişti. Ama Jozef bir daha topraklarını göremedi. Kamp doktoruna göre o üzüntüden ölmüştü.

*CRAZY Horse (Tashunca-uitco) Tashunkewitko, Oglala-Sioux kabilesi (1849-1877)
Crazy Horse geleceği görme gücüne sahip bir liderdi. Lakota halkının gelenek ve değerlerinin yaşamasına çok önem vermişti.
Genç bir erkekken dahi ünlü bir savaşçıydı. 13 yaşından daha önce düşmanları Crow kızılderililerinden ilk atını çaldı. (Kızılderililerde düşmana sezdirmeden yanaşabilmek iyi bir savaşçı olmanın ilk şartıydı). 1865-1868’de Oglala şefi Red Cloud ile Amerikalı yerleşimcilere karşı Wyoming’de savaştı. 1867’de J. Fettermen’ın birliklerinin Fort Phil Kearny’ de yenilmesinde kilit rolü oynadı. Crazy Horse gözüpekliği ve cesaretiyle haklı bir üne sahipti ama bu özellikleri yanında inançlarına sıkı sıkıya bağlılığıyla da tanınırdı. Örneğin fotoğrafının alınmasını her zaman şiddetle reddetmişti.
Hükümet Lakota kamplarına rezervasyonlara dönmelerini emrettiği zaman onlara karşı büyük bir direniş başladı. Crazy Horse bu direnişin lideri idi. İlk evliliğini bir Cheyenne kadınıyla yaptı. 1200 Lakotalı ve Cheyenne ile büyük bir güç oluşturdu. Custer’ın Sitting Bull’un kabilesine yaptığı saldırıya bir karşı saldırı yapıp Custer’ın yedinci süvari alayını bozguna uğrattı. Crazy Horse Amerikalıları kuzeyden ve batıdan , Şef Gall’ın önderliğindeki Hunkpapa savaşçıları ise güney ve doğudan kuşattı.
Lakotalıların Little Bighorn’daki zaferinden sonra Sitting Bull ve Gall Kanada’ya geçti. General Nelson Miles tarafından Lakotalılar ve onlarla birlik olan yerlilere karşı acımasız bir takip sürdürdü. 1876-77. Bu amansız takip ve buffalo nüfusunun sürekli azalması Crazy Horse’u 6 Mayıs 1877de teslim olmak zorunda bıraktı.
Yenilgiye rağmen o hep özgür ruhunu korudu. Hasta karısını ailesinin yanına götürmek için rezervasyonu izinsiz terkederken General George Crook onu tutukladı. Bu Crazy Horse için yeniden mücadelenin başlangıcı oldu. Tutuklamaya başlangıçta itiraz etmeyen Crazy Horse ilk fırsatta yeniden mücadeleye başladı. Bir askerin süngüsüyle öldüğü zaman silahsızdı.

*
Seattle,Suqwamish ve Duwamish kabilesi (1786-1866)
Sealth olarak ta bilinen Seattle George Vancouver Puget Sound’e geldiğinde çok gençti. Daha önce anne ve babasının kabileleri olan Suqwamish ve Duwamish’ler beyazlarla çok az ilişkiler kurmuşlardı. Sonraki yıllarda da beyaz yerleşimcilerle iyi ilişkiler kurmaya gayret ettiler. Sealth genç bir erkekken şeflik babasından ona geçti. Bölgesindeki diğer kabilelerle yaptığı savaşlarda şefliğini ispat etti. Seattle Fransız Katolik misyonerlerinin baskı ve etkisi altında kaldı. Bunun bir sonucu olarak 1830 yılında Hristiyanlığı kabul etti. Vaftiz ismi olarak Noah (Nuh) adını aldı.
1850’lerde beyaz yerleşimciler arttı ve zenginleştiler. Gittikçe daha çok beyaz yerleşimci bölgeye gelmeye başladı. Washington Territorisi bölgedeki kızılderili kabilelerini yeni bir anlaşma için çağırdı. Bu anlaşmaya göre bölge kabilelerini bir rezervasyona yerleştirmek istiyorlardı. Rezervasyonun kontrolü hükümet tarafından yapılacaktı. Seattle barış için bir konsey kurdu. Barış istenmesine rağmen anlaşmazlık uzun yıllar sürdü. Seattle en son olarak Puget Sound’un batısında küçük bir bölgeye taşındı ve hayatının geri kalan kısmını orada geçirdi.

* SİTTİNG BULL (Oturan Boğa) Tatanka-Iyotanka Hunkpapa, Sioux kabilesi (1831-1890)
Şefliğinin yanında büyücü doktor olan Sitting Bull Federal hükümetin esir aldığı son Sioux (Lakota) şefidir. İsminin anlamı (oturan boğanın) baskıya boyun eğmeyen, baskılara karşı oturarak ayak direyen boğa demekti.
Sioux’lar 1850 lerin başlarında beyazların yayılma hareketleriyle baskıları hissetmeye başladılar. Sitting Bull 1863 de Hunkpapa av bölgesini tehdit etmeye başladıkları ana kadar beyaz yerleşimcilere müdahale etmedi. O kendindeki liderliği 10 yaşında ilk bufalosunu avladığında ve ilk kez bir düşmana sezdirmeden yaklaşabildiğinde farkına vardı. Strong Heart derneğinin lideri oldu, sonra da Silent Eaters’ların seçkin ve önemli bir üyesi oldu. Bu grup kızılderililerin refahı için çalışıyordu. 14 yaşında ilk savaşına gitti, ilk kez askerlerle 14 yaşında karşı karşıya geldi. Lakota kabilesine 1868’de şef oldu.
Beyazlarla savaş Ft. Larami anlaşmasıyla 1868 de bitti ama Black Hills’de ( Bu bölge kızılderililer için kutsaldı) altının keşfi bölgede yine gerilimin artmasına sebep oldu. 1872 yılında demiryolu işinde çalışan beyazları koruyan askerlerle önemli çatışmalara girdiler. 1876 yılının Mart ayında Rosebud Creek’ de yapılan Lakota , Cheyenne ve Arapaholar’ın katıldığı Güneş Dansı töreninde Sitting Bull gelecekten haberler aldı.. Beyaz askerlerin gökyüzünden gelen çekirgeler gibi Lakota kampına üşüştüklerini gördü. Birkaç hafta sonra General George Armstrong Custer ve 7. süvari alayı yerlilerin kampına saldırdılar. Federal hükümet bu saldırıyla barışı açıkça tehdit etmişti. Ve orada birçok kızılderiliyle neredeyse tüm beyaz askerler öldü. 4 yıl sonra, buffaloların neslinin tükenmesi nedeniyle halkının yiyecek bulamaması Sitting Bull'u teslim olmaya zorladı. 1881 in çok sert ve insafsız bir kışında Sitting Bull ve hala onun yanında olan bir grup kızılderili federal askerlere teslim olmak zorunda kaldılar. 19 Temmuz1881'de o ve küçük oğlu elinde tüfeğiyle federal hükümetin ofisine gelerek teslim oldular. Sitting Bull dost olmak istediklerini göstermek istemişti ve “ kabilemin hatırlayacağı son esir ben olmak istiyorum” dedi.
Sitting Bull Güney Dakota’da Standing Rock’da kızılderililer için yapılmış kampta esir tutuldu. 1885’lerde kızılderililer beyazların seçtiği şeflerle yönetilir oldular. 1885'de Sitting Bull'e Buffalo Bill'in Vahşi Batı'sına katılması için rezervasyondan ayrılma izni verildi, haftada 50 dolar karşılığında ata binerek gösteri yapıyordu. Buna sadece 4 ay dayanabildi ve sonra ayrıldı. Standing Rock'a dönünce Sitting Bull Grand River'da (Grand Nehri) doğduğu yere yakın bir yerde küçük bir kulübede yaşadı. Rezervasyon kurallarına uymayı reddetti. İki eşi ile birlikte yaşıyordu, hristiyanlığı kabul etmemişti ama buna rağmen Lakota'ların yeni nesil çocuklarının okuma ve yazma bilmesi gerektiğini düşündüğünden çocuklarını yakındaki bir Hristiyan okuluna gönderiyordu. Dönüşünden kısa bir süre sonra Sitting Bull mistik güçleri aracılığıyla Custer'ın uğrayacağı bozgunu gördüğü gibi yeniden geleceği gördü. Bu defa yanındaki tepenin üzerine inmiş bir tarla kuşu ona sesleniyordu. (Seni, kendi halkından olan Lakotalılardan biri öldürecek). 5 yıl kadar bir süre sonra bu kehanette doğru çıktı.
1890 sonbaharında Sitting Bull'a Hayalet dansı ile ilgili haberler geldi. Hayalet Dansı törenleri Beyazlar'ın kızılderili topraklarını terketmeleri ve kızılderililerin eski yaşamlarına yeniden kavuşmaları isteğinin ifadesiydi. Lakotalar bu törenlere Pine Ridge ve Rosebud Reservasyonlarında da katılmıştı. Federal hükümet için çalışan ajanlar yasaklanmış bu töreni hükümete haber verdiler. Standing Rock kayalıklarında yapılan bu törene Sitting Bull hala çok sayılan ve sevilen mistik güçlere sahip bir lider olarak katıldı. Kicking Bear isimli bir Miniconjou Lakotalı Sitting Bull’e Federal hükümete bağlı askerlerin gelip onu tutuklayacağı haberini verdi. Hükümet ise oraya 43 Lakota polisini yollamıştı. 1890 Aralığının 15'inde günün ilk ışıkları doğmadan Sitting Bull'un kulübesini top ateşine tutular. Sitting Bull'un tarafında olan kızılderililer onu korumaya çalıştılar. Ama peşinden gelen Lakota polislerinden biri Sitting Bull'u kafasından vurdu. Kehanet gerçekleşmiş Sitting Bull halkından biri tarafından öldürülmüştü. Tanrıların üstün güçlerle donattığı bir bilge yaşamıyordu artık.
Sitting Bull North Dakota Fort Yates 'te defnedildi. Naaşı 1953'te South Dakota Mobridge'ye nakledildi. Mezarında nişan olarak granit bir mızrak vardı. O Lakotalılar arasında yalnızca parlak fikirleri olan ve korkusuz bir savaşçı olarak değil aynı zamanda çok iyi bir baba, yetenekli bir şarkıcı, cana yakın ve arkadaş canlısı bir insan, derin bir din bilgisine (Şamanizm) sahip ruhani lider ve kutsal güçlere sahip bir şef olarak hatırlanmaktadır.

* SEQUOYAH, Cherokee kabilesi
Pek çok tarihçi tarafından Sequoyah Çerokiler arasında alfabeyi geliştirmesiyle tanınır. İddialara göre Çeroki alfabesiyle bazı hikayeler yazıya geçirilmiştir. Ama bunlar sonradan kaybolmuştur. Ta ki Sequoyah alfabe ile ilgili çalışmalara başlayana kadar. Alfabede yapılan bu çalışmalar kabile için çok önem taşımaktadır. Yazıyı oluşturan bu sistemin bütünüyle yeniden, tek tek oluşturulması olağanüstü bir çabanın varlığının işaretidir.
Sequoyah 1770 yılında Tennessee nehri yakınında Tuskegee’de bir Çeroki kasabasında doğdu Sequoyah yarı kızılderiliydi. Annesi kızılderili babası beyazdı. Bazı zamanlar genç adam ingilizce olan adıyla tanındı yani George Gist ya da Guess, beyaz babasından kalan bir miras olan soyadı ile.
Sequoyah, kabilesinin eski gelenek, görenek ve unutulmaya yuz tutmuş adetlerini yeniden diriltti çünkü o biliyordu ki bir toplumun sürekliliğinin ve var olabilmesinin ve de özgürlüğünün tek koşulu geleneklerin göreneklerin ve kendi dillerinin yaşatılmasıydı. O asla İngilizce öğrenmedi, konuşmadı ve yazmadı.
Sequoyah aynı zamanda çok iyi bir gümüş sanatçısıydı. Daima yetenekleriyle insanları kendine hayran bıraktı. Bir av kazasında sakatlandı. Av yapamadı. Bu nedenle planlar yapabilmek, düşünebilmek ve çalışmak için çok zamanı oldu.
Creek Savaşlarında ve 1812 savaşında bir asker gibi görev yaptı.
Sequoyah’ın Çeroki dili ile uğraşırken ona ayırdığı zihinsel ve fiziksel çaba karşısında ailesi ve arkadaşları onun çıldırdığını ya da büyülendiğini düşündüler.
Sequoyah kabilesine dil çalışmaları hakında bilgi verirken dedi ki” Moses isimli bir adam çok eski zamanlarda ilk kez bir taşın üzerine işaret yaptı. Biz şimdi bu işareti nasıl seslendireceğimize onları nasıl yazıp, anlayacağımıza karar vereceğiz “
Tarihçilerin söylediğine göre Sequoyah Çeroki dilinin sesli ve sesiz harflerin kombinasyonu ile oluştuğunu tespit etti ve uzun ve sabırlı çalışmalar sonucu 75 karekterin kombinasyonu ile Çeroki seslerini oluşturdu. (Bu alfabeyi ve harfleri kitabımızın diller bülümünde, Çeroki alfabesi panosunda bulabilrsiniz.)
Sequoyah bu çalışmalarını kısa sürede halkına açtı. Bu sayede önemli sayıda Çeroki insanı okumayı ve yazmayı öğrendi. Pek çok melez kızılderili zaten ingilizce okuma ve yazmayı biliyordu. Fakat Çeroki alfabesi gerçekten genç yaşlı herkesin kolayca okuyup yazabileceği bir dil oldu. Çok kısa bir sürede benimsendi, öğrenildi ve yayıldı.
1827 de Çeroki konseyi ulusal bir gazete çıkarabilmek için sermaye ayırdı. Sonraki yılın başlarında bir el baskı makinası ve alfabe karakterleri Bostondan deniz yoluyla daha sonrada Çerokilerin başkenti New Echota’ya ulaşmak için karadan 200 milden fazla yol katedilerek getirtildi.
Gazete Çeroki dili ve ingilizce olarak iki sütun halinde basıldı. Sütunların başında Çeroki diliyle “Tsa la gi Tsu lehisanunhi” İngilizce olarakta “Cherokee phoenix”(Çeroki Ankakuşu) yazıyordu.
21 şubat 1828 Birleşik Devletlerde basılan ilk kızılderili gazetesi oldu.

* ŞEF COCHISE - CHİRİCAHUA, Apache kabilesi
Cochise yaptığı şeylerle kendinden sonrakilerce takip edilen önemli bir şef olmuştur. O, diğer Apaçi liderleri gibi babasından sonra şef olmamış, bu makama kendisini yetiştirmesi ve üstün yetenekleriyle gelip, çevresindeki insanlara kendini kabul ettirmiş, nüfuz sağlamıştır. Törenler, kutlamalar özellikle dinsel nitelikli ayinler Apaçilerin yaşamında doğumdan ölüme kadar olan süreç içinde önemli bir parçadır. İnsanın ve kabilenin geleceği bu törenlerde önceden tesbit edilebilirdi. Cochise henüz 4 günlükken (4 sayısı Apaçilerin uğurlu sayısıdır. )bir şaman ya da büyücü onun için özel bir beşik yapmış (bu beşiğin özel adı “tosch”dur.) ve bu beşiğe bir torba içinde çiçek tozlarıyla, sinek kuşunun tırnaklarını koyarak Cochise’yi şeytanın gücüne karşı korumuştu. O konuşmayı öğrendiğinde ilk mocosinlerini giymesi için bir tören daha yapılmış, takip eden baharda da ilk saç kesme töreni yapılmıştı. Apache dininin önemli parçalarnı oluşturan şölenler, danslar ve şarkılar ileride şef olacak Cochise için tek tek uygulanıyordu.
Cochise’ya Apaçi dini ve inançları onları anlayacak düzeye gelir gelmez öğretilmişti. Ailesinden “Apaçi Tanrı”, “Usen”, “Beyaz Boyalı Kadın”, Suyun Çocuğu”, Dağ Baharı”gibi yerlilerin mitolojilerinde önemli yeri olan hikayeleri dinledi.
Apaçiler için tanrılar herşeydi. Ve Cochise tanrılardan pek çok armağan aldı, büyük yeteneklere sahip oldu , olacakları önceden tahmin edebilme becerisini aldı. Apaçiler onun tanrılardan aldığı bu hediyelerle iyi bir savaşçı ve lider olacağına inandılar. Apaçiler tanrıların pek çok çeşidi olduğuna inanıyorlardı. Bazıları iyi bazıları kötüydü. Tanrılar onların mücadelelerinin yanındaydılar. Bunu düşmanlara anlatmak ve kendi inançları için hayatta kalmak zorundaydılar. Bunun için de mücadele etmeleri gerekirdi.
Dağ tanrıları denen güçler Cochisa’nın topraklarında bir mağarada yaşarlardı. Apaçiler bu tanrıların koruma gücü olduğuna inanırlardı. Düzenledikleri törenlerle tanrılara yardım etmeyi amaçlarlardı. Belki onların yardımları birazcık ta olsa tanrıların işini kolaylaştırabilirdi.
Annesi ona pek çok şey öğretti. Her ne kadar diğer yetişkin erkekler gibi yemek, temizlik, odun toplamak gibi şeyleri yapmadıysa da öğrendi.
Cochisa bilimlerin önemine inanıyordu. Zamanı gelince tek tek dağları, taşları, geçitleri öğrendi, yaşadıkları bölgeyi inceden inceye tanıdı. O ne zaman hareket edeceğini, nasıl sezdirilmeden düşmana ve avına yaklaşılabileceğini, hangi tür derinin Apaçiler için kıymetli olduğunu, fakat avcılığın ne kadar zor olduğunu öğrendi. Ormanda otlayan bir geyik sesi işittiği zaman, sürünerek yanaşabilmeliydi. Ona yeterince yanaşılmazsa av yapılamazdı Eğer avına yaklaşmak istiyorsan en önemli şey buydu. Bütün bu özellikleri inceden inceye ve tek tek öğrendi. Bolca gözlem yaptı.
Cochisa 17-18 indeyken artık bir yardımcı savaşçı olmuştu. Onun adı Goci, sonra Cochise diye değişti. O düşmanlarının altından atlarını alabilecek kadar marifetliydi. Bütün yaşamında düşmanları arasında korku saçan ama kızılderililer ve arkadaşları arasında çok büyük bir savaşçı ve çok güvenilir bir insan oldu.
Apaçiler düşmanı tanımanın ona misilleme yapmaktan ve kan dökmekten daha önemli olduğunu anladılar.
Cochisa bir diplomat gibi insanlarının hakları için mücadele etti. Cochisa’nın tarihe geçmiş çok önemli sözleri vardır. O öldüğü zaman savaşcılarının birgünden daha uzun bir süre acılarını anlatan çığlıklar attığı söylenir. Federal hükümet Cochisa ölünce onun liderliğini yaptığı yerlilerle olan anlaşmayı bozdu ve onları dağlık ülkelerden boş, düz , kuru Arizona çölüne sürdü. Pek çoğu gitmeyi reddetti. Bunu reddedenler ise Florida’da hapsedildi, ya da Oklahoma’da tüberküloz ve diğer hastalıklardan öldüler. Pek çoğu ancak uzun yıllar sonra bulundukları kamplardan çıkarılıp topraklarına gönderildi.
Geronimo Apaçileri Apaçi değerlerine göre şekillendirdi, yönlendirdi. Onlar zorluklara cesaretle göğüs germeyi Geronimo’yla yeniden hatırladılar.
Chiricahua’lar mevsimlere göre sık sık yer değiştirirdi. Avcılık ve çiftçilik yapabilecekleri döneme ve yere göre göç yaparlardı. Eğer hiç yiyecek bulamazlarsa sık sık onlara yakın olan başka kabilelere saldırırlardı. Saldırmak ve kendine yapılanın öcünü almak bu bölge kabileleri arasında onurlu bir davranış biçimi sayılırdı.
Amerika’nın bu bölgelerine beyez yerleşimcilerin ulaşmasıyla, bölgeye de İspanyollar geldi. İspanyollar Hristiyandı ve Kızılderilileri köle olarak görüyorlar ve onlara hıristiyanlığı kabul ettirmek istiyorlardı. Geronimo’nun genç karısı ve çocuğu ispanyollar tarafından öldürüldü. Ve bir rivayete göre o öldürebileceği kadar beyaz öldürmeye yemin etti.
1876’da Amerika Ordusu Chiricahua’ları bir kızılderili kampına taşımayı denedi . Fakat Geronimo Meksika’ya kaçtı. O beyazlar tarafından korku saçan bir Apaçi olarak tanıtıldı. Yaptığı şeyler abartılı bir biçimde yansıtıldı. Askerler onu yakalayabilmek için çok büyük mücadeleler verdiler. Mücadelenin son 5 ayında 5000 asker ve 500 keşifci izlerini takip ederek Geronimo'ya ve kampına ulaştı. O ve adamları teslim olmaya zorlandılar. Ve sonunda yakalandı Arizona’ya geri gitmeyi umdu ama Geronimo ve adamları Florida St. Augustine’ye nakledildi. Nakledildikleri yerde çoğu sıtma ve tüberkülozdan öldü. Sıtma bu kıtada daha önce var olmayan bir hastalıktı.Beyazların kıtaya taşıdığı bu hastalık, yerlilerin bağışıklık sistemleri tarafından tanınmadığı için buna karşı dirençleri yoktu.
Geronimo bir daha büyük bir aşkla sevdiği topraklarını göremedi. Arizona’da yıllar sonra federal hükümetin hapsettiği kampta bir mahkum olarak öldü.

* Şef Washakie (wahsh'-uh-kee), Shoshoni kabilesi (1804-1900 )
Washakie (wahsh'-uh-kee) Wyomingdeki Doğu Shoshoni yerlilerinin şefidir. O savaşçılığı kadar beyaz keşifçilerle olan dostça ilişkileri ile de tanınmıştır. 1850 ‘lerde demiryolu yapımı için devlete yardım etti. Sorunları dostça çözmeye çalıştı. Dostluk ve barışla bütün sorunların çözülebileceğine inanıyordu. Fakat beyazlar onun bu barışcıl yaklaşımına daima savaşla ve yağmayla karşılık verdi. O bütün yaşamı boyunca halkının geleceği ve refahı için çalıştı.
“Beyaz adam bize verdiği sözü tutmuyor. Beyaz adam avlarımızı vuruyor, postlarımızı gaspediyor, sığırları otlaklarımızı tüketiyor. Sizin güçlü ve büyük hükümetiniz bizim haklarımızı savunmuyor. Onlar sözlerini tutmadı. Toprağımızı işlemek için aracımız yok. Ürünümüzü hasat edecek malzeme bırakmadılar. Hayvanlarımız hala güçsüz ve hala yiyeceğimiz yok. Gelişmek için okula ihtiyacımız var. Hala çocuklarımızın okulu yok.
--Tekrar söylüyorum hükümet sözünü tutmuyor!—
Büyük Şef ve Liderler

  • American Horse (Sioux)
  • Black Elk (Lakota)
  • Big Bear (Lakota)
  • Big Foot (Lakota)
  • Dull Knife (Cheyenne)
  • Fool Crow
  • Gall (Hunkpapa Sioux)
  • Little Wolf (Cheyenne)
  • Low Dog (Lakota)
  • Pontiac (Ottawa)
  • Pope (poh-pay) (Tewa Pueblo)
  • Quanah Parker (Commanche)
  • Rain-in-the-Face (Sioux)
  • Red Cloud (Lakota)
  • Red Jacket (Seneca)
  • Roman Nose (Cheyenne)
  • Santana (Kiowa)
  • Sequoyah (Cherokee)
  • Sitting Bull (Tatanka Iyotanka) Hunkpapa Sioux
  • Spotted Tail (Brule Sioux)
  • Standing Bear (Lakota)
  • Tamahay (Sioux)
  • Tecumseh (Shawnee)
  • Two Strike (Tashunkekokipapi) Sioux

Kaynak: Native Arts
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Keten Prenses - avatarı
Keten Prenses
Kayıtlı Üye
16 Nisan 2009       Mesaj #5
Keten Prenses - avatarı
Kayıtlı Üye
Kızılderililerin beyazlarla olan ilişkisi 16'ıncı yüzyılın başında Normandiyalı, Basklı ve Portekizli armatörlerin Newfoundland (Kanada) açıklarına morina balığı avcılığı yapmak için gelmeleri ve yerlilerle madeni eşya karşılığı kürk almaları biçimindeki değiştokuş ticaretiyle başlar, Kuzey Amerika'daki İspanyol, İngiliz, Hollanda ve Fransız varlığının karmaşık güç ilişkilerinde devam eder, 1753-1763 Fransa-İngiltere ve 1763 Fransız-Kızılderili Savaşı gibi topyekun muharebelerde şekillenir, İç Savaş öncesi Amerikan eyaletleri ile mücadeleye ve İç Savaş sonrası ABD hükümeti karşısındaki nihai yenilgiye varır.

ukiyoe014doolittle2pm9

Film karelerinden öğrenilen kahramanlık gösterilerinde yüzlerce kurşunun üzerine gözünü kırpmadan atılan görev adamları, düşsel bir dünyada doğaüstü becerileriyle şahlanan kostümlü kahramanlarına pek sık rastlanır, oysa 'kahramanlık' hikayelerinin ardında çoğu kez halkların acıları uzanır. Yine çoğu kez, bu acılara nüfuz etmek kolay olmaz, çünkü her dönemin 'çağdaş' iletişim kanallarının kalın sis perdesi, o puslu coğrafyadaki cılız sesi duyup da duraksamayan isteksiz ve kuşkucu kulakları kendi yalancı güneşiyle avutur. Kuzey Amerika Kızılderililerin tarihi bir 'kahramanlık' safsatasının değil, en azından bir 'direniş' yolculuğunun tarihidir. 1861'deki İç Savaş'tan sonra son federasyon askerinin de güney eyaletlerinden çekildiği sıralarda, yani beyaz adam toprağa ve tabii üretim güçlerine sahipken, yeni eyalet kanunlarıyla kağıt üzerinde 'özgür' ama gerçet hayatta çulsuz ve perişan olan Afrika kökenlilerin bir parça toprakta bir parça ekmek umuduyla akın akın Batı'ya, Kansas'a göç ettikleri yıllarda Kızılderililer için mengenenin son kertesi de kapanmak üzeredir. Tatanka İyotanka'nın (Oturan Boğa), 19 Temmuz 1881'de, açlık çeken ve donmak üzere olan, çoğu kadın ve çocuk 200 kişiyle birlikte teslim olmasını izleyen yıllar, Kızılderililerin direnişinin bir kıvılcımla parlayıp sonra da ebediyen söndüğü yıllardır.

"Büyük nehirdeki uzun yolculuğu gördüm ve ağladım."

greatspiritpv7

Yukarıdaki bu mısra, 1931-1932 yılında tehcir yolunda telef olan binlerce Çoktavın söylediği bir türkünün mısrasıdır. 1938-1939 kışında Yerli Bölgesi adındaki (bakınız Tehcir Yasası başlıklı kutucuk) tehcir bölgesine, komşuları Çoktavlar gibi sürülen yaklaşık 14 000 bin Çeroki, içlerinden 4 000 bini soğuk ve açlıktan öldüğünde, o uğursuz 1 600 kilometrelik yolculuğa, Doğu'dan Batı'ya zorla sürülen 90 kızılderili halkın ortak acısının adını koyar; 'Gözyaşı Yolculuğu'. Tehcir bölgeleri için bir örnek verilecekse bunun en iyi örneği Kaliforniya eyaletidir. Eyalette 1849'da 150 binden fazla olan yerli nüfusu 1870'te 30 binden daha aza düşmüştür. Oysa o kampların adı resmi olarak 'koruma' kampıdır, yani 'rezerveyşın' ve yıllarca Fransızca okunuşuyla her yerde bol bol söylenen rezervasyon kampı. Bir de 'isyankarlar' için askeri tehcir kampları vardır, Kızılderili İşleri Müdürlüğü'nün talimatının askeri uygulaması açıktır; kafa dansı yapmak, güneş dansı yapmak gibi ayinleri yapanlara, İngilizce öğrenmemekte veya konuşmamakta ısrar edenlere 10 güne kadar aç bırakma cezası verilmektedir. Madem ki beyaz asker yiyeceği verecektir, o halde Kızılderili ya uygarlaşmalıdır ya da ölmeli.
1940-1960 arası Navaholar için de zorlu yıllardır; bölgelerine (Rio Grande-Büyük Kanyon arası) göçmen Amerikalılar gelmiştir. Bu durumdan doğan anlaşmazlıklar sonucu 1863'te Albay Kit Carson komutasındaki ordu Navahoların üzerine gönderilir. O bölgede toplam mevcudu 8 000 olan Navaholar, New Mexico'ya 300 kilometre yürütülüp askeri tehcir kampında 4 yıl savaş esiri olarak tutulurlar. Ancak nüfuslarının yüzde 25'ini açlık, hastalık ve soğuktan kaybettikten sonra geri dönebileceklerdir.


İsyan kıvılcımından alev denizi çakar...

ukiyoe007terpning2eo8
1850'de beş Çakıltaş (Bu kabile kendisini 'Biz İnsanlar' olarak adlandırır, günümüzde tümüyle yok olmuşlardır) kızılderilisi Oregon'da isyan kıvılcımını çakar. Asılmadan önce Kızılderililere 'Misyonerlerimiz size, İsa'nın halkı için öldüğü öğretmedi mi' dendiğinde, Şef Tiloukaikt şöyle cevap verir:
'Evet, şimdi biz de halkımız için ölüyoruz'.
Hemen her yerde çakan kıvılcımlar bundan sadece bir yıl sonra Laramie Kalesi'nin önüne 10 000 kıvılcım olarak büyüyecektir; Lakotalar, Şayenler, Arapaholar, Şoşoniler, Kuzgunlar, Asininbuanlar, Beyazbalçıklar, Hidatsalar, Arikaralar... İlk Laramie Kalesi Anlaşması (1951) Lakotaların başı çektiği toplam 12 kabileyle imzalanır. Söz uçar yazı kalır denir ama beyaz adamın yazısının mürekkebi daha kağıda değmeden uçar. Kaliforniya'nın, köleliğin yasak olduğu Federasyon eyaletlerine katılmasından hemen sonra 1949'da ilk Altına Hücum devri başlar. Gelgelelim eyalet, 1950 Uzlaşma Yasası olarak da bilenen Kaçak Köleler Yasası ile aslında köleliği fiilen meşru kılar. Bu yasa daha sonra bölgedeki Kızılderililerin köleleştirilmesini sağlayacaktır. Bölgede sayısı iki yüze yaklaşan Kızılderili halkından yüze yakınından 500 reisle toplam 18 anlaşma yapılmıştır (16'sı 1951'de, ikisi de 1952'de). Bu 18 anlaşma Kızılderililere sadece 35 bin kilometrekarelik bir alan bırakır. Bu anlaşmalara daha sonra ne eyalet ne de federal hükümet uyar. Üstelik anlaşma yapılmayan yaklaşık 90 kadar kabile sonraları 'mevcudu tükendi' olarak anılacaktır. Yerine getirilmeyen anlaşmalara imza atıp atmamış olmak ne fark eder? Altına Hücum dönemiyle başlayan kıyım süreci sonucunda 1890'a gelindiğinde, bölgedeki Kızılderililerin baştaki 150-200 bin nüfusu 15 bine kadar düşmüştür. Bunu sadece rakamdan mı ibaret sayacaksınız?
1851'deki ilk Laramie anlaşmasına imza koyanlardan biri olan Yanıkten (bir Lakota klanı) Şefi Fetheden Ayı, Mormonlar'a ait bir ineği öldüren Lakota'yı almaya gelen Laramie Kalesi askerleri tarafından Ağustos 1854'te vurulur. Teğmen John Gratten, öldüren ineğin yerine Laramie Kalesi Anlaşması uyarınca inek vermek isteyen şefi dinlemeyip illa da Kızılderiliyi almak istemektedir. Şef, buna karşı çıkınca vurulmuştur. Lakotaların karşı ateşinde askerlerden sadece biri sağ kalır. Bunun üzerine Savaş Bakanlığı tarafından gönderilen Albay William Harney'nin (daha sonra General olacaktır) intikam ordusu, civardaki yaklaşık 5 000 Yanıkten ve Ogalalayı (ikisi de Lakota klanıdır) aramaya başlar. Ash Hallow'da ilk rastladıkları köyü basıp 86 kişiyi öldürürler, bunlardan 70'i kadın ve çocuktur. Beyaz adam, karşısında savaşçı bulamıyorsa en azından kadın ve çocukları öldürmek konusunda çok deneyimli olduğunu kıtaya ilk kez ayak bastığı yıllardan itibaren göstermiştir. Bu katliamdan kurtulanlardan biri daha sonra büyük bir Ogalala şefi olarak anılacak olan Kızıl Bulut'tur. Kızıl Bulut, 1866-1888 tarihleri arasında Amerikan güçlerine karşı en başarılı çatışmaları gerçekleştiren savaşçı ve önderdir. Onun liderliğindeki akınlarda, bir savaş şefi olan Çılgın At'ın adı, hem savaş meydanındaki olağanüstü mahareti ve cesareti hem de Lakota halkının geleneklerine sıkı sıkıya bağlı yaşamasıyla efsaneleşecektir. Kızıl Bulut, yerleşimciler ve madenciler Bozeman Geçidi'ni kullanarak Wyoming topraklarına daha rahat akabilsinler diye inşa edilen üç kaleye birden iki yıl boyunca yaptığı akınlarla ve çeşitli mevkilerdeki çatışmaları kazanmasıyla Amerikan hükümetini İkinci Laramie Anlaşması'na
zorlamıştır. Amerikan hükümeti üç kalenin ikisini yıkmış, bir diğerini boşaltmıştır. Amerikan hükümetine karşı savaş yürütüp başarılı olan ilk ve tek Kızılderili şefi odur.

Kazanılan son meydan savaşı

katliam

İkinci Laramie Anlaşması'ndan bir yıl önce, 1867'de, İç Savaş'ın bitişinin hemen ertesinde, binlerce yerleşimci Batı'ya doğru yola çıkmışken, ovalara barış getireceğini söyleyen Batı Orduları Komutanı General Sheridan da bufaloları avlamaya başlar, avlağı kurutunca Kızılderilileri bölgeden çıkarmanın daha kolay olacağını düşünmektedir. Aynı yıl, 'Tabip Yeri Deresi' denilen bir yerde (Kansas) Kiovalar, Komançiler, Apaçiler, Şayenler, Arapaholar ve daha niceleri barışı konuşmak için Kongre'nin görevlendirdiği komisyonla otururlar. Üç haftalık görüşmelerden sonra Kızıl Nehir'in güney ve kuzeyindeki yerleşim bölgeleri üzerinde uzlaşılır ve katılımcı kabileler imza atar. Demiryolunun ve beyaz yerleşimcilerin gelmeyeceğine, askeri karakolun uzak mevkide kurulacağı gibi maddeler üzerinde anlaşılır. Bundan bir yıl sonrası ise General Sheridan'ın görevlendirdiği General Custer'ın (tümgeneral) bir Şayen köyünde 100'den fazla erkek, kadın ve çocuğu da katlettiği yıl olur. Anlaşma koşullarını hiçe sayan hükümetin marifetiyle 1974'te, General Custer, Lakotaların kutsal saydığı Karatepeler'de askeri güzergah ve kale mevki için keşfe çıkar. Keşif birliğindeki iki 'madencinin' altın keşfetmesi ise bu kutsal topraklara beyazların akınını başlatacaktır. 1874-1875'te Tabip Yeri Anlaşması'na aykırı olarak başlayan beyaz yerleşimci ve asker istilasına karşı süregelen pek çok çarpışma Kızıl Nehir Savaşı olarak anılır. 1875'te federal hükümet Karadağlar için Lakotalar'a 6 milyon dolar önerir. Lakotalar 1868 Laramie Kalesi Anlaşması'na bağlı kalacaklarını söyleyerek teklifi reddeder. Bunun üzerine General Goerge Crook, General Alfred Terry ve Albay John Gibbon Lakotalar'ın üzerine gönderilir. Terry komutasındaki General Custer önce davranır, birliklerini ikiye böler ve Lakotaların ana kampına saldırmak üzere harekete geçer. Küçük Büyükboynuz Nehri'nde Lakota, Şayen ve Arapaho savaşçılarıyla karşı karşıya gelir. Tek bir askerin sağ kurtulduğu, yıldırım hızında bir çarpışma olur. Kızılderili kadınlar askerlerin cesetlerinin kol, baş ve bacaklarını koparırlar, öteki dünyada bütün halde dolaşamasınlar, dönüp tekrar savaşamasınlar diye... General Custer'ın cesedinin kulağına iğne sokarlar, daha iyi duysun diye: 'Sana söylememiş miydik Custer? Bir daha geldiğinde bebeklerimizin intikamını alacağız diye?' Sadece bir askerin öteki dünyaya bütün olarak gitmesine izin verirler; yerde bir asker yatmaktadır, borazanı sımsıkı kavramış olan kopuk kolu hala diğer elindedir, üstünde bufalo postu... Yüzülen kafa derisinin yerinde at kılından peruk vardır, gücünü öteki dünyaya taşısın diye.
Ne diyordu Beş Ulus'un (İrokua da denir; Dere Ulusu, Çeroki, Çiksav, Çoktav, Seminole) anayasasında? 'Toprak, bir uçtan bir uca, orada oturan insanların mülküdür. Ongwehonweh (bir yerin asıl halkı), sahiplenip yerleştikleri toprağın doğuştan sahibidir ve başka hiç kimse topraklarını onlardan alamaz. Bu yasa çok eski zamanlardan kalmadır. Yüce Yaratıcı bizi aynı kandan ve aynı topraktan yarattı. Farklı diller farklı ulusları oluşturduğundan, Yaratıcı farklı avlanma bölgeleri saptayıp aralarına sınır çekti. Yabancı ulustan biri Beş Ulus topraklarına gelip iltica etmek ve yerleşmek isterse, başvurduğu ulusun reisleri konukseverlikle yaklaşır ve onu ulusun üyesi yapar. Bu durumda o, aşağıda sayılanlar dışında her konuda ulusun diğer üyeleriyle eşit hak ve imtiyazlara sahip kabul edilir. Siyah boncuklardan yapılmış bir vampum kemeri (erguvan ve beyaz renkteki boncuk) kemeri, beş savaş reisinin silaha sarılma ve adamlarıyla işgale karşı direnme yetkisini simgeler. Böyle bir savaş, toprakları savunma savaşı olarak adlandırılır.' Evet, savaşlar kaybedilebilir ama bazılarının hikayeleri onurlarıyla birlikte hatırlanır.



Tehcir Yasası


hikaye10063

Amerikan hükümeti, 1820'lerde kızılderilileri, kendi belirlediği bölgelerde (rezervasyon kampları) yaşamaya zorlamaya başladı. 1824'te Kızılderili İşleri Müdürlüğü kuruldu ve aynı yıl ABD ordusu Oklahoma'da Kızıl Nehir'de Towson Kalesi ve Arkansas Nehri'nde Gibson Kalesi gibi ileri karakollar kurarak Çeroki ve Çoktav kabilelerini Güneydoğu'dan çıkarıp Mississippi'nin batısındaki yeni Yerli Bölgesi'ne gitmelerini sağlama görevini üstlendi. 1830'da Kızılderili Tehcir Yasası (The Indian Removal Act) Başkan Andrew Jackson'ın ateşli mücadelesi sonucunda Kongre'den geçti. Buna göre Doğu'daki bütün kabileler yurtlarını bırakıp Batı'da onlara ayrılmış olan topraklara yerleşecekti. İlerleyen yıllarda bütün kabileler, topraklarını, bulunduklar eyaletlere bırakan anlaşmalara imza koymak zorun kaldılar ve şu ya da bu şekilde toplama bölgelerine sürüldüler. Bunların öncesinde Johnson-M'Intosh (1823), Çeroki-Georgia Eyaleti (1831) ve Worcester-Georgia Eyaleti (1831) davaları önemlidir. Bu davalarda hukuki olarak ortaya çıkan en önemli sonuç Çerokilerin bir etnik halk olarak kabul edilmesi ve Georgia Eyaleti yasalarının Çeroki bölgesinde geçerli olamayacağının tescil edilmesidir. Elbette bu kararlar Başkan Andrew Jackson ve orduyu durdurmamıştır. Başkan Jackson ve Cumhuriyetçiler Kongre'yi ele geçirip 'Tehcir!' diye bağırırlarken, milli kahraman olarak saygı gören Tennessee delegesi Davy Crockett'in siyasi hayatı, Çerokileri desteklediğinden dolayı bitirilir.

Davy Crockett şöyle diyecektir: 'Dürüst olup lanetlenmeyi, ikiyüzlü olup sonsuza kadar anılmaya yeğlerim'.

Sonuçta 200'e yakın kabileden 90'ı Yerli Bölgesi olarak adlandırılan (bugünkü Kansas ve Oklahoma) bölgeye sürülmüştür.


Kim hangi silahı kullandı?

IdoSit4

Kızılderililer Amerikan ordusuna karşı sadece ok, yay ve mızrakla mı karşı koydular? Elbette hayır. Ancak 'tüfek kullandılar' dersek de büyük bir hata yaparız. Öncelikle şunu belirtmekte yarar var: Filmlere inanmayın. 1870'lere kadar Kızılderililer tüfeği etkin bir biçimde kullanamamışlardır. Tüfekleri, büyük çoğunlukla yerleşimcilere veya askerlere verdikleri baskınlardan ele geçirebildikleriyle kısmen kürk avcılarından aldıkları tüfeklerdir. Yani deyim yerindeyse, ana silahları ok haricinde tek tük 'ikinci el' tüfek kullanmışlardır. Üstelik Amerikan ordusunun artık ağır makineliler kullanmaya başladığı 1870'li yıllardan sonra bile ok ve yay savaş alanından büsbütün silinmemiştir. Ancak tüfek deyip geçmemek gerek. Amerikan ordusu iki tip tüfek kullanmıştır; seri atışlı Spencer, Winchester ve Henry ile tek atışlı Springfield. Ordu bir dönem seri atışlı Spencer'ı kullanmış daha sonra Springfield'e geçmiştir. Bu tüfek uzun yıllar Kızılderili savaşlarında ordunun ana silahı olmuştur. Bunun tek bir nedeni vardır; menzil. Seri atışlı tüfeklerin menzili tek atışlı Springfield'ın öldürücü menzilinden kısadır. Kızılderililerin seri atışlı tüfekleri ancak İç Savaş sonrasında geniş kapsamlı olarak kullanmaya başlamışlardır (savaş bitince ordu elde kalan tüfekleri silah tüccarlarına vermiştir). Şu örneği vermek yerinde olacak. Küçük Büyükboynuz Savaşı'ndan önce bir yıl süren çatışmalara topluca verilen ad olarak Kızıl Nehir Savaşı (1874-1875) üzerine Teksas Tarih Komisyonu'nun 1998'deki resmi verileri şunu ortaya koyuyor: Ordu, adı geçen savaşta 72 mm'lik Parrot topunun yanısıra dakikada 300 atış yapabilen Gatling makinelisini ilk kez kullanmıştır. Askerleride uzun menzilli ve tek atışlı Springfield tüfekleri varken, Kızılderililerin silahı ağırlıklı olarak kısa menzilli ve seri atışlı tüfek ile ok ve yaydır.


Efsane şefler ve özlü sözleri

indiensfromwwwmetacafecom7kq8
'İnsanlarım beyazlardan ne kadar uzak durursa içim o kadar rahat olacak. Sizin, insanlarıma okuma ve yazma öğretmenizi istiyorum ama yaşam biçimleri beyazlar gibi olmamalı, beyaz adam kötü kalpli, kötü bir hayatı var. Bir beyaz adam gibi yaşamaktansa bir kızılderili olarak ölmeyi yeğlerim.'
Lakota (Siu) şefi Oturan Boğa (Tatanka İyotanka)
'Beyazların dili, yanlış görünen doğru bir şey ve doğru görünen yanlış bir şey yaptıklarında nasıl da yumuşuyor.'
Seuk Şefi Kara Şahin (Makataimeshekiakiak)

'Hiçbir kabilenin, değil yabancılara, birbirlerine bile yurtlarını satmaya hakkı yoktur. O halde havayı, denizleri, dünyayı da satın! Kutsal Ruh bu dünyayı, biz çocuklarına bağışlamadı mı?'
Şavni Şefi Tecumseh

'Özgür bir adam, bir yere kapatılıp, istediği yere gitme özgürlüğünden mahrum edilmekten memnun olacağını beklerseniz nehirlerin tersine akmasını da bekleyebilirsiniz.'
Nimipu (Nez Perce) Şefi Şef Joseph (Hinmahtooyahlatkek, Amerikan basını ona Kızıl Napolyon demiştir)

'Biz zengin olmak istemiyoruz, barış ve huzur istiyoruz. (1875'te Karadağlar için önerilen 6 milyon dolardan sonra söylemiştir)

'Neden bize, bizi soymaktan ve elimizdekileri almaktan başka bir şey yapmayan hükümet temsilcileri gönderiyorsunuz?'
Ogalala-Lakota Şefi Kızıl Bulut (MakhpiyaLuta)
Hikariya Apaçilerinin bir efsanesi: Ateşin kökeni
Eski zamanlarda ağaçlar konuşurdu. İnsanlar, ateşleri olmadığından, ağaçları yakamazdı. Ateş, sonunda tilki sayesinde bulundu. Bir gün tilki, onlar gibi ses çıkarmayı öğrenmek için kazların yanına gitmişti. Kazlar bunu tilkiye öğreteceklerini söylediler, fakat bunun için onlarla birlikte uçması gerekiyordu. Tilkiye uçması için kanat verdiler ve uçarken gözlerini açmamasını tembihlediler. Kazlar havalanınca, tilki de onlarla beraber uçtu. Karanlık çöktüğü sırada ateşböceklerinin yaşadığı çitle çevrili bir yerin üzerinden geçiyorlardı. Ateşböceklerinin parıldayan ışıkları gözkapaklarından içeri sızınca, tilki gözlerini açıverdi. Birden kanatları onu taşımaz olmuştu. Çitlerin arasına, ateşböceği yuvalarının olduğu yere düştü. Tilki, ne olduğuna bakmaya gelen iki ateşböceğine, çitlerin dışına nasıl çıkabileceğini söylemeleri için ardıç yemişinden birer kolye verdi. Ateşböcekleri de tilkiye, emir verilince, çitlerden geçmek isteyenlere eğilip yardım eden bir sedir ağacı gösterdi. Akşam olunca tilki, ateşböceklerinin su içtiği pınara gitti. Orada boya yapmaya yarayan bir renkli toprak buldu. Bununla kendini beyaza boyadı. Ateşböceklerinin yanına döndüğünde, bir şölen vermeleri gerektiğini söyledi. Dans edip eğlenmeliydiler, Üstelik onlara bir davul da yapacaktı. Ateşböcekleri tilkinin önerisini kabul edip, büyük bir şölen ateşi yakmak için odun toplamaya koyuldular. Topladıkları odunları kendi korlarıyla tutuşturdular. Şölen başlamadan önce, tilki, kuyruğuna sedir kabuğu şeritleri bağladı. Sonra da o güne kadar görülmemiş bir davul yaptı. Davulu çalmaya başladı, çalmaktan sıkılınca da ateşböceklerinden birine verdi. Ateşin yanına geçip oturdu. Kuyruğunu da ateşin içine soktu. 'Ben bir büyücüyüm' dedi tilki, 'benim kuyruğum yanmaz.' Yine de gözünü kuyruğundan ayırmadı. Kuyruğuna bağladığı sedir kabukları iyice tutuşunca, 'Burası amma da sıcakmış, yol verin de serin bir yere gideyim' dedi. Tilki kuyruğunda ateşle kaçarken, ateşböcekleri 'Dur, yolu bilmiyorsun, geri dön' diye bağırıyorlardı. Tilkiyse 'Eğil ağacım, eğil' diyerek dosdoğru sedir ağacına koştu. Ağaç eğilip onu çitin diğer tarafına geçirdi. Çalılar ve ağaçlar, tilkinin kuyruğundaki sedir kabuklarından sıçrayan kıvılcımlarla tutuşup yanmaya başlamıştı. Yangın hızla dünyaya yayıldı. Tilki koşmaktan yorulunca, ateşi şahine verdi. Şahin de ateşi bir süre taşıdıktan sonra kızıl turnaya verdi. Turna güneye doğru uçtu, fakat ulaşamadığı bir ağaç kaldı. Bu ağaç günümüzde de yanmaz. (Hirakiya Apaçilerinin dilinde bu ağacın bir adı yoktur.) Ateşböcekleri tilkiyi inine kadar takip etmişti. Tilkiye, ateşi onlardan çalıp dünyaya yaydığı için, ceza olarak onu asla kullanamayacağını söylediler.

Kafa derisi yüzmek
Beyazlar kafa derisi yüzen Kızılderilileri 'vahşi' olmakla suçlar. Bir de işin diğer tarafına bakalım. BirKızılderili savaşçısı için düşman 'aşağı' değildir. Öldürdüğü hasmının kafa derisini yüzen Kızılderili, hasmının 'gücünü' aldığına inanır.

Kara Ağızlar ve Köpek Askerler
Yanak ve çenelerini siyaha boyayan Şayenlerin Kara Ağızlar'ı ve Lakotaların Köpek Askerler'i en ünlüleriydi. Köpek Askerler, kabilenin en son savunma hattını oluşturduğundan dolayı çok saygı görüyordu. Ucu yerde sürünen bir kuşak ve kutsal bir ok taşıyorlardı. Yalnızca üyelerinin söyledikleri ve sadece ölümle yüzyüze gelindiğinde söylenebilen bir şarkıları vardı. Ölümü hiçe sayan savaşçılardı.

BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Quo vadis?
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
29 Mayıs 2009       Mesaj #6
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
kzlderilikabilelerilist

Orjinal Boyut İçin Üzerine Tıklayınız
BEĞEN Paylaş Paylaş
Bu mesajı 1 üye beğendi.
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
The Unique - avatarı
The Unique
Kayıtlı Üye
31 Mayıs 2011       Mesaj #7
The Unique - avatarı
Kayıtlı Üye
200px Big Mouth Spring
Bir Kızılderili Savaşçısı
2007 yılının Aralık ayında, en önemli Kızılderili kabilelerinden biri olan Lakota Siyuları ABD vatandaşlığından çekildiklerini ve kendi devletlerini kuracaklarını ilan etmişlerdir. Toprakları beş ayrı ABD eyaletinin sınırları içerisinde olan Lakotalar'ın bu girişiminin sonuçları henüz kesinleşmemekle birlikte, Kızılderililerin büyük soykırımdan bu yana ilk bağımsızlık girişimleri olarak tarihe geçmiştir.

ABD yayılmacılığı altında yok olan kabilelerin ürünlerde yaşayan isimleri
ABD'liler ise tüm dünyaya pazarladıkları ürünlerinden birkaçına Kızılderili kabileleri isimleri vermiştir. Örnek olarak:
  • Cherokee: Chrysler tarafından üretilen bir Jip
  • Apache: ABD Hava Kuvvetleri tarafından üretilen bir Helikopter markası, bir bilgisayar donanım ürünleri üreten marka, bir server ismi,
  • Comanche: ABD Hava Kuvvetleri tarafından üretilen bir Helikopter Markası, Chrysler'in ürettiği bir kamyonet modeli.
  • Pontiac (Ünlü Kızılderili Şefi): 80’li yılların ABD kaynaklı en meşhur spor araba markalarından biri
  • Cayenne: Porsche’nin ilk kez ürettiği Jip’e verdiği isim
  • Fox: ABD’de bir TV kanalı
  • Black Hawk : Helikopter markası
  • Kentucky: Kökeni; Iroquois Kızılderililerinin kullandıkları dilde “ken-tah-ten” sözcüğünden gelen ve “Yarının Ülkesi” anlamına gelen kelime. Aynı zamanda tüm dünyaya yayılmış bir restoranlar zincirinin ismidir. (Kentucky Fried Chicken).
Kızılderili ve Türk dillerinde kullanılan ortak kelimeler
Kızılderililer
Koloni Dönemi ve Kızılderililer
Avrupalı kaşifler Amerika'ya geldiğinde, Amerika'da yüzlerce farklı kabile bulunmaktaydı. Bu kabilelerden bir çoğu ortak bir dili ve kültürü paylaşıyorlardı. Önce İspanyol asıllı denizciler İspanyol Kraliçesi adına bu topraklara ayak basmış daha sonra başta İngiltere olmak üzere diğer Avrupa sömürgeci devletleri de aynı rotayı izleyerek Amerika'ya askerlerini, kaşiflerini göndermişlerdir. Avrupalı beyaz adamın şiddet düşkünlüğünden haberdar olmayan yerliler onları sevinçle karşılamış, ellerindeki altın vs. gibi şeyleri onlarla paylaşmak istemişler ancak sömürge güçlerinin baskısı hatta katliamı altında soykırıma uğramışlardır.
13 Haziran 2008'de Kanada Başbakanı Stephen Harper, Kanada Parlamentosunda düzenlenen bir törende Kızılderililerden resmen özür dilemiştir.


Vikipedi, özgür ansiklopedi
Bir bildiğim varsa hiç bir şey bilmediğimdir. (:
Jumong - avatarı
Jumong
VIP VIP Üye
31 Ekim 2011       Mesaj #8
Jumong - avatarı
VIP VIP Üye
Navaho
Vikipedi, özgür ansiklopedi

Navaho (veya Diné), ABD'nin çoğunlukla New Mexico eyaletinde yaşayan aynı isimli kabileye ait Kızılderililerin adı. ABD'deki en kalabalık Kızılderililer olup Navahoca konuşurlar. Kanadalı araştırmacı Ethel G. Stewart, 250 bin nüfuslu Navaho kabilesinin Orta Asya Türkleri'nin konuştuğu Atabaşkan dilini konuştuğunu gösterdi.

270px Navajo flagsvg
Yaşam yerleri

Navaholar coğu Kızılderililerin aksine şimdiki oldukları yere beyazlar tarafından zorla getirilmemişlerdir. ABD hükümeti tarafından tanınan Navaholara bugün Birleşik Devletlerin kuzey batısında yaklaşık 69.000 km² büyüklüğünde toprak verilmiştir.

Navahoların doğuşu

Navahoların ne zaman Asyadan Kanadaya ordanda bugünkü oldukları yere geldikleri tam olarak belli degildir. Tahminlere göre M.Ö. 900 ile M.Ö. 1000 yılları arası bu bölgeye yerleştikleri düşünülmektedir.

19. yüzyıl Navaholar

1848 yılında Meksika, güneybatıyı Amerika Birleşik Devletleri'ne bırakınca Navaholarla olan sürtüşmeler arttı. Navaholar, İspanyol, Pueblo ve beyaz Amerikalıların yerleşim bölgelerine saldırmaya başladılar. Bu arada beyazlar Navaho topraklarını istilâ etmekle meşguldüler. Daha sonra Birleşik Devletler orduları Navaho topraklarına baskınlar düzenlemeye başladılar ve çeşitli yerlerde askeri karargâhlar kurdular. Nihayet, federal hükümet, Navahoları, Yeni Meksika'nun doğusunda Bosque Rodendo'da "rezervasyon" adı verilen Kızılderililere ayrılmış bölgeye yerleştirmeyi kararlaştırdı. 1863 yılında Albay Kit Carson yönetiminde bir grup asker Navaho topraklarına girerek çiftliklerini ve sürülerini yok etmiş ve 800 Navaholuyu da Bosque Rodendo'ya sürmüştür. Tarihte bu, "Uzun Yürüyüş" olarak bilinir.

Kültür
  • Navaholar halı ve kilimleriyle de bilinir.
Dil
  • Navaholar, Atabask dilleri içerisindeki bir dil olan Navaho dilini konuşmaktadır. II. Dünya Savaşı'nda Amerikan ordusu zorlu kriptolama yöntemlerine bir çözüm olarak Navaho dilini kullanmıştır.
Arizona eyaletinde eski Fort Defiance (Navaho dilinde: Tséhootsooí) yakınında Navaholar (1873)
497px Navajofamilya
Bir Navaho, maske ve vücut boyama içeren tören kıyafetiyle (1904)
492px ZahadolzhC3A1  Navaho
Navaho kilimi
433px Navajo rug
🌘 🚀
Avatarı yok
nötrino
Yasaklı
11 Nisan 2018       Mesaj #9
Avatarı yok
Yasaklı

Kızılderililer ve Kızılderili Kültürü!


Çok yaygın olan kanaatin tersine Kızılderililer, kırmızı ırktan insanlar değildir. Onlara bu adın verilmesi, eskiden Kızılderili savaşçıların yüz ve vücutlarını kırmızıya boyamalarından kaynaklanır. Kızılderililer gerçekte sarı ırktan olan insanlardır.

Kızılderililer bugün eski saldırgan tutumlarını ve savaşçılıklarını bırakmışlar ve Amerikan toplumunun uysal bir üyesi olmuşlardır. Geleneklerini muhafaza etmiş olan bazı Kızılderili kabileler ABD'nin kendilerine ayırdığı bazı özel bölgelerde yaşamaya devam etmektedirler. Soyu yavaş yavaş tükenmekte olan Kızılderililerin genel uğraşları ise tarım ve hayvancılıktır.

Kaynak: AnaBritannica

Benzer Konular

24 Şubat 2013 / Misafir Soru-Cevap
17 Mayıs 2012 / Ziyaretçi Soru-Cevap