Arama

İslam'da Tarikat Anlayışı

Güncelleme: 22 Nisan 2012 Gösterim: 4.549 Cevap: 2
ThinkerBeLL - avatarı
ThinkerBeLL
VIP VIP Üye
29 Nisan 2009       Mesaj #1
ThinkerBeLL - avatarı
VIP VIP Üye
Tarikatlar
MsXLabs.org & Temel Britannica
Sponsorlu Bağlantılar

İslam dininde, tasavvuf dü­şüncesine bağlı olanların Tanrı'ya ulaşmak için seçtikleri manevi yola tarikat denir. Arapçada "yol" anlamına gelen tarikat sözcü­ğü tasavvufun ilk dönemlerinde (12. yüzyıl ön­cesi) her sufinin (tasavvuf düşüncesine bağlı kişi) kendi başına izlediği yolu nitelemek için kullanılıyordu. 12. yüzyıldan başlayarak sufiler şeyh denen önderlerin çevresinde topluluklar oluşturduklarında bu örgütlü hareket­ler de aynı adla anıldı.
Tarikatlar etkinliklerini âsitane, tekke, der­gâh, hankâh, zaviye adı verilen ve her tarika­ta göre farklı özellikler taşıyan yapılarda sürdürürlerdi. Tarikatın merkezi, pir olarak da anılan kurucu şeyhin oturduğu yerdi. Şeyhin ölümünden sonra da tekke bu niteliği­ni korurdu. Eğer tarikat pirin ölmesinden sonra ortaya çıkmışsa, merkez tekke onun mezarının olduğu yerin çevresinde yapılırdı.
Her tarikatın kendine özgü bir giriş töreni vardı. Tarikata kabul edilip mürit ya da derviş olarak anılmaya başlanan kişi, aşamalı bir tasavvuf eğitiminden geçtikten sonra şeyhin halifeliğine kadar yükselebilirdi. Şeyh ölü­münden sonra yerine geçecek kişiyi halifeleri arasından seçerdi. Bazı tarikatlarda da mer­kezdeki şeyh çeşitli yerlerdeki tekkelere ata­ma yoluyla şeyh gönderebilirdi.
Tarikatlar Tanrı'ya ulaşmak için farklı yön­temler geliştirmişlerdi. Ama zikir (Tanrı'yı anış) ve çile (nefsi arındırma) hemen her tarikatta görülen ortak öğelerdir. Her tarika­tın kurucu şeyhinin Hz. Muhammed'e bağla­nan ruhani bir silsilesi vardı. Bu silsilede geçmişteki ünlü sufiler ile Hz. Ali ve Hz. Ebubekir'den biri mutlaka yer alırdı. Tarikat, silsilesi Hz. Muhammed'e Hz. Ali yoluyla bağlanıyorsa Alevi, Hz. Ebubekir yoluyla bağlanıyorsa Bekri olarak nitelenirdi. Tari­katları birbirinden ayıran önemli bir özellik de giyim kuşam biçimleriydi. Her tarikatın ayrı bir başlığı, giysisi, elde taşınan ya da göğüse takılan simgeleri bulunurdu. Bununla birlikte, Melamilik gibi, giyim kuşamla farklı­laşmayı, halkın içinden ayrılarak tekkeye kapanmayı reddeden tarikatlar da ortaya çıkmıştır. Bazı tarikatlarda müzik ve sema (dans) da özel bir önem taşımıştır.
12. yüzyıldan bu yana İslam dünyasında yüzlerce tarikat kurulmuştur. Bunlardan bazı­ları yandaş bulamadığından ya da müritleri zamanla başka tarikatlara katıldığından kısa ömürlü olmuştur. Bazdan ise varlıklannı gü­nümüze kadar sürdürmüştür. Tarikatlann içinden, farklı yorum getiren şeyhlerin kur­dukları kol ya da şube adı verilen dallar da çıkmış, bunların bazıları zamanla içinden çıktığı tarikatın yerini almıştır.
İslam dünyasında en eski tarikatlann kurucusu olduklarından aktab-ı erbaa (dört kutup) olarak adlandırılan Abdülkadir Geylani, Ahmed er-Rıfai, Ahmed el-Bedevi ve İbrahim ed-Desuki'nin kurduğu Kadirilik, Rıfailik, Bedevilik ve Desukilik'ten başka Nakşibendîlik, Sadilik, Çiştilık, Şazelilik ve Halvetilik en yaygın tarikatlardır. Anadolu'da kurulan tari­katlardan da en çok Mevlevilik, Bektaşilik, Bayramilik ve Celvetilik yaygınlık kazanmış­tır.

Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!
_Yağmur_ - avatarı
_Yağmur_
VIP VIP Üye
17 Şubat 2012       Mesaj #2
_Yağmur_ - avatarı
VIP VIP Üye
TARİKAT

Sponsorlu Bağlantılar
Tanrı'ya ulaşmak isteğiyle tutulan yol. Arapça yol anlamındaki "tarik" sözcüğünden türetilmiştir. 9. yüzyıldan sonra tasavvuf yoluna girenlerin oluşturduğu belirli erkân ve adaba bağlı toplumsal kurumlar bu adla anılmıştır.

Mutasavvıflara göre şeriat'tan hakikat'a götüren yoldur. Her tarikatta müride bu manevî yolculukta önderlik eden şeyhe mürşit denir. Yola giren kişiyse salik'tir. Hemen her tarikatta aşağıdan yukarıya şu dereceler vardır: Mürit, salik, şeyh, mürşit, halife, pir. Anadolu'da tarikatların gelişmesi Moğolların önünden kaçan şeyhlerin, dervişlerin Anadolu'ya sığınmalarıyla başlamıştır.

O dönemde Abdallar, Kalenderîler, Haydarîler vd. yalnız tasavvufu yaymakla kalmamışlar, tarikatların oluşması için gerekli ortamı da hazırlamışlardır. Baba İshak Ayaklanması'nı (1240) izleyen dönemde, karışıklıklar içindeki beyliklere bölünmüş Anadolu bir anlamda eski-yeni tarikatlara beşik olmuştur. Bunlardan en yaygınları Bektaşîlik, Mevlevîlik, Kadirîlik ve Halvetîliktir.


MsXLabs & Morpa Genel Kültür Ansiklopedisi

"İnşallah"derse Yakaran..."İnşa" eder YARADAN.
jaws - avatarı
jaws
Ziyaretçi
22 Nisan 2012       Mesaj #3
jaws - avatarı
Ziyaretçi
İSLAMİYETTEKİ OTORİTE MÜCADELESİ, MEZHEPLER VE TARİKATLARIN ORTAYA ÇIKIŞI

İslamiyette Hz.Muhammet’in ölümünden sonra “Dört Halife Dönemi” adı verilen bir dönem yaşanmıştır. Hz. Muhammet, Peygamber olması nedeniyle dini bir liderdir. Ancak ortada bir devlet vardır ve bu devletin yönetilmesi söz konusudur. Bu açıdan bakıldığında Hz.Muhammet aynı zamanda bir devlet başkanıdır yani siyasi bir liderdir.

Onun ölümünden sonra devleti yönetecek bir lider gereklidir. Bu lideri sahabe, yani peygamberin yakın arkadaşları seçecektir. Bu lidere de Halife ünvanı verilecektir. Halifeler Hz. Muhammet gibi hem dini hem de siyasi lider değildir. Tanımlama yapılacak olursa dini otoriteyi de kullanan siyasi lider denebilir.


Hz.Muhammet’ten sonra Hz.Ebubekir ve Hz.Ömer döneminde liderlikle ilgili bir sorun yaşanmamıştır. Her iki halife de peygamberle aynı aileden, Haşimi ailesinden gelmektedir. Haşimi ve Ümeyye, ailesi İslamiyetten önce Mekke’ye hakim olan Kureys Kabilesinin, Mekkeyi yönetmek için birbiriyle sürekli mücadele halinde olan iki ailesidir. Hz.Ömer’in ölümüyle yerine Ümmeyye ailesine mensup Hz.Osman’ın geçmesi ve kendi ailesini kayıran uygulamalar yapması, İslamiyetten önceki siyasi çekişmeleri yeniden su yüzüne çıkarmıştır.

Bu huzursuzlukların bir sonucu olarak Hz.Osman’ın bir suikast sonucu öldürülmesi ve yerine geçen Hz.Ali-nin bu cinayeti aydınlatmada gerekli çabukluğu gösterememesi, Ümeyye ailesine mensup olan Şam Valisi Muaviye tarafından gerekçe olarak gösterilecek ve Muaviye kendisini halife ilan edecektir. Böylelikle İslam Devletinde iki halife ortaya çıkacaktır.

Hz.Ali ve Muaviye’nin dini liderlik değil, siyasi liderlik (Halifelik) mücadelesi iki tarafın ordularını Sıffin Savaşında karşı karşıya getirmiştir. Yapılan savaşta kesin bir sonuç alınamayınca sorunun Hakemler tarafından çözülmesine karar verilmiştir. Hakem olayında Muaviye’nin hakemi Amr İbnül As’ın, Ali’nin hakemi Ebu Musa El Eşariyi kandırması iki tarafı tekrar savaş durumuna getirmiştir. Hz.Ali-nin daha fazla kan dökülmemesi için kuvvetlerini geri çekmesi üzerine iktidar mücadelesi bir çözüme kavuşturulamamıştır. Ali, Basra’da Halifelik yaparken Muaviye, Şam’da Halifeliğini sürdürecektir.

Bir süre sonra iki lidere de yapılan suikastten Muaviyenin sağ çıkması ve Ali’nin ölmesi üzerine tek bir halife kalacaktır. Muaviye’nin Ali’nin oğulları olan Hasan ve Hüseyin’e kendi ölümünden sonra Halifeliğin kendilerine geçeceğine dair verdiği sözü tutmayıp oğlu Yezit’i Velihat ilan etmesi anlaşmazlıkları tekrar su yüzüne çıkaracaktır.

Yezit’in Halife olduktan sonra Hz.Hüseyin’i Kerbelada öldürttürmesi İslam’daki bölünmeyi net bir şekilde ortaya çıkaracaktır. Muaviye taraftarları ve onun soyundan gelenlerin egemen oldukları bölgelerdeki insanlar, kendilerini Ehl-i Sünnet veya Sünni, Hz.Ali’nin soyundan gelenlerin ve Basra, İran ve Horasanda yaşayan insanların ise Ehl-i Şia yada Şii olarak adlandırmasıyla, islam dini ikiye bölünecektir. Kısacası Hz.Muhammet’in ölümüyle ortaya çıkan siyasi liderlik mücadelesine din kisvesi büründürülmesi, İslam dininin bölünmesine, Sünnilik ve Şiilik adı verilen iki mezhebin ortaya çıkmasına sebep olacaktır.

Daha sonraki yüzyıllarda değişik din adamlarının İslam dinini şekil ve esas açısından farklı niteliklerde yorumlamaları sonucu Sünnilikte, Hanefilik, Hambelilik, Malikilik ve Şafiilik,

Şiilikte ise Caferilik, İsmailiye Zeydilik ve İmamilik gibi alt mezhepler ortaya çıkacaktır.

Sünni mezheplerle Şii mezhepler arasındaki en belirgin fark, İmanın altı şartı (Meleklere İman, Kitaplara İman, Peygamberlere İman, Ahiret Gününe İman, Kadere İman, Hayır ve Şer'in’Allahtan geldiğine İman) dışında Şiilerin on iki imam’a iman etmeleridir. Şiilere göre on bir imam gelmiş ve Şiiliğin temel öğretisini oluşturmuştur. On ikinci imam ise (İmam-ı Gaib) henüz gelmemiştir. On ikinci imam , Mehdi (Kurtarıcı) olarak beklemektedirler. Aradaki fark şekilde değil, özde olduğu için yani teolojik bir fark olduğu için Sünniler tarafından Şiilik reddedilmektedir.

Mezheplerin öğretilerinin yayılması için zamanla çok değişik bölgelerde açılan Tekkelerde yetişen binlerce din adamı kendi mezhepleri içinde kendi yorumlarını ortaya koymuş ve böylelikle “Tarikat” adını verdiğimiz din örgütlenmeleri ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcaları şunlardır. :



Başlıca sayılan bu tarikatların her biri, onlarca alt tarikata bölünmüştür. Örneğin Şazelilik kendi içinde Arifilik, Bekrilik, Cezulilik, Fuadililik, Gazilik, Madavilik, Mustailik, Mürsilik, Nasırilik, Raşidilik, Şerefilik, Vefailik ve Zekurilik gibi on üç alt tarikata bölünmüştür.

Tarikat ve tekke örgütlenmesi, şeyh ile tarikat mensubu mürit arasında, şeyh’e koşulsuz itaat esasına dayanan bir yapılanmadır.

Şeyh mutlak doğruları söyleyen, mutlak doğruları yapan, mutlak itaat edilmesi gereken muhterem bir kişidir. Şeyh asla hata yapmaz. Müritin görevi olgunluk düzeyine yükselene kadar bir takım eziyetlere, çilelere katlanmaktır.

Örneğin tarikatlardan birine girecek olan kişi tarikatın bir üyesi olana kadar üç yıl dokuz gün şu görevleri yapmak zorundadır. 40 gün dört ayaklı hayvanların bakımı 40 gün süpürge işi, 40 gün su çekme, 40 gün yatak serme ve kaldırma, 40 gün odun kesmek, 40 gün yemek pişirmek, 40 gün alış veriş yapmak, 40 gün dervişler meclişine hizmet etmek. Bu görevlerin bitiminden sonra üç yıl dokuz gün tamamlanana kadar bu işler baştan başlayarak tekrar edilir.

Buradan da görüleceği gibi tarikat örgütlenmesi bünyesine alacağı bir kişinin öncelikle kişilik özelliklerini yok edecek, düşünmeden, araştırmadan koşulsuz itaat eden müritler yaratmayı amaçlamaktadır. Bu süreçten geçen bir kişi, Şeyhinin ve tarikatın ileri gelenlerinin söylediklerini mutlak doğru olarak kabul edip verdikleri görevleri düşünmeden, tartışmadan, görüş öne sürmeden yapmaktadır.

Buna en belirgin örnek olarak Hasan Sabbah’ın Haşhaşilik tarikatı verilebilir. Hasan Sabbah’ın Alamut kalesinde yetiştirilen müritler, daha sonra kendilerine verilen görev doğrultusunda, öldürüleceklerini bile bile pek çok kişiye suikast yapmışlar ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu döneminde dehşet saçmışlardır.
İsrail’de vücutlarına bağladıkları bombalarla insanların kalabalık olduğu yerleri havaya uçuran ve yüzlerce insanın ölümüne sebep olan Haimas miltanlarının

ve Almanya’da örgütlenmiş İslami Cemiyet ve Cemaatler Birliğinin başında bulunan Metin KAPLAN’ın verdiği direktif doğrultusunda kiraladıkları bomba dolu uçakla 29 Ekim 1998’de Anıtkabire intihar dalışı yapmayı planlayan militanların, organizasyon, amaç, yöntem ve uygulama açısından Hasan Sabbah’ın Müritlerinden hiçbir farkı yoktur.

Kısacası, Tarikat örgütlenmeleri, bir şeyhin mutlak güdümünde düşünme ve aklını kullanma becerisinden yoksun bırakılmış, şeyhinin her söylediğini mutlak doğru olarak kabul eden yaratıklar sürüsü yetiştirmeyi amaç edinmiş, İslam ve İnsanlık düşmanı oluşumlardır.

Benzer Konular

5 Haziran 2009 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
11 Mayıs 2009 / ThinkerBeLL Müslümanlık/İslamiyet
20 Temmuz 2015 / MaRCeLLCaT X-Sözlük
20 Kasım 2008 / HerHangiBiri Din/İlahiyat
27 Ağustos 2008 / nünü Osmanlı İmparatorluğu