Arama

Mânâ-yı Harfî ve Mânâ-yı İsmî Hakkında

Güncelleme: 13 Nisan 2008 Gösterim: 2.545 Cevap: 0
yüksel2 - avatarı
yüksel2
Ziyaretçi
13 Nisan 2008       Mesaj #1
yüksel2 - avatarı
Ziyaretçi
Bir varlığı, Allah’ın eseri, Cenab-ı Hakk’ın mahluku ve isimlerinin aynası olarak görmek ancak “mânâ-yı harfî” ile olabilir. Böyle bir düşünce Allah’a imanın ve O’nu bilip hissetme hâlinin gelişmesine vesile olur.

Sponsorlu Bağlantılar
Yaratanı hiç düşünmeden o varlığın görünen özellik ve güzelliklerini “o varlıktan” bilmek ise mânâ-yı ismî iledir. Böyle bir düşünce insanı madde ve tabiatın esiri yapar. Çünkü kâinatta gördüğümüz her şey, başlı başına ve bağımsız bir “isim” değil, külli ve çok kapsamlı bir hakikatin sadece bir parçası yani “harf”tir. Tek başına anlamsızdır.

Hiçbir şey bağımsız değil Toprak âlim değildir; ancak toprakta “ilim tecellisi” vardır, toprak rezzak/rızk verici değildir; ancak toprakta Rahman, Rahim, Kerim, Rezzak vd. (cc) gibi yüzlerce ismin “tecellisi” vardır. Mânây-ı ismiyle baksaydık, toprağa “Alim, Rezzak, Rahim, Kerim” dememiz gerekecekti ki, tabiatperestler bunu söylemektedir.

Toprakta görülen nimetlerin “toprağın zâtından” kaynaklandığını iddia etmektedirler ki, öyle değildir. Gören gözümüz değil, gözümüzde tecelli eden “Basîr” isminin tecellisidir. Rabbimiz istese bizi parmağımızla, kulağımızla da gördürür.

Ateş “zâtından” yakmaz, ateşte tecelli eden “celal” isimlerinin tecellisidir. Ateş yakıcı olsaydı, Hz. İbrahim kurtulamazdı.

Bıçak zâtından kesici olsaydı Hz. İsmail kurtulamazdı. Her iş emirle yürür.

Kainatta tesadüf yok Ders kitaplarında her şeyi maddenin kendisi yapıyormuş gibi bir hava verilir. Eşya ve kainat sahipsiz, başıboş ve tesadüflerin kucağında imiş gibi sunulur. Ne eşya, ne tabiat, ne de insan başıboş değildir. Tesadüf yoktur. Bir Yaratıcı ve O’nun da bazı istekleri vardır.

İnsan da hür ve bağımsız değil, O’nun (cc) kulu ve “köle”sidir. “Köle” ve “Efendi”nin anlamını şöyle bir yeniden düşünelim. Bediüzzaman, inkârı doğuran felsefeyi şu şekilde eleştiriyor: “Amma, ilm-i hikmet dedikleri felsefe ise, mevcudat harflerinin süslenişine ve birbiri arasındaki ilişkilere dalmış ve sersemleşmiş, hakikatin yolunu şaşırmış. Şu büyük kainat kitabının harflerine ‘mânâ-yı harfî’ ile, yani Allah hesabına bakmak lâzım gelirken, öyle yapmayıp ‘mânâ-yı ismî’ ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar. ‘Ne güzel yapılmış’a bedel ‘Ne güzeldir’ der, çirkinleştirir. Bununla kâinatı tahkir edip kendisine şikayetçi eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kâinata da bir hakarettir.” (Sözler, 12. Söz, Birinci Esas)

“Ne güzel yaratılmış” Mânâ-yı harfî; “kendi üzerinden başkasının bilinmesine hizmet etmek” demektir. Mânâ-yı ismî ise “bir şeyin kendi şahsına ve zatına bakan yönü”dür.

Diyelim ki bir çiçeğe bakıyoruz, “ne güzel” dediğimiz zaman, o “isim”de takılıp kalıyoruz. Ama “Ne güzel yaratılmış” dediğimizde, onu hemen bir sistemin parçası (harf) olarak görüp, “Peki kim yaratmış?”, “Ne de güzel yaratmış?” gibi asıl sorulara ve tefekküre geçebiliyoruz.

MUSTAFA AYDIN
Ailem Dergisi

Benzer Konular

3 Ocak 2012 / Misafir Cevaplanmış
3 Haziran 2007 / P.u.S.u Taslak Konular
25 Ekim 2013 / Heulwen Müslümanlık/İslamiyet
4 Ocak 2016 / Safi X-Sözlük