1. KUR’AN-I KERİM’İ ANLAMALIYIZ [234]
Kur’an-ı Kerim’in anlaşılması gerektiğini iki alt başlık altında açıklamaya çalışacağız. Birinci alt başlıkta geleneksel İslami anlayışın Kur’an-ı Kerim’e nasıl yaklaştığını, ikinci alt başlıkta ise, sağlıklı bir Kur’an anlayışı oluşması için Kur’an-ı Kerim’in nasıl okunması gerektiği konusunu açıklamaya çalışacağız.
Geleneksel İslami anlayış, Kur’an-ı Kerim’e nasıl yaklaşmıştır?
Allahu Teala, hidayete götürücü bir rehber olarak gönderdiği kitabının herkes tarafından anlaşılmasını istemiştir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim’de her şeyi çeşitli misallerle [235] ve geniş geniş açıklamıştır. [236] Yüce Allah, Kur’an’ın öğüdünden herkesin faydalanabilmesi için O’nun anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. [237] Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayet O’nun anlaşılır bir kitap olduğundan bahsetmektedir. [238] Bu ayetlerde; bilen, anlayan ve düşünen kimseler için ayetlerin geniş geniş açıklandığını, aklını kullanan fertlerin ve toplumların O’ndan kolaylıkla faydalanabilecekleri açıklanmaktadır.
Ancak Kur’an-ı Kerim’in açık ve anlaşılır bir kitap olduğunu açıklayan Kur’an ayetlerine rağmen, bazı kesimler, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasının nerdeyse imkansız olduğunu iddia etmişlerdir. [239] Bu kesimlerin bazıları, Kur’an’ı birkaç müfessir ve birkaç mezhep imamı dışında kimsenin anlamasının mümkün olmadığını, O’nu anlamaya çalışanların sapıtacağını iddia etmişlerdir. Geleneksel İslami anlayışın büyük bir çoğunluğu yukarıdaki görüşleri savunmaktadır. Bize göre, bu iddianın sahipleri bilinçsizce Allah’a iftira etmekte ancak bunun farkına varamamaktadır. Çünkü; insanlara anlayamayacakları bir kitabı gönderip, daha sonra o kitaptan hesap sormak bir zulümdür. Böyle bir zulmü yapmaktan yüce Allah’ı tenzih ederiz. Allah’a zulüm isnad etmenin, O’na iftira atmaktan başka bir şey olmadığı ortadadır. Allah’a iftira atarak, O’nun kitabının anlaşılmaz bir kitap olduğunu iddia edenler, bu iddialarına daha doğrusu iftiralarına bazı uydurma rivayetleri delil getirmişlerdir. Bu rivayetler yüzünden Müslümanlar Allah’ın kitabından uzak kalmış, hatta sapıtırız diyerek O’nu ellerine almaya bile cesaret edememişlerdir. Bir ayetin yüzlerce hatta binlerce anlamının olduğunu anlatan rivayetten tutunda, sadece besmelenin yedi deve yükü kitap olacak kadar anlamı olduğunu anlatan rivayete kadar yüzlerce rivayet uydurulmuştur. Bu tür rivayetler; sahabe, tabiin ve diğer bilinen alimler adına uydurulmuş rivayetlerdir. Bu rivayetler “büyük alimler bile, “İslam’dan bildiğimiz denizden bir damla” demişlerse, demek ki biz dinimizi anlayamayız.” Önyargısı oluşturmak için uydurulmuşlardır. Kafalarına anlayamayız önyargısı yerleştirilen Müslümanlar, daha sonra da anladıkları iddia edilen kişileri taklide özendirilmişlerdir. Bize göre de, ben anlayamam önyargısıyla Kur’an’a yaklaşan ve taklitçilikten başka çıkar yolu kalmayan kişilerin, O’nun ayetlerini düşünüp anlaması mümkün değildir.
Kur’an ısrarla rehber, yol gösterici, uyarıcı, açıklayıcı, kolaylaştırılmış bir kitap olduğunu açıklamasına rağmen, bu zihniyet, O’nun şifrelerle dolu, karmaşık ve anlaşılamaz bir kitap olduğunu iddia etmişlerdir. Bu zihniyetin yüzünden Müslümanlar, Allah’ın kitabından gereken faydayı sağlayamamış, mezheplerin ihtilaflı meseleleriyle uğraşıp durmuşlardır. Bu zihniyet; nasih-mensuh, muhkem-müteşabih gibi meseleleri bilmeyenlerin meal okuduklarında yanlış anlayacaklarını ve sapıtacaklarını belirtmişlerdir. Bize göre, nasih-mensuh, muhkem-müteşabih gibi meseleleri bilmemek Kur’an’ın mesajını anlamaya engel değildir. Alimlerin görevi; okuyup anlamaya çalışanların önünü tıkamak değil, onlara yol göstermek olmalıdır. Onlar, “Okumayın yanlış anlarsınız” diyeceklerine “şu şartlara riayet ederek okursanız, daha iyi anlarsınız” diye yol göstermelidir. Eğer böyle bir yolu bilmiyorsa en azından susmayı tercih etmeli, bilenlerinde yolunu tıkamaya çalışmamalıdır. Kendileri bir yol göstermediği halde, O’nun şifrelerle dolu karmaşık bir kitap olduğunu iddia eden alimlere “saptırıcılar” diyebiliriz. Çünkü, bunlar insanları Allah’ın kitabını anlamaktan alıkoymaya çalışmaktadırlar. Biz; mükellef olmayan zeka özürlülerin, önyargılarından sıyrılamayan zihin tembeli bazı mukallitlerin ve önyargılarından kurtulamayan İslam düşmanlarının dışındaki herkesin O’nun mesajını anlayabileceklerine inanıyoruz.
Kur’an-ı Kerim,de herkesin kolayca anlayabileceği bir üslup kullanılmıştır. Bu sebeple O’nu, bir alimde, mükellef olan bir cahilde kolayca anlayabilmektedir. İslam dinindeki, temel İslami akideler ve dini yükümlülükler, toplumdaki zayıf-güçlü, zeki-kalın kafalı, okumuş-ümmi, büyük-küçük herkesin güç yetirebileceği müşterek bir seviye esas tutularak insanlara sunulmuştur. [240] İmam Şatıbi: “Şeriat muhataplarının belli bir ilim, tahsil ve ihtisasa ihtiyaç duymadan anlayabilecekleri ve tatbik edebilecekleri şekilde gelmiştir.” Diyerek Kur’an’ın herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabileceğini beyan etmiştir.
Kur’an-ı Kerim; kıyamete kadar yaşayacak olan insanların dini, hukuki ve ahlaki ihtiyaçlarına cevap verebilecek ilahi bir kitaptır. Bu kitap’ta, değişik yer, ve zamanlarda yaşayan ve ilmi seviyeleri birbirinden çok farklı olan muhataplara hitap edilmiştir. O’nu İlim ve teknikte derecesi ne olursa olsun her devrin insanı kendi kapasitesine göre anlamış ve O’ndan kendisine faydalı olabilecek öğüt ve uyarıyı almıştır. Ancak O’nun bazı ayetlerini ilk Müslümanlar kendi konumlarına göre anlarken, günümüz Müslümanları daha farklı bir şekilde anlayabilmektedir. Bazen O’nun aynı ayetlerini farklı muhataplar farklı farklı anlayabilir. Ancak her iki muhatapta kendi anladıklarıyla Kur’an-ı Kerim’den faydalanmış olurlar. Mesela: Allah’ın su ile çeşit çeşit bitkiler bitirdiğini anlatan ayetleri bir çiftçi ile bir botanikçi farklı boyutlarda anlayacaktır. Çiftçi okuduğu ayetlerden bir bitkinin Allah’ın dilemesiyle nasıl yetiştiğini anlayarak Allah’ın ilminin büyüklüğünü anlarken, botanikçi çiftçinin anladığının aynısını farklı boyutta anlayacaktır. Botanikçi bir bitkinin büyümesi denince; bitkilerin yaptıkları fotosentezi, bitkilerin topraktaki mineral ve elementleri seçerek almasını ve bunlardan çeşitli kimyevi maddeler yapmasını hayranlıkla izleyecektir. Fizik, kimya ve biyoloji ilminin temel esaslarını bir bitkinin bilemeyeceğini bunları büyük bir ilme sahip olan Allah’ın bildiğini ve O, dilediği için bitkilerin büyüdüğünü anlayacaktır. Dikkat edilirse, aynı ayetleri farklı muhataplar farklı anlamakla birlikte, ondan aynı mesajları çıkarmaktadırlar.
Allah’ın göndermiş olduğu bu kitabın mesajının anlaşılması için, O’nun bütün ayetlerinin tam olarak bilinmesi ve anlaşılması gerekmez. Çünkü, bu kitabın içerisinde mesajın anlaşılması için bilinmesi şart olan bazı muhkem ayetler olduğu gibi, yine direkt olarak mesajın anlaşılması için gerekli olmayan bazı müteşabih ayetler de vardır. Mesajı anlamakla yükümlü olan Müslümanların, O’nun müteşabih ayetlerini bilmesi gerekmemektedir. Çünkü, sadece mesajın anlaşılması için gerekli olan muhkem ayetleri bilseler yine de onlar için yeterli olacaktır. Bilindiği gibi, mesajı açıklayan muhkem ayetlerden çıkartılan, itikadi yükümlülükler herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Eğer böyle olmasaydı, insanların kendilerini düzeltmeleri mümkün olmazdı. Bize göre itikadi konuları iki gruptur. Birinci grup herkesin bilmekle yükümlü olduğu temel akidelerdir. Bunu meal okuyan herkes kolayca anlayabilir. İkinci grup ise, herkesin bilmeye güç yetiremeyeceği, Kur’an üzerinde sıkı çalışmalar yapmakla öğrenilebilecek bilgilerdir. Birinci grup itikadi bilgiler üzerinde, sahabe, tabiun ve sonradan gelen tüm İslam alimleri ittifak etmişlerdir. Mesela; Allah’ın kitaplar ve peygamberler göndererek insanları uyarıp, onlara yol gösterdiğini kabul etmeyen hiçbir Müslüman olmamıştır. İkinci grup itikadi bilgiler üzerinde sahabe döneminden günümüze kadar farklı yorumlar yapılmıştır. Bu konuları her müslümanın tam olarak bilmesi hem mümkün değil, hem de gerekli değildir. Mesela; Allah’ın zat ve sıfatlarıyla alakalı bazı ayetler te’vil edilmeli mi, yoksa edilmemeli mi? Konusunda selef ve halef alimleri arasında farklı yorumlar ortaya atılmıştır. Bize göre, Kur’an-ı Kerim’i araştırmaya yeni başlayan bir mükellef hiçbir zaman bu tür konuları irdelememelidir. Aksi takdirde, bu kişi Kur’an’dan bir şeyler öğreniyorum derken, O’nun asıl gerekli olan mesajından uzaklaşmış olur. Bu yüzden, gayretimizi mesajı anlamaya sevk edecek muhkem ayetler üzerine yoğunlaştırmalıyız. Eğer ihtilaflı müteşabih ayetler üzerinde tartışır durursak, hem onları hem de onları anlayabilmenin ön şartı olan muhkem ayetleri anlamamız mümkün olmaz.
Sonuç olarak; yüce Allah ayetleri üzerinde düşünmemiz ve anlamamız için bir kitap indirmiştir. [241] Bu kitap, kulların anlayamayacakları bir kitap değildir. Çünkü, Allahu Teala insanlara anlamayacakları bir kitabı gönderip de, onları, O kitapla imtihan etmez. Allah adalet sahibidir, hiçbir zaman kullarına zulmetmez. [242] Bazı insanların bunun tersini iddia etmeleri şeriatın özüne tamamen aykırıdır. Bizim inancımıza göre; Allahu Teala kullarına gücünün üstünde bir teklif yüklemediği gibi [243] onlara dinde bir zorluk ta yüklememiştir. [244] Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız, Kur’an-ı Kerim anlaşılır gerçeğine ve bu görüşümüzün kaynağını oluşturan onlarca Kur’an ayetlerine rağmen, gelenekçi Müslümanların büyük bir çoğunluğu Kur’an’ın kolay anlaşılamayacağını iddia etmişlerdir.
Şimdide bu zihniyet sahiplerinin Kur’an’ı anlamadan okumanın karşılığında sevap alınıp alınmayacağı hakkındaki görüşlerine bir bakalım. Ehli Sünnetliği kimseye bırakmayan bir büyük gazetenin “Bir Bilen” imzasıyla yayınlanan bir fetvasında “Kur’an’ı Arapça bilmeden yani anlamadan okumanın sevap olup-olmadığı”nı soran okuyucusuna verdiği şu cevap, bize bu konuda çok şeyler söylediği kanaatindeyiz. “Bir bedevi, rüyasında Allah’ı görmüş(!) ve O’na, Kur’an okumanın sevap olup olmadığını sormuş. O da “tabii ki sevaptır” demiş. Bu kişi daha ileri giderek: “Okuyan, Kur’an’ın dilini bilmezse, yine sevap var mı? Demiş, Allah’ta: “Elbette sevabı vardır” demiştir.(!) [245] Biz bu tür hikayelere itibar etmiyoruz. Biz, Kur’an-ı Kerim’i okumanın anlayarak olması gerektiğine inanıyoruz. [246] Kur’an’ın indiriliş gayelerini dikkate aldığımızda; O’nun anlaşılmadan okunmak için değil, tam tersine anlayarak okunmak için indirildiği görülecektir. Bu yüzden O’nun mesajının anlaşılması için büyük bir gayret sarf etmeliyiz. Ancak şunu belirtelim ki; günümüz Müslümanlarının büyük bir çoğunluğu, ticaret hayatlarında daha çok kazanabilmek için harcadıkları zaman ve enerjinin, çok az bir kısmını Allah’ın mesajlarını anlamak için harcamamaktadır. Hatta kendilerinin İslam davetçisi olduğunu sananların bile, Kur’an’ı anlamak için sarfettikleri çaba, geçici dünya hayatında zengin olmak için harcadıkları çabanın çok çok gerisinde kalmaktadır. Biz müslümanlar, ölüm bize gelmeden dünya için çalıştığımız zaman dilimiyle, Ahiret için çalıştığımız zaman dilimini karşılaştırıp kendi halimizin muhasebesini yapmalıyız. Aksi takdirde ilahi imtihanı kaybedeceğimiz kesindir.
Hz Peygamber ve sahabe döneminin başlarında Dünya ve Ahiret dengesi sağlam bir şekilde kurulmuştu. Zaman ilerledikçe çeşitli sebepler yüzünden Dünya ve Ahiret dengesi dünya lehine ve ahiret aleyhine gelişti. Hz peygamber ve sahabe döneminin başlarında yaşayan sahabeler Kur’an’ı okuduklarında anlıyor ve anladıklarıyla da amel ediyorlardı. Daha sonra anlamadan okuma ve ezberleme geleneği ortaya çıktı. Yüzyıllardan beri devam eden anlamadan okuma geleneği günümüzde de devam etmektedir. Bu gelenek Kur’an’ın anlaşılmamasının en başta gelen sebebidir. Şimdi hem bu geleneğin nasıl oluştuğunu, hem de sahabe döneminde, Hülefa-i Raşidin döneminde ve günümüzde Kur’an’ın nasıl okunduğunu açıklayalım.
a. Asrı saadette Kur’an-ı Kerim nasıl okunuyordu? Asr-ı saadette [247] anlamadan Kur’an okuma ve ezberleme diye bir şey yoktu. Sahabelerin büyük bir çoğunluğu, Kur’an;ı Kerim’in dili olan Arapça’yı bildiklerinden, onların Kur’an okuduklarını belirten her rivayet, O’nun anlaşılarak okunduğunu göstermektedir. Bazı hadislerde sahabelerin okudukları Kur’an surelerinden bahsedilmektedir. Dikkat edilirse buradaki okuma günümüzdeki gibi anlamadan okuma değil, aynı dili konuşan sahabenin Allah’ın ayetlerini anlayarak okumasıdır. Bu gerçek günümüzde bilinmediğinden, Kur’an okumanın karşılığında alınacak sevapları kazanmak isteyen birçok kişi; rivayetlerde geçen sureleri okumakta ancak okudukları ayetlerin manalarını anlamamaktadır. Manasını anlayamadığı ayetleri okuyan okuyucular, ayetleri okumakta, ancak okudukları ayetlerin hükümlerine göre amel etmemektedirler. Halbuki sahabelerin Kur’an okuduklarını anlatan rivayetlerden sahabelerin, Kur’an’ı; acele etmeden, manası üzerinde düşünerek ve amel etmek için okuduklarını, okudukları ayetlerdeki ikazları nefislerinde duyup, hemen o ayetlerin gereğini yaptıklarını, ayetleri okurken bazen ağlayarak bazen ürpererek, yani hissederek okuduklarını anlıyoruz. Demek ki, Asrı saadet’te, Kur’an okumak; günümüzde olduğu gibi sadece lafız olarak okumak ve ezberlemek değil, manayı öğrenerek yaşamak demekti.
b. Hulefa-i raşidin döneminde Kur’an-ı Kerim nasıl okunuyordu? Hulefa-i raşidin: [248] döneminde de, Asrı saadette olduğu gibi Kur’an-ı Kerim anlaşılarak okunuyordu. O dönemde de okumaya çok önem verilirdi. O dönemde, Kur’an-ı Kerim’i öğreten çeşitli Kurralar vardı. Bu kurralar; gittikleri her yerde, derhal ders halkaları kurar, eğitim öğretim faaliyetlerine başlarlardı. Bu dönemdeki Kur’an öğretmeye giden kurralar; gittikleri yerlerde ayetleri azar azar öğretmiş ve insanlara amel etmelerini tavsiye etmiştir. Onlar, Kur’an okumaktan kastın; ezberlemek veya anlamadan okumak değil de, anlamak ve yaşamak olduğunu en iyi bilenlerdendi. Hülefa-i raşidin döneminden daha sonra yavaş yavaş anlayarak okumadan, anlaşılmadan okuma geleneğine geçildi. Daha sonraki Emeviler döneminde [249] de anlamadan okuma geleneği hızla yayıldı.
c. Hulefa-i raşidin döneminden sonra Kur’an-ı Kerim nasıl okunuyordu? Sahabe döneminde, aynı inancı paylaşan insanların, Cemel, Sıffin …vb savaşlarda birbirlerine kılıç çektikleri bilinen bir gerçektir. Bu savaşlardan sonra iktidarı ele geçiren Muaviye ile birlikte hilafet saltanata dönüşmüştür. Bu dönemden sonra, Müslümanlar arasında dinle alakası olmayan birçok mesele tartışılıp durmuştur. Tartışılan gereksiz ve teorik meseleler, zaman içinde Müslümanların Kur’an-ı Kerim’i sosyal hayatın dışına itmelerine yol açmıştır. Bu dönemin Müslümanları Kur’an dan uzaklaşarak; hadis, tefsir fıkıh, tarih gibi ilimlerle uğraşmaya başlamıştı. Hatta nerdeyse Kur’an’ı ellerine bile almıyorlardı. Bu duruma çare bulmak için uğraşan, cahil bazı dindarlar, uydurdukları çeşitli hadislerle insanları Kur’an okumaya teşvik ediyorlardı. Onlar, uydurdukları hadislerde hangi surenin okunmasıyla ne kadar sevap alınacağını belirtmişlerdi. O dönemde yaşayan halkın çoğu, sevap almak için, uydurma hadislerde belirtilen sureleri anlamadan okumaya ve ezberlemeye çalışıyordu. Yalanlarla insanları Kur’an okumaya teşvik etme düşüncesinin, Kur’an’ı bırakıp ta gereksiz fıkhi ayrıntılara dalan insanlara tepki olarak ortaya çıktığı ortadadır. O dönemde hadis uyduranlardan biri; “Ne yapayım, baktım ki Müslümanlar Kur’an’ın haricinde başka şeylerle meşgul oluyorlar. Ben de O’na (Kur’an’a) rağbet ettirmek için hadis uydurdum. Ben insanların Kur’an’dan yüz çevirip Ebu Hanife’nin fıkhı Muhammed İbn-i İshak’ın Megazisi ile meşgul olduklarını gördüm, onların tekrar Kur’an’a çevirmek maksadıyla sevap ümit ederek bu hadisleri uydurdum” diye bu tepkisini açıklamıştır. Bu rivayet, Müslümanların Kur’an’dan uzaklaşma sebeplerini bize açıklamaktadır. Emeviler döneminden sonraki Abbasiler döneminde de alimlerimiz aynı hatayı sürdürmüşlerdir. Onlar, fıkhın fer’i yönü ve ferdi ibadet yönüyle ilgilenirken Kur’an’a dayalı asıl ve öncelikli meseleleri bırakmışlar. Bunun neticesinde de, hayati meseleler bir tarafa bırakılarak, faydasız ve üzerinde ittifak edilemeyen meselelerle uğraşılmış ve İslami şuur tamamen ortadan kalkmıştır. Sahabe dönemindeki insanlar direk vahyle muhatap olurken bu dönemin insanları vahyle hiçbir alakası olmayan siyasi, sosyal birçok olayların arasında kendilerini bulmuş ve bu olayları tartışmıştır. Değişik itikadi ve ameli mezheplerinde bu dönemlerde şekillenmiş olması sonucu insanlar mezhep ihtilaflarının içerisinde çırpınıp durmuşlardır. Bize göre, bu ihtilaflar gereksiz ayrıntılardır. Bu ayrıntılarla vahyden habersiz Müslümanları, uğraştırmamak gerekir. Tarihi süreç içerisinde bu yazdıklarımız dikkate alınmamış ve kitap hidayet rehberi olmaktan çıkarılmış ve mezhep ve meşreplerin haklılığının veya haksızlığının delillerini ihtiva eden bir kitap konumuna düşürülmüştür. O dönemdeki alimlerin birçoğu, kitabın kendi alanıyla ilgili olan ayetleriyle ilgilenirken, diğerlerini görmezden gelmişlerdir. Kitaba bütünlük içerisinde yaklaşamayan alimler, O’nun birçok ayetlerini yanlış anlamışlardır. Halk ise, manalarını anlamadıkları Kur’an lafızlarını okuyup durmakta, ancak ayetlerin gerektirdikleriyle amel etmemektedirler. Onların din adına bildikleri, Allah’ın diniyle uzaktan ve yakından alakası olmayan, gereksiz ve güncel olmaktan uzak fıkhi ayrıntılardır.
d. Günümüzdeki Kur’an-ı Kerim okuyucularının durumu nedir? Emeviler’le başlayan yukarıdaki istismarlar, günümüzde de devam etmektedir. Bu istismarlar sonucunda Kur’an-ı Kerim, anlaşılmadan ve üzerinde düşünülmeden okunan bir kitap konumuna düşürülmüştür. Halbuki bu okuma şekli, Kur’an’ın indiriliş gayelerine uygun bir okuma şekli değildir. Bazı kesimler anlamadan okunan Kur’an’ı delil getirerek ülkemizdeki bazı idarecilerin din, iman…vb manevi değerlere saygısını göstermeye çalışmaktadır. Biz bu anlayışa katılmıyoruz. Evet! Kur’an belki çokça okunuyor, ama anlaşılmıyor, okuyucuyu haramları işlemekten alıkoymuyor. Bu okuma şekli Allah’ın bizden istediği okuma şekli değildir. Kur’an-ı Kerim; yüce Allah tarafından üzerinde düşünülmesi ve anlaşılması için göndermiştir. Ancak günümüz Müslümanları, O’nu sadece sevap kazanmak için okunan bir kitap şekline dönüştürmüş ve teberrük için okumaktadır. Muhammed Gazali “Nasıl oldu da İslam ümmeti Kur’an’ı tilavet etmek ile, Allah’ın kelamını düşünüp anlamayı birbirinden ayırdı? Bunu bir türlü anlayamıyorum.”diyerek, Kur’an’ın gayesinin “anlamını düşünmeden, maksadını idrak etmeden, sözleri tekrarlamak” olmadığını belirtmiştir. Seleften bazıları “ nice Kur’an okuyucusu vardır ki, Kur’an onlara lanet eder” diyerek günümüz Kur’an okuyucularını da içerisine alan anlamadan okumanın tehlikesini haber vermişlerdir. Bu bilgilerle hareket eden bazı alimler; Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmadan okunmasını hoş karşılamamış ve “O’nu anlamadan yaşamak ve yaşamaksızın okumak” Kur’an’a karşı saygısızlıktır, demişlerdir. Biz de bu alimlerin görüşlerine katılıyor ve O’nun mutlaka anlaşılarak okunması gerektiğine inanıyoruz. Çünkü, anlaşılmayan bir şey, ne hidayet rehberi, ne öğüt, ne şifa, ne müjde, ne sakındırma, ne uyarı ve ne de hatırlatma olabilir. Ne olduğu, ne demek istediği anlaşılamayan bir işaret levhasının, yolun tehlikelerini haber vermediği ve yol hakkında yolcuyu bilgilendirmediği gibi anlaşılmadan okunan Kur’an’ın da okuyucuya hiçbir faydası olmayacaktır. Sonuç olarak şunu söyleyelim; bize göre, sadece Kur’an’ı anlamadan okumanın yeterli olduğu şeklindeki anlayış yanlıştır. Bu anlayışın ortaya çıkmasının sebeplerinden biride “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir” hadisinin yanlış anlaşılmasıdır. Halbuki bu hadisi “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı okuyan, anlayan ve hayatını O’na göre düzenleyendir.” şeklinde anlamamız, Kur’an’ın indiriliş amacına daha uygun bir yorum olacaktır.
Sağlıklı bir Kur’an anlayışı oluşması için Kur’an-ı Kerim’i nasıl okumalıyız?
Yukarıda geleneksel islami anlayışın Kur’an’a yaklaşımları hakkında bilgi vermeye çalıştık. Şimdi; müslümanın sağlıklı bir Kur’an anlayışına sahip olması için, Kur’an’ı Kerim’i nasıl okuması gerektiğini açıklamaya çalışalım.
1. Kur’an okumaya Allah’ın adıyla başlamalıyız. İslam dinine göre, her meşru işe ve her salih amele Allah’ın adıyla başlanması gerekmektedir. Bu temel kaide, Kur’an-ı Kerim okuma içinde geçerlidir. Bu yüzden Kur’an okumaya da Allah’ın adıyla başlanmalıdır. Kur’an-ı Kerim’deki “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [250] ayeti Kur’an okumaya Allah’ın adının anılarak başlanılması gerektiğini belirtmektedir. O’nun okunmasına Allah’ın adını anarak başlayanlar, eğer yaptıkları işi bilinçli yapmışlarsa bu okudukları Kur’an’dan fayda sağlayabilirler.
Ancak günümüzdeki birçok Kur’an okuyucusu, O’nu okumaya Allah’ın adıyla başlamalarına rağmen, O’nun ayetlerini kullanarak kendilerine maddi gelir sağlamayı amaç edinmektedirler. Kur’an-ı Kerim’den maddi menfaat sağlamayı amaç edinen bu insanlara, sonradan ihdas edilmiş kandil gecelerini naklen yayınlayan televizyon programlarında rastlayabiliriz. Bu tipler, törenin başında Allah’ın adını anarak Kur’an okumaya başlar, törenin sonunda yapılan dua bölümünde ise Allah’ın dininin düşmanı Tağutlara dua ettirirler. Bazı Kur’an okuyucuları da, yine Allah’ın adıyla başladıkları Kur’an okumalarını, ücretleri konusunda yaptıkları sıkı pazarlıkla bitirirler. Bu istismarcıların örnekleri oldukça çoktur. Dini geçim vasıtası haline dönüştüren örneklerini yukarıda verdiğimiz bu zihniyetin üyelerinin hiçbiri okudukları Kur’an’ı bilinçli bir şekilde okumamaktadırlar. Zaten O’nu anlayarak okusalardı, asla böyle bir istismara kalkışmazlardı.
2. Kur’an okurken, şeytan ve şeytanlaşan insanların Kur’an’ı anlamaya engel olacak fikirlerinden, Allah’a sığınmalıyız. Kur’an-ı Kerim’deki “…Şeytandan Allah’a sığın ” [251] ayeti şeytan’a karşı dikkatli olmamız gerektiğini, O’nun zararlarından korunmak için Allah’a sığınmak gerektiğini açıklamaktadır. Allahu teala, Kur’an-ı Kerim’de; şeytanın insanları saptıracağını, [252] bu yüzden Müslümanların O’nun adımlarına uymamaları gerektiğini, [253] O’nu ve neslini dost edinmemeleri gerektiğini [254] açıklayarak kullarını bu apaçık düşmana [255] karşı uyarmıştır. Biz Müslümanlarda bu uyarılara kulak vererek bizi hidayetten sapıklığa, aydınlıktan karanlığa çağıran şeytana karşı uyanık olmalıyız. O’ndan bize bir vesvese dokunduğunda hemen Allah’a sığınmalıyız. [256]
Kur’an-ı Kerim’deki “ Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar…” [257] ayeti şeytan denildiğinde hem cinlerden, hem de insanlardan olan şeytanların anlaşılabileceğini açıklamaktadır. Aynı ayetten cin ve insan şeytanlarının yaldızlı sözlerle insanları saptırmaya çalıştıkları da anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi, şeytan ve şeytani fikre sahip olan insanlar, Allah’ın dininin anlaşılmaması veya yanlış anlaşılması için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Günümüzde Allah’ın kitabının sağlıklı anlaşılmaması için gayret sarf eden, bazı yöneticileri insan şeytanlarına örnek olarak gösterebiliriz. Mekke döneminde de, Medine döneminde de bu tip İslam düşmanı yöneticilere ve bunlara basın yoluyla destek veren şairlere rastlanmıştır. O dönemin şairlerini günümüzdeki bazı köşe yazarlarına benzetebiliriz. Bunlar nasıl Peygamber ve sahabelerle mücadele ettilerse bunların halefleri olan günümüzün bazı yöneticileri ve bazı medya mensupları da Müslümanlara karşı aynı mücadeleyi vermektedir. Bu grubun mensupları, Müslümanlar aleyhinde; her türlü karalama, iftira ve engelleme kampanyalarını düzenleyerek mücadelelerini sürdürmektedirler. Bize düşen görevse, bunları tanımak ve tuzaklarına düşmemektir.
3. Kur’an-ı Kerim’i düşünerek okumalıyız
Allahu teala kitabında, “Kur’an‘ın gereği gibi okunması” gerektiğini belirtmiştir. [258] Bu yüzden Allah’ın kitabını O’nun istediği şekilde okumalı ve gereğini yerine getirmeliyiz. Gereği gibi okumak denilince, ayetlerin anlamını düşüne düşüne, anlayarak, hissederek ve yaşayarak okumak anlaşılmalıdır. Şimdi Kur’an-ı Kerim’i düşünerek okumanın nasıl olması gerektiğini maddeler halinde açıklamaya çalışalım. [259]
a) Tefekkür ederek okumalıyız: Kur’an insanlara, bir takım ilahi gerçekleri anlamaları için, tefekkürü [260] tavsiye eder. [261] Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’de yağmur, hayvan, süt, hurma, üzüm, balarısı örneklerini vererek, [262] uyku ile ölüm arasındaki benzerliği örnek vererek, [263] insanların bunlar üzerinde düşünmelerini tavsiye etmiştir. Bu sebeple Allah’ın kitabının ayetlerini okurken, ayetler üzerinde tefekkür ederek okumalıyız. Çünkü, anlaşılmadan ve üzerinde tefekkür edilmeyen ayetlerin insanı uyarması ve sapık yollardan kurtarması mümkün değildir.
b) Tedebbür ederek okumalıyız: Allahu teala, kitabının ayetlerinin tedebbürle [264] okunmasını tavsiye etmiştir. [265] Çünkü, O’nun ayetleri üzerinde tedebbür etmeyen kişilerin O’nun mesajını ve o mesajın inceliklerini kavraması mümkün değildir. Bu sebeple Allah’ın kitabının ayetlerini okurken; o ayetler üzerinde iyice düşünüp taşınmalı ve onları derinliğine incelemeliyiz. Aksi takdirde Kur’an’dan gereği gibi faydalanmamız mümkün olmaz.
c) Tezekkür ederek okumalıyız: Allahu teala kitabının tezekkürle [266] okunmasını tavsiye etmektedir. [267] Tezekkür; geçmişe yönelik bir düşünme eylemi olan tezekkürden, geleceğe yönelik dersler çıkarılıp ibretler almaktır. Kur’an’ı Kerim’i tezekkürle okumak denildiğinde de; ayetlerde sözü edilen geçmişe mal olmuş hadiseleri düşünerek bugün ve yarınlarımız için öğüt ve ibretler çıkarmak anlaşılmalıdır. Allahu teala Kur’an-ı Kerim’den öğüt alınmasını ve O’nun ayetleri üzerinde düşünülmesini tavsiye etmiş ve bu sebeple de O’nu kolaylaştırmıştır. [268] Ancak buna rağmen insanların birçoğu düşünmeyi ihmal etmiş ve öğüt alamamıştır. [269] Bize göre, düşünmeyi ihmal eden insanların Kur’an’dan öğüt almaları mümkün değildir. Çünkü, Allah’ın kitabında, ancak temiz akıl sahiplerinin tezekkür edip öğüt alacağı açıkça belirtilmiştir. [270]
d) Aklederek okumalıyız: Allahu teala Kur’an-ı Kerim’i aklederek [271] okumamızı tavsiye etmiştir. Kur’an-ı Kerim’in Arapça indirilmesinin asıl amacıda Arapların kendi dilleriyle gelen bu kitabı anlamaları ve üzerinde akletmeleri içindir. [272] Allahu teala, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerini aklını kullanan bir toplum için, geniş geniş ve türlü misallerle açıklamıştır. Çünkü, Kur’an-ı Kerim, akıl ve basiret sahiplerine hitap eden ilahi bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim’in içerisindeki ayetler; temiz akıl sahiplerine, (Ulul elbab) [273] basiret sahiplerine, (Ulul ebsar) [274] ve aklı selim sahiplerine (Ulu’n nüha) [275] açıklanmıştır. [276] Kur’an; muhataplarına, Akletmez misiniz? [277] Düşünmez misiniz? [278] gibi sorular sorarak muhataplarını akletmeye teşvik etmiştir. Ancak, bu ayetlere rağmen insanların akıllarını pek fazla kullanamayacakları da yine Kur’an’da açıklanmaktadır. [279] Kur’an-ı Kerim; bu kadar uyarılara rağmen aklını kullanmayan ve düşünemeyen toplulukların [280] bireylerini hayvandan daha sapık olarak değerlendirmiş [281] ve onların düşünemedikleri için ateşe gireceklerini belirtmiştir. [282]
Kur’an-ı Kerim’deki en önemli konulardan bir tanesi aklın kullanılmasıdır. Bunu dikkate almayan geleneksel İslami anlayışta, aklın kullanımı sınırlandırılarak akla pranga vurulmuştur. Gelenekçi anlayışa mensup bazı tipler, aklın kullanılmasını tavsiye eden birçok ayeti görmemiş, Kur’an-ı Kerim’deki “Hevasını ilah edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın!” [283] ayetini görmüştür. Halbuki hevaya [284] tabi olmakla aklı kullanmak aynı şeyler değildir. Aklını kullanmaktan korku duyan tipler, aklı kullanılmasını hevaya tabi olmak şeklinde değerlendirmişlerdir. Bu tipler Kur’an-ı Kerim’e önyargısız yaklaşsalardı, Allahu teala’nın aklı kullanmayı emrederken, hevaya tabi olmayı yasakladığını görürlerdi. Bu zihniyete mensup olanlardan bazıları da “Şeytanda aklını kullandı ve sapıttı, aklını kullananın ayağı kayabilir” diyorlar. Bu iddia saçmadır. Çünkü, hikaye türü bilgiler terk edilip de Allah’ın kitabına müracaat edilse şeytanın sapma sebebinin akletmesi değil, kibirli olması olduğu rahatlıkla görülecektir. [285]
Allahu teala; Kur’an-ı Kerim’de kullarının aklını kullanmasını ısrarla tavsiye etmiş ve insanların akıllarını kullanmamalarına sebep olabilecek engellerden bahsetmiştir. Kur’an-ı Kerim,de menfaat sebebiyle ortaya çıkan heva engelinden, [286] cehalet sebebiyle ortaya çıkan taklitçilik engelinden [287] ve korku sebebiyle ortaya çıkan güçlülere boyun eğme engelinden [288] bahsedilmiştir. Hemen hemen her sayfasında insanı düşünmeye, aklını kullanmaya yönlendiren bir kitabın, aklı devre dışı bırakarak anlaşılması mümkün olamayacağından, aklı kullanmamıza engel olacak olan yukarıdaki engelleri mutlaka aşmalıyız. Aksi takdirde Allah’ın kitabını anlamamız mümkün olmayacaktır.
e) Fıkhederek okumalıyız: Kuran’ın mesajını, derin kavrayış yeteneğine sahip olan ve fıkheden [289] insanlar anlayacaktır. Kur’an-ı Kerim dinde derin anlayışa sahip insanların ve toplumların anlamaları ve üzerinde düşünmeleri için gönderilmiştir. Allahu teala, ayetlerini, fıkheden bir topluma,[290] fıkhetmeleri için açıklamıştır. [291] Kur’an-ı Kerim’de, Şuayb peygamberin Medyen halkına [292] kendi dillerinde ilahi mesajı iletmesine rağmen, kavminin fıkhetmedikleri açıklanmaktadır. [293] Peygamberlerinin kendi dillerinde getirdiği mesajları elbette Şuayb peygamberin kavmi duyup, işitmesine rağmen fıkhetmiyorlardı. Kur’an-ı Kerim’e göre, Kafirlerin kalplerinde perde olduğundan dolayı, onlar fıkhetmez, yani iyiden iyiye gerçeği anlamazlar. [294]
f) Hissederek okumalıyız. Kur’an-ı Kerim’i okurken O’nu hissederek okumalıyız. Hissederek okuma denince; aklın ve kalbin uyanık tutulduğu okuma şekli anlaşılmalıdır. Kur’an-ı Kerim’i sadece bilgi sahibi olmak için okuyanlar, sadece akademik bir kariyer edinmek için okuyanlar, sadece çevresindeki insanlarla tartışmak için okuyanlar duygu ve histen yoksun bir şekilde O’na yaklaştıklarından gereği gibi O’ndan faydalanamayacaktır. Kur’an’ın indiriliş gayesine uygun olmayacak şekilde O’nu okuyan ve O’nu geçim vasıtası haline dönüştüren, O’nu dirilerin kitabı olmaktan çıkartarak ölülerin kitabına dönüştüren kişilerin de O’ndan faydalanabilmesi mümkün değildir
4. Kur’an’ı tedricilik mantığını dikkate alarak okumalıyız. Kur’an-ı Kerim yaklaşık 23 yılda tamamlanmış bir kitaptır. O’nun ayetlerinin bazıları savaş zamanında bazıları barış zamanında nazil olmuştur. O’nun ayetlerinin bir kısmı Mekke’de, bir kısmı da Medine’de nazil olmuştur. O’nun ayetlerinin bir kısmı geçmiş ümmetlerden bir kısmı ise Muhammed ümmetinden bahsetmektedir. O’nun ayetleri, itikadi, ameli ve ahlaki hükümler içermektedir. Bu kadar kapsamlı konuları ihtiva eden Kur’an-ı Kerim’in sağlıklı bir şekilde anlaşılabilmesi için O’nun tedricilik ilkesinin göz ardı edilmemesi gerekir. Kur’an ferdin ve toplumun değişiminde tedricilik ilkesini esas almıştır. Mesela; ilk inen ayetlerde; kafirlere itaat etmemek, onların eziyetlerine sabretme…vb yüklenmişken uzun bir zaman geçtikten ve Müslümanlar cihad için hazır olduktan sonra cihad emri gelmiştir. Bu örnek, Kur’an’ın getireceği nihai hükmü, belirli aşamalardan geçtikten sonra ortaya koyacağını göstermektedir.
Bir müslümanın Kur’an’ın tedricilik ilkesini anlayabilmesi için, O’nun surelerini nüzul sırasına göre okuması gerekir. Bu şekilde okunduğunda hem tedricilik mantığı dikkate alınmış olur, hem de İslam’ın teşri tarihi daha iyi anlaşılmış olur. Bu mantığı dikkate alarak Kur’an’a yaklaşanlar O’nun ayetlerini azar azar anlayarak okumalıdırlar. Böyle okunduğunda fert ve toplum için zararlı olan bir davranışın hangi aşamalardan geçtikten sonra yasaklandığı ortaya çıkar. Mesela; içki çeşitli aşamalar sonucunda nihai olarak yasaklanmıştır. İçkinin yasaklanmasıyla alakalı çeşitli aşamalardan bahseden ayetlere, tedricilik mantığı dikkate alınarak bakıldığında olayın mahiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Eğer tedricilik mantığı dikkate alınmazda ayetler üç-beş günde okunup bitirilmeye çalışılırsa Kur’an ayetleri eksik veya yanlış anlaşılır, yani sağlıklı anlaşılamaz. O’nu, bir iki yıl gibi uzun bir zaman diliminde nüzul sıralamasına göre azar azar okursak daha sağlıklı ve daha iyi anlamış oluruz.
Eski alimlerin büyük bir çoğunluğu, Kur’an ayetlerini tedricilik esası yerine nasih-mensuh usulüyle anlamaya çalışmışlardır. Bu yaklaşımı savunanlar O’nun bir kısım ayetlerini devre dışı bırakmak zorunda kalmışlardır. Bize göre bu usule göre ayetleri anlayanlar; tedricilik ilkesi gereği birbirini tamamlayan ayetlerin birbirlerini nesh ettiğini zannetmişlerdir. Biz onların görüşlerine katılmıyoruz.
5. Kur’an-ı tertil üzere okumalıyız Allahu teala Kur’an-ı Kerim’de Kur’an-ı Kerim’i tertil üzere okumamız gerektiğini açıklamıştır. [295] Kur’an-ı Kerim’i tertil üzere okumak demek; O’nu acele etmeden yavaş yavaş ve üzerinde düşüne düşüne anlayarak okumak demektir. Kur’an-ı Kerim tertil üzere okunmalı ki, O’nu anlayabilmek ve hissedebilmek mümkün olsun. Alimlerimizin birçoğu, tertil üzere okumak denildiğinde tecvid kaidelerine riayet ederek okumayı anlamışlardır. Ancak biz onların bu görüşlerine katılmıyoruz. Çünkü, O’nun manasını anlamadan tecvid kaidelerine uygun bir şekilde okumak Kur’an’ın indiriliş gayesine uygun bir okuma değildir.
6. Kur’an’ı tekrar tekrar okumalıyız. Şeytanın Müslümanlara zararlarından bir tanesi de, Rabbinin emirlerini ona unutturmasıdır. [296] Müslüman şeytanın bu zararını önlemek için Kur’an’la irtibatını hiçbir zaman kesmemelidir. Müslüman, O’nun kitabını bazen nüzul sırasına göre, bazen de Kur’an sırasına göre okumalıdır. Ancak hangi sırayla olursa olsun önemli olan O’nu devamlı okumak zorundayız. Çünkü, Kur’an her okunduğunda O’nun farklı bir yönü ortaya çıkacaktır. Ayrıca tekrar tekrar okunduğunda hemen hemen her kitap insanı sıkarken, Kur’an ilk defa okunuyormuş gibi okuyucuyu sıkmamakta ve O her okunduğunda ayrı bir haz vermektedir.
Her Müslüman, gücü nispetinde Kur’an’ı anlamaya çalışmalıdır. Bunun için kendine uygun bir Kur’an araştırma programı hazırlayarak Kur’an bilgisini artırmanın yolunu bulmalıdır. Kur’an bilgisi edinebilmenin bir çok yolu vardır. Kur’an bilgisi elde edebilmek için aşağıdaki yollardan biri seçilebilir. Kur’an-ı Kerim’deki kelime, kavram ve konuların açıklandığı fihristlerden Alfabetik sıraya göre veya konunun önem sırasına göre araştırma yapılabilir. Önceden hazırlanmış paket bir programla temel islami akideler oluşturulmaya çalışılabilir. Kur’an bilgisi edinmenin daha farklı yöntemleri de vardır. Biz burada sadece bir-iki örnek vermeye çalıştık. Önemli olan Kur’an’ı tekrar tekrar okuyarak O’ndan irtibatı koparmamak ve Kur’an’lı bir hayat yaşamaya çalışmaktır. Müslüman; her türlü probleminin çözümünü bulabileceği bu kitabı yanından hiçbir zaman ayırmamalıdır. O’nu otururken, yürürken, çalışırken kısaca her halde okuyarak O’ndan gereken faydayı sağlamalıdır. Şimdi akla şöyle bir soru gelmektedir. Kur’an-ı Kerim her zaman diliminde okunabilir mi? Evet! Kur’an her halde ve her zaman okunabilir. Çünkü, Kur’an okumanın belirlenmiş bir vakti yoktur. O, her zaman diliminde okunacak bir kitaptır. Ancak, gece vakti veya seher vakti, O’nu anlamak ve hissetmek için en uygun zaman dilimi olduğundan mümkün olursa, diğer vakitlerde de okuduğumuz Kur’an’ı bu vakitlerde daha çok okumaya çalışmalıyız. Kur’an-ı Kerim’i özellikle gece okuyarak, O’nun ayetleri üzerinde bol bol tefekkür etmeliyiz. Çünkü gece vakti, insanın kendini dinleyebileceği, okuduğu yazıya daha iyi motive olup, anlama konsantrasyonunun en yüksek olacağı zamandır.
7. Kur’an’ı kendi bütünlüğü içinde, yani kendine özgü mantık kurgusunu dikkate alarak okumalıyız. Kur’an-ı Kerim’deki mesajın daha iyi anlaşılmasını sağlamak için çeşitli yöntemler vardır. Bu yöntemlerden bir tanesi de, Kur’an-ı Kerim’in önemli konu ve kavramlarının bilinmesidir. Kur’an-ı Kerim’in anlaşılmasını kolaylaştıracak olan bu kavramlara “Kur’an’ın anahtar kavramları” diyebiliriz. Bu kavramlar tam olarak kavranılırsa mesajın mantık örgüsü de kavranılmış olur. Kur’an’ın anahtar kavramlarına İbadet kavramını örnek olarak verebiliriz. Kur’an-ı Kerim’de bazı kavramlar vardır ki, bu kavramlar tarihi süreç içerisinde kültür İslam’ının etkisiyle Kur’ani manasından saptırılmıştır. Bu kavramlara da “Kur’an’ın saptırılan kavramları” adını verebiliriz. Kur’an’ı doğru anlayabilmek için bu kavramları da bilmek zorundayız. Kur’an’ın saptırılan kavramlarını çok iyi bilirsek hidayet yolunda ilerlerken önümüze çıkan saptırıcı tabelalara itibar etmez ve sıratı müstakimden sapmayız. Kur’an’daki saptırılan kavramlara veli kavramını örnek olarak verebiliriz. Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde anlatılan veli anlayışıyla, kültürümüzde anlatılan veli anlayışı birbirinden farklıdır. Çünkü, tarihi süreç içerisinde bu kavramın anlamı saptırılmıştır.
Kur’an-ı Kerim’de gerek konu gerekse de kavramları araştırdığımızda, o konudaki ayetlerin bütününü dikkate almak zorundayız. Aksi takdirde O’nu sağlıklı bir şekilde anlayamayız. Yukarıdaki belirttiğimiz şekillerde Kur’an-ı Kerim’e yaklaşmayıp, O’nun ayetlerinin sadece bir kısmını esas alarak O’na yaklaşanlar O’nu sağlıklı bir şekilde anlayamayacaklardır. Bu yüzden, Kur’an bütünlüğünü bir yana bırakarak sadece belirli sayıda ayetler üzerinde durmak doğru bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşım sonucu Müslümanlar hiziplere ayrılmış ve birbirleriyle mücadele etmektedirler. Bu tür yaklaşımlar, günümüzün Müslümanlarını; fil’i tarif etmeye çalışan ve fil’in dokunduğu her yerini fil zanneden, fil sorulduğunda da “benim dokunduğum yer fil’dir” diyen, kör insanların durumuna düşürmüştür. Bu kör insanlar, fil’in diğer bir organını fil’in kendisi zanneden körlerle tartışmış durmuş yıllarca, hatta yüzyıllarca…Günümüzde de bu durum aynen devam etmektedir. Bir hizip kendi görüşlerini te’yid ettiğini sandıkları ayetleri alıp yorumlamakta, bir başka hizipte Kur’an’daki başka ayetlerin kendi görüşlerini te’yid ettiğini sanmaktadır. Her iki hizipte Kur’an’a bütünlük içerisinde yaklaşamadıkları için birbirleriyle didişip durmaktadırlar. Birbiriyle uğraşıp duran bu hizipçilerin durumuna düşmemek ve Kur’an-ı Kerim’i sağlıklı anlayabilmek için, O’nu bütünlük içerisinde ve kendi mantık örgüsüne göre anlamaya çalışmalıyız.
8. Kur’an’ı önyargılardan uzak olarak okumalıyız. Kur’an-ı Kerim, yüce Allah’ın göndermiş olduğu ilahi bir kitaptır. Bu kitabı anlayabilmek için temel şart; O’nu okuyan okuyucuların önyargıdan uzak olmalarıdır. Gerek tarihte, gerekse de günümüzde birçok kişi mezhep ve hizip önyargısını bırakamadıkları için Kur’an-ı Kerim’i anlayamamıştır. Önyargılarını terk edemeyen insanların büyük bir çoğunluğu, Kur’an’ın evrensel hitaplarını mezhebin ve hizbin dar kalıplarına sıkıştırmışlardır. Mezhepçilik önyargısından kurtulamayan ve insanlara “Sen mukallitsin, ilmihal oku, sakın! meal okuma, okursan sapıtabilirsin” diyen mezhepçilerin ve Kur’an-ı Kerim’e kendi hiziplerinin istismarına maruz kalan ayetleri bulmak için yaklaşan önyargılı hizipçilerin yaklaşımları sağlıklı değildir. Çünkü, O’na bu şekilde yaklaşanlar, O’nu sağlıklı bir şekilde anlayamayacaklardır. Biz Müslümanlar; Allah’ın kitabı olduğunda hiçbir şüphemiz olmayan Kur’an-ı Kerim’e önyargısız yaklaşabilmeli ve O’nu anlayabilmek için elinden gelen gayreti göstermeliyiz.
2. KUR’AN-I KERİM’İ DİNLEMELİYİZ
Mü’minler, Kur’an-ı Kerim’deki ” Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, size rahmet edilsin” [297] ayetinin gereği olarak her nerede olursa olsun [298] Kur’an okunduğunda O’nu dinlemekle yükümlüdürler. Allah’tan geldiğinde şüphe olmayan bu kitabın ayetlerini dinlemek, müslümanın vazifelerinden bir tanesidir. Müslümanın vazifelerinden bir diğeri de; Allah’ın ayetlerine karşı münasebetsizliğin yapıldığı meclislerde oturmamaktır. Kur’an-ı Kerim’deki “Ayetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir; eğer Şeytan sana(bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra(hemen kalk), o zalimler topluluğuyla beraber oturma. “ [299] ayeti bu durumu açıklamaktadır. [300] Bu ayetin gereği olarak Müslümanlar Allah’ın ayetlerinin alaya alınıp, hiçe sayıldığı bir mecliste asla oturamazlar. Bu meclislerde oturup ta yaptıklarını cihad sananların ipe sapa gelmez te’villerinin ayetin açık manası karşısında hiçbir değeri yoktur.
Müslümanlar Kur’an-ı dinlerler, Kafirler ise Kur’an’ı dinlemezler ve dinlenilmesine de engel olmaya çalışırlar. Mekke’de yaşayan kafirlerin, Kur’an-ı dinlememek ve dinletmemek için çırpınıp durduklarını Kur’an-ı Kerim’deki “İnkar edenler dediler ki: “Bu Kur’an’ı dinlemeyin, O (okunduğu)nda gürültü edin, …” [301] ayetinden rahatlıkla anlıyoruz. Onlar o zamanın imkanlarına göre gürültü ederek, Kur’an’ın dinlenilmesine engel olmaya çalışıyorlardı. Günümüzün kafirleri ise, Kur’an’ın dinlenilmesine engel olmak için teknolojinin en son imkanlarını kullanmakta ve seleflerinin izlerini aynen takip etmektedir. Onların bazıları; internet sitesi, medya kuruluşu…vb isimler altında İslam düşmanlığı yapmakta ve Kur’an’ın doğru anlaşılmaması için çalışmaktadırlar. Bunların yanında, bazı sivil toplum örgütleri de İslam düşmanlığı yapmaktadır. Bunlar Müslümanların aleyhinde kullanmak için her gün yeni hileler düşünmekte ve yeni tuzaklar kurmaktadır. Biz Müslümanlar, kafirlerin kuracakları bu tuzaklara karşı uyanık olmalıyız. Ayrıca hem İslam düşmanı kafirlerin, hem de hizipçilik bataklığına insanı sürüklemeye çalışan cahil Müslümanların tuzaklarına düşmeden Allah’ın kitabını dinlemeli ve hayatımızı O’nun ilkeleri doğrultusunda düzene koymalıyız.