Arama

İslam ve Terör

Güncelleme: 10 Aralık 2009 Gösterim: 4.960 Cevap: 2
asla_asla_deme - avatarı
asla_asla_deme
VIP Never Say Never Agaın
24 Ocak 2007       Mesaj #1
asla_asla_deme - avatarı
VIP Never Say Never Agaın
Giriş

Sponsorlu Bağlantılar
Özellikle son 20 yıldır Batı dünyasının gündeminde "İslami terör" denilen bir kavram bulunmaktadır. 11 Eylül 2001 günü Amerika Birleşik Devletleri'nin iki büyük kentine karşı düzenlenen ve binlerce masum insanın ölümüne neden olan terörist saldırılar ise, bu kavramı bir kez daha dünya gündemine oturtmuştur.

Bir Müslüman olarak bu saldırıları şiddetle lanetliyor ve Amerikan halkına başsağlığı diliyoruz.

Bu raporda, lanetlediğimiz bu vahşetin kaynağının kesinlikle İslam olmadığını, İslam'da teröre yer bulunmadığını inceleyeceğiz.

New York'taki masum insanları hedef alan terör eylemini şiddetle kınıyoruz. Öncelikle belirtmek gerekir ki, uçakları kaçıran teröristler Müslüman isimleri taşıyor olsa bile, işledikleri cinayetlere "İslam terörü" denemez. Eğer Hıristiyan olsalar, "Hıristiyan terörü" veya Yahudi olsalar "Yahudi terörü" denemeyeceği gibi. Çünkü ilerleyen sayfalarda da inceleyeceğimiz gibi, din adına masum insanların öldürülmesi mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki, New York'ta veya Washintgon'da öldürülen insanlar arasında, Hz. İsa'yı sevenler (Hıristiyanlar), Hz. Musa'yı sevenler (Yahudiler) ve Müslümanlar da vardır. Bu masum insanları öldürmek, Allah'ın dilemesi ile cehennem azabı ile sonuçlanacak olan büyük bir günahtır. Dine inanan, Allah korkusu taşıyan bir insan böyle bir şey yapamaz.

Böyle bir vahşetin failleri, bunu ancak dine saldırmak amacıyla yapıyor olabilirler. Dini insanların gözünde kötülemek, insanları dinden soğutmak, dindarlara karşı nefret ve tepki oluşturmak için yapıyor olabilirler. Dolayısıyla Amerikan vatandaşlarına veya başka masum insanlara yönelik "din" görünümlü her saldırı, aslında dine karşı da yapılmış bir saldırıdır.

Din sevgiyi, merhameti, barışı emreder. Terör ise dinin zıttıdır; acımasızdır, kan dökmek, öldürmek, acı çektirmek ister. Dolayısıyla bir terör eylemine fail ararken, kaynağı dindarlıkta değil dinsizlikte aramak gerekir. Olayın kökenini, faşist, komünist, ırkçı, materyalist düşüncedeki insanlarda aramak gerekir. Tetikçilerin hangi ismi taşıdığı, kimliklerinde ne yazdığı önemli değildir. Masum insanları göz kırpmadan öldürüyorsa, dindar değil dinsizdir. Allah'tan korkmayan, tek amacı kan dökmek ve acı çektirmek olan bir canidir. Bu nedenle, "İslami terör" kendi içinde çelişkili ve son derece hatalı bir kavramdır. Çünkü İslam dininde hiç bir şekilde teröre yer yoktur. Aksine, İslam'a göre "terör" olarak adlandırdığımız eylemler (yani masum insanlara karşı işlenen cinayetler), büyük bir suçtur ve müslümanlar bu eylemleri engellemek, yeryüzüne barış, huzur ve adalet getirmekle sorumludurlar.

Kuran Ahlakı İyilik, Adalet ve Barış Gerektirir

Terörün en genel anlamı, askeri olmayan hedeflere karşı siyasi amaçlı şiddet kullanımıdır. Bir diğer ifadeyle terörün hedefleri tamamen suçsuz olan sivil insanlardır. Tek suçları, teröristin gözünde "öteki taraf" olmaktır.

Bu nedenle terör, suçsuz insanlara karşı şiddet uygulanması anlamına gelir ve bunun hiç bir ahlaki mazereti yoktur. Bu, Hitler'in veya Stalin'in cinayetleri gibi, "insanlığa karşı işlenmiş suç"tur.

Kuran Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği bir kitaptır ve Allah bu kitapta insanlara güzel ahlakı emretmektedir. Bu ahlakın temelinde ise, sevgi, şefkat, hoşgörü ve merhamet gibi kavramlar yer alır. Allah tüm insanları, yeryüzünde merhametin, şefkatin, hoşgörünün ve barışın yaşanabileceği model olarak İslam ahlakına çağırmaktadır:

Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara Suresi, 208)

Kuran ahlakına göre bir Müslüman, Müslüman olsun veya olmasın tüm diğer insanlara karşı iyi ve adaletli davranmakla, zayıfları ve masumları korumakla ve "yeryüzünde bozgunculuğu önlemekle" sorumludur. Bozgunculuk, yeryüzünde insanların güvenlik, barış ve huzurunu ortadan kaldıran her türlü anarşi ve terör halidir. Bir ayette buyrulduğu gibi, "Allah, bozgunculuğu sevmez". (Bakara Suresi, 205)

Bir insanın suçsuz yere öldürülmesi ise, en büyük bozgunculuk örneklerinden biridir. Allah, daha önce Tevrat'ta Yahudiler için vermiş olduğu bir hükmü Kuran'da da tekrar şu şekilde açıklamaktadır:

... İsrailoğullarına şunu yazdık: Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur... (Maide Suresi, 32)

Görüldüğü gibi tek bir insanı bile, "bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın" öldüren bir kişi, tüm insanları öldürmüş kadar büyük bir suç işlemektedir.

Bu durumda, teröristlerin işledikleri cinayet, katliam ve gündemdeki tabiriyle "intihar saldırıları"nın ne kadar büyük bir suç olduğu açıktır. Allah terörizmin bu zalim yüzünün ahiretteki karşılığını şöyle bildirir:

Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır. (Şura Suresi, 42)

Tüm bunlar göstermektedir ki, masum insanlara karşı terör eylemi düzenlemek, İslam'a tamamen aykırı bir eylemdir ve hiç bir müslüman böyle bir suç işleyemez. Aksine, müslümanlar bu suçları işleyen insanları durdurmakla, "yeryüzündeki bozgunculuğu" ortadan kaldırmak ve tüm insanlara huzur ve güven getirmekle sorumludurlar. Müslümanlık terörle birlikte düşünülemez, aksine terörün engelleyicisi ve çözümüdür.

Peki o halde son yıllarda sıkça karşımıza çıkan "İslami terör" kavramı nereden çıkmıştır?

Buraya kadar incelediklerimizin gösterdiği gibi, "İslami" bir terör olamaz. Nitekim sözkonusu terörü uygulayan kişilerin yapısına baktığımızda, bu terörün dini değil sosyal bir olgu olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Haçlılar: Kendi Dinlerini Çiğneyen Barbarlar

Bir dinin veya bir fikir sisteminin gerçek mesajı, kimi zaman onun sözde taraftarları tarafından tamamen çarpıtılabilir. Hıristiyanlık tarihinin karanlık bir dönemini oluşturan Haçlılar bunun iyi bir örneğidir.

Haçlılar, 11. yüzyılın sonunda kutsal toprakları (Filistin civarını) fethetmek amacıyla Avrupa'dan yola çıkan Avrupalı Hıristiyanlardı. Sözde dini bir amaçla yola çıkmışlar, ama geçtikleri her yere vahşet ve korku götürmüşlerdi. Sivilleri toplu katliamlara uğrattılar, pek çok köy ve kenti yağmaladılar. Müslüman, Yahudi ve Ortodoks Hıristiyanların İslam idaresi altında huzur içinde yaşamakta olduğu Kudüs'ü fethettiklerinde ise, az önce belirttiğimiz gibi, büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Tüm Müslüman ve Yahudileri boyunlarını vurmak suretiyle vahşice öldürdüler. Haçlıların barbarlığı o kadar taşkındı ki, 4. Haçlı Seferi sırasında, kendi dindaşlarının şehri olan İstanbul'u yağmaladılar, kiliselerdeki altınları söküp parçalamaktan bile çekinmediler.

Haçlılar Hıristiyan dininin temel prensiplerini çiğneyerek büyük bir vahşet uyguladılar.

Elbette ki tüm bu barbarlık Hıristiyanlığın siyaset doktrinine aykırıydı. Çünkü Hıristiyanlık, İncil'deki ifadeyle gerçekte bir "sevgi mesajı"dır. Matta İncili'nde Hz. İsa'nın öğrencilerine "düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin" dediği yazılıdır. (Matta, 5/44) Luka İncili'nde ise Hz. İsa'nın "bir yanağına tokat atana diğer yanağını çevir" dediği bildirilir. (Luka, 6/29) Yeni Ahit'in hiç bir yerinde şiddeti meşrulaştıran bir hüküm yoktur, masum insanların katledilmesi ise tahayyül bile edilemez. "Masumların katliamı" kavramı İncil'de geçer, ama zalim Yahudi kralı Hirodes'in bebek yaştaki Hz. İsa'yı yok etme girişimi olarak.

Peki Hıristiyanlık şiddete hiç yer vermeyen bir sevgi dini iken, Hıristiyan Haçlılar nasıl olmuş da tarihin en büyük vahşetlerini gerçekleştirmiştir? Bunun en büyük nedeni, Haçlıların cahil insanlardan, "ayak takımı" denebilecek kimselerden oluşan bir güruh olmasıdır. Kendi dinleri hakkında hemen hiç bir şey bilmeyen, İncil'i hayatlarında okumamış, hatta belki görmemiş, Hıristiyanlığın ahlaki kıstaslarından habersiz olan kitleler, "Allah bunu istiyor" şeklindeki Haçlı sloganının etkisiyle barbarlığa sürüklenmiştir. O dönemde kültürel yönden çok daha ileri seviyede olan Doğu Hıristiyanlarının, örneğin Bizanslıların Haçlılar'dan çok daha insancıl olduklarına dikkat etmek gerekir. Haçlılar gelmeden önce de, onlar gittikten sonra da Ortodoks Hıristiyanlar, Müslümanlarla huzur içinde ortak bir yaşam sürmüşlerdir. BBC televizyonu yorumcusu Terry Johns'a göre, Haçlıların Ortadoğu'dan çıkmasıyla "medeni yaşam tekrar başlamış ve üç dinin mensupları yine Kudüs'te birarada yaşama geri dönmüşlerdir."

Haçlılar örneği genel bir olguyu göstermektedir: Bir fikrin takipçileri eğer medeniyetten uzak, fikri yönden az gelişmiş, "cahil" insanlarsa, o zaman şiddete eğilimleri çok yüksek olur. Bu, din dışı fikir sistemleri için de geçerlidir. Dünyadaki tüm komünist hareketler şiddet yanlısıdır, ama tüm komünistlerin en vahşi ve kana susamış olanları, Kamboçya'da ortaya çıkan Kızıl Khmerler olmuştur. Çünkü onlar komünistlerin en cahilleridir.

Cahil insanlar şiddet yanlısı bir fikri cinnet noktasına götürdükleri gibi, şiddete karşı bir fikre (veya dine) de, şiddet karıştırabilirler. İslam dünyasında da bunun örnekleri yaşanmıştır.

Kuran'a Göre Bedevi Karakteri

Peygamberimiz döneminde Arabistan'da iki temel sosyal yapı vardı. Şehir insanları ve Bedeviler. Arabistan'ın şehirlerinde o dönemin şartlarına göre oldukça sofistike bir kültür gelişmişti. Ticari ilişkiler bu kentleri dış dünyaya bağlıyor ve bu, şehir Araplarının "görgü"lerini artırıyordu. Giyim kültürüne sahiptiler, edebiyattan ve özellikle de şiirlerden hoşlanıyorlardı. Bedeviler ise çölde yaşayan göçebe kabilelerdi ve çok geri bir kültüre sahiptiler. Sanat ve edebiyattan tümüyle habersizdiler. Çölün sert şartları içinde sert ve kaba bir karakter edinmişlerdi.

İslam, yarımadanın en önemli şehri olan Mekke'nin sakinleri arasında doğdu ve gelişti. Ama İslam yayıldıkça Arabistan'ın tüm kabileleri onu aşama aşama kabul ettiler. Bunlar arasında Bedeviler de yer alıyordu. Ama bedevilerle ilgili bir problem vardı: Entellektüel ve kültürel altyapıları, İslam'ın derinliğini kavramak için çok yetersizdi. Bir Kuran ayetinde durumları şöyle açıklanıyordu:

Bedeviler inkâr ve nifak bakımından daha şiddetlidir. Allah'ın elçisine indirdiği sınırları bilmemeye de onlar daha 'yatkın ve elverişlidir.' Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (Tevbe Suresi, 97)

Bedeviler, yani " inkâr ve nifak bakımından daha şiddetli" olup sınır tanımamaya müsait olan sosyal gruplar, Peygamberimiz döneminde İslam dünyasına dahil oldular. Ancak sonraki dönemlerde İslam dünyası içinde sorun oluşturmaya başladılar. Bedeviler arasında gelişen "Hariciler" adlı mezhep bunun bir örneğiydi. Sünni inancının dışına çıktıkları için "hariciler" (isyan edenler) olarak bilinen bu sapkın mezhebin en temel özelliği, son derece katı, vahşi ve fanatik olmalarıydı. İslam'ın özü, Kuran ahlakının meziyetleri konusunda hiç bir kavrayışa sahip olmayan Hariciler, bir kaç Kuran ayetini gerçek anlamından tamamen çarpıtarak, kendilerinden olmayan tüm müslümanlara karşı savaş açtılar. Dahası "terör" eylemleri düzenlediler. Peygamberimizin en yakın sahabelerinden biri olan ve onun tarafından "ilim şehrinin kapısı" olarak tarif edilen Hz. Ali, bir harici tarafından düzenlenen bıçaklı suikast sonucunda şehit edildi.

İslam dünyasında daha sonraki dönemde de "Haşhaşiler" olarak bilinen bir başka şiddet örgütü daha gelişti; bunlar, basit sloganlarla ve vaadlerle kolayca kandırılabilen, dinin özü ve derinliği hakkında hiç bir kavrayışa sahip olmayan, cehaletleri nedeniyle de büyük bir fanatizm sergileyen militanlardan oluşmuş bir "terör örgütü"ydü.

Bir başka deyişle, Haçlılar nasıl Hıristiyanlığı gerçek anlamından tamamen çarpıtarak bir vahşet öğretisi gibi yorumladılarsa, İslam dünyasında ortaya çıkan bir takım sapkın gruplar da İslam'ı yanlış yorumlayarak şiddet uyguladılar. Her ikisinin de ortak yönü, Kuran'daki ifadeyle "bedevi", yani cahil, kültürsüz, kendi içine kapalı, sert ve kaba tabiatlı insanlar olmalarıydı. Uyguladıkları vahşet, bu sosyal yapının bir sonucuydu, mensup olduklarını iddia ettikleri dinin değil.

Terörizmin Asıl Kaynağı: Üçüncü Dünya Fanatizmi

Buraya kadar belirttiğimiz tarihsel örnekler, sözde "İslami terör" olarak adlandırılan ve son dönemde dünya gündemine oturan olguyu anlamak açısından oldukça aydınlatıcıdır. Çünkü bugün de İslam adına ortaya çıkarak terör uygulayanlar veya bunu destekleyenler-ki bunlar İslam dünyasındaki küçük bir azınlığı temsil etmektedir-İslam'dan değil "bedevi karakteri"nden yola çıkmaktadırlar. İslam'ın özünü hiç bir şekilde anlamamakta, bir barış, huzur ve adalet dini olan İslam'ı, kendi sosyal ve kültürel yapılarından kaynaklanan barbarlığa alet etmeye çalışmaktadırlar. Bu barbarlığın kaynağı ise, "Üçüncü Dünya Fanatizmi" olarak adlandırabileceğimiz, insan sevgisinden nasibini almayan kişilerin akılsızlıklarıdır.

Şu bir gerçektir ki, son bir kaç asırdır İslam dünyası'nın dört bir yanındaki Müslümanlar Batılı güçler veya onların uzantıları tarafından zulme uğratılmıştır. Sömürgeci Avrupa devletleri, Batı tarafından desteklenen yerel sömürgeciler (örneğin İsrail) veya Batı tarafından desteklenen yerel baskıcı rejimler, müslüman kitlelere büyük acılar yaşatmıştır. Ama bu, Müslümanların Kuran'a göre anlaması, yorumlaması ve tepki vermesi gereken bir durumdur. Kuran'da hiç bir zaman "zulme karşı zulüm" uygulanmasına izin verilmez. Aksine, Allah ayetlerinde müslümanlara "kötülüğe karşı iyilikle cevap vermelerini" emreder:

İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir. (Fussilet Suresi, 34)

Müslümanların, kendilerine karşı uygulanan zulme karşı elbette tepki duymaları, bunu uygulayanlara buğz etmeleri meşru bir haktır. Ama bu hiç bir zaman gözü kapalı bir nefrete, adaletsiz bir husumete neden olmamalıdır. Allah, bu konuda Müslümanları "... bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah'tan korkup-sakının" diyerek uyarmaktadır. (Maide Suresi, 2)

Dolayısıyla, "dünyadaki mazlum milletlerin temsilciliği" iddiasıyla ortaya çıkarak diğer milletlerin suçsuz insanlarına karşı terör uygulamanın İslam'la hiç bir ilgisi olamaz.

Burada belirtilmesi gereken bir diğer husus, Batılı güçlerin Müslümanlara karşı yukarıda sözünü ettiğimiz zulüm ve baskılarının, Batı'nın tümünün değil, bu medeniyete 19. yüzyılda hakim olan materyalist, din-dışı felsefe ve ideolojilerin suçu olduğudur. Avrupa sömürgeciliği, Hıristiyan ahlakından doğmamıştır, aksine bu ahlaka karşı çıkan din-dışı akımdan doğmuş ve en büyük vahşetlerini 19. yüzyıldaki Sosyal Darwinist ideolojinin desteğiyle gerçekleştirmiştir. Bugün de Batı dünyasının içinde hala zalim, bozguncu, çatışmacı unsurlar olduğu gibi, özellikle Hıristiyanlıktan kaynak bulan barışçı, iyiliksever ve adalet yanlısı bir kültür de vardır. Aslında dünya üzerindeki temel fikir ayrılığı Batı ve İslam dünyası arasında değil, hem Batı'da hem de İslam dünyasında dindarlar ile din aleyhtarları (materyalistler, ateistler, Darwinistler vs.) arasındadır.

Üçüncü Dünya fanatizminin İslam'la hiç bir ilgisi bulunmadığının diğer bir göstergesi, bu fanatizmin yakın zamana kadar komünist ideoloji ile özdeşleşmiş oluşudur. Bilindiği gibi günümüzdeki Batı karşıtı terör eylemlerinin benzerleri 1960'lı ve 70'li yıllarda da Sovyetler Birliği'nden destek alan komünist örgütler tarafından gerçekleştirilmiştir. Komünist ideolojinin etkisini yitirmesiyle birlikte, sözkonusu örgütleri doğuran sosyal yapıların bir kısmı İslam'ı kullanmaya çalışmaktadır. Eski komünist söylemlerine İslami bazı kavramlar ve semboller katarak oluşturmak istedikleri bu "din kisvesine bürünmüş vahşet", gerçekte İslam'ın özünü oluşturan ahlaki değerlere tamamen aykırıdır.

Bu konuda belirtilmesi gereken son bir husus da, İslam'ın herhangi bir millete veya coğrafyaya ait olmadığır. İslam, kimilerinin sandığı gibi "Doğu kültürü" değildir. Allah'ın insanlara yol gösterici olarak indirdiği son dindir ve tüm insanlığa hitap etmektedir. Müslümanlar, inandıkları hak dini her kültürden her millete anlatmak, tanıtmak ve onların kalplerini İslam'a ısındırmakla yükümlüdürler.

Dolayısıyla, İslam adına ortaya çıkarak terör uygulayan, baskıcı rejimler oluşturan, dünyayı güzelleştirmek yerine çirkinleştiren kişi ve gruplara karşı tek bir çözüm vardır: Gerçek İslam'ın ortaya konması, anlatılması, kitleler tarafından anlaşılması ve yaşanması.

Sonuç: Batı Dünyası İçin Öneriler

Bugün Batı dünyası İslam adı altında ortaya çıkarak teröre başvuran örgütlerden yana endişelidir ve bu endişe yersiz değildir. Terörü gerçekleştiren ve buna destek olan tüm faillerin uluslararası hukuk ve adalet ölçülerinde cezalandırılması gerektiği de açıktır. Ama bundan daha önemli olan, bu sorunun çözümü için hangi uzun vadeli stratejilerin izlenmesi gerektiğidir.

Buraya kadar yaptığımız değerlendirme, terörün İslam'da hiç bir yeri bulunmayan bir insanlık suçu olduğunu göstermekte, "İslami terör" kavramının çarpıklığını ortaya koymaktadır. Bu ise bize önemli bakış açıları sağlar:

1) Batı dünyası, özellikle ABD, elbette teröre karşı en caydırıcı tedbirleri alacaktır ve bunda haklıdır. Ama bunun İslam'a ve Müslümanlar'a karşı bir savaş olmadığını, aksine İslam'ın faydasına bir önlem olduğunu, çok açık bir şekilde ortaya koymalıdır. "Medeniyetler Çatışması" ismiyle 90'lı yıllarda ortaya atılan tehlikeli senaryo, her ne pahasına olursa olsun engellenmelidir.

2) Sevgi, dostluk, barış ve kardeşlik dini olan "Gerçek İslam"ın gelişmesi ve İslam toplumları tarafından anlaşılması desteklenmelidir. İslam ülkelerindeki radikal fraksiyonlara karşı kullanılacak çözüm "zoraki sekülerleştirme" değildir, aksine böyle bir politika kitleleri daha fazla tepkiye yöneltecektir. Çözüm, gerçek İslam'ın anlaşılması; insan hakları, demokrasi, özgürlük, güzel ahlak, bilim, sanat, estetik gibi Kurani kavramları özümsemiş, insanlığa mutluluk ve yaşama sevinci sunan bir Müslüman modelinin yaygınlaşmasıdır.

3) Terörün kaynağı cehalet ve bağnazlıktır ve bunun çözümü de eğitimdir. Teröre sempati duyan çevrelere, bunun İslam'a tamamen aykırı olduğu, aksine bu şekilde İslam'a, Müslümanlara ve tüm insanlığa zarar vermiş olacakları anlatılmalı, bu insanlık dışı barbarlıktan arındırılmaları için eğitilmelidirler. Amerika Birleşik Devletleri'nin bu yöndeki bir eğitim politikasını desteklemesi çok olumlu sonuçlar verecektir.

Umulur ki bu gibi önlemler, dünyanın terörizmden ve tüm diğer bağnaz, katı, vahşi yapılanmalardan kurtulmasına yardımcı olacaktır. Kendini "Allah'ın inayeti altında bir ulus" olarak tanımlayan Amerika, temsil ettiği Hıristiyan kültürüyle gerçekte müslümanların dostudur. Allah Kuran'da bu gerçeğe dikkat çekerek Hıristiyanların "insanlar içinde iman edenlere sevgi bakımından en yakın olanlar" olduğunu haber vermektedir. (Maide Suresi, 82)

Tarihte bir takım cahiller (örneğin Haçlılar) bu gerçeği anlamayarak iki dinin arasında çatışmalara neden olmuşlardır. Aynı senaryonun tekrarlanmaması için gerçek Hıristiyanların ve Müslümanların işbirliği yapması gerekmektedir.

Son düzenleyen asla_asla_deme; 10 Mayıs 2008 14:30
Şeytan Yaşamak İçin Her Şeyi Yapar....
vain - avatarı
vain
Ziyaretçi
24 Ocak 2007       Mesaj #2
vain - avatarı
Ziyaretçi
ALLAH İNSANLARA ÖYLE GÜZEL BİR DİN VERMİŞKİ BUNUN TERORİZM OLDUĞUNU DÜŞÜNENLER BENCE SAÇMALIYORLAR. İYİKİ MÜSLÜMANIM ...
Sponsorlu Bağlantılar
Rios - avatarı
Rios
Ziyaretçi
10 Aralık 2009       Mesaj #3
Rios - avatarı
Ziyaretçi
Terör ve İslam Üzerine.

Akşam Gazetesi (Gülden Hanım'la)


Soru:
İslamcı-dinci terörist tartışmalarından yola çıkarak dinin devlet talebi var mı, güç kullanılmasını istiyor mu, sorusuyla başlayalım dilerseniz. Son İstanbul terör eylemleriyle güncelleyelim,11 Eylül itibariyle ortaya çıkan savaş ve terör, Hıristiyanlık-İslamiyet çatışması mı yoksa zengin Kuzey ile yoksul Güney'in çatışmasından mı kaynaklanıyor?
Cevap:
Marks, dinin özellikle sömürülen halkın afyonu olduğunu, dinle uyuşturulduğunu söyledi. zamanla bazı dinler belki Marks'ın dediği fonksiyonu icra etmiş. Sonra kapitalizmin yayıldığı ülkelerde kilisenin etkisi zayıflatılmış, kapitalizmin endüstri devriminin ilk yıllarında sömürülenler için din kullanılmıştı. Marks, bunu görmüştü. yoksulların dünyevi taleplerini erteletmede din kullanılmıştır. Dünya bütün dinlere göre bir araçtır ama bu aracın insan hayatındaki yerinin dengesi bozulmuş, kantarın topuzu fazla ahirete doğru kaymıştır. Bu dünyanın kaymağını yemek isteyenler bunu yapmıştır. Marks da bunu görmüş, söylemiş. zamanla sendikal işçi hareketleri başlamış, kapitalizmi neo kapitalizm takip etmiş. Batı, henüz kendi aydınlanmasını ve endüstri devrimini gerçekleştirememiş Doğu'ya, geri kalmış, zayıf ülkelere yönelmiş, sömürgecilik başlamış. Sömürgecilikte din, uzun süre kullanılmış. Ama yoksulu istismarına ve ülkenin gayrimüslim tarafından istila edip halka hükmedilmesine en fazla direnen din, İslam olduğu anlaşılmıştır. Bugün ABD İslam engelini aşmak için kitaplar yazdırıyor, raporlar tutturuyor. CIA'yı kulllanarak dünyanın muhtelif yerlerinde, çeşitli faaliyetler gösteriyor. Ortaya bir ılımlı, liberal İslam kavramı atıp onu yükselen değer haline getiriyor. Klasik, geleneksel, Hazreti Peygamber'in ve onun sevip örnek gösterdiği nesillerin yaşadığı İslam ise, yükselen değil, düşen değer olarak takdim ediliyor. Başka adlar veriyor: radikal, fundamental yaftaları yapıştırıyor.
Batı, sömürgecilik dönemlerinde İslam dünyasında da işbirlikçi hocalar, alimler bulmuştur. Bunlar Kandırılmış, bir kısmı bir kısmı satın alınmış da olabilir. Bunlar Ingiliz, Fransız, Alman, Italyanlar'ın istilasını hoş, makul, meşru göstermek için gayret etmişlerdir, ama tutmamıştır. Bu, yağlı bir satıh üzerine boya sürmeye benzer; boya hemen dökülür. Çünkü bu dinin dipdiri bir kitabı var. Inanmayana göre Kur'an, Hazreti Muhammed'in yazdırdığı bir kitaptır. Inanlara göre Allah'ın O'na vahyettiği bir kitaptır. Hangisine göre olursa olsun, şu noktada iki zümre birleşiyor: Bu Kur'an Muhammed Mustafa'nın ağızından nasıl çıkmışsa, bugün öyle vardır. Burası sabit bir nokta. Peygamberimizin çok güvenilir ve detaylı bir hayat hikayesi vardır . Vefatında, sakalında kaç tane beyaz tüy vardı, bu bile biliniyor. Bu dinin ötekine nasıl baktığı çok açık. Egemenlik, yoksul-zengin ilişkisi açısından bu kitapta ve peygamberin hayatında asla yorumlayarak üstünü örtemeyeceğiniz gerçekler var. Üç örnek vereceğim. Sadece iyilik olsun diye yoksullara yardım edin demiyor; hakları var, diyor. Sizin mallarınızdan mahrum olan ama istemeyen, mahrum olan ve isteyenlerin hakları vardır, diyor Kur'an. Bunu neyle örteceğiz? Teri kurumadarn işçinin ücretini verin, diyor. "Kardeşlerinizi Yani işçileri, hizmetçileri) işinizde çalıştırdığınızda yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, yapamayacağı ağır işleri yüklemeyin, yüklerseniz bizzat yardım edin!" buyuruyor. Peygamberin sözü sıradan bir adamın sözü değil, sizi bağlıyor. Müslümanlık, dün Rusya'nın, bugün ABD'nin dünya patronluğuna ve emperyalizmine en ciddi itiraz kayanağı ve referansı olabilecek dindir; ama eğer bu dinin dişleri sökülmezse. Bugün Müslümanların yüzde 90'ının eksik-fazla bildiği, yaptığı din, liberal değil, sahih İslamdır. O din de zalimlerin dünya patronluğu macerasına engeldir.

Soru:
ABD'nin iştahını kabartan topraklar Afrika'da da olabilirdi. Bu topraklarda yaşayanların Hıristiyan, putperest ya da Müslüman oluşları değil, topraklarındaki rant kaynakları değil midir iştahın ve saldırganlığın nedeni?
Cevap:
O rant sadece İslam coğrafyasına ait değil. O rant Avrupa'da, ABD'de ve Rusya'daki topraklarda da var. Zayıf Doğu'da, zayıf Güney'de de var. Sömürgecinin en az zahmetle en fazla rahmete konmak istemesi, sömürmek için zayıfı seçmesi çok tabiidir. En az zahmetle yapabilmesi için direnci kırması, direncin kaynaklarını yok etmesi lazım. Ben sahih İslam'ın hedef kılınmasının sebeplerinden biri olarak bunu görüyorum.

Soru:
İşin özü zengin Kuzey'le yoksul Güney'in çatısması ise sosyalistlerle Müslümanlar ilk kez bu kadar birbirine yaklaştı?
Cevap:
Emperyalizme dirençte Ortadoğu ve benzeri ülkeler, sosyalistlerle işbirliği yaptılar. Sosyal adalet ve sömürgecilik karşıtlığında komünisler ve sosyalistler İslam'la buluşuyor. Bir cephe edinirler korkusuyla işin ahlaki boyutu köpürtülmüştür. Komünistler şunu bunu yaptılar diye bizi Sovyet Rusya'ya düşman ettiler ve komünistleri nefretimizin hedefi-odağı, ABD'yi de sempatimizin odağı haline getirdiler. Bunu yakınarak ifade ediyorum. Bana söylenenleri nasıl bilmem, nasıl inanmam lazım geldiğini tayin edenlerin oyunlarını, provokasyonalarına karşı duracak idrak seviyesine geldiğimde anladım. Biz aslında ABD'nin sistemine daha uzağız. Bunu demokrasi olarak değil, sosyoekonomik dünya düzeni olarak alıyorum. Zenginin yoksula bakışı olarak ele alıyorum. Bize dinsizlikleri, tanrı tanımazlıkları ve ahlaksızlıkları köpürtüle köpürtüle anlatıldı. Dünya patronluğunu engelleyecek bir cephe oluşturulmasın diye sömürüye karşı olanları birbirlerine düşürdüler. Tabii, bir müslümana göre marksizmin, sosyalizmin kabul edilmesi mümkün olmayan tarafları vardır; bu sebeple ben tam bir örtüşmeden söz etmiyorum, sömürgecilik, sömürü karşıtlığı ve sosyal adalet açısından sistemleri mukayese ediyorum.

Soru:
Müslümanlar iktidarda değilse ele geçirmek için ne yapacaklar?
Cevap:
Açık seçik söyleyeyim. Dinsizlik adına insanlara zulmedileceği gibi din adına da insanlara zulmedilebilir. Dinin hem belli bir tarihteki uygulaması hem kutsal metinleri hem de amacı itibariyle gözönüne alınıp doğru anlaşılması lazım. Doğru anlaşılmamış, saptırılmış bir din anlayışıyla da o dinin amacına ters düşen kötülükler yapılabilir. Dünyanın şurasında veya burasında öyle bir İslam anlayışı ve uygulaması olabilir ki onun bugünkü çağdaş bir toplum veya devlete uygulanmaya kalkışılması halinde dinin asla istemediği bazı kötü sonuçlar ortaya çıkabilir ve çıkıyor. Aslında "çağdaş bir toplumda uygulanması" ifadesi de bir faraziyedir. Çağdaşlaşmış toplum buna imkan vermez, toplum direnir. Onların orada uygulayabilmelerinin sebebi, despotizme dayanmaları ve müslümanların uyanışının henüz olgunluk noktasına gelmemiş olmasıdır. Yanlış anlaşılmış İslamiyet'in insan hak ve özgürlüklerine verdiği zarar ile radikal laiklerin yönetimde olduğu devletin verdiği zarar eşit olabilir. İslamiyet'in devlet talebi, bir amaç değildir, İslam, bir siyasal faaliyet programı olarak gelmemiştir. İslam, kendisine inananların yaşadıkları coğrafyada Yalnızca orada) siyasal egemenliği de elde etmelerini teşvik eder.Bunun da sebebi dinin yüksek hedeflerinin gerçekleşmesi, bozulmanın engellenmesidir. Dâr'l-İslam denilen bu coğrafya dışındaki insanların ülkelerinde Müslümanların gözü olmaz. Fetihler toprak kazanmak iin değil, dünyada "İslam barışını" egemen kılmak içindir. İslam barışı bütün farklılıkları içinde insanlık için mutluluk iklimidir.Kur'an'ı okuyun baştan sona; şu dünyada da daha güzel, içinde hüznün ve kederin hakim olmadığı bir hayatı öneriyor. Dünya hayıtını ağlayarak bir lokma bir hırkayla geçirmeyi farz kılmıyor. Müslüman zengin de olabilir, ama bilir ki, bu bir imtihandır, mal ile imtihandır, bu imtihanda başarı servetle ilgili hak ve yükümlülükleri yerine getirmekle kazanılır.


Soru:
Kur'an yepyeni bir dünya düzeninin programı mı?
Cevap:
Evet. Cehennemin ateşini de Cennetin anahtarını da, bu dünyada yapmış olduklarınızın karşılığı olarak ahirete insan götürür. Dinin amacı, insanın hür iradesiyle Allah'a kulluk ederek ahirete cennetin anahtarı ile gitmesini sağlamaktır, bunun için insanlara yol gösterir. Bu amaç için bireyin kendisini toplumdan tecrit etmesi gerekmez,bu amaç toplum hayatı içerisinde gerçekleştirebilir. Ancak bunun için uygun bir zemin ve çevreye ihtiyaç vardır. Bu çağda uygun çevre olarak iki sistemden söz edilebilir: 1. Doğru anlaşılmış bir İslam'ı, hukuk, siyaset, estetik, sanat gibi hayatın bütün alanlarında kılavuz ve referans olarak kullanan siyasi ve sosyal yapı. 2. Hak ve özgürlük eksenli bir demokrasi. Mümin, Allah'ın murad ettği dünya hayatını bunlardan birinde gerçekleştirebilir. Müslüman imkan bulunduğunda bunlardan birincisini tercih eder; çünkü hak ve özgürlük eksenli bir demokratik yapıdaki genel ahlak kavramıyla doğru anlaşılmış bir İslam -ki bunda da hak ve özgürlükler sadece müslümanlar için değil, öteki için de azami ölçüde tanınır- evet bu iki sistemdeki umumi ahlak kavramları birbirinden farklıdır. Kavramı da, uygulaması da farklıdır. Birincisinde birey, İslam'a inanan ve ebedi mutluluk için dünyayı araç olarak kullanmak isteyen birey, işini daha kolay görür. Ancak bu biraz da dağda olmuş veliye benzer, şehirde olmak biraz daha zorlaşır. Çünkü kamuya açık alanda müslümanlarca adap ve ahlaka aykırı telakki edilen bir hayat vardır. Plajda, hamamda, düğünde, dernekte, gökte, yerde...

Soru:
İstanbul'daki terör eylemleri uluslararası haberalma örgütlerinin taşeron olarak kullandığı Müslümanlar mı yoksa doğrudan Müslüman örgütlerin işi mi?
Cevap:
el- Kaide açıklama yaptı, İstanbul'daki eylemleri de 11 Eylül'ü de üstlenmedi. Kendisi bir amaç için yapmışsa sahiplenmezlik de etmiyor, yapmadım demiyor. Irak'taki direnişin içinde varım, diyor. Bazı kesimlerde, el-Kaide ya da Hizbullah'ın yaptığını söyleyip bunu da bir dayanak edinerek bir tedbirler paketi hazırlama, bir kesimin üzerine gitme telaşı var. Bu hem yurtdışında hem de yurtiçinde var.
Şimdi yeni bir iktidar geldi. Bu iktidarın aktörlerinin İslamcı kökenli olduğu, geçmişlerinde Milli Görüş bulunduğu söyleniyor, kendileri ise muhafazakar demokrat olduklarını beyan ediyorlar. Böyle bir iktidar havadan inmedi. Bunları bir taban iktidara getirdi. Bu tabanın da 28 Şubat teşhis ve tedavisine karşı bir reaksiyonu var. Bu teşhis ve tedavi içine sinmiyor. "Gericisiniz, Türkiyeyi Ortaçağ'a götürmek istiyorsunuz" şeklinde kendisine izafe edileni o taban kabul etmiyor. Haklılar bence. Ömrüm boyunca tarikatlı tarikatsız, takvalı takvasız hiçbir Müslüman'ın Cumhuriyet yarine saltanatın gelmesini istediğini, propagandasını yaptığını ne gördüm ne işittim. Kerameti kendinden menkul, selahiyeti Tanrı'dan alan bir insanın halkın seçimi ve denetimi dışında iktidara gelip Mehdi gibi Türkiye'yi kurtarmasını talep eden dini bütün, beş vakit namaz sahibi bir Müslüman da görmedim. Anadolu halkının hali hazırda geldiği sonuç şu:Ülkemizi tehlikeye düşürmediği sürece hereksin yararlandığı bir yapı oluşsun. Serbest, dürüst seçimlerle iktidarlar gelsin, denetlensin ve beğenilmediği zaman gönderilsin. Bazı vatandaşlar Allah'a ya da İslam'a inanmıyorsa kendi inancına göre yaşasın, inananlar da inançlarına uygun yaşasınlar. Ama biz gökten gelmedik. Cumhuriyeti kuranlar da Osmanlı nüfusunu sıfırlayıp herhangi bir yerden, aydını ve avamı ile yeni bir halk getirip Cumhuriyet'i öyle ilan etmediler. Akşam saltanat tebası olarak yatanlar ertesi gün Cumhireyet'in tebası olarak uyanmadılar mı?. Sekizinci Yüzyıl'da Müslüman olmaya başlayan Türkler'in bin 200 yıllık bir dini geçmişi, bunun kültürü, medeniyeti, bu çerçevede ahlak ve adabı var. Müslümanlar kendi medeni ve kültürel yapılarıma, ahlak ve edep anlayışına aykırı olan davranışların, medyanın da pespaye yayınlarıyla aleni olmakla kalmayıp telkin edilir hale gelmesinden rahatsızdırlar. Saltanat ilan etmek istemiyorlar, demokratik yoldan kısıtlanmasını istiyorlar. RÜTÜK'te böyle endişeler görüyorum. Falan program, aile yapısı, gençlerin ruhi ve fizksel gelişmesine... aykırıdır, diyor. Devlet dairesinde başı açık bayan da olur, kapalı da. Namaz kılan hakim ve subay da olur, kılmayan da. Tek tipleştiremezsiniz. Halkın, AK Parti tabanının istediği budur.

Soru:
Türkiye kendi aydınlama çağını yaşasaydı irtica gibi kaygılar olmazdı ki. Hizbullah ya da el-Kaide'yi, Türkiye'deki cinayet ve bombaları nereye koymak lazım?
Cevap:
Bir dine veya ideolojiye dayandırılan terör, o dinin ve ideolojinin samimi mensupları tarafından yapılmamış olabilir. o dinin, ideolojinin mensuplarıyla ya da başkalarıyla ilgili, onlarla görülecek işleri olan devletler, bunların hazırladıkları örgütler de yapar. Kılığı, kıyafeti, yapan insanların kimliklerini de ona göre ayarlar ve onların bir kısmının ele verilmesini sağlar. Sonra da hedef tahtası yapmak istedikleri gruba izafe ederler. Terörün referansı herhangi bir din ve ideoloji de olabilir; bunlara dayanarak terör olmaz demiyorum. Her türlü dine ve dinsizliğe ve felsefeye dayalı terör olabilir. Eğer İslam sözkonusu ise meseleye şu açıdan bakmak lazım. O kimselerin imanları, samimiyetleri vardır, fakat bilgi ve eğitim eksiklikleri de vardır. Onlar Müslüman değildir demiyorum. "Ne kadar çok İslam, o kadar az terör" diyorum. "Ne kadar az İslam, o kadar çok terör" diyorum. İslamı akıl, şuur, iman, ibadet, ahlak, bilgi olarak ele alıyorum. Bu tamlık içinde İslam ne kadar çok ferdin ve grubun bünyesindeyse o kadar az terör vardır. Bu kuraldan hareketle şöyle diyebiliriz: Bir insan müslümandır, bilgisi de vardır, fakat İslami eğitimi eksiktir. Birçok iyi ve kötüyü bilir, fakat onu hayat ve davranışlarında gerçekleştiremez. Bilmek mutlaka yapmak anlamına gelmez. Bilmekle yapmak arasına eğitimin girmesi lazım. Iyi bildiğinizi yapmak, kötü bildiğinizden kaçmak için iyi bir eğitim almanız gerek. Bilmek yetmez. Eğitimiz var, fakat bilginiz yetersiz ise yine kötü şeyler, yanlış şeyler yapabilirsiniz.

Soru:
Inanmış ve bilgili bir Müslüman için Kur'an'daki dünya düzeni için cihat, Kuzeyli sömürücülerle savaşmak yok mu?
Cevap:
Yukarıda tanımladığım İslam barışını sağlamanın yolu savaş olursa, bu amaçla savaş kaçınılmaz hale gelirse savaşılır. Toprak kazanmak, sömürge oluşturmak, başkalarının hak ve özgürlüklerini ellerinden almak için değil, bunları yapanları engellemek için savaşılır. İslam barışı hak ve adalet temelinde kurulur, haksıza, zalime, saldırgana karşı haklının, mazlumun, saldırıya uğrayanın yanında yer alarak tesis edilir. Diyelim ki, bu barışı kurmak ve korumak için gücünüz yetmiyor, nizami savaş yapamıyorsunuz, İşte o zaman İşgal sonrası Anadolu'da, işgale uğramış Filistin'de, Afganistan'da, Çeçenistan'da, Irak'ta... yapıldığı gibi direniş başlar, işgal kuvvetlerine yönelik ve nizami olmayan savaş başlar, bu savaşın hedefi işgal kuvvetleri, zalimler, haksızlar olmakla beraber zorunlu hallerde başkaları da bundan zarar görebilirler. Bu çeşit savaşa işgalciler terör derler ama din, hukuk ve ahlak terör demez.
Ama İstanbul'daki olay terördür. Bu terör eylemine benzer bir eylemi kolay kolay işinde gücünde ya da okumuş yazmış üç beş Müslüman biraraya gelip de yapamaz. Terör uzmanları İstanbul'daki son eylemlerin en az altı aylık hazırlık devresi var, diyorlar. Söylediğimiz gibi samimi bir Müslüman, kendine göre düşman belli, ya vicdanından veya bir merciden fetvayı da almış cihad yapmak istiyor, böyle bir potansiyel bulunduğunda, bunları bulup yönlendiren dış güçler/çevreler, "Ben CIA, MOSSAD ajanıyım" diye gelmiyor. Gelen da sarığıyla, sakalıyla,eylemcinin tarihini dinini öğrenerek geliyor. Çok iyi yetiştiriliyor. Bir süre Afganistan'a da beraber gidiyorlar. Sonra da gelip eylemcinin kendi memleketinde kullanıyor. Kullanılan adamların tamamı satın alınmış değil. Kendi inancı gereği bunu yapıyor ama bunun perde arkasındaki asıl plancıyı unutmamamız gerekiyor. Satın alanlar ve alınanlar havaya uçmuyor. Saf ve samimi olanlar uçuyor. Daha önce söylediğim formülü tekrarlayayım: Ne kadar çok İslam, o kadar az terör.
Fetva meselesidir bu. Müslüman bir eylem yapacağı zaman bunun dinde caiz olup olmadığını sorar, araştırır. 50 senedir İslam'ı biliyorsam eğer, fıkıhçıysam bana sorulsa buna fetva veremem. İslam dünyasında birçok aklı başında fıkıhçı meşru direnişe, savunmaya yönelik eylemler ile İstanbul'daki terör eylemini bir tutmuyorlar. İslam yalnızca Müslümanların mabedini korumaz, yalnızca müslümanlara din özgürlüğü sağlamaz, diğer dinlere de sağlar, başka dinlerin mabetlerini de korur. Zorunlu ve meşru olmaksızın bir ağacı bile kesmenize izin vermez.

Soru:
O eylem sırasında ölen Müslümanların şehit olduğunu söylüyorlar.
Cevap:
Iyi güzel de birini şehit ederken siz katil oluyorsunuz; bu durumda da o cennete gider, siz cehenneme gidersiniz.. Bakın, ben buna fetva veremem. Bu eylemlere fetva veren iki makam var. Ya İslam'ı kullanıyor ya da İslamı anlamamış. Öyleyse bu bana göre az İslam. Başka bir aracı ve çaresi kalmadığında direnme ve meşru savunma hakkını, düşmana yönelik eylemler ile kullanmak başkadır, İstanbul eylemlerinde onca masumun kanına giren terör eylemleri başkadır. Bu ikisi asla ve kat'a birbirine kıyas edilemez. Bu ikinci eylemde zaruretten söz edilemez ve buna kötünün ehveni, az kötünün tercihi denemez. Hasılı bu ikinci eylem için iyi bilinen bir fıkıhtan fetva çıkmaz. Türkiye'de zaman zaman İslam'ı azaltma teşebbüsleri oluyor., İslam'ı daha çok, daha iyi bilmeyi engellediğiniz, zaman insanların az ve yanlış bilgi edinmelerine sebep olursunuz. Ayrca gerilmelerine, kinlenmelerine ve cepheleşmelerine sebep olursunuz; yine az İslam çok terör formülüne gelmiş oluyoruz.

Soru:
İslami terör örgütlenmesinde Vahhabiler mi kilit noktalarda hep? Selefiler'in Türkiye'de tutunmasının şartları var mı?
Cevap:
Selef, ilk Müslümanlar, demek. Dinde Selef, Hazreti Peygamber zamanında ve ona yakın çağlarda yaşamış, Peygamberimiz tarafından örnek gösterilmiş ilk üç nesil. Türkçesi şöyle: Hazreti Peygamberi görüp onunla yaşayanlar, onlara çıraklık edenler ve ikinci nesle çıraklık edenler. Selef dönemi, İslam'ın diğer kültürlerden en az etkilendiği ve en saf yaşandığı dönemdir. Selefiler, dini bu üç neslin anlayışı çerçevesinde anlamayı ve yaşamayı prensip edinmiş Müslümanlardır. Bunlar da ikiye ayrılıyor. Biri ilk üç nesil, biri de Ibn-i Teymiyye sonrası selefîler. Selefi anlayış zayıflayıp sonraki okullar revaç bulunca bu alim ve tabileri onu tekrar canlandırmışlardır. Gözden kaçırılan husus şu: Selefiye bir fıkıh mezhebi değil, bir inanç ve itikat mezhebidir. Selefi yaklaşım, fetva konusuyla değil, inanç konusuyla alakalıdır. Allah'ı anlatan bir ayet aklıma aykırı değil ama kavrayamıyorum. Aklımın kavrayacağı bir tanıma indirgeyerek mi kabul etmeliyim? Ya isabet ettiremezsem? Allah'ın sıfatını o olmayan bir şekle indirirsem? Öbür tarafta da kavrayamama, kavramadan inanma riski var. Bu riski, bu mahzuru öne çıkaran alim, "Kavradığım bir takım ilkelerle çelişen metinleri uyumlu hale getirmek için benim akli kalıplarımı kullanmam gerekir" diyor. Bunun adına yorum deniyor. Gaip alemiyle Allah ve ahiretle ilgili ayetleri aklımın kavrayacağı bir şekilde yorumlamalı mıyım sorusunun cevabından çıkmıştır Selefilik. Bunlar diyor ki etmem! O gaip aleminin gerçekliğini değiştirme tehlikesi, A'yı B'yapıp B'ye inanma tehlikesi vardır. Selefi düşünceye göre, "dini metinlede geçem Allah'ın elinin kendi elim gibi olmadığını biliyorum ama nasıl olduğunu bilmiyorum. Nasıl olduğunu öğrenmek için de kafamı yormuyorum çünkü bu beni aşar".
Vahhâbîler de Selefiler'in bir versiyonu. Bir dönem onları Muhammed Bin Abdül Vehhab temsil ettiği için onun talebeleri ve etrafındakilere Vahhabi denmiştir. Selefiler'in fetva olarak mezhebi Vahhabilik değil, Hanbelilik'tir. Bugün yaşayan dört mezhep vardır: Hanefi, Şafii, Mahliki, Hanbeli. Dördü de Sünni mezhebidir. Suudi Arabistan'da Hanbeliler çoktur. Ahmed b. Hanbel isimli alime atfedilen Hanbelilik kabul görmiş bir fıkıh mezhebidir. Ahmed b. Hanbel, Imam Şafii'nin talebesidir.
Soruyu şöyle sormak lazım: Teröre referans olma açısından Hanbeli mezhebi Hanefi ve Şafii mezhebinden daha uygun mudur?
Bana göre cevap şudur: Fıkhı, mezheplerin hüküm ve fetvalrını belli bir dönemde dondurursanız, bu az İslam olur; yani bilgi noksanlığıdır. Ben diyorum ki, dondurulmuş, tarihi şartları göz önüne alınmamış, üzerinde kafa yorulmamış olduğu sürece dört mezhebin dördünden de bir terör eylemine referans çıkarabilirsiniz. Bunu da alıp Vahhibilik'e bağlamanın anlamı yok. Afganistan Vahhabi değil ki. Büyük çapta Hanefi'dir. Diyarbakır civarı şafii'dir. Iyi fıkıh okumuş Şafii melle-alimler vardır. O bölgede terör olmuyor mu? Terörün kaynağı, falan mezhep, falan din diye yanlış yerde aranıyor. Diğer amiller, sebepler yanında "eksik ve az İslam" da aramak gerekir.
SONUÇ
Müslümanların karıştığı ya da karıştırıldığı terör eylemlerinde ya Müslümanların dahli yoktur. Başkaları yapmış ve onlara fatura etmişlerdir ya da buna bir kısım Müslümanlar, "az İslam yüzünden" bilerek bilmeyerek alet olmuşlardır. Doğru anlaşılmamış, hazmedilmemiş, eğitimle kişiliğin içine yerleştirilmemiş Müslümanlıktır. Öyleyse biz terörün amillerini, kaynaklarını bulmak istiyorsak herhangi bir din, sistem ve ideoloji mensuplarının bütününü suçlayıcı bir tavırla yola çıkmamalıyız. Bu çıkar yol değildir. Terör olduğunda hemfikir olduğumuz bir eylemde dini bütün Müslüman'ın bulunması mümkün değildir. Insaf edelim. Bir buçuk milyar Müslüman'ın içinde kaç terörist var? Usame Bin Ladin Hanbeli ise onun Afganistan, Pakistan hatta Türkiye'den adamlarının her birinin mezhebi farklı. Selefiler de selefilere terör uyguluyor. İşte Suudi Arabistan'daki terör eylemleri. Terör eylemlerinde muhakkak büyük planın parçasını aramak lazım bu bir, Ikincisi de eksik İslam.
Fıkıh, dinin ibadet, sosyal hayat, insan-insan, insan-Allah, insan-eşya ilişkisi, yapıp etmekle ilgili olan kısmının bilgisidir. Inanç bilgisine de tevhid ve akaid denir. Fıkıh sorusu fetva sormaktır. Fıkıhla ilgili soruya cevap vermek fetvadır. Cevap verene "müfti", Türkçe'de "müftü" denir.

Benzer Konular

11 Mayıs 2009 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
17 Mayıs 2011 / Misafir Sosyoloji
4 Ağustos 2009 / asla_asla_deme Sosyoloji
12 Eylül 2009 / _PaPiLLoN_ Psikoloji ve Psikiyatri
11 Ekim 2013 / RapAndSchool Soru-Cevap