Fotoğraf Makinesi
Nasıl Çalışır?
Her fotoğraf makinesi çeşitli ayar ve düzenekleri çıkarıldığında temel olarak ışık geçirmez bir kutudur. Bir fotoğraf makinesinin ön kısmında, resmi çekilen konudan yansıyan ışığın içeri girmesine imkân veren ve genellikle açıklığı değişebilir bir objektif bulunur.
Bu objektifin içinde açıklığı değişebilen, diyafram adı verilen bir kısım vardır. Onun arkasında ise, görüntünün kalıcı bir kaydını yapabilen, ışığa duyarlı bir film bulunur.
En basitinden en gelişmişine kadar bütün fotoğraf makinelerinin dört temel ortak parçası vardır:
Fotoğraf makinelerinin film kullanılanları ve dijital olanları vardır. Filmli olanlar ışığın, makinenin objektifinden geçip merceğin arkasındaki filmi yakması ile çalışır. Film tam olarak merceğin odak noktasında durur. Işık, mercekten geçerek kırılır, filmin olduğu noktaya düşer ve orada filmdeki bazı iyonları yoğunlaştırarak görüntü oluşturur. Dijital fotoğraf makinesi, fotoğrafları elektronik olarak çeken ve saklayan bir cihazdır. Fotoğraf filmleri bu makinelerde kullanılmaz. Işık, filmin yerine sensör denen yeşil, mavi ve kırmızı renklere duyarlı hücrelerden oluşan sandviç tipinde sıkıştırılmış bir katmandan geçer. Bu katmandan geçtikten sonra görüntü dijital (sayısal) olarak saklanmış olur.
En basit fotoğraf makinesi, bir teneke ya da karton kutuya açılan küçük ve düzgün bir delikten geçen ışığın, delik karşısındaki filme düşürülmesiyle oluşan düzenektir. Işıklı bir ortamda deliğin ağzını açıp bir süre sonra kapatılması ve sonra filmin banyo edilmesiyle delik karşısında görülen görüntü karta basılarak görüntünün fotoğrafı elde edilir.
İlk fotoğraf bu şekilde çekilmiştir. İlk makinelerde bu kadar basitti. İnsan gözünün çalışma prensibinden yola çıkılarak bu konuda birçok deneme ve icat yapıldı. İğne deliği yerine mercekler kullanılmaya başlandı. Filmlerin ışığa karşı duyarlılıkları arttırıldı. Diyafram eklendi. Pozlama süresi ayarlayan düzenekler icat edildi. Objektifler bulundu ve geliştirildi. Sonunda günümüzde kullanılan modern makineler ortaya çıktı. Elektroniğin gelişmesi ve fotoğraf makinelerine girmesiyle otomatik makineler geliştirildi.
Bilgisayarın devreye girmesiyle ve fotoğrafların bilgisayar ortamına aktarılmasıyla sayısal fotograflar ve makineler ortaya çıktı.
Temel teknik özellikler 17. yüzyılda resim sanatına hakim olan Natüralist akımın getirdiği düşünceler doğrultusunda, doğaya mümkün olduğunca görsel açıdan sadık kalan çalışmalar üretilmeye başlandı. Bu çabaların sonucunda, günümüzdeki en gelişmiş fotoğraf makinelerinin da çalışma ilkesini belirleyen camera obscura (karanlık oda) ortaya çıktı. Bu, her tarafı tamamen kapalı ve yalnız bir yüzeyinin ortasında ışık geçirimine neden olan bir deliğin bulunduğu ve içine bir insanın rahatça girebileceği boyutlarda karanlık bir odaydı. Odanın delikli yüzeyinin önünde bulunan çevreden yansıyan ışıklar, yine bu delikten içeri geçerek karşı yüzey üzerinde görüntü oluşturmaktaydı.
Ressam veya görüntüyü kağıda geçirecek olan kimse, odanın içerisine girerek görüntünün oluştuğu yüzey üzerine bir kağıt koyup çizer ve böylece doğru perspektife sahip bir resim üzerinde de daha sonradan çalışma olanağını bulurdu. Karanlık oda içinde oluşan görüntünün en belirgin ve önemli özelliği, sağlı sollu ve yukarıdan aşağıya ters oluşudur.Sonraları söz konusu bu karanlık odanın boyutları küçültülerek daha rahat taşınabilir hale getirilmiştir.
Ancak bu kez resmi kağıda geçirecek kişi karanlık kutunun dışında bulunduğundan, görüntü bir buzlucam üzerinde oluşturulur ve buradan kağıda geçirilirdi. Söz konusu görüntünün parlaklığı ve netliği, karanlık kutu üzerindeki deliğin çapı ile ilgilidir. Delik küçüldüğünde, görüntü netleşir ve sönükleşir. Deliğin çapı genişletildiğinde ise, görüntü parlaklaşır ve flulaşır. Ressamlar için sorun yaratan bu gerçeğin üstesinden hem net hem de parlak görüntü sağlayan bir optik aygıt olan objektifin üstesinden gelinmiştir. Önceleri karanlık kutudaki delikle, görüntünün oluştuğu yüzey arasındaki uzaklık, oluşan görüntünün boyutuyla da doğru orantılıydı. Ancak objektif kullanımı, bu soruna da çözüm getirmiştir. Değişik odak uzaklığına sahip objektiflerle görüntü boyutunda farklılık elde edilmiştir.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için, karanlık kutunun yalnızca tek bir yerden ışık alması gerekir, aksi takdirde görüntü oluşmaz. Ressamlar uzunca bir süre, karanlık kutu ile oluşturdukları görüntülerin kendiliğinden oluşmasını ve kalıcı hale gelebilmesini dilemişlerdir. Bu amaçlar doğrultusunda, bu gün film veya duyarkat olarak nitelendirdiğimiz, ışığa karşı duyarlı malzeme geliştirilmiş ve böylelikle de fotografik süreç başlamıştır. Karanlık kutular da, fotoğraf makinelerine dönüşmüşlerdir. Bu karanlık kutunun temel yapısı, günümüzün en gelişmiş fotoğraf makineleri için de halen geçerlidir çünkü karanlık kutu ve ışık fotoğraf sürecinin kendisidir.
Tarihçesi
Aslında, fotoğraf makinesi büyük icatların çoğu gibi bir kişi tarafından icat edilmemiştir. Fikrin doğması,uygulanması,gelişimi,değişik kişilerin çalışmaları ve uzun aralıklı dönemlerin sonucudur. 11. ve 16. yüzyıllar arasında, insanlar "karanlık oda" fikriyle ilgili çalışmalar yapmışlardı. Gerçekte kağıt üzerine bir resmin "alınması" söz konusu değildi.
1568 yılında Daniello Barbaro, "karanlık oda" adı verilen cihaza bir mercek ekledi. İlkel bir objektif niteliğindeki merceğin açılışı, görüntünün daha kesin olabilmesi için değişebiliyordu. 1802 yılında, Thomas Wedgwood ve Sör Humphrey Davy, ışığa karşı duyarlı bir maddeyle kaplı kağıt üzerine, kontak baskı yoluyla siluet ve görüntüler tespitine muvaffak oldular. Fakat baskı ömürlü değildi.
1816 yılında, Joseph Niepce, bir mücevher kutusu ve bir mikroskoptan alınmış mercekle ilkel bir fotoğraf makinesi yapmayı başardı. Negatif bir görüntüyü tespit etti. William Talbot adındaki İngiliz, 1835 yılında, negatiften alınma ilk pozitif baskıyı yaptı. Görüntünün ömürlü (devamlı) olması sağlanabilmişti.
l839′da, Louis Daguerre, gümüş plak üzerine görüntü aldı. Aynı çıkış noktasından temellenen çalışmalar birbirini izledi. Başlangıçta ağır adımlı gelişmeler bir sonrakine zincirlendi.
En sonunda, 1888 yılında, kutu fotoğraf makinesi piyasaya sürüldü. Bu makine, Kodak sistemini kullanan (Eastman Dry Plate and Film Company - Eastman Kuru Plak ve Film Şirketi) tarafından geliştirildi. Söz konusu makine, 100 pozluk filmle dolu olarak satıldı. Çekimden sonra, makine ve film Rochester’e gönderiliyor, burada film alınıyor, banyo işlemi yapılıyor, makineye tekrar film doldurularak sahibine iade ediliyordu.
Söz konusu karanlık kutu fotografik amaçlar için de kullanılmaya başlandığında, 19. yüzyılın başlarından günümüze kadar temel niteliği aynı kalmak koşuluyla türlü biçimsel değişikliklere uğramıştır.
Fotoğraf makinesi, ışık ile resim çizmeye yarayan alete denir. Herhangi bir cisimden veya bir çok cisimden yansıyan ışığın oluşturduğu görüntünün, film veya fotograf kartındaki emisyonlu yüze de pozlanabilmesi için gereken uygun ortamı sağlayan cihaza fotograf makinesi diyebiliriz.
Sponsorlu Bağlantılar
Nasıl Çalışır?
Her fotoğraf makinesi çeşitli ayar ve düzenekleri çıkarıldığında temel olarak ışık geçirmez bir kutudur. Bir fotoğraf makinesinin ön kısmında, resmi çekilen konudan yansıyan ışığın içeri girmesine imkân veren ve genellikle açıklığı değişebilir bir objektif bulunur.
Bu objektifin içinde açıklığı değişebilen, diyafram adı verilen bir kısım vardır. Onun arkasında ise, görüntünün kalıcı bir kaydını yapabilen, ışığa duyarlı bir film bulunur.
En basitinden en gelişmişine kadar bütün fotoğraf makinelerinin dört temel ortak parçası vardır:
- Objektif
- Diyafram
- Obtüratör
- Vizör
Fotoğraf makinelerinin film kullanılanları ve dijital olanları vardır. Filmli olanlar ışığın, makinenin objektifinden geçip merceğin arkasındaki filmi yakması ile çalışır. Film tam olarak merceğin odak noktasında durur. Işık, mercekten geçerek kırılır, filmin olduğu noktaya düşer ve orada filmdeki bazı iyonları yoğunlaştırarak görüntü oluşturur. Dijital fotoğraf makinesi, fotoğrafları elektronik olarak çeken ve saklayan bir cihazdır. Fotoğraf filmleri bu makinelerde kullanılmaz. Işık, filmin yerine sensör denen yeşil, mavi ve kırmızı renklere duyarlı hücrelerden oluşan sandviç tipinde sıkıştırılmış bir katmandan geçer. Bu katmandan geçtikten sonra görüntü dijital (sayısal) olarak saklanmış olur.
En basit fotoğraf makinesi, bir teneke ya da karton kutuya açılan küçük ve düzgün bir delikten geçen ışığın, delik karşısındaki filme düşürülmesiyle oluşan düzenektir. Işıklı bir ortamda deliğin ağzını açıp bir süre sonra kapatılması ve sonra filmin banyo edilmesiyle delik karşısında görülen görüntü karta basılarak görüntünün fotoğrafı elde edilir.
İlk fotoğraf bu şekilde çekilmiştir. İlk makinelerde bu kadar basitti. İnsan gözünün çalışma prensibinden yola çıkılarak bu konuda birçok deneme ve icat yapıldı. İğne deliği yerine mercekler kullanılmaya başlandı. Filmlerin ışığa karşı duyarlılıkları arttırıldı. Diyafram eklendi. Pozlama süresi ayarlayan düzenekler icat edildi. Objektifler bulundu ve geliştirildi. Sonunda günümüzde kullanılan modern makineler ortaya çıktı. Elektroniğin gelişmesi ve fotoğraf makinelerine girmesiyle otomatik makineler geliştirildi.
Bilgisayarın devreye girmesiyle ve fotoğrafların bilgisayar ortamına aktarılmasıyla sayısal fotograflar ve makineler ortaya çıktı.
Temel teknik özellikler 17. yüzyılda resim sanatına hakim olan Natüralist akımın getirdiği düşünceler doğrultusunda, doğaya mümkün olduğunca görsel açıdan sadık kalan çalışmalar üretilmeye başlandı. Bu çabaların sonucunda, günümüzdeki en gelişmiş fotoğraf makinelerinin da çalışma ilkesini belirleyen camera obscura (karanlık oda) ortaya çıktı. Bu, her tarafı tamamen kapalı ve yalnız bir yüzeyinin ortasında ışık geçirimine neden olan bir deliğin bulunduğu ve içine bir insanın rahatça girebileceği boyutlarda karanlık bir odaydı. Odanın delikli yüzeyinin önünde bulunan çevreden yansıyan ışıklar, yine bu delikten içeri geçerek karşı yüzey üzerinde görüntü oluşturmaktaydı.
Ressam veya görüntüyü kağıda geçirecek olan kimse, odanın içerisine girerek görüntünün oluştuğu yüzey üzerine bir kağıt koyup çizer ve böylece doğru perspektife sahip bir resim üzerinde de daha sonradan çalışma olanağını bulurdu. Karanlık oda içinde oluşan görüntünün en belirgin ve önemli özelliği, sağlı sollu ve yukarıdan aşağıya ters oluşudur.Sonraları söz konusu bu karanlık odanın boyutları küçültülerek daha rahat taşınabilir hale getirilmiştir.
Ancak bu kez resmi kağıda geçirecek kişi karanlık kutunun dışında bulunduğundan, görüntü bir buzlucam üzerinde oluşturulur ve buradan kağıda geçirilirdi. Söz konusu görüntünün parlaklığı ve netliği, karanlık kutu üzerindeki deliğin çapı ile ilgilidir. Delik küçüldüğünde, görüntü netleşir ve sönükleşir. Deliğin çapı genişletildiğinde ise, görüntü parlaklaşır ve flulaşır. Ressamlar için sorun yaratan bu gerçeğin üstesinden hem net hem de parlak görüntü sağlayan bir optik aygıt olan objektifin üstesinden gelinmiştir. Önceleri karanlık kutudaki delikle, görüntünün oluştuğu yüzey arasındaki uzaklık, oluşan görüntünün boyutuyla da doğru orantılıydı. Ancak objektif kullanımı, bu soruna da çözüm getirmiştir. Değişik odak uzaklığına sahip objektiflerle görüntü boyutunda farklılık elde edilmiştir.
Bütün bunların gerçekleşebilmesi için, karanlık kutunun yalnızca tek bir yerden ışık alması gerekir, aksi takdirde görüntü oluşmaz. Ressamlar uzunca bir süre, karanlık kutu ile oluşturdukları görüntülerin kendiliğinden oluşmasını ve kalıcı hale gelebilmesini dilemişlerdir. Bu amaçlar doğrultusunda, bu gün film veya duyarkat olarak nitelendirdiğimiz, ışığa karşı duyarlı malzeme geliştirilmiş ve böylelikle de fotografik süreç başlamıştır. Karanlık kutular da, fotoğraf makinelerine dönüşmüşlerdir. Bu karanlık kutunun temel yapısı, günümüzün en gelişmiş fotoğraf makineleri için de halen geçerlidir çünkü karanlık kutu ve ışık fotoğraf sürecinin kendisidir.
Tarihçesi
Tarihin ilk fotoğraf makinesi Fransız fizikçi Joseph Niepce tarafından kara kutu kullanılarak bir kalay-kurşun alaşımı levha üzerine kopyalanması ile icat edildi. Bu icadın tarihi ise 1826 yılına rastlamaktaydı.Tarihsel gelişimi aslında, camera obscura'nın icadı her ne kadar bazı yazarlar tarafından Roger Bacon, Alberti, Leonardo da Vinci ve Giovanni Battista Porta'ya mal ediliyorsa da, bazı tarihçiler 1039 yılından 250 yıl kadar önce Arap bilim adamı Alhazen tarafından ortaya atıldığını iddia etmektedirler. Ancak Alhazen'in iddia edilen bu buluşu kendi kültürünün sınırları içinde kaldığından, karanlık kutunun gerçek kaynağı olarak yorumlanmamaktadır. 1550 yılında Gardano söz konusu karanlık kutuya çift taraflı dışbükey bir mercek yerleştirmiştir. 1568 yılında Daniel Barbaro oluşturulan görüntünün daha da netleşmesi için bir diyafram eklenmesi gerekliliğini önermiştir. 1573 yılında da Danti, görüntünün yukarıdan aşağıya düzeltilmesi için içbükey bir ayna kullanılması gerektiğini açıklamıştır. 1558 yılında Porta, söz konusu aygıtın ressamlar tarafından kullanılabileceğini ve böylelikle de gerçeğe yakın, doğru perspektife sahip görüntüler çizilebileceğini açıklamıştır.
1839′da daha sonraları Niepce’nin eski ortağı Louis Jacques Daguerre, tesadüfen bozuk görüntülü bir plakayı temizlemek üzere kimyasallar kullanması sonucu görüntünün netleştiğini gördü. Sonraları bu kimyasalın civa olduğu tespit edildi ve fotoğraflarını çektiren kişilerin kıpırdamaması şartıyla net sayılabilecek fotoğrafların çekilebildiği görüldü. Fotoğrafçılık görüldüğü gibi keşfedildiği 19. yüzyılın içinde hem ticari, hem sosyal hem de sanatsal alanda büyük gelişmeler yaşadı.
Aslında, fotoğraf makinesi büyük icatların çoğu gibi bir kişi tarafından icat edilmemiştir. Fikrin doğması,uygulanması,gelişimi,değişik kişilerin çalışmaları ve uzun aralıklı dönemlerin sonucudur. 11. ve 16. yüzyıllar arasında, insanlar "karanlık oda" fikriyle ilgili çalışmalar yapmışlardı. Gerçekte kağıt üzerine bir resmin "alınması" söz konusu değildi.
1568 yılında Daniello Barbaro, "karanlık oda" adı verilen cihaza bir mercek ekledi. İlkel bir objektif niteliğindeki merceğin açılışı, görüntünün daha kesin olabilmesi için değişebiliyordu. 1802 yılında, Thomas Wedgwood ve Sör Humphrey Davy, ışığa karşı duyarlı bir maddeyle kaplı kağıt üzerine, kontak baskı yoluyla siluet ve görüntüler tespitine muvaffak oldular. Fakat baskı ömürlü değildi.
1816 yılında, Joseph Niepce, bir mücevher kutusu ve bir mikroskoptan alınmış mercekle ilkel bir fotoğraf makinesi yapmayı başardı. Negatif bir görüntüyü tespit etti. William Talbot adındaki İngiliz, 1835 yılında, negatiften alınma ilk pozitif baskıyı yaptı. Görüntünün ömürlü (devamlı) olması sağlanabilmişti.
l839′da, Louis Daguerre, gümüş plak üzerine görüntü aldı. Aynı çıkış noktasından temellenen çalışmalar birbirini izledi. Başlangıçta ağır adımlı gelişmeler bir sonrakine zincirlendi.
En sonunda, 1888 yılında, kutu fotoğraf makinesi piyasaya sürüldü. Bu makine, Kodak sistemini kullanan (Eastman Dry Plate and Film Company - Eastman Kuru Plak ve Film Şirketi) tarafından geliştirildi. Söz konusu makine, 100 pozluk filmle dolu olarak satıldı. Çekimden sonra, makine ve film Rochester’e gönderiliyor, burada film alınıyor, banyo işlemi yapılıyor, makineye tekrar film doldurularak sahibine iade ediliyordu.
Söz konusu karanlık kutu fotografik amaçlar için de kullanılmaya başlandığında, 19. yüzyılın başlarından günümüze kadar temel niteliği aynı kalmak koşuluyla türlü biçimsel değişikliklere uğramıştır.
- Derlemedir -
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!