Rüşvet
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi
Her çağda, her toplumda hüküm sürmüş olan rüşvet, zamanımızda da, sık sık gerçek yüzüyle, ara sıra da hediye, eşantiyon, komisyon, avanta... gibi isimler altında hüküm sürmeye devam etmektedir.
Din kitapları rüşveti şöyle tanımlıyor:
Rüşvet, başından beri hep devlet kapısında alınıp verilmiştir. Rüşvet alanın, kendisine rüşvet verilen kimsenin daima resmi bir görevi, devlet katında küçük veya büyük bir yetkisi olmuştur. Bu nedenle rüşvet tarih boyunca devletin bozulmasına en fazla etki yapan yolsuzluk olmuştur. Devleti bozulmaktan korumak ve bozulmuş devleti düzeltmek isteyenler en büyük ağırlığı rüşvetle mücadeleye vermişlerdir. Osmanlı devletinde Koçi Bey, Kâtip Çelebi gibi tarihçi ve ilim adamları "Nesayihü'l-Ümera ve'l-Vüzera" (Hükümdarlara ve devlet adamlarına öğütler) adıyla yazdıkları eserlerde rüşveti en büyük tehlike olarak görmüşler ve göstermişlerdir.
Bunlara göre hiçbir mevki, hiçbir memuriyet rüşvetle verilmemeli, her iş için yetenekli kimseler aranıp bulunmalıdır.
Bu aynı zamanda, İslam'ın da görüşüdür. Kur'an'da,
Müslümanlıkta her türlü hak ne kadar basit ve önemsiz olursa olsun kutsaldır, saygı duyulmalıdır ve gereği yerine getirilmelidir. Haksızlığın da her türlü, ne kadar küçük ve önemsenmez ölçüde olursa olsun haramdır. Rüşvet ise en küçüğünden en büyüğüne tam bir zulümdür. Dinde en ağır hükümlerin konusudur. Peygamberimiz,
Hatta bu konudaki titizliğini daha da ileriye götürdüğüne tanık olmaktayız. Bilindiği gibi rüşvet, güç ve yetki sahiplerine verilen hediyeler şeklinde başlamıştır. Hz. Peygamber ise daha işin başında bu yolu kapatmıştır.
Bu dikkat ve titizliğe rağmen İslam toplumlarında kısa süreli bazı dönemler hariç rüşvet alınmış ve verilmiştir. Bu illetten bütünüyle yakayı kurtarabilen ülke ve toplum yoktur. Tarihin en uzun ömürlü imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu ise belirli bir döneminden sonra en büyük rüşvet olaylarına sahne olmuştur. Ünlü dîvan şairi Fuzûlî'nin memur sınıfının şahaser bir yergisi olan "şikâyetname" adındaki eserinin
Osmanlı devletinde rüşvet ilk defa Kanuni'nin veziri ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa tarafından devlet hayatına sokulmuştur. Barbaros Hayrettin Paşa bile, sahip olduğu serveti oğluna bırakabilmek için Rüstem Paşa'ya 200 kile ile 30 bin altın vermek zorunda kalmıştır.
Kâtip Çelebi'nin Mizanü'l-Hakk adlı kitabında rüşvet almak ve vermek konusunda şu ayırımlara rastlıyoruz:
1- İki tarafa da (alana ve verene) haram olan rüşvet: Para ile memuriyet almak gibi.
2- Hüküm vermek için hâkimin rüşvet alması da iki tarafa haramdır. Rüşvet alan hâkim yasaya uygun hüküm verse bile batıldır, hükmü geçersizdir.
3- Almak haram, vermek caiz olan rüşvet: Bir kimse malına veya canına yönelen tehlikeyi önlemek için rüşvet verse bu alana haram, verene caizdir.
Günümüzde ise iki türlü rüşvet vardır:
Ağır rüşvet, memurun kanunen yapmaması gereken bir işi rüşvet karşılığı yapmasıdır. Cezası memuriyetten uzaklaştırmanm yanında para ve hapis cezasıdır.
Dediğimiz gibi, rüşvet her devirde alınıp verilmiştir. İnsanlar her zaman kötülüğün, kanunsuzluğun yollarını çok çabuk keşfetmişlerdir. Günümüz açısından üzüntü veren nokta şurasıdır ki rüşvet artık kanıksanmıştır. Dinin ve her namuslu kişinin gözünde açık bir haksızlık olan rüşvet, çoğunlukça artık gündelik, alelade işlerden sayılmaya başlanmıştır. Bu durum belki rüşvetin kendisinden bile tehlikelidir.
MsXLabs.org & İslam Ansiklopedisi
Sponsorlu Bağlantılar
Her çağda, her toplumda hüküm sürmüş olan rüşvet, zamanımızda da, sık sık gerçek yüzüyle, ara sıra da hediye, eşantiyon, komisyon, avanta... gibi isimler altında hüküm sürmeye devam etmektedir.
Din kitapları rüşveti şöyle tanımlıyor:
Hakkı boşa çıkarmak, bâtılı hak göstermek için alman veya verilen şeydir.Modern tanımı biraz daha farklıdır:
Yaptırılmak istenen bir işe kanun dışı kolaylık sağlanması için bir kimseye verilen mal veya para veya herhangi bir şekilde sağlanan menfaat.Zamanımızda bu iki tanımın da kapsamına girmeyen rüşvetler türemiş, rüşvetin alım sahası da verim sahası da genişlemiştir.
Rüşvet, başından beri hep devlet kapısında alınıp verilmiştir. Rüşvet alanın, kendisine rüşvet verilen kimsenin daima resmi bir görevi, devlet katında küçük veya büyük bir yetkisi olmuştur. Bu nedenle rüşvet tarih boyunca devletin bozulmasına en fazla etki yapan yolsuzluk olmuştur. Devleti bozulmaktan korumak ve bozulmuş devleti düzeltmek isteyenler en büyük ağırlığı rüşvetle mücadeleye vermişlerdir. Osmanlı devletinde Koçi Bey, Kâtip Çelebi gibi tarihçi ve ilim adamları "Nesayihü'l-Ümera ve'l-Vüzera" (Hükümdarlara ve devlet adamlarına öğütler) adıyla yazdıkları eserlerde rüşveti en büyük tehlike olarak görmüşler ve göstermişlerdir.
Bunlara göre hiçbir mevki, hiçbir memuriyet rüşvetle verilmemeli, her iş için yetenekli kimseler aranıp bulunmalıdır.
Bu aynı zamanda, İslam'ın da görüşüdür. Kur'an'da,
"Muhakkak ki Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder" (Nisa suresi, 58)buyurulmaktadır. Ayette geçen "emanetler" ifadesinin her derecedeki devlet memuriyetini de kapsadığında Müslüman bilginler görüşbirliği içindedir. Bir memurun göreviyle ilgili bir konuda halkı zor durumda bırakması, mağdur etmesi zulümdür. Görevi dolayısıyla bir çıkar sağlaması da haramdır.
Bir gün Peygamberimizin huzuruna bir adam geldi ve;Herhangi bir mevki için, bir görev için dürüst ve yetenekli kimse aranıp bulunmasının önemi bundan daha iyi anlatılabilir mi?
— Ey Allah'ın Peygamberi kıyamet ne zamandır? diye sordu. Peygamberimiz bu soruya,
— Emanet zayi edildiği zamandır, diye cevap verdi.
— Emanet ne zaman zayi olur? Peygamber bu soruyu da,Adam anlamadı ve yeniden sordu:
— Din ve dünya işleri ehliyetsizlere verildiği zaman, diye cevaplandırdı.
Müslümanlıkta her türlü hak ne kadar basit ve önemsiz olursa olsun kutsaldır, saygı duyulmalıdır ve gereği yerine getirilmelidir. Haksızlığın da her türlü, ne kadar küçük ve önemsenmez ölçüde olursa olsun haramdır. Rüşvet ise en küçüğünden en büyüğüne tam bir zulümdür. Dinde en ağır hükümlerin konusudur. Peygamberimiz,
"Allah, rüşveti alana da, verene de, alanla veren arasında aracılık edene de lanet etmiştir."buyurarak hiçbir açık kapı bırakmamıştır.
Hatta bu konudaki titizliğini daha da ileriye götürdüğüne tanık olmaktayız. Bilindiği gibi rüşvet, güç ve yetki sahiplerine verilen hediyeler şeklinde başlamıştır. Hz. Peygamber ise daha işin başında bu yolu kapatmıştır.
İbn-i Uteybe adında bir zâtı bir kabilenin zekâtını toplamaya memur tayin etmişti. Bu zât geri döndüğünde topladığı aynî ve nakdi zekâtları mescitte sahabenin huzurunda Peygambere takdim etti.Görülüyor ki resmi bir görev dolayısıyla hediye adı altında alman veya verilen şeyler de açıkça rüşvet sayılmıştır.
— Ya Resülallah, şunlar zekât olarak size, şunlar da hediye olarak bana verildi, şunlar size, şunlar bana verildi, diye zekât olarak verilenleri Peygamber'in önüne, hediyeleri de kendi yanına koydu.
Peygamberimiz bunun üzerine öfkeli bir şekilde mimbere çıktı ve;
— Bu zât eğer anasının evinde otursaydı, bana hediye olarak verildi diye bir kenara ayırdığı şeylerden hiçbiri kendine verilir miydi? Bana verildi dediği şeyler ancak bizim verdiğimiz memuriyet dolayısıyla verilmiştir. Bu nedenle hediye olarak da verilse o devlet hazinesinindir, dedi.
Bu dikkat ve titizliğe rağmen İslam toplumlarında kısa süreli bazı dönemler hariç rüşvet alınmış ve verilmiştir. Bu illetten bütünüyle yakayı kurtarabilen ülke ve toplum yoktur. Tarihin en uzun ömürlü imparatorluğu olan Osmanlı İmparatorluğu ise belirli bir döneminden sonra en büyük rüşvet olaylarına sahne olmuştur. Ünlü dîvan şairi Fuzûlî'nin memur sınıfının şahaser bir yergisi olan "şikâyetname" adındaki eserinin
"Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar"cümlesi bir atasözü gibi rüşvet lafı edildiğinde herkesçe söylenir olmuştur.
Osmanlı devletinde rüşvet ilk defa Kanuni'nin veziri ve aynı zamanda damadı olan Rüstem Paşa tarafından devlet hayatına sokulmuştur. Barbaros Hayrettin Paşa bile, sahip olduğu serveti oğluna bırakabilmek için Rüstem Paşa'ya 200 kile ile 30 bin altın vermek zorunda kalmıştır.
Kâtip Çelebi'nin Mizanü'l-Hakk adlı kitabında rüşvet almak ve vermek konusunda şu ayırımlara rastlıyoruz:
1- İki tarafa da (alana ve verene) haram olan rüşvet: Para ile memuriyet almak gibi.
2- Hüküm vermek için hâkimin rüşvet alması da iki tarafa haramdır. Rüşvet alan hâkim yasaya uygun hüküm verse bile batıldır, hükmü geçersizdir.
3- Almak haram, vermek caiz olan rüşvet: Bir kimse malına veya canına yönelen tehlikeyi önlemek için rüşvet verse bu alana haram, verene caizdir.
Günümüzde ise iki türlü rüşvet vardır:
- Adi rüşvet
- Ağır rüşvet
Ağır rüşvet, memurun kanunen yapmaması gereken bir işi rüşvet karşılığı yapmasıdır. Cezası memuriyetten uzaklaştırmanm yanında para ve hapis cezasıdır.
Dediğimiz gibi, rüşvet her devirde alınıp verilmiştir. İnsanlar her zaman kötülüğün, kanunsuzluğun yollarını çok çabuk keşfetmişlerdir. Günümüz açısından üzüntü veren nokta şurasıdır ki rüşvet artık kanıksanmıştır. Dinin ve her namuslu kişinin gözünde açık bir haksızlık olan rüşvet, çoğunlukça artık gündelik, alelade işlerden sayılmaya başlanmıştır. Bu durum belki rüşvetin kendisinden bile tehlikelidir.
Tanrı varsa eğer, ruhumu kutsasın... Ruhum varsa eğer!