Arama

Dokumacılık (Tekstil) Sanayi ve Teknolojisi

Güncelleme: 24 Haziran 2011 Gösterim: 13.818 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
9 Nisan 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Dokumacılık (Tekstil) Sanayi ve Teknolojisi
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

Dokumacılık ya da tekstil dendiğinde, doğal ve yapay liflerin önce eğirilerek düzgün ve kesintisiz bir ipliğe, sonra dokunarak kumaş, bez, halı, kilim, havlu gibi çeşitli ürünlere dönüştürülmesini kapsayan işlemler dizisi anlaşılır. Bütün bu sürecin iki temel aşamasından biri iplik eğirme, öbürü doku­madır. Gerçekten de bütün dokumalar, yani dokunmuş ürünler, ayrı ayrı ipliklerin hasır örer gibi birbirinin arasından geçirilmesiyle elde edilir. Bu dokuma işlemi, tek bir ipliğin şiş ya da tığla ilmekler halinde örülmesinden çok farklıdır. Ama sonuçta "triko" denen örgü kumaşlar da, hatta liflerin dokunup örülmeden yalnızca sıkıştırılarak birbirine kaynaştırıldığı keçe ku­maşlar da dokuma sayılır.

Doğal ve Yapay Lifler
Çok eskiçağlarda bir el sanatı olarak doğan, sonradan iplik eğirme ve dokuma makineleri­nin yapılmasıyla önemli bir sanayi dalına dönüşen dokumacılığın hammaddesi doğal ve yapay liflerdir. Bazı bitki ve hayvan dokuları­nı oluşturan ince telciklere lif denir; dokuma sanayisinde çok kullanılan "elyaf" terimi de Arapça kökenli olan lif sözcüğünün bu dilin kurallarına göre yapılmış çoğuludur. İplik halinde eğirilmeye elverişli doğal lifler elde edildikleri doğal kaynaklara göre üç grupta toplanır:
  1. Pamuk, keten, jüt ve kenevir gibi bitkisel lifler
  2. Yün, ipek, tiftik ya da moher gibi hayvansal lifler
  3. Tek örneği asbest olan mineral lifler
Gerçekten de asbest ya da öbür adıyla amyant, 2 ile 5 cm uzunluğunda, ipek gibi parlak ve yumuşak lifler halinde didilebilen tek mineraldir. İplik gibi eğirilip dokunabilen ya da örülebilen bu lifler çok yüksek sıcaklıklarda bile erimediği için bir zamanlar itfaiyeci giysileri, fırın eldivenleri gibi ateşe dayanıklı eşyaların yapımında çok kullanılı­yordu. Ama havada uçuşan ince asbest lifleri­nin solunumla akciğerlere yerleşerek "asbes-toz" denen tehlikeli bir hastalığa yol açtığı anlaşıldığından artık eskisi kadar kullanıl­mıyor.
Bugün de dokuma sanayisinin en değerli hammaddesi olan bitkisel ya da hayvansal kökenli doğal liflerin dokumacılıkta kullanıl­ması yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesine dayanır. Eski Anadolu halkları, Çinliler, Hintliler, Persler, Mısırlılar, Yunanlılar, Ro­malılar ve Perulular hayvanlardan ipek, yün, deve tüyü, keçi kılı ve tiftik, bitkilerden keten, pamuk, jüt ve kenevir lifleri elde etmeyi biliyorlardı. O çağlardan bugüne ka­dar bu listeye pek az bitkisel ya da hayvansal lif eklenmiş olması şaşırtıcıdır. Günümüzde uzmanlar yeni doğal lif kaynakları aramak yerine, bir yandan bilinen doğal liflerin niteli­ğini ve üretimini artırmak, öte yandan laboratuvarlarda kimyasal maddelerle üretilen ya­pay lif çeşitlerini zenginleştirmek için uğraşıyorlar.
Genellikle naylon, orlon, terilen gibi ticari marka adlarıyla tanınan ve bugün yüzlerce çeşidi üretilmiş olan yapay liflerin başlangıcı 19. yüzyıla dayanır. Aslında İngiliz fizikçi Robert Hooke daha 17. yüzyılda ipekböceğinden esinlenerek insan eliyle dokuma lifi yapılabileceğini düşünmüştü. İpekböceği altdudağındaki küçük delikçiklerden protein ya­pısında bir sıvı salgılar; bu sıvı havayla karşı­laştığı anda sertleşerek uzun ve kesintisiz bir life dönüşür. Hooke günün birinde böyle bir sıvının kimyasal yollarla üretilebileceğini ve sertleştirilerek iplik halinde çekilebileceğini 1664'te yazmıştı. Ama 19. yüzyılın sonlarına kadar kimse bu konuyla ilgilenmedi; daha doğrusu. kimyanın olanakları o çağa kadar böyle bir sıvının laboratuvarda elde edilmesi­ne yeterli değildi. Gene de, çağdaş kimya sanayisinin en büyük dallarından biri olan yapay elyaf üretimi Hooke'un bu düşüncesin­den doğmuş sayılabilir. Çünkü kimyasal bireşim (sentez) yöntemlerinin bulunmasından sonra üretilen ilk yapay elyaf "reyon" adıyla da bilinen yapay ipek oldu.
İlk kez o dönemde üretilip bugüne kadar önemini koruyan yapay liflerden biri, C. F. Cross ve E. J. Bevan adlı iki İngiliz kimyacı­nın buluşudur. Bu kimyacılar uzun deneyler­den sonra 1892'de, bitki dokularının temel maddesi olan selülozu kimyasal yöntemlerle ayırmayı başardılar. Bu işlem için, ağaçların ya da odunsu bitkilerin gövdesi iyice su emdirilip yumuşatılarak odun hamuru haline getirilir. Derişik (sulandırılmamış) sudkostik çözeltisi katılarak bir süre bekletilen bu ha­mur preslenerek çözeltiden ayrılır, kurutula­rak ufalandıktan sonra karbon sülfürle işlenir ve en sonunda seyreltik sudkostikte çözündü­rülür. Böylece, viskoz denen turuncumsu kırmızı renkte bir sıvı elde edilir. Bu sıvı, sülfürik asitli bir çözeltinin içine çok küçük damlacıklar halinde püskürtüldüğünde sertleşerek ipek gibi kesintisiz liflere dönüşür. "Viskoz ipeği" denen bu liflerin temel madde­si, işlemin hammaddesi olan bitkisel liflerinki gibi selülozdur.
Yapay lif üretiminde başlangıç maddesi olarak selüloz çok kullanılır. Selülozun asetik asitle oluşturduğu selüloz asetat çözeltisi de sıcak hava içine püskürtüldüğünde kesintisiz liflere dönüşür. "Asetat ipeği" denen bu liflerden dokunmuş kumaşlar buruşmadığı ve ütüsü bozulmadığı için, selüloz asetat lifleri dokumacılıkta çok kullanılan bir lif grubudur.
O yıllarda, yapay lif üretiminde kullanılabi­lecek herhangi bir maddede aranan tek özel­lik, havayla ya da başka bir maddeyle karşı­laştığında katılaşan kıvamlı bir çözelti oluşturmasıydı. Oysa bugün, uzun bir zincir gibi yan yana dizilmiş polimer moleküllerinden oluşan maddelerin lif yapımında ne büyük üstünlük sağladığı biliniyor. Bu polimerlerin yapıtaşları olan monomerler birbiri­ne ne kadar yakınsa ve moleküller dallanmaksızın ne kadar düzgün bir zincir oluşturuyor­sa, elde edilen elyaf da o kadar nitelikli olur. Bu bilgiler daha önceki başarısız çalışmaların nedenini açıklamakla kalmadı, aynı zamanda dokumacılıktaki göz kamaştırıcı gelişmelerin de başlangıcı oldu. Böylece kimyacılar kömür katranında ve petrolde bulunan basit kimya­sal maddeleri düzenli moleküller halinde bir­leştirerek naylon, polyester ve akrilik elyaf gibi çok kullanılan yapay lifleri üretmeyi başardılar.
Yapay liflerin bir grubu selüloz ve protein gibi karmaşık yapılı doğal maddelerin işlen­mesiyle elde edilir. Bu işlemde, doğada var olmayan yeni bir madde üretmek ya da bireşimlemek söz konusu değildir. Daha önce anlatılan viskoz ve asetat ipeklerinde olduğu gibi, bu gruptaki liflerin yapısı doğal hammaddeninkiyle aynıdır. İkinci gruptakiler ise, basit kimyasal maddelerin doğada örneği olmayan büyük ve karmaşık moleküller oluş­turacak biçimde birleştirilmesiyle üretilen gerçek anlamda bireşimsel (sentetik) liflerdir.
Erimiş camın iplik gibi çekilmesiyle elde edilen camyünü ya da fiberglas da mineral kökenli doğal asbest lifinin insan eliyle yapıl­mış karşılığı sayılır. Cam lifleri ısıya ve kimyasal maddelerin aşındırıcı etkisine çok dayanıklı olduğundan, camyününün dokuma­cılıkta ve öbür sanayi dallarında çok geniş bir kullanım alanı vardır.

İplik Eğirme
Özellikle pamuk ve yün gibi doğal lifler dokumacılıkta kullanılamayacak kadar kısa olduğundan bu liflerin önce eğirilerek uzun ipliklere dönüştürülmesi gerekir. Oysa ipekböceğinin kendine koza örmek üzere ürettiği ipek kesintisiz bir liftir; bütün koza iplik gibi eğirilmiş tek bir lifin üst üste sarılmasıyla oluşur. Ama bu lif de hemen kopacak kadar dayanıksız ve incedir; bu yüzden, ipek lifleri­nin birkaçı bir arada bükülmedikçe sağlam bir kumaş dokunamaz. Ayrıca kozalar açılırken ykopan lifler de aynı boyda kesilip eğirilerek dokuma ipliği ve ibrişim yapımında kullanıla­bilir. Yapay liflerin hepsi kesintisizdir ve doğal liflerden çok farklı yöntemlerle eğirdir; yalnız bu sonsuz lifler önce belirli boyda kesilip, sonra çok katlı dokuma ipliği yapmak üzere birkaçı bir arada bükülürse o zaman doğal liflerle aynı eğirme yöntemleri uygu­lanır.
İplik eğirmede kullanılan en eski araçlar iğ ile örekedir. Yıkanıp temizlendikten sonra elle didilmiş bir yün ya da pamuk yığını öreke denen bir çatal çubuğa takılır ve buradan çekilen bir demet lifin ucu iğe bağlanırdı. Ağaçtan yapılan mekik biçimindeki iğ bu iple birlikte yere doğru sarkıtılıp hızla döndürül­düğünde iplik kendi üstünde bükülerek iğin üzerine sarılırdı. Eğiren kişinin örekeden sürekli yün çekmesi, iği döndürmesi ve ipliğin kopmamasına, hep aynı kalınlıkta bükülmesi­ne özen göstermesi gerekirdi. Kirman denen eğirme aracı da hemen hemen aynı düşünceye göre tasarlanmıştır ve bazı köylerde her ikisi de hâlâ kullanılır.
İlk kez Hindistan'da kullanıldığı sanılan eğirme çıkrığı bu zahmetli işi biraz kolaylaş­tırdı. Bu aleti kullanan kişi sol elinde örekeyi tutuyor, sağ eliyle de tahtadan yapılmış bir çarkı (çıkrığı) çeviriyordu. Böylece, bir kayışla çıkrığa bağlanmış olan iğ de çarkla birlikte dönüyordu. 16. yüzyılda geliştirilen Saksonya çıkrığına ise çarkı döndürmek için pedallar ve iplik sarmak için bir bobin eklenmişti.
1733'te John Kay'in yaptığı "uçan mekik" dokuma tezgâhlarının hızını öyle artırdı ki, çıkrıkla çalışan iplik eğiricileri dokumacılara iplik yetiştiremez oldular. Giderek artan do­kuma ipliği gereksinimini karşılamak üzere İngiltere'de birçok kişi yeni eğirme yöntemle­ri aramaya başladı. James Hargreaves'in 1766'da yaptığı eğirme tezgâhı da bir tür çık­rıktı, ama birkaç ipliği aynı anda ve daha hızlı eğirebiliyordu. Bunu üç yıl sonra Richard Arkwright'ın su gücüyle çalışan eğirme tezgâ­hı izledi. Sağlam pamuk ipliği bükebilen bu tezgâhtan 10 yıl sonra, 1779'da Samuel Crompton "eğirme katırı" denen çok hızlı ve kullanışlı bir eğirme makinesi yaptı.
Bugün, değişik özellikteki doğal liflerin he­men hepsi kendi lif yapısına uygun özel bir eğirme makinesinde eğirilir. Ama kalınlığı ve bükümü baştan sona kadar değişmeyen düz­gün ve temiz bir iplik üretebilmek için bütün liflerin önce didilerek açılması, temizlenmesi ve harmanlanması gerekir. Eğirme işleminin temeli çekme ve bükmedir. Çekme işlemin­den önce lifleri taraklayarak kısa olanları ayırmak, düğümleri açmak ve lifler arasındaki küçük kir ya da toz parçacıklarını temizlemek çok önemlidir. Çünkü birbirine dolaşmış lifler ve kir parçaları ipliğin görünümünü bozar; kı­sa lifler de uzunlar kadar düzgün çekilemez. Tarak artığı olan bu lifler ayrıca eğirilerek da­ha düşük kaliteli dokuma ipliği haline getirile­bilir.

Pamuk Eğirme

Sıkıştırılmış balyalar halin­deki pamuk, iplik fabrikasına getirildiğinde hem lifleri birbirine dolaşmıştır, hem de tarla­dan toplanırken araya bitkinin parçaları karış­mıştır. Üstelik balyalardaki pa­muğun cinsi aynı olsa bile kalitesi değişece­ğinden, önce bütün balyaların birbirine karış­tırılarak harmanlanması gerekir.
Daha sonra pamuk yığınları, liflerin açılıp temizlenmesi için tek bir birim halinde birleş­tirilmiş çeşitli makinelerden geçirilir. Bunlar­dan biri, dönen tokmaklarıyla pamuğu dövüp kabartarak dağınık yumaklar haline getiren ve liflerin arasındaki yabancı maddeleri te­mizleyen hallaç makinesidir. Daha sonra ta­rak makinesine giren pamuk demetleri, her birinin yüzeyinde yüz binlerce incecik iğne bulunan döner silindirlerin arasından geçerek lif lif ayrılır ve tül inceliğinde gevşek bir örtü­ye dönüşür. Ama bir sonraki makine bu lifleri dağınık ve gevşek bir biçimde birbirine yak­laştırarak 2 cm eninde bir pamuk şeridi haline getirir.
Böylece temizlenip açılan lifler artık çekme ve bükme makinelerine gönderilmeye hazır­dır. Bu makinelerin ipliği nasıl eğirdiğini daha iyi anlayabilmek için iyice didilerek kabartıl­mış bir tutam pamuğu sol elinizle gevşekçe tutun. Sağ elinizle bu tutamdan birkaç lif ya­kalayıp hafifçe çekerken bir yandan da lifleri parmaklarınızın arasında yuvarlayarak bü­kün. Bu arada sol elinizle pamuğun yukarıda­ki uca doğru ilerlemesine yardım ederseniz, bütün pamuk yumağının kesintisiz bir ipliğe dönüştüğünü görürsünüz.
İplik çekme makinesi bu işlemi genellikle birkaç aşamada yapar. Ama daha ilk aşama­dan önce pamuk şeridindeki bütün liflerin ay­nı doğrultuya getirilmesi gerekir. Bunun için, lifler, her biri bir öncekinden daha hızlı dönen birkaç silindir çiftinin arasından geçirilir. Ma­kineye beslenen pamuk bir yandan da tarak-lanırsa daha üstün nitelikli bir iplik elde edi­lir. Bu hazırlık aşamasından sonra uygulanan çekme işleminin temeli de gene lifleri silindir­lerin arasından geçirmektir.
Çekme makinesinden gelen lifler iyice uza­yıp incelmiş olduğu için son çekme işleminde kopabilir. Bunu önlemek için lifler hafifçe bü­külerek fitil haline getirilir. Eğirme makinele­rinde gerçekleştirilen son çekme işleminde ip­liğin iyi bükülmesi çok önemlidir; çünkü ipli­ğin sert ya da yumuşak, sağlam ya da dayanık­sız olması gibi niteliklerini belirleyen büküm sayısıdır.
Yün Eğirme. Yün de hallaç makinelerinin döner tokmaklarıyla dövülüp açılır, sonra lif­lerin arasına gömülmüş kum, yağ ve kir par­çacıklarını temizlemek için sabunlu sıcak suy­la yıkanır. Koyunların sürtündüğü bitkilerden gelen ve dikenleriyle liflere iyice tutunmuş olan pıtrakları temizlemek için de ayrı bir iş­lem uygulanır. Daha sonra harmanlanan yün­ler iğneli silindirlerin arasından geçirilerek ye­niden açılır. Buraya kadar ortak olan işlemler bu aşamadan sonra işlenen yünün cinsine gö­re değişir. Çünkü daha kısa ve düşük nitelikli yünlerden taranmamış yün ipliği, üstün nite­likli yünlerden de taranmış yün ipliği ya da kamgam yapılacaktır.
Taranmamış yün ipliği üretiminde, har­manlamadan sonra taraklanan lifler pamuk ipliği gibi silindirlerin arasından çekilmez; doğrudan eğirme makinesine gönderilir ve burada hafifçe çekildikten sonra bükülerek dokuma ipliğine dönüştürülür.
Taranmış yün ipliği üretiminde ise harman­lamadan sonra liflerin art arda birçok makine­den geçerek işlenmesi gerekir. Önce tarakla­nır, sonra lifleri paralel duruma getirmek, fi­tilleri biraz daha inceltmek ve iplik halinde eğirmek için birkaç kez çekilir. Bu taraklama ve yinelenen çekme işlemleri nedeniyle kam­gam ipliği çok sıkı ve pürüzsüz, lifleri de son derece düzgün, paralel ve birbirine yakındır. Oysa taranmamış yün ipliği daha kaba ve gev­şek, lifleri de daha karışıktır.

İpek Eğirme
Kozadan çözülen ipek lifleri­nin üstü tutkal gibi bir maddeyle kaplıdır. Bu maddeyi gidererek lifleri yu­muşatmak için önce kaynatmak gerekir. Yı­kanan ipek kurutulduktan sonra açılır, taraklanır ve temizlenir. Taraklama sırasında lifler boylarına göre ayrılır. Lifler ne kadar uzunsa eğirden ipliğin niteliği de o kadar iyi olur.
Keten Eğirme. Bitkinin gövdesindeki kaba lifler ıslatılıp soyulduktan sonra demetler ha­linde bağlanarak iplik fabrikasına gönderilir.
Burada, öbür doğal liflere uygulanan tarakla­ma, harmanlama, çekme ve bükme işlemle­riyle iplik haline dönüştürülür.

Dokuma
En basit dokuma yöntemi iplikleri hasır örer gibi birbirinin arasından geçirmektir. Örnek için beş-altı ipliği bir masanın üzerine yan ya­na eşit aralıklarla yerleştirin. Başka bir ipliği bu paralel ipliklerin birinin üstünden atlatıp öbürünün altından geçirerek bu sırayla ilerle­yin; birkaç iplikle daha aynı işi yaptığınızda ortaya bir hasır örgü çıktığını göreceksiniz.
Dokumada, bu iki iplik grubundan kumaş boyunca uzananlara çözgü, onların arasından enlemesine geçenlere de atkı iplikleri denir. Atkıları çözgülerin arasından dik, biraz eğik ya da yüzeyden az görünecek biçimde geçir­mekle tafta, dimi ve saten gibi değişik doku­ma tipleri elde edilebilir. Desenli dokumalar­da atkıların çözgüler arasından geçiş düzeni daha karmaşıktır. Örneğin atkı bir çözgünün üstünden atladıktan sonra iki-üç çözgünün al­tından geçebilir. Buna benzer yöntemlerle kumaş üzerinde çapraz çizgiler, ekose, balık­sırtı ve baklava desenler yapılabilir. Çok daha karmaşık desenleri dokuyabilmek için, Fran­sız dokumacı Joseph Marie Jacquard'ın (1752-1834) buluşu olan jakar tezgâhı kullanı­lır. Öbür makinelerde 20-25 çözgü ipliği aynı anda denetlendiği halde, jakar tezgâhında her çözgü ipliği tek tek denetlenir ve böylece çi­çek, hayvan ya da insan motifleri dokunabilir. Jacquard'ın desenleri denetlemek için tasarla­dığı delikli kartlar sonradan bilgisayarların programlanmasına da uyarlanmıştır.
Çağdaş bir dokuma tezgâhında, kumaşın genişliği ne kadar olacaksa ona uygun sayıda çözgü ipliğinin yan yana ve çok düzgün olarak sarıldığı bir çözgü levendi vardır. Bu silindir­den gelen çözgü ipliklerinin her biri gücü telle­ri denen bir dizi telin ucundaki delikten (göz­den) geçer. Dokuma ustası tezgâhın altındaki ayaklıklara bastığı zaman, gücü çerçevesi de­nen komuta düzeneği gücü tellerinin ve onla­ra bağlı olan çözgü ipliklerinin bir bölümünü yukarı doğru kaldırır. Böylece, aralanmış iki kapı kanadı gibi duran ve iki çözgü ipliği gru­bunun arasında ağızlık denen bir açıklık olu­şur. Atkı ipliğinin bağlı olduğu mekik bu ağız­lıktan geçer ve çözgülerin arasına bir atkı bı­rakır. Böylece atkı ipliği yukarı kalkmış olan çözgülerin altından, öbürlerinin üstünden geçmiş olur. Mekiğin her gidiş gelişte bir atkı atmak üzere ileriye ve geriye doğru hareketini tezgâhın iki yanındaki kamçı kolları sağlar. Çözgü iplikleri yalnız gücü tellerinin gözlerin­den değil, gücü çerçevesinin önündeki ikinci bir çerçevenin içine yerleştirilmiş metal bir ta­rağın dişlerinin arasından da geçer. Atkı atıl­dıktan sonra tefe denen bu çerçeve öne doğru eğilir ve taşıdığı tarağın dişleriyle atkıyı iyice yerine oturtur. Mekik geri dönmeden önce yukarı kalkmış olan gücü telleri iner, öbürleri havaya kalkar. Böylece çözgüler arasında ye­ni bir ağızlık açılmış olur. Mekik atkı ipliğini geri getirirken daha önce üzerinden geçmiş olduğu çözgülerin altından, öbürlerinin ise üs­tünden geçer. Mekiğin her gidiş gelişinde bi­raz daha uzayan dokuma, kendisini gergin tu­tan kumaş göğüslüğünden ve kumaş levendin­den geçerek tezgâhın altındaki çekici silindire sarılır. Bütün bu işlemlerin şaşmaz bir zaman­lamayla yerine getirilebilmesi için tezgâhın her parçasının tam bir uyum içinde çalışması gerekir.
Bugün bir dokuma işçisinin görevi makine­yi denetleyerek boşalan mekiğin yerine dolu­sunun gelmesini sağlamak ve iplik koptuğun­da makineyi hemen durdurmaktır. Ama oto­matik dokuma makineleri iplik koptuğu za­man kendiliğinden durduğu için bir tek işçi 20-25 makineyi aynı anda denetleyebilir.
18. yüzyıla gelinceye kadar kumaş el tez­gâhlarında dokunuyor, dokumacı mekiği eliy­le öne arkaya götürerek çözgülerin arasından geçiriyordu. 1733'te John Kay, çok hızlı hare­ ket ettiği için "uçan mekik" denen bir düze­nek yaptı. Bir makineye bağlı olan bu mekik dokuma makinelerinin hızını bir anda artır­mıştı. 1760'ta oğlu aynı kumaşı birden çok mekikle dokuyabilen bir düzenek geliştirdi. 1785'te Edmund Cartwright'ın su gücüyle ça­lışan dokuma tezgâhı da aynı iş için tüketilen emeği ve zamanı azaltarak dokuma sanayisine büyük bir hız kazandırdı.
Bugün bütün sanayileşmiş ülkelerde oto­matik dokuma tezgâhları kullanılmaktadır. Ama el tezgâhları çok özel dokumaların yapı­mında hiçbir zaman önemini yitirmemiştir. Bu tezgâhlarda dokunan halı, kilim ve cicim­lerin değeri makinede üretilenlerle karşılaştı­rılamaz.
Atkı ve çözgü ipliklerinin dokuma makine­sine beslenmeden önce hazırlanması gerekir.
Genellikle bobinlere sarılı olan atkı ipliği me­kiğin içine yerleştirilecek olan küçük masura­lara aktarılır. Masura mekiğe oturtulduktan sonra atkı ipliği masuranın gözünden geçirile­rek dışarı alınır. Çözgü ipliklerinin hazırlanmasında en sık uygulanan yollardan biri, çok sayıda bobin­den gelen iplikleri, silindir biçimindeki geniş bir tambura aktararak yan yana sarmaktır. Tambur üzerindeki sarma genişliği, dokuna­cak kumaşın bitmiş genişliğine eşittir. Çözgü iplikleri daha sonra hep birlikte çözgü leven­dine aktarılır. Bazen liflerin tezgâha sürtüne rek kopmasını önlemek için üstleri nişastalı bir maddeyle kaplanır; bu işleme haşülama denir.

Ağartma, Boyama ve Desen Basma
Tezgâhtan çıktığında renkleri cansız ve soluk olan, dokunulduğunda ele sert ve kaba gelen kumaşın görünümü bu ilk haliyle hiç de çekici değildir. Kullanıma sunulmadan önce daha bir dizi işlemden geçmesi gerekir.
Eğer dokunan pamuklu ve keten kumaşlar beyaz masa örtüsü ya da yatak çarşafı olarak kullanılacaksa, özellikle ketenin grimsi doğal rengini açmak ya da pamuğun beyazlığını le­keleyen katışkılan gidermek için bir ağartma işlemi zorunludur. Pamuklu ve keten doku­malar genellikle kalsiyum klorat (kireç kaymağı) çözeltisine ya da hidrojen perokside batırılarak ağartılır. Yünlü ve ipekliler için de hidrojen peroksit kullanılabilir.
Daha dokumacılığın ilk çağlarında bile in­sanlar yünün, pamuğun ya da ipeğin tekdüze renkleriyle yetinmeyip, dokudukları kumaşla­ra renk ve kişilik katmanın yollarını aramış­lardı. Bitkilerden ve hayvanlardan solmayan doğal boyalar elde ediyorlar, özellikle mor, erguvan, kırmızı gibi ender bulunan ve renk tutturması güç olan boyalar kumaşın değerini artırıyordu. Günümüzde kimya sanayisi tek renk kumaşları boyamak ya da kumaş üzerine desen basmak için çok geniş bir renk yelpaze­si sunar.
Boyama işlemi üretimin çeşitli aşamaların­da uygulanabilir. Örneğin yün eğirilmeden önce, dikiş iplikleri eğirme işleminden sonra, pamuklu, keten, yapay ipek ve ipek dokuma­lar ise genellikle ağartıldıktan sonra boyanır. Yapay lifler konusunda en büyük sorun, daha önce sınanmamış bir maddede en iyi sonucu alabilmek için, genellikle üretilen her yapay lif için yeni bir boyarmadde ve yeni boyama yöntemleri arama zorunluluğudur. Nitekim çağımızda boyarmaddeler konusunda o kadar çok araştırmacı çalışıyor ki bilinen boyarmad-delerin sayısı hemen her gün artıyor. Düz kumaş üzerine desen basmak için de ge­ne boyarmaddelerden yararlanılır. En pahalı ve değerli kumaşlardan en ucuz dokumalara kadar uygulanabilen değişik basma teknikleri geliştirilmiştir. Ürünün niteliği doğal olarak kullanılan elyafın ve dokumanın niteliğine, boyarmaddenin türüne, uygulanan baskı tek­niğine ve desenlerin karmaşıklığına göre deği­şir. Nitekim emprime, basma, pazen, divit ve yazma gibi değişik nitelikte kumaşlar hep bas­ma yöntemiyle üretilmektedir.
Basmacılıkta bugün başlıca üç yöntem uy­gulanır. Kalıp baskı yönteminde, desinatörün çizdiği desen tahta bloklar üzerine kabartma metal çizgilerle işlenir. Ama desenin değişik renkteki bölümleri ayrı ayrı bloklar üzerine aktarılmıştır; böylece desen kaç renkli olacak­sa o kadar tahta blok hazırlanır. Basma ustası önce bu bloklardan birini, sözgelimi desenin kırmızı bölümlerinin taslağını taşıyan bloğu alıp kırmızı boya sürdükten sonra dokumanın üstüne bastırır. Aynı işlemi öbür bloklarla da uygulayarak bütün deseni kumaş üzerine ak­tarır. Ama bu işi yaparken blokları doğru ye­re bastırmaya, desenlerin eğri olmamasına ve blokların kaymamasına çok özen göstermesi gerekir. Bu elle basma yöntemi çok pahalı ve zaman alan bir işlemdir; bu yüzden yalnız az miktarda ("kupon olarak") üretilen değerli dokumalara uygulanır.
Merdaneyle basma seri üretime olanak ver­diği için daha ucuz ve daha çok uygulanan bir yöntemdir. Basılacak desen, kumaşın genişliğiyle aynı uzunlukta yapılmış bakır merdane­lerin üzerine oyularak işlenir. Desendeki her renk için ayrı bir merdane kullanılır ve bir düzenek bu merdanelerin ayrı kaplardaki de­ğişik renk boyalara dalıp çıkacak biçimde dönmesini sağlar. Boya kabına girip çıkan merdanenin yüzeyi bir sıyırma bıçağıyla sıyrı­larak, boyanın yalnızca oyuk bölümlerde kal­ması sağlanır. Böylece her merdanenin üze­rindeki desen kendi renginde boyanmış olur. Merdaneler sırayla dokumanın üzerinden ge­çirildiğinde oyuk çizgilerdeki boya dokumaya aktarılarak bütün desen tamamlanır. Renkle­rin kalıcılığını sağlamak için de genellikle bas­kıdan sonra dokuma sıcak buhara tutulur.
Üçüncü yöntem olan serigrafi bir şablonla baskı tekniğidir. Basımcılıkta, mimarlıkta ve daha birçok alanda kullanılan şablon, üzerin­de harf, rakam ya da şekillerin bulunduğu bir levhadır. Bu harf ya da şekillerin çevre çizgi­leri oyularak açılmış olduğu için, kaleminizi bu çizgilerde dolaştırarak aynı şekli alttaki kâ­ğıda düzgün biçimde aktarabilirsiniz. Şablo­nun yüzeyine mürekkep ya da boya sürüldü­ğünde de, bu yarıklardan alta geçen mürek­kep kâğıt üstünde aynı şeklin kopyasını verir. Aynı ilkeye dayanan serigrafi yönteminde şablon olarak, tahta bir çerçeveye gerilmiş ipekli dokuma kullanılır. Basılacak her renk için bir şablon hazırlanır ve dokumanın üzeri­ne istenen desen çizilir. Dokuma delikli oldu­ğu için üstten sürülen boyayı alttaki yüzeye geçirecektir; yalnız desenin aktarılması için, desenin dışında kalan bütün delikler kalın bir vernik ya da macunla kapatılır. Sonra baskı ya­pılacak olan kumaş uzun bir masanın üzerine yayılır ve ipek şablon çerçeveleri bir uçtan öbür uca kadar taşınarak baskı tamamlanır.
Bunların hepsi istenen deseni kumaşa doğ­rudan basma teknikleridir. Bunların dışında, boya tutmayan bazı kimyasal maddelerle do­kumaya dolaylı yoldan da desen verilebilir. Bu maddeler dokumanın istenen yerlerine, is­tenen desende sürülür ve kumaş boyandığın­da o bölümlerin boya emmesini engeller. Böy­lece kumaş boya banyosundan çıkarıldığında üzerinde beyaz desenler olur.
Desenlerin beyazdan başka bir renk olması isteniyorsa, bütün kumaş tek renge boyanır; sonra üzerine boya tutmayan bu kimyasal maddelerle desen basılır ve kumaş değişik renkteki başka bir boya banyosundan geçiri­lir. Böylece, eğer ilk uygulanan renk sarı, ikincisi mavi ise, kumaş yeşil üstüne sarı de­senli olacaktır.
Endonezyalıların, boya engelleyici kimya­sal maddeler yerine balmumuyla yaptıkları boyama tekniği de aynı ilkeye dayanır. Ku­maşın üzerindeki desenlere sürülen erimiş balmumu donarken çatlar, böylece çatlaklar­dan sızan boya beyaz kumaş üzerinde renkli damarlar oluşturur. Uzakdoğu'da başlayıp bugün dünyanın birçok ülkesine yayılmış olan bu batik yöntemiyle kumaşa çok özgün desen­ler basılabilir.
Desen basmanın başka bir yolu da "renk sökme" tekniğidir. Bu yöntemde önce bütün dokuma tek renge boyanır; sonra kumaştaki rengi söken kimyasal bir madde istenen dese­ne göre kumaş üzerine uygulandığında o bö­lümler beyaz olarak kalır. "Aktarma baskı" yönteminde ise, taşıyıcı bir yüzeye, genellikle de kâğıt üzerine istenen desen çizilir ve özel boyarmaddelerden hazırlanmış mürekkepler­le renklendirilir. Desen kâğıdı dokumanın üzerine yerleştirildikten sonra kızgın bir pres­ten geçirilir. Böylece yaklaşık 200°C sıcaklık­ta boya süblimleşerek, yani eriyip sıvı hale gelmeden doğrudan doğruya buharlaşarak dokumaya geçer. Aktarma baskı yönteminin üstünlüğü hem basit, hızlı ve ucuz olması, hem de ışığa, suya ve tere dayanıklı olan renklerinin solmamasıdır. Üstelik kuru baskı olduğu için, sulara karışacak boya artıklarıyla çevre kirliliğine yol açmaz.

Bitirme İşlemleri
Ağartılıp boyandıktan sonra bile dokuma hâ­ lâ satışa hazır durumda değildir. Kullanılan elyafın türüne göre değişik "bitirme" işlemle­rinden geçirilmesi gerekir. Pamuklu ve keten dokumaların buruşuk ve kırışıklıkları gideril­meli, yüzeyinin parlak ve kaygan olması sağ­lanmalıdır. Yünlü dokumalar da kırışıklıkları­nın giderilmesi için buhara tutulup presle ütülenmelidir.
Bitirme işlemlerinden biri de kumaşın yü­zeyini tüylendirmektir. "Hav" denen bu ince­cik tüyler, kumaşı çok ince iğnelerle kaplı dö­ner tamburlardan geçirerek yapılır. Havlan­dırma işlemi en çok flanel kumaşlar ile bazı elbiselik ve paltoluk kumaşlara uygulanır. Ba­zı yünlü kumaşlarda, havlandırma tamburla­rında bildiğimiz devedikeni bitkisinin kurutul­muş çiçek başçıklarını kullanmak çok iyi so­nuç verir. Halı, kadife ve pelüş (uzun tüylü kadife) gibi havlı dokumalarda ise dokuma sı­rasında fazladan çözgü ve atkı iplikleri kulla­nılarak yüzeyde ilmekler yapılır; bitirme iş­lemleri sırasında bu ilmekler kesildiğinde uç­ları dokumanın üstünde hav oluşturur.
Gofre kumaş ve poplin gibi bazı dokuma­larda bitirme işlemleri mekanik değil kimya­sal süreçleri içerir. 1844'te John Mercer adlı bir İngiliz kimyacı, pamuklu dokumanın önce sudkostik çözeltisine batırılıp sonra yıkandığı zaman çektiğini ve daha koyu tonlara boyan dığını fark etti. Bunu denemek için, yer yer sudkostik uyguladığı bir dokumayı maviye boyayarak, açık mavi zemin üzerinde büzüş­müş, koyu mavi benekleri olan güzel bir do­kuma elde etti. Günümüzde kabarık desenli gofre kumaş yapmak için, önce dokumaya sudkostik kabul etmeyen bir madde yol yol basılır; sonra bütün kumaş sudkostiğe batırılır, yıkanır ve boyanır. Böylece buruşuk koyu renkli şeritler ile daha açık tonda düzgün şe­ritlerin yan yana uzandığı bir dokuma elde edilir.
1889'da Horace Lowe adlı başka bir İngiliz kimyacı, sudkostiğe batırılan ama çekmesi önlenecek biçimde gergin tutulan pamuk ipli­ği ya da pamuklu dokumanın neredeyse ipek kadar parlaklaştığını keşfetti. Bulucusu John Mercer olmadığı halde onun adıyla anılan bu "merserizeleme" yöntemiyle merserize iplik ve poplin kumaşlar üretilir.
Pamuklu dokumaları önce merserizeleyip sonra asitle işleme yöntemi daha sonra bulun­du ve özellikle İsviçre'de gelişti. İsviçre mus­linleri ve organdileri gibi oldukça sıkı dokun­muş parlak, yarı saydam ve güzel görünümlü kumaşlar bu yöntemle elde edilir.
Güve yemeyen, neme dayanıklı ve sugeçir­mez kumaşlar da kimyasal bitirme işlemleriy­le yapılır. Örneğin yünlü giyecek ve halılar özel kimyasal maddelerle güve yeniklerine karşı korunur. İnce bir kauçuk katmanıyla kaplanan dokumalar sugeçirmezlik özelliği kazanır; ama bu işlem dokumanın hava geçir­mesini de önler. Daha yeni ve gelişmiş yön­temlerle dokumaya havayı geçirip suyu geçir­meme özelliği kazandırılabiliyor.
Çok çabuk buruşan pamuklu ve yapay ipekten dokumaların bu sakıncasını gidermek için de, lifin bileşiminde yapay bir reçinenin oluşmasını sağlayan özel bir kimyasal işlem uygulanır. Genellikle doğal ve yapay liflerin karışımıyla dokunan ve hiç ütü istemeyen giy-silik kumaşlar da bu tür kimyasal bitirme iş­lemlerinin ürünüdür.
Yapay reçinelerin dokumacılık alanındaki başka bir uygulaması da iplik eğirmeyi ve do­kumayı gerektirmeyen kumaşların yapımıdır. Lifler dağınık bir yığın halinde kümelenir; ısı­tıldığında reçineleşen maddelerle karıştırıl­dıktan sonra sıcak prese alınır. Bu süre içinde reçine oluşur ve yığın halindeki lifleri birbiri­ne bağlar.
Yıkandığında lifleri büzüştüğü için çeken yünlü dokumaların bu sakıncası da bazı özel işlemlerle bir dereceye kadar giderilmektedir. Bu işlemlerden en yaygını "klorlama"dır. Bugün özel işlemlerden geçiril­miş yünlü giyecekler çamaşır makinelerinde bile yıkanabilir. Avustralya'da yünlü giyecek­lerde kalıcı pliler elde etmeye yarayan bir yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde giyecek­lerin üstüne kimyasal maddeler püskürtül­dükten sonra buhara tutularak preslenir. Böylece oluşan pliler yağmurda ıslandıktan sonra bile pek bozulmaz.
Bugün binlerce değişik dokuma tipi üretili­yor ve özel amaçlı yeni dokumalar yapabil­mek için çalışmalar sürdürülüyor. Ama bu çe­şit zenginliğine karşın, bütün dokumalar kul­lanım amacına göre üç ana grupta toplanır. Bunlardan ilki giysilik kumaşlar ya da doku­malardır. İkinci grup perde, yatak takımları, masa örtüleri, battaniye, havlu, döşemelik kumaş, halı ve kilim gibi ev eşyası olarak kul­lanılan dokumaları kapsar.
Üçüncü grup ise çadır ve yelken bezi, bran­da, çuval, cilt bezi gibi sanayi dokumalarıdır.
Birçok giyim eşyası, özellikle çoraplar, iç çamaşırları ve tişörtler örgü makinelerinde üretilir. Örgü giyim eşyasının en büyük üstün­lüğü her yönde kolayca esneyebilmesidir. Böy­lece bu giysiler, diz ve dirsek gibi eklemler büküldüğü zaman bile vücudu rahatça sarabi­lir. Örgünün başka bir üstünlüğü de örgü ma­kinelerinin çok hızlı çalışmasıdır. Bazı çözgülü örgü makineleri 120 santimetrelik bir örgü genişliğinde dakikada 2.500 sıra yapabilir; bu­na karşılık, mekikli, sıradan bir dokuma tez­gâhı aynı genişlikteki bir dokumaya dakikada en çok 300 atkı atabilir.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
21 Ocak 2010       Mesaj #2
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Germe (Tekstil Zanaatları)

Sponsorlu Bağlantılar
200px Blocking2

Germe esnasındaki kroşe örnekleri. Sıcak suya daldırdıktan sonra malzemeler biçimlendirilir ve kuruması için havluya yatırılır. İğneler birkaç örnekleri istenilen biçimde tutar.


Örme, Kroşe ve diğer tekstil sanatlarında germe elyapımı tekstil ürünlerinin biten parçalarının gergin kalmasını sağlamak için yapılan son işlemdir. Her parça germe işlemine gereksinim duymaz, buna karşın germe işlemi dantel için standartdır ve süveter, çoraplar ve diğer katı parçalar için görülmedik değildir. Isı ve nem den dolayı germe konfeksiyonu ayarlar ve son ebatları belirli ölçüye uydurur ve arçanın gücünü de artırabilir. El üretimiyle yapıaln parçalarda kumaş üzerinde tabii baskı onun istenilen biçim ve ölçülerden sapmasına neden olabilir. Germe işlemi sadece tabii lifler üzerinde etkili olur. Bu yumuşak huyluluk derecesi ençok esneklik sağlayan yün tarafından kullanılan ipliğin tipi ile belirtilebilir. Bu bölümde üretilen projeler için germe işlemi normal olarak son birleştirme işleminden önce yapılır.

Germe yötemleri

Germe işlemi birçok farklı şekilde yapılabilir. Bu metodda, zanaatkarlar paslanmaz iğneler, buharlı alet veya buharlı ütü kullanabilir. Suyu iyi tolere eden lifler ıslak olarak germe işlemine tabii tutulabilir, istenilen biçimde şekilendirilen parçaya daha sonra kuru hava verilir. Soğuk germe işleminde buhar kullanılmaz ve aynı sonucu elde edebilmek için suya daldırma yerine üzerine su püskürtülür. Buharlı germe bir buhar aleti veya buharlı ütüyü parça üzerine doğrudan doğruya tayzik uygulamayarak kullanır.

180px BlockedLaceScarf
Germe esnasında örgü şal

Buhar germe

Buhar germe işlemi kumaş üzerine ısının gezdirilmesi suretiyle buharlı ütü ile yapılır. Ütü kumaş üzerinde yaklaşık 1 veya 2 inç mesafede tutulmalıdır. Böylece parça düzgünleştirilir, daha ince olur ve bu uygulama onun şeklini daha iyi biçimde tutar.


Vikipedi

Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
Daisy-BT - avatarı
Daisy-BT
Ziyaretçi
24 Haziran 2011       Mesaj #3
Daisy-BT - avatarı
Ziyaretçi

Dokuma


Her türlü iplikten çeşitli teknikler kullanılarak yapılan kumaş, triko, döşemelik, halı, keçe vb. parçalara verilen genel ad.

Dokumacılık, tarihin çok eski dönemlerinden beri süregelmektedir. Her türlü dokumanın dokunduğu tezgâhlar, 18. yüzyılın sonlarına kadar tahtadan yapılmıştır. İlk defa 1785'te İngiltere'de kullanılmaya başlanan makineleşmiş dokuma tezgâhları sayesinde dokuma sanayii bugünkü durumuna erişti.

Dokuma tezgâhları kullanılma amacına göre işleme, kumaş ve halı tezgâhları olarak ayrılır. Ayrıca yatık tezgâh, dik tezgâh, jakar tezgâh, çok mekikli tezgâh gibi çeşitleri de vardır. Bugün mekik sistemi bile ortadan kalkmış ve tamamen otomatik kontrollü ve programlanabilen dokuma tezgâhları kullanılmaya başlanmıştır.

Pamuk, ipek, yün, keten, jüt gibi doğal kaynaklardan elde edilen ipliklerle yapılan dokumalar günümüzde de büyük ölçüde kullanılmaktaysa da yapay ve sentetik dokumalar da çok geniş kullanım alanı bulmuştur.

Yapay dokumalar, esas hammaddesi yine doğadan çıkarılan selüloz, proteinli maddeler olup çeşitli kimyasal işlemlerden geçirilerek yapılan ipliklerden dokunur. İlk yapay iplik, ipeğe çok benzeyen selüloz esaslı "reyon"dur. 1900 yılında İngiliz Beadle, Gross ve Bevan tarafından bulunan rejenere selüloz ipliği "viskoz ipeği" bugün de geliştirilmiş olarak kullanılır. Piyasada "viskoz" olarak adlandırılan yapay hammaddeler, yapay ipek veya yapay pamuk şeklindedir.

Bunların dışında yerfıstığı ve soya elyafından elde edilmiş protein esaslı "ardil" ve "aljinat" dokumaları da kullanılmaktadır. Sentetik dokumalar ise, hammaddesi kömür veya petrol ürünlerinin sentezinden çıkarılan kimyasal maddelerden dokunur. İlk defa Amerikan Dupont ve Nemours firması tarafından süperpoliamidden yapılan sentetik elyafa "naylon" adı verilmiştir. Yüksek polimerlerden oluşan sentetik dokumalar, süperpoliamid, poliyester ve poliüretanlar ile poliakril ve poliyofelinlerden yapılır.

Süperpoliamidlerden "perlon", "rislan" ve "ürilon"; poliyesterlerden, "terilen", "tergal", "dakran"; poliüretanlardan "likra" (licra); poliakrillerden "orlon", "dynel", "vinyon N" ve "Acrilan"; poliyofelinlerden "meraklon" gibi patent adlarıyla piyasaya sürülmüş sentetik dokumalar en tanınanlarıdır.

MsXLabs.org & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

Benzer Konular

12 Şubat 2014 / Ziyaretçi Soru-Cevap
23 Kasım 2008 / Misafir Türkiye Cumhuriyeti
13 Nisan 2011 / Misafir Soru-Cevap
7 Ağustos 2012 / Misafir Soru-Cevap