Hz. Ebubekir Dönemi
Ridde Savaşları
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra dinden dönüp Islâm devletine savas açanlarin isyanlarinin bastirilmasi için yapilan askerî harekâtlar.
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat haberini duyan Yemen ve Necid bölgelerindeki bazi kabileler özellikle zekât ödemeyi reddederek isyan ettiler. Ayrica Rasûlüllah (s.a.s)'in vefati ile ortaya çikan karisik ortamdan istifade etmek Isteyen bazi kimseler de peygamberliklerini itan etmisler ve kendilerine inandirdiklari kalabaliklari peslerine takarak Islâm hükümranligini tehdit etmeye baslamislardi. Rasûlüllah (s.a.s)'in sagliginda onun hakimiyetine boyun egmek zorunda kalarak müslüman olan, ancak imanin kalplerine nüfuz edip yerlesmedigi bu bedevî topluluklar, onun vefatiyla cesaretlenmis ve kalplerinde gizlediklerini açiga çikarmislardi. Aslinda onlarin bu durumu bilinmiyor degildi. Zira Allah Teâlâ onlar için bir âyet-i kerimede söyle buyurmaktadir: "Ey Muhammed! Bedevi ler "Iman ettik" derler. Sen onlara söyle de: "Hayir! Iman etmediniz. Siz ancak, müslüman olduk deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemistir" (el-Hucurât, 49/ 14).
Irtidat hareketlerinin baslamasiyla baskent Medine her taraftan düsmanlarla kusat Ilmis bir duruma geldi. Öte taraftan Yahudi ve Hristiyanlar, ortaya çikacak firsatlari degerlendirmek için müslümanlarin durumunu izlemeye basladilar. Tarihçiler müslümanlarin o zaman içinde bulunduklari dehset verici durumu; "Müslümanlar, peygamberlerini kaybetmeleri ve azliklari ve düsmanlarinin çoklugu yüzünden sanki siddetli soguk, yagmurlu karanlik bir gecede sahrada kaybolmus koyun sürüsüsün durumunu andiriyordu" (Taberî, Tarih, Beyrut ty, III, 225; Ibnül-Esir, Tarih, Beyrut 1979, II, 333) seklinde ifade etmektedirler. Medine'nin bu sekilde ciddi olarak tehdit altinda bulunmasini ileri süren bazi kimseler, Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan az önce yola çikan Usame'nin ordusunu bu seferden alikoymasi için Ebu Bekir (r.a)'a müracaat ettiler. Islâm devletinin basina henüz geçmis olan Hz. Ebu Bekir son derece net ve kararli bir ifade ile bu tavsiyeyi yapanlara; Bilsem ki kurtlar burada beni parçalayacak; Usame'nin ordusu için Rasulullah (s.a.s)'nin emretmis oldugu seyi uygulayacagim" (Taberi, a.g.e., III, 225, 228; Ibnül-Esir, a.g.e., ayni ver) dedi ve bu orduya yoluna devam etmesi için emir verdi.
Ilk dinden dönme hareketi Peygamber (s.a.s)'in sagliginda Yemen'de ortaya çikmisti. Kendisinin peygamber oldugunu iddia eden Esved el-Ansî, topladigi kuvvetlerle önce Necran bölgesini, pesinden de San'ayi, Vali Sehr ile yirmi bes gün savasarak ele geçirdi. Hz. Peygamber'in Amil ve muallimi olarak bölgeye gönderdigi Mu'az b. Cebel, Ma'rib'de bulunan Ebu Musa el-Esari'ye iltihak etmis daha sonra Ikisi birlikte Hadramevt'e gitmislerdi (Taberi, III, 229-230).
Ibnül-Esir'in ifadesiyle, "Esved'in çikarmis oldugu fitne bir alev gibi, Hadramevt'ten Taif, Bahreyn ve Ahsa'dan Aden'e kadar her yeri kaplamisti" (Ibnül-Esir, II, 338). Hadramevt'te toplanan müslümanlar endiseli bir sekilde beklerken, durumu haber alan Rasûlüllah (s.a.s)'in, Yemen bölgesinde bulunan müslümanlarin tamamina yönelik, Esved'e karsi savasIlmasi emri bölgeye ulasti. Veber b. Yuhannis vasitasiyla gönderilen mektubta; dinin korunmasi, mürtedlere karsi savasIlmasi, Esved el-Ansî'nin açikça savasilarak veya gizli bir tertiple ortadan kaldirIlmasi ve bu emrin Islâm'da sebat eden bölgedeki bütün müslümanlara ulastirIlmasi gibi talimatlar yer almaktaydi (Taberi, III, 231; Ibnül-Esîr, II, 338).
Rasûlüllah (s.a.s)'in emri San'a'daki müslümanlara ulastigi zaman, planlanan bir suikast ile Esved el-Ansî, Firûz adindaki biri tarafindan öldürülmüs ve Kenan bölgesi tekrar Islâm'in hâkimiyetine girmisti. Onun öldürüldügü haberi Medine'ye Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat ettigi günün sabahinda ulasmisti (genis bilgi için bk. Taberî, III, 227 vd.).
Peygamber (s.a.s)'in ölüm haberi üzerine, Müseyleme ve Tuleyha, peygamberlik iddiasiyla ortaya çiktilar, Tay ve Esed kabileleri Tuleyha'ya tabi olarak dinden döndüler. Gatafan ise, Uyeyne b. Hisn'in baskanligi altinda isyan etti. Uyeyne: "Esed ve Gatafandan bir peygamber, bize Kureysten olan bir peygamberden daha sevimlidir. Muhammed öldü. Tuleyha ise hayattadir" diyerek, Tuleyha'ya tabi oldu (Ibnül-Esîr, II, 342). Havazinliler ise zekâtlarini ödemeyeceklerini bildirdiler. Her taraftan irtidat haberleri Medine'ye ulastigi zaman Ebu Bekir (r.a), elçiler göndermek suretiyle Islâm'a dönmelerini saglamaya çalisti ve Usame'nin ordusunun dönüsünü bekledi. Ancak, Abslar'la, Zubyanlar'in Medine'ye saldirmalari üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldi. Bu arada diger bir takim kabilelerin elçileri Medine'ye gelerek, namazi kilacaklarini, ancak zekât'i ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edIlmesini Istediler.
Ebu Bekir (r.a) elçilere; "Zekat olarak vereceginiz hayvanlarin, baglanacaklari ipleri vermediginiz taktirde bile sizinle savasacagim" seklinde sert bir cevap verdi (Taberi, III, 244). Hz. Ebu Bekir (r.a) tarafindan Istekleri reddedilen bu elçi heyeti dönüslerinde, Medine'de bulunan müslümanlarin azligini kabilelerine bildirerek Medine'ye yürümek için onlari heveslendirdiler. Ebu Bekir (r.a) sayilarinin azligini ögrenen mürtedlerin Medine'ye saldirabileceklerini anladigi için bir takim tedbirler aldi. Yakinda olan düsman birliklerinin sehre girisini önlemek için Ali (r.a), Talha (r.a), Zübeyr (r.a) ve Ibn Mes'ud (r.a)'i sehre giren yollara yerlestirdi ve herkesin mescidde toplanmasini Istedi. Nitekim o, düsüncesinde yanIlmamis ve üç gün sonra mürtedler gece vakti harekete geçmislerdi. Ancak yollari bekleyen birlikler onlarla savasarak sehre girmelerini engellediler ve durumu Hz. Ebu Bekir'e bildirdiler. Ebu Bekir (r.a) mesciddekilerle birlikte hemen harekete geçerek onlari geri püskürttü ve Zahusa'ya kadar onlari takip etti. Burada mürted askerlerin uyguladiklari bir yöntemle müslümanlarin develeri ürkmüs ve geri dönmüslerdi. Mürtedler, müslümanlarin korkarak geri döndükleri zannina kapildilar ve Zül-Kassa'da toplananlara haber göndererek kendilerine katIlmalarini bildirdiler. Öte taraftan Ebu Bekir (r.a), geceyi savas hazirligi ile geçirdi ve sabaha yakin, sag kanatta Numan b. Mukarrin, sol kanatta Abdullah b. Mukarrin, ortada Suveyd b. Mukarrin seklinde bir tabya düzeni ile yola çikti. Merkezinde Ebu Bekir (r.a)'in bulundugu ordu yaya olarak (sadece araci birlikte süvariler vardi) hizli bir yürüyüs yapti ve fecirde düsmanin bulundugu yere geldi. Onlar hiçbir seyden habersiz olarak dururken, müslümanlarin ani saldirisi karsisinda çok sayida ölü birakarak kaçmak zorunda kaldilar. Hz. Ebu Bekir, kaçanlari Zül-Kassa'ya kadar takip etti. Numan b. Mukarrin'i bir miktar askerle orada birakarak Medine'ye döndü. Irtidat eden Absogullari ile Zubyanogullari, aldiklari bu yenilginin acisiyla kabileleri içerisindeki müslümanlari öldürmeye ve çevrede bulunan diger müslümanlara saldirmaya basladilar. Bu haber Ebu Bekir (r.a)'a ulastigi zaman o, müthis bir sekilde hiddetlendi ve müslümanlari çesitli sekillerde öldüren mürted kâfirlerin, öldürdükleri müslümanlara karsilik olarak korkunç bir sekilde öldürüleceklerine dair yemin etti (Taberî, III, 246; Ibnül-Esîr, II, 345). Bu olaydan sonra, müslümanlarin moralleri düzeldi ve kabileler içerisinde irtidat eden kimselerin bir bölümü tekrar Islâma dönmeye ve yeniden zekat mallarini Medine'ye göndermeye basladilar. Ibnül-Esir'in kaydina göre de kirk gün sonra Usame b. Zeyd seferden dönerek Medine'ye geldi. Hz. Ebu Bekir onlari sefer yorgunlugunu üzerlerinden atmalari için Medine'de birakti ve tertip ettigi kuvvetlerin basina geçerek, Necd yönünde bulunan Zül-Kassa'ya dogru hareket etti. Bu nazik ortamda Hz. Ebu Bekir (r.a)'in bizzat savasa çikmasini dogru bulmayan bazi kimseler ona müracaat ederek Medine'de kalmasini Istediler. Bu kimseler, eger Halife Ebu Bekir (r.a)'a bir sey olursa, içinde bulunulan kritik durumun müslümanlar için bir felakete dönüsmesinden endise ediyorlardi. Ebu Bekir (r.a); müslümanlari bizzat koruyacagini söyleyerek bu teklifi reddetti (Taberî, III, 247).
Yolda kendisine katilan komutanlarindan Mukarrinoglu Numan, Abdullah ve Suveyd kardeslerle birlikte Rebezelilerin toplandigi Ebrak denilen yere kadar ilerledi ve burada yapilan savasta maglup olan ve komutanlarini kaybeden Abslar ve Benu Bekr'ler dagilarak suratli bir sekilde bölgeden uzaklastilar. Günlerce Ebrak'da kalan Ebu Bekir (r.a), Benu Zübyan'lari maglup etti ve topraklarini ganimet olarak degerlendirerek bu arazileri Benu Zübyan'lar için yasak bölge ilan etti. Onun bu galibiyeti üzerine mürtedlerin çogunlugu tekrar Islâm'a döndü. Ebu Bekir (r.a), itaat altina aldigi bu kimselere karsi Rasûlüllah (s.a.s)'in sünnetine uyarak oldukça yumusak davranmistir.
Öte taraftan, dagilan Abs ve Zübyan kuvvetleri peygamberlik iddiasinda bulunan Tuleyha'nin yanina gittiler. Tuleyha, Sumeyra'dan hareket ederek Buzaha'ya yöneldi ve burada karargâh kurdu. Medine'ye dönen Ebu Bekir (r.a) savas hazirliklarina giristi ve orduyu on bir kisma ayirarak her birine bir bayrak verip görev sahalarini belirledi. Buna göre, Halid b. Velid, Buzaha'da bulunan yalanci peygamber Tuleyha ile savasacak, pesinden Butah'da bulunan Malik b. Nuveyre üzerine yürüyecek, Ikrime b. Ebi Cehl Müseyleme ile mücadele edecek, Muhâcir b. Ebî Ümeyye, Esved el-Ansî'nin baglilarina karsi harekete geçecek, pesinden de Kays b. Maksuh ve onu destekleyen diger Yemenliler'e karsi, Ebnalar'a yardim edecek ve sonra Kindelileri te'dip için Hadramut'a yönelecek. Halid b. Said, Suriye taraflarina; Amr b. el-As, Kuzâ'aya karsi yürüyecek; Huzeyfe b. Mihsan, Deba halkiyla savasacak; Arfece b. Herseme, Mehre kabilesiyle; Tureyfe b. Haciz, Benî Süleym'i ve onlarla birlikte hareket eden Havazinliler'i itaat altina alacak; Süveyd b. Mukarrin, Yemen'in Tihame bölgesine; Alâ b. el-Hadramî, Bahreyn'e gidecekti. Halife, Surahbil b. Hasane'yi de, Ikrime b. Ebî Cehl'in arkasindan göndererek, Ikrime'nin Yemen'den ayrilip Kuzâ'alilar üzerine yöneldigi zaman ona iltihak etmekle görevlendirdi (Taberî, III, 248-249).
Ebu Bekir (r.a), orduyu Zül-Kassa'da taksim etti ve görevlendirdigi komutanlar birliklerini alarak görev bölgelerine dogru harekete geçtiler. Hz. Ebu Bekir irtidat eden kabilelere elçilerle, ordularin önünden mektuplar göndererek onlari Islâm'a dönmeye davet ediyor ve tavirlarinin doguracagi sonuçlar hakkinda onlari uyariyordu (Bu belgenin tam metni için bk. Taberi, Tarih, III, 249-251). Öte tarafta, mürtedlere karsi gönderdigi komutanlara da, düsmanla karsilasildigi zaman nasil hareket etmeleri gerektigi konusunda talimatlar verdi. Bu talimatlar; Allah'dan korkmalari, Allah'in emri disina çikanlarla savasmada gayretli olmalari; savastan önce düsmanin Islâm'a davet edIlmesi; karsi tarafa fayda ve zararlarina olan herseyin açikça izah edIlmesi; emirlere uyanlarin açikladiklari sözlerinin kabul edilerek iyi muamelede bulunulmasi; ganimetin ser'i kurallara göre taksimi ve müslümanlara her hal ve durumda iyi davranIlmasi gibi maddeleri içeriyordu.
Halid b. Velid'in Tuleyha meselesini Çözümlemesi
Tuleyha, Beni Esed b. Huzeyme'ye mensup olup, Rasûlüllah (s.a.s)'in son zamanlarinda peygamberlik iddiasinda bulunmustu. O, bagli bulundugu Esedogullarina kendisine Cebrail'in geldigini söyleyerek bazi tuhaf seyler uyduruyor ve onlardan kendisine tabi olmalarini istiyordu. Kendisine tabi olanlara namaz kilarken secde etmeyi yasakliyor ve Allah'in buna ihtiyaci olmadigini ve, O'nu ayakta zikretmelerini emrediyordu.
Ibnül-Esir; "Kabilecilik taassubundan dolayi çok sayida Arap ona tabi oldu" demektedir (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 344). Bu yüzden ona bagli olanlarin çogu Esed, Gatafan ve Tay kabilelerine mensuptular. Fezare ve Gatafanlilar Taybe'nin güneyinde toplanmis,
Tay kabilesi ise kendi topraklarinin sinirda beklemekte idiler. Tuleyha'nin mensup bulundugu Esed ogullari ise Sumeyra'da toplanmisti. Abs, Sa'lebe ve Mürreliler ise Rebeze dolaylarinda, Ebrek'de beklemekteydiler. Onlarin bir kismi burada kalmis, diger bir kismi da Zül-Kassa'ya giderek Medine'yi tehdit etmislerdi. Bizzat halifenin basinda bulundugu kuvvetler tarafindan, önce Zül-Kassa'da sonra da Abrek'de yenilgiye ugrayan grup Sumeyra'dan ayrilip, Gatafan ve diger kabilelerle birleserek Tay kabilesi arasinda bir su kenari olan Buzaha'da karargah kuran Tuleyha'ya iltihak etti. Bu olay üzerine Tuleyha Tay kabilesinin Cedile ve Gavs boylarina adam göndererek kendisine iltihak etmelerini emretti. Onlarin bir bölümü acele olarak onun yanina hareket ettiler; arkada kalanlara da gelmelerini söylediler.
Ebu Bekir (r.a), Halid b. Velid'e Ilk önce Eknaf'da bulunan Taylilarin üzerine yürümesi, pesinden Buzaha'da toplananlarla savasmasi, sonra da Butah'a yönelmesi talimatini verdi. Halid'den önce, Adiy b. Hatem et-Taî Medine'den kabilesinin yanina giderek onlari üzerlerine gelen orduyla korkuttu ve Halife'ye itaate çagirdi. Onlar, bu çagriya uyarak, Adiy'den kendileri için Halid'den eman almasini ve kendilerine mühlet vermesini Istediler. Onlar, Buzaha'da bulunan kabilenin diger mensuplarini, Tuleyha'nin öldürmesinden korkuyorlardi. Adiy, durumu Halid'e bildirdi. O da onlara zaman tanidi. Taylilar, Tuleyha'nin yaninda bulunan akrabalarina haber gönderdiler.
Onlar da oradan ayrilarak Halid'le birlestiler. Daha sonra Adiy'in tesebbüsü ile Cedileliler de Islâm'a dönüp Halid'e iltihak ettiler. Tay ve Cedilelilerden bin besyüz kisinin iltihakiyla daha da güslenen Halid, Buzaha'ya Tuleyha'nin üzerine yürüdü. Benu Amirliler etraftan, hangi tarafin galip gelecegini gözetlemekte idiler. Halid b. Velid Tuleyha ile savasa tutustu. Tuleyha'nin yaninda Uyeyne b. Hisn komutasinda yedi yüz kisilik Fezareli asker bulunmaktaydi. Savasin siddetlendigi bir sirada Uyeyne bir kaç defa Tuleyha'nin yanina gidip kendisine Cebrail'in savasin sonucu hakkinda haber verip vermedigini sordu. Tuleyha sonunda ona; "Evet geldi ve bana; "bir gün düsmanlarinla karsilasacaksin. Baslangiçta aleyhinde de olsa sonunda savasi kazanacaksin. Degirmen gibi Insan ögüten kanli bir savas... Ve Iste unutamayacagin bir söz" diye haber getirdi" dedi. Uyeyne ona; "unutamayacagin bir sözmüs..." dedi ve askerlerine; "Ey Fezareliler! Bu adam bir yalancidir. Savasi birakip geri dönün" emrini verdiginde adamlari ona uydu. Savasi kaybeden Tuleyha, atina binerek Suriye'ye kaçti. Sonra da Kelb kabilesinin yanina gitti. Esed ogullari ve Gatafanlilarin tekrar Islâm'a döndügünü duydugu zaman o da iman etti. Hz. Ebu Bekir (r.a) vefat edinceye kadar, Kelblilerin arasinda yasamaya devam eden Tuleyha ancak onun vefatindan sonra Medine'ye gitmis ve Ömer (r.a)'a bey'at etmisti. Tuleyha Hz. Ömer döneminde vukubulan Kadisiye ve daha sonraki savaslarda akil almaz kahramanliklar göstermis ve bu sefer gerçekten iman ettigi Islâm için hayatini sürekli tehlikelere atarak hizmet etmekten geri kalmamistir.
Benü Âmir, Havazin ve Suleymlilerin Irtidadi
Benü Âmirler, Tuleyha'nin komutasinda savasan Esed ve Gatafanlilarin durumunu gözetliyorlar ve tereddüt içinde bulunuyorlardi. Tuleyha maglup oldugu zaman, Kurre b. Hubeyre, Ka'b ogullarinin; Alkame b. Ulase ise, Kilabogullarinin basina geçerek kendilerine katilan diger kimselerle Ka'bogullari arazisine gelerek kamp kurmustu. Alkame, Rasûlüllah (s.a.s) zamaninda müslüman olmus, pesinden irtidat ederek Suriye'ye kaçmisti. Onlarin irtidat haberi ve hazirliklari Ebu Bekir (r.a)'a ulastigi zaman Ka'ka b. Amr'i bir birlikle üzerlerine gönderdi. Ka'ka', Alkame'nin bulundugu yere geldigi zaman, o kaçmayi tercih etti ve pesinden takip edenlerden kurtulmayi basardi. Ka'ka' ise, onun esini, çocuklarini ve orada bulunan diger kimseleri yakalayarak Medine'ye döndü. Onlar, Alkame'ye yardim etmediklerini, dolayisiyla irtidatla suçlanamayacaklarini ileri sürdüler. Ebu Bekir onlari serbest birakti. Alkame de Medine'ye gelerek Islâm'a girdigini açikladi (Taberî, III, 261-262).
Benü Âmirler ise Tuleyha'nin Buzaha bozgununu gördükleri vakit, birbirlerine; "Döndügümüz dine girelim. Allah'a ve Rasûlüne iman edelim" dediler. Onlar Halid b. Velid'e giderek ona zekat vermek de dahil Islâm'in her rüknüne uyacaklarina dair bey'at ettiler. Ancak Halid, Esed, Gatafan, Tay, Suleym ve Âmirlerden, irtidat durumunda iken müslümanlari yakarak öldüren, onlara müsle yapan ve Islâm'a düsmanlikta bulunan kimselerin teslim edIlmesinden önce bu kabilelere eman vermedi. Onlar Halid'in bu Istedigini yerine getirip bu suçlari isleyenleri ona teslim ettiler. O da müslümanlara karsi isledikleri cinayetlerin benzerlerini onlara tatbik ederek cezalandirdi (Ibnül-Esîr, II, 350).
Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi
Hz. Ömer Dönemi
Kudüs'ün Fethi
Muaz b. Cebel r.a. rivayet ediyor: Allah Rasulü s.a.v. söyle buyurdu:
“Ey Muaz, Allah benden sonra Aris’ten Firat’a kadar Sam bölgesini size nasib edecek. Oranin erkekleri, kadinlari ve dullari kiyamete kadar sinir bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Sam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis’i (Kudüs) seçerse kiyamete dek cihad halindedir.”
EY KILIÇTAN DAHA ZALIM MERHAMET!
Hicretin 14. yili. Yani miladî 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyasini degistirmesinin üstünden koskoca dört yil geçmis. Hz. Ebu Bekir r.a.’in vefatindan sonra ise iki yil... Hz. Ömer r.a. hilafete geleli de henüz iki yil olmus. Islâm ordulari, Suriye, Irak, Filistin ve Misir cephesinde Hz. Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, asere-i mübessereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’in kilici Halid b. Velid r.a. komutasinda zaferden zafere kosuyor. Hilafet merkezi nurlu Medeni'ye neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulasiyor. Fethedilen topraklarda halk Islâm kahramanlarini birer kurtarici olarak karsiliyor. Çünkü yillardir Bizansli valilerin doymak bilmez istahlarini doyurmaga çalismaktan bezmis, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüge konan vergilerden yilmis, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde ugradigi haksizliklarin, zulümlerin sona ermesini beklemektedir. Ve beklenen ilâhi yardim gelmistir. Halk, isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla esit haklara sahip oluyor. Isterse kendi dininde kaliyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapiyorlar. Asla zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksizlik yapmiyorlar. Canlari, mallari, haysiyetleri, seref ve namuslari güvence altina aliniyor. Her sey kurallara bagli. Hiçbir sey rastgele degil. Yillar sonra bir hiristiyan rahip-bilim adami bu durumu söyle degerlendirecektir: “Ey kiliçtan daha zalim merhamet!..” Rahip, kendi bakis açisindan haklidir. Gerçekten müslümanlarin adaleti, sefkat ve merhameti, fethedilen topraklardaki ahalinin Islâm’a girmesi gibi bir tabii sonuç vermistir. Rahip, Islâm’in merhametine hayiflanmasin da ne yapsin?!
KUDÜS YOLUNDA IKI GARIP YOLCU
Iki yolcu... Sadece bir binitleri var. Binite sirayla binmek üzere anlasmislar. Bir beriki binecek, bir öteki. Hayvanin hakkini da unutmamislar. Nöbetlese bindikten sonra hayvani bir binis süresi bos yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakki var. Allah’in selami her birinin üzerine olsun, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakup ve Yusuf... Davud, Süleyman, Musa, Harun, Isa ve elbette Muhammed Mustafa... ve kim bilir adini bildigimiz, bilmedigimiz daha nice peygamberin gelip geçtigi, hatta defnedildigi Filistin topraklarinda Ilya’ya, yani Kudüs’e dogru ilerliyorlar.
Konusmalardan anlasildigi kadariyla bu iki yolcudan biri efendi, digeri köle... Fakat efendinin efendiligi, ona kölenin insanligini, hayvanin hakkini unutturmuyor. Nihayet sehre hakim yüksek bir tepeye ulasiyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sirasinin bittigini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada el-Cebelü’l-Mükebber (Tekbir Dagi) adini aliyor ve hâlâ bu adla anilmakta. Binme sirasi kölede... Itiraz ediyor. “Efendim...” diyor, “ne sen in, ne de ben bineyim. Bir sehre girmek üzereyiz. Orada besili, egerli atlar, altinla süslenmis arabalar var. Sehre ben binekte, sense benim bindigim hayvanin yularini tutmus vaziyette girecek olursak bizi alaya alir, küçümserler. Bu da zaferimize gölge düsürür.” Efendi israrli. “Ama sira senin...” diyor; “sira benim olsaydi inmezdim. Sira seninse senindir. Ben inmeliyim, sen binmelisin.” Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanin yularindan tutuyor. Sehre böyle giriyorlar.
ZULMÜN HAKIMIYETI BIR ANDIR, ADALETINKI KIYAMETE KADAR
Hiristiyan halk, sehirlerini teslim almaya gelen devlet baskanini karsilamak üzere Sam Kapisi’nda toplanmis. Baslarinda Patrik Sophronius... Halk, köleyi hayvanin üstünde görünce saygilarini sunmak üzere önünde secdeye kapaniyor. Köle, elindeki asa ile onlara dürtüyor “Yaziklar olsun size...” diye haykiriyor, “kaldirin basinizi. Allah’tan baskasina secde edilmez.” Ve halka haber veriyor ki, kendisi köledir, devlet baskani yulari tutan kimsedir... Patrik Sophronius bir köseye çekilip aglamaya basliyor. Misafir devlet baskani üzülüyor. Gönlünü almak, teselli etmek için patrigin yanina gidiyor. “Üzülme. Degmez. Dünya böyledir. Bir güldürür, bir aglatir.” diyor. Sophronius “Saltanati kaybettigim için mi agladigimi zannediyorsun? Tanri’ya and olsun ki bunun için aglamiyorum. Sirf sizin hakimiyetinizin sonsuza dek kesintisiz devam edecegini anladigim için agliyorum. Zira zulmün hakimiyeti bir andir. Adaletin hakimiyeti ise kiyamete kadardir. Ben sizi fethedip geçen, sonra yillar içinde kaybolup giden bir yönetim zannetmistim.” diye cevap veriyor. Burada kendisinden efendi olarak söz edilen sahis, müminlerin emiri, müslümanlarin ikinci halifesi Hz. Ömer r.a.’dan baskasi degildir.
Ebu Ubeyde b. el-Cerrah r.a. komutasindaki Islâm ordulari Kudüs’ü kusatmis, sehrin düsecegini anlayan patrik bir sartla teslim olabileceklerini belirtmisti. Islâm ordularinin daha önce fethettikleri yerlerdeki halka verdigi eman üzere teslim olacaklardi. Fakat bu islemi bizzat emirleriyle gerçeklestirmek istiyorlardi. Ebu Ubeyde r.a., “Emir benim. Buyurun sartlari görüselim.” demisti. Sophronius “Hayir ordu komutanina degil, sehri bizzat devlet baskaniniza teslim edebilirim.” diye israr etmisti. Bunu haber alan Hz. Ömer r.a., Medine’de yerine Hz. Ali r.a.’i vekil birakip yola çikmisti. Iste simdi Kudüs’teydi.
Hz. Ömer r.a., patrigi teselli ettikten sonra “Ey Ilyalilar, lehimize olan lehinize, aleyhimize olan aleyhinizedir...” diye baslayan bir konusma yapti. Sonra Sophronius, Hz. Ömer r.a.’i Kiyame Kilisesi’ne davet etti. Kiliseyi gezerlerken namaz vakti girdi. Hz. Ömer r.a., patrige “nerede namaz kilayim?” diye sordu. Rahip, “oldugun yerde.” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer r.a.: “Ömer, Kiyame Kilisesi’nde namaz kilmaz. Sonra pesimden gelecek müslümanlar, Ömer namaz kildi diyerek burada mescit insa ederler.” diye karsi çikti. Bir tas atimi uzaklasti ve abasini yere sererek namaz kildi. Hakikaten daha sonra müslümanlar onun namaz kildigi yere bir mescid insa ettiler. Bu mescid o günden beri hâlâ ayaktadir ve Mescid-i Ömer adiyla anilmaktadir.
Hz. Ömer r.a. namazini kildiktan sonra Patrik Sophronius’tan kendisine Mescid-i Aksa’nin yerini göstermesini istedi. Mescid’in çöplük haline getirildigini gören Hz. Ömer r.a., abasini yere serip çöpleri doldurmaya ve götürüp uzaklara dökmeye basladi. Bunu gören müslümanlar da onun gibi yaparak mescidin yerini temizleyip üzerine bir mescit insa ettiler.
Bu olayi tarihçilerimiz (Taberî, Yakubî, Belazurî, Ibnü’l-Esir) yaklasik böyle anlatirlar. Ama biz 1948 Arap-Israil Savasi komutanlarindan, Askeri Komiser Abdullah et-Tell’in Kudüs’te bir Hiristiyan mabedinde buldugu eski ve önemli bir Yunanca tarihi yazmadan aktarmayi tercih ettik.
KIM MEDENI, KIM VAHSI?
Iste Kudüs müslümanlar tarafindan böyle teslim alinmisti. Hz. Ömer r.a. zamaninda henüz konvansiyonel silahlar kesfedilmemisti, kitalararasi füzeler yoktu. Tanklar, toplar gürlemiyor, büyük küçük bombalar patlatilamiyordu. Ama müslümanlar isteselerdi manciniklarini kurarak sehri bombardimana tutabilirlerdi. Arradelerini isletebilirler, kapilari bombalarla degilse bile kebs denilen koç basliklariyla paramparça edebilirlerdi. Cinayet islemek veya katliam yapmak için 21. yüzyilin gelismis silahlarina ihtiyaç yoktu. Pekala o günün silahlariyla ve imkanlariyla da toplu katliamlar, cinayetler islenebilirdi. Nitekim dünyanin baska yerlerinde isleniyordu. Fakat müslümanlar, bugün evlerimize ve odalarimiza her biri bir hüzün bombasi gibi düsüveren televizyon görüntülerini yasatmadilar o günün Kudüslülerine. Çünkü onlar ne haçli sürüsüydüler, ne de yahudi kasaplar...
Evet... Yahudilerden önce de haçlilar gelmislerdi. Papanin tesvikiyle yola çikan 600 bin kisilik ilk haçli ordusu 1099 yilinin Temmuz ayinda Kudüs’e girdiginde komutanlari Goldfrei de Buillon, Kiyame Kilisesi’ne gitmek için sehri savunan 70 bin müslümanin cesedini çigneyerek ve kan deryasina gömülerek geçmek zorundaydi.
Ikinci Haçli Seferi, ordunun Kudüs’e varamadan Sam’dan geri dönmesiyle sonuçlandi. Bu arada Suriye ve Misir topraklarinda meshur Eyyubî Devleti kurulmustu. Devletin azimli sultani Selahaddin Eyyubî’nin odasindaki mum geceler boyunca sönmedi, hep yandi durdu. Bir gün veziri bütün cesaretini toplayarak bunun sebebini sordu. Selahaddin Eyyubî dedi ki “Allah Rasulü’nün s.a.v. miraca çiktigi, yillarca müslümanlara kiblegâh olmus, üçüncü harem düsmanin elinde iken bana uyumak yarasir mi hiç?”
Selahaddin uyumadi. Adim adim ilerleyerek sonunda Kudüs kapilarina dayandi. Fakat bu mukaddes sehre kan dökerek girmek istemiyordu. Sehir halkina “Sizin gibi ben de kesin olarak inaniyorum ki, Kudüs Allah’in mukaddes beytidir. Bu beytullaha saldirarak hürmetini ihlal etmek istemiyorum.” diye haber saldi. Teslim sartlarini da sunmustu. Fakat sehrin azililari direnme karari aldilar. Müslümanlar, bir haftalik siki bir kusatmayla sehre girdiler. Fakat kan deryasinda yüzerek degil... Selahaddin Eyyubî, hiristiyanlara sehri terk edebilmek için kirk günlük bir süre tanimisti.
Tarihle biraz olsun ilgilenen herkes, dünya tarihinde yahudilere ve hiristiyanlara insan onuruna yakisir biçimde muamelede bulunanlarin sadece müslümanlar oldugunu bilir. Zaten, Sevgili Peygamberimiz s.a.v., “zimmiye eziyet veren bana eziyet vermistir.” buyurarak Islâm tebasina giren gayri müslime insanca muamele yapilmasini emir buyurmusken, nasil baska türlü davranilabilirdi ki?..
BITMEYEN SAVAS: HAÇLI SEFERLERI
Bati dünyasi Kudüs’ün yeniden müslümanlara yar olmasina çok sinirlenmisti. Hiristiyanlar, Alman Imparatoru I. Frederick, Fransiz Krali Philiph August ve Ingiltere Krali Richard komutasinda yeni bir haçli seferi düzenlediler. Bu sefer de basarisiz oldu. Fakat yilmadilar. Dördüncü, besinci, altinci... derken dokuzuncu haçli seferini düzenlediler. Dokuzuncu Haçli Seferi, resmi haçli seferlerinin sonuncusu idi güya. Ama herkes biliyor ki, yeni bir haçli seferi her Batilinin içinde bir ukdedir. Siyasi mahfilleri, “spor baris ve kardesliktir” sloganina ragmen spor karsilasmalari dahil, her alanda firsat buldukça maskeli bir haçli seferini yürütmeye her an hazirdir. Haçli savaslari, sömürge savaslari, siyonizm, eski sömürgecilik, yeni sömürgecilik, askeri sömürgecilik, iktisadi ve kültürel sömürgecilik, vs. vs... Hepsi aslinda ayni bütünün parçalaridir. O bütünün adi ise, küfrün Islâm’a karsi birlikteligidir.
13. yüzyilin sonunda bu mukaddes diyar, güçlü bir koruyucuya, yani Osmanli’ya kavusmustur. 13. yüzyildan 19. yüzyilin ortalarina kadar Kudüs huzur dolu bir hayat yasadi. Çünkü Osmanli, savasi Kudüs önlerinden Avrupa içlerine tasimisti. Birakin Filistin’i, Suriye’yi, Anadolu’yu, Trakya’yi; hiristiyanlarin Balkanlari bile geçmeye mecali yoktu artik. Ancak Viyana önlerinde savunma savasi veriyorlardi.
KOVULMUS BIR MILLETE AÇILAN SEFKAT KOLLARI
Bu sirada yahudiler Avrupa’da yüzyillarca var olma mücadelesi verdiler. 1290’da Ingiliz Krali I. Edward, Ingiliz topraklarindaki yahudilere sürgün cezasi vermisti. 1306’da Fransiz Krali Philip de Bell yahudilere ayni cezayi uygun görmüstü. 1498’de XII. Louis, yahudileri Fransiz topraklarindan sürülmekle Hiristiyanliga girmek arasinda serbest birakmisti. Almanya, Rusya ve öteki Avrupa ülkelerinde de yahudiler, daima istismar edilmis, asagilanmis, insanca muameleye hasret bir hayat sürmüslerdi. Yahudiler, siyasi ve dinî haklarini, olusumuna katkida bulunduklari 1789 Fransiz Ihtilali’nden yillar sonra ancak 1874’de elde edebilmislerdi.
Bu birkaç örnekten de rahatça anlasilabilecegi gibi, Orta çagda ve Modern çagda yahudiler Avrupa’da ezilirken, Islâm topraklarindan baska siginak bulamamislardi. Yahudileri, Engizisyon mahkemelerinde cayir cayir yakilmaktan Kemal Reis komutasindaki Osmanli donanmasi kurtarmis ve dönemin sultani II. Bayezid daha 1493’te yahudilere insanca muamele edilmesini emreden bir ferman yayinlamisti. Bu ferman sayesinde onlar, kisa vadede ülkenin bütün ticari ve iktisadi hayatina hakim olmuslardi. Sultan Bayezid, yahudilere su ilâhi emir çerçevesinde Ehl-i Kitap muamelesi yapiyordu: “Allah, sizinle din ugrunda savasmayan ve sizi yurtlarinizdan çikarmayanlara iyilik yapmanizi ve onlara adil davranmanizi yasaklamaz.” (Mümtahine, 8)
Fakat daha sonralari Osmanli yöneticileri, yahudilerin Islâm topraklari üzerinde milli devlet kurmaya tesebbüs ettiklerini anlayinca tavirlarini degistirmislerdir. Mesela, yahudilerin 1876’da zirai alan olusturma bahanesi altinda Filistin’den arazi satin alma girisimi ve 1882’de Filistin’e yapilmasi plânlanan yahudi göçü, Osmanli yönetimi tarafindan engellenmistir. 1876-1888 yillari arasinda Kudüs mutasarrifligi yapan Rauf Pasa, Filistin topraklarina gayri kanuni yollardan yerlesen yahudileri tespit edip attirmistir. Devlet iç ve dis meselelerle bogusurken bile denetimi ihmal etmemistir. 1882’de Babiali, Kudüs mutasarrifindan Rus, Romen ve Bulgar pasaportu tasiyan Yahudilerin sehre girisini engellemesini istiyordu. Hatta 1888’de yahudilerin baska bir ülkenin vatandasiymis gibi bölgeye sizmasini önlemek için Filistin’i ziyaret etmek isteyen turistlerin üzerlerinde dini kimliklerini belirten bir sefer izni bulundurmasini sart kosmustu. Ne zaman ki Osmanli bölgeden çekildi, sömürgeci Ingiliz ve Fransiz yönetimi bölgeye hakim oldu...
Iste Filistin ve Kudüs o gün kaybetti. Ve o günden beri ariyor Kudüs. Kiliçtan keskin müslüman merhametini ariyor..
KUDÜS NOTLARI...
Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nin Islâm dini nazarindaki yeri ve önemi büyüktür. Her seyden önce Mescid-i Aksa müslümanlarin ilk kiblesidir. Peygamber Efendimiz s.a.v. ve müslümanlar, kible Kâbe’ye döndürülünceye kadar yillarca Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kilmislardir. Peygamber Efendimiz s.a.v. sadece üç mescid için yolculuk sikintisina katlanilabilecegini belirtmistir. Bunlardan ilki Mekke’de, ortasinda Kabe’nin yer aldigi Mescid-i Haram, ikincisi Medine’deki Mescid-i Nebevî ve üçüncüsü Mescid-i Aksa’dir. Ve yine Peygamber Efendimiz s.a.v. Mescid-i Aksa’da kilinan bir namazin baska bir mescidde kilinacak namazdan bin, Mescid-i Nebevî’de kilinan bir namazin Mescid-i Aksa’da kilinandan bin, Mescid-i Haram’da kilinan bir namazin da Mescid-i Nebevî’de kilinandan bin kat daha sevap oldugunu haber vermislerdir. Mescid-i Aksa, Peygamberimizin s.a.v. Mirac yolculugundaki ilk duragi olmasi bakimindan da ayrica önemlidir.
SULTAN ABDÜLHAMID VE YAHUDI HERZL
Osmanli Devleti’nin bütün dis borçlarini kapatmaya karsilik, kendisinden Yahudilere Filistin’de azicik toprak vermesini isteyen Theodor Herzl baskanligindaki heyete, Sultan II. Abdülhamid’in verdigi cevap altin suyu ile yazilip çerçeveletilecek türdendir:
“Bu konuda sakin bir adim daha atmayin. Ülkemin bir çakil tasini bile satamam. Çünkü o benim degil, halkimindir. Bu devlet onu kani pahasina aldi, kani pahasina yasatti. Birilerinin gasbetmesine izin vermeksizin kanimiz pahasina da koruruz. Iki tabur askerimiz Suriye ve Filistin’de savasti. Askerlerimiz Plevne’de bir bir sehit edildi. Çünkü teslim olmaktansa savas meydaninda ölmeyi tercih ettiler. Osmanli Devleti benim degil, milletindir. Hiçbir parçasini veremem. Yahudiler milyonlarini saklasinlar. Devlet parçalanirsa, Filistin’i karsiliksiz da alabilirler. Su kadar var ki, bu devlet cesetlerimiz çignenmeden parçalanamaz. Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi birbirimizden ayiramaz.”
Hz. Ali Dönemi
Cemel Vak'ası
Üçüncü Rasid halife Hz. Osman (r.a.)'in sehit edilmesinden sonra üç-bes gün anarsi hüküm sürdü. Hz. Osman'i sehit eden âsiler ortama hâkimdiler. Bunlar bir an önce, Hz. Osman'in yerine birini hilâfete getirmek istiyorlardi. Fakat kime müracaat ettilerse hep red cevabi aldilar. Hz. Ali de, kendisine geldikleri zaman onlari huzurundan uzaklastirmisti: Âsiler hayrete düsmüsler, ne yapacaklarini sasirmislardi. Devlet baskani tayin olunmadan dönecek olurlarsa ihtilafin çok daha fazla alevlenecegini biliyorlardi. Bunun üzerine Medine ahalisini toplayarak, onlara bir halife seçmelerini, aksi takdirde Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve daha baska kimseleri de öldüreceklerini söyleyerek, onlara bir gün mühlet verdiler. Bunun üzerine Medine halki Hz. Ali'ye müracaat edip, ona bey'at etmek istediklerini bildirdiler. Hz. Ali, Muhâcirler'le Ensâr'in bu teklifini reddetmek istediyse de devamli israrlar karsisinda bunu kabul etmek zorunda kaldi. Neticede Hz. Ali'ye bey'at edildi ve âsiler Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'i de getirterek onlarin da Hz. Ali'ye bey'at etmelerini sagladilar. Bu sûretle, hicretin otuzbesinci yili yirmibir Zilhicce Pazartesi günü Hz. Ali'ye bey'at edildi.
Hz. Ali'ye bey'at edildikten sonra yapilacak ilk is; Hz. Osman'in katillerini bulmak ve bunlarin cezalarini vermekti. Bu hususta tahkikata baslanmisti. Fakat katiller kesin olarak belirlenemedigi için, ser'an cürüm sabit olamamisti. Bu durum karsisinda bir sey yapilamazdi. Hz. Talha ile Hz. Zübeyr, Hz. Ali'yi ziyaret ederek ondan katillerin yakalanmasini istemislerdi. Hz. Ali, onlara durumu izah etmis, fakat ikisi de ikna olmamislardi. Ortam son derece karisikti. Bu arada Numan b. Besir, Hz. Osman'in sehadeti esnasinda giydigi gömlek ile o sirada zevcesi Nâile'nin dogranan parmaklarini alip sam'a götürdü. Muaviye, bu kanli gömlegi ve kesik parmaklari teshir ederek, herkesin galeyanini kat kat artirmak maksadiyla mescide asti. Diger taraftan Hz. Osman'in katline sebep olanlar hâlâ Medine'de bulunuyorlardi. Bunlarin bir an evvel oradan uzaklastirilmasi gerekiyordu.
Hz. Ali'nin karsi karsiya kaldigi zorluklar gerçekten çok büyüktü. Diger taraftan Medine'de toplanan âsilerin mühim bir kismi "Sebeiyye" firkasina mensuptu. Bu islâm düsmani grubun reisi olan Abdullah b. Sebe, islâm'i içinden yikmayi hedef alan bir Yahudi dönmesi idi. Bunun maksadi; islâmiyet'in saf, berrak, akil ve kalbi tatmin eden akidelerini ifsat edip müslümanligi çigirindan çikarmak müslümanlari türlü türlü gruplara ayirarak birbirleriyle didismeye ve bogusmaya sevketmekti. Hz. Osman (r.a.) devrindeki karisiklik, bu müfsidin ifsatlari için uygun bir zemin teskil etmisti. Hz. Ali'nin âsileri dagitmak istemesi ibn Sebe taraftarlarinin hosuna gitmedigi için bunlar Hz. Ali'nin emrine muhalefet etmisler; diger Araplar da onlara uymuslardi.
Bu karisik durum karsisinda problemleri artiran ve buhranin vehâmetini doruguna vardiran bir hareket daha basladi. Hz. Âise, hac farizasini ifâ etmek üzere Medine'den Mekke'ye gitmis, hac ibadetini ifâ ederek Medine'ye dönerken, Hz. Osman'in sehit edildigi haberini almisti. Bunun üzerine Medine'ye gidecegi yerde Mekke'ye geri döndü. Çünkü Medine'de facianin dogurdugu karisikliklar, bocalamalar devam ediyordu. Mekkeliler, Hz. Âise'ye durumu sorduklari zaman, Hz. Âise, Hz. Osman'in mazlum olarak öldürüldügünü, Medine'de fesat ocaginin bütün ufku karartacak sekilde tüttügünü, mazlum ve sehit Osman'in kaninin heder olmamasi gerektigini, katillerin mutlaka cezaya çarptirilmalari ve ser'i hüküm ve kisas emirlerinin uygulanmasinin icap ettigini söylemisti.
Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de Mekke'ye gelmisler, Medine'deki durumu Hz. Âise'ye anlatmislardi. Bu olaylar Hz. Âise'nin fikir ve kanaatini kuvvetlendirmis, o da mazlum ve sehid Hz. Osman'in intikamini almak için herkesi toplanmaya ve bir araya gelmeye çagirmisti.
Hz. Ali, muhaliflerinin Mekke'deki hazirliklarindan haberdar olunca, onlardan evvel Irak'a varmak, Irak'a hâkim olmak, Beytû'l-Mal'in muhalifler eline düsmesini engellemek istedi. Ensâr, Hz. Ali'nin Medine'den ayrilmasini uygun görmüyordu. Hz. Ali, muhâlifler kendisinden önce Irak'a girecek olurlarsa yeni yeni problemlerin ortaya çikmasindan endise ettigini, Irak'in nüfuzca kesif ve beytü'l-mâl'inin zengin olmasindan ötürü bir müddet orada bulunmanin daha iyi olacagini söylemisti.
Bundan sonra Hz. Ali yola çikmis, Zukar mevkiine geldigi zaman, Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'in Basra'ya yaklastiklarini, Benu Saad kabilesi ile hemen hemen bütün Basra'nin onlara iltihak ettigini haber almisti. Hz. Ali, Zukar'da kalarak oglu Hasan'i Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe'ye gönderdi. Hz. Hasan, Kûfe'ye varinca, vali Ebû Musa el-Es'arî onu iyi karsiladi. Hz. Hasan, mescidde minbere çikarak Hz. Ali'nin dâvâsini müdafaa etti ve Talha ile Zübeyr'in ona bey'at ettiklerini söyledi. Bu konusmasinin sonunda kendisinin Basra'dan gidecegini, katilmak isteyenlerin onunla birlikte gelebilecegini ilân etti. Hz. Hasan, kendisine iltihak eden dokuz bin kisilik bir kuvvetle geri döndü. Bu dönüs ve hareket esnasinda karsilikli mücadeleler, siddetli tartismalar meydana gelmisti.
Hz. Ali, ordusunu bu sekilde takviye ettikten sonra Zukar mevkiinden Basra'ya dogru hareket etti. Hz. Ali, maiyetinde olan el-Ka'ka' b. Amr'i çagirarak Basra'ya gönderdi. Ona iki taraf arasinda mücadele ve çatismanin meydana gelmesine engel olacak çareyi bulmasini tavsiye etti. el-Ka'ka' b. Amr, Hz. Âise, Talha ve Zübeyr ile görüsmüs, onlari ümmetin birligini bozmama konusunda ikna etmisti. Hz. Âise ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, el-Ka'ka'in önerilerini kabul ettiler. Hz. Ali de bu fikirdeyse, bu isin baris ile neticelenecegini söylediler. Hz. Ali, el-Ka'ka'in bu basarilarindan son derece memnun oldu. Diger taraftan bu sirada Basralilar Kûfelilerle temas etmis, iki tarafta da baris ve fitneyi yok etme düsüncesi hakim olmustu.
Ertesi gün, Hz. Ali hareket ederek Abdülkaysogullari kabilesine ugradi. Bu kabile de ona ittihak etti. Oradan Zaviye'ye vardi. Zaviye'den de Basra'ya hareket etti. Esasen herkes barisi gayet tabii bir durum olarak görüyordu. Onun için Hz. Ali'nin Basra'ya gelisi, barisin tahakkukuna yönelik bir hareket olarak telakki olunmus, herkes son derece huzurlu bir sekilde uyumustu. ibn Sebe ile yandaslari, herkes uyuduktan sonra Hz. Âise'nin tarafina hücum etti. iki taraf ta kendilerini karsi hücumuna ugramis gibi görmüslerdi. Hz. Ali, her tarafa memurlar gönderdi. Ne oldugunu anlamak istiyordu. Diger taraftan Kâab b. Sûr Hz. Âise'yi uyandirmis, Hz. Âise, devesine binerek çarpismalarin basladigi yere gelmisti. Hz. Ali kendi tarafini savasmaktan alikoyuyor, Hz. Âise kendi tarafini teskin etmeye çalisiyordu. Fakat bir kere ok yaydan firlamis bulunuyordu. Vurusmanin en hararetli aninda Hz. Ali atini sürerek savas meydaninin ortasina geldi. Hz. Zübeyr'i çagirip, ona Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in: Bir gün Ali ile Zübeyr arasinda bir ihtilafin meydana gelecegini ve bu ihtilafta Zübeyr'in haksiz olacagini" söyledigini hatirlatmisti. Bunun üzerine Hz. Zübeyr geri çekildi. Hz. Talha da Zübeyr'in bu davranisi üzerine çatisma meydanindan çekilmek istemisti. Onun savas alanindan uzaklasmasi üzerine kendisine zehirli bir ok atilmis ve bu ok Hz. Talha'nin ölümüne neden olmustu.
Nihayet ortalikta yalniz Hz. Âise ile etrafinda bulunan bir grup kimse kalmisti. Çatismalar siddetle devam ediyordu. Bütün bu kanlarin dökülmesine neden olan münafiklarin hedefi; bizzat Hz. Âise idi. Bunlar Hz. Âise' ye kadar ilerleyerek onu tevkif etmek, ona hakarette bulunmak istiyorlardi. Sebeîlerin bu maksadini anlayan Dâbbeogullari Hz. Âise'yi son derece büyük fedakârliklarla korumuslardi. Bekr b. Vâil, Ezd ve Dâbbeogullari kabîleleri Hz. Âise ile beraberdiler. Bunlarin onu korumada gösterdikleri cesaret herkesi hayrete düsürmüstü. Hz. Âise'nin devesini koruyanlardan biri yere düstükçe bir baskasi onun yerini aliyor, o da ayni fedakârlik ve ayni kahramanlik ile dövüsüyordu. Hz. Âise'nin önünde sehit düsenlerin sayisi yetmise varmisti.
Bu çatismalara bir son vermek için birisi deveye arkasindan saldirarak onu yere yikmis, bu arada da, Hz. Ebu Bekir'in oglu Muhammed, Hz. Ali tarafindan kosarak Hz. Âise'nin korunmasina hizmet etmisti. Hz. Ali de Hz. Âise'nin yanina gelerek hatirini sormus, birkaç günlük istirahatten sonra onu, kardesi Muhammed b. Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye göndermisti. Hz. Âise ile beraber Basra'nin ileri gelen ailelerine mensup kirk kadar kadin refakat etmisti. Hz. Âise Basra'dan ayrilirken, kendisi ile Hz. Ali arasindaki mücadelenin yanlis anlasilmadan ileri geldigini söyledi. Hz. Ali de Rasûl-i Ekrem'in muhterem haremine her türlü tazim ve hürmeti göstermenin bir görev oldugunu belirtti. Hz. Âise, hicretin otuzaltinci yili Recep ayinda Medine'ye dogru. hareket etti.
Nihayet Hz. Ali 4 Aralik 656 tarihinde bu problemi de atlatti. Bu olaydan sonra hilâfet merkezini Kûfe'ye tasiyarak, sehadetine kadar orada kaldi.
Sponsorlu Bağlantılar
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan sonra dinden dönüp Islâm devletine savas açanlarin isyanlarinin bastirilmasi için yapilan askerî harekâtlar.
Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat haberini duyan Yemen ve Necid bölgelerindeki bazi kabileler özellikle zekât ödemeyi reddederek isyan ettiler. Ayrica Rasûlüllah (s.a.s)'in vefati ile ortaya çikan karisik ortamdan istifade etmek Isteyen bazi kimseler de peygamberliklerini itan etmisler ve kendilerine inandirdiklari kalabaliklari peslerine takarak Islâm hükümranligini tehdit etmeye baslamislardi. Rasûlüllah (s.a.s)'in sagliginda onun hakimiyetine boyun egmek zorunda kalarak müslüman olan, ancak imanin kalplerine nüfuz edip yerlesmedigi bu bedevî topluluklar, onun vefatiyla cesaretlenmis ve kalplerinde gizlediklerini açiga çikarmislardi. Aslinda onlarin bu durumu bilinmiyor degildi. Zira Allah Teâlâ onlar için bir âyet-i kerimede söyle buyurmaktadir: "Ey Muhammed! Bedevi ler "Iman ettik" derler. Sen onlara söyle de: "Hayir! Iman etmediniz. Siz ancak, müslüman olduk deyin. Çünkü iman henüz kalbinize girmemistir" (el-Hucurât, 49/ 14).
Irtidat hareketlerinin baslamasiyla baskent Medine her taraftan düsmanlarla kusat Ilmis bir duruma geldi. Öte taraftan Yahudi ve Hristiyanlar, ortaya çikacak firsatlari degerlendirmek için müslümanlarin durumunu izlemeye basladilar. Tarihçiler müslümanlarin o zaman içinde bulunduklari dehset verici durumu; "Müslümanlar, peygamberlerini kaybetmeleri ve azliklari ve düsmanlarinin çoklugu yüzünden sanki siddetli soguk, yagmurlu karanlik bir gecede sahrada kaybolmus koyun sürüsüsün durumunu andiriyordu" (Taberî, Tarih, Beyrut ty, III, 225; Ibnül-Esir, Tarih, Beyrut 1979, II, 333) seklinde ifade etmektedirler. Medine'nin bu sekilde ciddi olarak tehdit altinda bulunmasini ileri süren bazi kimseler, Rasûlüllah (s.a.s)'in vefatindan az önce yola çikan Usame'nin ordusunu bu seferden alikoymasi için Ebu Bekir (r.a)'a müracaat ettiler. Islâm devletinin basina henüz geçmis olan Hz. Ebu Bekir son derece net ve kararli bir ifade ile bu tavsiyeyi yapanlara; Bilsem ki kurtlar burada beni parçalayacak; Usame'nin ordusu için Rasulullah (s.a.s)'nin emretmis oldugu seyi uygulayacagim" (Taberi, a.g.e., III, 225, 228; Ibnül-Esir, a.g.e., ayni ver) dedi ve bu orduya yoluna devam etmesi için emir verdi.
Ilk dinden dönme hareketi Peygamber (s.a.s)'in sagliginda Yemen'de ortaya çikmisti. Kendisinin peygamber oldugunu iddia eden Esved el-Ansî, topladigi kuvvetlerle önce Necran bölgesini, pesinden de San'ayi, Vali Sehr ile yirmi bes gün savasarak ele geçirdi. Hz. Peygamber'in Amil ve muallimi olarak bölgeye gönderdigi Mu'az b. Cebel, Ma'rib'de bulunan Ebu Musa el-Esari'ye iltihak etmis daha sonra Ikisi birlikte Hadramevt'e gitmislerdi (Taberi, III, 229-230).
Ibnül-Esir'in ifadesiyle, "Esved'in çikarmis oldugu fitne bir alev gibi, Hadramevt'ten Taif, Bahreyn ve Ahsa'dan Aden'e kadar her yeri kaplamisti" (Ibnül-Esir, II, 338). Hadramevt'te toplanan müslümanlar endiseli bir sekilde beklerken, durumu haber alan Rasûlüllah (s.a.s)'in, Yemen bölgesinde bulunan müslümanlarin tamamina yönelik, Esved'e karsi savasIlmasi emri bölgeye ulasti. Veber b. Yuhannis vasitasiyla gönderilen mektubta; dinin korunmasi, mürtedlere karsi savasIlmasi, Esved el-Ansî'nin açikça savasilarak veya gizli bir tertiple ortadan kaldirIlmasi ve bu emrin Islâm'da sebat eden bölgedeki bütün müslümanlara ulastirIlmasi gibi talimatlar yer almaktaydi (Taberi, III, 231; Ibnül-Esîr, II, 338).
Rasûlüllah (s.a.s)'in emri San'a'daki müslümanlara ulastigi zaman, planlanan bir suikast ile Esved el-Ansî, Firûz adindaki biri tarafindan öldürülmüs ve Kenan bölgesi tekrar Islâm'in hâkimiyetine girmisti. Onun öldürüldügü haberi Medine'ye Rasûlüllah (s.a.s)'in vefat ettigi günün sabahinda ulasmisti (genis bilgi için bk. Taberî, III, 227 vd.).
Peygamber (s.a.s)'in ölüm haberi üzerine, Müseyleme ve Tuleyha, peygamberlik iddiasiyla ortaya çiktilar, Tay ve Esed kabileleri Tuleyha'ya tabi olarak dinden döndüler. Gatafan ise, Uyeyne b. Hisn'in baskanligi altinda isyan etti. Uyeyne: "Esed ve Gatafandan bir peygamber, bize Kureysten olan bir peygamberden daha sevimlidir. Muhammed öldü. Tuleyha ise hayattadir" diyerek, Tuleyha'ya tabi oldu (Ibnül-Esîr, II, 342). Havazinliler ise zekâtlarini ödemeyeceklerini bildirdiler. Her taraftan irtidat haberleri Medine'ye ulastigi zaman Ebu Bekir (r.a), elçiler göndermek suretiyle Islâm'a dönmelerini saglamaya çalisti ve Usame'nin ordusunun dönüsünü bekledi. Ancak, Abslar'la, Zubyanlar'in Medine'ye saldirmalari üzerine bu tehlikeyi yok etmek için faaliyete geçmek zorunda kaldi. Bu arada diger bir takim kabilelerin elçileri Medine'ye gelerek, namazi kilacaklarini, ancak zekât'i ödemeyeceklerini bildirdiler. Ve bu durumun kabul edIlmesini Istediler.
Ebu Bekir (r.a) elçilere; "Zekat olarak vereceginiz hayvanlarin, baglanacaklari ipleri vermediginiz taktirde bile sizinle savasacagim" seklinde sert bir cevap verdi (Taberi, III, 244). Hz. Ebu Bekir (r.a) tarafindan Istekleri reddedilen bu elçi heyeti dönüslerinde, Medine'de bulunan müslümanlarin azligini kabilelerine bildirerek Medine'ye yürümek için onlari heveslendirdiler. Ebu Bekir (r.a) sayilarinin azligini ögrenen mürtedlerin Medine'ye saldirabileceklerini anladigi için bir takim tedbirler aldi. Yakinda olan düsman birliklerinin sehre girisini önlemek için Ali (r.a), Talha (r.a), Zübeyr (r.a) ve Ibn Mes'ud (r.a)'i sehre giren yollara yerlestirdi ve herkesin mescidde toplanmasini Istedi. Nitekim o, düsüncesinde yanIlmamis ve üç gün sonra mürtedler gece vakti harekete geçmislerdi. Ancak yollari bekleyen birlikler onlarla savasarak sehre girmelerini engellediler ve durumu Hz. Ebu Bekir'e bildirdiler. Ebu Bekir (r.a) mesciddekilerle birlikte hemen harekete geçerek onlari geri püskürttü ve Zahusa'ya kadar onlari takip etti. Burada mürted askerlerin uyguladiklari bir yöntemle müslümanlarin develeri ürkmüs ve geri dönmüslerdi. Mürtedler, müslümanlarin korkarak geri döndükleri zannina kapildilar ve Zül-Kassa'da toplananlara haber göndererek kendilerine katIlmalarini bildirdiler. Öte taraftan Ebu Bekir (r.a), geceyi savas hazirligi ile geçirdi ve sabaha yakin, sag kanatta Numan b. Mukarrin, sol kanatta Abdullah b. Mukarrin, ortada Suveyd b. Mukarrin seklinde bir tabya düzeni ile yola çikti. Merkezinde Ebu Bekir (r.a)'in bulundugu ordu yaya olarak (sadece araci birlikte süvariler vardi) hizli bir yürüyüs yapti ve fecirde düsmanin bulundugu yere geldi. Onlar hiçbir seyden habersiz olarak dururken, müslümanlarin ani saldirisi karsisinda çok sayida ölü birakarak kaçmak zorunda kaldilar. Hz. Ebu Bekir, kaçanlari Zül-Kassa'ya kadar takip etti. Numan b. Mukarrin'i bir miktar askerle orada birakarak Medine'ye döndü. Irtidat eden Absogullari ile Zubyanogullari, aldiklari bu yenilginin acisiyla kabileleri içerisindeki müslümanlari öldürmeye ve çevrede bulunan diger müslümanlara saldirmaya basladilar. Bu haber Ebu Bekir (r.a)'a ulastigi zaman o, müthis bir sekilde hiddetlendi ve müslümanlari çesitli sekillerde öldüren mürted kâfirlerin, öldürdükleri müslümanlara karsilik olarak korkunç bir sekilde öldürüleceklerine dair yemin etti (Taberî, III, 246; Ibnül-Esîr, II, 345). Bu olaydan sonra, müslümanlarin moralleri düzeldi ve kabileler içerisinde irtidat eden kimselerin bir bölümü tekrar Islâma dönmeye ve yeniden zekat mallarini Medine'ye göndermeye basladilar. Ibnül-Esir'in kaydina göre de kirk gün sonra Usame b. Zeyd seferden dönerek Medine'ye geldi. Hz. Ebu Bekir onlari sefer yorgunlugunu üzerlerinden atmalari için Medine'de birakti ve tertip ettigi kuvvetlerin basina geçerek, Necd yönünde bulunan Zül-Kassa'ya dogru hareket etti. Bu nazik ortamda Hz. Ebu Bekir (r.a)'in bizzat savasa çikmasini dogru bulmayan bazi kimseler ona müracaat ederek Medine'de kalmasini Istediler. Bu kimseler, eger Halife Ebu Bekir (r.a)'a bir sey olursa, içinde bulunulan kritik durumun müslümanlar için bir felakete dönüsmesinden endise ediyorlardi. Ebu Bekir (r.a); müslümanlari bizzat koruyacagini söyleyerek bu teklifi reddetti (Taberî, III, 247).
Yolda kendisine katilan komutanlarindan Mukarrinoglu Numan, Abdullah ve Suveyd kardeslerle birlikte Rebezelilerin toplandigi Ebrak denilen yere kadar ilerledi ve burada yapilan savasta maglup olan ve komutanlarini kaybeden Abslar ve Benu Bekr'ler dagilarak suratli bir sekilde bölgeden uzaklastilar. Günlerce Ebrak'da kalan Ebu Bekir (r.a), Benu Zübyan'lari maglup etti ve topraklarini ganimet olarak degerlendirerek bu arazileri Benu Zübyan'lar için yasak bölge ilan etti. Onun bu galibiyeti üzerine mürtedlerin çogunlugu tekrar Islâm'a döndü. Ebu Bekir (r.a), itaat altina aldigi bu kimselere karsi Rasûlüllah (s.a.s)'in sünnetine uyarak oldukça yumusak davranmistir.
Öte taraftan, dagilan Abs ve Zübyan kuvvetleri peygamberlik iddiasinda bulunan Tuleyha'nin yanina gittiler. Tuleyha, Sumeyra'dan hareket ederek Buzaha'ya yöneldi ve burada karargâh kurdu. Medine'ye dönen Ebu Bekir (r.a) savas hazirliklarina giristi ve orduyu on bir kisma ayirarak her birine bir bayrak verip görev sahalarini belirledi. Buna göre, Halid b. Velid, Buzaha'da bulunan yalanci peygamber Tuleyha ile savasacak, pesinden Butah'da bulunan Malik b. Nuveyre üzerine yürüyecek, Ikrime b. Ebi Cehl Müseyleme ile mücadele edecek, Muhâcir b. Ebî Ümeyye, Esved el-Ansî'nin baglilarina karsi harekete geçecek, pesinden de Kays b. Maksuh ve onu destekleyen diger Yemenliler'e karsi, Ebnalar'a yardim edecek ve sonra Kindelileri te'dip için Hadramut'a yönelecek. Halid b. Said, Suriye taraflarina; Amr b. el-As, Kuzâ'aya karsi yürüyecek; Huzeyfe b. Mihsan, Deba halkiyla savasacak; Arfece b. Herseme, Mehre kabilesiyle; Tureyfe b. Haciz, Benî Süleym'i ve onlarla birlikte hareket eden Havazinliler'i itaat altina alacak; Süveyd b. Mukarrin, Yemen'in Tihame bölgesine; Alâ b. el-Hadramî, Bahreyn'e gidecekti. Halife, Surahbil b. Hasane'yi de, Ikrime b. Ebî Cehl'in arkasindan göndererek, Ikrime'nin Yemen'den ayrilip Kuzâ'alilar üzerine yöneldigi zaman ona iltihak etmekle görevlendirdi (Taberî, III, 248-249).
Ebu Bekir (r.a), orduyu Zül-Kassa'da taksim etti ve görevlendirdigi komutanlar birliklerini alarak görev bölgelerine dogru harekete geçtiler. Hz. Ebu Bekir irtidat eden kabilelere elçilerle, ordularin önünden mektuplar göndererek onlari Islâm'a dönmeye davet ediyor ve tavirlarinin doguracagi sonuçlar hakkinda onlari uyariyordu (Bu belgenin tam metni için bk. Taberi, Tarih, III, 249-251). Öte tarafta, mürtedlere karsi gönderdigi komutanlara da, düsmanla karsilasildigi zaman nasil hareket etmeleri gerektigi konusunda talimatlar verdi. Bu talimatlar; Allah'dan korkmalari, Allah'in emri disina çikanlarla savasmada gayretli olmalari; savastan önce düsmanin Islâm'a davet edIlmesi; karsi tarafa fayda ve zararlarina olan herseyin açikça izah edIlmesi; emirlere uyanlarin açikladiklari sözlerinin kabul edilerek iyi muamelede bulunulmasi; ganimetin ser'i kurallara göre taksimi ve müslümanlara her hal ve durumda iyi davranIlmasi gibi maddeleri içeriyordu.
Halid b. Velid'in Tuleyha meselesini Çözümlemesi
Tuleyha, Beni Esed b. Huzeyme'ye mensup olup, Rasûlüllah (s.a.s)'in son zamanlarinda peygamberlik iddiasinda bulunmustu. O, bagli bulundugu Esedogullarina kendisine Cebrail'in geldigini söyleyerek bazi tuhaf seyler uyduruyor ve onlardan kendisine tabi olmalarini istiyordu. Kendisine tabi olanlara namaz kilarken secde etmeyi yasakliyor ve Allah'in buna ihtiyaci olmadigini ve, O'nu ayakta zikretmelerini emrediyordu.
Ibnül-Esir; "Kabilecilik taassubundan dolayi çok sayida Arap ona tabi oldu" demektedir (Ibnül-Esir, a.g.e., II, 344). Bu yüzden ona bagli olanlarin çogu Esed, Gatafan ve Tay kabilelerine mensuptular. Fezare ve Gatafanlilar Taybe'nin güneyinde toplanmis,
Tay kabilesi ise kendi topraklarinin sinirda beklemekte idiler. Tuleyha'nin mensup bulundugu Esed ogullari ise Sumeyra'da toplanmisti. Abs, Sa'lebe ve Mürreliler ise Rebeze dolaylarinda, Ebrek'de beklemekteydiler. Onlarin bir kismi burada kalmis, diger bir kismi da Zül-Kassa'ya giderek Medine'yi tehdit etmislerdi. Bizzat halifenin basinda bulundugu kuvvetler tarafindan, önce Zül-Kassa'da sonra da Abrek'de yenilgiye ugrayan grup Sumeyra'dan ayrilip, Gatafan ve diger kabilelerle birleserek Tay kabilesi arasinda bir su kenari olan Buzaha'da karargah kuran Tuleyha'ya iltihak etti. Bu olay üzerine Tuleyha Tay kabilesinin Cedile ve Gavs boylarina adam göndererek kendisine iltihak etmelerini emretti. Onlarin bir bölümü acele olarak onun yanina hareket ettiler; arkada kalanlara da gelmelerini söylediler.
Ebu Bekir (r.a), Halid b. Velid'e Ilk önce Eknaf'da bulunan Taylilarin üzerine yürümesi, pesinden Buzaha'da toplananlarla savasmasi, sonra da Butah'a yönelmesi talimatini verdi. Halid'den önce, Adiy b. Hatem et-Taî Medine'den kabilesinin yanina giderek onlari üzerlerine gelen orduyla korkuttu ve Halife'ye itaate çagirdi. Onlar, bu çagriya uyarak, Adiy'den kendileri için Halid'den eman almasini ve kendilerine mühlet vermesini Istediler. Onlar, Buzaha'da bulunan kabilenin diger mensuplarini, Tuleyha'nin öldürmesinden korkuyorlardi. Adiy, durumu Halid'e bildirdi. O da onlara zaman tanidi. Taylilar, Tuleyha'nin yaninda bulunan akrabalarina haber gönderdiler.
Onlar da oradan ayrilarak Halid'le birlestiler. Daha sonra Adiy'in tesebbüsü ile Cedileliler de Islâm'a dönüp Halid'e iltihak ettiler. Tay ve Cedilelilerden bin besyüz kisinin iltihakiyla daha da güslenen Halid, Buzaha'ya Tuleyha'nin üzerine yürüdü. Benu Amirliler etraftan, hangi tarafin galip gelecegini gözetlemekte idiler. Halid b. Velid Tuleyha ile savasa tutustu. Tuleyha'nin yaninda Uyeyne b. Hisn komutasinda yedi yüz kisilik Fezareli asker bulunmaktaydi. Savasin siddetlendigi bir sirada Uyeyne bir kaç defa Tuleyha'nin yanina gidip kendisine Cebrail'in savasin sonucu hakkinda haber verip vermedigini sordu. Tuleyha sonunda ona; "Evet geldi ve bana; "bir gün düsmanlarinla karsilasacaksin. Baslangiçta aleyhinde de olsa sonunda savasi kazanacaksin. Degirmen gibi Insan ögüten kanli bir savas... Ve Iste unutamayacagin bir söz" diye haber getirdi" dedi. Uyeyne ona; "unutamayacagin bir sözmüs..." dedi ve askerlerine; "Ey Fezareliler! Bu adam bir yalancidir. Savasi birakip geri dönün" emrini verdiginde adamlari ona uydu. Savasi kaybeden Tuleyha, atina binerek Suriye'ye kaçti. Sonra da Kelb kabilesinin yanina gitti. Esed ogullari ve Gatafanlilarin tekrar Islâm'a döndügünü duydugu zaman o da iman etti. Hz. Ebu Bekir (r.a) vefat edinceye kadar, Kelblilerin arasinda yasamaya devam eden Tuleyha ancak onun vefatindan sonra Medine'ye gitmis ve Ömer (r.a)'a bey'at etmisti. Tuleyha Hz. Ömer döneminde vukubulan Kadisiye ve daha sonraki savaslarda akil almaz kahramanliklar göstermis ve bu sefer gerçekten iman ettigi Islâm için hayatini sürekli tehlikelere atarak hizmet etmekten geri kalmamistir.
Benü Âmir, Havazin ve Suleymlilerin Irtidadi
Benü Âmirler, Tuleyha'nin komutasinda savasan Esed ve Gatafanlilarin durumunu gözetliyorlar ve tereddüt içinde bulunuyorlardi. Tuleyha maglup oldugu zaman, Kurre b. Hubeyre, Ka'b ogullarinin; Alkame b. Ulase ise, Kilabogullarinin basina geçerek kendilerine katilan diger kimselerle Ka'bogullari arazisine gelerek kamp kurmustu. Alkame, Rasûlüllah (s.a.s) zamaninda müslüman olmus, pesinden irtidat ederek Suriye'ye kaçmisti. Onlarin irtidat haberi ve hazirliklari Ebu Bekir (r.a)'a ulastigi zaman Ka'ka b. Amr'i bir birlikle üzerlerine gönderdi. Ka'ka', Alkame'nin bulundugu yere geldigi zaman, o kaçmayi tercih etti ve pesinden takip edenlerden kurtulmayi basardi. Ka'ka' ise, onun esini, çocuklarini ve orada bulunan diger kimseleri yakalayarak Medine'ye döndü. Onlar, Alkame'ye yardim etmediklerini, dolayisiyla irtidatla suçlanamayacaklarini ileri sürdüler. Ebu Bekir onlari serbest birakti. Alkame de Medine'ye gelerek Islâm'a girdigini açikladi (Taberî, III, 261-262).
Benü Âmirler ise Tuleyha'nin Buzaha bozgununu gördükleri vakit, birbirlerine; "Döndügümüz dine girelim. Allah'a ve Rasûlüne iman edelim" dediler. Onlar Halid b. Velid'e giderek ona zekat vermek de dahil Islâm'in her rüknüne uyacaklarina dair bey'at ettiler. Ancak Halid, Esed, Gatafan, Tay, Suleym ve Âmirlerden, irtidat durumunda iken müslümanlari yakarak öldüren, onlara müsle yapan ve Islâm'a düsmanlikta bulunan kimselerin teslim edIlmesinden önce bu kabilelere eman vermedi. Onlar Halid'in bu Istedigini yerine getirip bu suçlari isleyenleri ona teslim ettiler. O da müslümanlara karsi isledikleri cinayetlerin benzerlerini onlara tatbik ederek cezalandirdi (Ibnül-Esîr, II, 350).
Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi
Hz. Ömer Dönemi
Kudüs'ün Fethi
Muaz b. Cebel r.a. rivayet ediyor: Allah Rasulü s.a.v. söyle buyurdu:
“Ey Muaz, Allah benden sonra Aris’ten Firat’a kadar Sam bölgesini size nasib edecek. Oranin erkekleri, kadinlari ve dullari kiyamete kadar sinir bekçisidirler (murabit). Herhangi biriniz Sam sahillerinden birini yahut Beyt-i Makdis’i (Kudüs) seçerse kiyamete dek cihad halindedir.”
EY KILIÇTAN DAHA ZALIM MERHAMET!
Hicretin 14. yili. Yani miladî 636. Peygamber Efendimiz s.a.v.’in dünyasini degistirmesinin üstünden koskoca dört yil geçmis. Hz. Ebu Bekir r.a.’in vefatindan sonra ise iki yil... Hz. Ömer r.a. hilafete geleli de henüz iki yil olmus. Islâm ordulari, Suriye, Irak, Filistin ve Misir cephesinde Hz. Muaviye’nin abisi Yezid b. Ebu Süfyan, asere-i mübessereden Ebu Ubeyde b. Cerrah ve Allah’in kilici Halid b. Velid r.a. komutasinda zaferden zafere kosuyor. Hilafet merkezi nurlu Medeni'ye neredeyse her gün yeni bir zafer ve fetih haberi ulasiyor. Fethedilen topraklarda halk Islâm kahramanlarini birer kurtarici olarak karsiliyor. Çünkü yillardir Bizansli valilerin doymak bilmez istahlarini doyurmaga çalismaktan bezmis, günden güne artan ve her gün bir yenisi yürürlüge konan vergilerden yilmis, bin türlü yokluk ve yoksulluk içinde ugradigi haksizliklarin, zulümlerin sona ermesini beklemektedir. Ve beklenen ilâhi yardim gelmistir. Halk, isterse gelenlerin dinine giriyor ve derhal onlarla esit haklara sahip oluyor. Isterse kendi dininde kaliyor. Fatihler, halka insan muamelesi yapiyorlar. Asla zulmetmiyor, ezmiyor, zerre kadar haksizlik yapmiyorlar. Canlari, mallari, haysiyetleri, seref ve namuslari güvence altina aliniyor. Her sey kurallara bagli. Hiçbir sey rastgele degil. Yillar sonra bir hiristiyan rahip-bilim adami bu durumu söyle degerlendirecektir: “Ey kiliçtan daha zalim merhamet!..” Rahip, kendi bakis açisindan haklidir. Gerçekten müslümanlarin adaleti, sefkat ve merhameti, fethedilen topraklardaki ahalinin Islâm’a girmesi gibi bir tabii sonuç vermistir. Rahip, Islâm’in merhametine hayiflanmasin da ne yapsin?!
KUDÜS YOLUNDA IKI GARIP YOLCU
Iki yolcu... Sadece bir binitleri var. Binite sirayla binmek üzere anlasmislar. Bir beriki binecek, bir öteki. Hayvanin hakkini da unutmamislar. Nöbetlese bindikten sonra hayvani bir binis süresi bos yürütecekler. Çünkü onun da dinlenmeye hakki var. Allah’in selami her birinin üzerine olsun, Ibrahim, Ismail, Ishak, Yakup ve Yusuf... Davud, Süleyman, Musa, Harun, Isa ve elbette Muhammed Mustafa... ve kim bilir adini bildigimiz, bilmedigimiz daha nice peygamberin gelip geçtigi, hatta defnedildigi Filistin topraklarinda Ilya’ya, yani Kudüs’e dogru ilerliyorlar.
Konusmalardan anlasildigi kadariyla bu iki yolcudan biri efendi, digeri köle... Fakat efendinin efendiligi, ona kölenin insanligini, hayvanin hakkini unutturmuyor. Nihayet sehre hakim yüksek bir tepeye ulasiyorlar. Efendi binekte, köle yürüyor. Efendi, nöbet sirasinin bittigini belirtmek için tekbir getiriyor. Tepe, hemen o gün, orada el-Cebelü’l-Mükebber (Tekbir Dagi) adini aliyor ve hâlâ bu adla anilmakta. Binme sirasi kölede... Itiraz ediyor. “Efendim...” diyor, “ne sen in, ne de ben bineyim. Bir sehre girmek üzereyiz. Orada besili, egerli atlar, altinla süslenmis arabalar var. Sehre ben binekte, sense benim bindigim hayvanin yularini tutmus vaziyette girecek olursak bizi alaya alir, küçümserler. Bu da zaferimize gölge düsürür.” Efendi israrli. “Ama sira senin...” diyor; “sira benim olsaydi inmezdim. Sira seninse senindir. Ben inmeliyim, sen binmelisin.” Köle çaresiz... Hayvana biniyor. Efendisi hayvanin yularindan tutuyor. Sehre böyle giriyorlar.
ZULMÜN HAKIMIYETI BIR ANDIR, ADALETINKI KIYAMETE KADAR
Hiristiyan halk, sehirlerini teslim almaya gelen devlet baskanini karsilamak üzere Sam Kapisi’nda toplanmis. Baslarinda Patrik Sophronius... Halk, köleyi hayvanin üstünde görünce saygilarini sunmak üzere önünde secdeye kapaniyor. Köle, elindeki asa ile onlara dürtüyor “Yaziklar olsun size...” diye haykiriyor, “kaldirin basinizi. Allah’tan baskasina secde edilmez.” Ve halka haber veriyor ki, kendisi köledir, devlet baskani yulari tutan kimsedir... Patrik Sophronius bir köseye çekilip aglamaya basliyor. Misafir devlet baskani üzülüyor. Gönlünü almak, teselli etmek için patrigin yanina gidiyor. “Üzülme. Degmez. Dünya böyledir. Bir güldürür, bir aglatir.” diyor. Sophronius “Saltanati kaybettigim için mi agladigimi zannediyorsun? Tanri’ya and olsun ki bunun için aglamiyorum. Sirf sizin hakimiyetinizin sonsuza dek kesintisiz devam edecegini anladigim için agliyorum. Zira zulmün hakimiyeti bir andir. Adaletin hakimiyeti ise kiyamete kadardir. Ben sizi fethedip geçen, sonra yillar içinde kaybolup giden bir yönetim zannetmistim.” diye cevap veriyor. Burada kendisinden efendi olarak söz edilen sahis, müminlerin emiri, müslümanlarin ikinci halifesi Hz. Ömer r.a.’dan baskasi degildir.
Ebu Ubeyde b. el-Cerrah r.a. komutasindaki Islâm ordulari Kudüs’ü kusatmis, sehrin düsecegini anlayan patrik bir sartla teslim olabileceklerini belirtmisti. Islâm ordularinin daha önce fethettikleri yerlerdeki halka verdigi eman üzere teslim olacaklardi. Fakat bu islemi bizzat emirleriyle gerçeklestirmek istiyorlardi. Ebu Ubeyde r.a., “Emir benim. Buyurun sartlari görüselim.” demisti. Sophronius “Hayir ordu komutanina degil, sehri bizzat devlet baskaniniza teslim edebilirim.” diye israr etmisti. Bunu haber alan Hz. Ömer r.a., Medine’de yerine Hz. Ali r.a.’i vekil birakip yola çikmisti. Iste simdi Kudüs’teydi.
Hz. Ömer r.a., patrigi teselli ettikten sonra “Ey Ilyalilar, lehimize olan lehinize, aleyhimize olan aleyhinizedir...” diye baslayan bir konusma yapti. Sonra Sophronius, Hz. Ömer r.a.’i Kiyame Kilisesi’ne davet etti. Kiliseyi gezerlerken namaz vakti girdi. Hz. Ömer r.a., patrige “nerede namaz kilayim?” diye sordu. Rahip, “oldugun yerde.” dedi.
Bunun üzerine Hz. Ömer r.a.: “Ömer, Kiyame Kilisesi’nde namaz kilmaz. Sonra pesimden gelecek müslümanlar, Ömer namaz kildi diyerek burada mescit insa ederler.” diye karsi çikti. Bir tas atimi uzaklasti ve abasini yere sererek namaz kildi. Hakikaten daha sonra müslümanlar onun namaz kildigi yere bir mescid insa ettiler. Bu mescid o günden beri hâlâ ayaktadir ve Mescid-i Ömer adiyla anilmaktadir.
Hz. Ömer r.a. namazini kildiktan sonra Patrik Sophronius’tan kendisine Mescid-i Aksa’nin yerini göstermesini istedi. Mescid’in çöplük haline getirildigini gören Hz. Ömer r.a., abasini yere serip çöpleri doldurmaya ve götürüp uzaklara dökmeye basladi. Bunu gören müslümanlar da onun gibi yaparak mescidin yerini temizleyip üzerine bir mescit insa ettiler.
Bu olayi tarihçilerimiz (Taberî, Yakubî, Belazurî, Ibnü’l-Esir) yaklasik böyle anlatirlar. Ama biz 1948 Arap-Israil Savasi komutanlarindan, Askeri Komiser Abdullah et-Tell’in Kudüs’te bir Hiristiyan mabedinde buldugu eski ve önemli bir Yunanca tarihi yazmadan aktarmayi tercih ettik.
KIM MEDENI, KIM VAHSI?
Iste Kudüs müslümanlar tarafindan böyle teslim alinmisti. Hz. Ömer r.a. zamaninda henüz konvansiyonel silahlar kesfedilmemisti, kitalararasi füzeler yoktu. Tanklar, toplar gürlemiyor, büyük küçük bombalar patlatilamiyordu. Ama müslümanlar isteselerdi manciniklarini kurarak sehri bombardimana tutabilirlerdi. Arradelerini isletebilirler, kapilari bombalarla degilse bile kebs denilen koç basliklariyla paramparça edebilirlerdi. Cinayet islemek veya katliam yapmak için 21. yüzyilin gelismis silahlarina ihtiyaç yoktu. Pekala o günün silahlariyla ve imkanlariyla da toplu katliamlar, cinayetler islenebilirdi. Nitekim dünyanin baska yerlerinde isleniyordu. Fakat müslümanlar, bugün evlerimize ve odalarimiza her biri bir hüzün bombasi gibi düsüveren televizyon görüntülerini yasatmadilar o günün Kudüslülerine. Çünkü onlar ne haçli sürüsüydüler, ne de yahudi kasaplar...
Evet... Yahudilerden önce de haçlilar gelmislerdi. Papanin tesvikiyle yola çikan 600 bin kisilik ilk haçli ordusu 1099 yilinin Temmuz ayinda Kudüs’e girdiginde komutanlari Goldfrei de Buillon, Kiyame Kilisesi’ne gitmek için sehri savunan 70 bin müslümanin cesedini çigneyerek ve kan deryasina gömülerek geçmek zorundaydi.
Ikinci Haçli Seferi, ordunun Kudüs’e varamadan Sam’dan geri dönmesiyle sonuçlandi. Bu arada Suriye ve Misir topraklarinda meshur Eyyubî Devleti kurulmustu. Devletin azimli sultani Selahaddin Eyyubî’nin odasindaki mum geceler boyunca sönmedi, hep yandi durdu. Bir gün veziri bütün cesaretini toplayarak bunun sebebini sordu. Selahaddin Eyyubî dedi ki “Allah Rasulü’nün s.a.v. miraca çiktigi, yillarca müslümanlara kiblegâh olmus, üçüncü harem düsmanin elinde iken bana uyumak yarasir mi hiç?”
Selahaddin uyumadi. Adim adim ilerleyerek sonunda Kudüs kapilarina dayandi. Fakat bu mukaddes sehre kan dökerek girmek istemiyordu. Sehir halkina “Sizin gibi ben de kesin olarak inaniyorum ki, Kudüs Allah’in mukaddes beytidir. Bu beytullaha saldirarak hürmetini ihlal etmek istemiyorum.” diye haber saldi. Teslim sartlarini da sunmustu. Fakat sehrin azililari direnme karari aldilar. Müslümanlar, bir haftalik siki bir kusatmayla sehre girdiler. Fakat kan deryasinda yüzerek degil... Selahaddin Eyyubî, hiristiyanlara sehri terk edebilmek için kirk günlük bir süre tanimisti.
Tarihle biraz olsun ilgilenen herkes, dünya tarihinde yahudilere ve hiristiyanlara insan onuruna yakisir biçimde muamelede bulunanlarin sadece müslümanlar oldugunu bilir. Zaten, Sevgili Peygamberimiz s.a.v., “zimmiye eziyet veren bana eziyet vermistir.” buyurarak Islâm tebasina giren gayri müslime insanca muamele yapilmasini emir buyurmusken, nasil baska türlü davranilabilirdi ki?..
BITMEYEN SAVAS: HAÇLI SEFERLERI
Bati dünyasi Kudüs’ün yeniden müslümanlara yar olmasina çok sinirlenmisti. Hiristiyanlar, Alman Imparatoru I. Frederick, Fransiz Krali Philiph August ve Ingiltere Krali Richard komutasinda yeni bir haçli seferi düzenlediler. Bu sefer de basarisiz oldu. Fakat yilmadilar. Dördüncü, besinci, altinci... derken dokuzuncu haçli seferini düzenlediler. Dokuzuncu Haçli Seferi, resmi haçli seferlerinin sonuncusu idi güya. Ama herkes biliyor ki, yeni bir haçli seferi her Batilinin içinde bir ukdedir. Siyasi mahfilleri, “spor baris ve kardesliktir” sloganina ragmen spor karsilasmalari dahil, her alanda firsat buldukça maskeli bir haçli seferini yürütmeye her an hazirdir. Haçli savaslari, sömürge savaslari, siyonizm, eski sömürgecilik, yeni sömürgecilik, askeri sömürgecilik, iktisadi ve kültürel sömürgecilik, vs. vs... Hepsi aslinda ayni bütünün parçalaridir. O bütünün adi ise, küfrün Islâm’a karsi birlikteligidir.
13. yüzyilin sonunda bu mukaddes diyar, güçlü bir koruyucuya, yani Osmanli’ya kavusmustur. 13. yüzyildan 19. yüzyilin ortalarina kadar Kudüs huzur dolu bir hayat yasadi. Çünkü Osmanli, savasi Kudüs önlerinden Avrupa içlerine tasimisti. Birakin Filistin’i, Suriye’yi, Anadolu’yu, Trakya’yi; hiristiyanlarin Balkanlari bile geçmeye mecali yoktu artik. Ancak Viyana önlerinde savunma savasi veriyorlardi.
KOVULMUS BIR MILLETE AÇILAN SEFKAT KOLLARI
Bu sirada yahudiler Avrupa’da yüzyillarca var olma mücadelesi verdiler. 1290’da Ingiliz Krali I. Edward, Ingiliz topraklarindaki yahudilere sürgün cezasi vermisti. 1306’da Fransiz Krali Philip de Bell yahudilere ayni cezayi uygun görmüstü. 1498’de XII. Louis, yahudileri Fransiz topraklarindan sürülmekle Hiristiyanliga girmek arasinda serbest birakmisti. Almanya, Rusya ve öteki Avrupa ülkelerinde de yahudiler, daima istismar edilmis, asagilanmis, insanca muameleye hasret bir hayat sürmüslerdi. Yahudiler, siyasi ve dinî haklarini, olusumuna katkida bulunduklari 1789 Fransiz Ihtilali’nden yillar sonra ancak 1874’de elde edebilmislerdi.
Bu birkaç örnekten de rahatça anlasilabilecegi gibi, Orta çagda ve Modern çagda yahudiler Avrupa’da ezilirken, Islâm topraklarindan baska siginak bulamamislardi. Yahudileri, Engizisyon mahkemelerinde cayir cayir yakilmaktan Kemal Reis komutasindaki Osmanli donanmasi kurtarmis ve dönemin sultani II. Bayezid daha 1493’te yahudilere insanca muamele edilmesini emreden bir ferman yayinlamisti. Bu ferman sayesinde onlar, kisa vadede ülkenin bütün ticari ve iktisadi hayatina hakim olmuslardi. Sultan Bayezid, yahudilere su ilâhi emir çerçevesinde Ehl-i Kitap muamelesi yapiyordu: “Allah, sizinle din ugrunda savasmayan ve sizi yurtlarinizdan çikarmayanlara iyilik yapmanizi ve onlara adil davranmanizi yasaklamaz.” (Mümtahine, 8)
Fakat daha sonralari Osmanli yöneticileri, yahudilerin Islâm topraklari üzerinde milli devlet kurmaya tesebbüs ettiklerini anlayinca tavirlarini degistirmislerdir. Mesela, yahudilerin 1876’da zirai alan olusturma bahanesi altinda Filistin’den arazi satin alma girisimi ve 1882’de Filistin’e yapilmasi plânlanan yahudi göçü, Osmanli yönetimi tarafindan engellenmistir. 1876-1888 yillari arasinda Kudüs mutasarrifligi yapan Rauf Pasa, Filistin topraklarina gayri kanuni yollardan yerlesen yahudileri tespit edip attirmistir. Devlet iç ve dis meselelerle bogusurken bile denetimi ihmal etmemistir. 1882’de Babiali, Kudüs mutasarrifindan Rus, Romen ve Bulgar pasaportu tasiyan Yahudilerin sehre girisini engellemesini istiyordu. Hatta 1888’de yahudilerin baska bir ülkenin vatandasiymis gibi bölgeye sizmasini önlemek için Filistin’i ziyaret etmek isteyen turistlerin üzerlerinde dini kimliklerini belirten bir sefer izni bulundurmasini sart kosmustu. Ne zaman ki Osmanli bölgeden çekildi, sömürgeci Ingiliz ve Fransiz yönetimi bölgeye hakim oldu...
Iste Filistin ve Kudüs o gün kaybetti. Ve o günden beri ariyor Kudüs. Kiliçtan keskin müslüman merhametini ariyor..
KUDÜS NOTLARI...
Kudüs’ün ve Mescid-i Aksa’nin Islâm dini nazarindaki yeri ve önemi büyüktür. Her seyden önce Mescid-i Aksa müslümanlarin ilk kiblesidir. Peygamber Efendimiz s.a.v. ve müslümanlar, kible Kâbe’ye döndürülünceye kadar yillarca Mescid-i Aksa’ya yönelerek namaz kilmislardir. Peygamber Efendimiz s.a.v. sadece üç mescid için yolculuk sikintisina katlanilabilecegini belirtmistir. Bunlardan ilki Mekke’de, ortasinda Kabe’nin yer aldigi Mescid-i Haram, ikincisi Medine’deki Mescid-i Nebevî ve üçüncüsü Mescid-i Aksa’dir. Ve yine Peygamber Efendimiz s.a.v. Mescid-i Aksa’da kilinan bir namazin baska bir mescidde kilinacak namazdan bin, Mescid-i Nebevî’de kilinan bir namazin Mescid-i Aksa’da kilinandan bin, Mescid-i Haram’da kilinan bir namazin da Mescid-i Nebevî’de kilinandan bin kat daha sevap oldugunu haber vermislerdir. Mescid-i Aksa, Peygamberimizin s.a.v. Mirac yolculugundaki ilk duragi olmasi bakimindan da ayrica önemlidir.
SULTAN ABDÜLHAMID VE YAHUDI HERZL
Osmanli Devleti’nin bütün dis borçlarini kapatmaya karsilik, kendisinden Yahudilere Filistin’de azicik toprak vermesini isteyen Theodor Herzl baskanligindaki heyete, Sultan II. Abdülhamid’in verdigi cevap altin suyu ile yazilip çerçeveletilecek türdendir:
“Bu konuda sakin bir adim daha atmayin. Ülkemin bir çakil tasini bile satamam. Çünkü o benim degil, halkimindir. Bu devlet onu kani pahasina aldi, kani pahasina yasatti. Birilerinin gasbetmesine izin vermeksizin kanimiz pahasina da koruruz. Iki tabur askerimiz Suriye ve Filistin’de savasti. Askerlerimiz Plevne’de bir bir sehit edildi. Çünkü teslim olmaktansa savas meydaninda ölmeyi tercih ettiler. Osmanli Devleti benim degil, milletindir. Hiçbir parçasini veremem. Yahudiler milyonlarini saklasinlar. Devlet parçalanirsa, Filistin’i karsiliksiz da alabilirler. Su kadar var ki, bu devlet cesetlerimiz çignenmeden parçalanamaz. Ne için olursa olsun, biz ölmeden kimse bizi birbirimizden ayiramaz.”
Hz. Ali Dönemi
Cemel Vak'ası
Üçüncü Rasid halife Hz. Osman (r.a.)'in sehit edilmesinden sonra üç-bes gün anarsi hüküm sürdü. Hz. Osman'i sehit eden âsiler ortama hâkimdiler. Bunlar bir an önce, Hz. Osman'in yerine birini hilâfete getirmek istiyorlardi. Fakat kime müracaat ettilerse hep red cevabi aldilar. Hz. Ali de, kendisine geldikleri zaman onlari huzurundan uzaklastirmisti: Âsiler hayrete düsmüsler, ne yapacaklarini sasirmislardi. Devlet baskani tayin olunmadan dönecek olurlarsa ihtilafin çok daha fazla alevlenecegini biliyorlardi. Bunun üzerine Medine ahalisini toplayarak, onlara bir halife seçmelerini, aksi takdirde Hz. Ali, Talha, Zübeyr ve daha baska kimseleri de öldüreceklerini söyleyerek, onlara bir gün mühlet verdiler. Bunun üzerine Medine halki Hz. Ali'ye müracaat edip, ona bey'at etmek istediklerini bildirdiler. Hz. Ali, Muhâcirler'le Ensâr'in bu teklifini reddetmek istediyse de devamli israrlar karsisinda bunu kabul etmek zorunda kaldi. Neticede Hz. Ali'ye bey'at edildi ve âsiler Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'i de getirterek onlarin da Hz. Ali'ye bey'at etmelerini sagladilar. Bu sûretle, hicretin otuzbesinci yili yirmibir Zilhicce Pazartesi günü Hz. Ali'ye bey'at edildi.
Hz. Ali'ye bey'at edildikten sonra yapilacak ilk is; Hz. Osman'in katillerini bulmak ve bunlarin cezalarini vermekti. Bu hususta tahkikata baslanmisti. Fakat katiller kesin olarak belirlenemedigi için, ser'an cürüm sabit olamamisti. Bu durum karsisinda bir sey yapilamazdi. Hz. Talha ile Hz. Zübeyr, Hz. Ali'yi ziyaret ederek ondan katillerin yakalanmasini istemislerdi. Hz. Ali, onlara durumu izah etmis, fakat ikisi de ikna olmamislardi. Ortam son derece karisikti. Bu arada Numan b. Besir, Hz. Osman'in sehadeti esnasinda giydigi gömlek ile o sirada zevcesi Nâile'nin dogranan parmaklarini alip sam'a götürdü. Muaviye, bu kanli gömlegi ve kesik parmaklari teshir ederek, herkesin galeyanini kat kat artirmak maksadiyla mescide asti. Diger taraftan Hz. Osman'in katline sebep olanlar hâlâ Medine'de bulunuyorlardi. Bunlarin bir an evvel oradan uzaklastirilmasi gerekiyordu.
Hz. Ali'nin karsi karsiya kaldigi zorluklar gerçekten çok büyüktü. Diger taraftan Medine'de toplanan âsilerin mühim bir kismi "Sebeiyye" firkasina mensuptu. Bu islâm düsmani grubun reisi olan Abdullah b. Sebe, islâm'i içinden yikmayi hedef alan bir Yahudi dönmesi idi. Bunun maksadi; islâmiyet'in saf, berrak, akil ve kalbi tatmin eden akidelerini ifsat edip müslümanligi çigirindan çikarmak müslümanlari türlü türlü gruplara ayirarak birbirleriyle didismeye ve bogusmaya sevketmekti. Hz. Osman (r.a.) devrindeki karisiklik, bu müfsidin ifsatlari için uygun bir zemin teskil etmisti. Hz. Ali'nin âsileri dagitmak istemesi ibn Sebe taraftarlarinin hosuna gitmedigi için bunlar Hz. Ali'nin emrine muhalefet etmisler; diger Araplar da onlara uymuslardi.
Bu karisik durum karsisinda problemleri artiran ve buhranin vehâmetini doruguna vardiran bir hareket daha basladi. Hz. Âise, hac farizasini ifâ etmek üzere Medine'den Mekke'ye gitmis, hac ibadetini ifâ ederek Medine'ye dönerken, Hz. Osman'in sehit edildigi haberini almisti. Bunun üzerine Medine'ye gidecegi yerde Mekke'ye geri döndü. Çünkü Medine'de facianin dogurdugu karisikliklar, bocalamalar devam ediyordu. Mekkeliler, Hz. Âise'ye durumu sorduklari zaman, Hz. Âise, Hz. Osman'in mazlum olarak öldürüldügünü, Medine'de fesat ocaginin bütün ufku karartacak sekilde tüttügünü, mazlum ve sehit Osman'in kaninin heder olmamasi gerektigini, katillerin mutlaka cezaya çarptirilmalari ve ser'i hüküm ve kisas emirlerinin uygulanmasinin icap ettigini söylemisti.
Hz. Talha ile Hz. Zübeyr de Mekke'ye gelmisler, Medine'deki durumu Hz. Âise'ye anlatmislardi. Bu olaylar Hz. Âise'nin fikir ve kanaatini kuvvetlendirmis, o da mazlum ve sehid Hz. Osman'in intikamini almak için herkesi toplanmaya ve bir araya gelmeye çagirmisti.
Hz. Ali, muhaliflerinin Mekke'deki hazirliklarindan haberdar olunca, onlardan evvel Irak'a varmak, Irak'a hâkim olmak, Beytû'l-Mal'in muhalifler eline düsmesini engellemek istedi. Ensâr, Hz. Ali'nin Medine'den ayrilmasini uygun görmüyordu. Hz. Ali, muhâlifler kendisinden önce Irak'a girecek olurlarsa yeni yeni problemlerin ortaya çikmasindan endise ettigini, Irak'in nüfuzca kesif ve beytü'l-mâl'inin zengin olmasindan ötürü bir müddet orada bulunmanin daha iyi olacagini söylemisti.
Bundan sonra Hz. Ali yola çikmis, Zukar mevkiine geldigi zaman, Hz. Talha ile Hz. Zübeyr'in Basra'ya yaklastiklarini, Benu Saad kabilesi ile hemen hemen bütün Basra'nin onlara iltihak ettigini haber almisti. Hz. Ali, Zukar'da kalarak oglu Hasan'i Ammâr b. Yâsir ile birlikte Kûfe'ye gönderdi. Hz. Hasan, Kûfe'ye varinca, vali Ebû Musa el-Es'arî onu iyi karsiladi. Hz. Hasan, mescidde minbere çikarak Hz. Ali'nin dâvâsini müdafaa etti ve Talha ile Zübeyr'in ona bey'at ettiklerini söyledi. Bu konusmasinin sonunda kendisinin Basra'dan gidecegini, katilmak isteyenlerin onunla birlikte gelebilecegini ilân etti. Hz. Hasan, kendisine iltihak eden dokuz bin kisilik bir kuvvetle geri döndü. Bu dönüs ve hareket esnasinda karsilikli mücadeleler, siddetli tartismalar meydana gelmisti.
Hz. Ali, ordusunu bu sekilde takviye ettikten sonra Zukar mevkiinden Basra'ya dogru hareket etti. Hz. Ali, maiyetinde olan el-Ka'ka' b. Amr'i çagirarak Basra'ya gönderdi. Ona iki taraf arasinda mücadele ve çatismanin meydana gelmesine engel olacak çareyi bulmasini tavsiye etti. el-Ka'ka' b. Amr, Hz. Âise, Talha ve Zübeyr ile görüsmüs, onlari ümmetin birligini bozmama konusunda ikna etmisti. Hz. Âise ile Hz. Talha ve Hz. Zübeyr, el-Ka'ka'in önerilerini kabul ettiler. Hz. Ali de bu fikirdeyse, bu isin baris ile neticelenecegini söylediler. Hz. Ali, el-Ka'ka'in bu basarilarindan son derece memnun oldu. Diger taraftan bu sirada Basralilar Kûfelilerle temas etmis, iki tarafta da baris ve fitneyi yok etme düsüncesi hakim olmustu.
Ertesi gün, Hz. Ali hareket ederek Abdülkaysogullari kabilesine ugradi. Bu kabile de ona ittihak etti. Oradan Zaviye'ye vardi. Zaviye'den de Basra'ya hareket etti. Esasen herkes barisi gayet tabii bir durum olarak görüyordu. Onun için Hz. Ali'nin Basra'ya gelisi, barisin tahakkukuna yönelik bir hareket olarak telakki olunmus, herkes son derece huzurlu bir sekilde uyumustu. ibn Sebe ile yandaslari, herkes uyuduktan sonra Hz. Âise'nin tarafina hücum etti. iki taraf ta kendilerini karsi hücumuna ugramis gibi görmüslerdi. Hz. Ali, her tarafa memurlar gönderdi. Ne oldugunu anlamak istiyordu. Diger taraftan Kâab b. Sûr Hz. Âise'yi uyandirmis, Hz. Âise, devesine binerek çarpismalarin basladigi yere gelmisti. Hz. Ali kendi tarafini savasmaktan alikoyuyor, Hz. Âise kendi tarafini teskin etmeye çalisiyordu. Fakat bir kere ok yaydan firlamis bulunuyordu. Vurusmanin en hararetli aninda Hz. Ali atini sürerek savas meydaninin ortasina geldi. Hz. Zübeyr'i çagirip, ona Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)'in: Bir gün Ali ile Zübeyr arasinda bir ihtilafin meydana gelecegini ve bu ihtilafta Zübeyr'in haksiz olacagini" söyledigini hatirlatmisti. Bunun üzerine Hz. Zübeyr geri çekildi. Hz. Talha da Zübeyr'in bu davranisi üzerine çatisma meydanindan çekilmek istemisti. Onun savas alanindan uzaklasmasi üzerine kendisine zehirli bir ok atilmis ve bu ok Hz. Talha'nin ölümüne neden olmustu.
Nihayet ortalikta yalniz Hz. Âise ile etrafinda bulunan bir grup kimse kalmisti. Çatismalar siddetle devam ediyordu. Bütün bu kanlarin dökülmesine neden olan münafiklarin hedefi; bizzat Hz. Âise idi. Bunlar Hz. Âise' ye kadar ilerleyerek onu tevkif etmek, ona hakarette bulunmak istiyorlardi. Sebeîlerin bu maksadini anlayan Dâbbeogullari Hz. Âise'yi son derece büyük fedakârliklarla korumuslardi. Bekr b. Vâil, Ezd ve Dâbbeogullari kabîleleri Hz. Âise ile beraberdiler. Bunlarin onu korumada gösterdikleri cesaret herkesi hayrete düsürmüstü. Hz. Âise'nin devesini koruyanlardan biri yere düstükçe bir baskasi onun yerini aliyor, o da ayni fedakârlik ve ayni kahramanlik ile dövüsüyordu. Hz. Âise'nin önünde sehit düsenlerin sayisi yetmise varmisti.
Bu çatismalara bir son vermek için birisi deveye arkasindan saldirarak onu yere yikmis, bu arada da, Hz. Ebu Bekir'in oglu Muhammed, Hz. Ali tarafindan kosarak Hz. Âise'nin korunmasina hizmet etmisti. Hz. Ali de Hz. Âise'nin yanina gelerek hatirini sormus, birkaç günlük istirahatten sonra onu, kardesi Muhammed b. Ebu Bekir ile birlikte Medine'ye göndermisti. Hz. Âise ile beraber Basra'nin ileri gelen ailelerine mensup kirk kadar kadin refakat etmisti. Hz. Âise Basra'dan ayrilirken, kendisi ile Hz. Ali arasindaki mücadelenin yanlis anlasilmadan ileri geldigini söyledi. Hz. Ali de Rasûl-i Ekrem'in muhterem haremine her türlü tazim ve hürmeti göstermenin bir görev oldugunu belirtti. Hz. Âise, hicretin otuzaltinci yili Recep ayinda Medine'ye dogru. hareket etti.
Nihayet Hz. Ali 4 Aralik 656 tarihinde bu problemi de atlatti. Bu olaydan sonra hilâfet merkezini Kûfe'ye tasiyarak, sehadetine kadar orada kaldi.
Son düzenleyen ahmetseydi; 9 Nisan 2007 23:06
ѕнσω мυѕт gσ ση ツ