Arama

Türk Kültüründe Yada Taşı

Güncelleme: 21 Temmuz 2014 Gösterim: 7.238 Cevap: 3
HayLaZ61 - avatarı
HayLaZ61
VIP BuGS_BuNNY
10 Nisan 2007       Mesaj #1
HayLaZ61 - avatarı
VIP BuGS_BuNNY
Türk Kültüründe "Yada Taşı"

Sponsorlu Bağlantılar

Türklerin, "Yada taşı" adını verdikleri bir taşı kullanmak suretiyle, bugün anladığımız manada, yada taşı ile bir nevi sihir yaparak, yağmur yağdırdıkları bilinmektedir. Türklerin bu taşı kullanarak, Türk tarihinin en eski devirlerinden XVIII. yüzyıl sonlarına kadar yağmur, kar ve dolu yağdırıp fırtına ve tufan çıkardıklarına dair kaynaklarda pek çok bilgi vardır. Ancak bu taş, daha çok yağmur yağdırmakta kullanıldığı için "Yağmur taşı" adıyla da bilinir. Bu taşa Arapça yazılmış kaynaklarda, "Hacer-i metar, hacerü’l-metar, hacerü'l-berd", Farsça kaynak ve eserlerde, "Seng-i yede, seng-i metar, büzürk mühre", Moğolca'da, "Bezoar, dzada yağmurlu" isimleri kullanılmıştır. Türkçenin çeşitli lehçe ve şivelerinde de farklı söyleniş tarzlarına rastlanır. Bunlar, "yat, yet, yada, yade, yeda, yede; cada, ced, ceda, cede, cata, cay ve sata" şeklindedir. Yağmur yağdırma ameliyesine "yada yapma", bu işi yapanlara da, "yadacı" bazen de “yagmurcu” denirdi.
Yada taşının menşei hakkında kaynaklarda farklı bilgiler vardır. Kimi kaynaklara göre bu taş, Tufanı müteakip Ulu Tanrı tarafından Nuh Peygamber'e, Türklerin atası sayılan Yafes için bir ihsan olarak verilmiştir. Miras yolu ile sonraki Türk nesillerine intikal etmiştir. Kimilerine göre bu taş Çin'in uzak hududlarında bulunan madenlerin mahsülüdür. Kimi kaynaklar taşın, Türk ülkesinde bir dağdan alındığını, hatta bu dağ civarındaki vadilerden geçenlerin, geçiş esnasında taşların birbirlerine sürtünmesinden mütevellit yağmur, kar, dolu yağıp, fırtına ve tufan çıkmasın diye hayvanların ayaklarını yün ve benzeri yumuşak şeylerle sardıklarını kaydetmektedirler. Yada taşının kaynağının Karluk ülkesi olduğunu ifade edenler olduğu gibi, daima rüzgâr esen dağlar olduğunu, bu taşı yıldırım isabet eden yerlerde aramak lâzım geldiğini söyleyenler de vardır. Bunun yanında, atIarın, öküzlerin, ayıların, kurtların, köpeklerin, ördeklerin, kazların, kartal ve sairenin karınlarının içinde oluştuğunu iddia edenler, Çin hududunda bulunan, sürhab adlı kırmızı kanatlı büyük bir kuşun mahsulüdür, diyenler de vardır. Kimine göre koyunun karnında, kimine göre kaban denilen yabanî domuzun erkeğinin başında bulunur. XVIII. yüzyıl Osmanlı Türk hekimlerinden Şaban Şifâî, hacer-i berf ü bârân u tûfan (yağmur, kar ve tûfân taşı) adını verdiği bu taşı mâdenî ve hayvânî taşlar arasında ele almıştır. Kısaca menşei ne olursa olsun, Türklerin yağmur yağdırma vasıtası olarak kullandıkları her taş, yada taşı mahiyetindedir.
Hemen her renkte olabilen yada taşının şekli genel olarak yuvarlak veya yuvarlağa yakın, fındık büyükIüğünde, yumurta şeklinde ve büyüklüğünde, sülün yumurtası büyüklüğünde diyenler de vardır.
Yada taşının yağmur yağdırma işleminde kullanılış şekli hakkında farklı rivayetler vardır. Genel görüş, bu işi yalnız Türklerin bildikleri ve yaptıkları hakkındadır. Bununla birlikte en sağlam görünen rivayet, Tûsû’nin bir hekimden yaptığı nakildir. Buna göre yadacı, iki adet yada taşını bir kaba doldurulmuş suya batırarak birbirine sürter. Sonra kaptan avuçla aldığı suyu etrafa serper. Bir yandan da dualar okuyup Tanrıya yalvarır. Bu böyle aralıksız yedi defa tekrarlanır. Sonunda yağmur yağar.
Yada taşı yalnız yağmur yağdırmak için kullanılmayıp, bulutlan dağıtmak, kar ve soğuk kasırgalar ile fırtınalar koparmak, tufan derecesinde bol miktarda yağmur, kar, dolu yağdırmak ve sis getirmek; gök gürültüsü ve şimşekler çaktırmak; yaz aylarında yapılan yolculuklarda sıcağın defi için de kullanılırdı.

Yadanın, genelde savaş halinde düşmana karşı bir silah olarak kullanıldığı sıkça görülmektedir.Bunun son örneğine 1768-1774 Osmanlı-Rus savaşında rastlanmıştır. Bu savaş sırasında Osmanlı ordusunun uğradığı Hotin bozgununun sebebi, Ruslarla işbirliği eden Kalmukların çıkardığı tufandır..


Pirana Kovalayan Çılgın Hamsi...
-MaSaL- - avatarı
-MaSaL-
Ziyaretçi
15 Haziran 2008       Mesaj #2
-MaSaL- - avatarı
Ziyaretçi
YADA TAŞI İNANCI ve YADA TAŞI'NIN KAYNAĞI

Sponsorlu Bağlantılar
Efsanelere göre, Türkler'in elinde bulunan kutsal bir taştır. Bu taşı Türkler'e Tanrı vermiştir. Türkler, bu taşı kullanarak yağmur, kar, dol yağdırabililer, yel estirebilirler, kasırga çıkarabilirler. Yada Taşı, Türk efsanelerine geniş bir etki yapmış, Eski Türk kültüründe önemli bir yer edinmiş mitolojik bir motiftir. Mitolojik motifden de öte, bir tür inançtır

Türkler arasında yağmur, kar yağdırma ve rüzgar estirmeyle ilgili inanç ve etkinlikler çok eski çağlara özgü olup islami dönemde de devam etmiştir. İşin ilginç yanı, bu konuyla ilgili yaşanmış örnekler, tarih kayıtlarına geçmiş olaylar vardır

Türkler'in birçok kavmi egemenlikleri altına alıp çok geniş alanlara yayılmaları en eski dönemlerde bile ilgi çekmiş, bu fatihlik özelliği, yalnızca Türkler'in elinde bulunan Yada Taşı ile açıklanmıştır. Bu taşla Türkler'in istediklerinde yağmur, kar yağdırdıklarına, yel estirdiklerine inanılmıştır. Bu büyülü taş, Tanrı tarafından Türkler'in atasına, istediğinde yukarıda değinilen doğa olaylarını gerçekleştirebilmesi için armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk kamlarının (din adamları), büyük Türk komutanlarının elinde bulunmuştur. Türkler, bazan bu taşı elden çıkarmışlar (örnek olarak, destanlarımızdan ''Kutlu Dağ'' destanında bu konuya değinilir) ve o zaman yıkıma, kıtlığa, darlığa uğramışlar, devletleri kötü durumlara düşmüştür.

Türkler'in Yada Taşı yalnızca Türk kültüründe değil, yabancı kaynaklarda da yankısını bulmuştur. İslam yazarlarına göre Nuh Peygamber Türkistan'ı oğlu Yafes'e verdiğinde (islam düşüncesine göre Türkler, Nuh Peygamber'in oğlu Yafes'ten inerler), Yafes babasına ''Ben bu kurak ülkede ne yaparım ?'' diye sorar. Nuh Peygamber de oğlu Yafes'e, üzerinde ism-i azam yazılı olan Yada Taşı'nı verir ve bu taşla Tanrı'ya yakararak yağmur yağdırmasını söyler. Rivayete göre Yada Taşı'nın Oguz Türkleri'nin elinde olmasından dolayı, Oguz Türkleri ile Karluk, Hazar ve öteki Türk boyları arasında taşa sahip olmak için bir mücadele vardı.

Türkler'in atasına Tanrı'nın yağmur, kar yağdırma, rüzgar estirme yeteneği verdiği rivayeti Çin, İslam ve Hıristiyan kaynaklarında sık sık anılmıştır. Çin kaynaklarına göre, Kök Türkler'den önce, Türk kaganı olan Apangu'nun kardeşi doğa üstü güçlere hükmediyor, istediğinde yel estirip yağmur ve kar yağdırabiliyordu. Bu da onlara, ataları olan Hun Türkleri'nden gelmekteydi. Çünkü Hun Türkleri de düşmanlarına karşı kar, dolu, yağmur yağdırarak, fırtına ve yel çıkararak üstünlük sağlıyorlardı. Çin'de hüküm sürmüş olan Chou hanedanının resmi tarihi Kök Türkler hakkında bilgi verirken Yada Taşı ve yağmur yağdırma olayına şöyle değinir:

''... Gök-Türkler'in ataları, Hunlar'ın kuzeyinde bulunan Sou ülkesinden çıkmışlardır. Onların boy başkanlarına A-pang-pu denilirdi. Onun, 17 kardeşi vardı. Büyük kardeşlerinden birinin adı İ-ci-ni-su-tu idi. Bu çocuk kurttan doğmuştur....Doğaüstü bir kudreti ve özellikleri olan İ-ci-ni-su-tu, yağmur yağması ve rüzgar esmesi için buyruklar verebilirdi...'' Buradaki İ-ci-ni-su-tu, Yada Taşı'nı kullanabilen kutsal bir atadır.

Tarih kaynaklarında, Türkler'in 5.yy.da bir Cücen saldırısına karşı kendilerini Yada Taşı ile korudukları bilgisi vardır. Kaynaklardan anlaşıldığına göre Yada Taşı hem kuraklığa, hem de düşmana karşı kullanılıyordu.

Yada Taşı'nın bulunuşu ile ilgili olarak, Prof.Abdulkadir Karahan'ın naklettiği bir Türk efsanesi şöyle der:

''...Yada Taşı, doğudaki bölgelerden bulunularak getirilmiştir. Zamanın birinde, Türk hakanlarından birisinin oğlu ile arası açılmıştı. Hakanın oğlu, adamlarını topladı ve başını alıp doğuya gitti. Orada hüküm sürmeğe başladı. Birgün tarlalarda gezerken, bir taş buldu. Bu, büyülü bir taştı. Onunla yağmur yağdırmayı başardı. İşte o günden beri Türkler bu taşla (Yada Taşı) yağmur yağdırırlar, yel çıkarırlar...''

Türkler'in Yada Taşı'nı kullanmaları üzerine kaynaklarda zengin kayıtlar vardır. Muhammed bin Hüseyin, ''Al-Tusi'' adlı yapıtında şunları söyler: ''Türkler arasında, türlü renk ve cinsleri olan Yat Taşı (=Yada Taşı) vardır ki onun madeni Hıtay ve Tavgaç Dağları'ndan çıkar. Bu taş aracılığı ile yağmur, kar, dolu çekilir. Türkler, bu sanatı bilip uygulayanlara ''Yatçı'' derler. Bu işte yetenekli olanlar, köyün bir yanına yağmur ve kar getirdiklerinde, köyün öbür yanında Güneş açar. Türkler bu taşı yanlarında taşırlar ve bu taş sayesinde düşmanlarına üstünlük sağlarlar. Türkistan'da bir tepeden çıkan bu taşları kentlere götürürler, suya asar ve yağmur yağdırırlar.''

Fahreddin Mübarekşah, Türkistan'ın taşları arasında çeşitli Yada Taşları ve Yada Taşları'nın yağmur yağdırma özelliği konusunda bilgiler vermiştir. Fahreddin Mübarekşah, yazmış olduğu Tarih'inde Kimek Türkleri'nin, ülkelerinde bulunan Yada Taşları ile yağmur yağdırdıklarını bahseder. Anlattığına göre, Karluk Türkleri'nin yurdu ile Huttalan arasında bulunan bir boğazdan geçerken yağmur ve kar yağmağa başlarmış. Marco Polo, Türkler'le karışan Keşmir'de de Yada Taşı ve yağmur yağdırma sanatının bulunduğunu yazar.

Eski ve Orta Çağ'lar boyunca Türkler'in yağmur, kar yağdırma, yel estirme geleneği üzerine Türk, Çin, İran, Arap ve Avrupa yazarları pek çok bilgiler vermiştir ki ünlü Arap gezgini İbn-i Haldun da bunlar arasındadır. Bu taşa Yay, Yat, Yada, Cada ve bu taşla yağmur-kar yağdırıp rüzgar çıkaran kimselere de Yaycı, Yatçı, Yadacı, Cadacı adı verilirdi. Moğol döneminde Farsça'da kullanılan ''yadamışî'' ve ''cadamışı kerden'' deyimleri, Yada Taşı ile yağmur yağdırmak anlamına geliyordu. Kaşgarlı Mahmud'un kitabında, Uygur Türkçesi ile yazılmış eserlerde, Farsça sözlüklerde Yada Taşı ile ilgili deyişlere rastlanır.

Büyük Türk şairi Ali Şir Nevai, Favaid-ül Kibar adlı yapıtında Yada Taşı'ndan şöyle bahseder

Yada taşıga kan teygeç yagın yagkandek, ey sâki !
Yagar yagmurdek eşkim çün bolur serab alud.


...alıntı...

Son düzenleyen asla_asla_deme; 4 Ocak 2011 14:41
ahmetseydi - avatarı
ahmetseydi
VIP Je Taime
28 Mayıs 2009       Mesaj #3
ahmetseydi - avatarı
VIP Je Taime
Türkler'in Yada Taşı'nı kullanarak yağmur, kar yağdırıp rüzgar estirmesiyle ilgili, kayıtlara geçmiş birçok olay vardır. Bunların bazılarını aşağıya aldım.
Abbasi halifesi Memun, Yada Taşı'nı ve ne işe yaradığını duyar. Yada Taşı üzerine araştırmalar yapması için Horasan valisi Esed bin Nuh'u görevlendirir. Esed bin Nuh, Yada Taşı üzerine bilgiler toplar ama mahiyetini öğrenemez.

Eski Arap gezgini Temin bin Bahr, Uygur Türkleri'nin topraklarına gider ve Yada Taşı ile ilgili bilgiler verir. Temin bin Bahr şöyle der:

''Onların ülkelerinde garip bir taş vardır. İstediklerinde onunla yağmur, kar, dolu yağdırırlar. Bu iş, onlar arasında çok yaygın olup kimse bunu inkar etmez''.

Coğrafyacı İbn-ül Fakih'in rivayetine göre, Eb'ül-Abbas İsa, Oguz, Dokuz-Oguz ve Karluk Türkleri'nin yağmur yağdırdığını duyar; ama inanmaz. Fakat, Horasan valisi Davud Bagdisi ile görüşünce kuşkuları kaybolur. Çünkü o, Oguz yabgusuna başkaldıran oğlu Balkık'tan konu hakkında tam bir bilgi almış, bu işin hile ve büyü ile değil Tanrı'nın gücüyle gerçekleştiğini öğrenmiştir.


--------------------------------------------------------------------------

Samani hükümdarı İsmail bin Ahmed (892-907), Türk ve yerlilerden oluşan yirmi bin kişilik ordusu ile henüz müslüman olmayan Türkler'in üzerine doğru harekete geçer. Ordudaki Türk askerler, karşı tarafta akrabalarının bulunduğunu, onlardan öğrendiklerine göre yarın kamları aracılığı ile yağmur ve kar yağdıracaklarını söylerler. Samani hükümdarı buna inanmaz ve bu tür bir inancı kafirlik olarak yorumlar. Ancak Türk askerleri, yarın güneş doğduktan sonra bu işin gerçekeşeceği ve emir İsmail'inde bizzat bu olaya tanık olacağında ısrar ederler. Ertesi gün, ordunun dayandığı dağ üzerinde büyük bir bulut çıkar. Dört bir yan karanlığa boğulur, korkunç gürültüler duyulur. Emir İsmail, atından inip Tanrı'ya yalvarmağa başlar. Sonunda bulutlar şaman Türkler'e ait tepe üzerine dolu halinde dökülür.


--------------------------------------------------------------------------

Kaşgarlı Mahmud, başından geçen bir olayı anlatırken der ki:

''Özel bir taş olan Yat (Yada) ile rüzgar ve yağmur celbedilir. Bu iş Türkler arasında çok yaygın olup buna, Yagma boyu içerisinde bizzat tanık oldum. Orada bu işlem, bir yangını söndürmek için yapıldı. Tanrı'nın izni ile kar düştü ve yangın söndü.''


--------------------------------------------------------------------------

Ahmed bin Yusuf el-Tifaşi, Yada Taşı üzerine ayrıntılı bilgiler verir. Ahmed bin Yusuf el-Tifaşi, Harzemşah Alaeddin Muhammed'in ordusundaki bir askerin istediğinde yağmur yağdırdığından söz eder. Yazar, yağış ve sel zamanında Sürhab adlı bir kuşun sulak yerlere yumurta büyüklüğünde taşlar bıraktığını, bunların hükümdar hazinesinde toplandığını, yazın yağmur yağdırmak veya düşmana karşı fırtına çıkarmak gerektiğinde bu taşların kullanıldığından bahsettikten sonra anlatır:

''Yaşlı bir Türk çadırda yağmur yağdırma işlemleri yaparken biz de hazine emini ile birlikte üstü açık olan bu çadırda idik. Yaşlı Türk, içi su dolu bir tas aldı. Sonra üç kalın kamışın ikisini, taşın sağına, soluna dikti; öbür kamışı da yatay olarak üzerine koydu. İnce ve kızıl Yada Taşı renginde bir yılanı, kuyruğu yatay olarak kamışa bağlı biçimde ve başı su üzerinde tuttu. Daha sonra, iki Yada Taşı'nı suya koyup birbirine sürttü. Bu işi yedi kez yaparken yanındakiler de ona yardım ediyordu. Ardından yadacı, başı açık, saçı dağınık, yüzü kızgın ve köpürmüş olarak başını göğe kaldırdı ve iki saat yağmur duası yaptı. Sonunda gök bulutlandı, korkunç bir yağmur yağdı.''

Ahmed bin Yusuf el-Tifaşi, bu işi yapanların mutlaka başarılı olduğunu, bu işe birçok kez tanık olduğunu, fakat karşılığında yadacıların ailesine ölüm veya mal ve hayvanlarına zarar geldiğini, Sultan'ın onların kayıplarını tazmin ettiğini, bununla birlikte yadacıların yine de yoksul olarak yaşadıklarını anlatır.


--------------------------------------------------------------------------

Yine Ahmed bin Yusuf el-Tifaşi anlatır:

''Hükümdar (Harzemşah hükümdarı), yazın sefere çıkardı. Bir keresinde sınırda yağmur ve kar yağışına tutuldu. Askerleri helak olma tehlikesi ile karşılaştı. Hükümdar, candarlarını çağırtarak yakındaki dağı araştırttı. Candarlar, yağmur yağdıran iki kişi bulup getirdiler. Hükümdar, karı kestirip tehlikeyi atlatmak için yadacıları keçeye sardırıp diri diri gömdürdü. Bu sayede hava düzeldi.''


--------------------------------------------------------------------------

Harzemşah Celaleddin Mengübirti, seferlerinde Yada Taşı'nı yanında taşırdı. Doğu Anadolu'da iken, Valaşgirt ovasında çok sıcak ve kuraklıkla karşılaşır. Yada Taşı ile yağmur yağdırmağa karar verir. Sultan'ın yanında bulunan tarihçisi Muhammed Nesevi buna inanmaz. Fakat Sultan'la birlikte bizzat bu yağmur yağdırma törenine gider ve ovaya gece gündüz yağmur yağdığını görür.

Bu olaydan sonra Daye Hatun, Sultan'a: ''Ey dünyanın efendisi! Sen, bu sanatta ölçüyü bilmiyorsun. Bu şiddetli yağmur ile halkı azaba soktun. Oysa başkaları ihtiyaç oranında yağmur yağdırıyorlardı'' der. Sultan'ın yanıtı şu olur:

''Öyle değil. Bu yağmur merdin eseridir ve benim himmetim başkalarından farklıdır.''


--------------------------------------------------------------------------

Harzem ordusunda asli unsuru Kanglı Türkleri teşkil ederdi. Çin seferinde zorlukla karşılaşan Oktay Kagan, bir Kanglı'yı Yay (Yada) yapmakla görevlendirir. Yaz ortasında yağmur ve kar yağınca Çinliler dehşete düşerler.


--------------------------------------------------------------------------

Semerkant şehrinde kuraklık çıkar. Yada Taşı ile yağmur yağdırmayı bilen şehirdeki bazı kimseler işe koyulurlar. Yada Taşı, bir tas içindeki suya bırakılır ve bir köşeye konur. Ancak, Hafız adındaki bir adam bilmeden bu suyu içer. O anda yağmur yağmağa başlar ve yağmur, gece gündüz dinmek bilmez. Kent halkı yağmurdan büyük zarar görür. Sonunda Hafız adlı adamın, Yada Taşı'nın içine konmuş olduğu suyu içmesinden dolayı yağmurun kesilmediği anlaşılır. Hafız, kentten çıkarılır. Hafız nereye gitse oraya yağmur yağar ve dinmek bilmez. Sonunda Hafız ülkeden sürülür ve yağmur da diner. Fakat Hafız nereye gitse durmak bilmeyen yağmuru da yanında getirmektedir. Zavallı adam en sonunda Mısır'a gider. Gittiği bu son ülke ona uğurlu gelir ve bu garip hal, üzerinden kalkar. Yıllar sonra yurduna döner. Adı, Yada Taşı'na nispetle Hafız-ı Yeda olarak kalır.

--------------------------------------------------------------------------

Kitab-ül Havas adlı eserde ise şu cümleler bulunur:

''Türkistan'da bir geçit vardır. Buradan geçmek isteyenler, hayvanlarının nal ve tırnaklarının yolun taşlarına çarpmasından sakınırlar. Bir hayvanın tırnağı o taşlara dokunursa ya da bir taş zedelenirse birden ortalık kararır, bulutlar çıkar, yağmur başlar. Mevsim kış ise yağmur tufan gibi şiddetli yağar ve yollar kapanır. Bu diyardan geçenler, bu taşlardan alıp götürürler. Kar ve yağmur yağdırmak istediklerinde, su dolu bir kaba bu taşlardan koyup yüksek bir yere asarlar. Sonunda istekleri yerine gelir.''
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ
Şeb-i Yelda - avatarı
Şeb-i Yelda
Ziyaretçi
21 Temmuz 2014       Mesaj #4
Şeb-i Yelda - avatarı
Ziyaretçi
Yada Taşı Efsanesi

Çok eski devirlerden kalan yaygın bir inanca göre:

“Türklerin atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk Şamanları’nın ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur.” Ve yine bu inanca göre günümüzde hâlâ bu taşın önde gelen Şamanların ellerinde bulundukları iddia edilmektedir.

Bu anlatılanların sadece bir inançtan ya da söylentiden ibaret olmadığını binlerce yıl öncesine ait eski Çin tarihi kayıtları da teyit etmektedir. Eski Türklerin de elinde bu tür bir taşın (Yada Taşı) bulunduğuna dair çok sayıda tarihi kayıt vardır. Çin Kaynakları tarafından tutulan bu kayıtlarda, Türklerin bu taş vasıtasıyla istedikleri zaman yağmur veya kar yağdırabildikleri uzun uzun anlatılmaktadır.


Atalarımızın istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağmur yağdırabildikleri, rüzgar estirip hatta fırtına çıkartabildiklerine dair ilk tarihi belgede şunlar kayıtlıdır:

Türklerin büyük ataları Hunların Kuzey’inde bulunan So sülalesinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurttan türemiş olup adı Içjini-nişibu idi. Içjini-nişibu tabiatüstü özelliklere sahipti. Yağmur yağdırıp fırtına çıkartabilirdi.

Yine aynı Çin Kaynaklarında 449 yılında meydana gelen bir savaş anlatılırken konuyla ilgili satırlara rastlıyoruz:

Evvelce Kuzey Hunlarının idaresinde bulunan Yüce Han ahalisinde öyle kâhinler vardır ki, Cücenler’in saldırılarına karşı durduklarında çok şiddetli yağmur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler’in onda üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı.

İslâm Kaynakları’nda Türklerin bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş; yağmur taşı anlamına gelen “Haccr-ül Matar” ya da “Seng-i Cede” olarak isimlendirilmiştir. İslam Kaynakları’nda anlatılanlara baktığımızda, Türklerin bu sihirli taşıyla Müslümanların da yakından ilgilendiklerini görüyoruz.

İslâm tarihçilerinden İbn-ül Fakih’in kayıtlarında Halife Ma’mun’un bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh b. Esed’i vazifelendirdiği anlatılmaktadır. Nuh b. Esed Türkler arasında yaptığı incelemeler sonununda Halifeye, söz konusu haberlerin doğru olduğunu fakat olayın nasıl meydana geldiğini anlayamadığını bildirmiştir.

İbn-ül Fakih tarihi kayıtlarında, Horasan Emiri İsmail b. Ahmet’in Ebul Abbas’a anlattıklarına da yer vermiştir:

“Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı . Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklerin iri dolu yağdıracaklarnı söylediler. Biz de onlara: “Sizin kalbinizden küfür hâlâ çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan yapamaz” dedik. Onlar: “Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sabahtır ama siz daha iyi bilirsiniz” dediler. Sabah oldu. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı. Herkes korktu. Müthiş dolu yağdı.”

İbn-ül Fakih, bu olayla ilgili olarak İsmail b. Ahmet’in iki rekât namaz kılarak, bu dolu fırtınasını daha sonra Türklerin üzerine yönlendirdiğini yazmaktadır. O devirde Arap İslâm Orduları aynı zamanda Allah’ın askerleri olarak nitelendirildiği için, onlar adına böylesine gurur kırıcı bir olayla karşılaşmak kabul edilebilir bir şey değildi. Bu nedenle söz konusu dolu fırtınasını kıldığı namaz sayesinde Türklerin üzerine yönlendirildiğini yazarak konuyu noktalamasına şaşırmamak gerekir.

Biz tekrar sihirli taşımıza geri dönelim…

Eski Türk Mitolojisi’ni oluşturan çeşitli efsanelerde de bu taştan bahsedilir. Hatta bu taşın nasıl kullanıldığı da kısmen açıklanır…

Bir örnek olması bakımından Er Gökçe Destanından konumuzla ilgili bir bölüm aktaralım:

“…Yanımdaki adamlar susadı. Er Kosay’a susuzluktan şikayet ettiler. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atının altından “Cay Taşını” çekip çıkartı. Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağmur suyunu içtiler.”

Abdülkadir İnan “Eski Türk Dini Tarihi” adlı kitabında “El-Lügat’ün Neviyye” isimli eski bir lügatta “Yada Taşı” hakkında şöyle bir açıklamanın yapılmış olduğunu yazar:
“Yağmur boncuğu derler bir nesnedir ki, ona kurban kanı sürülmekle yağmur yağar.”

Bu gizemli taşla ilgili elimizdeki tüm bilgileri yan yana getirdiğimizde, onun kullanım metotları olarak; taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz.

Bu konuda günümüze kadar gelen Farsça bir şiir Yada Taşının kullanılmasıyla ilgili önemli çağrışımları beraberinde getirmektedir:

“Şekilli bir taştır ki, her ne zaman ona dua edilse göğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türkler arasında yaygındır.”

Bu anlatımlardan taşın çalışma prensibiyle, düşünce enerjisinin onu yönlendirmesi arasında çok sıkı bir bağ olduğu anlaşılıyor. Demek ki, düşüncelerle yönlendirilebilen bir maddesel özelliği olan bir taşla karşı karşıya bulunmaktayız.

Bu taşın en son hangi tarihe kadar kullanıldığı tam olarak bilinmiyor ama bu taştan Osmanlıların da haberdar olduklarını yine tarihi belgelerden anlıyoruz. Şaban Şifaî’nin IV. Mehmet’e yazdığı “Risâle-i Şifâiyye Fi Beycini Enva-i Ahcar” isimli eserinin 14 sayfası bu taşla ilgili önemli anlatımlar içerir:

“Hiç bulut olmadığı halde Yada Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülmeye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağmuru yağdırmak Yadacı’nın hünerine bağlıdır.

Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genellikle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalar olanlara da rastlanmıştır. Büyüklükleri bir kuş yumurtası kadardır.”

Kaşgarlı Mahmut’un verdiği bilgilerle, bu anlatımlar büyük bir paralellik gösterir. Kaşgarlı Mahmut söz konusu taşın iki türlü olduğunu ve bazı yörelerde birine “Örünk Kaş” diğerine ise “Kara Kaş” denildiğinden bahseder. Örünk sözcüğünün Doğu Türk Lehçesinde ak yani beyaz anlanına geldiğini de hatırlattıktan sonra özetimize devam edelim…

Dolu afetinde tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen Yadacılar kullanabilir. Taşların birbirlerine sürtülmesi ve bir tas suyun içine taşın atılması ile bu işlemler uygulanır. Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin (Yadacılar’ın) yapması gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşılmaz. Taşı suya atmak yeterli değildir.

Bu anlatımlar da taşın kullanınn ile ilgili yukarıdaki tespitlerimizi doğrular niteliktedir. Ayrıca bu taşın sadece kullanım metodunu bilenlerin elinde işe yaradığını anlatması da önemlidir.

Şimdi bu taşın gerekli metotlara uyulmadan kullanıldığında ne tür sonuçları beraberinde getireceğini gösteren; 13. Yüzyıl’da yaşanan ve tarihi kayıtlara geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Velaşgerd önüne gelince yöredeki halk bize şiddetli sıcak, kuraklık ve hayvanları rahatsız eden sineklerden çok şikayet ettiklerini bildirdiler. Bunun üzerine taşlarla yağmur yağdırmaya karar verildi. Merasimi bizzat Sultan idare ediyordu.

“İlk başta ben buna inanmıyordum. Fakat sonradan bunun birçok tecrübelerle gerçek olduğuna gözlerimle şahit oldum.” diyen S.A. Nesevi olayın gelişimini şöyle anlatmaya devam ediyor:

Bu kez de geceli gündüzlü, ardı arkası kesilmeden yağan yağmurdan halk şikayet etmeye başladı . Yağmur sihri yapıldığına halk pişman oldu. O kadar çok yağmur yağdı ki, her taraf çamur ve bataklığa döndü. Sultan’ın çadırına bile girilmez oldu. Yağmur dinmek bilmiyordu. Sel ne var yoksa her şeyi mahvetti. Bir ara sütninesinin Sultan’a şunları söylediğini işittim:

“Sen bir hüdâvent alemsin… Fakat yağmur yağdırmakta değil… Çünkü böyle bir tufan çıkartmakla hata ettin… Senin yerinde başka birisi olsaydı bunu yapmazdı, sadece elverecek kadar yağdırırdı”

Bu tür taşların yanlış kullanımının ne tür sonuçlar doğuracağını göstermesi bakımından yukarıdaki tarihi kayıtlar son derece önemlidir. Kaldı ki, bu taşların Atlantis’te kullanılanların küçük birer örnekleri olduğu düşünülecek olursa, Atlantis’teki bu tür taşlardan oluşan devasa enerji merkezlerinin negatif alandaki kullanımının, nasıl büyük bir doğal afetler zincirine neden olduğu sanırım daha iyi anlaşılacaktır.

Benzer Konular

16 Mart 2008 / HayLaZ61 Türkiye Cumhuriyeti
28 Nisan 2013 / Need Help Soru-Cevap
4 Aralık 2009 / Misafir Soru-Cevap
3 Ekim 2012 / Misafir Soru-Cevap
19 Aralık 2012 / masmavii Soru-Cevap