Dokumacılık (Tekstil) Sanayi ve Teknolojisi
MsXLabs.org & Temel Britannica
Dokumacılık ya da tekstil dendiğinde, doğal ve yapay liflerin önce eğirilerek düzgün ve kesintisiz bir ipliğe, sonra dokunarak kumaş, bez, halı, kilim, havlu gibi çeşitli ürünlere dönüştürülmesini kapsayan işlemler dizisi anlaşılır. Bütün bu sürecin iki temel aşamasından biri iplik eğirme, öbürü dokumadır. Gerçekten de bütün dokumalar, yani dokunmuş ürünler, ayrı ayrı ipliklerin hasır örer gibi birbirinin arasından geçirilmesiyle elde edilir. Bu dokuma işlemi, tek bir ipliğin şiş ya da tığla ilmekler halinde örülmesinden çok farklıdır. Ama sonuçta "triko" denen örgü kumaşlar da, hatta liflerin dokunup örülmeden yalnızca sıkıştırılarak birbirine kaynaştırıldığı keçe kumaşlar da dokuma sayılır.
Doğal ve Yapay Lifler
Çok eskiçağlarda bir el sanatı olarak doğan, sonradan iplik eğirme ve dokuma makinelerinin yapılmasıyla önemli bir sanayi dalına dönüşen dokumacılığın hammaddesi doğal ve yapay liflerdir. Bazı bitki ve hayvan dokularını oluşturan ince telciklere lif denir; dokuma sanayisinde çok kullanılan "elyaf" terimi de Arapça kökenli olan lif sözcüğünün bu dilin kurallarına göre yapılmış çoğuludur. İplik halinde eğirilmeye elverişli doğal lifler elde edildikleri doğal kaynaklara göre üç grupta toplanır:
Bugün de dokuma sanayisinin en değerli hammaddesi olan bitkisel ya da hayvansal kökenli doğal liflerin dokumacılıkta kullanılması yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesine dayanır. Eski Anadolu halkları, Çinliler, Hintliler, Persler, Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar ve Perulular hayvanlardan ipek, yün, deve tüyü, keçi kılı ve tiftik, bitkilerden keten, pamuk, jüt ve kenevir lifleri elde etmeyi biliyorlardı. O çağlardan bugüne kadar bu listeye pek az bitkisel ya da hayvansal lif eklenmiş olması şaşırtıcıdır. Günümüzde uzmanlar yeni doğal lif kaynakları aramak yerine, bir yandan bilinen doğal liflerin niteliğini ve üretimini artırmak, öte yandan laboratuvarlarda kimyasal maddelerle üretilen yapay lif çeşitlerini zenginleştirmek için uğraşıyorlar.
Genellikle naylon, orlon, terilen gibi ticari marka adlarıyla tanınan ve bugün yüzlerce çeşidi üretilmiş olan yapay liflerin başlangıcı 19. yüzyıla dayanır. Aslında İngiliz fizikçi Robert Hooke daha 17. yüzyılda ipekböceğinden esinlenerek insan eliyle dokuma lifi yapılabileceğini düşünmüştü. İpekböceği altdudağındaki küçük delikçiklerden protein yapısında bir sıvı salgılar; bu sıvı havayla karşılaştığı anda sertleşerek uzun ve kesintisiz bir life dönüşür. Hooke günün birinde böyle bir sıvının kimyasal yollarla üretilebileceğini ve sertleştirilerek iplik halinde çekilebileceğini 1664'te yazmıştı. Ama 19. yüzyılın sonlarına kadar kimse bu konuyla ilgilenmedi; daha doğrusu. kimyanın olanakları o çağa kadar böyle bir sıvının laboratuvarda elde edilmesine yeterli değildi. Gene de, çağdaş kimya sanayisinin en büyük dallarından biri olan yapay elyaf üretimi Hooke'un bu düşüncesinden doğmuş sayılabilir. Çünkü kimyasal bireşim (sentez) yöntemlerinin bulunmasından sonra üretilen ilk yapay elyaf "reyon" adıyla da bilinen yapay ipek oldu.
İlk kez o dönemde üretilip bugüne kadar önemini koruyan yapay liflerden biri, C. F. Cross ve E. J. Bevan adlı iki İngiliz kimyacının buluşudur. Bu kimyacılar uzun deneylerden sonra 1892'de, bitki dokularının temel maddesi olan selülozu kimyasal yöntemlerle ayırmayı başardılar. Bu işlem için, ağaçların ya da odunsu bitkilerin gövdesi iyice su emdirilip yumuşatılarak odun hamuru haline getirilir. Derişik (sulandırılmamış) sudkostik çözeltisi katılarak bir süre bekletilen bu hamur preslenerek çözeltiden ayrılır, kurutularak ufalandıktan sonra karbon sülfürle işlenir ve en sonunda seyreltik sudkostikte çözündürülür. Böylece, viskoz denen turuncumsu kırmızı renkte bir sıvı elde edilir. Bu sıvı, sülfürik asitli bir çözeltinin içine çok küçük damlacıklar halinde püskürtüldüğünde sertleşerek ipek gibi kesintisiz liflere dönüşür. "Viskoz ipeği" denen bu liflerin temel maddesi, işlemin hammaddesi olan bitkisel liflerinki gibi selülozdur.
Yapay lif üretiminde başlangıç maddesi olarak selüloz çok kullanılır. Selülozun asetik asitle oluşturduğu selüloz asetat çözeltisi de sıcak hava içine püskürtüldüğünde kesintisiz liflere dönüşür. "Asetat ipeği" denen bu liflerden dokunmuş kumaşlar buruşmadığı ve ütüsü bozulmadığı için, selüloz asetat lifleri dokumacılıkta çok kullanılan bir lif grubudur.
O yıllarda, yapay lif üretiminde kullanılabilecek herhangi bir maddede aranan tek özellik, havayla ya da başka bir maddeyle karşılaştığında katılaşan kıvamlı bir çözelti oluşturmasıydı. Oysa bugün, uzun bir zincir gibi yan yana dizilmiş polimer moleküllerinden oluşan maddelerin lif yapımında ne büyük üstünlük sağladığı biliniyor. Bu polimerlerin yapıtaşları olan monomerler birbirine ne kadar yakınsa ve moleküller dallanmaksızın ne kadar düzgün bir zincir oluşturuyorsa, elde edilen elyaf da o kadar nitelikli olur. Bu bilgiler daha önceki başarısız çalışmaların nedenini açıklamakla kalmadı, aynı zamanda dokumacılıktaki göz kamaştırıcı gelişmelerin de başlangıcı oldu. Böylece kimyacılar kömür katranında ve petrolde bulunan basit kimyasal maddeleri düzenli moleküller halinde birleştirerek naylon, polyester ve akrilik elyaf gibi çok kullanılan yapay lifleri üretmeyi başardılar.
Yapay liflerin bir grubu selüloz ve protein gibi karmaşık yapılı doğal maddelerin işlenmesiyle elde edilir. Bu işlemde, doğada var olmayan yeni bir madde üretmek ya da bireşimlemek söz konusu değildir. Daha önce anlatılan viskoz ve asetat ipeklerinde olduğu gibi, bu gruptaki liflerin yapısı doğal hammaddeninkiyle aynıdır. İkinci gruptakiler ise, basit kimyasal maddelerin doğada örneği olmayan büyük ve karmaşık moleküller oluşturacak biçimde birleştirilmesiyle üretilen gerçek anlamda bireşimsel (sentetik) liflerdir.
Erimiş camın iplik gibi çekilmesiyle elde edilen camyünü ya da fiberglas da mineral kökenli doğal asbest lifinin insan eliyle yapılmış karşılığı sayılır. Cam lifleri ısıya ve kimyasal maddelerin aşındırıcı etkisine çok dayanıklı olduğundan, camyününün dokumacılıkta ve öbür sanayi dallarında çok geniş bir kullanım alanı vardır.
İplik Eğirme
Özellikle pamuk ve yün gibi doğal lifler dokumacılıkta kullanılamayacak kadar kısa olduğundan bu liflerin önce eğirilerek uzun ipliklere dönüştürülmesi gerekir. Oysa ipekböceğinin kendine koza örmek üzere ürettiği ipek kesintisiz bir liftir; bütün koza iplik gibi eğirilmiş tek bir lifin üst üste sarılmasıyla oluşur. Ama bu lif de hemen kopacak kadar dayanıksız ve incedir; bu yüzden, ipek liflerinin birkaçı bir arada bükülmedikçe sağlam bir kumaş dokunamaz. Ayrıca kozalar açılırken ykopan lifler de aynı boyda kesilip eğirilerek dokuma ipliği ve ibrişim yapımında kullanılabilir. Yapay liflerin hepsi kesintisizdir ve doğal liflerden çok farklı yöntemlerle eğirdir; yalnız bu sonsuz lifler önce belirli boyda kesilip, sonra çok katlı dokuma ipliği yapmak üzere birkaçı bir arada bükülürse o zaman doğal liflerle aynı eğirme yöntemleri uygulanır.
İplik eğirmede kullanılan en eski araçlar iğ ile örekedir. Yıkanıp temizlendikten sonra elle didilmiş bir yün ya da pamuk yığını öreke denen bir çatal çubuğa takılır ve buradan çekilen bir demet lifin ucu iğe bağlanırdı. Ağaçtan yapılan mekik biçimindeki iğ bu iple birlikte yere doğru sarkıtılıp hızla döndürüldüğünde iplik kendi üstünde bükülerek iğin üzerine sarılırdı. Eğiren kişinin örekeden sürekli yün çekmesi, iği döndürmesi ve ipliğin kopmamasına, hep aynı kalınlıkta bükülmesine özen göstermesi gerekirdi. Kirman denen eğirme aracı da hemen hemen aynı düşünceye göre tasarlanmıştır ve bazı köylerde her ikisi de hâlâ kullanılır.
İlk kez Hindistan'da kullanıldığı sanılan eğirme çıkrığı bu zahmetli işi biraz kolaylaştırdı. Bu aleti kullanan kişi sol elinde örekeyi tutuyor, sağ eliyle de tahtadan yapılmış bir çarkı (çıkrığı) çeviriyordu. Böylece, bir kayışla çıkrığa bağlanmış olan iğ de çarkla birlikte dönüyordu. 16. yüzyılda geliştirilen Saksonya çıkrığına ise çarkı döndürmek için pedallar ve iplik sarmak için bir bobin eklenmişti.
1733'te John Kay'in yaptığı "uçan mekik" dokuma tezgâhlarının hızını öyle artırdı ki, çıkrıkla çalışan iplik eğiricileri dokumacılara iplik yetiştiremez oldular. Giderek artan dokuma ipliği gereksinimini karşılamak üzere İngiltere'de birçok kişi yeni eğirme yöntemleri aramaya başladı. James Hargreaves'in 1766'da yaptığı eğirme tezgâhı da bir tür çıkrıktı, ama birkaç ipliği aynı anda ve daha hızlı eğirebiliyordu. Bunu üç yıl sonra Richard Arkwright'ın su gücüyle çalışan eğirme tezgâhı izledi. Sağlam pamuk ipliği bükebilen bu tezgâhtan 10 yıl sonra, 1779'da Samuel Crompton "eğirme katırı" denen çok hızlı ve kullanışlı bir eğirme makinesi yaptı.
Bugün, değişik özellikteki doğal liflerin hemen hepsi kendi lif yapısına uygun özel bir eğirme makinesinde eğirilir. Ama kalınlığı ve bükümü baştan sona kadar değişmeyen düzgün ve temiz bir iplik üretebilmek için bütün liflerin önce didilerek açılması, temizlenmesi ve harmanlanması gerekir. Eğirme işleminin temeli çekme ve bükmedir. Çekme işleminden önce lifleri taraklayarak kısa olanları ayırmak, düğümleri açmak ve lifler arasındaki küçük kir ya da toz parçacıklarını temizlemek çok önemlidir. Çünkü birbirine dolaşmış lifler ve kir parçaları ipliğin görünümünü bozar; kısa lifler de uzunlar kadar düzgün çekilemez. Tarak artığı olan bu lifler ayrıca eğirilerek daha düşük kaliteli dokuma ipliği haline getirilebilir.
Pamuk Eğirme
Sıkıştırılmış balyalar halindeki pamuk, iplik fabrikasına getirildiğinde hem lifleri birbirine dolaşmıştır, hem de tarladan toplanırken araya bitkinin parçaları karışmıştır. Üstelik balyalardaki pamuğun cinsi aynı olsa bile kalitesi değişeceğinden, önce bütün balyaların birbirine karıştırılarak harmanlanması gerekir.
Daha sonra pamuk yığınları, liflerin açılıp temizlenmesi için tek bir birim halinde birleştirilmiş çeşitli makinelerden geçirilir. Bunlardan biri, dönen tokmaklarıyla pamuğu dövüp kabartarak dağınık yumaklar haline getiren ve liflerin arasındaki yabancı maddeleri temizleyen hallaç makinesidir. Daha sonra tarak makinesine giren pamuk demetleri, her birinin yüzeyinde yüz binlerce incecik iğne bulunan döner silindirlerin arasından geçerek lif lif ayrılır ve tül inceliğinde gevşek bir örtüye dönüşür. Ama bir sonraki makine bu lifleri dağınık ve gevşek bir biçimde birbirine yaklaştırarak 2 cm eninde bir pamuk şeridi haline getirir.
Böylece temizlenip açılan lifler artık çekme ve bükme makinelerine gönderilmeye hazırdır. Bu makinelerin ipliği nasıl eğirdiğini daha iyi anlayabilmek için iyice didilerek kabartılmış bir tutam pamuğu sol elinizle gevşekçe tutun. Sağ elinizle bu tutamdan birkaç lif yakalayıp hafifçe çekerken bir yandan da lifleri parmaklarınızın arasında yuvarlayarak bükün. Bu arada sol elinizle pamuğun yukarıdaki uca doğru ilerlemesine yardım ederseniz, bütün pamuk yumağının kesintisiz bir ipliğe dönüştüğünü görürsünüz.
İplik çekme makinesi bu işlemi genellikle birkaç aşamada yapar. Ama daha ilk aşamadan önce pamuk şeridindeki bütün liflerin aynı doğrultuya getirilmesi gerekir. Bunun için, lifler, her biri bir öncekinden daha hızlı dönen birkaç silindir çiftinin arasından geçirilir. Makineye beslenen pamuk bir yandan da tarak-lanırsa daha üstün nitelikli bir iplik elde edilir. Bu hazırlık aşamasından sonra uygulanan çekme işleminin temeli de gene lifleri silindirlerin arasından geçirmektir.
Çekme makinesinden gelen lifler iyice uzayıp incelmiş olduğu için son çekme işleminde kopabilir. Bunu önlemek için lifler hafifçe bükülerek fitil haline getirilir. Eğirme makinelerinde gerçekleştirilen son çekme işleminde ipliğin iyi bükülmesi çok önemlidir; çünkü ipliğin sert ya da yumuşak, sağlam ya da dayanıksız olması gibi niteliklerini belirleyen büküm sayısıdır.
Yün Eğirme. Yün de hallaç makinelerinin döner tokmaklarıyla dövülüp açılır, sonra liflerin arasına gömülmüş kum, yağ ve kir parçacıklarını temizlemek için sabunlu sıcak suyla yıkanır. Koyunların sürtündüğü bitkilerden gelen ve dikenleriyle liflere iyice tutunmuş olan pıtrakları temizlemek için de ayrı bir işlem uygulanır. Daha sonra harmanlanan yünler iğneli silindirlerin arasından geçirilerek yeniden açılır. Buraya kadar ortak olan işlemler bu aşamadan sonra işlenen yünün cinsine göre değişir. Çünkü daha kısa ve düşük nitelikli yünlerden taranmamış yün ipliği, üstün nitelikli yünlerden de taranmış yün ipliği ya da kamgam yapılacaktır.
Taranmamış yün ipliği üretiminde, harmanlamadan sonra taraklanan lifler pamuk ipliği gibi silindirlerin arasından çekilmez; doğrudan eğirme makinesine gönderilir ve burada hafifçe çekildikten sonra bükülerek dokuma ipliğine dönüştürülür.
Taranmış yün ipliği üretiminde ise harmanlamadan sonra liflerin art arda birçok makineden geçerek işlenmesi gerekir. Önce taraklanır, sonra lifleri paralel duruma getirmek, fitilleri biraz daha inceltmek ve iplik halinde eğirmek için birkaç kez çekilir. Bu taraklama ve yinelenen çekme işlemleri nedeniyle kamgam ipliği çok sıkı ve pürüzsüz, lifleri de son derece düzgün, paralel ve birbirine yakındır. Oysa taranmamış yün ipliği daha kaba ve gevşek, lifleri de daha karışıktır.
İpek Eğirme
Kozadan çözülen ipek liflerinin üstü tutkal gibi bir maddeyle kaplıdır. Bu maddeyi gidererek lifleri yumuşatmak için önce kaynatmak gerekir. Yıkanan ipek kurutulduktan sonra açılır, taraklanır ve temizlenir. Taraklama sırasında lifler boylarına göre ayrılır. Lifler ne kadar uzunsa eğirden ipliğin niteliği de o kadar iyi olur.
Keten Eğirme. Bitkinin gövdesindeki kaba lifler ıslatılıp soyulduktan sonra demetler halinde bağlanarak iplik fabrikasına gönderilir.
Burada, öbür doğal liflere uygulanan taraklama, harmanlama, çekme ve bükme işlemleriyle iplik haline dönüştürülür.
Dokuma
En basit dokuma yöntemi iplikleri hasır örer gibi birbirinin arasından geçirmektir. Örnek için beş-altı ipliği bir masanın üzerine yan yana eşit aralıklarla yerleştirin. Başka bir ipliği bu paralel ipliklerin birinin üstünden atlatıp öbürünün altından geçirerek bu sırayla ilerleyin; birkaç iplikle daha aynı işi yaptığınızda ortaya bir hasır örgü çıktığını göreceksiniz.
Dokumada, bu iki iplik grubundan kumaş boyunca uzananlara çözgü, onların arasından enlemesine geçenlere de atkı iplikleri denir. Atkıları çözgülerin arasından dik, biraz eğik ya da yüzeyden az görünecek biçimde geçirmekle tafta, dimi ve saten gibi değişik dokuma tipleri elde edilebilir. Desenli dokumalarda atkıların çözgüler arasından geçiş düzeni daha karmaşıktır. Örneğin atkı bir çözgünün üstünden atladıktan sonra iki-üç çözgünün altından geçebilir. Buna benzer yöntemlerle kumaş üzerinde çapraz çizgiler, ekose, balıksırtı ve baklava desenler yapılabilir. Çok daha karmaşık desenleri dokuyabilmek için, Fransız dokumacı Joseph Marie Jacquard'ın (1752-1834) buluşu olan jakar tezgâhı kullanılır. Öbür makinelerde 20-25 çözgü ipliği aynı anda denetlendiği halde, jakar tezgâhında her çözgü ipliği tek tek denetlenir ve böylece çiçek, hayvan ya da insan motifleri dokunabilir. Jacquard'ın desenleri denetlemek için tasarladığı delikli kartlar sonradan bilgisayarların programlanmasına da uyarlanmıştır.
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar
Dokumacılık ya da tekstil dendiğinde, doğal ve yapay liflerin önce eğirilerek düzgün ve kesintisiz bir ipliğe, sonra dokunarak kumaş, bez, halı, kilim, havlu gibi çeşitli ürünlere dönüştürülmesini kapsayan işlemler dizisi anlaşılır. Bütün bu sürecin iki temel aşamasından biri iplik eğirme, öbürü dokumadır. Gerçekten de bütün dokumalar, yani dokunmuş ürünler, ayrı ayrı ipliklerin hasır örer gibi birbirinin arasından geçirilmesiyle elde edilir. Bu dokuma işlemi, tek bir ipliğin şiş ya da tığla ilmekler halinde örülmesinden çok farklıdır. Ama sonuçta "triko" denen örgü kumaşlar da, hatta liflerin dokunup örülmeden yalnızca sıkıştırılarak birbirine kaynaştırıldığı keçe kumaşlar da dokuma sayılır.
Doğal ve Yapay Lifler
Çok eskiçağlarda bir el sanatı olarak doğan, sonradan iplik eğirme ve dokuma makinelerinin yapılmasıyla önemli bir sanayi dalına dönüşen dokumacılığın hammaddesi doğal ve yapay liflerdir. Bazı bitki ve hayvan dokularını oluşturan ince telciklere lif denir; dokuma sanayisinde çok kullanılan "elyaf" terimi de Arapça kökenli olan lif sözcüğünün bu dilin kurallarına göre yapılmış çoğuludur. İplik halinde eğirilmeye elverişli doğal lifler elde edildikleri doğal kaynaklara göre üç grupta toplanır:
- Pamuk, keten, jüt ve kenevir gibi bitkisel lifler
- Yün, ipek, tiftik ya da moher gibi hayvansal lifler
- Tek örneği asbest olan mineral lifler
Bugün de dokuma sanayisinin en değerli hammaddesi olan bitkisel ya da hayvansal kökenli doğal liflerin dokumacılıkta kullanılması yüzlerce, hatta binlerce yıl öncesine dayanır. Eski Anadolu halkları, Çinliler, Hintliler, Persler, Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar ve Perulular hayvanlardan ipek, yün, deve tüyü, keçi kılı ve tiftik, bitkilerden keten, pamuk, jüt ve kenevir lifleri elde etmeyi biliyorlardı. O çağlardan bugüne kadar bu listeye pek az bitkisel ya da hayvansal lif eklenmiş olması şaşırtıcıdır. Günümüzde uzmanlar yeni doğal lif kaynakları aramak yerine, bir yandan bilinen doğal liflerin niteliğini ve üretimini artırmak, öte yandan laboratuvarlarda kimyasal maddelerle üretilen yapay lif çeşitlerini zenginleştirmek için uğraşıyorlar.
Genellikle naylon, orlon, terilen gibi ticari marka adlarıyla tanınan ve bugün yüzlerce çeşidi üretilmiş olan yapay liflerin başlangıcı 19. yüzyıla dayanır. Aslında İngiliz fizikçi Robert Hooke daha 17. yüzyılda ipekböceğinden esinlenerek insan eliyle dokuma lifi yapılabileceğini düşünmüştü. İpekböceği altdudağındaki küçük delikçiklerden protein yapısında bir sıvı salgılar; bu sıvı havayla karşılaştığı anda sertleşerek uzun ve kesintisiz bir life dönüşür. Hooke günün birinde böyle bir sıvının kimyasal yollarla üretilebileceğini ve sertleştirilerek iplik halinde çekilebileceğini 1664'te yazmıştı. Ama 19. yüzyılın sonlarına kadar kimse bu konuyla ilgilenmedi; daha doğrusu. kimyanın olanakları o çağa kadar böyle bir sıvının laboratuvarda elde edilmesine yeterli değildi. Gene de, çağdaş kimya sanayisinin en büyük dallarından biri olan yapay elyaf üretimi Hooke'un bu düşüncesinden doğmuş sayılabilir. Çünkü kimyasal bireşim (sentez) yöntemlerinin bulunmasından sonra üretilen ilk yapay elyaf "reyon" adıyla da bilinen yapay ipek oldu.
İlk kez o dönemde üretilip bugüne kadar önemini koruyan yapay liflerden biri, C. F. Cross ve E. J. Bevan adlı iki İngiliz kimyacının buluşudur. Bu kimyacılar uzun deneylerden sonra 1892'de, bitki dokularının temel maddesi olan selülozu kimyasal yöntemlerle ayırmayı başardılar. Bu işlem için, ağaçların ya da odunsu bitkilerin gövdesi iyice su emdirilip yumuşatılarak odun hamuru haline getirilir. Derişik (sulandırılmamış) sudkostik çözeltisi katılarak bir süre bekletilen bu hamur preslenerek çözeltiden ayrılır, kurutularak ufalandıktan sonra karbon sülfürle işlenir ve en sonunda seyreltik sudkostikte çözündürülür. Böylece, viskoz denen turuncumsu kırmızı renkte bir sıvı elde edilir. Bu sıvı, sülfürik asitli bir çözeltinin içine çok küçük damlacıklar halinde püskürtüldüğünde sertleşerek ipek gibi kesintisiz liflere dönüşür. "Viskoz ipeği" denen bu liflerin temel maddesi, işlemin hammaddesi olan bitkisel liflerinki gibi selülozdur.
Yapay lif üretiminde başlangıç maddesi olarak selüloz çok kullanılır. Selülozun asetik asitle oluşturduğu selüloz asetat çözeltisi de sıcak hava içine püskürtüldüğünde kesintisiz liflere dönüşür. "Asetat ipeği" denen bu liflerden dokunmuş kumaşlar buruşmadığı ve ütüsü bozulmadığı için, selüloz asetat lifleri dokumacılıkta çok kullanılan bir lif grubudur.
O yıllarda, yapay lif üretiminde kullanılabilecek herhangi bir maddede aranan tek özellik, havayla ya da başka bir maddeyle karşılaştığında katılaşan kıvamlı bir çözelti oluşturmasıydı. Oysa bugün, uzun bir zincir gibi yan yana dizilmiş polimer moleküllerinden oluşan maddelerin lif yapımında ne büyük üstünlük sağladığı biliniyor. Bu polimerlerin yapıtaşları olan monomerler birbirine ne kadar yakınsa ve moleküller dallanmaksızın ne kadar düzgün bir zincir oluşturuyorsa, elde edilen elyaf da o kadar nitelikli olur. Bu bilgiler daha önceki başarısız çalışmaların nedenini açıklamakla kalmadı, aynı zamanda dokumacılıktaki göz kamaştırıcı gelişmelerin de başlangıcı oldu. Böylece kimyacılar kömür katranında ve petrolde bulunan basit kimyasal maddeleri düzenli moleküller halinde birleştirerek naylon, polyester ve akrilik elyaf gibi çok kullanılan yapay lifleri üretmeyi başardılar.
Yapay liflerin bir grubu selüloz ve protein gibi karmaşık yapılı doğal maddelerin işlenmesiyle elde edilir. Bu işlemde, doğada var olmayan yeni bir madde üretmek ya da bireşimlemek söz konusu değildir. Daha önce anlatılan viskoz ve asetat ipeklerinde olduğu gibi, bu gruptaki liflerin yapısı doğal hammaddeninkiyle aynıdır. İkinci gruptakiler ise, basit kimyasal maddelerin doğada örneği olmayan büyük ve karmaşık moleküller oluşturacak biçimde birleştirilmesiyle üretilen gerçek anlamda bireşimsel (sentetik) liflerdir.
Erimiş camın iplik gibi çekilmesiyle elde edilen camyünü ya da fiberglas da mineral kökenli doğal asbest lifinin insan eliyle yapılmış karşılığı sayılır. Cam lifleri ısıya ve kimyasal maddelerin aşındırıcı etkisine çok dayanıklı olduğundan, camyününün dokumacılıkta ve öbür sanayi dallarında çok geniş bir kullanım alanı vardır.
İplik Eğirme
Özellikle pamuk ve yün gibi doğal lifler dokumacılıkta kullanılamayacak kadar kısa olduğundan bu liflerin önce eğirilerek uzun ipliklere dönüştürülmesi gerekir. Oysa ipekböceğinin kendine koza örmek üzere ürettiği ipek kesintisiz bir liftir; bütün koza iplik gibi eğirilmiş tek bir lifin üst üste sarılmasıyla oluşur. Ama bu lif de hemen kopacak kadar dayanıksız ve incedir; bu yüzden, ipek liflerinin birkaçı bir arada bükülmedikçe sağlam bir kumaş dokunamaz. Ayrıca kozalar açılırken ykopan lifler de aynı boyda kesilip eğirilerek dokuma ipliği ve ibrişim yapımında kullanılabilir. Yapay liflerin hepsi kesintisizdir ve doğal liflerden çok farklı yöntemlerle eğirdir; yalnız bu sonsuz lifler önce belirli boyda kesilip, sonra çok katlı dokuma ipliği yapmak üzere birkaçı bir arada bükülürse o zaman doğal liflerle aynı eğirme yöntemleri uygulanır.
İplik eğirmede kullanılan en eski araçlar iğ ile örekedir. Yıkanıp temizlendikten sonra elle didilmiş bir yün ya da pamuk yığını öreke denen bir çatal çubuğa takılır ve buradan çekilen bir demet lifin ucu iğe bağlanırdı. Ağaçtan yapılan mekik biçimindeki iğ bu iple birlikte yere doğru sarkıtılıp hızla döndürüldüğünde iplik kendi üstünde bükülerek iğin üzerine sarılırdı. Eğiren kişinin örekeden sürekli yün çekmesi, iği döndürmesi ve ipliğin kopmamasına, hep aynı kalınlıkta bükülmesine özen göstermesi gerekirdi. Kirman denen eğirme aracı da hemen hemen aynı düşünceye göre tasarlanmıştır ve bazı köylerde her ikisi de hâlâ kullanılır.
İlk kez Hindistan'da kullanıldığı sanılan eğirme çıkrığı bu zahmetli işi biraz kolaylaştırdı. Bu aleti kullanan kişi sol elinde örekeyi tutuyor, sağ eliyle de tahtadan yapılmış bir çarkı (çıkrığı) çeviriyordu. Böylece, bir kayışla çıkrığa bağlanmış olan iğ de çarkla birlikte dönüyordu. 16. yüzyılda geliştirilen Saksonya çıkrığına ise çarkı döndürmek için pedallar ve iplik sarmak için bir bobin eklenmişti.
1733'te John Kay'in yaptığı "uçan mekik" dokuma tezgâhlarının hızını öyle artırdı ki, çıkrıkla çalışan iplik eğiricileri dokumacılara iplik yetiştiremez oldular. Giderek artan dokuma ipliği gereksinimini karşılamak üzere İngiltere'de birçok kişi yeni eğirme yöntemleri aramaya başladı. James Hargreaves'in 1766'da yaptığı eğirme tezgâhı da bir tür çıkrıktı, ama birkaç ipliği aynı anda ve daha hızlı eğirebiliyordu. Bunu üç yıl sonra Richard Arkwright'ın su gücüyle çalışan eğirme tezgâhı izledi. Sağlam pamuk ipliği bükebilen bu tezgâhtan 10 yıl sonra, 1779'da Samuel Crompton "eğirme katırı" denen çok hızlı ve kullanışlı bir eğirme makinesi yaptı.
Bugün, değişik özellikteki doğal liflerin hemen hepsi kendi lif yapısına uygun özel bir eğirme makinesinde eğirilir. Ama kalınlığı ve bükümü baştan sona kadar değişmeyen düzgün ve temiz bir iplik üretebilmek için bütün liflerin önce didilerek açılması, temizlenmesi ve harmanlanması gerekir. Eğirme işleminin temeli çekme ve bükmedir. Çekme işleminden önce lifleri taraklayarak kısa olanları ayırmak, düğümleri açmak ve lifler arasındaki küçük kir ya da toz parçacıklarını temizlemek çok önemlidir. Çünkü birbirine dolaşmış lifler ve kir parçaları ipliğin görünümünü bozar; kısa lifler de uzunlar kadar düzgün çekilemez. Tarak artığı olan bu lifler ayrıca eğirilerek daha düşük kaliteli dokuma ipliği haline getirilebilir.
Pamuk Eğirme
Sıkıştırılmış balyalar halindeki pamuk, iplik fabrikasına getirildiğinde hem lifleri birbirine dolaşmıştır, hem de tarladan toplanırken araya bitkinin parçaları karışmıştır. Üstelik balyalardaki pamuğun cinsi aynı olsa bile kalitesi değişeceğinden, önce bütün balyaların birbirine karıştırılarak harmanlanması gerekir.
Daha sonra pamuk yığınları, liflerin açılıp temizlenmesi için tek bir birim halinde birleştirilmiş çeşitli makinelerden geçirilir. Bunlardan biri, dönen tokmaklarıyla pamuğu dövüp kabartarak dağınık yumaklar haline getiren ve liflerin arasındaki yabancı maddeleri temizleyen hallaç makinesidir. Daha sonra tarak makinesine giren pamuk demetleri, her birinin yüzeyinde yüz binlerce incecik iğne bulunan döner silindirlerin arasından geçerek lif lif ayrılır ve tül inceliğinde gevşek bir örtüye dönüşür. Ama bir sonraki makine bu lifleri dağınık ve gevşek bir biçimde birbirine yaklaştırarak 2 cm eninde bir pamuk şeridi haline getirir.
Böylece temizlenip açılan lifler artık çekme ve bükme makinelerine gönderilmeye hazırdır. Bu makinelerin ipliği nasıl eğirdiğini daha iyi anlayabilmek için iyice didilerek kabartılmış bir tutam pamuğu sol elinizle gevşekçe tutun. Sağ elinizle bu tutamdan birkaç lif yakalayıp hafifçe çekerken bir yandan da lifleri parmaklarınızın arasında yuvarlayarak bükün. Bu arada sol elinizle pamuğun yukarıdaki uca doğru ilerlemesine yardım ederseniz, bütün pamuk yumağının kesintisiz bir ipliğe dönüştüğünü görürsünüz.
İplik çekme makinesi bu işlemi genellikle birkaç aşamada yapar. Ama daha ilk aşamadan önce pamuk şeridindeki bütün liflerin aynı doğrultuya getirilmesi gerekir. Bunun için, lifler, her biri bir öncekinden daha hızlı dönen birkaç silindir çiftinin arasından geçirilir. Makineye beslenen pamuk bir yandan da tarak-lanırsa daha üstün nitelikli bir iplik elde edilir. Bu hazırlık aşamasından sonra uygulanan çekme işleminin temeli de gene lifleri silindirlerin arasından geçirmektir.
Çekme makinesinden gelen lifler iyice uzayıp incelmiş olduğu için son çekme işleminde kopabilir. Bunu önlemek için lifler hafifçe bükülerek fitil haline getirilir. Eğirme makinelerinde gerçekleştirilen son çekme işleminde ipliğin iyi bükülmesi çok önemlidir; çünkü ipliğin sert ya da yumuşak, sağlam ya da dayanıksız olması gibi niteliklerini belirleyen büküm sayısıdır.
Yün Eğirme. Yün de hallaç makinelerinin döner tokmaklarıyla dövülüp açılır, sonra liflerin arasına gömülmüş kum, yağ ve kir parçacıklarını temizlemek için sabunlu sıcak suyla yıkanır. Koyunların sürtündüğü bitkilerden gelen ve dikenleriyle liflere iyice tutunmuş olan pıtrakları temizlemek için de ayrı bir işlem uygulanır. Daha sonra harmanlanan yünler iğneli silindirlerin arasından geçirilerek yeniden açılır. Buraya kadar ortak olan işlemler bu aşamadan sonra işlenen yünün cinsine göre değişir. Çünkü daha kısa ve düşük nitelikli yünlerden taranmamış yün ipliği, üstün nitelikli yünlerden de taranmış yün ipliği ya da kamgam yapılacaktır.
Taranmamış yün ipliği üretiminde, harmanlamadan sonra taraklanan lifler pamuk ipliği gibi silindirlerin arasından çekilmez; doğrudan eğirme makinesine gönderilir ve burada hafifçe çekildikten sonra bükülerek dokuma ipliğine dönüştürülür.
Taranmış yün ipliği üretiminde ise harmanlamadan sonra liflerin art arda birçok makineden geçerek işlenmesi gerekir. Önce taraklanır, sonra lifleri paralel duruma getirmek, fitilleri biraz daha inceltmek ve iplik halinde eğirmek için birkaç kez çekilir. Bu taraklama ve yinelenen çekme işlemleri nedeniyle kamgam ipliği çok sıkı ve pürüzsüz, lifleri de son derece düzgün, paralel ve birbirine yakındır. Oysa taranmamış yün ipliği daha kaba ve gevşek, lifleri de daha karışıktır.
İpek Eğirme
Kozadan çözülen ipek liflerinin üstü tutkal gibi bir maddeyle kaplıdır. Bu maddeyi gidererek lifleri yumuşatmak için önce kaynatmak gerekir. Yıkanan ipek kurutulduktan sonra açılır, taraklanır ve temizlenir. Taraklama sırasında lifler boylarına göre ayrılır. Lifler ne kadar uzunsa eğirden ipliğin niteliği de o kadar iyi olur.
Keten Eğirme. Bitkinin gövdesindeki kaba lifler ıslatılıp soyulduktan sonra demetler halinde bağlanarak iplik fabrikasına gönderilir.
Burada, öbür doğal liflere uygulanan taraklama, harmanlama, çekme ve bükme işlemleriyle iplik haline dönüştürülür.
Dokuma
En basit dokuma yöntemi iplikleri hasır örer gibi birbirinin arasından geçirmektir. Örnek için beş-altı ipliği bir masanın üzerine yan yana eşit aralıklarla yerleştirin. Başka bir ipliği bu paralel ipliklerin birinin üstünden atlatıp öbürünün altından geçirerek bu sırayla ilerleyin; birkaç iplikle daha aynı işi yaptığınızda ortaya bir hasır örgü çıktığını göreceksiniz.
Dokumada, bu iki iplik grubundan kumaş boyunca uzananlara çözgü, onların arasından enlemesine geçenlere de atkı iplikleri denir. Atkıları çözgülerin arasından dik, biraz eğik ya da yüzeyden az görünecek biçimde geçirmekle tafta, dimi ve saten gibi değişik dokuma tipleri elde edilebilir. Desenli dokumalarda atkıların çözgüler arasından geçiş düzeni daha karmaşıktır. Örneğin atkı bir çözgünün üstünden atladıktan sonra iki-üç çözgünün altından geçebilir. Buna benzer yöntemlerle kumaş üzerinde çapraz çizgiler, ekose, balıksırtı ve baklava desenler yapılabilir. Çok daha karmaşık desenleri dokuyabilmek için, Fransız dokumacı Joseph Marie Jacquard'ın (1752-1834) buluşu olan jakar tezgâhı kullanılır. Öbür makinelerde 20-25 çözgü ipliği aynı anda denetlendiği halde, jakar tezgâhında her çözgü ipliği tek tek denetlenir ve böylece çiçek, hayvan ya da insan motifleri dokunabilir. Jacquard'ın desenleri denetlemek için tasarladığı delikli kartlar sonradan bilgisayarların programlanmasına da uyarlanmıştır.
Çağdaş bir dokuma tezgâhında, kumaşın genişliği ne kadar olacaksa ona uygun sayıda çözgü ipliğinin yan yana ve çok düzgün olarak sarıldığı bir çözgü levendi vardır. Bu silindirden gelen çözgü ipliklerinin her biri gücü telleri denen bir dizi telin ucundaki delikten (gözden) geçer. Dokuma ustası tezgâhın altındaki ayaklıklara bastığı zaman, gücü çerçevesi denen komuta düzeneği gücü tellerinin ve onlara bağlı olan çözgü ipliklerinin bir bölümünü yukarı doğru kaldırır. Böylece, aralanmış iki kapı kanadı gibi duran ve iki çözgü ipliği grubunun arasında ağızlık denen bir açıklık oluşur. Atkı ipliğinin bağlı olduğu mekik bu ağızlıktan geçer ve çözgülerin arasına bir atkı bırakır. Böylece atkı ipliği yukarı kalkmış olan çözgülerin altından, öbürlerinin üstünden geçmiş olur. Mekiğin her gidiş gelişte bir atkı atmak üzere ileriye ve geriye doğru hareketini tezgâhın iki yanındaki kamçı kolları sağlar. Çözgü iplikleri yalnız gücü tellerinin gözlerinden değil, gücü çerçevesinin önündeki ikinci bir çerçevenin içine yerleştirilmiş metal bir tarağın dişlerinin arasından da geçer. Atkı atıldıktan sonra tefe denen bu çerçeve öne doğru eğilir ve taşıdığı tarağın dişleriyle atkıyı iyice yerine oturtur. Mekik geri dönmeden önce yukarı kalkmış olan gücü telleri iner, öbürleri havaya kalkar. Böylece çözgüler arasında yeni bir ağızlık açılmış olur. Mekik atkı ipliğini geri getirirken daha önce üzerinden geçmiş olduğu çözgülerin altından, öbürlerinin ise üstünden geçer. Mekiğin her gidiş gelişinde biraz daha uzayan dokuma, kendisini gergin tutan kumaş göğüslüğünden ve kumaş levendinden geçerek tezgâhın altındaki çekici silindire sarılır. Bütün bu işlemlerin şaşmaz bir zamanlamayla yerine getirilebilmesi için tezgâhın her parçasının tam bir uyum içinde çalışması gerekir.
Bugün bir dokuma işçisinin görevi makineyi denetleyerek boşalan mekiğin yerine dolusunun gelmesini sağlamak ve iplik koptuğunda makineyi hemen durdurmaktır. Ama otomatik dokuma makineleri iplik koptuğu zaman kendiliğinden durduğu için bir tek işçi 20-25 makineyi aynı anda denetleyebilir.
18. yüzyıla gelinceye kadar kumaş el tezgâhlarında dokunuyor, dokumacı mekiği eliyle öne arkaya götürerek çözgülerin arasından geçiriyordu. 1733'te John Kay, çok hızlı hare ket ettiği için "uçan mekik" denen bir düzenek yaptı. Bir makineye bağlı olan bu mekik dokuma makinelerinin hızını bir anda artırmıştı. 1760'ta oğlu aynı kumaşı birden çok mekikle dokuyabilen bir düzenek geliştirdi. 1785'te Edmund Cartwright'ın su gücüyle çalışan dokuma tezgâhı da aynı iş için tüketilen emeği ve zamanı azaltarak dokuma sanayisine büyük bir hız kazandırdı.
Bugün bütün sanayileşmiş ülkelerde otomatik dokuma tezgâhları kullanılmaktadır. Ama el tezgâhları çok özel dokumaların yapımında hiçbir zaman önemini yitirmemiştir. Bu tezgâhlarda dokunan halı, kilim ve cicimlerin değeri makinede üretilenlerle karşılaştırılamaz.
Atkı ve çözgü ipliklerinin dokuma makinesine beslenmeden önce hazırlanması gerekir.
Genellikle bobinlere sarılı olan atkı ipliği mekiğin içine yerleştirilecek olan küçük masuralara aktarılır. Masura mekiğe oturtulduktan sonra atkı ipliği masuranın gözünden geçirilerek dışarı alınır. Çözgü ipliklerinin hazırlanmasında en sık uygulanan yollardan biri, çok sayıda bobinden gelen iplikleri, silindir biçimindeki geniş bir tambura aktararak yan yana sarmaktır. Tambur üzerindeki sarma genişliği, dokunacak kumaşın bitmiş genişliğine eşittir. Çözgü iplikleri daha sonra hep birlikte çözgü levendine aktarılır. Bazen liflerin tezgâha sürtüne rek kopmasını önlemek için üstleri nişastalı bir maddeyle kaplanır; bu işleme haşülama denir.
Ağartma, Boyama ve Desen Basma
Tezgâhtan çıktığında renkleri cansız ve soluk olan, dokunulduğunda ele sert ve kaba gelen kumaşın görünümü bu ilk haliyle hiç de çekici değildir. Kullanıma sunulmadan önce daha bir dizi işlemden geçmesi gerekir.
Eğer dokunan pamuklu ve keten kumaşlar beyaz masa örtüsü ya da yatak çarşafı olarak kullanılacaksa, özellikle ketenin grimsi doğal rengini açmak ya da pamuğun beyazlığını lekeleyen katışkılan gidermek için bir ağartma işlemi zorunludur. Pamuklu ve keten dokumalar genellikle kalsiyum klorat (kireç kaymağı) çözeltisine ya da hidrojen perokside batırılarak ağartılır. Yünlü ve ipekliler için de hidrojen peroksit kullanılabilir.
Daha dokumacılığın ilk çağlarında bile insanlar yünün, pamuğun ya da ipeğin tekdüze renkleriyle yetinmeyip, dokudukları kumaşlara renk ve kişilik katmanın yollarını aramışlardı. Bitkilerden ve hayvanlardan solmayan doğal boyalar elde ediyorlar, özellikle mor, erguvan, kırmızı gibi ender bulunan ve renk tutturması güç olan boyalar kumaşın değerini artırıyordu. Günümüzde kimya sanayisi tek renk kumaşları boyamak ya da kumaş üzerine desen basmak için çok geniş bir renk yelpazesi sunar.
Boyama işlemi üretimin çeşitli aşamalarında uygulanabilir. Örneğin yün eğirilmeden önce, dikiş iplikleri eğirme işleminden sonra, pamuklu, keten, yapay ipek ve ipek dokumalar ise genellikle ağartıldıktan sonra boyanır. Yapay lifler konusunda en büyük sorun, daha önce sınanmamış bir maddede en iyi sonucu alabilmek için, genellikle üretilen her yapay lif için yeni bir boyarmadde ve yeni boyama yöntemleri arama zorunluluğudur. Nitekim çağımızda boyarmaddeler konusunda o kadar çok araştırmacı çalışıyor ki bilinen boyarmad-delerin sayısı hemen her gün artıyor. Düz kumaş üzerine desen basmak için de gene boyarmaddelerden yararlanılır. En pahalı ve değerli kumaşlardan en ucuz dokumalara kadar uygulanabilen değişik basma teknikleri geliştirilmiştir. Ürünün niteliği doğal olarak kullanılan elyafın ve dokumanın niteliğine, boyarmaddenin türüne, uygulanan baskı tekniğine ve desenlerin karmaşıklığına göre değişir. Nitekim emprime, basma, pazen, divit ve yazma gibi değişik nitelikte kumaşlar hep basma yöntemiyle üretilmektedir.
Basmacılıkta bugün başlıca üç yöntem uygulanır. Kalıp baskı yönteminde, desinatörün çizdiği desen tahta bloklar üzerine kabartma metal çizgilerle işlenir. Ama desenin değişik renkteki bölümleri ayrı ayrı bloklar üzerine aktarılmıştır; böylece desen kaç renkli olacaksa o kadar tahta blok hazırlanır. Basma ustası önce bu bloklardan birini, sözgelimi desenin kırmızı bölümlerinin taslağını taşıyan bloğu alıp kırmızı boya sürdükten sonra dokumanın üstüne bastırır. Aynı işlemi öbür bloklarla da uygulayarak bütün deseni kumaş üzerine aktarır. Ama bu işi yaparken blokları doğru yere bastırmaya, desenlerin eğri olmamasına ve blokların kaymamasına çok özen göstermesi gerekir. Bu elle basma yöntemi çok pahalı ve zaman alan bir işlemdir; bu yüzden yalnız az miktarda ("kupon olarak") üretilen değerli dokumalara uygulanır.
Merdaneyle basma seri üretime olanak verdiği için daha ucuz ve daha çok uygulanan bir yöntemdir. Basılacak desen, kumaşın genişliğiyle aynı uzunlukta yapılmış bakır merdanelerin üzerine oyularak işlenir. Desendeki her renk için ayrı bir merdane kullanılır ve bir düzenek bu merdanelerin ayrı kaplardaki değişik renk boyalara dalıp çıkacak biçimde dönmesini sağlar. Boya kabına girip çıkan merdanenin yüzeyi bir sıyırma bıçağıyla sıyrılarak, boyanın yalnızca oyuk bölümlerde kalması sağlanır. Böylece her merdanenin üzerindeki desen kendi renginde boyanmış olur. Merdaneler sırayla dokumanın üzerinden geçirildiğinde oyuk çizgilerdeki boya dokumaya aktarılarak bütün desen tamamlanır. Renklerin kalıcılığını sağlamak için de genellikle baskıdan sonra dokuma sıcak buhara tutulur.
Üçüncü yöntem olan serigrafi bir şablonla baskı tekniğidir. Basımcılıkta, mimarlıkta ve daha birçok alanda kullanılan şablon, üzerinde harf, rakam ya da şekillerin bulunduğu bir levhadır. Bu harf ya da şekillerin çevre çizgileri oyularak açılmış olduğu için, kaleminizi bu çizgilerde dolaştırarak aynı şekli alttaki kâğıda düzgün biçimde aktarabilirsiniz. Şablonun yüzeyine mürekkep ya da boya sürüldüğünde de, bu yarıklardan alta geçen mürekkep kâğıt üstünde aynı şeklin kopyasını verir. Aynı ilkeye dayanan serigrafi yönteminde şablon olarak, tahta bir çerçeveye gerilmiş ipekli dokuma kullanılır. Basılacak her renk için bir şablon hazırlanır ve dokumanın üzerine istenen desen çizilir. Dokuma delikli olduğu için üstten sürülen boyayı alttaki yüzeye geçirecektir; yalnız desenin aktarılması için, desenin dışında kalan bütün delikler kalın bir vernik ya da macunla kapatılır. Sonra baskı yapılacak olan kumaş uzun bir masanın üzerine yayılır ve ipek şablon çerçeveleri bir uçtan öbür uca kadar taşınarak baskı tamamlanır.
Bunların hepsi istenen deseni kumaşa doğrudan basma teknikleridir. Bunların dışında, boya tutmayan bazı kimyasal maddelerle dokumaya dolaylı yoldan da desen verilebilir. Bu maddeler dokumanın istenen yerlerine, istenen desende sürülür ve kumaş boyandığında o bölümlerin boya emmesini engeller. Böylece kumaş boya banyosundan çıkarıldığında üzerinde beyaz desenler olur.
Desenlerin beyazdan başka bir renk olması isteniyorsa, bütün kumaş tek renge boyanır; sonra üzerine boya tutmayan bu kimyasal maddelerle desen basılır ve kumaş değişik renkteki başka bir boya banyosundan geçirilir. Böylece, eğer ilk uygulanan renk sarı, ikincisi mavi ise, kumaş yeşil üstüne sarı desenli olacaktır.
Endonezyalıların, boya engelleyici kimyasal maddeler yerine balmumuyla yaptıkları boyama tekniği de aynı ilkeye dayanır. Kumaşın üzerindeki desenlere sürülen erimiş balmumu donarken çatlar, böylece çatlaklardan sızan boya beyaz kumaş üzerinde renkli damarlar oluşturur. Uzakdoğu'da başlayıp bugün dünyanın birçok ülkesine yayılmış olan bu batik yöntemiyle kumaşa çok özgün desenler basılabilir.
Desen basmanın başka bir yolu da "renk sökme" tekniğidir. Bu yöntemde önce bütün dokuma tek renge boyanır; sonra kumaştaki rengi söken kimyasal bir madde istenen desene göre kumaş üzerine uygulandığında o bölümler beyaz olarak kalır. "Aktarma baskı" yönteminde ise, taşıyıcı bir yüzeye, genellikle de kâğıt üzerine istenen desen çizilir ve özel boyarmaddelerden hazırlanmış mürekkeplerle renklendirilir. Desen kâğıdı dokumanın üzerine yerleştirildikten sonra kızgın bir presten geçirilir. Böylece yaklaşık 200°C sıcaklıkta boya süblimleşerek, yani eriyip sıvı hale gelmeden doğrudan doğruya buharlaşarak dokumaya geçer. Aktarma baskı yönteminin üstünlüğü hem basit, hızlı ve ucuz olması, hem de ışığa, suya ve tere dayanıklı olan renklerinin solmamasıdır. Üstelik kuru baskı olduğu için, sulara karışacak boya artıklarıyla çevre kirliliğine yol açmaz.
Bitirme İşlemleri
Ağartılıp boyandıktan sonra bile dokuma hâ lâ satışa hazır durumda değildir. Kullanılan elyafın türüne göre değişik "bitirme" işlemlerinden geçirilmesi gerekir. Pamuklu ve keten dokumaların buruşuk ve kırışıklıkları giderilmeli, yüzeyinin parlak ve kaygan olması sağlanmalıdır. Yünlü dokumalar da kırışıklıklarının giderilmesi için buhara tutulup presle ütülenmelidir.
Bitirme işlemlerinden biri de kumaşın yüzeyini tüylendirmektir. "Hav" denen bu incecik tüyler, kumaşı çok ince iğnelerle kaplı döner tamburlardan geçirerek yapılır. Havlandırma işlemi en çok flanel kumaşlar ile bazı elbiselik ve paltoluk kumaşlara uygulanır. Bazı yünlü kumaşlarda, havlandırma tamburlarında bildiğimiz devedikeni bitkisinin kurutulmuş çiçek başçıklarını kullanmak çok iyi sonuç verir. Halı, kadife ve pelüş (uzun tüylü kadife) gibi havlı dokumalarda ise dokuma sırasında fazladan çözgü ve atkı iplikleri kullanılarak yüzeyde ilmekler yapılır; bitirme işlemleri sırasında bu ilmekler kesildiğinde uçları dokumanın üstünde hav oluşturur.
Gofre kumaş ve poplin gibi bazı dokumalarda bitirme işlemleri mekanik değil kimyasal süreçleri içerir. 1844'te John Mercer adlı bir İngiliz kimyacı, pamuklu dokumanın önce sudkostik çözeltisine batırılıp sonra yıkandığı zaman çektiğini ve daha koyu tonlara boyan dığını fark etti. Bunu denemek için, yer yer sudkostik uyguladığı bir dokumayı maviye boyayarak, açık mavi zemin üzerinde büzüşmüş, koyu mavi benekleri olan güzel bir dokuma elde etti. Günümüzde kabarık desenli gofre kumaş yapmak için, önce dokumaya sudkostik kabul etmeyen bir madde yol yol basılır; sonra bütün kumaş sudkostiğe batırılır, yıkanır ve boyanır. Böylece buruşuk koyu renkli şeritler ile daha açık tonda düzgün şeritlerin yan yana uzandığı bir dokuma elde edilir.
1889'da Horace Lowe adlı başka bir İngiliz kimyacı, sudkostiğe batırılan ama çekmesi önlenecek biçimde gergin tutulan pamuk ipliği ya da pamuklu dokumanın neredeyse ipek kadar parlaklaştığını keşfetti. Bulucusu John Mercer olmadığı halde onun adıyla anılan bu "merserizeleme" yöntemiyle merserize iplik ve poplin kumaşlar üretilir.
Pamuklu dokumaları önce merserizeleyip sonra asitle işleme yöntemi daha sonra bulundu ve özellikle İsviçre'de gelişti. İsviçre muslinleri ve organdileri gibi oldukça sıkı dokunmuş parlak, yarı saydam ve güzel görünümlü kumaşlar bu yöntemle elde edilir.
Güve yemeyen, neme dayanıklı ve sugeçirmez kumaşlar da kimyasal bitirme işlemleriyle yapılır. Örneğin yünlü giyecek ve halılar özel kimyasal maddelerle güve yeniklerine karşı korunur. İnce bir kauçuk katmanıyla kaplanan dokumalar sugeçirmezlik özelliği kazanır; ama bu işlem dokumanın hava geçirmesini de önler. Daha yeni ve gelişmiş yöntemlerle dokumaya havayı geçirip suyu geçirmeme özelliği kazandırılabiliyor.
Çok çabuk buruşan pamuklu ve yapay ipekten dokumaların bu sakıncasını gidermek için de, lifin bileşiminde yapay bir reçinenin oluşmasını sağlayan özel bir kimyasal işlem uygulanır. Genellikle doğal ve yapay liflerin karışımıyla dokunan ve hiç ütü istemeyen giy-silik kumaşlar da bu tür kimyasal bitirme işlemlerinin ürünüdür.
Yapay reçinelerin dokumacılık alanındaki başka bir uygulaması da iplik eğirmeyi ve dokumayı gerektirmeyen kumaşların yapımıdır. Lifler dağınık bir yığın halinde kümelenir; ısıtıldığında reçineleşen maddelerle karıştırıldıktan sonra sıcak prese alınır. Bu süre içinde reçine oluşur ve yığın halindeki lifleri birbirine bağlar.
Yıkandığında lifleri büzüştüğü için çeken yünlü dokumaların bu sakıncası da bazı özel işlemlerle bir dereceye kadar giderilmektedir. Bu işlemlerden en yaygını "klorlama"dır. Bugün özel işlemlerden geçirilmiş yünlü giyecekler çamaşır makinelerinde bile yıkanabilir. Avustralya'da yünlü giyeceklerde kalıcı pliler elde etmeye yarayan bir yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde giyeceklerin üstüne kimyasal maddeler püskürtüldükten sonra buhara tutularak preslenir. Böylece oluşan pliler yağmurda ıslandıktan sonra bile pek bozulmaz.
Bugün binlerce değişik dokuma tipi üretiliyor ve özel amaçlı yeni dokumalar yapabilmek için çalışmalar sürdürülüyor. Ama bu çeşit zenginliğine karşın, bütün dokumalar kullanım amacına göre üç ana grupta toplanır. Bunlardan ilki giysilik kumaşlar ya da dokumalardır. İkinci grup perde, yatak takımları, masa örtüleri, battaniye, havlu, döşemelik kumaş, halı ve kilim gibi ev eşyası olarak kullanılan dokumaları kapsar.
Üçüncü grup ise çadır ve yelken bezi, branda, çuval, cilt bezi gibi sanayi dokumalarıdır.
Birçok giyim eşyası, özellikle çoraplar, iç çamaşırları ve tişörtler örgü makinelerinde üretilir. Örgü giyim eşyasının en büyük üstünlüğü her yönde kolayca esneyebilmesidir. Böylece bu giysiler, diz ve dirsek gibi eklemler büküldüğü zaman bile vücudu rahatça sarabilir. Örgünün başka bir üstünlüğü de örgü makinelerinin çok hızlı çalışmasıdır. Bazı çözgülü örgü makineleri 120 santimetrelik bir örgü genişliğinde dakikada 2.500 sıra yapabilir; buna karşılık, mekikli, sıradan bir dokuma tezgâhı aynı genişlikteki bir dokumaya dakikada en çok 300 atkı atabilir.
Bugün bir dokuma işçisinin görevi makineyi denetleyerek boşalan mekiğin yerine dolusunun gelmesini sağlamak ve iplik koptuğunda makineyi hemen durdurmaktır. Ama otomatik dokuma makineleri iplik koptuğu zaman kendiliğinden durduğu için bir tek işçi 20-25 makineyi aynı anda denetleyebilir.
18. yüzyıla gelinceye kadar kumaş el tezgâhlarında dokunuyor, dokumacı mekiği eliyle öne arkaya götürerek çözgülerin arasından geçiriyordu. 1733'te John Kay, çok hızlı hare ket ettiği için "uçan mekik" denen bir düzenek yaptı. Bir makineye bağlı olan bu mekik dokuma makinelerinin hızını bir anda artırmıştı. 1760'ta oğlu aynı kumaşı birden çok mekikle dokuyabilen bir düzenek geliştirdi. 1785'te Edmund Cartwright'ın su gücüyle çalışan dokuma tezgâhı da aynı iş için tüketilen emeği ve zamanı azaltarak dokuma sanayisine büyük bir hız kazandırdı.
Bugün bütün sanayileşmiş ülkelerde otomatik dokuma tezgâhları kullanılmaktadır. Ama el tezgâhları çok özel dokumaların yapımında hiçbir zaman önemini yitirmemiştir. Bu tezgâhlarda dokunan halı, kilim ve cicimlerin değeri makinede üretilenlerle karşılaştırılamaz.
Atkı ve çözgü ipliklerinin dokuma makinesine beslenmeden önce hazırlanması gerekir.
Genellikle bobinlere sarılı olan atkı ipliği mekiğin içine yerleştirilecek olan küçük masuralara aktarılır. Masura mekiğe oturtulduktan sonra atkı ipliği masuranın gözünden geçirilerek dışarı alınır. Çözgü ipliklerinin hazırlanmasında en sık uygulanan yollardan biri, çok sayıda bobinden gelen iplikleri, silindir biçimindeki geniş bir tambura aktararak yan yana sarmaktır. Tambur üzerindeki sarma genişliği, dokunacak kumaşın bitmiş genişliğine eşittir. Çözgü iplikleri daha sonra hep birlikte çözgü levendine aktarılır. Bazen liflerin tezgâha sürtüne rek kopmasını önlemek için üstleri nişastalı bir maddeyle kaplanır; bu işleme haşülama denir.
Ağartma, Boyama ve Desen Basma
Tezgâhtan çıktığında renkleri cansız ve soluk olan, dokunulduğunda ele sert ve kaba gelen kumaşın görünümü bu ilk haliyle hiç de çekici değildir. Kullanıma sunulmadan önce daha bir dizi işlemden geçmesi gerekir.
Eğer dokunan pamuklu ve keten kumaşlar beyaz masa örtüsü ya da yatak çarşafı olarak kullanılacaksa, özellikle ketenin grimsi doğal rengini açmak ya da pamuğun beyazlığını lekeleyen katışkılan gidermek için bir ağartma işlemi zorunludur. Pamuklu ve keten dokumalar genellikle kalsiyum klorat (kireç kaymağı) çözeltisine ya da hidrojen perokside batırılarak ağartılır. Yünlü ve ipekliler için de hidrojen peroksit kullanılabilir.
Daha dokumacılığın ilk çağlarında bile insanlar yünün, pamuğun ya da ipeğin tekdüze renkleriyle yetinmeyip, dokudukları kumaşlara renk ve kişilik katmanın yollarını aramışlardı. Bitkilerden ve hayvanlardan solmayan doğal boyalar elde ediyorlar, özellikle mor, erguvan, kırmızı gibi ender bulunan ve renk tutturması güç olan boyalar kumaşın değerini artırıyordu. Günümüzde kimya sanayisi tek renk kumaşları boyamak ya da kumaş üzerine desen basmak için çok geniş bir renk yelpazesi sunar.
Boyama işlemi üretimin çeşitli aşamalarında uygulanabilir. Örneğin yün eğirilmeden önce, dikiş iplikleri eğirme işleminden sonra, pamuklu, keten, yapay ipek ve ipek dokumalar ise genellikle ağartıldıktan sonra boyanır. Yapay lifler konusunda en büyük sorun, daha önce sınanmamış bir maddede en iyi sonucu alabilmek için, genellikle üretilen her yapay lif için yeni bir boyarmadde ve yeni boyama yöntemleri arama zorunluluğudur. Nitekim çağımızda boyarmaddeler konusunda o kadar çok araştırmacı çalışıyor ki bilinen boyarmad-delerin sayısı hemen her gün artıyor. Düz kumaş üzerine desen basmak için de gene boyarmaddelerden yararlanılır. En pahalı ve değerli kumaşlardan en ucuz dokumalara kadar uygulanabilen değişik basma teknikleri geliştirilmiştir. Ürünün niteliği doğal olarak kullanılan elyafın ve dokumanın niteliğine, boyarmaddenin türüne, uygulanan baskı tekniğine ve desenlerin karmaşıklığına göre değişir. Nitekim emprime, basma, pazen, divit ve yazma gibi değişik nitelikte kumaşlar hep basma yöntemiyle üretilmektedir.
Basmacılıkta bugün başlıca üç yöntem uygulanır. Kalıp baskı yönteminde, desinatörün çizdiği desen tahta bloklar üzerine kabartma metal çizgilerle işlenir. Ama desenin değişik renkteki bölümleri ayrı ayrı bloklar üzerine aktarılmıştır; böylece desen kaç renkli olacaksa o kadar tahta blok hazırlanır. Basma ustası önce bu bloklardan birini, sözgelimi desenin kırmızı bölümlerinin taslağını taşıyan bloğu alıp kırmızı boya sürdükten sonra dokumanın üstüne bastırır. Aynı işlemi öbür bloklarla da uygulayarak bütün deseni kumaş üzerine aktarır. Ama bu işi yaparken blokları doğru yere bastırmaya, desenlerin eğri olmamasına ve blokların kaymamasına çok özen göstermesi gerekir. Bu elle basma yöntemi çok pahalı ve zaman alan bir işlemdir; bu yüzden yalnız az miktarda ("kupon olarak") üretilen değerli dokumalara uygulanır.
Merdaneyle basma seri üretime olanak verdiği için daha ucuz ve daha çok uygulanan bir yöntemdir. Basılacak desen, kumaşın genişliğiyle aynı uzunlukta yapılmış bakır merdanelerin üzerine oyularak işlenir. Desendeki her renk için ayrı bir merdane kullanılır ve bir düzenek bu merdanelerin ayrı kaplardaki değişik renk boyalara dalıp çıkacak biçimde dönmesini sağlar. Boya kabına girip çıkan merdanenin yüzeyi bir sıyırma bıçağıyla sıyrılarak, boyanın yalnızca oyuk bölümlerde kalması sağlanır. Böylece her merdanenin üzerindeki desen kendi renginde boyanmış olur. Merdaneler sırayla dokumanın üzerinden geçirildiğinde oyuk çizgilerdeki boya dokumaya aktarılarak bütün desen tamamlanır. Renklerin kalıcılığını sağlamak için de genellikle baskıdan sonra dokuma sıcak buhara tutulur.
Üçüncü yöntem olan serigrafi bir şablonla baskı tekniğidir. Basımcılıkta, mimarlıkta ve daha birçok alanda kullanılan şablon, üzerinde harf, rakam ya da şekillerin bulunduğu bir levhadır. Bu harf ya da şekillerin çevre çizgileri oyularak açılmış olduğu için, kaleminizi bu çizgilerde dolaştırarak aynı şekli alttaki kâğıda düzgün biçimde aktarabilirsiniz. Şablonun yüzeyine mürekkep ya da boya sürüldüğünde de, bu yarıklardan alta geçen mürekkep kâğıt üstünde aynı şeklin kopyasını verir. Aynı ilkeye dayanan serigrafi yönteminde şablon olarak, tahta bir çerçeveye gerilmiş ipekli dokuma kullanılır. Basılacak her renk için bir şablon hazırlanır ve dokumanın üzerine istenen desen çizilir. Dokuma delikli olduğu için üstten sürülen boyayı alttaki yüzeye geçirecektir; yalnız desenin aktarılması için, desenin dışında kalan bütün delikler kalın bir vernik ya da macunla kapatılır. Sonra baskı yapılacak olan kumaş uzun bir masanın üzerine yayılır ve ipek şablon çerçeveleri bir uçtan öbür uca kadar taşınarak baskı tamamlanır.
Bunların hepsi istenen deseni kumaşa doğrudan basma teknikleridir. Bunların dışında, boya tutmayan bazı kimyasal maddelerle dokumaya dolaylı yoldan da desen verilebilir. Bu maddeler dokumanın istenen yerlerine, istenen desende sürülür ve kumaş boyandığında o bölümlerin boya emmesini engeller. Böylece kumaş boya banyosundan çıkarıldığında üzerinde beyaz desenler olur.
Desenlerin beyazdan başka bir renk olması isteniyorsa, bütün kumaş tek renge boyanır; sonra üzerine boya tutmayan bu kimyasal maddelerle desen basılır ve kumaş değişik renkteki başka bir boya banyosundan geçirilir. Böylece, eğer ilk uygulanan renk sarı, ikincisi mavi ise, kumaş yeşil üstüne sarı desenli olacaktır.
Endonezyalıların, boya engelleyici kimyasal maddeler yerine balmumuyla yaptıkları boyama tekniği de aynı ilkeye dayanır. Kumaşın üzerindeki desenlere sürülen erimiş balmumu donarken çatlar, böylece çatlaklardan sızan boya beyaz kumaş üzerinde renkli damarlar oluşturur. Uzakdoğu'da başlayıp bugün dünyanın birçok ülkesine yayılmış olan bu batik yöntemiyle kumaşa çok özgün desenler basılabilir.
Desen basmanın başka bir yolu da "renk sökme" tekniğidir. Bu yöntemde önce bütün dokuma tek renge boyanır; sonra kumaştaki rengi söken kimyasal bir madde istenen desene göre kumaş üzerine uygulandığında o bölümler beyaz olarak kalır. "Aktarma baskı" yönteminde ise, taşıyıcı bir yüzeye, genellikle de kâğıt üzerine istenen desen çizilir ve özel boyarmaddelerden hazırlanmış mürekkeplerle renklendirilir. Desen kâğıdı dokumanın üzerine yerleştirildikten sonra kızgın bir presten geçirilir. Böylece yaklaşık 200°C sıcaklıkta boya süblimleşerek, yani eriyip sıvı hale gelmeden doğrudan doğruya buharlaşarak dokumaya geçer. Aktarma baskı yönteminin üstünlüğü hem basit, hızlı ve ucuz olması, hem de ışığa, suya ve tere dayanıklı olan renklerinin solmamasıdır. Üstelik kuru baskı olduğu için, sulara karışacak boya artıklarıyla çevre kirliliğine yol açmaz.
Bitirme İşlemleri
Ağartılıp boyandıktan sonra bile dokuma hâ lâ satışa hazır durumda değildir. Kullanılan elyafın türüne göre değişik "bitirme" işlemlerinden geçirilmesi gerekir. Pamuklu ve keten dokumaların buruşuk ve kırışıklıkları giderilmeli, yüzeyinin parlak ve kaygan olması sağlanmalıdır. Yünlü dokumalar da kırışıklıklarının giderilmesi için buhara tutulup presle ütülenmelidir.
Bitirme işlemlerinden biri de kumaşın yüzeyini tüylendirmektir. "Hav" denen bu incecik tüyler, kumaşı çok ince iğnelerle kaplı döner tamburlardan geçirerek yapılır. Havlandırma işlemi en çok flanel kumaşlar ile bazı elbiselik ve paltoluk kumaşlara uygulanır. Bazı yünlü kumaşlarda, havlandırma tamburlarında bildiğimiz devedikeni bitkisinin kurutulmuş çiçek başçıklarını kullanmak çok iyi sonuç verir. Halı, kadife ve pelüş (uzun tüylü kadife) gibi havlı dokumalarda ise dokuma sırasında fazladan çözgü ve atkı iplikleri kullanılarak yüzeyde ilmekler yapılır; bitirme işlemleri sırasında bu ilmekler kesildiğinde uçları dokumanın üstünde hav oluşturur.
Gofre kumaş ve poplin gibi bazı dokumalarda bitirme işlemleri mekanik değil kimyasal süreçleri içerir. 1844'te John Mercer adlı bir İngiliz kimyacı, pamuklu dokumanın önce sudkostik çözeltisine batırılıp sonra yıkandığı zaman çektiğini ve daha koyu tonlara boyan dığını fark etti. Bunu denemek için, yer yer sudkostik uyguladığı bir dokumayı maviye boyayarak, açık mavi zemin üzerinde büzüşmüş, koyu mavi benekleri olan güzel bir dokuma elde etti. Günümüzde kabarık desenli gofre kumaş yapmak için, önce dokumaya sudkostik kabul etmeyen bir madde yol yol basılır; sonra bütün kumaş sudkostiğe batırılır, yıkanır ve boyanır. Böylece buruşuk koyu renkli şeritler ile daha açık tonda düzgün şeritlerin yan yana uzandığı bir dokuma elde edilir.
1889'da Horace Lowe adlı başka bir İngiliz kimyacı, sudkostiğe batırılan ama çekmesi önlenecek biçimde gergin tutulan pamuk ipliği ya da pamuklu dokumanın neredeyse ipek kadar parlaklaştığını keşfetti. Bulucusu John Mercer olmadığı halde onun adıyla anılan bu "merserizeleme" yöntemiyle merserize iplik ve poplin kumaşlar üretilir.
Pamuklu dokumaları önce merserizeleyip sonra asitle işleme yöntemi daha sonra bulundu ve özellikle İsviçre'de gelişti. İsviçre muslinleri ve organdileri gibi oldukça sıkı dokunmuş parlak, yarı saydam ve güzel görünümlü kumaşlar bu yöntemle elde edilir.
Güve yemeyen, neme dayanıklı ve sugeçirmez kumaşlar da kimyasal bitirme işlemleriyle yapılır. Örneğin yünlü giyecek ve halılar özel kimyasal maddelerle güve yeniklerine karşı korunur. İnce bir kauçuk katmanıyla kaplanan dokumalar sugeçirmezlik özelliği kazanır; ama bu işlem dokumanın hava geçirmesini de önler. Daha yeni ve gelişmiş yöntemlerle dokumaya havayı geçirip suyu geçirmeme özelliği kazandırılabiliyor.
Çok çabuk buruşan pamuklu ve yapay ipekten dokumaların bu sakıncasını gidermek için de, lifin bileşiminde yapay bir reçinenin oluşmasını sağlayan özel bir kimyasal işlem uygulanır. Genellikle doğal ve yapay liflerin karışımıyla dokunan ve hiç ütü istemeyen giy-silik kumaşlar da bu tür kimyasal bitirme işlemlerinin ürünüdür.
Yapay reçinelerin dokumacılık alanındaki başka bir uygulaması da iplik eğirmeyi ve dokumayı gerektirmeyen kumaşların yapımıdır. Lifler dağınık bir yığın halinde kümelenir; ısıtıldığında reçineleşen maddelerle karıştırıldıktan sonra sıcak prese alınır. Bu süre içinde reçine oluşur ve yığın halindeki lifleri birbirine bağlar.
Yıkandığında lifleri büzüştüğü için çeken yünlü dokumaların bu sakıncası da bazı özel işlemlerle bir dereceye kadar giderilmektedir. Bu işlemlerden en yaygını "klorlama"dır. Bugün özel işlemlerden geçirilmiş yünlü giyecekler çamaşır makinelerinde bile yıkanabilir. Avustralya'da yünlü giyeceklerde kalıcı pliler elde etmeye yarayan bir yöntem geliştirilmiştir. Bu yöntemde giyeceklerin üstüne kimyasal maddeler püskürtüldükten sonra buhara tutularak preslenir. Böylece oluşan pliler yağmurda ıslandıktan sonra bile pek bozulmaz.
Bugün binlerce değişik dokuma tipi üretiliyor ve özel amaçlı yeni dokumalar yapabilmek için çalışmalar sürdürülüyor. Ama bu çeşit zenginliğine karşın, bütün dokumalar kullanım amacına göre üç ana grupta toplanır. Bunlardan ilki giysilik kumaşlar ya da dokumalardır. İkinci grup perde, yatak takımları, masa örtüleri, battaniye, havlu, döşemelik kumaş, halı ve kilim gibi ev eşyası olarak kullanılan dokumaları kapsar.
Üçüncü grup ise çadır ve yelken bezi, branda, çuval, cilt bezi gibi sanayi dokumalarıdır.
Birçok giyim eşyası, özellikle çoraplar, iç çamaşırları ve tişörtler örgü makinelerinde üretilir. Örgü giyim eşyasının en büyük üstünlüğü her yönde kolayca esneyebilmesidir. Böylece bu giysiler, diz ve dirsek gibi eklemler büküldüğü zaman bile vücudu rahatça sarabilir. Örgünün başka bir üstünlüğü de örgü makinelerinin çok hızlı çalışmasıdır. Bazı çözgülü örgü makineleri 120 santimetrelik bir örgü genişliğinde dakikada 2.500 sıra yapabilir; buna karşılık, mekikli, sıradan bir dokuma tezgâhı aynı genişlikteki bir dokumaya dakikada en çok 300 atkı atabilir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!